• Sonuç bulunamadı

Şizofrenide Moleküler Mekanizmalar

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Şizofrenide Moleküler Mekanizmalar"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Şizofrenide

Moleküler

Mekanizmalar

Paul Thompson Abdurrahman Coşkun

(2)

Ş

izofreni çoğunlukla genç yaşta başlayan, in-sanın kişiler arası ilişkilerden ve gerçekler-den uzaklaşarak kendi iç dünyasında yaşadı-ğı, düşünce, duygu ve davranışlarda önemli bozuk-luklarla kendini gösteren bir hastalıktır.

Tarihsel kayıtlar incelendiğinde 1800’lü yıllara kadar şizofreniyle ilgili verilerin çok az olduğu gö-rülüyor. Bunun olası nedenlerinden biri o zama-na kadar hastalığın tanımının yapılmamış olması. Ancak kontrolsüz hareketleri ve anormal davranış-ları olan hastalarla ilgi çok sayıda tarihsel kayıt bu-lunuyor. Eski Mısır ve Sanskrit yazıtlarında ve Hi-pokrat okulunda şizofreniye benzer bulguları olan hastalardan bahsedilmekte. Avrupa’da modern bi-limin gelişmesine paralel olarak özellikle 17. yüz-yıldan itibaren şizofreni hastalığıyla ilgili bazı

ça-lışmaların yapıldığı biliniyor. 1853 yılında Bene-dict Morel hastalığı, genç erişkinleri etkileyen er-ken bunama olarak tanımladı. 1893 yılında Alman hekim Emil Kraepelin hastalığın bilinen tüm tiple-rini “erken bunama” (demantia praecox) tanısı al-tında topladı.

Şizofreni terimi ilk kez İsviçreli psikiyatrist Pa-ul Eugen BlePa-uler (1857-1939) tarafından önerildi. Bleuler, Kraepelin’in aksine hastalığın erken yaş-larda başlamasının gerekli olmadığı gibi bunamay-la da sonuçbunamay-lanmayabileceğini iddia etti. Hastabunamay-ların ruhsal yaşamlarındaki “bölünmeye” önem veren Bleuler, şizofreni sözcüğünü özellikle bu noktayı vurgulamak için önermişti. Yunancada bölünmüş anlamına gelen “şizo” ile akıl anlamına gelen “fre-nos” sözcüklerinin bileşiminden oluşuyordu şizof-reni. Ancak burada kastedilen hastanın iki kişilikli olması değil iki farklı gerçekliğe inanmasıydı.

20. yüzyılın başlarına kadar ruhsal bozuklukla-rın sınıflandırıldığı sistematik bir değerlendirme yoktu. Şizofreni, tek bir hastalıktan ziyade, bir bo-zukluklar kümesi olduğundan tanısında ciddi so-runlar yaşanıyordu. Günümüzde şizofreninin tanı-sı Amerikan Psikiyatri Derneği’nin ve Dünya Sağ-lık Örgütü’nün kılavuzlarında belirtilen kriterlere göre konuluyor.

Paul Eugen Bleuler

Fransız psikiyatrist Jean-Étienne Dominique Esquirol tarafından 1838 yılında yazılan bir kitapta resmedilen akıl hastası. Hasta hasır yatak üzerinde oturuyor, omuz kemeri ve ayaklarına takılan zincirle duvara bağlanmış.

Ortaçağ Avrupa’sında, şizofreni hastalarının

kafa kemiklerinde rahipler eşliğinde

delikler açılıyordu, böylece içlerine girdiği

düşünülen kötü ruhların ve şeytanların dışarıya

çıkacağı düşünülüyordu. Günümüzde ise

şizofreninin bir hastalık olduğu kabul ediliyor,

tıpkı şeker hastalığı, astım, epilepsi gibi.

Beynin bazı bölgelerinde sinir hücreleri arasında

iletişimin bozulduğu şizofrenide her geçen gün

daha etkin tedavi yöntemleri geliştiriliyor.

Na tional Libr ar y of Medicine (NLM) Na tional Libr ar y of Medicine (NLM)

(3)

Şizofreni sadece hastaları değil, onların aileleri-ni ve toplumu da derinden etkiliyor. Hastalığın gö-rülme oranı ne yazık ki % 1 civarında. Bu değer ilk bakışta önemsiz gibi görülebilir. Ancak dünya gene-linde 60 milyon ve Türkiye’de de 350.000 ile 600.000 arasında şizofreni hastası bulunuyor. Önceki yılla-ra göre şizofreni hastaları daha iyi tedavi edilebili-yor. Hastalığın kronik olması yıllarca süren tedavi ve doktor kontrolünü de beraberinde getiriyor. An-cak tedavideki tüm olumlu gelişmelere rağmen has-taların önemli bir kısmında hastalık ne yazık ki ta-mamen ortadan kalkmıyor. Şizofreni toplumda % 1 oranında görülmesine rağmen, topluma maliyet açısından 7. sıradaki hastalıktır.

