• Sonuç bulunamadı

AHLÂK VE DİN Disiplinlerarası Bir Yaklaşım

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "AHLÂK VE DİN Disiplinlerarası Bir Yaklaşım"

Copied!
32
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

AHLÂK VE DİN

Disiplinlerarası Bir Yaklaşım

Editör

Doç. Dr. Hasan YERKAZAN

(2)

Kitabın Adı

: AHLÂK VE DİN Disiplinlerarası Bir Yaklaşım

EDİTÖR

: Doç. Dr. Hasan YERKAZAN

1. Baskı

: Şubat 2021 ANKARA

ISBN

: 978-625-7333-60-3

Yayın No

: 1074

© Doç. Dr. Hasan YERKAZAN

Tüm hakları editöre aittir. Editörün izni alınmadan kitabın tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, çoğaltılması yapılamaz. Yalnızca kaynak gösterilerek kullanılabilir.

SONÇAĞ AKADEMİ

İstanbul Cad. İstanbul Çarşısı No.: 48/49 İskitler 06070 ANKARA T / (312) 341 36 67 - GSM / (533) 093 78 64

www.soncagyayincilik.com.tr soncagyayincilik@gmail.com

Yayıncı Sertifika Numarası: 47865 BASKI VE CİLT MERKEZİ

UZUN DİJİTAL MATBAA, SONÇAĞ YAYINCILIK MATBAACILIK TESCİLLİ MARKASIDIR.

İstanbul Cad. İstanbul Çarşısı No.: 48/48 İskitler 06070 ANKARA T / (312) 341 36 67

www.uzundijital.com

uzun@uzundijital.com

(3)

179 AHÎ KÜLTÜRÜNDE İDEAL AHLÂK ANLAYIŞI

Nuran ÇETİN Öz

Ahîlik, Anadolu’da ictimâî, iktisâdî, siyâsî karışıklıkların olduğu XIII. yüzyılda teşekkül etmiş bir kurumdur. Böylesi zor dönemde ortaya çıkan ahîliğin temel gayesi, birey ve toplumun dünya âhiret mutluluğunu sağlamak olmuştur. İyilik hareketinin merkezi olan ahî zaviyelerinde hem esnaf ve zanaatkâr örgütlenmesi güçlenmiş, hem de mensuplarına ideâl ahlâk kuralları benimsetilmiştir. Tasavvufî eğitim metodunda olduğu gibi terbiye metodunda cömertlik, mertlik, yardımseverlik, misafirperverlik, hoşgörü, fedakârlık, doğruluk, adalet vasıflarına yer verilmiştir. Adından da anlaşıldığı üzere Ahîlik toplumda kardeşlik ve dayanışma duygularını pekiştirmiştir. Yıllar geçtikçe ahîliğin sahip olduğu değerler sistemi şehir merkezlerinden en ücra noktalara kadar hızla yayılmıştır. Aynı zamanda bu kurum Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasında önemli rol oynamıştır.

Ülkenin zor zamanlarında özellikle Moğol istilâları karşısında ahî mensupları canla başla vatan mücadelesine katılmışlardır.

Bilindiği üzere ahîliğin kurucusu Ahî Evrân ve hanımı da Moğol zulümlerine maruz kalmıştır. Ömrünü toplumun kardeşliğine, birlik ve beraberliğine adayan Ahî Evrân 93 yaşında 660/1262 yılında Kırşehir’de Moğol saldırıları ile şehid düşmüştür. Ahî Evrân’ın vefatıyla ardında bıraktığı bu güçlü müessese yüzyıllarca varlığını sürdürmüştür. Aslında öz itibarıyla ahîliği Karahanlılar, Büyük Selçuklu gibi pek çok Türk devletinin ahlâk anlayışında da görmek mümkündür.

Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve yükselmesinde etkili olduğu bilinmektedir. UNESCO tarafından 2021 senesi Ahî Evrân, Hacı Bektâş-ı Velî ve Yûnus Emre yılı ilan edildi. Asırlar boyu fikirleri, eserleri ve faaliyetleriyle topluma yön gösteren isimler üzerinden ahlâkî değerleri izah etmek önemlidir. Bu

Doç. Dr. Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Tasavvuf Anabilim Dalı; Associate Professor, Zonguldak Bülent Ecevit University, Faculty of Theology, Department of Sufi, Zonguldak/Turkey, nuran.cetin@beun.edu.tr orcid.org/0000-0001-5763-9815

(4)

180

çalışmada Ahî Evrân’ın kimliğinden hareketle ahîlikteki ideal ahlâk anlayış ele alınacaktır.

Anahtar Kelimeler: Tasavvuf, Ahî Evrân, ahîlik, ideal ahlâk, fütüvvet.

IDEAL MORAL SENTIMENT IN AHI CULTURE Abstract

Ahi-order is an institution formed during the 13th century when Anatolia was suffering from social, economic, and political conflicts. The main purpose of the ahi-order that emerged in such a difficult period was to ensure the happiness of the individual and society both in this world and in the hereafter. Being the centre of goodness movement, ahi lodges have enhanced the organization of tradesmen and craftsmen and their members have adopted the rules of ideal ethics. As in Sufism, education method includes qualifications such as generosity, bravery, benevolence, hospitality, tolerance, self- sacrifice, righteousness, and justice. As its name suggests, Ahi- order has reinforced the feelings of brotherhood and solidarity in the society. Over the years, the value system of the ahi community spread rapidly from city centres to the most remote points. At the same time, this institution played an important role in Turkification and Islamization of Anatolia. In the difficult times of the country, especially in the face of the Mongol invasions, the members of the Ahi community took part in the homeland struggle with their heart and soul. As it is known, Ahi Evran, the founder of the Ahi community, and his wife were also subjected to Mongol oppression. Ahi Evran, who devoted his life to the brotherhood and solidarity of the society, was martyred at the age of 93 in 660/1262 in Kırşehir following Mongolian attacks. This strong institution, the legacy of Ahi Evran, has sustained its existence for several centuries. In fact, it is possible to see the ahi-order in the moral understanding of many states such as the Karakhanids and the Great Seljuks. It is known that ahi-order had its impacts on the establishment and rise of the Ottoman Empire.The year 2021 was declared the be the year of Ahî Evrân, Hacı Bektâş-ı Velî and Yunus Emre by UNESCO. It is important to explain the moral values through

(5)

181 the names that have guided the society with their ideas, works

and activities for centuries. In this study, the ideal moral understanding in ahi-order will be discussed through the identity of Ahi Evran.

Keywords: Sufism, Ahî Evran, Ahi-Order, Ideal Ethics, Turkish-Islamic Guild

Giriş

İdeal; olgun, mükemmel, ulaşılmak istenen gayeye en fazla yaklaşılan gibi birtakım anlamlara gelir. Ahlâk ise “tabiat ve huy mânâlarında kullanılır. Genelde insanın fizikî yapısı halk, mânevî yapısı hulk ile ifade edilir. Yani ahlâk, iyi ve kötü huyları, fazîlet ve rezîletleri zikretmek için dile getirilir.

Özellikle iyi huy ve faziletli davranışlar “hüsnü’l-hulk”,

“mehâsinü’l-ahlâk”, “mekârimü’l-ahlâk”, “el-ahlâku’l- hamîde”, kötü huylar ise “sûü’l-huluk”, “el-ahlâku’z-zemîme”,

“el-ahlâku’s-seyyie” gibi terimlerle belirtilir.664 Ahîler, yaşam tarzlarıyla, hayatla iç içe olan çalışma esaslarıyla, yiğitlik, mertlik, cömertlik gibi yüksek erdemlere sahip davranışlarıyla, üretirken öğreten terbiye anlayışlarıyla Anadolu toplum hayatını dinî, ahlâkî ve kültürel anlamda şekillendirmeleriyle çalışmada bu grubun ahlâkî yönü “ideal ahlâk” başlığı ile zikredilmiştir.

Türk İslâm medeniyetinin temel dinamiklerinden ahîlik, Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde dinî, ictimâî ve iktisâdî hayata şekil veren kurumlardan biri olmuştur. Kardeşlik anlamına gelen ahîlik, 13. yüzyılda halkın içinden esnaf örgütlenmesi olarak ortaya çıkmıştır. Bu müessese kısa zamanda Anadolu’nun dört bir tarafına yayılmış ve 20 yüzyıla kadar etkisini sürdürmüştür. Ahîliği önemli kılan, bir meslek teşkilatı olmasının yanı sıra kendine özgü geliştirdiği temel ahlâkî ilkeler ve bu ilkelerin özümsenmesindeki gayretleridir.

Bu anlamda ahîlik, ideal ahlâk ilkeleri etrafında teşekkül etmiş bir kurumdur. Ahî zâviyelerinde verilen temel ahlâkî eğitim ile siyâsî, iktisâdî, ictimâî anlamda bozulmanın önüne geçilmiştir.

664 Mustafa Çağıcı, “Ahlâk”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul:

TDV Yayınları, 1989), 2/10.

(6)

182

Bilindiği üzere ahîliğin ana gayesi insanın dünya ve ukbâ saadetini tesis etmektir. Bu da ancak toplumda sağlam bir ahlâk anlayışının geliştirilmesi ile mümkündür. İdeal ahlâkın verildiği merkezler ise ahî zaviyeleri idi.

Her medeniyet kendi idealleri ve öncelikleri doğrultusunda insan yetiştirmek ister. Anadolu medeniyetinin yetiştirdiği insan tipi de ahî karakterinde bütünleşen insan tipidir. Bu karakterin içinde yardımlaşma, dayanışma, cömertlik, diğergamlık, doğruluk, hürmet, muhabbet, emniyet, tevazu gibi daha pek çok olumlu vasıf bulunmaktadır.

Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması süreci bu millî ve insânî değerler ile sağlanmıştır. Ahîlik, sadece sanat, ahlâk, ticaret alanında değil, zor zamanlarda ülke savunmasında da öne çıkmıştır. Nitekim 13. yüzyılda Moğol istilâlarının yaşandığı sıkıntılı dönemde toplumun birlik ve beraberliğinde, vatan savunmasında bu kurumlar katkıda bulunmuştur.

Ahîlik, tasavvufun bünyesinde yer alan fütüvvet ve melâmet anlayışından beslenmiştir. Sonraki süreçte fikir ve faaliyetleriyle Osmanlı’da lonca teşkilatına kaynaklık etmiştir.

Kısacası ahîlik, Anadolu’da Türk-İslâm ideal ahlâk anlayışı rûhuna uygun bir örgütlenme biçimidir.

Bilindiği üzere ideal; olgun, mükemmel, ulaşılmak istenen gayeye en fazla yaklaşılan gibi birtakım anlamlara gelir.

Ahlâk ise “tabiat ve huy gibi mânâlarda kullanılır. Genelde insanın fizikî yapısı halk, mânevî yapısı hulk ile ifade edilir.

Yani ahlâk iyi ve kötü huyları, fazîlet ve rezîletleri zikretmek için kullanılır. Özellikle iyi huy ve faziletli davranışlar

“hüsnü’l-hulk”, “mehâsinü’l-ahlâk”, “mekârimü’l-ahlâk”, “el- ahlâku’l-hamîde”, kötü huylar “sûü’l-huluk”, “el-ahlâku’z- zemîme”, “el-ahlâku’s-seyyie” gibi terimlerle dile getirilir.665 Ahîler yaşam tarzlarıyla, hayatla iç içe olan çalışma esaslarıyla, yiğitlik, mertlik, cömertlik gibi yüksek erdemlere sahip davranışlarıyla, üretirken öğreten terbiye anlayışlarıyla Anadolu toplum hayatını ahlâkî ve kültürel anlamda

665 Mustafa Çağıcı, “Ahlâk”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul:

TDV Yayınları, 1989), 2/10.

(7)

183 şekillendirmeleriyle çalışmada ideal ahlâk başlığı

kullanılmıştır.

1. Ahîlik Müessesesinin Kurucusu Ahî Evrân 1.1. Ahî Evrân (Ahî Evren) (ö.660/1262)

Ahîliğin 13. yüzyılda Ahî Evrân (ö.660/1262) tarafından kurulduğu kabul edilmektedir. O, debbağların (dericilerin) ve diğer otuz iki çeşit esnaf ve sanatkârın pîri olarak bilinmektedir.

Asya içlerinden Anadolu’ya göç ettiği tahmin edilen Ahî Evrân’ın asıl adı Şeyh Nasîrüddin Mahmûd Ahî Evrân b. Abbâs el Hoyî olup, daha çok “Ahî Evrân” veya “Ahî Evren” adıyla tanınmıştır. Hoyî nisbesinden anlaşıldığı üzere İran’ın Batı Azerbaycan bölgesindeki Hoy kasabasındandır. Kaynaklarda tarihî kişiliğinin yanı sıra birtakım menkıbevî anlatımla da kendisinden bahsedilmiştir. “Evrân” isminin yılan, ejderha, gök, kâinat gibi anlamlara gelmesi menkıbevî rivâyet olarak yorumlanmıştır.666 Ahî Evrân’ın vefat tarihi 660/1262 olarak alındığında, 93 yaşında irtihâl ettiğine göre 564/1169 yılında Hoy’da doğduğu, çocukluğu ve ilk tahsil hayatını memleketinde geçirdiği tahmin edilebilir. Ahî Evrân, 641/1243 yılında Anadolu Selçukluları’nın Moğollar karşısında ağır yenilgiye uğratıldığı ve akabinde tarihin en büyük saldırıların vuku bulduğu zor dönemde yaşamıştır. Hacı Bektâş-ı Velî (ö.

669/1271), Mevlânâ (ö. 672/1273), Sadreddîn Konevî (ö.

673/1274) gibi dönemin meşhur sûfileriyle çağdaştır.

Ahî Evrân’ın hayatı hakkında detaylı bilgiler tespit edilememekle birlikte onun Aydın, Denizli, Konya, Karaman, Kayseri gibi şehirlerde bir süre ikâmet ettiği, buralarda bahçe işleriyle ve debbağlık mesleğiyle meşgul olduğu bilinmektedir.

“Evrân” ismini debbağlık vazifesini icrâ ederken aldığı nakledilmektedir. Şöyle ki o, debbağlık mesleğini sürdürürken, vergi vermediği gerekçesiyle yetkili makamlara şikâyet edilmiştir. Dönemin valisi, Ahî Evrân’ı huzuruna çağırtmak için adamlarını göndermiştir. Görevli kişiler, onun bulunduğu tabakhaneye667 vardıklarında Ahî Evrân’ın yanında ejderha görmüşler ve korkarak hızla oradan uzaklaşmışlardır. Tanık

666 İlhan Şahin, “Ahi Evrân”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul:

TDV Yayınları, 1988), 1/529.

667 Tabakhane: Ham derilerin işlem gördüğü atölyeye denir.

(8)

184

oldukları ejderhanın ateş gibi parlayan gözlerinden hareketle büyük yılan anlamına gelen “Evrân” (ناروا) ya da “Evren” ( نروا ) ismi kendisine verilmiştir. 668 Bununla birlikte halk arasında daha çok Evrân şeklinde telaffuz edile gelmiştir. Son olarak Kırşehir’e yerleşen Ahî Evrân vefatına kadar burada ikamet etmiştir.669 Mikâil Bayram, Ahî Evrân’ın dönemin Türkmen mutasavvıf şâiri Evhadüddîn-i Kirmânî’nin (ö. 635/1238) mürîdi olduğunu, kızı Fatıma ile evli olduğunu belirtir.670 Fatıma Bacı’nın (Hâtûn Ana) ise Bâcıyân-ı Rûm Teşkilâtı’nın kurucusu olduğunu zikreder.671 Ahî Evrân, Evhadüddîn-i Kirmânî’den önce gençlik yıllarında Hoca Ahmed Yesevî’nin talebelerinden sûfî terbiye almıştır. Nihat Azamat, Evhadüddîn-i Kirmânî’nin Ahî Evrân’ın kayınpederi olduğuna dair naklin ihtiyatla karşılanması gerektiğini zikreder.672 Mikail Bayram’ın verdiği bir başka dikkat çeken bilgi ise Ahî Evrân’ın dönemin ünlü fıkıh, kelam, tefsir âlimi Fahreddîn er-Râzî’nin (ö. 606/1210) hizmetinde bulunduğunu ve talebesi olduğunu zikretmesidir.673 Ayrıca müellif, Ahî Evrân’ın Anadolu Selçuklu Sultanı II. Gıyâseddin Keyhüsrev (1237-1246) döneminde Kırşehir civarında vuku bulan Baba İshak674 isyanı ile ilgisi olduğu gerekçesiyle beş sene hapsedildiğini belirtir. Hapisten çıktıktan sonra Kırşehir’e yerleşen Ahî Evrân, burada

668 Muhittin Şimşek, Ahilik: TKY ve Tarihteki Bir Uygulaması (İstanbul: Hayat Yayınları, 2002), 28.

669 Şahin, “Ahi Evrân”, 1/529.

670 Mikail Bayram, “Ahî Evrân Kimdir? (Gerçek Şahsiyeti ve Eserleri)”, Diyanet İlmî Dergi (Diyanet Dergisi) 17/1 (1978) 27.

671 Mikail Bayram, “İbn Sînâ ve Ahî Evren”, İbn Sînâ Doğumunun Birinci Yılı Armağanı (İstanbul: yy., 2014), 596.

672 Nihat Azamat, “Evhadüddîn-i Kirmânî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1995), 11/519.

673 Mikail Bayram, “Sadreddîn Konevî ile Ahî Evrân Şeyh Nasuriddin Mahmud’un Mektuplaşması”, Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi 2 (1983), 57.

674 Baba İshak (ö.637/1240) 1240 yılında Anadolu Selçuklu Devletine karşı hazırlanan “Babâî isyanı” diye bilinen büyük Türkmen ayaklanmasında Baba İlyas adına harekâtı yöneten Türkmen şeyhidir. Baba İshak, Baba İlyas Horâsânî’nin önde gelen halîfesidir. Bu sebeple ayaklanmanın propaganda ve teşkilatlanma safhasını fiilen yürütmüştür. Baba İshak kumandasındaki Babaîler, Kırşehir’in Malya ovasında Selçuklu ordusuyla karşılaştılar. Bu şiddetli çatışmada Baba İshak hayatını kaybetmiştir. Ahmet Yaşar Ocak,

“Baba İshak”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1991), 4/368-369.

