• Sonuç bulunamadı

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ II DERS NOTLARI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ II DERS NOTLARI"

Copied!
33
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ – II

DERS NOTLARI

ÖĞR. GÖR. MEHMET ÖZGÜN

KURTULUŞ SAVAŞI (1919 - 1922)

Türk Kurtuluş Savaşı; ülke bütünlüğünü korumak, ulusal egemenliğe dayalı, tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak için tüm ulusca girişilen, çok cepheli bir savaştır. Kurtuluş Savaşı; Osmanlı Devleti ’ni yok eden, Türklere yaşam hakkı tanımayan 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Antlaşması sonucu Türk milletinin bir ölüm-kalım mücadelesi olarak başlamıştır.

Kurtuluş Savaşı üç aşamadan meydana gelmektedir. İlk aşama, ülkenin kurtuluşu için izlenecek yol ve yöntemlerin belirlendiği, kongreler yoluyla halkın dikkatinin ve desteğinin toplandığı, Kuva-yi Milliye (Milli Kuvvetler) çeteleri vasıtasıyla işgallere ilk direnişlerin görüldüğü hazırlık aşamasıdır. Bu tamamlandıktan sonra, önce iç isyanların bastırıldığı, ardından da doğuda Ermenistan’a, batıda ise Yunanistan’a karşı girişilen silahlı mücadele aşaması gerçekleşmiştir. Büyük Taarruz’un başarıya ulaşmasıyla birlikte Kurtuluş Savaşının son aşaması olan diplomasi dönemi başlayacaktır. Bu dönemde Mudanya Ateşkes

Anlaşması yapılarak çatışmalara son verilmiş; ardından başlayan Lozan Konferansı’nın sonucunda ise Lozan Barış Anlaşması imzalanarak, Kurtuluş Savaşı tamamlanmıştır. Lozan Anlaşması’yla Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde alınmış olan Misak-ı Milli kararları da büyük ölçüde gerçekleştirilmiş oluyordu.

(2)

Kurtuluş Savaşı’nın Dayanakları

Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşları’ndaki başarıları, Anadolu’da tanınan ve halk tarafından çok sevilen bir şahsiyet haline gelmesini sağlamıştı. Birinci Dünya Savaşı’nda galip devletler de en az yenilen devletler kadar yıpranmışlardı.

Ekonomiler zayıflamış, salgın hastalıklar ortaya çıkmış ve gıda sıkıntısı çekilmekteydi.

Barışa yönelik ağır bir kamuoyu baskısı vardı. Bu ortamda büyük devletlerin hiçbiri yeni bir savaşı kolay kolay göze alamazdı. Ancak maşa devletler yoluyla Anadolu direnişine müdahale edebilirlerdi. Mustafa Kemal bunun farkına varmıştı.

Bolşevik İhtilali sonrasında Rusya Çarlığı yıkılmış; Sovyet Rusya kurulmuştu. Bolşevikler Emperyalizme düşmandı. Dolayısıyla emperyalist devletlere karşı mücadele verecek olan Türkiye’ye karşı bir tehdit olmayacakları gibi destekleri de sağlanabilirdi.

Anadolu insanı Osmanlı’nın çekirdek halkıydı ve onuruna çok düşkündü. Yabancı hakimiyeti altında yaşamayı kabullenemezdi. Mustafa Kemal, halkın olanca gücüyle işgallere karşı koyacağına yürekten inanıyordu. Mustafa Kemal, Türk ordusundaki komutanların büyük bir çoğunluğunun hala ümidini yitirmediğini görmüştü. Bu durum ordunun psikolojik gücünü üstün kılmaktaydı. Henüz işgal güçlerine teslim edilmeyen silah ve cephaneler vardı. Bu silah ve cephaneler en azından başlangıç için yeterliydi.

İzmir’in İşgali:

İngiliz ve Fransızlar, savaş sırasında bekledikleri performansı gösteremeyen İtalyanlara öfkeliydiler. Diğer taraftan savaşın sonunu getiren kuşatma harekatı Yunanistan üzerinden başlatılmış ve başarıya ulaşılmıştı. Yunanlıların bir şekilde ödüllendirilmeleri gerekiyordu. Diğer taraftan Osmanlı’dan daha fazla pay almak isteyen İngiltere ve Fransa’da halkın yeni savaşlara karşı oluşu, hükümetlerin elini kolunu bağlamıştı. Bu işi kendileri yapamadıklarına göre, onların yerine bu angaryayı gerçekleştirecek bir devlete ihtiyaçları vardı. Bu iş için Yunanistan’dan daha iyi bir maşa bulunamazdı. Yunan ordusu, Anadolu’yu işgal edecek ve bu yolla elde ettiği toprakların büyük bir kısmını ileride İngiliz ve Fransızlara devredecekti. Ege’deki Rumların katledildiği bahanesiyle 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusu İzmir’e çıkartıldı.

Bu olaydan bir gün önce işgalci Yunan ordusunun komutanı askerlerine şöyle bir konuşma yapmıştı:

“İstikametiniz neresi olursa olsun, esaret altında yaşayan kardeşlerimizi kurtarmaya gidiyoruz. Heyecanınız yerindedir. Ancak çirkin bir harekette bulunmamak gerekir. Bu heyecan vazifeye sadakatle ve verilen emirleri yerine getirmekle kendini gösterecektir. Kardeşlerimiz, kız kardeşlerimiz, babalarımız, evlatlarımız, biraz sonra varacağımız yerde bulunuyor. Gideceğiniz yerde başka dinlerden insanlar olacak. Yani Türkler ve Yahudilerle de karşılaşacaksınız. Bunlara karşı kötü hareketleriniz olmasın.

Çünkü bir müddet sonra bunlar da Yunanlılar gibi kardeşlerimiz olacaktır. Bunlara karşı davranışlarımız, medeni dünyaya karşı verilecek bir imtihandır. Böylece Yunanistan’ın yalnız Yunanlıları değil; başkalarını da idare etmesini bilen üstün bir millet olduğunu göstereceğiz.”

(3)

Yunan işgal güçleri komutanı gazeteciler önünde böyle bir konuşma yapmıştır.

Ama bu konuşmada yer alan ifadeler tamamen laftan ibaret kalmıştır. Zira Yunan ordusunun ve yerli Rumların işgalin ilk günlerinden itibaren Müslümanlara yapmadığı insanlık dışı hareket kalmamıştır.

İzmir’in işgalini takip eden ilk 48 saat içerisinde öldürülen Türklerin sayısı birçok kaynağa göre en az 2000’dir. Sivil ve askeri devlet dairelerinin hepsinin kasaları kırılmış ve 231.426 liralık devlet parası gasp edilmiştir. Osmanlı subaylarının yalnızca askeri teçhizatı değil, paraları, yüzükleri, saatleri, sigara tabakaları, çakmak ve hatta yeni ve güzel bulunan elbiselerine bile el koyulmuştur. Camiler ve zengin Müslümanlara ait evler talan edilmiştir. Asayiş bahane edilerek gece – gündüz demeden evlere baskınlar düzenlenmiş, aramalar yapılmıştır. Müslüman din adamları aşağılanmış ve tartaklanmıştır. İşgalin yayılmasıyla birlikte bu hareketler daha da sertleşecek ve tecavüzden gasp ve toplu katliamlara kadar uzanan son derece çirkin bir hale bürünecektir.

Mustafa Kemal Paşanın Samsunda ki Faaliyetleri

Mustafa Kemal, Samsun’a gelişinden 28 Haziran 1919’da Erzurum’a hareket edişine kadar geçen zamanda bir yandan komuta makamlarıyla temasa geçmek suretiyle savunma için fikir ve karar birliğine varmaya; diğer taraftan halkın moralini ve güvenini kuvvetlendirmeye çalışmıştır. Mustafa Kemal, Padişaha gönderdiği ilk raporunda, bölgedeki karışıklıklara Rumların çeteler halinde örgütlenerek Müslümanlar üzerinde giriştikleri sindirme faaliyetlerinin sebep olduğunu; Müslümanların kendini savunmaya çalıştıklarını dile getirmekteydi. O yine eğer Rum çeteleri tasfiye edilirse, bölgedeki karışıklıkların da son bulacağını bu raporla padişaha iletmekteydi. Havza’daki çalışmaları sırasında bir miting düzenleyerek, İzmir’in işgalinin tüm yurtta protesto edilmesini istedi.

Amasya Genelgesi: (22 Haziran 1919)

12 Haziran 1919’da Havza’dan Amasya’ya gelen Mustafa Kemal Paşa buradan yayınladığı bildiri ile ülkenin içine düştüğü durumu açıklıkla saptıyor, çözümün bütün güçlerin birleşmesinden geçtiğini vurguluyordu. Mustafa Kemal Paşa Amasya’da Anadolu ve Rumeli’de kurulan Mudafaa-i Hukuku Derneklerini birleştirme, kongreler yaparak tüm ulusun kesin kararına dayalı yeni bir yönetim kurma amacıyla Amasya Genelgesi’ni hazırlamıştır.

(4)

Amasya Genelgesi’nde yer alan maddeler özet olarak şöyledir:

• Vatanın bütünlüğü ve milletin geleceği tehlikededir.

• İstanbul Hükümeti, üzerindeki sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizin geleceğini karartmaktadır.

• Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.

• Milletimizi içine düştüğü durumdan kurtarmak için her türlü etki ve denetimden uzak, milli bir heyet oluşturulmalıdır.

• Her bakımdan güvenli bir yer olan Sivas’ta milli bir kongre toplanması kararlaştırılmıştır.

• Bunun için bütün illerin her sancağından, milletin güvenini kazanmış 3 temsilci seçilerek Sivas’a gönderilecektir.

• Her ihtimale karşı bu kararlar milli bir sır olarak tutulmalı ve seçilen üyeler kimliklerini gizleyerek Sivas’a gelmelidirler.

• Doğu İlleri adına 10 Temmuz’da Erzurum’da bir kongre toplanacaktır.

