• Sonuç bulunamadı

Her sabah, uyand

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Her sabah, uyand"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Her sabah, uyandığımda, kendime yazı mı yazsam, yoksa bir barajı havaya mı uçursam diye sorarım. Doğruluğundan emin olmasam da kendime yazmaya devam etmemi söylerim. Kitaplar yazdım, eylemlere katıldım; ama burada, Kuzeybatı’da, somon balıklarını öldüren şey, ne eylemsizlik ne de kitapsızlık. Somonları öldüren şey, barajlar

Her sabah, uyandığımda, kendime yazı mı yazsam, yoksa bir barajı havaya mı uçursam diye sorarım. Doğruluğundan emin olmasam da kendime yazmaya devam etmemi söylerim. Kitaplar yazdım, eylemlere katıldım; ama burada, Kuzeybatı’da, somon balıklarını öldüren şey, ne eylemsizlik ne de kitapsızlık. Somonları öldüren şey, barajlar.

Somonlar hakkında bilgisi olan biri barajların ortadan kaldırılması gerektiğini bilir. Siyaset hakkında bilgisi olan biri de barajların olduğu yerde kalacağını bilir. Bilim insanları araştırma yapar, siyasetçiler ve iş adamları yalan söyler ve oyalar, bürokratlar yalandan halk toplantıları yapar, aktivistler mektup yazar, basın açıklaması yapar ve somonlar ölmeye devam eder.

İşin kötüsü, elinden bir şey gelmeyen veya isteksiz olan bir tek ben değilim. Mesela, 1933’ten 1944’e kadar Hitler’e direnen Almanlar çok tanıdık bir gaflet örneği sergiledi: Kurulacak olan “saygın” bir hükümet için Hitler’in devrilmesi gerektiğini bilmelerine rağmen, onu devirme girişiminde bulunmak yerine vakitlerini bu hayalî hükümetin planlarını kâğıt üzerinde yaratmakla harcadılar. Bu gaflete neden olan şey, cesaretsizlik değil yanlış yönlendirilmiş ahlâk değerleriydi. Örneğin, Karl Goerdeler, bu yeni hükümeti yaratma konusunda yorulmak bilmez bir şekilde çalışsa da, Hitler’le yüz yüze konuştuğu zaman onun merhamet göstereceğine inandığı için ona suikast düzenlemeyi reddetti. Bu gafletten biz de mustaribiz ve gerçek beklentilerle boş beklentileri birbirinden ayırmayı öğrenmek zorundayız. Bizi gerçek olasılıklara ve yaşanmaz durumlara karşı kör eden boş beklentilerden kurtulmalıyız. Protestolarımızın

Weyerhaeuser veya başka bir uluslararası kereste tüccarını ormanları yok etmekten alıkoyacağını gerçekten kimse düşünüyor mu? “Somonların nesli tükense de, işimize gücümüze baksak” diyen aynı şirket yöneticisinin (Bonneville Elektrik İdaresi’nden Randy Hardy) başka bir şekilde hareket edeceğine gerçekten kimse inanıyor mu? Uygarlığımız kadar eski bir sömürü biçiminin kanunlar veya hukuk yoluyla yahut bu sömürüyü planlayıp düzenleyen zihniyetin kesin olarak reddinden ve bu redde dayanan eylemlerden başka bir yolla durdurulabileceğine gerçekten kimse inanıyor mu? Dünyayı mahvedenlerin, sırf biz kibarca rica ediyoruz diye veya ofislerinin önünde eylem yapıyoruz diye bunu yapmayı bırakacaklarını gerçekten kimse düşünüyor mu?

Devletin görevinin, vatandaşları yıkıcı eylemlerden korumak olduğuna hâlâ inananlar olabilir. Gerçek tam tersidir: İktisatçı Adam Smith, devletin ana görevinin ekonomiyi yönetenleri yaralı halkın öfkesinden korumak olduğunu söylerken haklıydı. Kültürümüz tarafından yaratılmış kurumların, suları zehirlemekten, yamaçları çıplaklaştırmaktan veya alternatif yaşam biçimlerini yok etmekten ve soykırım yapmaktan başka bir şey yapacağını beklemek safça bir düşüncedir.