(9)

185 Sadreddîn Konevî (ö.673/1274) ile mektuplaşarak onunla irtibat

kurmuştur.675 Mikail Bayram, Sadreddîn Konevî ve Ahî Evrân arasındaki irtibata dair şu bilgiyi nakleder:

“Konevî, İslâm dünyasında sezgiciliğin öncülerinden sayılan Muhyiddin İbnü’l Arabî’nin (ö. 638/1240) yanında yetişmiş, buna karşılık Ahî Evrân akılcılığın öncüsü Fahreddin er-Râzî’den ders almıştır. Bu ayrılık iki bilgin arasında teati edilen mektuplarda kendini göstermiştir. Bunun sonucu olarak Ahî Evrân Konevî’ye etki ederek, hocasının vahdet-i vücûd felsefesini aklîleştirmeye yöneltmiş, Konevî de Ahî Evrân’a tesir ederek onun tasavvufa meylini arttırmıştır.”676

Görüldüğü üzere Ahî Evrân, Hacı Bektâş-ı Velî ve Sadreddîn Konevî gibi dönemin önemli sûfîleri ile irtibatını sürdürmüştür.677 Ömrü sıkıntılarla geçen Ahî Evrân’ın Moğollarla mücadelesi Kırşehir’de devam etmiştir.678 Kayseri ve Konya’da kurduğu, Moğollar tarafından işgal edilen Ahî Teşkilâtı’na Kırşehir’de yeniden hayatiyet kazandırmıştır.679

Ahî Evrân’ın, İran’ın Batı Azerbaycan bölgesindeki Hoy kasabasından olduğu, bu bölgede yetiştiği zikredilmişti. Onun Anadolu’ya gelmesi ise Şeyh Mecdüddin İshak (ö. 618/1221?) vasıtasıyla olmuştur.680 Fütüvvet teşkilâtını Anadolu’ya taşıyan Sadreddîn Konevî’nin babası Mecidüddin İshak, Endülüs’ten Malatya’ya göç etmiştir. 601/1205 yılında hacca giden Mecidüddin İshak, orada tanıdığı Evhadüddin-i Kirmânî, Ahî Evrân, Muhyiddin İbnü’l-Arabî gibi pek çok mutasavvıf, ilim ve fikir insanını Anadolu’ya davet etmiştir. Bunların bir kısmı

675 Mikail Bayram, “Sadreddîn Konevî ile Ahî Evrân”, 57.

676 Mikail Bayram, “Sadreddîn Konevî ile Ahî Evrân”, 57.

677 Bayram, “Ahî Evren Hâce Nasîrüddin”, 38. Mikail Bayram, Ahî Evrân’ın Sadreddîn Konevî ile görüşmesi mevzuunda makale de kaleme almıştır. Bk.

Mikail Bayram, “Sadreddîn Konevî ile Ahî Evrân Şeyh Nasirüddin Mahmud’un Mektuplaşması”, Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi 2 (1983), 51-75.

678 Mikail Bayram, “Sadreddîn Konevî ile Ahî Evrân”, 71.

679 Bayram, “İbn Sînâ ve Ahî Evren”, 596.

680 Mikail Bayram, “Sadreddîn Konevî ile Ahî Evrân Şeyh Nasuriddin Mahmud’un Mektuplaşması”, Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi, 1983, Sayı:2, ss. 51-75, s. 57.

(10)

186

Anadolu’ya geldiklerinde Malatya’da ikamet etmiştir.681 Diğer bir kısmı ise muhtelif bölgelerde hayatlarını sürdürmüştür.

Anadolu Selçuklu Sultanı IV. Kılıçarslan (ö. 664/1266), Hülâgü Han’ın desteği ile saltanata geçince, kendisine bağlı ümeraya mühim makamlar tevdî etti. Bu anlamda Kırşehir Emîrliği’ne Cacaloğlu Nûreddin’i tayin etti. Ankara, Çankırı, Kastamonu, Karaman, Denizli gibi illerde bulunan Türkmen ve Ahîler bu tayinlere karşı çıktılar ve ayaklandılar. Mücadelenin en şiddetlisi ise Kırşehir’de yaşandı. Buradaki Ahîler, direnince şehir muhasara edildi. Ahî Evrân ve beraberindekiler şehid edildi.682

Ahî Evrân, Kırşehir’de kendi adı ile anılan mahallede Ahî Evrân Camii yanındaki türbede medfundur.683 Mikâil Bayram, kaynaklardaki bilgilerden hareketle, vefat tarihinin 10 Receb 660/31 Mayıs 1262 olabileceğini bildirir.684 Ayrıca müellif Ahî Evrân’ın, Anadolu Selçuklu Kırşehir emîri, Moğol asıllı Cacaoğlu Nûreddin (ö. 676/1277?) tarafından öldürüldüğünü ifade eder685

Anadolu’da ahîliğin lideri, debbâğ esnafının pîri Ahî Evrân; tefsir, fıkıh, kelam, tasavvuf gibi İslâmî ilimlerin yanı sıra felsefe, iktisat, siyaset, sosyoloji gibi pozitif bilimlerde de geniş bilgiye sahipti. Fareddin er-Razî, Evhadüddin Kirmânî gibi dönemin meşhur âlim ve ârif zevâtından istifade etmiştir.686 Âhi Evrân ilim ve hikmet sahibi olması yönüyle muhtelif eserler kaleme almıştır. Nitekim onun tespit edilen teliflerinden bazıları şunlardır: Tabsıratü’l-mübtedî ve tezkiretü’l-müntehî, Metâliu’l-imân, Menâhic-i seyfî, Yezdân-ı şinaht, Ağaz u encâm, Letâifü’l-hikme, Mürşidü’l-kifâye, Medh-i fakr ve zemm-i dünyâ, Risâle-i arş, Cihâdnâme.687 Arapça ve Farsça bilen Ahî Evrân’ın tercüme ettiği eserler de vardır. Mikail Bayram, Sultan

681 Mehmet Ali Hacıgökmen, “Mecüddin İshak”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2019), Ek 2/210.

682 Mikail Bayram, “Ahî Evren Hâce Nasîrü’ddin ile Alâü’ddin Çelebi’nin öldürülmesi ve ölüm Tarihlerinin Tespiti”, İSTEM: İslâm San’at, Tarih, Edebiyat ve Mûsikî Dergisi 2/3 (2004), 44.

683 Bayram, “Ahî Evren Hâce Nasîrü’ddin”, 38

684 Bayram, “Ahî Evren Hâce Nasîrü’ddin”, 40.

685 Bayram, “Ahî Evren Hâce Nasîrü’ddin”, 43.

686 Şimşek, Ahilik, 30.

687 Bayram, “Ahî Evrân Kimdir? (Gerçek Şahsiyeti ve Eserleri)”, 27.

(11)

187 Alâeddin Keykubad’ın (ö. 634/1237) İbn Sînâ’nın (ö.428/1037)

er-Risâle fi’n-nefsi’n-natıka adlı eserini Ahî Evrân’a Farsça’ya tercüme ettirdiğini belirtir.688 Ahî Evrân ile Alâeddin Keykubad irtibat hâlindeydi. Ahî Evrân, Sultan’a bazı eserlerini takdim eder, O da onu hizmetlerinde desteklerdi.

Ahî Evrân, Bektâşiyye tarîkatı pîri Hacı Bektâş-ı Velî (ö.

669/1271?) ile Mevleviyye tarîkatı pîri Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (ö. 672/1273) ile aynı dönemde yaşamıştır. Moğol istilâlarının vuku bulduğu karanlık döneme tanıklık eden mezkûr sûfîler, düşünceleriyle, yetiştirdikleri müridleriyle, din, dünya ve ukbaya yönelik hizmetleriyle, gönül ehli kişilikleriyle Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda etkili olmuşlardır. Oldukça sıkıntılı geçen bir dönemde toplumda barış, huzur ve sekinetin temininde önemli rol oynamışlardır.

Ahî Evrân’ın Hacı Bektâş-ı Velî ile aynı dönemde yaşadığı belirtilmişti. Bu anlamda Ahî Evrân, Anadolu’da ahîliğin kurulması ve yayılmasına öncülük ederken, Hacı Bektâş-ı Velî de Bektâşîliğin yayılmasını sağlamıştır. Her iki önemli şahsiyet adetâ Anadolu’yu Türk-İslâm kimliği ile mayalamışlardır. Hacı Bektâş-ı Velî ile Ahî Evrân arasındaki yakın irtibat 15. yüzyılda kaleme alınan Hacı Bektâş Vilâyetnâmesi’nde anlatılmıştır.

Hacı Bektâş Vilâyetnâmesi adlı eserin “Mülâkât Kerden-i Ahî Evrân-ı Velî Bâ Hacı Bektâş-ı Velî Kuddise Sırrıhuma”

başlıklı bölümünde nakledilen bilgiye göre ilk zamanlar Ahî Evrân Konya’da bulunmuş, burada dönemin önemli âlim ve ârif zâtı Sadreddîn Konevî’ye intisâb etmiştir. Sonrasında Denizli iline geçmiş, burada bağcılık ile iştiğâl etmiş, tekrar Konya’ya dönmüştür. Bir süre daha Konya’da ikâmet eden Ahî Evrân buradan Kayseri’ye gitmiştir. Kayseri’de debbâğlık mesleğini sürdürmüştür.689 Hacı Bektâş Vilâyetnâmesi’nde onun mesleğine dâir şu ifadelerle yer verilir:

Çü Kayserîye’de debbâğlık etdi

688 Bayram, “İbn Sînâ ve Ahî Evren”, 597.

689 Ali Nihânî, Ali Nihânî’nin Manzum Hacı Bektâş-ı Velî Velâyetnâmesi (İnceleme- Metin- Sadeleştirme- Dizin), haz. Sedat Kardaş (Ankara: Grafiker Yayınları, 2018), 109.