Amasya Genelgesi’nin Önemi: Bu genelge ulusal egemenliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması yolunda atılan ilk adımdır. Ulusun teşkilatlandırma ve mücadele yöntemleri belirginleşmiştir. Ulusal egemenlik ve ulusal bağımsızlık fikri ilk kez ortaya atılmıştır.

Erzurum Kongresi: (23 Temmuz – 7 Ağustos 1919)

23 Temmuz 1919’da bir okul binasında toplanan kongrenin açılış konuşmasında Mustafa Kemal “Tarih bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkâr edemez.” demiştir. Kongrede alınan kararlar ile Kurtuluş Savaşı’nın yol haritası çıkartılmıştır. Bu kongre yerel bir nitelik taşımasına rağmen, aldığı kararlar itibariyle millidir. Kongre dağılmadan önce Mustafa Kemal başkanlığında 9 kişilik bir Heyet-i Temsiliye (Temsil Heyeti) seçerek çalışmalarına son vermiştir.

Kongrede alınan kararlar vatanın her tarafına, İstanbul’daki işgal güçleri temsilcilerine, ülkedeki bütün milli kuruluşlara gönderilerek duyurulmuştur.

Kongrede alınan kararlar özet olarak şöyledir:

• Milli sınırlar içerisinde vatan bir bütündür, parçalanamaz.

• Her türlü yabancı işgaline karşı ve Osmanlı hükümetinin dağılması halinde millet topyekün savunma ve direnişe geçecektir.

• Vatanın bağımsızlığını korumada İstanbul’daki hükümet yetersiz kaldığı takdirde, bunu gerçekleştirmek için Milli Kongre tarafından seçilecek geçici bir hükümet kurulacaktır.

(5)

• Kuva-yi Milliye’yi etken ve milli iradeyi egemen kılmak esastır.

• Azınlıklara siyasi hâkimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozucu ayrıcalıklar verilemez.

• Manda ve himaye kabul edilemez.

• Milli Meclis’in derhal toplanması ve hükümet işlerinin meclis denetimine sokulması için çalışılacaktır.

Erzurum Kongresinin Önemi:

• Yeni bir devlet kurma düşüncesi belirginleşmiştir.

• Misak-ı Milli sınırları ilk kez belirlenmiştir.

• Mustafa Kemal’in başkanlığında Doğu illerini temsilen, Heyet-i Temsiliye (Temsil Heyeti) adıyla bir yürütme organı seçilmiştir.

• Erzurum Kongresi’nin toplanma amacı bölgesel, alınan kararlar yönünden ise ulusaldır.

Sivas Kongresi: ( 4 Eylül – 11 Eylül 1919)

Bu kongrenin toplanmasını engellemek için o sıralarda Sivas’ta bulunan Elazığ valisi Ali Galip’e İstanbul Hükümetince görev verilmiştir. Ancak Mustafa Kemal’in bu durumdan haberdar olması sonucunda, bu hain girişim başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Sivas Lisesi binasında toplanmış olan kongrenin üzerinde tartıştığı ilk konu başkanlık meselesi olmuştur. Bu mesele Mustafa Kemal’in 3 üye dışında kongreye katılan diğer bütün üyelerin kararıyla başkan seçilmesiyle çözümlenmiştir. En uzun tartışmalar manda ve himaye konusunda olmuştur. Bazı delegeler, tek başımıza işgalcilerle mücadele edemeyeceğimizi bu mücadeleyi Amerikan mandasına girerek kazanabileceğimizi ifade etmişlerdir. Fakat neticede manda ve himaye konusu bir daha gündeme gelmemek üzere kesin olarak reddedilmiştir. Erzurum’da alınan kararlar aynen kabul edilerek millileştirilmiştir. Kongre, Erzurum Kongresi’nde alınan kararlara ek olarak şunları da kararlaştırmıştır:

• Ülkedeki bütün milli kuruluşlar “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında birleştirilmiştir.

• Meclis-i Mebusan’ın biran evvel toplanması kararlaştırılmıştır.

• Temsil Heyeti bütün vatanı temsil etmeye yetkili kılınmıştır.

• Batı Cephesi kurulmuş ve başına Ali Fuat (Cebesoy) Paşa getirilmiştir.

(6)

İstanbul Hükümeti İle Amasya Görüşmeleri:

Sivas Kongresi sonunda alınan kararların tüm yurtta uygulanmaya başlandığını gören İstanbul Hükümeti, ülkenin kendi kontrollerinden çıkmakta olduğunu anladı ve Temsil Heyeti’yle görüşmek istedi. Ancak Mustafa Kemal, Temsil Heyeti’ne karşı düşmanca hareketler içerisinde bulunan Damat Ferit Hükümeti istifa etmedikçe görüşmeyecekleri konusunda ısrarcı oldu. Bunun üzerine Damat Ferit Hükümeti istifa etmek zorunda kalmıştır. Onun yerine kurulan Salih Paşa Hükümeti ile yapılan görüşmelerde alınan kararlar özetle şöyledir:

• Türklerin yaşadığı iller hiçbir şekilde işgal ettirilmeyecek; manda ve himaye kabul edilmeyecek.

• Müslüman olmayan halklara hiçbir ayrıcalık tanınmayacak.

• “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” İstanbul hükümeti tarafından resmi bir kurum olarak tanınacak.

• Barış görüşmelerine “Temsil Heyeti” tarafından görevlendirilen kişiler de katılacak.

• Sivas Kongresi kararları, yeniden toplanacak olan Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından da onaylanmak şartıyla Osmanlı Hükümeti tarafından kabul edilmesi.

• Meclis-i Mebusan için seçimlerin biran evvel yapılarak, hiçbir baskı olmaksızın meclisin çalışmalarına başlaması

İstanbul hükümetiyle imzalanan bu anlaşma Padişah tarafından onaylanmadığı için yürürlüğe girmemiştir. Bu anlaşmada yer alan hususlardan sadece 1 tanesi padişah tarafından kabul edilmiştir. Padişah, seçim kararı almış ve Meclis-i Mebusan’ı yeniden toplamıştır.

Misak-ı Milli:

Mebusan meclisi için yapılan seçimlerde Mustafa Kemal de milletvekili seçilmişti. Ancak o, meclisin İstanbul’da toplanmasına karşı olduğu için İstanbul’a gitmemiştir. Meclis 12 Ocak 1920’de açılmış ve 28 Ocak 1920’de

“Misak-ı Milli” (Milli And) adı verilen bir dizi kararı kabul etmiştir. Bu kararlar 17 Şubat 1920’de ilan edildiğinde gerek padişah, gerekse işgal kuvvetleri büyük bir şaşkınlık yaşamıştır. Alınan kararlardan hoşnut olmayan İngilizler, Meclis’i basıp yakaladıkları milletvekillerini sürgüne yollamıştır. Ardından da tüm İstanbul resmen işgal edilmiştir. Bütün bunlara sebep olan kararlar ise özet olarak şöyledir:

• Arapların yaşadığı ve İtilaf Devletleri’nce işgal edilmiş bölgelerin geleceği halk oylamasıyla belirlenecektir.

• Türklerin yaşadığı topraklar hiçbir şekilde parçalanamaz bir bütündür.

(7)

• Kars, Ardahan, Batum ve Batı Trakya’nın geleceği halk oylamasıyla belirlenmelidir.

• İstanbul ve Marmara Denizi’nin güvenliği garanti edilirse, boğazlar tüm ülkelerin kullanımına açılabilir.

• Azınlıklara verilen haklar, komşu ülkelerde Müslümanlara verilen haklardan daha fazla olamaz.

• Kapitülasyonlar kaldırılmalıdır.

TBMM’nin Ankara’da Açılması

Mustafa Kemal’in korktuğu gerçekleşmiş, Meclis dağıtılıp İstanbul işgal edilmiştir.

Bu durum Mustafa Kemal’in haklılığı ve ileri görüşlülüğünü de gözler önüne sermiştir. Bu gelişmeler karşısında Mustafa Kemal tutumunu sertleştirmiş ve Temsil Heyeti Başkanı sıfatıyla bir genelge yayınlayarak şu isteklerde bulunmuştur:

• Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip milli bir meclis toplanacaktır.

• Bu meclise üye olarak seçilecek kişiler milletvekilleri ile ilgili yasa hükümlerine uygun olacaktır.

• Seçimlerde her sancaktan 5 üye seçilecektir.

• Seçimlere her bölgenin en yüksek sivil yöneticisi başkanlık edecek ve seçim güvenliğinden sorumlu olacaktır.

• Seçimler gizli oy, açık sayım şeklinde gerçekleştirilecektir.

• Seçilenler en geç 15 gün içerisinde Ankara’da toplanacaklardır.

Seçimlerin ardından 23 Nisan 1920 tarihinde TBMM dualarla Ankara’da açılarak çalışmalarına başlamıştır. İlk olarak Mustafa Kemal Meclis başkanı seçilmiştir. Kuvvetler birliği esasına göre hareket eden bu mecliste hükümet, 11 bakandan oluşturulmuştur. Her bakan, meclis içerisinden saf çoğunluk ilkesine göre ayrı ayrı seçilmiştir. TBMM başkanı aynı zamanda hükümetin de başkanı olarak kabul edilmiştir.

(8)

SİLAHLI MÜCADELE AŞAMASI

KUVA-İ MİLLİYE

Yurdun işgali karşısında çeşitli yörelerde ortaya çıkan milli direniş örgütlerine Kuva-i Milliye (Ulusal Kuvvetler) denir. Kuva-i Milliye, Kurtuluş Savaşı'nın ilk savunma kuruluşudur. Günümüz Türkçe'sindeki anlamı Ulusal Güçler'dir. Kuva-i Milliye, ülkenin dört bir yanının Yunan, İngiliz, Fransız, İtalyan birliklerince ele geçirildiği, Mondros antlaşması ile ülkeye ağır koşulların dayatıldığı, Osmanlı ordusunun silahlarının alınıp dağıtıldığı, her şeyin bitti sanıldığı günlerde, ulusun tepkisi olarak doğan bir halk direnişidir.