Her ne kadar nedeni tam olarak anlaşılmamış olsa da 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren şizofreninin de epilepsi gibi bir beyin hastalığı olduğu giderek bul edilmeye başlandı. Bu gerçeğin yavaş da olsa ka-bullenilmesi hastalığa yaklaşımı da değiştirdi, ayrıca günümüzde tam olmasa da etkin tedavi yapılabiliyor. Şizofreni dahil, tüm hastalıkların oluşumunda mole-küler mekanizmalar rol oynuyor. Molemole-küler meka-nizmaların rol almadığı hiçbir hastalığın olmadığı ar-tık biliniyor. Şimdiye kadar bunun aksini iddia eden hiçbir bilimsel bulguya rastlanmamış. Hastalığa ne-den olan moleküler mekanizmalar ortaya çıkarılma-dığı sürece etkili ve kalıcı bir tedavi mümkün değil. Tedavinin etkin bir şekilde yapılabilmesi için önce-likle hastalıkların ortaya çıkmasına neden olan biyo-kimyasal mekanizmaların detaylı bir şekilde aydınla-tılması gerekiyor. Aksi takdirde etkin ve kalıcı tedavi kolay olmayacak. Günümüzde bazı kanserler, AIDS, bazı nörolojik ve psikiyatrik hastalıkların tam teda-vi edilememesinde bu hastalıkların moleküler meka-nizmalarının yeterince anlaşılmamış olması önem-li rol oynuyor.

Peki, şizofreni hastalığı neden ortaya çıkıyor? Beyindeki hangi moleküler mekanizmalar şizof-reniye neden oluyor? Veya beyindeki hangi biyo-kimyasal değişiklikler şizofreniyi tetikliyor? Neden hastaların tümü tam tedavi edilemiyor? Şizofreni-de çalışmalar iki temel neŞizofreni-den üzerinŞizofreni-de yoğunlaşı-yor? Kalıtımın rolü ve beyindeki biyokimyasal de-ğişimler. Bu iki faktör farklı görüşler olmayıp aksi-ne birbirlerini tamamlıyor.

Hastalarda kalıtımın rolünü gösteren çok sayı-da bulgu var. Hastalık toplumsayı-da % 1 civarınsayı-da görü-lürken, hastaların akrabaları arasında 10 kat daha sık görülüyor. Biyolojik anne ve babası şizofreni hastası olan ve evlatlık verilen çocuklarda şizofreni oranı be-lirgin olarak yüksek. Tersi durum da söz konusu. Ço-cukluğunda evlatlık verilmiş şizofreni hastalarının

bi-yolojik anne babalarında da şizofreni oranı genel top-luma göre çok yüksek. Kendisini evlatlık alan anne veya babası şizofreni hastası olan, ancak biyolojik an-ne babasında bu hastalık olmayan çocuklarda şizof-reni normal topluma göre daha sık değil. Tüm bun-ların dışında şizofreni hastası bireylerin öz kardeşle-rinde şizofreni görülme oranı % 10-15 iken tek yu-murta ikizlerinde bu oran % 80-90 civarında. Hastalı-ğın görülmesinde kalıtımın rolü kesinleşmiş olmakla birlikte kalıtım dışı etkenlerin de önemli rol oynadığı unutulmamalı. Hastalığın geni konusunda çok sayıda çalışma yapılmış ve yapılmaya devam ediyor. Ancak Mendelyen bir geçişin olmadığı ve tek bir genin so-rumlu tutulamayacağı anlaşılıyor. O zaman çok sayı-da genin sorumlu olduğu sayı-daha karmaşık bir hastalık-la karşı karşıyayız.

Şizofreninin biyokimyasal mekanizmasının aydın-latılması için 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren çok sayıda çalışma yapıldı. 1952 yılında Vietnam’da görevli bir Fransız cerrah, ameliyat olmayı bekleyen askerlerden klorpromazin isimli sakinleştirici ilacı kullananlarda hezeyan ve halüsinasyonların yok ol-duğunu fark etti. Klorpromazinin kullanılmasıyla şi-zofreni tedavisinde adeta çığır açıldı. Hastaneler bo-şalmaya başladı ve izleyen 20 yılda Amerika’da yarım milyona yakın ve Avrupa’da da 100.000’den fazla has-ta has-taburcu edildi. Klorpromazin sağladığı tedavi ya-nında hastalığın nedeniyle ilgili araştırmalarda da bir dönüm noktası oldu. Şizofreniye neden olan bozuk-lukların başka yerde değil beyinde aranması gerekti-ğini ortaya koydu. Eski kuramlar yerini nörobiyolojik çalışmalara bırakmaya başladı.

