YAZAR HAKKINDA
Dr. Senai Demirci 1963 yılında Samsun’un Terme ilçesinde doğdu. Samsun’da başladığı tıp öğrenimini İstanbul’da sürdürdü ve 1990 yılında Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi.
1980’lerde başladığı yazma serüvenini 2000’li yıllarda psikoterapi eğitimleriyle psiko-felsefe alanına kaydırdı. Halen Dr. Senai Demirci Dönüşüm Atölyesi’nde bireysel ve grup terapilerine devam ediyor.
CİSED psikoloji derneği üyesidir. Mesnevi hikâyelerinin metaforik yorumlarını modern psikolojinin dinamiklerine taşıdığı Mevlana Terapi eğitimlerini sürdürmektedir.
genç DESTEK
DESTEK YAYINLARI: 1589 KİŞİSEL GELİŞİM: 269
DR. SENAİ DEMİRCİ / MEVLANA TERAPİ
Her hakkı saklıdır. Bu eserin aynen ya da özet olarak hiçbir bölümü, telif hakkı sahibinin yazılı izni alınmadan kullanılamaz.
İmtiyaz Sahibi: Yelda Cumalıoğlu Genel Yayın Yönetmeni: Ertürk Akşun Yayın Koordinatörü: Özlem Esmergül Üretim Koordinatörü: Semran Karaçayır Editör: Devrim Yalkut
Kapak Tasarım: Sedat Gösterikli Sayfa Düzeni: Melike Doğan
Sosyal Medya-Grafik: Tuğçe Budak-Mesud Topal-Meltem Kökboyun
Destek Yayınları: Mart 2022 Yayıncı Sertifika No. 13226 ISBN 978-625-441-627-9
© Destek Yayınları
Abdi İpekçi Caddesi No. 31/5 Nişantaşı/İstanbul Tel. (0) 212 252 22 42
Faks: (0) 212 252 22 43 www.destekdukkan.com info@destekyayinlari.com facebook.com/DestekYayinevi twitter.com/destekyayinlari instagram.com/destekyayinlari
Deniz Ofset – Çetin Koçak Sertifika No. 48625 Maltepe Mahallesi Hastane Yolu Sokak No. 1/6 Zeytinburnu / İstanbul Tel. (0) 212 613 30 06
İÇİNDEKİLER
Cariye Kime Yâr Olacak? ... 9
Titanic Kaptanı Freud ... 12
Mücevher Kutusu ... 14
Biraz Kiraz ... 16
Hikâye İnsanın İçinde, İnsan Hikâyenin İçinde ... 19
Düşüşlerden Düşlere Yükseliş ... 22
Yaşanmışlığın Büyüsüne Dokunmak ... 24
Rigor Vitalis ... 27
Hatırlama ve Unutma Arasında: “Bir varmış, bir yokmuş.” ... 30
Olan Oldu Bir Kere ... 31
İnsan Hikâyelerden Yapılmadır ... 36
Hikâyemizi Bilmenin Anlamı Nedir? ... 38
Göbeğin Hikâyesinden Hikâyenin Göbeğine ... 39
Eski Hikâyelerin Yeni Kahramanları mı Olacağız? ... 40
Yoksa Yeni Kahramanlar Olarak
Yeni Hikâyeler mi Yazacağız? ... 41
Hikâyelere Öz-Aynası Olarak Bakmak ... 44
Mesnevi Bize Ne Fısıldıyor? ... 47
Padişah, Cariye ve Kuyumcu ... 49
Bağlanma Kuramı ... 55
Bowlby Bağları ... 59
Bağlanma Stilleri... 61
Padişah Kuyumcuyla Niye Tanıştı? ... 71
Cariyeden Padişaha: “Sen ‘ben’i göremezsin!” ... 74
Cariyenin Aldanışı: “Ben” “bende” miyim? ... 76
Cariyenin Kopuşu: Kalbin Kalıba Direnişi ... 80
Semerkant Deneyimleri: Duygusal Nabız ... 83
Bakkal, Papağan ve Derviş ... 92
Kas mı Kalp mi? ... 94
Yeni Bir Başlangıç İçin Yedi Bakış: ... 98
Aslan, Kurt ve Tilki ... 103
Kırk Yıl Hesabı ... 114
Usta, Çırak ve Testi ... 117
Biri İki Gören, İkisini Birden Kaybeder! ... 120
Papağan, Tüccar ve Kafes ... 123