Yerel sivil örgütlenmeler, çeteler olarak ortaya çıkan Kuva-i Milliye, düzenli ordulardan oluşan işgalci güçlere karşı, bugünkü deyimiyle, bir gerilla savaşı uygulamıştır. İlk direniş olayları Güneydoğu bölgesinde Fransız'lara karşı görülmüşse de, örgütlü direniş İzmir'in düşman tarafından ele geçirilmesinden sonra Ege bölgesinde oluşmuştur. Kuva-i Milliye daha sonra bağımsız yerel örgütlenmeler olarak yurdun her köşesine yayılmıştır. Bu bölgesel kuruluşlar, daha sonra TBMM'nin kurulması ile birleştirilmiş ve I. İnönü Savaşı sırasında da düzenli orduya dönüşmüştür.

İlk Kuva-i Milliye kıvılcımı (ilk silahlı direniş) Güney Cephesi'nde Dörtyol'da 19 Aralık 1918'de Fransızlara karşı başlamıştır. Bunun en önemli nedeni, Fransız’ların işgallerine Ermenileri ortak etmeleridir. İkinci etkili silahlı direniş hareketi ise (Örgütlü ilk Kuva-i Milliye hareketi) İzmir'in işgalinden sonra, yurtsever bazı subayların halkı örgütlemesiyle Ege Bölgesi'nde resmen başlamışlardır. Batı Anadolu'daki Kuvay-i Milliye birlikleri düzenli ordu kuruluncaya kadar geçen sürede Yunan birliklerine karşı vur kaç taktiği ile savaşmıştır. Güney Cephesinde (Adana, Maraş, Antep ve Urfa) Kurtuluş Savaşını düzenli ve disiplinli Kuva-i Milliye birlikleri yapmıştır.

Kuva-i Milliye’nin Ortaya Çıkma Nedenleri:

• Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmış olması,

• Mondros Ateşkes Anlaşması uyarınca Türk ordusunun terhis edilmiş olması,

• İtilaf Devletleri'nin Anadolu'yu yer yer işgal etmeleri,

• İşgalcilerin halka zulmetmesi,

• Osmanlı hükümetlerinin Türk halkının can ve mal güvenliğini koruyamaması,

• Halkın milliyetçi bilince sahip olması.

Kuva-i Milliye’nin Özellikleri

• Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra Anadolu'nun işgali üzerine başlayan bölgesel hareketlerdir.

• Kuva-i Milliye birlikleri arasında ilişki az olup, kendi bölgelerini kurtarmaya çalışmışlardır.

• Tek bir merkeze bağlı değillerdir. Dağınık ve düzensiz hareket etmişlerdir.

• Askerlik tekniği bakımından eksik ve askerlik düzeninden uzaklardır.

• Mondros Ateşkes Antlaşması ile terhis edilen askerler de bu harekete katılmışlardır.

• Düzenli düşman ordularını durduracak güçten yoksundurlar. Fakat, düşmanın ilerleyişini yavaşlatarak TBMM’ye zaman kazandırmışlardır.

(9)

• Suçluları kendi içlerinde cezalandırma yoluna gitmişlerdir.

• İhtiyaçları halk tarafından karşılanmıştır.

• Gönüllülük esasına göre oluşmuştur.

• Nadiren de olsa ihtiyaçlarının giderilmesi ve harekatların icrası sırasında halka eziyet edenler de çıkmıştır.

• Kuva-i Milliye daha sonra kaldırılarak Düzenli Ordu kurulmuştur (8 Ekim 1920).

• Bazıları düzenli orduya dönüştürülmeye karşı çıkmış ve isyan etmiştir (Çerkez Ethem, Demirci Mehmet Efe)

• Kuva-i Milliye birlikleri en büyük başarıyı Güney Cephesi'nde Fransızlara karşı kazanmıştır. Türlü imkansızlıklar içinde Fransız ordusuna karşı koyarak Maraş ve Urfa’yı işgalden kurtarmıştır.

Kuva-yı Milliye’nin Sağladığı Faydalar

• Milli Mücadele'nin ilk silahlı direniş gücü olmuşlardır.

• İşgalci güçlere ve azınlıklara büyük zararlar vermiştir.

• Düşmanın ilerlemesini yavaşlatmıştır. Yunan ordularının Anadolu'da rahatça ilerlemelerini engellemişlerdir.

• Türk köylerini Rum ve Ermeni çetelerinin saldırılarına karşı korumuşlardır.

• Halka moral vermiş ve ulusal bilincin gelişmesine katkı sağlamıştır.

• Düzenli ordu kuruluncaya kadar halkı korumuştur.

• TBMM'ye karşı başlayan iç ayaklanmaların bastırılmasında önemli görevler üstlenmişlerdir.

• Düzenli ordunun kurulması ve teşkilatlanmasına ortam oluşturmuştur.

Kuva-i Milliye Birliklerinin Kaldırılmasının Nedenleri

• İhtiyaçlarının karşılanabilmesi için zaman zaman halka baskı uyguluyor olmaları,

• Suçlu gördükleri kişileri kendi kurallarına göre cezalandırıyor olmaları,

• İşgalleri yavaşlatabilmelerine rağmen tamamen durdurabilecek ve yurdu düşmandan temizleyebilecek potansiyele sahip olmamaları,

• Tek bir merkezden yönetilmemeleri,

• TBMM’nin isteklerini zaman zaman yerine getirmemeleri.

(10)

TBMM’ye Karşı Ayaklanmalar – (İç Cephe)

Ulusal Kurtuluş Savaşı boyunca Anadolu’nun çeşitli yerlerinde birçok ayaklanmalar çıkmıştır. Bu ayaklanmaların bazıları, Anadolu topraklarının bir bölümü üzerinde yeni bir devlet kurmayı amaçlayan, diğer bölümü ise, saltanat ve hilafete geleneksel ve dinsel bakımdan bağlı olanlarca çıkarılmış isyan hareketleridir. Çıkartılan isyanların genel olarak ortak amacı; milli hareketi boğmaktır. Atatürk, öncelikle iç isyanların bastırılmasına, ülkede iç güvenliğin sağlanmasına son derece önem vermiştir. Bir yandan vatana ihanet yasası çıkarılırken, öbür yandan da iç isyanları bastırmada kullanılmak üzere Seyyar Jandarma Müfrezeleri kurulmuştur. Ayaklanmalar milli mücadeleyi geciktirmiştir. Ayaklanmaları 4 gruba ayırmak mümkündür. Bunlar:

A. İstanbul Hükümeti Tarafından Çıkarılan Ayaklanmalar

Anzavur Ayaklanması: Susurluk, Biga, Gönen, Ulubat bölgesinde başlayan isyanı Çerkez Ethem birlikleri bastırmıştır. Tekrar isyan eden Ahmet Anzavur ikinci kez Ali Fuat Paşa tarafından etkisiz hale getirilmiştir.

Kuva-i İnzibatiye Ayaklanması: Halifelik ordusu da denilen bu birlikler Geyve bölgesinde ayaklanmıştır. Ancak başarılı olamamışlardır.

• Bu ayaklanmaların boğazlara yakın yerlerde çıkarılmasının nedeni Kuva-i Milliye’nin bu bölgelerde teşkilatlanmasını engellemektir.

B. Azınlıkların Çıkardığı Ayaklanmalar

Doğu Anadolu’daki Ermeni Ayaklanmaları: Kazım Karabekir tarafından bastırılmıştır.

Güney Bölgesindeki Ermeni Ayaklanmaları: Adana, Antep, Maraş, Urfa bölgelerinde Fransızların da desteğiyle çıkan ayaklanmalardır.

Doğu Karadeniz’de Rum Ayaklanmaları: TBMM’yi en çok uğraştıran ayaklanma olmuştur.

Batı Anadolu’da Rum Ayaklanması: Düzenli birlikler tarafından bastırılmıştır.

Ayaklanmalara Karşı Alınan Önlemler

1. Hıyanet-i Vataniye Kanunu çıkarılmıştır (29 Nisan 1920).

2. İstiklal Mahkemeleri kurulmuştur.

3. Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi’den fetva alınmıştır.

4. İstanbul Hükümeti ile resmi haberleşme kesilmiştir.

5. Düzenli birlikler kurulmuştur.

Sonuçları

1. Milli Mücadele’nin uzamasına neden olmuştur.

2. İşgallerin genişlemesine neden olmuştur.

3. Milli kuvvetlerin birbirine karşı kullanılmasına ve kaynakların boş yere akıtılmasına neden olmuştur.

4. Düzenli ordunun kurulmasını hızlandırmıştır.

5. TBMM’nin otoritesini güçlendirmiştir.

(11)

İstiklal Mahkemelerinin Özellikleri

1. Üyeleri meclis içinden atanır. Yani milletvekilleri hakim olarak atanmıştır.

2. Karışıklık çıkan bölgelerde kurulmuşlardır.

3. Hüküm verirken vicdani kanaat yeterlidir. Delil şartı aranmaz.

4. Kararlarına itiraz edilemez.

5. Yargılama topluma açık olarak yapılır.

6. Verilen cezalar hemen uygulanır.

7. Verdiği cezalar pratik cezalardır (İdam, sürgün, falaka, para cezası verilir.

Hapis cezası çok nadiren verilmiştir ve en fazla 15 gündür. Hapis cezasına başvurulmamasının sebepleri mekan yetersizliği, gardiyan ihtiyacı ve tutukluların beslenme zorluğudur).

Eleştirildikleri Noktalar

1. Hukukçu olmayan kişilerin de hakim olarak atanabilmesi

2. Delil şartı aranmadığı ve itiraz şansı olmadığı için haksızlığa uğrayanların olması

Önemi ve Katkısı

İsyanların kısa sürede bastırılmasında ve böylece cephe gerisi güvenliğinin sağlanmasında çok önemli bir role sahiptir.

DOĞU CEPHESİ

Rusların; Brest-Litowsk antlaşmasıyla Doğu Anadolu ve Kafkas bölgelerini boşaltması üzerine Kafkasya'da; Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan bağımsız devletleri kurulmuştur. Ruslardan boşalan bölgede savaş sürdüğü için Türkler yerleşememiş ve savaşın sonunda Mondros ateşkesinin imzalanmasıyla Türklerin tamamen bölgeden uzaklaşması Ermenilerin bölgedeki etkinliklerini arttırmıştır.