Pek çok Alman suikastçı, Hitler’e ve onun hükümetine sadakat yemini ettikleri için onu devirmek konusunda tereddüt etmişti. Vicdanları, korkularından daha çok tereddüde sebep olmuştu. Kaçımız, bağlılık yemini ettiğimiz bu

hükümetin meşruluğuna inanmanın yanlış yola sapmış kalıntılarının kökünü kazımak zorundayız? Kaçımız, sistemin bir şekilde düzeltilebileceği inancıyla, şiddetli direniş çizgisini aşmakta başarısız oldu? Buna inanmıyorsak, neyi bekliyoruz? Shakespeare’in, tam da yerinde söylediği gibi: “Vicdan hepimizi korkak yapar.”

Hükümetimizi Hitlerinkiyle karşılaştırdığımda, olayı abartıp abartmadığım tartışılabilir. Somonların, vaşakların, Peru, Irian Jaya, Endonezya veya insanların kültürümüz faaliyetlerini hayatlarıyla ödediği diğer yerlerdeki halkların aynı kanıda olduğunu sanmıyorum.

Eğer yaşamaya devam edeceksek, eylemle olduğu kadar eylemsizlikle de öldürdüğümüzü anlamalıyız. Herman Hesse’nin “Gözlerimizi yoksulluğa, ıstıraba veya alçaklığa kapadığımızda öldürüyoruz. Sırf daha kolay olduğu için bunlarla kararlı bir şekilde savaşmak yerine, yozlaşmış sosyal, siyasal, eğitim öğretim ve dinî kurumları

(2)

Günümüzde sorulması gereken tek soru şu: Şiddetli bir biçimde yıkıcı davranışlara karşı aklı başında, uygun ve etkili cevaplar nelerdir? çoğu zaman, yıkımı yavaşlatmaya çalışanlar, sorunları apaçık bir şekilde tanımlayabilir. Kim tanımlayamaz ki? Sorunlar ne gizli saklı ne de kavramsal açıdan zorlayıcı. Ancak, bu çözümsüz sorunlara bir tepki oluşturmak gibi duygusal olarak ürkütücü bir görevle yüzleştiğimizde, sinirlerimizin ve hayal gücümüzün yetmediğini görüyoruz. Gandhi, Hitler’e bir mektup yazıp vahşeti durdurmasını istedi ve işe yaramadığını görünce şaşırdı. Ben de sürekli, yerel gazetenin editörüne yanlışlıklara işaret eden mektuplar yolluyorum ve bir sonraki saçmalıkla devamlı şaşırıp duruyorum.

İyi planlanmış bir suikast programının, bütün sorunlarımızı çözeceğini söylemiyorum. O kadar kolay olsaydı, bu yazıyı yazıyor olmazdım. Yaptıkları aralıksız olarak doğa soykırımına yol açan Kuzeybatılı iki senatör, Slade Gorton ve Larry Craig’e suikast düzenlemek, yıkımı onlara birer mektup yazmaktan daha çabuk yavaşlatmazdı. Ne eşsiz ne yalnızlar. Gorton ve Craig, barajları, şirketleri, elektrikli testereleri, napalm ve nükleer silahlar kadar doğa soykırımını da yasallaştırmak için kullanılan araçlardır. Eğer birisi onları öldürürse, yerlerini başkaları alacaktır. Gorton ve

Craig’in hasta akıllarından çıkan soykırım ve de doğa soykırımı programları onlarla birlikte ölürdü; ama kültür içerisindeki dürtülerin paylaşılmış doğası, yerlerine yenilerini tereyağından kıl çeker gibi bulup tam güçle çalışmaya devam ederdi.

Hitler de, Gorton ve Craig kadar yasal ve “demokratik” bir şekilde seçilmişti. Hitler de, kendi kültürünün ölüm arzusunu, kendisini oylarıyla destekleyenlerin gönüllerini kazanmak ve planlarını aktif bir şekilde yürüten milyonların sadakatini elinde tutmak için oldukça akıllı bir şekilde ortaya koydu. Hitler de, Gorton ve Craig gibi, Weyerheauser ve diğer CEO’lar gibi, yalnız başına hareket etmemişti. O zaman, neden aralarında bir fark göreyim ki?