Şizofreniye neden olan mekanizmaların aydın-latılması için yapılan çalışmalar, uzun yıllar boyun-ca hastalara verilen ilaçların etkilerinden elde edilen bulguların yorumlanmasına dayanıyordu. Örneğin tedavide kullanılan klorpromazin, dopamin isimli maddenin beyindeki etkinliğini azalttığından, şizof-reninin beyindeki dopamin fazlalığından kaynak-landığı iddia ediliyordu. Günümüzde, tam olmaz-sa da, hayvanlarda deneysel olarak şizofreni oluş-turulabiliyor. Hayvanlarda düşünce içeriğini ince-lemek mümkün olmasa da şizofrenide görülen bazı davranış bozuklukları onlarda da yaratılabiliyor. Bu başarı özellikle moleküler çalışmalar için olağanüs-tü olanaklar sunuyor. Artık beyin içinde olup biteni anlamak daha kolay. Buna ilaveten beyindeki mo-leküler hareketliliği veya metabolik etkinliği göste-ren nükleer manyetik rezonans ve pozitron emisyon tomografisi gibi teknikler, şizofreni dahil çok sayı-da nörolojik ve psikiyatrik hastalığın incelenmesin-de önemli kolaylıklar sağlıyor.

Şizofrenide Moleküler Mekanizmalar

Abdurrahman Coşkun, 1994 yılında Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 2000 yılında biyokimya ve klinik biyokimya uzmanı, 2003 yılında yardımcı doçent ve 2009’da doçent oldu. Uluslararası hakemli dergilerde yayımlanmış 32 makalesi var. Özel olarak laboratuvarda kalite kontrol, standardizasyon ve protein biyokimyası konularında araştırmalar yapıyor. Halen Acıbadem Labmed Klinik Laboratuvarları’nda klinik biyokimya uzmanı ve Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak çalışıyor.

(4)

Kısaca PET olarak bilinen pozitron emisyon to-mografisinin çalışma prensibi oldukça ilginç. Adı üstünde, pozitronları kullanıyor. Pozitron yani karşı-elektron, başka bir ifadeyle karşı-madde. PET küçük bir siklotron (parçacık hızlandırıcı) kullanarak pro-tonu nötrona dönüştürüyor ve bu arada bir pozitron salımı gerçekleşiyor. Salınan pozitronlar elektronlar-la çarpışınca ikisi de yok olup gama ışınelektronlar-larına dönü-şüyor ve bu gama ışınları bir dedektörle tespit edile-rek görüntüye dönüştürülebiliyor. PET kullanılarak farklı koşullarda beyindeki metabolik etkinlikler tes-pit edilebiliyor.

Tüm diğer organlar gibi beynin normal çalışma-sı içindeki biyokimyasal tepkimelerin sorunsuz ger-çekleşmesine bağlı. Şizofreni hastalarında bazı biyo-kimyasal mekanizmaların bozukluğu bilim insanla-rını bu alanda yoğun çalışmaya yönlendiriyor. Bun-lardan en önemlisi beyindeki hücreler arası iletişim sistemi. Beyinde milyarlarca sinir hücresi bulunuyor ve bu hücreler birbiriyle bağlantılı. Hücrelerin nor-mal işlevlerini yürütebilmesi için birbirleriyle haber-leşmesi gerekiyor. Ancak beyinde kablosuz iletişim yok, bunun yerine kablolu iletişime benzer iletişim çok etkin. Hücreler birbirlerine bazı özel maddele-ri göndererek iletişim kurabiliyorlar. Bu amaçla kul-lanılan maddelere nörotransmiter diyoruz. Kablosuz iletişimde farklı frekanslar kullanılarak iletişim zen-ginliği sağlanabiliyor. Beyin gibi milyarlarca hücre-nin bulunduğu bir organda tek bir maddeyle ileti-şimin sağlanamayacağı açık. Bu amaçla çok sayıda farklı nörotransmiter kullanılıyor. Sinir iletişimin-de rol alan 150’iletişimin-den fazla biyokimyasal madiletişimin-de oldu-ğu biliniyor. Bunlar amino asitlerin bir araya gelerek oluşturdukları peptidler (nöropeptidler) gibi, büyük moleküller olabildikleri gibi sadece amino asitler ve-ya onlara benzeyen daha küçük moleküller de ola-bilirler. İşte şizofreni hastalarının beyinlerinde ileti-şimi sağlayan bazı maddelerde önemli sorunlar ol-duğu düşünülüyor. Bilim insanları her geçen gün bu konuda yeni bulgulara ulaşıyor. Konunun daha iyi anlaşılması için iki komşu sinir hücresi arasında ile-timin nasıl gerçekleştiğini yani beyindeki iletişimi kısaca özetlemekte yarar var. Sinir hücreleri arasın-da sinaps (Yunanca “synapsis” yani birlik) adı verilen özel yapılar var. Bunlar iki hücre arasında bulunan ve iletişimin gerçekleştiği özel anatomik yapılar. Sinaps-lar komşu iki hücrenin birbirine yaklaşan özel bölge-leriyle bu bölgeler arasındaki küçük boşluktan olu-şur. Sinapslar veri aktarma işlevine sahip. Ancak bu yapılar basit bir veri aktarma merkezi değil, tersine verinin kontrollü ve hücrenin ihtiyacına göre işlendi-ği merkezler. İletişim için bir sinir hücresinden