Doğu Anadolu’da hak iddia eden Ermeniler; Gümrü, Iğdır, Arpaçay ve Aras ırmaklarına kadar ilerlemiştir. Bu durum üzerine TBMM Kazım Karabekir komutasında Doğu Cephesini açmıştır. Ermenilerle yapılan savaşta: Sarıkamış, Kars ve Gümrü geri alınarak 3 Aralık 1920’de Gümrü Antlaşması yapılmıştır.

Gümrü Antlaşması (3 Aralık 1920)

Ermeniler’in isteği üzerine Gümrü Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşmaya göre:

1. Kars, Sarıkamış, Iğdır, Kağızman Türk Devleti’ne verilecek.

2. Doğu sınırı, Aras Nehri ve Çıldır Gölü’ne kadar uzanacak.

3. Ermenistan Hükümeti, Sevr Barış Antlaşması’nı tanımayacak.

4. Ermenistan, TBMM’nin aleyhine çalışmayacak.

5. Türkler’e saldırıda bulunan Ermeniler dışındakiler isterlerse 6 ay içinde Türkiye’ye dönebilecekler.

(12)

Önemi:

• Ermenistan TBMM’yi tanıyan ilk devlettir.

• Türk Devleti’nin ilk siyasi başarısıdır.

• Türk ordusu ilk başarısını Doğu’da Ermenilere karşı kazanmıştır.

• Türkiye-Ermenistan sınırı çizilmiştir.

• Kurtuluş Savaşı’nda kurtarılan ilk yer Kars’tır.

• Mondros’taki sınırlar ilk kez aşılmıştır.

• Doğu cephesinde savaş fiilen bitmiştir. Buradaki askerler Batı cephesine kaydırılmış; Böylece batı ve güney cephesi güç kazanmıştır.

Not: Rusya’nın 5 Aralık 1920’de Ermenistan’ı işgal etmesiyle Gümrü Antlaşması uygulanamamıştır.

GÜNEY CEPHESİ a) İtalya İle İlişkiler

İtalyanlar İzmir’in Yunanistan’a verilmesi nedeniyle kırgındı, bundan dolayı Kuva-i Milliye’yi desteklemişler ve bölge halkına iyi davranmışlardır. II.İnönü

Savaşı’ndan sonra işgal ettikleri yerleri boşaltmışlardır (5 Temmuz 1921).

b) Fransa İle İlişkiler

Fransızlar Mondros’tan sonra Adana, Osmaniye ve Mersin’i işgal etmiştir.

(Ocak 1919). Paris Barış Konferansı’nda Suriye, Lübnan, Antep ve Maraş Fransızlar’a bırakılmıştır. Fransızlar tarafından işgal edilen yerlerde Ermeniler Türkler üzerine kışkırtılmıştır. Sivas Kongresi’nde, Güneydoğu’da da Kuva-i Milliye birlikleri kurulmasına karar verilmiştir. Kuva-i Milliye’nin kurulmasıyla birlikte Fransızlar’a karşı mücadele başlamıştır. Fransızlar’la şu savunmalar yapılmıştır:

• Maraş Savunması : 21 Ocak-12 Şubat 1920

• Urfa Savunması : 9 Şubat-10 Nisan 1920

• Antep Savunması : 1 Nisan 1920-9 Şubat 1921

• Adana Savunması : 21 Ocak 1920-20 Ekim 1921

Fransızlar’la 30 Mayıs 1920’de ateşkes yapılmıştır. Fransa Moskova Antlaşması ile endişeye düşmüş, Eskişehir ve Kütahya Savaşları ile beklemeye geçmiştir.

Sakarya Zaferi ile endişesi sona eren Fransa TBMM ile Ankara Antlaşması’nı imzalanmıştır. Ankara anlaşmasına Batı cephesi gelişmeleri içerisinde ayrıntılarıyla yer verilecektir.

(13)

Not:

• Kurtuluş Savaşı'nda ilk silahlı mücadele Güney Cephesi'nde başlamıştır.

• Güney Cephesi’nde yalnız Kuva-i Milliye Birlikleri mücadele etmiştir. Düzenli Ordu mücadele etmemiştir.

• Bu mücadelelerin fitilini ateşleyen ve örnek bir mücadele sergileyen Maraş’a Mustafa Kemal’in önerisi ile TBMM tarafından İstiklal Madalyası verilmiştir.

• TBMM 1973'te Maraş'a "Kahraman", Antep'e "Gazi", 1984'te ise Urfa'ya "Şanlı"

ünvanını vermiştir.

BATI CEPHESİ

a) Düzenli Ordunun Kurulması

Yunan işgaline karşılık Ayvalık, Denizli ve Salihli'ye bölgesinde Kuva-i Milliye Cephesi oluşturulmuştur. Kuva-i Milliye, Kurtuluş Savaşı'nın ilk savunma kuruluşudur. Kuva-i Milliye'yi örgütlemek için Balıkesir ve Alaşehir Kongreleri yapılmıştır. M. Kemal Paşa Sivas Kongresi'nde, Ali Fuat Paşa'yı Batı Cephesi Komutanlığı'na getirilmiştir. Ali Fuat Paşa, Gediz Taarruzu'nda başarılı olamamış ve Yunan orduları Dumlupınar'a kadar ilerlemiştir. Çerkez Ethem'in baskıları ve Ali Fuat Paşa'nın etkisiz olması nedeniyle Ali Fuat Paşa Moskova Büyükelçiliği'ne atanmıştır. Batı Cephesi ikiye ayrılmıştır. Albay İsmet Bey Batı Bölümü'ne, Albay Refet Bey ise Güney Bölümü'ne atanmıştır. Yunan taarruzu karşısında Kuva-i Milliye başarılı olamamıştır. Ordudan firarlar başlamış, İstiklal Mahkemeleri’nin çalışmaları ile firarlar sona erdirilmiştir. Düzenli ordunun kurulması ile Kuva-i Milliye tamamen ortadan kaldırılmıştır (8 Ekim 1920). Düzenli orduya geçildiği sırada bazı Kuva-i Milliyeciler isyan etmiştir (Çerkez Ethem ve Demirci Mehmet Efe). Demirci Mehmet Efe İsyanı I.İnönü Savaşı'ndan önce, Çerkez Ethem İsyanı ise I.İnönü Savaşı'ndan sonra bastırılmıştır.

b) I. İnönü Savaşı (6-10 Ocak 1921) Nedenleri:

• Yunanistan, taarruzu devam ettirerek İngiliz Hükümeti’nden yardım sağlamayı,

• Çerkez Ethem Ayaklanması'ndan faydalanmayı,

• Eskişehir'i alarak demiryollarının önemli noktalarını kontrol altına almayı,

• Sevr Barış Anlaşması'nı TBMM'ye kabul ettirmeyi amaçlamıştır.

Yunanlar, Çerkez Ethem'in isyanından faydalanarak Eskişehir'e ilerlemeye başlamıştır.

İsmet Bey, ordusunu Çerkez Ethem'in karşısından çekerek Yunanlar'la çarpışmaya başlamıştır. Yunanistan geri çekilmek zorunda kalmıştır.

Sonuçları:

• Düzenli Ordu’nun ilk zaferidir.

• Halkın Düzenli Ordu’ya güveni artmıştır.

• Milletin zafere olan inancı güç kazanmıştır.

• İsmet Paşa generalliğe yükselmiştir.

• Çerkez Ethem İsyanı bastırılmıştır.

• Zafer sonrası Afganistan Hükümeti ile Dostluk ve Yardımlaşma, Rusya ile de Moskova Antlaşması imzalanmıştır.

• İlk anayasa olan Teşkilât-ı Esâsiye kabul edilmiştir (20 Ocak 1921).

• İstiklâl Marşı kabul edilmiştir (12 Mart 1921).

• İtilaf Devletleri yenilgi karşısında, durumu görüşmek üzere Londra'da bir konferans düzenlemişlerdir

(14)

Londra Konferansı (23 Şubat-12 Mart 1921) Nedenleri:

• İngilizler'in, Rusya’nın TBMM ile Moskova’daki görüşmelerinden rahatsız olmaları.

• İngilizler'in Musul ve Kerkük'te direnişle karşılaşması.

• İngilizler'e karşı Revandiz'de ayaklanma çıkması.

• I. İnönü Savaşı sonucunun İtilaf Devletleri arasında görüş ayrılığına neden olması.

• Fransızlar'ın Güney Doğu Anadolu'da büyük bir direnişle karşılaşması.

• İtalyanlar'ın işgal planlarından memnun olmaması.

• Yunanistan’a toparlanma için zaman kazandırma düşüncesi.

• Sevr anlaşmasını biraz yumuşatarak TBMM’ye kabul ettirme emelleri.

İtilaf Devletleri, İstanbul Hükümeti'ni konferansa davet etmiştir. Mustafa Kemal veya onun göndereceği birinin İstanbul Hükümeti’nin yanında gelmesini istemişlerdir. İtilaf Devletleri bu hareketleriyle, TBMM'yi tanımadıklarını göstermişlerdir. İstanbul ve Ankara hükümetleri anlaşamadıkları için Londra Konferansı'na iki ayrı delege göndermişlerdir: İstanbul Hükümeti adına Sadrazam Tevfik Paşa, Ankara Hükümeti adına Bekir Sami Bey Londra'ya gönderilmiştir. Londra Konferansı; İstanbul Hükümeti, TBMM Hükümeti, İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan arasında gerçekleşmiştir.

İstanbul Hükümeti'ni temsil eden Tevfik Paşa, söz hakkını TBMM temsilcisine bırakmıştır.

İtilaf Devletleri şunları teklif etmiştir:

• İzmir Türk Devleti’ne iade edilecek, ancak şehirde Yunan güçleri bulunacak.

• İzmir'in valisi Hristiyan olacak ve Milletler Cemiyeti tarafından tayin edilecek.

• Doğu Trakya Yunanlılar'a kalacak.

• Doğu Anadolu'da Ermenistan kurulacak.