(12)

188

Velâyetle bu işi ya‘nî tutdu690

Ahî Evrân Kırşehir’de ahîlik teşkilatını kurmuştur. Hacı Bektâş-ı Velî ile eski adı Sulucakarahöyük691 bugünkü ismi Hacı Bektâş’ta bir araya gelmiştir. Hacı Bektâş-ı Velî ise Kırşehir’de ikâmet eden Ahî Evrân ile Kırşehir civârındaki Gölpınar denilen yerde yani Gül Çeşmesi’nin olduğu tepede buluştuğu Hacı Bektâş Vilâyetnâmesi’nde şöyle nakledilmiştir.692

Nice müddet eder anda ikāmet Eder Kırşehri’ne pes atf-ı himmet

Bu şehr içinde etdi çün karârı O dem Gülşehri ile nâm-ı cârî

O dem ki hazret-i pîr ehl-i ta‘rîf Horasan’dan bu Rûm’u kıldı teşrîf

Kamu dillerde nâmı yâd olurdu Ki nâmından gönül lezzet bulurdu

Ahî’nin meclisinde olur yâd Gönülde iştiyâkı oldu müzdâd

Ki bir gün niyet etti kasd-ı didâr Azimet etdi ol dem ol nikû-kār

Beriden hazrete ma‘lûm olur bu Getirdi der akab andan yana rû

Çü şehrin kurbuna erişdi hazret Ahî o yerde kıldı vuslât693

Ahîlik, dönemin tarihî, ictimâî, iktisâdî şartları gereği ortaya çıkmış bir kurumdur. Bilindiği üzere Ahî Evrân, yıllarca

690 Nihânî, Ali Nihânî’nin Manzum Hacı Bektâş-ı Velî Velâyetnâmesi,110.

691 Sulucakarahöyük, Hacı Bektâş Vilâyetnâmesi’nde geçmektedir. “Hüyük”,

“Öyük”, “Üyük” eski yerleşim yerlerinin zamanla toprakla örtülüp tepe şekline gelmiş hâline denir. Sulucakarahöyük, Hacı Bektaş-ı Velî’nin geldiği yerdir. Sonradan bu bölgenin adı Hacı Bektaş olarak değiştirilmiştir.

692 Nihânî, Ali Nihânî’nin Manzum Hacı Bektâş-ı Velî Velâyetnâmesi, 111.

693 Nihânî, Ali Nihânî’nin Manzum Hacı Bektâş-ı Velî Velâyetnâmesi, 111.

(13)

189 debbağlık mesleği ile iştigal etmişti. Mesleğinin sosyo-

ekonomik koşulları gereği debbağ yani derici esnafının pîri ve Anadolu’daki ahî teşkilatının kurucusu oldu. Onun debbağlığı meslek olarak benimsemesi muhtemelen şöyledir. Bilindiği üzere temizlenmesiyle, kokusuyla, tuzlanmasıyla, kurutulma- sıyla ve diğer aşamalarıyla büyük ya da küçükbaş hayvanların derisini terbiye etmek oldukça zor bir uğraştır. Ham deriyi belli işlemlerden geçirerek kullanıma uygun hâle getirme işini ancak nefsini terbiye edenler yapabilir. Dolayısıyla Ahî Evrân nefs terbiyesinden geçerek ahî pîri olmuştur denilebilir. Bu bağlamda debbağlığın (dericiliğin) Anadolu’daki en eski mesleklerden biri olduğu söylenebilir.

Ahî Evrân’ın debbağlık mesleği ile iştigâline dâir menkıbeler, onun velî olarak anılmasının yanı sıra debbağların pîri olarak tanınmasına vesile oldu. Bu anlamda Türk debbağların silsilenâmeleri Ahî Evrân’a, ondan da bütün debbağların pîri Zeyd-i Hindî’ye dayandırılır. Osmanlı Devleti’nde Ahî Evrân’ın esnaflar arasında pîr olarak kazandığı itibâr ve şöhreti Anadolu, Rumeli, Bosna, Kırım’a kadar pek çok yere yayıldı. Kırşehir Ahî Evrân Zaviyesi, Osmanlı’da Türk debbağların ve zanaat erbabının mânevî anlamda beslendiği merkez konumundaydı. Söz konusu zâviye 20. yüzyılın başlarına kadar esnaf çevreleri üzerindeki etkisini sürdürdü.694 Zâviyeler, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde yolculara ve misafirlere bedelsiz olarak barınma, yeme-içme hizmeti sunan kurumlardı. Ahî zâviyelerinde ahlâklı, cömert, misafirperver, yardımsever mensuplar tarafından gelenler en güzel şekilde ağırlanırdı. Anadolu’nun pek çok yerinde ahî zâviyeleri vardı.

Bunlar arasındaki münasebetleri büyük meclis kabul edilen Kırşehir’deki zâviye sağlardı. Bu zâviyenin başındaki Ahî Baba,695 Ahî Evrân’ın baş halîfesi konumda olup, esnaf birlikleri

694 Şahin, “Ahi Evrân”, 1/530.

695 Ahî Baba, ahî teşkilatının bir şehirdeki en büyük reisidir. Şehirde ne kadar esnaf teşekkülü varsa her birinin ayrı ayrı reisleri olup, en büyüğüne ahî baba denirdi. Ahî Baba son dönemlere kadar, Kırşehir’deki Ahî Evrân Tekkesi’ndeki postnişînlere bağlı idi. Ahî Babalar, reisleri bulundukları bütün esnaf teşekküllerinin sistemli şekilde çalışmasını temin etmek, şikâyetleri devlete iletmek ve mesleğe yeni girenlere “şed bağlatmak” gibi

(14)

190

ona bağlıydı. Çalışan ve mesleği olan herkes zâviyenin doğal mensubuydu.696

Dînî, iktisâdî ve askerî kurumlar medeniyet tarihimizin önemli unsurlarıdır. Bu kuruluşların tesisinde ve gelişmesinde velî zevâtın büyük etkisinin olduğu bilinmektedir. Nitekim ahî birliği Ahî Evrân tarafından kurulduğu gibi, Yeniçeri Teşkilatı’nda da Hacı Bektâş-ı Velî müessir olmuştur. Bu anlamda Hacı Bektâş-ı Velî ile Ahî Evrân’ın aynı dönemde yaşamaları, birbiriyle diyalog hâlinde olmalarından hareketle esnaf ve asker örgütlenmesi arasındaki yakın irtibattan da bahsedilebilir.

2. Ahî Kültüründe İdeal Ahlâk Anlayışı

2.1. Ahî Anlayışının Temelindeki Fütüvvet Kavramı Tasavvufî sahadaki ıstılâhlar zamanla terim boyutundan çıkarak, bir yaşam tarzı hâline gelmiş, hatta bir müessese olarak kendini göstermiştir. Meselâ, fütüvvet ve melâmet kavramları buna en bâriz misâllerdir. Fütüvvet ve melâmet bir terim olmanın ötesinde takvâ, verâ, ihlâs, zühd gibi tasavvufî ve dîni ahlâkın yaşam şekli olmuştur.697 Melâmet anlayışında çalışıp, kazanmak yani başkalarına yük olmamak esastır. Bu yolun mensupları çalışıp kazanmayı, zühd ve sûfî unvanlarıyla anılmaya tercih etmişlerdir. Bu durum tasavvufun bilinen tanımı, “Tasavvuf yâr olup, bâr olmamaktır. Gül-i gülizâr olup hâr olmamaktır.” anlayışına uygundur.698

Fütüvvet, melâmet ve ahîlik geleneği hem maddî hem de mânevî boyutu olan bir sistemdir. Bu sistem, mânâ planında insanın ahlâkî gelişimini hedef edinirken zâhirî anlamda emeği, çalışmayı, alın teri ile üretmeyi, tembellikten sakınmayı mensuplarına benimsetir. Fakat bu kazanma ve üretmeden maksat sadece maddî gelir sağlamak değildir. Maddî gelir elde etmekten gaye ise kimseye muhtaç olmamak ve ihtiyacı olanlarla bunu paylaşmaktır. Dolayısıyla ahî kültüründe emek,

yetkilere sahipti. Ziya Kazıcı, “Ahî Baba”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul, TDV Yayınları, 2006), 1/527.

696 Şimşek, Ahilik, 26.

697 Mustafa Kara, “Fütüvvet-Melâmet Münasebeti”, Türk Kültürü ve Ahîlik:

XXI. Ahîlik Bayramı Sempozyumu Tebliğler (13-15 Eylül 1986), 187.

698 Vahit Göktaş, “Ahîlik ve Tasavvuftaki Bazı Müşterek Ahlâkî Öğeler”, Ahîlik Uluslararası Sempozyumu, Kalite Merkezli Bir Yaşam” (20-22 Eylül 2011), 110.

(15)

191 çalışma ve gayret ibadet gibi telakkî edilmiştir. İyilik ve hayırda

yarışan ahîler iş yerlerine ibâdethane gibi değer vermiş, burayı Hak kapısı699olarak görmüştür. Bu kapının bilinen temel ilkeleri ise doğruluk, dürüstlük, yardımseverlik, cömertlik ve kardeşlik olmuştur.

İslâm kültüründe ve tasavvufî disiplinde yer alan fütüvvet, zamanla kavram olmaktan çıkmış, bir hareketin adı olduğu belirtilmişti. Sonraki yıllarda bu hareket, ahîlik kurumuna temel teşkil etmiştir. Denilebilir ki fütüvvet ve ahîlik, Türk İslâm Medeniyeti’nde yer alan, birbiriyle yakından ilgili olan, hem nazarî hem de teorik yanı bulunan dinî, ahlâkî, ictimâî değerler sistemidir. Aslında fütüvvetin dayandığı noktalar tam olarak anlaşılmadan ahîliğin anlaşılması mümkün değildir.

Ahiliğin temelini teşkil eden Arapça kökenli fütüvvet, fetâ (çoğulu fityân) kelimesinden türetilmiştir. Sözlükte genç, yiğit, delikanlı, gözü pek ve cömert gibi anlamlara gelir.