diğe-rine iletilecek madde yani nörotransmiter önce sen-tezlenir ve daha sonra küçük kesecikler içinde depo-lanarak sinaps bölgesine gönderilir. Nörotransmi-terlerin içinde bulunduğu keseciklere vezikül diyo-ruz. Veziküller istedikleri zaman içlerindeki madde-leri dışarı atamazlar. Ancak bulundukları bölgeye bir uyarı geldiği zaman vezikül sinaps bölgesindeki hüc-re zarıyla birleşehüc-rek adeta onunla kaynaşır ve içinde-ki maddeleri sinaptik aralık dediğimiz iiçinde-ki hücre ara-sındaki özel boşluğa bırakır.

Vezikülün içindeki nörotransmiterleri sinaptik aralığa boşaltmasını bir geminin limana yanaşarak yükünü boşaltmasına benzetebiliriz. Gemi denizin ortasında iken yükünü boşaltamaz, bunun için ön-ce limana yanaşması ve limandaki bir bölgeyle bir-leşmesi gerekir. Bu amaçla gemi ile liman arasında özel halatlar veya diğer bağlantı elemanları kullanı-lır. Böylece, geminin limana yükünü kontrollü bir şekilde boşaltması sağlanabilir. Benzer şekilde nöro-transmiterleri taşıyan veziküllerin içindeki madde-leri sinaptik aralığa boşaltabilmesi için öncelikle si-naps bölgesindeki hücre zarıyla kaynaşması gerekir. Ancak zarların kaynaşması basit bir olay değil. Bun-da çok sayıBun-da protein ve farklı molekül rol alır. Yapı-lan çalışmalar “snare kompleksi” denilen ve çok sa-yıda proteinden oluşan bir yapının vezikül ile sinaps bölgesindeki zarların birleşiminde önemli rol aldığı-nı göstermiş. Vezikül zarında bulunan snare prote-ini (sinaptobrevin) ile hücre zarındaki snare protei-ni (sintaksin) bağlanarak vezikülün sinaps

bölgesin-Sinaps.

Sinir hücreleri arasında iletişimin gerçekleştiği özel bölge. Birinci hücrede vezikül içinde bulunan nörotransmiterler sinaptik aralığa boşaltılınca ikinci hücredeki almaçlarına bağlanarak iletişimi sağlar.

Thinkst

(5)

Şizofrenide Moleküler Mekanizmalar

deki zarla birleşmesi sağlanıyor. Snare kompleksi ve onunla ilgili proteinlerin sinir hücrelerinin gelişimi, uygun bölgeye hareketi ve sinaptik iletimde rol aldı-ğı biliniyor.

Sinaptik aralığa boşaltılan nörotransmiterler bi-tişikteki sinir hücresi üzerinde kendine has özel ya-pılara bağlanır. Bu yaya-pılara reseptör veya almaç di-yoruz. Reseptörler adeta anten gibi, dışarıdan gelen uyarıyı hücre içine iletir. Reseptör uyarılınca bağ-lı bulunduğu hücrede özel değişikliklere neden olur. Böylece birinci hücreden gelen uyarı sinyali ikinci hücreye iletilmiş olur. Ancak sinaptik aralıkta bulu-nan nörotransmiterlerin hızla uzaklaştırılması gere-kir. Çünkü nörotransmiterin burada uzun süre bu-lunması reseptörün sürekli uyarılması anlamına ge-lir ve bu da birinci hücreden uyarı gelmediği halde ikinci hücrenin sürekli cevap vermesini zorunlu kı-lar. Bunun önlenmesi için reseptöre bağlanıp ikinci hücreye cevabı aktaran nörotransmiterlerin ortam-dan uzaklaştırılması gerekir. Bu amaçla sinaptik ara-lıkta kurulmuş bir düzenek bulunur. Kısacası sinap-tik aralık sadece bir boşluk değil adeta bir veri işleme merkezi gibi çalışır.