• Kapitülasyonlar devam edecek.

Sonuçları:

• İtilaf Devletleri TBMM'yi hukuken tanımıştır.

• Avrupa'da “Türkler barışa yanaşmıyorlar” türünde çıkan propagandalara engel olunmuştur.

• Sevr Barış Antlaşması'ndaki bazı maddeler tartışma konusu olmuştur.

• Konferans sonunda TBMM temsilcisi İngiltere, Fransa, İtalya ile ikili anlaşmalar yapmıştır.

• Konferansın başarısız olması nedeniyle Yunan saldırısı yeniden başlamış, II.

İnönü Savaşı gerçekleşmiştir.

(15)

 TBMM-Afganistan Dostluk ve Yardımlaşma Antlaşması (1 Mart 1921) Afganistan ile TBMM arasında imzalanmıştır. Antlaşmaya göre:

• TBMM Afganistan’ın bağımsızlığını tanıyacak.

• İki taraf da birine saldırı yapıldığında kendine saldırı yapılmış sayacak.

• TBMM, Afganistan’a subay ve öğretmen gönderecek.

Önemi :

• İlk kez bir İslam devleti TBMM'yi tanımıştır.

Moskova Antlaşması (16 Mart 1921)

Rusya'da 1917’de Bolşevik İhtilali çıkmıştı. Bu olay üzerine ülke yönetimini eline geçiren Bolşevikler, imzaladığı Brest-Litowsk Antlaşması ile I. Dünya Savaşı'ndan çekilmiş ve gizli antlaşmaları açıklamıştı. Yeni yönetimi kabul etmeyen İtilaf Devletleri Rusya'ya karşı birlik olmuştu. Ruslar hem kendi egemenliklerini kabul ettirmek hem de yeni rejimlerini dünyaya yaymak için çabalamaktaydı. Bütün bu olaylar TBMM ile Sovyet Rusya’yı birbirine yakınlaştırmıştır. Doğuda Ermenilere karşı kazanılan zaferin Batıda Yunanistan karşısında devam ettirilmesi Sovyet Rusya’yı TBMM ile iyi ilişkiler kurmaya yöneltmiştir. Diğer taraftan Gümrü Anlaşması’ndan kısa bir süre sonra Ermenistan Sovyetler Birliği’ne bağlı otonom bir devlet haline gelmişti. Bu durum, Gümrü Anlaşması’nın Sovyetler tarafından onaylanmasını gerektirmiştir. Tüm bu gelişmeler Moskova Anlaşmasının yapılmasına sebep olmuştur.

Antlaşmaya göre:

• Sovyet Rusya, Misak-ı Milli’yi tanıyacak.

• İki taraftan birinin tanımadığı devletlerarası bir anlaşmayı diğeri de tanımayacak.

• Sovyet Rusya, kapitülasyonların kaldırıldığını kabul edecek.

• Batum, Gürcistan'a iade edilecek.

• İki ülkenin ekonomisini geliştirmek için yeni iktisadî anlaşmalar yapılacak.

• Sovyetler Birliği TBMM’ye borç para ve silah yardımında bulunacak.

• Karadeniz'e kıyısı olan devletler ile Boğazlar'ın ticaret gemilerine açık kalması için konferans düzenlenecek.

Önemi:

• Sovyet Rusya, Misak-ı Milli’yi ve TBMM’yi tanıyan ilk Avrupa devleti olmuştur.

• İlk kez büyük bir devlet TBMM'yi tanımıştır.

• Sovyet Rusya, Sevr Barış Anlaşması'nı tanımadığını açıklamıştır.

• Yeni Türk Devleti'nin diplomasi sahasında kazandığı büyük bir zaferdir.

• Her iki ülke de kendilerinden önce imzalanan antlaşmaları geçersiz saymıştır.

• Batum Gürcistan'a, Kars ve Ardahan çevresi de Türk Devleti'ne ait olmuştur.

• Doğu sınırımız büyük ölçüde belirlenmiş ve doğu sınırının güvenliği sağlanmıştır.

Not : Sakarya Savaşı’ndan sonra Kafkas Cumhuriyetleri ile Kars Antlaşması imzalanmış ve doğu sınırı kesinlik kazanmıştır (13 Ekim 1921). Batum, Misâk-ı Millî'den verilen ilk tavizdir.

Ancak Kurtuluş savaşının sürdürülebilmesi ve kazanılmasında hayati bir öneme sahip olan Sovyet yardımı bu şekilde sağlanmıştır.

(16)

c) II.İnönü Savaşı (23-31 Mart 1921) Nedenleri:

• Londra Konferansı tekliflerinin TBMM tarafından kabul edilmemesi.

• İngilizler'in Yunanlılar'ı kışkırtması.

• Sevr Barış Antlaşması'nın TBMM'ye kabul ettirilmek istenmesi.

• Yunanlılar'ın düzenli ordunun teşkilatlanmasına fırsat vermeden Ankara üzerine yürüyerek TBMM'yi dağıtmak istemesi.

Yunan ordusu İnönü mevkiinde durdurulmuştur. Türk ordusu Aslıhan ve Dumlupınar'da çarpışmış, birliklerin aşırı yorulması ve fazla kayıp verilmesi ile istenilen sonuç tam olarak alınamamıştır. Bu durum Türk ordusunun tam olarak taarruz gücüne ulaşamadığını göstermiştir.

Sonuçları:

• Düşman oyalanmış ve Kurtuluş Savaşı için zaman kazanılmıştır.

• Yunanlılar Türk ordusunun gücünü kabul etmiştir.

• İtilaf Devletlerinin Yunanistan’a olan güveni büyük bir darbe almıştır.

• Halkın TBMM'ye olan güveni artmıştır.

• İtilaf Devletleri'nin İstanbul'daki yüksek komiserleri TBMM ile Yunanistan arasında taraf olmadıklarını açıklamışlardır.

• İtalyanlar, işgal ettikleri toprakları boşaltmışlardır (5 Temmuz 1921).

• Fransızlar işgal ettikleri Zonguldak’tan çekilme kararı almışlardır,

• Mustafa Kemal, zafer sonunda İsmet Paşa'ya; "Siz yalnız düşmanı değil, milletin makus talihini de (ters alınyazısını da) yendiniz" diye telgraf çekmiştir.

d) Kütahya-Eskişehir Savaşları (10-24 Temmuz 1921) Nedenleri :

• Yunanistan'ın, II.İnönü Savaşı'nın yorgunluğu içinde olan Türk ordusunun toparlanmasına fırsat vermeden saldırıya geçmek istemesi,

• Yunanistan’ın İngiltere’nin ekonomik ve askeri desteğini yeniden sağlama düşüncesi,

• Yunanistan’ın sarsılan prestijini düzeltme isteği.

Yunanistan İnönü'den Afyon'a kadar geniş bir saha üzerinde saldırıya geçmiştir.

Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa'ya, Sakarya Nehri'nin doğusuna çekilmesini söylemiştir. Afyon, Eskişehir ve Kütahya Yunanların eline geçmiştir.

Sonuçları :

• Türk ordusu büyük kayıplar vererek geri çekilmiştir. Hatta Mustafa Kemal duruma müdahale edip İsmet Paşa’yı geri çekilme konusunda uyarmamış olsa Türk ordusu tamamen imha olabilirdi.

• Meclis’in Kayseri’ye taşınması önerisi gündeme gelmiştir.

• Halkın ve ordunun morali bozulmuştur.

• TBMM'de bazı kişiler başarısızlığın suçunu Mustafa Kemal'e yüklemek istemiştir.

Mustafa Kemal Paşa başarılı olabilmek için olağanüstü yetkiler istemiştir.

• Başkomutanlık yasası çıkarılarak Mustafa Kemal ordunun başına geçirilmiştir.

Önemi : Kurtuluş Savaşı’nda kaybedilen ilk ve tek savaş Kütahya-Eskişehir Savaşları’dır.

(17)

M. Kemal'e Başkomutanlık Yetkisinin Verilmesi:

TBMM, Mustafa Kemal’e üç ay süreyle Başkomutanlık yetkisini veren kanunu kabul etmiştir (5 Ağustos 1921). Böylece: Mustafa Kemal, yasama, yürütme ve yargı yetkisini doğrudan kullanmaya başlamıştır. Diğer taraftan Erzurum Kongresi'nde askerlik görevinden istifa eden Mustafa Kemal, milli irade ile başkomutan olarak ordunun başına geçmiştir. Her 3 ayda bir yenilenmek suretiyle Büyük taarruz öncesine kadar bu yetki Mustafa Kemal tarafından kullanılmıştır. 20 Temmuz 1922'de ise Başkomutanlık Kanunu sınırsız olarak uzatılmış ve Mustafa Kemal'in cumhurbaşkanı seçilmesine kadar Mustafa Kemal başkomutan olarak kalmıştır.

e. Sakarya Meydan Savaşı: (23 Ağustos - 13 Eylül 1921)

Yunan ordusu 23 Ağustos 1921'de şiddetli bir saldırıya başlamış ve Elmadağ’a kadar gelmiştir. Türk ordusu için artık daha fazla geri çekilmek mümkün değildir.

Türk ordusu Yunan ilerleyişi karşısında önce bulundukları yerde tutunmaya sonra da Yunan ordusunu püskürtmeye yönelik iki aşamalı bir savaş ortaya koymuştur.

Mustafa Kemal’in askerlerine "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça bırakılamaz" emri topyekün bir direnişi ortaya çıkarmıştır. Savaş 22 gün 22 gece sürmüş ve sonuçta Yunan ordusu ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kalmıştır

Sonuçları

• Türk ordusu büyük bir zafer kazanmıştır,

• Türk milletinin bağımsızlık azmi daha da güçlenmiştir,

• Yunan ordusunun son hücumu, Türk ordusunun son savunma savaşıdır. Bundan sonra Yunanistan savunmaya geçerek elindeki toprakları korumaya çalışacak; Türk ordusu ise hücuma geçecektir.

• II. Viyana kuşatmasından itibaren devam eden geri çekilişe son verilmiştir.