Fütüvvet ise kerem, sehâ, şecâat, şefkat, cesâret, yardımseverlik, yiğitlik, mertlik, diğergamlık, zayıflara sahip çıkma, zorluklara göğüs germe gibi muhtelif mânâlarda kullanılır. Fetâ ise “ideal insan” tipini temsil eder. Bununla birlikte değişen ve gelişen değerler sisteminde “ideal insan”

hedefinde birtakım farklılıklar olabilmektedir. Bir diğer yönüyle fütüvvet, dervişlerin mânevî makâmı olup, fedakârlık ve fakr u fenânın ifadesidir. Fütüvvetin ilk derecesi fedakârlık, son derecesi nefsini feda etmesidir.700 Kısacası fütüvvet kişinin, başkalarının hak ve menfaatlerini kendinden daha üstün tutması, söz ve fiilleriyle eziyet etmekten kaçınması, insanlara ikrâmda bulunmasıdır.701

Fütüvvet, tasavvufun içinde bir ıstılah olduğu için sûfî çevrelerce bu kavram biliniyor ve tecrübe ediliyordu. Bununla birlikte ilk dönemden itibâren fütüvvet ve melâmet arasında bir

699 Yusuf Ekinci, Ahîlik (Ankara: Özgün Matbaacılık, 2008), 23.

700 Seyyid Câfer Seccâdî, Ferheng-i Istılahât ve Tabirât-ı İrfânî, çev. Hakkı Uygur (İstanbul: Ensar Neşriyat, 2007), 155; Mehmet Zeki Pakalın, “Fütüvvet”, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü (İstanbul: Millli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1993),1/638.

701 Aburrezak Tek, Tasavvufî Mertebeler: Hâce Abdullah el- Ensârî Örneği (Bursa:

Emin Yayınları, 2008), 164.

(16)

192

irtibatın olduğu görülmektedir. Bilindiği üzere melâmet, insanın istikâmet üzere olabilmesi için nefsiyle baş etmesi onu kınaması anlayışına dayanır. Nefsini mücâhade ve riyâzetten geçirmiş insan, fetâdaki niteliklere sahip olabilir.

Fütüvvet, ilk defa Abbâsî halifesi Nâsır-Lidînillâh döneminde (575-622/1180-1225) resmî hüviyet kazanmıştır.

Çünkü Halîfe Nâsır-Lidînillâh, siyâsî ve sosyal durumu bozulan devlet otoritesinin yeniden tesisi için fütüvvet ehlinden istifadeyi uygun görmüştür. Bunun gerçekleşmesi için meliklerin ve valilerin yani yönetim kesiminin fütüvvet teşkilatına girmesini emretmiştir. Halîfe Nâsır-Lidînillâh bu uygulamasıyla, en üst tabakadan başlayarak hem halkın hem yönetimin devlete sadakât ve bağlılıklarını arttırmayı düşünmüştür. Böylece Halîfe Nâsır-Lidînillâh o zamana kadar gayr-ı resmî konumda olan fütüvvet kurumuna resmî hüviyet kazandırmıştır. Halîfe Nâsır-Lidînillâh bu şekilde meşrûiyeti olan bir kurumun desteğini arkasına alarak, devlete olan güveni yeniden tesis etmeye çalışmıştır. Halîfe Nâsır-Lidînillâh, bahsedilen amaca yönelik olarak Şihâbüddin Sühreverdî ve beraberindeki heyeti, Anadolu Selçuklu hükümdarı I. İzzeddin Keykavus’a göndermiş ve onu fütüvvet teşkilatına davet etmiştir. Devam eden süreçte Halîfe Nâsır-Lidînillâh’ın teşvikiyle Anadolu’da fütüvvet anlayışı gittikçe güçlenmiştir.702 Böylece fütüvvet ilk hâlinden daha resmî bir konuma sahip olmuştur.

Ahlâkî anlamda fütüvvet insanın tüm hayatını kapsar.

Genel olarak fütüvvet Allah’ın emirlerine uymak, ibadet ve taat üzere olmak, kötülükten sakınmak, zâhiren ve bâtınen ahlâkın en güzeline sarılmaktır. Bu anlamda her hâlin ve vaktin fütüvveti olduğu söylenir. Yani fütüvvetsiz bir hâl ve vakit yoktur. Allah’a, Hz. Peygamber’e, ashâba, sâlihlere, meşâyıha, ihvâna, insanlara karşı farklı fütüvvet anlayışları vardır.703

702 Angelika Hartmann, “Nâsır-Lidînillâh”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul, TDV Yayınları, 2006), 32/399-402; Muharrem Çakmak, “Ahîliğin Tasavvufî Temelleri ve Ahîlik-Fütüvvet İlişkisi”, Hikmet Yurdu 7/13 (2014), 150-151.

703 Ebû Abdurrahman Muhammed b. Hüseyin Sülemî, Tasavvufta Fütüvvet, çev. Süleyman Ateş (Anakara: Anakara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1977), 24.

(17)

193 Kısacası fütüvvet içte ve dışta, açıkta ve gizlide, her an ve her

yerde daima takvâyı muhafaza etmektir. Bu da Allah’ın ihsan ettiği bedeni, vakti ve tüm nimeti O’nun rızası yolunda kullanmakla mümkün olur. Bütün bu süreç insanı ideal ahlâka götürür. Hâle ve akvâle her daim dikkat edildiğinde kâmil ahlâk insanın kişiliğinin ayrılmaz bir parçası olur. Meselâ, intikam almak için güçlü durumda iken affedebilmek, herkese güzel zan beslemek, nefs ve şehveti terk etmek, dünya malına tamah etmemek, iyiliği istenmeden yapmak, ihvânın ihtiyaçlarını görmek, kabalık yapana yumuşak davranmak, Allah’a güvenmek, insanların elindekine göz dikmemek, hizmet etmede ve vermede adam kayırma yapmamak, zâhirde güzel ahlâkı, bâtında ahvâli düzeltmek704 gibi daha pek çok ideal vasıflar fütüvveti ihtivâ eder.

Ahîliğin eğitim sistemindeki temel gaye, zanaat ve ticaret erbâbının, diğer mensupların fütüvvet ahlâkıyla bilinçlenmelerini sağlamaktır. Fütüvvet ahlâkı ise özü itibariyle Kur’ân kaynaklıdır. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de fetâ kavramı şöyle tanımlanmaktadır: “(İçlerinden bazıları) İbrâhim denilen bir genci onların diline doladığını duyduk dediler.”705 Mezkûr âyette belirtildiği üzere “fetâ” ile bahsedilen kişinin, putları paramparça eden Hazreti İbrahim olduğu anlaşılmaktadır.

Kur’ân-ı Kerim’de yer alan bu ifadenin yanı sıra sûfîler, nefsânî duyguların da kişinin putu olduğunu dile getirmişler, hakîkî fetâ ehlinin, nefsini yenebilen kimse olduğunu söylemişlerdir.706 Kur’ân-ı Kerim’de geçen “fetâ”ya dâir bir başka âyet-i kerîme şudur: “Biz sana onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz. Şüphesiz onlar Rablerine inanmış birkaç genç yiğitti. Biz de onların hidâyetlerini arttırmıştık.”707

İlk dönem sûfîlerden Abdülkerim Kuşeyrî fütüvveti, insanın başkası için çalışıp gayret etmesi, kendisini insanlığa adaması olarak açıklar.708 Fütüvvete dâir kaleme aldığı eseri ile tanınan Ebû Abdurrahman Sülemî (ö.412/1021), fütüvvetin ilk

704 Sülemî, Tasavvufta Fütüvvet, 37 vd.

705 el-Enbiyâ, 21/60.

706 Abdulkerim Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, haz. Süleyman Uludağ (İstanbul:

Dergâh Yayınları, 1999), 306.

707 el-Kehf, 18/13.

708 Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, 305.

(18)

194

insan Hz. Âdem’le başladığını ve sırasıyla diğer peygamberlere intikâl ettiğini belirtir. Ona göre fütüvvet, peygamberlerden silsile yoluyla nihâyetinde Hz. Muhammed’e ulaşmıştır.709 Hz.

Peygamber’in hayatındaki fütüvvet anlayışını ise zâhirî olarak Hilfü’l-fudûl’a üye olduğu gençlik yıllarına götürmek mümkündür. Bilindiği üzere Hilfü’l-fudûl, bazı Kureyş kabilelerinin Mekke’de haksızlığa uğrayanlara yardım etmek amacıyla yaptıkları bir anlaşmadır. Câhiliyye Dönemindeki icrâ edilen bu iyilik hareketine Hz. Peygamber de katılmış ve destek olmuştur.

Fütüvvet IX. yüzyılda sûfîlikle eş değer kabul ediliyordu.

Hatta ilk dönem eserlerinde fütüvvet, tasavvufun içinde kavram olarak zikredilmiştir. Bu anlamda fetâ denildiğinde

“sûfî”, fütüvvetten bahsedildiğinde “tasavvuf” olarak algılanmıştır. Fütüvvete dâir ilk eseri Ebû Abdurrahman es- Sülemî’nin kaleme aldığı bilinmektedir. Onun Kitâbü’l-fütüvve adlı eserinde zikrettiği fütüvvetle ilgili âdâb ve ahlâka dâir nitelikler, aynı zamanda sûfîde de bulunması gereken özelliklerdir.710 Fütüvvetle ilgili yazılan bir başka eser ise, Hâce Abdullah el-Ensârî el-Herevî’nin Kitâbu’l-fütüvvet adlı telifidir.711

Tasavvufî geleneğin, ahî kurumlarıyla irtibatı uzun geçmişe dayanır. Bu irtibat Ahî Evrân, Hacı Bektâş-ı Velî ve Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî gibi sûfîlerin ardından Osmanlı dönemine kadar devam eder. Bu irtibatın tezâhürünü, tekkelerde vurgulanan ahlâk anlayışı ile ahî teşkilatının vurguladığı konuların benzer nitelikte olmasında görülebilir.