Duygusal Kafesler ... 129
Adam, Yılan ve Bağdat ... 134
Adam, Kuş ve Kuşku ... 140
Ego Durumları Kuş’atması ... 143
At, Adam ve Çürük Elma ... 145
Deve, Fare ve Dere ... 151
İçimizdeki Çocuğa Yeniden Ebeveynlik Etmek... 153
İncinmiş Çocuğun İçsesleri ... 155
Hörgüce Alalım Sizi! ... 161
Kendi Çocu[klu]ğumuzun Elinden Tutmak ... 163
Kendime Ebeveynlik Deneyimim ... 165
Kendine Yeniden Ebeveynlik Telkinleri ... 169
Fare, Kurbağa ve Karga ... 171
Bağlanma mı Özgünlük mü? ... 174
“3İ” ... 179
Üç Hintlinin Namazı ... 182
“Ben” Bilmecesi... ... 184
F/otopsi? ... 187
-9-
Cariye Kime Yâr Olacak?
Sigmund Freud, 1800’lerin sonunda felçli hastasını iyileştir- mek için hayat hikâyesini dinlerken, kendisinden 600 yıl kadar önce aşk acısıyla yanıp tutuşan bir padişahın elden ayaktan dü- şen, beti benzi atan, güzelliğini hızla yitiren en sevdiği cariyesi- ni sıra dışı bir tabibe emanet ettiğini bilmiyordu. Genç doktor Sigmund, heyecandan titreyen sesiyle, her şeyin göründüğü gibi olduğundan emin, ellerinde bisturi ve yeniyetme ilaçlarla dolaşan mağrur doktorlara, felçli bir hastanın sessiz çığlıkları olabileceğini anlatmaya çalışıyordu. Aşağılanma pahasına. Dış- lanmayı göze alarak. Güzeller güzeli cariyenin nabzını tutan sıra dışı tabip de sessiz çığlıkları duyabileceğine inanıyordu.
***
Padişahın derdi büyüktü. Bir sabah ava giderken görüp vu- rulduğu genç kızı sarayının cariye kadrosuna almış almasına ama saraya girer girmez cariye elden ayaktan düşmüş, öldü öle- cek hale gelmişti. Bedenini yanında tuttuğu sevgilisinin ruhu padişahtan hızla uzaklaşıyordu. “Burada” olan parçasının “ora- ya” “uzağa” gidişine anlam veremiyordu. Çağırdığı tabipler, ri- cacı olduğu muskacılar ve okuyup üflettiği hocalar da çare ola- mıyordu bu kopuşa.
-10-
Dr. Senai Demirci // Mevlana Terapi
Şükür ki padişah rüyasında sırlar sahibi bir tabibin derdi- ne çare olacağını gördü. Olanların ardını görecek bir tabipti gördüğü. Görünenin aslına nüfuz edecek kutsi nazarı vardı.
Çok geçmeden beklediği tabibi, beklediği kıyafette, beklediği yerde, beklediği zamanda buldu. Sarayında sultanlar gibi ağır- ladı. Öyle ki “Benim asıl sevgilim o değilmiş, sensin” diye inle- di. Tabibi, gözbebeği cariye ile baş başa bıraktı.
“Tabip gönüllere batan manevi dikenleri çıkaracak o tabip, cariyenin üstünde elini gezdiriyor ve onu dikkatle muayene ediyordu. Laf olsun diye cariyeye dostlarının, arkadaşlarının hallerini, yakınlarını sordu. Cariyenin her kelimesini hem din- liyor hem nabzını tutuyordu. Hastanın nabzı hangi isim sebe- biyle hızlanırsa dünyada o kişiyi sevdiği anlaşılır. Cariye mem- leketini saydıktan sonra başka bir şehir ismi söyledi. Yüzünün rengi ve nabzının atışında bir değişiklik olmadı. Çok hoş bir şehir olan Semerkant’ı sorunca, cariyenin nabzı yükseldi. Yüzü kızardı, sarardı.”