Şu anki sistem, ekolojik aşırılığının ağırlığı altında çoktan çökmeye başladı ve biz de tam bu noktada yardım edebiliriz. Sadakatimizi, kültürümüzün gayri meşru ekonomik ve idari birimlerinden toprağa taşıyarak, amacımız, mümkün olan her şekilde, toprağımızın insan ve insan olmayan bütün sakinlerini korumak olmalıdır. Amacımız, tıpkı şehir merkezindeki yıkım ekibininki gibi, kültürümüzün olduğu yere çökmesine yardımcı olmaktır ki çökerken

mümkün olduğunca az can alsın.

Tartışma mesafe gerektirir ve burada, şiddetin doğru olup olmadığını konuşuyor olmamız gerçeği bana henüz

yeterince önemsemediğimizi gösteriyor. Tartışmadan, kuramdan değil de, bedenlerimizden, topraktan ortaya çıkan bir eylem türü vardır. Bu eylem, kovanını korumak için iğnesini saplayan bal arısıdır; yavrularını korumak için trene saldıran bir anne ayıdır; “Bana tecavüz eden adamlara bir sorum var. Beni neden öldürmediniz? Hayatımı

bağışlamanız, bir hataydı. Sesimi kesmeyeceğim – bu, beni felce uğratacak kadar travmaya neden olmadı.” diyen Zapatista sözcüsü Cecelia Rodriguez’dir. Bu eylem, Shell’in baskısı üzerine Nijerya hükümeti tarafından katledilen, son sözleri “Tanrım, benim ruhumu al, ama mücadele devam edecek!” olan Ogoni aktivisti Ken Saro-Wiwa’dır. Bu

eylem, Varşova Gettosu’ndaki isyana katılan insanlardır. Bu eylem çılgın At’tır, Oturan Boğa’dır, Geronimo’dur. Bu eylem, onları evlerinden alıkoyan şeyi yıkmak için sahip oldukları tek şeyle, bedenleriyle, beton baraj duvarlarına çarpıp duran somon balıklarıdır.

Şiddetin uygun bir yol olup olmadığı sorusunu doğru bulmuyorum. Onun yerine, şöyle bir soru sorulmalı: Yeteri kadar kayıp hissediyor musunuz? Bunu soyut olarak tartıştığımız sürece, kaybedeceğimiz hâlâ çok şey var. Her an

kaybettiğimiz şeylerin – bozulmamış doğal topluluklar, maaş karşılığı satılan saatler, şiddete kurban gitmiş çocukluklar, kadınların korkmadan yürüyebilmesi – boşluğunu ve büyüklüğünü bedenlerimizde hissetmeye başladığımızda, ne yapacağımızı tam olarak bileceğiz.

Çeviri: Cehenneme Övgü Cinnet Modern Çeviri Grubu

Referanslar

Benzer Belgeler

Burada bilinen adıyla Aht-i sani mektuplarında “Bizim romanımızı yazacak atideki büyük romancımız diye aslında kendisini tarif ettiğini ama bunu edep ve

Sadece 500 firma toplam ihracah icinde tekstil alt sektorunun % 23 gibi onemli bir paya sahip oldu& hesaplanabil- migtir.. Ancak 1988 y~lmda Turkiye cap~ndaki

düşünüyorum. 4) Müzik eğitimi dersinin çocukların konsantrasyonunu arttırdığını düşünüyorum. 5) Çocuğum müzik eğitimi dersinde öğrendiği melodileri bize

Fındık Üreticileri Sendikası (Fındık-Sen) Genel Başkanı Kutsi Yaşar, hükümetin fındıkta açıkladığı yeni politikanın f ındık üreticilerinin

Sümerler, Akadlar, Eski Mısır, Hitit, Fenike, Babil, Hint, Eski Yunan, Roma…... İSLAM

Horizontal göz hareketlerinin düzenlendiği inferior pons tegmentumundaki paramedyan pontin retiküler formasyon, mediyal longitidunal fasikül ve altıncı kraniyal sinir nükleusu

Yandaki tabloda ikişer tane yazılmış üç basamaklı sayıları bulup farklı renklere boyayın.. ve noktalı

Geçti¤imiz fiubat ay›nda Colorado, Durango'da gerçeklefl- tirilen Çok Potansiyelli Kök Hücreleri Sempozyumu’nda insan embriyonik kök hücrelerinin, sinir hücrelerini