• Yunan ordusu Afyon-Balıkesir hattına kadar çekilmek zorunda kalmıştır.

• Kütahya ve Eskişehir başta olmak üzere bazı topraklar işgal altından kurtarılmıştır.

• Savaşı kazanmış olsa da Türk ordusu büyük kayıplar vermiştir. Özellikle moral yönünden çöküntü içindeki askerleri cesaretlendirmek için komutanların ön saflarda savaşmış olması çok sayıdaki rütbeli askerin kaybına sebep olmuştur.

Orduda baş gösteren rütbeli eksikliği sebebiyle Ankara’da geçici bir harp okulu açılmış ve belirli bir eğitim seviyesinin üzerinde olan kişiler buralarda aldıkları 6 aylık bir eğitimin ardından komutan olarak orduya katılmıştır. Yani yedek subaylık sistemi ve asteğmenlik rütbesi bu savaşın sonucunda ortaya çıkmıştır.

• Mustafa Kemal'e "Gazilik" ünvanı ve "Mareşallik" rütbesi verimiştir.

• Dış politikada olumlu sonuçlar doğurmuş, Kars ve Ankara Antlaşmaları imzalanmıştır.

(18)

Kars Antlaşması (13 Ekim 1921)

Rusya’nın gözetiminde Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan ile TBMM arasında Kars Antlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma ile Türkiye’nin Kuzeydoğu sınırı (Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan) kesin olarak çizilmiştir.

Ankara Antlaşması (20 Ekim 1921)

Fransızlar’la 30 Mayıs 1920’de ateşkes yapılmıştır. Fransa Moskova Antlaşması ile endişeye düşmüş ve TBMM ile görüşmelere başlamıştır. Ancak Eskişehir ve Kütahya Savaşları sırasında Türk ordusunun ağır kayıplar vermesi ile beklemeye geçen Fransa, Sakarya Zaferinin hemen ardından görüşmeleri Ankara anlaşması ile sonuçlandırmış ve Anadolu’da işgal ettiği yerlerden geri çekilmiştir. Ankara anlaşmasına göre;

• İki taraf arasında savaş sona erecek.

• İki ay içinde Türk ordusu belirlenen hattın kuzeyine, Fransızlar ise güneyine çekilecek.

• İki taraf da kendilerine kalan topraklarda genel af ilan edecek.

• Hatay ve İskenderun için özel idare rejimi uygulanacak.

Önemi:

• İlk kez İtilaf Devletleri’nden biri, TBMM ile bir antlaşma yapmıştır.

• Fransa TBMM'yi ve Misak-ı Milli'yi tanıyan ilk İtilaf Devleti olmuştur.

• Hatay hariç Suriye sınırımız belli olmuştur. Hatay'da özel bir yönetim kurulmuş ve burada yaşayan Türkler'e geniş haklar tanınmıştır.

• Doğu Cephesi’nden sonra Güney Cephesi de Batı’ya kaydırılmıştır.

• Fransa, özel idare rejimi olmasına rağmen Hatay ve İskenderun’un Türk Devleti’nin bir parçası olduğunu kabul etmiştir.

• İtilaf Devletleri bloğu parçalanmıştır.

• Dünya kamuoyu Millî Mücâdele’nin Türkler’in başarısı ile sonuçlanacağını anlamıştır.

İtilâf Devletlerinin Ateşkes ve Barış Önerileri (26 mart 1922)

• İzmir ve Tekirdağ Türklere verilecek Edirne, Kırklareli ve Babaeski Yunanlılara verilecek.

• Doğu Anadolu'da bir Ermenistan devleti kurulacak.

• Türkiye'de zorunlu askerlik olmayacak, ücretli asker sayısı 85.000'e çıkarılacak.

• Sevr antlaşmasının mali ve ekonomik hükümlerinde bazı değişiklikler yapılacak.

Bu koşullar üzerine TBMM kesin zaferi sağlayacak saldırı hazırlıklarına geçmiştir.

(19)

DİPLOMATİK MÜCADELE AŞAMASI Mudanya Ateşkes Antlaşması (11 Ekim 1922)

Batı Anadolu'nun kurtarılmasından sonra sıra, Doğu Trakya ve Boğazlar'a gelmiştir. Türk ordularının İstanbul ve Çanakkale üzerine yürümeleri ve düşman olarak kalan tek unsurun İngilizler olması İngiltere’yi telaşa düşürmüştür. İngiltere, Boğazlar ve İstanbul'u savunmak istediyse de Fransa ve İtalya'dan gerekli desteği görememiştir. Herhangi bir çatışma ihtimaline karşı sömürgelerinden asker talep eden İngiltere onlardan da olumsuz yanıt almıştır.

Müttefiklerinden gelen bu olumsuz yanıtlar nedeniyle İngiltere, ortaya çıkacak olan bir savaşta kendi askerlerini kullanmak zorunda kalmıştır.

Oysa İngiliz kamuoyunda savaş bıkkınlığı ve Türklerle savaşmanın yanlışlığına olan bir inanç vardır. Bu da İngiliz hükümeti üzerinde yoğun bir baskı ortamı oluşturmuştur. Son olarak Sovyetler Birliği’nin de Türkleri destekleyeceğini açıklaması İngilizlerin pes etmesine sebep olmuştur. Böylece İngiltere’nin teklifi üzerine ateşkes görüşmeleri başlamıştır. Bursa’nın Mudanya limanında başlayan ateşkes görüşmelerine Türkiye, İngiltere, Fransa ve İtalya katılmıştır. Yunan temsilcisi ise, Mudanya açıklarındaki bir savaş gemisinde beklemiştir.

Mudanya görüşmelerinde Türkiye’yi Batı cephesi komutanı İsmet Paşa temsil etmiştir.

Maddeleri

• Doğu Trakya, Meriç ırmağının sol kıyısına kadar, on beş gün içinde Yunan ordusu tarafından boşaltılarak İngilizlere teslim edilecektir.

• Doğu Trakya, Yunanlılar tarafından boşaltıldıktan 15 gün sonra İngilizler tarafından TBMM’ye teslim edilecektir. Yani Doğu Trakya en geç 30 gün içerisinde TBMM’nin kontrolüne geçecektir.

• TBMM Hükümeti barış antlaşmasının imzalanmasına kadar Doğu Trakya'da 8000 jandarma askeri bulundurabilecektir.

• İstanbul ve Boğazlar, TBMM Hükümeti'ne bırakılacaktır. İtilaf Devletleri kuvvetleri, barışın imzalanmasına kadar İstanbul'da kalacaktır.

• Her ihtimale karşı İtilaf devletlerine ait askerler Meriç nehrinin öteki yakasında, Yunan toprakları üzerinde konuşlanarak barış anlaşmasının imzalanmasına kadar orada kalacaklardır.

Önemi

• Tek kurşun bile atmadan Marmara Bölgesi ve Doğu Trakya düşman işgalinden kurtarılmıştır.

• Diplomatik anlamda büyük bir başarıdır. Savaş alanında kazanıp

anlaşma masasında kaybetmeye alışık olunan bu millet anlaşma

masasından büyük kazanımlarla kalkmayı başarmıştır.

(20)

Lozan Barış Antlaşması (24 Temmuz 1923)

• Lozan anlaşmasında belirlenmeyen tek sınırımız Türkiye-Irak sınırıdır. Musul konusunda Türk ve İngilizlerin diretmesi üzerine bu meselenin çözümü iki taraf arasındaki ikili görüşmelere bırakılmıştır. Eğer bu görüşmelerden de bir sonuç çıkmazsa mesele Milletler Cemiyeti’ne havale olunacaktır.

• Lozan anlaşmasında belirlenmiş olmasına rağmen tam anlamıyla içimize sinmeyen ve istediğimiz şekilde sonuçlanmayan meseleler: Boğazlar ve Hatay meseleleridir. 1930’lu yıllarda oluşan uluslar arası gelişmeler iyi değerlendirilerek bu iki konuda bizim istediğimiz şekilde yeni düzenlemelere gidilmiştir.

• Lozan görüşmeleri öncesinde Saltanat ve Hilafet birbirinden ayrılmış; Saltanata son verilirken, hilafetin bir süre daha devam etmesine izin verilmiştir.

Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası

Mübadele ve Etapli Meselesi: Yunanlılar 1798’den itibaren Megola İdea (Büyük Yunanistan Emeli) peşinde koşmuşlardır. Özellikle 1830’da Yunanistan’ın bağımsız bir devlet haline gelmesinin ardından, Megola İdea çerçevesinde yoğun bir faaliyet sürdürmüş ve Osmanlı’nın zayıf anlarından yararlanarak, Batılıların da desteğiyle sürekli olarak bir toprak genişletme faaliyetinde bulunmuştur.

1900’lerin başlarında Karadeniz’de bir Pontus Rum devleti kurmaya yönelik faaliyetlerin başladığı ve I. Dünya Savaşı ile birlikte, çeteler yoluyla bölgede terör estirip nüfus yoğunluğunu ele geçirmeye çalıştıkları görülür. Bütün bu faaliyetleri batılı güçler tarafından şiddetle desteklenmiştir. Kurtuluş Savaşı yıllarında da Pontusçuluk faaliyetlerinin tüm hızıyla devam ettiği görülmektedir. Diğer taraftan, Mondros Mütarekesi’ni takip eden süreçte, İngiltere ve Fransa tarafından Yunan ordusunun Anadolu’ya getirtilip işgallerde maşa olarak kullanılması yoluna gidilecektir. Yunanlıların İzmir’den başlayan işgal hareketleri, tüm Batı Anadolu’ya yayılacak ve bu yayılma sırasında yerli Rumların Yunan ordusuyla birlikte hareket ettikleri görülecektir. Bütün bu gelişmeler, Türkler ve Rumlar arasındaki yüzyıllarca beraber yaşamaktan kaynaklanan hoşgörü, güven ve birlikte yaşama isteğinin ortadan kalkmasına sebep olacaktır. İşte bu sebeple, yani iki toplum arasında düşmanlık duygularının oluşması nedeniyle Türklerle Rumların bir arada yaşayamayacakları kanaatine varılmıştır.