Bu anlamda ahîliğin yazılı belgeleri olan fütüvvetâmelerle, sûfi çevrelerin ahlâkî kurallara dâir kaleme aldığı “adâbü’l-mürîd”

eserleri arasında birtakım ortak noktalar vardır.712 Nitekim 14.

709 Sülemî, Tasavvufta Fütüvvet, 22-23.

710 Süleyman Uludağ, “Fütüvvet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul. TDV Yayınları, 1996) 13/259-261.

711 Hâce Abdullah el-Ensârî el-Herevî’nin Kitâbu’l-fütüvvet adlı eseri Sezai Küçük tarafından tanıtılmıştır. Bk. Sezai Küçük, “Abdullah Ensârî el- Herevî’nin Tasavvufî Fütüvvet Risâlesi: “Kitâbü’l-fütüvvet”, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2 (2000), 137-166.

712 Mustafa Kara, Metinlerle Osmanlılarda Tasavvuf ve Tarîkatlar (İstanbul: Sır Yayıncılık, 2004), 241-242.

(19)

195 asrın ilk yarısında Yahyâ b. Halil b. Çûbân el-Burgaazî

tarafından yazılan Fütüvvetnâme’deki âdâb ve kurallarla Ebû Hafs Ömer es-Sühreverdî’nin (ö. 632/1234) kaleme aldığı Avârüfü’l-maârif adlı tasavvufî eserde dile getirilen prensip ve kurallarının aynı mâhiyette olduğu anlaşılmaktadır.713

2.2. Fütüvvetin Ahîliğe Dönüşmesi

Ahîliği, fütüvvet geleneğinin devamı kabul etmek mümkündür. Fütüvvet anlayışı, İslâm toplumlarının kâmil ahlâk sahibi olmaları noktasında tarihte önemli görevler îfâ etmiştir. Ahîliğin ise Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması sürecinde dînî, siyâsî, iktisâdî, ilmî, ictimâî, ahlâkî anlamda önemli katkısı olmuştur.

Ahîlik ismi ile müsemmâ bir kurum olup, hâiz olduğu nitelikleri isminde taşımaktadır. Bu anlamda Arapça “ahî” ya da Türkistan Türkçesinde “akı” kelimesinden geldiği bilinen ahî; “kardeşim”, “kardeş”, “civanmert”; akı ise “eli açık”,

“cömert”, “yiğit” gibi muhtelif anlamlar ifade eder. Bununla birlikte Anadolu Türkçesinde akı kelimesinin zamanla ahîye dönüşmüş olma ihtimali yüksektir. Ayrıca fütüvvet ve ahîliğin çoğu kere birbirlerinin yerine kullanıldığı olmuştur. Genel olarak ahî, Ahî Evrân tarafından kurulan ahîlik teşkilatı mensuplarına verilen isimdir.714

XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu’da faaliyetlerini sürdüren ahîliğin birden fazla cihetiyle öne çıktığı görülmektedir. Bu bağlamda ahîlik, icrâ ettiği gönül fetihleriyle hem gazâ hamlelerini kolaylaştıran askerî yapı, hem de sanat ve emeğiyle çalışanları himâyesine alan iktisâdî teşekküldür.

Ahîlik bu iki özelliğinin yanı sıra mensuplarının mânevî ve ahlâkî ihtiyaçlarına cevap veren dînî-tasavvufî harekettir.

Ahîler’in bir başka hizmeti ise yaptıkları şehirlerarası ticaret ile İslâm ahlâkının bir beldeden diğer beldeye taşınmasını

713 Mehmet Demirci, “Ahîlik’te Tasavvufî Boyut: Fütüvvet”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 7 (1992), 84; Neşet Çağatay, “Fütüvvet- Ahî Müessesesinin Menşei Meselesi II”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 1/2-3 (1952), 67.

714 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü (İstanbul: Marifet Yayınları, 1999), 29; Mehmet Şeker, “Türk-İslâm Medeniyet’inde Bir Kardeşlik Müessesesi Olarak Ahîlik”, Hz. Peygamber Kardeşlik Ahlâkı ve Kardeşlik Hukuku Kutlu Doğum Haftası Sempozyumu (21-22 Nisan 2012), 446.

(20)

196

sağlamışlardır. Ayrıca dinî, ictimâî, ticârî ve meslekî hayatın içinde yer alan bu kurum, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda önemli görevler üstlenmiştir.715

Ahîlik, Osmanlı’ya kültürel kimlik kazandıran müesseselerden biridir. Bu kurumu Osmanlı yönetimi en başından beri desteklemiştir. Kuruluş döneminden itibaren bazı Osmanlı padişahları ve devlet adamları ahîlik teşkilatına girmeyi şeref kabul etmişlerdir. Nitekim Osmanlı padişahlarından Orhan Gazi (1324-1362), I. Murad (1362-1389), XIV. yüzyılın ilk yarısında devletin gelişmesinde rol oynayan Çandarlılar ahî mensubu idiler.716 Alâeddin Paşa, Nizâmeddin Paşa, Hacı Paşa, Ahmed Paşa gibi Orhan Gazi’nin vezirlerinin çoğu ahîlerden idi. Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin kayınpederi Şeyh Edebali bir ahî şeyhidir. Bunların dışında Dursun Fakih, Ahî Hasan, Ahî Şemseddin, Şeyh Mahmud Gazi gibi daha pek çok isim sayılabilir. Ahî birliğine olan bu gönüllü katılım ile ahî zâviyeleri şehir merkezlerinden en ücrâ noktalara kadar yayılma imkânı bulmuştur.

2.3. Ahî Kültüründe İdeal Ahlâk Anlayışı

Tasavvufta ve ahîlik değerler sisteminde örnek ahlâkın ilkeleri Kur’ân ve sünnet çizgisinde belirlenmiştir. Ortaya konulan dinî ahlâkî prensipler doğrultusunda ideal insan tipini oluşturma hedeflenmiştir. Genel olarak bu gaye, bireyin, toplumun düşünce ve yaşayış sistemi üzerinde etkili olan tekke, medrese, mektep, tarîkat, ahî zâviyeleri gibi kuruluşlar eliyle gerçekleştirilmiştir. Bu anlamda ideal ahlâkın oluşturulması noktasında bahsi geçen kurumları kesin çizgilerle birbirinden ayırmak mümkün değildir. Sûfî erkânı ile örtüşen pek çok yönü olması hasebiyle ahîliği tasavvufî kurumlardan ayrı düşünmemek gerekir.

Ahîliğin esnaf ve zanaatkâr örgütlenmesi olarak ortaya çıktığı, sıkıntılı dönemlerde vatan savunmasına katıldığı, toplumun ahlâki ve dinî gelişiminde müessir bir yapı olduğu bilinmektedir. Ahîliğin tarihsel geçmişi itibariyle fütüvvete dayandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ahî ahlâk geleneğinden

715 Demirci, “Ahîlik’te Tasavvufî Boyut: Fütüvvet”, 83.

716 Şimşek, Ahilik, 22.

(21)

197 bahsetmek için, onun beslendiği fütüvvet ahlâkına yer vermek

gerekir. Bu çalışmada ahîliğin ve fütüvvetin ahlâkî esasları bir arada zikredilmiştir.

Ahîlik, hem İslâm dinini hem de Türk örf ve âdetlerini kendi içinde mezcetmiş düşünce ve yaşam sistemidir. Bu sistemin ana merkezinde “eşref-i mahlûkât” olan insanın dünya ve âhiret mutluluğu yer alır. Ahî kültüründe insan bir bütün olarak ele alındığı için, her yönüyle onun gelişmesi hedeflenir.

Ahîlikte insanın hem dünyevî hem de uhrevî hayatı ön planda olduğu için dîni, ictimâî, iktisâdî, kültürel yönüyle pek çok düzenlemeye yer verilir. İlgili kural ve kâidelere zorunlu ittibâdan ziyade, mensupların şuurlu ve gönüllü olarak bu sürece katılmaları beklenir.717

Ahîlik tarihine bakıldığında, bu kurumun dayandığı düşünce ve yaşam tarzının aşırı uç noktalarda olmadığı, mutedil yapıda şekillendiği görülmektedir. Her şeyden önce bu sistemde insan, mükerrem bir varlık kabul edilmiştir. İnsana verilen değer ile şiddet ve çatışma kültürü azaltılmaya çalışılmıştır.

Ahî sisteminin etkili olduğu toplumda işçi-işveren, üretici- tüketici, kadın-erkek, genç-yaşlı gibi kategorilerle insanlar birbiriyle mücadeleye zorlanmamıştır. Böylece sınıfsal çatışmalar olmamıştır. Dolayısıyla toplumsal huzurun tesisi daha kolay olmuştur. Nitekim sınıf farklılıklarının olduğu toplumlarda çatışma çıkması ihtimali daha yüksektir. Meselâ işçi ve işveren gibi sınıfsal ayırım yapıldığında karşılıklı menfaatler çatışması olacağı için kavga ve huzursuzluk zemini de hazırlanmış olur. Ahî sisteminde işçi ve işverenin hayatiyeti açısından üretimin devamlılığı gibi bir ortak paydada buluşulur.718 Ahî geleneğinde maddî çıkar çatışması yaşanmamasının en temel sebebi ekonomi, para, kar, servet vs.

bütün bunların insan için sadece bir araç olarak görülmesidir.

Maddiyatın amaç olarak kabul edilmesine izin verilmez.719 Çünkü maddî kazanç amaç hâline geldiğinde ahlâkî değerler araç olur ki, bu durum toplum için son derece sakıncalıdır.