Yahudi bir babanın kendisinden yaşça epey küçük ikin- ci eşinden doğan, çekingenliği yüzünden arkadaşları ara- sında varlığı neredeyse hissedilmeyen genç Sigmund, azın- lık olmanın acısını tedavi etmek üzere sonunda tabip ol- muştu ama bir kral ya da padişahın rüyasını süslemiyordu.
O yılların Avrupa’sında bildiklerinden adları kadar emin, yap- tıklarından zerre şüphe duymayan kıdemli meslektaşlarının gözünde “uçuk” ve “hayli saçma” fikirlerinden ötürü insafsız bir linçin kurbanı olmak üzereydi.
Padişahın rüyasını süsleyen tabibin keyfi yerindeydi. Pa- dişah, rüyasında aldığı talimat gereği, tabip ne derse yapmaya hazırdı. Teşhisini koymuştu. Nabzının yükselmesi gösteriyordu ki cariyenin saraydan uzakta bir sevdiği vardı. Semerkant’ta ku- yumcu bir gencin kemendi takılıydı gönlüne. Âşığından uzak-
-11-
Dr. Senai Demirci // Mevlana Terapi
lığı sebebiyle, kavuşamayacak olmanın üzüntüsüyle kendinden geçmiş, dillere destan güzelliği tükenmeye yüz tutmuştu.
Daha önceki tabipler safraya, mideye, ciğere bakarken cari- yenin suretinden aslına geçememiş, elan cari olan, halen akışta olan aşkını görememişlerdi. “İşin içinde iş var!” diyen bu tabip- se bedenin ötesinde, gövdenin derininde, aklın diplerinde daha büyük, daha gerçek, daha etkili bir şeyler olduğunu fark etmişti.
Meslektaşlarının alaya aldığı, küçümsediği Sigmund da in- san bedeninin tüm tepkilerinin dibinde daha etkili, daha bü- yük, sessiz olsa da şiddetli bir şeyler olduğunu söylüyordu.
-12-
Titanic Kaptanı Freud
Sigmund Freud, insan bilincini bir buzdağına benzetir- ken, ünlü Titanic gemisi, İngiltere adasındaki Southampton Limanı’ndan henüz hareket etmemişti. 1912 yılında çıktığı ilk seferinde, artık bütün dünyanın bildiği trajik bir kazada batan Titanic’in kaptanının gece vakti bir buzdağını ufak görmesi ne- deniyle geç fark ettiği yahut çok ciddiye almadığı rapor edilecekti.
Freud, cadı yakma seanslarını yenilerde terk etmiş, her şeyi maddenin mekanik hareketleriyle açıklayabileceğine inanan, insanı ete kemiğe, hormona ve sinire indirgeyen “aydınlanmış”
Avrupa’ya bir tür kaptanlık yapmaya hazırlanıyordu. Gece ka- ranlığında beliren buzdağlarına dikkat çekiyordu. Ona göre yüzlerce cana mal olan Titanic faciasının benzerleri güpegün- düz sessizce devam ediyordu. Buzdağının görünen küçük par- çası hafife alınıyor, görünmeyen büyük kısmı yok sayılıyordu.
Oysa derinde olan daha etkiliydi, daha sertti, daha büyüktü, daha ciddiydi, daha kalıcıydı.
Şükür ki padişahımızın çaresizliği o kadar da büyük değildi.
Gerçek değildi çünkü. Bir hayaldi. Rüya gören padişah da, rü- yasına giren tabip de, öleyazan cariye de bir rüya idi. Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin Mesnevi’sine ince ince dokuyarak yaz- dığı bu hikâye, insanın gözle görülenlerin ve elle tutulanların ötesindeki derin gerçeğine işaret ediyordu.