(21)

Büyük zaferin ardından Lozan barış görüşmeleri çerçevesinde 30 Ocak 1923’te Türkiye ve Yunanistan arasında Türkiye’de kalan Rumlarla, Yunanistan’da kalan Müslümanların karşılıklı olarak değiş tokuşuna yönelik bir protokol imzalanmıştır. Lozan Antlaşmasının bir parçası olan bu protokole kısaca “Mübadele Antlaşması” denmektedir. Bu çerçevede İstanbul Rumları ve Batı Trakya Türkleri mübadele kapsamı dışında bırakılarak geriye kalan Rumlar ve Müslümanlar karşılıklı olarak yer değiştirecektir. Bu işlemlerin yürütülmesi için uluslar arası bir komisyon görevlendirilerek derhal çalışmalara başlayacaktır. Fakat, Yunanistan’ın Türkiye’de daha fazla Rum bırakma düşüncesi sebebiyle ortaya bir sorun çıkmıştır. Bu sorun “Etapli Meselesi” olarak bilinir. Zira kimin İstanbullu olduğu meselesi net bir şekilde ortaya konulamamıştır.

İstanbullu demekten kasıt neydi? Doğma büyüme İstanbullu mu olmalıydı; yoksa anlaşma imzalandığında İstanbul’da yaşıyor olması yeterli miydi? Yunanistan bu ikinci tezi savunmaktaydı. Yani anlaşma imzalandığında İstanbul’da yaşayan Rumlar İstanbul’lu kabul edilmeliydi. Oysa Türk tarafı bu durumu kabul etmiyordu. Zira mütareke yıllarında İstanbul’a göç eden çok sayıda Rum vardı ve Yunan tezi kabul edildiği takdirde, topraklarımızda bir hayli fazla miktarda Rum bırakılmış olacaktı.

Yunanistan’ın bu tezinde ısrarcı olması üzerine Türkiye, Fener Rum Patriğini de mübadele kapsamına alarak sınır dışı etmiştir. Bu olay, iki ülke arasındaki ilişkileri daha da gerginleştirmiş ve sonuçta patriğin, 19 Mayıs 1925’te görevinden istifa etmesiyle sorun çözülmüştür. Konu ile alakalı sürdürülen görüşmeler çerçevesinde 1 Aralık 1926’da Atina’da bir anlaşma imzalanarak azınlıkların mal varlıkları konusunda bir uzlaşma sağlansa da Yunanistan’ın mübadele kapsamına girmeyen Batı Trakya Türklerinin mallarına tecavüzlerde bulunmaya başlaması iki ülke arasındaki ilişkilerin yine gerilmesine sebep olmuştur. Hatta bu süreçte iki ülke birkaç kez savaşın eşiğinden dönmüştür.

Musul Meselesi: Türkiye – Irak sınırı Lozan anlaşmasında çizilememiştir. Türkiye, Musul’un Misak-ı Milli içerisinde yer alması, tarihsel ve kültürel açıdan Anadolu’nun bir parçası olması, sınır güvenliği açısından stratejik bir konumunun bulunması ve zengin petrol yataklarına sahip bulunması sebebiyle buradan vazgeçmek istemiyordu. İngiltere de zengin petrol yataklarına sahip bu bölgenin kendi mandası altındaki Irak’ta kalmasını ve böylece bu kaynakları kendi kullanmak istiyordu. Durum böyle olunca, Lozan görüşmeleri uzadıkça uzadı.

Barış anlaşmasının imzalanması gecikince, diğer devletlerin önerisiyle Irak sınırının çizilmesi ve dolayısıyla da Musul meselesinin çözümü İngiltere ve Türkiye arasında 9 ay içerisinde yapılacak görüşmelere bırakıldı. Bu görüşmelerden bir sonuç çıkmadığı takdirde mesele Milletler Cemiyeti’ne havale edilecekti.

Lozan’dan sonra 19 Mayıs 1924’te Türkiye ve İngiltere Musul meselesini görüşmeye başladılar. Türkiye, bölgede halk oylamasına gidilmesini talep etti.

İngiltere ise “bölge insanının eğitim seviyesinin çok düşük olduğunu ve kendileri için doğru karar verebilecek kabiliyete sahip olmadıklarını” ileri sürerek Türkiye’nin bu önerisini reddetti. 9 aylık süreçte iki taraf bir türlü anlaşamayınca mesele Milletler Cemiyeti’ne havale oldu. İngiltere bu durumdan çok memnundu.

Zira İngiltere, Milletler Cemiyeti’nin kurucu üyesiydi ve veto hakkı olan tek devletti. Ayrıca Milletler Cemiyeti’nin askeri gücünün çok büyük bir kısmını İngiliz askerleri oluşturmaktaydı. Böyle bir kurumdan İngiltere’nin istemediği bir kararın çıkması mümkün değildi. Türkiye ise Milletler Cemiyeti’ne üye bile değildi.

(22)

Milletler Cemiyeti, meselenin çözümü için bir komisyon kurdu ve bu komisyon Eylül 1925’te bir rapor hazırladı. 16 Aralık 1925’te Milletler Cemiyeti tarafından kabul edilen bu rapora göre Musul, Irak’a bırakılıyordu. Türkiye bu karara şiddetle karşı çıktı ve diplomatik yolların tıkandığı görülünce, askeri güç kullanılarak Musul’un alınması fikri TBMM’de güç kazandı. Türk ordusu’nun savaş hazırlıklarına giriştiği sıralarda ortaya çıkan Şeyh Said İsyanı, tüm planları altüst etmiştir. Zira uzunca bir süre devam eden bu isyan bastırıldığında Musul’a askeri bir harekat düzenlemek neredeyse imkansız hale gelmiştir. Zira Türk ordusu yıpranmış; İngilizler ise bölgedeki askeri varlıklarını 15 kat artırmıştır. Böylece Türkiye Milletler Cemiyeti’nin verdiği karara uymak zorunda kalmıştır. 5 Haziran 1926’da yapılan anlaşmayla Musul Irak’a bırakılmıştır. Bölgedeki Türkmenlerin haklarının korunması ve 25 yıl boyunca bölgeden çıkartılan petrolden elde edilecek gelirin %10’un Türkiye’ye verilmesi de bu anlaşma ile kararlaştırılmıştır.

Ancak 1929 Dünya Ekonomik Buhranı döneminde Türkiye’nin Osmanlı’dan devraldığı dış borçların bir taksitini ödeyememesi, İngiltere’yi harekete geçirmiştir. İngilizler bu dönemde Türkiye’ye yeni bir teklifle gelmişlerdir. Sonuçta İsmet Paşa’nın ısrarlarıyla İngilizlerin teklifi kabul edilmiş ve bir defaya mahsus alınacak toplu bir para karşılığında Musul’dan çıkartılacak petrol gelirlerinden 25 yıl boyunca alınacak olan %10’luk paydan vazgeçilmiştir. Böylece Musul Meselesi Atatürk’ün istediğinden çok farklı bir şekilde sonuçlanmıştır. Musul Meselesi, Atatürk dönemi dış politikasında alınan tek yenilgidir.

Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne Girişi (18 Temmuz 1932): Türkiye hiçbir zaman Milletler Cemiyeti üyesi olmaya yönelik bir talepte ya da başvuruda bulunmamıştır. Lozan’dan sonra giriştiği reform hareketlerinin sonucu olarak yakaladığı hızlı gelişme tüm dünyanın dikkatini çekmesine sebep olacaktır. Türkiye kısa zaman içerisinde güvenilir, saygı duyulan ve güçlü bir ülke olarak kendini gösterecektir. Böyle bir tablo içerisinde, Dünya’da giderek belirginleşen Alman ve İtalyan tehdidi karşısında Milletler cemiyeti 1930’ların başlarından itibaren çeşitli hamleler yapmaya başlamıştır. İspanya ve Yunanistan’ın önerisi üzerine 6 Temmuz 1932’de Milletler Cemiyeti genel kurulu oybirliğiyle Türkiye’yi Milletler Cemiyeti’ne davet etme kararı almıştır. 18 Temmuz 1932’de TBMM aldığı bir kararla Milletler Cemiyeti’nin teklifini kabul ederek Milletler Cemiyeti’ne üye olmuştur. Bu tarihten itibaren de Türkiye Milletler Cemiyeti içerisinde son derece aktif bir rol üstlenecektir. Hatta 1934’te konsey üyesi olacaktır.

BOĞAZLAR MESELESİ

I. Dünya Savaşı ve Sevr Antlaşması’ndaki Durum: Osmanlı Devleti; 1. Dünya savaşında yenik düşmesi ile Sevr Barış Anlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştır. Sevr Anlaşması’nın Boğazlar ile ilgili hükümleri 37-61. Maddelerde yer alır. Bu maddelerde özetle şunları vardır: 1.Çanakkale, ve İstanbul Boğazı Marmara da dahil olmak üzere, Boğazlardan geçiş barışta ve savaşta, hangi devlete ait olursa olsun, her türlü harp ve ticaret gemilerine açık olacaktır, 2.Bu serbestinin temini için, Osmanlı, Boğazların kontrolünü geniş yetkileri olan bir Boğazlar komisyonu’na bırakacak, komisyonun bağımsız bir bayrağı ve bütçesi olacaktır. (Böylece sanki Boğazlar Bölgesinde çokuluslu bir devlet kurulmuş gibi oluyor) Komisyon üyeleri ise: İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya'dır. Rusya, Türkiye, Yunanistan ve Bulgaristan da Milletler Cemiyetine üye olurlarsa Komisyona girebileceklerdir, 3.Komisyon Başkanı, iki yılda bir dört büyük devlet arasında değişecektir. (Türkiye Komisyon Başkanı olamıyor) 4.Fransa, İngiltere ve İtalya, Türk Boğazları

(23)

Lozan Antlaşması’ndaki Durum: İngilizler, işgal altındaki İstanbul’da çaresiz kalan son Osmanlı padişahı Mehmet Vahdettin’e Anlaşmayı imzalatmışlarsa da, Ankara’da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Misak-ı Milli sınırlarını çizmiş ve Sevr’i tanımadığını bütün dünyaya ilan etmiştir. Daha sonra Kurtuluş Savaşından başarıyla çıkan genç Türkiye Cumhuriyeti, hiç uygulanmayan Sevr’in yerine Lozan anlaşmasını, Sevr’den sadece 3 yıl sonra, imzalamayı başarmıştır. Lozan Anlaşması’nın 23.