717 Ekinci, Ahîlik, 19.

718 Ekinci, Ahîlik, 20.

719 Ekinci, Ahîlik, 21.

(22)

198

Ahî ideal ahlâkının temel gayesi, insanın dünya ve âhiret saadetine ulaşmasıdır. Kur’ân ve sünnet çizgisinde oluşturulan fütüvvetnâmelerdeki ilkeler ahî ahlâkının esasını ve ulaşılmak istenen hedefleri teşkil eder. İdeal ahlâk ilkelerinin yazılı olarak ortaya konulduğu bu eserlere fütüvvetâmeler denir. Bu anlamda yazılı ve sözlü geleneği ile ahîlik, Türk örf ve âdetleriyle İslâm’ın ahlâkî prensiplerini bünyesinde mezcetmiş bir kurumdur.720

Ahîliğin kurulmasında birtakım sosyo-ekonomik şartların oluştuğunu söylemek mümkündür. Özellikle Moğol istilâsı nedeniyle Anadolu’ya yapılan göçlerin, ahîliğin kurulmasını ve kurumsallaşmasını hızlandırdığı anlaşılmak- tadır. Nitekim Moğol istilâsından kaçan pek çok sanat meslek erbabı kişi yaşanan şiddetli zulüm nedeniyle Anadolu’ya akın etmiştir. Dolayısıyla Anadolu, Moğollar’dan kaçan edib, şâir, sanatkâr, âlim ve ârif şahsiyetlerin sığındığı merkez olmuştur.

Görüldüğü üzere ahîlik, Selçuklu ile başlayan Osmanlı ile devam eden Türk-İslâm yurduna özgü dinî, ahlâkî, siyâsî, ictimâî ve iktisâdi bir kurumdur. Ahîliğin kendi içinde oluşturduğu düşünce sistemi ahî zâviyeleri eliyle Anadolu’nun her tarafına kısa sürede yayılmıştır. Bu hizmetler herhangi bir ayırım gözetmeksizin âyende ve revende yani her ihtiyacı olana her gelen ve gidene verilirdi. Ahîler, gittikleri ve bulundukları her bölgede kurdukları zâviyelerle dinin, kültürün, örf ve âdetlerin yayılmasını ve yaşatılmasını sağlamışlardır.

Ahî zaviyelerindeki eğitim sürecine bakıldığında şu altı temel esasın ön planda olduğu görülmektedir. Bu anlamda üçü açık, üçü kapalı olarak zikredilen altı ahlâkî ve insânî kural, mensuplara çok iyi benimsetilirdi. Ahîliğin temel ahlâkî sisteminde elin, dilin ve belin kapalı olması gerekir ki şöyle izah edilir: 1. Fetâ, ya da ahî hırsızlık, zorbalık ve kötülük işlememesi için eline dikkat etmelidir. 2. Yalan, dedikodu, küfür ve hakaret etmemesi için diline dikkat etmelidir. 3. Başkalarının namusuna ve onuruna dokunmaması için beline dikkat etmelidir. Ahîlikte elin, kapının ve sofranın açık olması ise şöyledir: 1. İhtiyaç sahiplerine yardımcı olması için fetânın ya da ahînin eli açık

720 Ekinci, Ahîlik, 34.

(23)

199 olmalıdır. 2. Kapısı misafir ya da bir şey istemeye gelenler için

açık olmalıdır. 3. Yoksullara ve muhtaçlara yemek yedirmesi için sofrası açık olmalıdır. Bununla birlikte ahîler, insanlığın geleceğini inşâ eden kız çocuklarını şu esaslara göre yetiştirirdi.

1. Kız evlâd işine dikkatli olmalıdır. Yani âilenin ve evinin işini ihmâl etmemelidir. 2. Aşına dikkatli olmalıdır. Yani iyi yemek pişirme, temizlik vs. konularda sorumluluğunu yerine getirmelidir. 3. Eşine dikkatli olmalıdır. Vazifelerine dikkat etmelidir.721

Ahîlik’te olduğu gibi Bacılar da kendilerine mahsus sanatlarını geleneksel şekilde sürdürmüşlerdir. Bu anlamda Bacılık bir eğitim öğretim yuvası idi. Burada hem sanatkâr yetiştirilir, hem de örgücülük ve dokumacılık gibi meslek ve sanat faaliyetleriyle üretime ve toplumun hizmetine katkıda bulunurlardı.722 “Bâciyân-ı Rûm” yani “Anadolu Bacıları” adlı gruba katılan kadınlar özellikle savaş gibi sıkıntılı zamanlarda vatan müdafaasında yer almışlardır.723 Bâciyân-ı Rûm’un 13.

yüzyılda Anadolu’da kadınlar tarafından teşekkül ettirildiği bilinmektedir. Âşıkpaşazâde’nin zikrettiği şekliyle futuhâtta ve Anadolu’nun Türk-İslâm yurdu hâline gelmesinde katkısı olan dönemin diğer önemli kuruluşları ise Abdalân-ı Rûm, Ahiyân- ı Rûm, Gâziyân-ı Rûm adlı örgütlerdir.724

Yukarıda zikredilen fetâda ya da ahîde bulunması gereken vasıflardan hareketle fütüvvetin veya ahîliğin hem bir düşünce sistemi hem de erdemli, ahlâklı yaşayış biçimi olarak görülmesi mümkündür. Ebû Abdurrahman es-Sülemî’nin dile getirdiği şekliyle bu ahlâkî kemâlin temeli Hz. Âdem’e kadar dayandırılabilir. Nitekim Hz. Âdem’in yaptığı hatadan dolayı istiğfar dilemesi, Hz. İbrahim’in sebatı, Hz. İsmail’in teslimiyeti, Hz. Eyyüb’ün sabrı, Hz. Muhammed’in Kur’ân ahlâkı gibi niteliklerin peygamberlerde bulunması hasebiyle ideal ahlâk peygamberî ahlâktır denilebilir. Sabır, takvâ, verâ, ihlâs, samimiyet gibi peygamberî ahlâkı hem eserlerinde yazan,

721 Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahîlik, 244.

722 Mikail Bayram, Fatma Bacı ve Bâcîyân-ı Rûm Anadolu Bacılar Teşkilatı (Konya:

Çizgi Kitabevi, 2016), 71 vd.

723 Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahîlik, 244.

724 Âşıkpaşazâde, Tevârih-i Âl-i Osmân, İstanbul: yy, 1332, 205.

(24)

200

hem de hayatlarında tatbik eden sûfîler dolayısıyla bu ideal ahlâka sûfî ahlâk da denilebilir. Ahîlik, peygamberî ve sûfî ahlâkı kendi içinde meczetmiş bir kurumdur. Nitekim Ömer Lütfi Barkan ahîliğin bir tarîkat karakterinde725 olduğunu dile getirir.

Pek çok düşünür ahîliğin sûfîlikten ayrı telakkî edileme- yeceğini belirtir. Ahî teşkilatlarının birer tarîkat izlenimi verdiğini ünlü iktisatçı ve sosyolog Sabri Fehmi Ülgener (1911- 1983) şu ifadelerle belirtir.

“Fütüvvetler başından beri tarîkat havasını sürdürdükleri için, temsil ettikleri ahlâk anlayışı da tasavvufun, geniş ölçüde tarîkatların bir yan dalı, tamamlayıcı bir cüz’ü görünümünü muhafaza etmiştir. Yapı ve kuruluş şartları iki taraf için de aynı özellikler taşır. …Söz gelişi Hakk’a ve hakîkata varmada nefsini ve fiilini görmemek tarîkatın temel şartı olarak kabul edilmişse, aynı husus esnaf töresi için de geçerlidir.”726

Eğitimci ve tarihçi Muallim Cevdet (1883-1935) fütüvvet ehlinin tasavvufa yakın anlayışta olduğunu şöyle dile getirir:

“Fütüvvet ehli de mutasavvıf da şerîatın ilke ve âdâbına ciddiyet ve samimiyetle riayet eder, mallarını hayır uğruna sarf eder.”727

Ahîlliğin sadece düşünce sistemi değil, yapılanma biçimi de tarikata benzemektedir. Bilindiği üzere tasavvufta mânevî makamlarda ilerleyebilmek şeyhe ihtiyaç vardır. Ahîlikte de bir üstad olmadan sanat ya da meslek erbabı olmak mümkün değildir. Yani tasavvuftaki şeyh-mürid, ahilikteki usta-çırak ilişkisi birbiriyle benzer nitelik gösterir. Tasavvufta muhtelif tarîkatların, ahîlikteki farklı mesleklerin bulunması zikredilen benzerliğin bir başka yönünü ihtivâ eder. Bununla birlikte tasavvuf yoluna intisâb eden mürîd meşrebine uygun tarîkata giriyorsa, ahîlikte de çırak, yeteneği olduğu mesleğe yönlendirilir. Her iki kurumda da bazı istisnalar dışında şeyh

725 Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler-İstilâ Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zâviyeler, Vakıflar Dergisi 2 (1942), 279-386, s. 283.

726 Sabri F. Ülgener, Dünü ve Bugünü ile Zihniyet ve Din (İslâm, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlâkı) (İstanbul: Der Yayınları, 1981), 89.

727 Muallim Cevdet, İslâm Fütüvveti ve Türk Ahîliği (İbn-i Battuta’ya Zeyl), çev.

Cezair Yarar (İstanbul: İşaret Yayınları, 2008), 56.