-13-
Dr. Senai Demirci // Mevlana Terapi
Artık “bilinçdışı” ya da “bilinçaltı” diye bildiğimiz bu ger- çek, Mevlana hikâyesindeki cariyenin nabzına vurduktan yüz- yıllar sonra Freud’un çabalarıyla modern dünyanın gündemine girdi. Ve artık hiç çıkmayacak.
Hikâyeye dönersek, sarayın keyfi yerinde tabibi cariyenin nabzını yükselten, cildini sarartan, gözlerini körelten ayrılık acısını dindirmek üzere padişahtan Semerkant’a bir heyet gön- dermesini istedi. Heyet kuyumcu delikanlıyı bulup saraya geti- recek ve delikanlı sarayda kuyumcu başı olacaktır.
Hikâyenin devamını sonraki sayfalara bırakalım ve şimdi saraydan Semerkant’a doğru yola çıkan heyetin sadece bir nabız atışı farkıyla hareket ettiğini hatırlayalım. Gülün Adı’nın yazarı Umberto Eco’nun itiraflarına kulak verelim...
-14-
Mücevher Kutusu
Eco, Genç Bir Romancının İtirafları’nda gerçeğin insan gü- cünü aştığından söz açar. Eco’ya göre, varlık, şiirin kuşatama- yacağı bir şiirsellik taşır içinde. Farkında olmadan belki de ama belli ki insanın içinde, fabrika ayarlarında yazılı fıtrat gerçeğiy- le yüzleşmenin deneyimiyle Yasin Suresi’nde arada sırada oku- yup geçtiğimiz “o[lmakta olan] şiirden müstağnidir” gerçeğini seslendirir.
Eco, ne demek istediğini, İtalyan yönetmen Luchino Visconti’nin dikkat çekici bir uygulamasıyla anlatır. Visconti, oyuncular, içinde mücevher olan bir kutu hakkında konuşma- ları gerektiğinde, kutu senaryo gereği açılmayacak olsa bile ku- tunun içini boş bırakmaz, içine gerçek bir mücevher koyarmış.
İçinde değerli bir mücevher saklayan kutuyu oyuncuların çok daha farklı tuttuğunu fark etmiştir. Ellerinde tuttukları şeyin içinde sahiden bir servet varsa, oyuncuların ses tonları değişi- yor, “oynamak”tan fazlasını yapıyor, “yaşıyorlar”mış.
Mevlana eşsiz bilgeliğiyle cariyenin nabzı üzerinden varlı- ğın görünmeyen ama şiddetli etkisiyle, çarpıcı vuruşlarıyla var olan “derin parçası”na dikkat çekiyor. Nabız yükseliyorsa, yüz kızarıyorsa, gözler fal taşı gibi açılıyorsa, dudakların kıvrımına uzaklardan gelmiş sevimli bir kuş gibi tatlı bir tebessüm sessizce
-15-
Dr. Senai Demirci // Mevlana Terapi
konuyorsa, görünenin ardında, şahit olunanın gıyabında, perde- nin arkasında ciddiye alınası, büyük, çok büyük bir “şey” vardı.
Mevlana Terapi1 yolculuğuma, bir hekim olarak, her daim mesleğimin en sanatsal ve şiirsel kısmı olarak hissettiğim ve yaşattığım, bir insan nabzını tutmakla Semerkant şehri arasın- daki bağlantıyı fark ettiğimde başladım. Her insan, cariyenin
“Semerkant”ı gibi içinde patlamaya hazır sesler saklıyordu, uçu- rum başı heyecanı yaşatan kelimeler taşıyordu. Avuçlayınca insa- nın sesini değiştirecek, dillendirirken hatıralarını ayağa kaldıra- cak mücevher kutularıydı bu kelimeler. Açıp içine bakabilirdik.
1 “Mevlana Terapi”, danışanlarımla yürüttüğüm, zemininde psikanalitik yaklaşım olan duygusal şema terapisi, TransAksiyonel Psikoloji, Naratif Terapi, BDT, ACT gibi aktüel ekollerin akıştığı uygulamaları Mesnevi’nin bilindik hikâyeleriyle çerçeveleme tekniğidir. – SD