Maddesi gereği; bu Sözleşmenin; Lozan Anlaşması içerisindeymiş gibi kabul edileceği hükme bağlanmıştır. Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ni Lozan Anlaşması’na taraf olmamış olan Rusya ve Bulgaristan da imzalamışlardır. Lozan’ın eki olan Boğazlar Sözleşmesi şu maddelerle özetlenebilir:

1)Ticaret gemileri ve uçakları barış zamanında Türk Boğazlarından geçiş serbestisine sahiptirler; ancak Karadeniz yönüne geçişte savaş gemileri için sınırlama vardır.

2)Savaş zamanı: Türkiye, Muharip değilse tarafsızlık haklarını geçişi engelleyecek şekilde kullanamaz; Türkiye Muharip ise; tarafsız devletlerin ticaret gemileri düşmana yardım götürmüyorlarsa geçebilirler; savaştığı devletin gemilerine karşı Türkiye, her türlü hakkını kullanabilir.

3)Boğazlar çevresinde belirli bölgeler askerden arındırılmıştır.

4) Antlaşmanın öngördüğü düzene uyulmasını başkanının Türk olduğu bir komisyon denetleyecektir. Lozan Türk Boğazları ve yakın çevresinde Türkiye’nin egemenlik hakkını önemli ölçüde sınırlamaktaydı. Boğazlar Bölgesi askerden arındırılmakla bu bölgenin nasıl savunulacağı sorusu cevapsız kalmıştı. Dolayısıyla ortada hem Karadeniz’in güvenliği açısından; hem de Türkiye’nin güvenliği açısından önemli bir sorun vardı. Bu sorun, ancak Montrö Sözleşmesi ile çözülebilmiştir.

Montrö Anlaşması ve Türk Boğazları

Türkiye, boğazlar meselesi hakkında yeni bir konferans toplanmasını talep etmiştir.

Bu talebin ardından Montrö’de bir konferans toplanmış. 22 Haziran 1936 da başlayan görüşmeler yaklaşık 1 ay sürmüştür. 20 Temmuz 1936’da anlaşma imzalandı.

Sözleşmeye ek olan protokol hükümleri gereğince aynı gün gece yarısı 30 bin kişilik bir Türk gücü Boğazlar bölgesine girdi. Montrö Boğazlar Sözleşmesi, bugün de geçerliliğini koruyan, uygulamada olan; Türk Boğazları için en önemli belgedir. Bu sözleşme 29 maddeden oluşur. Bu 29 Maddeden 22’si; askeri gemilerle ve askeri konularla ilgili hükümleri içerirken, sadece 7’si ticari gemilerin geçişini düzenler.

Montrö’yü kısaca özetlemeye çalışırsak; Savaş Gemisi dışında kalan tüm gemilere, Türk Boğazlarından geçiş serbestisi tanınmıştır. Geçiş serbestisi, gece ve gündüz, yükü ne olursa olsun, bayrağı ne olursa olsun tanınan bir özgürlüktür. Kılavuzluk ve römorkör alma konuları geçiş yapan gemilerin isteğine bırakılmıştır. Türkiye savaşan ülke ise ya da kendisini yakın bir savaş tehdidinde görüyorsa; ticari gemilerin geçişini engelleyemese de, geçişlere bazı kısıtlamalar getirebilmek hakkına sahiptir. Örneğin;

geçişlerin gündüz yapılması, Türkiye’nin belirleyeceği güzergahların kullanılması ve kılavuz kaptan alınmasının zorunlu tutulabilmesi (ücret almamak koşuluyla) mümkün olmaktadır. Savaş gemileri ile ilgili olarak; geçişi sınırlayıcı pek çok hüküm vardır.

Bunlar sadece Türkiye’nin değil; Karadeniz ülkelerinin de lehine olan hükümlerdir. Örneğin; Karadeniz’de bulunabilecek toplam tonaj; Karadeniz’de kıyısı olmayan ülkeler için 30 bin ton ile sınırlandırılmış ve bu gemilerin Karadeniz’de 21 günden fazla da kalamayacaklarını hükme bağlamıştır.

(24)

Boğazlar Komisyonu kaldırılarak yetkileri Türk Hükümeti’ne devredilmiştir.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin şu temel ilkeleri benimsediği söylenebilir: 1.

Türkiye’nin Güvenliği 2. Karadeniz’in Güvenliği 3. Geçiş Serbestisi 4. Karadeniz- Akdeniz dengesinin korunması. Sözleşmenin daha girişinde Türkiye’nin güvenliğine vurgu yapılmış, 5., 6., 14., 15., 16. ve 23. maddelerde bu norma değinilmiştir. Sözleşme’nin özellikle 18. maddesi Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin kaygılarını gidermeye dönüktür. Sözleşme’de ayrıca Akdeniz-Karadeniz geçişlerinde, savaş gemilerine dönük sınırlandırmalar bulunmaktadır.

Boğazlardan geçiş serbestisi temel alınmıştır. Aslında Türkiye ve Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler dışında konferansa katılanların en çok üzerinde durduğu husus budur. 1. Madde geçiş serbestisine açık bir vurgu yapmaktadır. Montrö’ye göre Boğazlar’dan ticaret gemilerine neredeyse mutlak anlamda geçiş hakkı tanınmıştır ve Türkiye’nin bu konudaki sınırlandırma yetkileri yok denecek bir düzeydedir. Savaş gemilerinin geçişinde ise güvenlik gerekçeleriyle sınırlandırmalar vardır. Sözleşme Akdeniz-Karadeniz dengesini de bozmamaya çalışmıştır. 19. 20. ve 21. maddeler bunu daha çok Türkiye’ye tanıdığı takdir haklarıyla çözmüştür.

ATATÜRK İLKELERİ

 Cumhuriyetçilik

Batı dillerinde cumhuriyetin karşılığı, ulusun kendisini yönelmesidir. Cumhuriyete hayat veren damarların başında ise demokrasi gelmektedir. Gerçek cumhuriyet rejimlerinde sistemin demokrasi ile olan ilişkisi çok önemlidir. Çünkü iç ve dış tehlikelere karşı cumhuriyet kendisini, demokrasinin gerekleri içinde koruyacaktır.

Bunun dışına çıkılırsa; demokrasi ile cumhuriyet arasında kopukluk başlar. Eğer böyle olursa en büyük zararı cumhuriyetin yine kendisi görecektir. Demokrasiyi benimsemiş siyasî rejimlerde, özgürlüklerin kullanılma alanları demokrasinin kuralları ile sınırlandırılmıştır. Cumhuriyet rejiminde kimsenin sınırsız hak ve hukuku yoktur. Çünkü demokrasilerde; kişilerin, dolayısıyla toplumların özgürlükleri, hukuk yolu ile güvence altına alınmıştır. Bunların sınırları da hukuk sistemi içerisinde belirlenmiştir. 29 Ekim 1923'te ilân edilen Cumhuriyeti adaletli bir hukuk sistemi koruması öngörülmüştür.

Bilgisiz ve bilinçsiz bir halk topluluğunun ulus olma hakkına sahip olamayacağını vurgulayan Atatürk, ulusun bilinçlendiği oranda hak ve hukukuna sahip çıkacağını belirtmiştir. Bu nedenle eğitim ve kültüre çok önem vermiştir. O'nun, bir bakıma kültürü, cumhuriyetin temellerinden biri olarak görmesindeki neden budur.

Atatürk, cumhuriyetçilik ilkesiyle ilgili görüşlerini birçok kez dile getirmiştir:

"Türk Milleti, halk idaresi olan cumhuriyetle idare olunur." (Afet İnan-Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk'ün El Yazılan sh. 352)

"Demokrasi prensibi, egemenliği kullanan araç ne olursa olsun, esas olarak milletin egemenliğine sahip olmasını ve sahip kalmasını gerektirir. Bizim bildiğimiz demokrasi siyasaldır. Onun hedefi, milletin idare edenler üzerindeki kontrolü sayesinde siyasal özgürlük sağlamaktır." (Afet İnan-M. Kemal Atatürk'ten Yazdıklarım, sh. 71,73)

Referanslar

Benzer Belgeler

Parabol 4.Video Ders Notlarim – YouTube

A) Menemen Olayı B) Baba İshak İsyanı C) Şeyh Sait İsyanı D) 31 Mart Olayı E) Celali İsyanları.. Atatürk, Osmanlı Devleti’nin yıkılması üzerine

İnönü Savaşı, Sakarya Meydan Savaşı ve son olarak Başkomutanlık Meydan Savaşı yapıldı.. Bu savaşlardan galip ayrılan Türk Ordusu düşmanları yurdumuzdan

Abbas Hilmi Paşanın tabiiyeti meselesi ise dönem dönem gündeme gelmeyi sürdürdü. 70 Abdülhamit’in mirasçılarının Türk-İngiliz ve Türk-İtalyan Karma Hakem

Ateşkesin önemli koşulları şunlardır: 4 Mütareke, imzalandıktan üç gün sonra, 14/15 Ekim gecesi yürürlüğe girecektir; Türk ve Yunan kuvvetleri

( Özellikle de Fransız edebiyatı ) Doğu kültürünü tamamen reddetmişlerdir. 2) Serveti fünun edebiyatı, Türk edebiyatında ilk edebi topluluktur. 3) Roman ve hikayede realizm,

Uzunluğu olan homojen yüklü bir çubuk şekildeki gibi -ekseni üzerinde bulunmaktadır... -ekseni üzerinde bulunan, uzunluğu olan bir çubuk çizgisel yük

Araştırmanın kapsamı, amacı, araştırmada kullanılan yöntemler, elde edilen bulgular, araştırma sonunda ulaşılan sonuçlar ve metindeki anahtar kelimeler bu bölümde