(25)

201 veya usta değiştirmek hoş karşılanmaz. Tasavvufta tarîkat

şeyhleri, ahîlikte meslek pirleri müessesenin kuruculardır. Her iki kurumda da şeyhe/ustaya teslimiyet önemlidir. Kısacası zâviyelerde şeyh mürîd ilişkisi, ahî ocaklarında usta çırak ilişkisinin benzer nitelikte olması her iki kurumun yapılanma biçiminin aynı nitelikte olduğunun göstergesidir. Hem tasavvufta hem ahîlikte şeyhten müride, ustadan çırağa terbiye ve bilgi nakli konusunda benzer prensipler vardır. Nitekim tasavvufta ve ahîlikte eğitim sürecinde sabır, sadakat, tevazu, hürmet, muhabbet, samimiyet, cömertlik, isâr, takvâ, verâ, vefa, nasihat, iş başında eğitim, tekkede terbiye, tedricî metod, teorik ve pratik eğitim, davranışları ölçmek, Kur’ân ahlâkı ile ahlâklanmak, hataların düzeltilmesi, “emr-i bi’l-maruf ve nehy- i an’il münker” yani iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak, nimeti paylaşmak, affedici olmak, misâfirperverlik, incitmeme, incinmeme, edeb, hayâ, kötü vasıflardan uzak durmak, ibâdet ve taata düşkünlük, dünyanın geçici, âhiretin ebedî olduğunu bilerek yaşamak, mâl yerine hayır hasenât biriktirmek, nefse karşı mücâhade hâlinde olmak, haramlardan uzak durmak, helâl kazanç peşinde olmak, riyâdan uzak durmak, muhtaçlara yardımda bulunmak, doğru olmak, yalan söylememek, kanaatkar olmak, dünya malına tamah etmemek, kimseyi kandırmamak, ölçü ve tartıya dikkat etmek, hilm ve şefkat sahibi olmak gibi pek çok prensip tasavvufta da ahîlikte de bulunmaktadır.728 Bu kural ve kâideler yerine getirilikken uhuvvet yani kardeşlik anlayışı ile hareket edilmiştir.

Görüldüğü üzere ahîlik bir esnaf örgütlenmesi şeklinde ortaya çıkmasına rağmen topluma ahlâkî anlamda yön veren önemli bir müessese olmuştur. Bu kuruluşu basit bir esnaf örgütlenmesi olarak algılamak doğru değildir. Çünkü ahîlik tarihine bakıldığında onun erdemli toplum inşâ etmeyi hedefleyen ideal ahlâk ilkelerinin, hayat felsefesinin, değerler sisteminin olduğu bilinmektedir. Bütün bunlarla birlikte ahî zâviyelerinin Bizans loncalarının devamı olduğunu ifade eden

728 Göktaş, “Ahîlik ve Tasavvuftaki Bazı Müşterek Ahlâkî Ögeler”, 110 vd.

(26)

202

bir kanaat de vardır.729 Bu mânâda kültürel ve sosyal kuruluşların birbirlerinden etkilenmiş olması gayet normaldir.

Fakat ahîliğin tamamıyla Bizans loncalarının kopyası olduğunu söylemek ise yanlıştır.

Kur’ân ve sünnet ahlâkından beslenen ahîlerin belli başlı özellikleri kısaca şöyle ifade edilebilir: İdeal ahlâkı özümsemiş olan ahîler, zâviyelerine gelen herkese nazik ve kibar davranırlardı. Misafirlerin yeme, içme ve barınma gibi ihtiyaçlarını karşılarlardı. Zulmün ve haksızlığın karşısında olur, mücadele ederlerdi. Her âhinin mesleği ve sanatı olduğu için, kendi elinin emeği ile geçinirdi. Aralarından seçtikleri bir reis başlarında bulunurdu.730 Neşet Çağatay, ahî kurumunun en belirgin niteliklerini özetle şöyle sıralar: Konukseverlik, yardımseverlik, bir sanata ya da meslek sahibi olması, üyelerini gündüz tezgâh ve atölyelerde işbaşında, geceleri ahî zaviyelerinde sosyal, kültürel, ahlâkî anlamda şuurlu yetişmeleridir. Ahîler bunları yaparken sûfîlerin kaleme aldığı fütüvvetnâmelerden istifade ederlerdi.731 Ahî zaviyelerinde yemek, pişirme, ortalığı temizleme, insanlarla ilişkilerde saygı ve sevgi vb. toplumsal hayata dair kuralların yanı sıra ata binme, silah kullanma gibi bazı beceriler de öğretiliyordu.732 Ahî teşkilatı mensuplarına ahlâkî değerler benimsetiliyor, aykırı davrananlar ocak dışı bırakılıyordu.

Ahîlerin ideal ahlâka aykırı gördükleri ve ocak dışına çıkardıkları davranışlar kısaca şöyledir. İçki içmek, zina işlemek, dedikodu yapmak, iftira atmak, kibirlenmek, şefkat ve merhametten uzak davranışlar sergilemek, kıskanmak, kin beslemek, sözünde durmamak, yalan söylemek, emanete hıyanet etmek, kişinin ayıbını yüzüne vurmak, cimrilik yapmak, adam öldürmek gibi daha pek çok insanı değersiz kılan davranış ahîler nezdinde reddedilirdi. İslâm ahlâkına,

729 Selahattin Döğüş, “Anadolu’nun Kent Ekonomisine Geçişinde Ahîliğin Rolü (1300- 1500)”, I. Uluslararası Selçuklu Sempozyum: Selçuklu Tarihi Bilim ve Düşünce (Bildiriler) 27-30 Eylül 2010, Kayseri, 2014, 337.

730 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü (İstanbul: Anka Yayınları, 2004), 65.

731 Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahîlik (Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989), 240.

732 Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahîlik, 241.

(27)

203 ahîliğin örf ve âdetlerine aykırı davrananlar kurum dışına

alınırdı.733

Abdülkerim Kuşeyrî, Ebu Abdurrahman es-Sülemi gibi daha pek çok mutasavvıf, ilk dönemden itibaren ahîliğin temeli olan fütüvvetten eserlerinde bahsetmişlerdir. Sûfilerin tasavvufî konulara dâhil ettikleri fütüvvet genel olarak kâmil ahlâk ve bu nitelikteki kişilerin ahvâl ve akvâlidir. Ahîliğin beslendiği fütüvvet anlayışında ahvâl ve akvâlin yanı sıra ilim muhim bir yer tutar. Fakat ilmin kemâli için amele ihtiyaç vardır. Fütüvvet ehli amelsiz ilme ehemmiyet vermemektedir.

Amele kadem, ilme nazar derler ki bu mânâda kadem ehlini daha üstün görürler.734 Ahlâk ise ilim ve amelin özünü çekirdeğini oluşturur. Bunun temelinde sadakat, istikâmet, emniyet, hikmet, şecaat, adalet, iffet, tevazu gibi hususlar yer alır.735

İlim, amel, ahlâkla birlikte fütüvvetin ya da ahîliğin kendisine âid birtakım kural ve kâideleri vardır. Bunlardan birincisi fütüvvet libâsını giymektir. Fütüvvet ehli birbirini tanımaları için özellikle farklı bölgelerde özel kıyafet giyerlerdi.

Bunu da şu şekilde ifade etmişlerdir: “tasavvuf kisvesi hırka, fütüvvet libası şalvardır.”736 İkincisi fütüvvet törenidir. Bu tören fütüvvet mahfilinde yani fütüvvet ehlinin toplandığı odada yapılırdı. İsrâ Sûresi 32 ve 39 âyetler arası okunurdu. Zikredilen bu âyetlerde “Zinaya yaklaşmamaktan, haksız yere cana kıymamaktan, yetimin malına dokunmamaktan, teraziyi doğru tartmaktan, hakkında bilgi sahibi olunmayan bir şeyin ardına düşmemekten, kulak, göz ve gönlün bundaki mesuliyetinden, yeryüzünde böbürlenerek yürümemekten, insanın ne yeri yarabileceğinden ne de dağlarla boy ölçüşebileceğinden, yapılan kötülüklerin Allah katında kerih görüldüğünden ve O’ndan başka ilah tanımamaktan” bahsedilir. Fütüvvetin ya da ahîliğin öne çıkan kâidelerinden üçüncüsü kardeş tutmadır.

733 Şimşek, Ahilik, 19-20.

734 Abdülbaki Gölpınarlı, “İslâm ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilatı ve Kaynakları”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası 11/1-4 (1949- 1950), 18.

735 Gölpınarlı, “İslâm ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilatı”, 19.

736 Gölpınarlı, “İslâm ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilatı”, 38.

Referanslar

Benzer Belgeler

• Ayrıca İngilizler tarafından dünya sporuna kazandırılan ve oldukça popüler olan golf oyununun çevgen ve polo oyunlarından esinlenilerek üretildiği bilinmektedir.. •

Kendisine bir nevi hafiflik gelmiş, de- nilebilir ki dört tarafını böyle vaziyetlerde bir demir kuşak gibi çeviren ve ona nefes aldırmayan boğucu, dar havalı

Sonra aile dostumuz Tevfik Ertürk,Başbakanlık özel Kalem Müdürü olunca, beni yarım gün ça­ lışırım, müzikle daha iyi ilgilenirim diye santrala aldı.. Aklımda ne

1970’lerde ortaya çıkan gelişimsel psikopatoloji, günümüze kadar daha da güçlene- rek gelmiş ve bozuklukların nasıl ortaya çıktığı, nasıl ele alınması gerektiği konusunda

Asya bozkırlarının iklim koşullarına dayalı bir yaşam sürdüren Türkler, güncel hayatlarında kendilerine kolaylık sağlayacak yeni vasıtalar aramaya yönelmişler hız

Kani~~ Karum'unda Ia-b kat~~ evlerinde, mezarlar~ nda bulunmu~~ olanlar~ n e~leridir ~~ Di~er ikisinden biri yuvarlak gövdeli, yuvarlak dipli (Res. Ikincisi keskin prof~lli,

Ancak, elektronik frenler gibi, güvenli¤in çok önemli oldu¤u sistemlerde, söz konusu sistemin, yaz›l›mda sorunlar ç›ksa bile ça- l›flmay› sürdürebilmesi