İletişimin tam olarak sağlanabilmesi için nöro-transmiterlerin yeterli miktarda sentezlenmesi, hazır bulundurulması ve salıverilmesi gerekli olduğu gibi, sinaps bölgesinde de yapısal veya işlevsel bir bozuk-luğun olmaması gerekir. Beyinde hücreler arası

ile-tişimin şu veya bu şekilde bozulması başta şizofreni olmak üzere çok sayıda ruhsal veya nörolojik bozuk-luğu da beraberinde getirir. Yapılan genetik ve mo-leküler çalışmalarda çok sayıda şizofreni hastasın-da yukarıhastasın-da bahsedilen Snare kompleksini oluşturan proteinlerin yapı ve işlevlerinde bozukluk olduğu tespit edilmiş. Dolayısıyla bu hastalarda nörotrans-mitterlerinin sinaptik aralığa boşaltılmasında sorun-lar olduğu düşünülüyor. Tıpkı halat ve diğer bağlantı elemanlarında sorun olan bir geminin limana yana-şıp yükünü uygun şekilde boşaltamaması gibi.

Şizofreni hastalarının beyinlerindeki bazı bölge-lerin sağlıklı insanlara göre daha küçük olduğu bi-liniyor. Yapılan mikroskobik çalışmalarda bu bölge-lerde bazı hücre tiplerinde azalma olduğu ve hücre-ler arasındaki bağlantıların da bozuk olduğu tespit edilmiş. Kuşkusuz şizofreni hastalarında beyindeki tüm iletişim sisteminin bozulması söz konusu değil. Belli bölgeler ve özellikle dopamin, glutamat ve ga-ma amino butirik asit (GABA) adı verilen nörotrans-miterlerin beyindeki metabolizması, şizofreni konu-sunda çalışan bilim insanlarının ilgi odağıdır.

Dopamin

Dopamin etkinliğindeki artışın şizofreniye neden olabileceğini düşündüren çok sayıda bulgu var. Ör-neğin amfetamin ve kokain gibi, dopamin etkinliği-ni artıran maddeleri kullanan kişilerde şizofreetkinliği-ni has-talarında görülen bazı belirtiler ortaya çıkıyor. Gü-nümüzde nöroleptik olarak bilinen ve şizofreni te-davisinde kullanılan bir grup ilaç, dopaminin beyin-deki etkinliğini azaltarak etkilerini gösteriyor. Dopa-min, etkinliğini reseptörler aracılığıyla gösteriyor ve reseptörlerinin beş alt tipi bulunuyor. Organizmada aynı maddenin farklı reseptörleri olabiliyor. Böylece aynı maddenin farklı dokularda farklı etki oluştur-ması sağlanabiliyor. Reseptörlerin farklı ololuştur-ması do-paminin o bölgedeki etkinliğinin de farklı olması-na neden olabiliyor. Şizofreni tedavisinde kullanılan ilaçlar genellikle dopaminin D2 reseptörlerini blo-ke ederek etkilerini gösteriyor. Dopamin etkinliğini azaltan ilaçları kullanan şizofreni hastalarında ciddi iyileşme olmakla birlikte ilgisizlik, aldırmazlık, top-lumdan çekilme gibi bazı belirtilerde anlamlı düzel-me pek olmuyor. O zaman şizofrenide sadece dopa-minin suçlanması doğru değil. Beyindeki nörotrans-miterler karşılıklı etkileşim içinde olduğundan do-pamindeki artışın neden veya sonuç olmasının ay-dınlatılması önem taşıyor. Dopaminle birlikte so-rumlu tutulan diğer nörotransmiterler glutamat ve glutamattan sentezlenen gama amino butirik asittir. Şizofreni hastalarında (sağda),

sağlıklı bireylere (solda) göre, beynin bazı bölgelerinin zamanla küçüldüğü görülüyor. Yıllık ortalama küçülme oranı sağdaki renkli skalada verilmiştir.

Paul

Thompson

Sağlıklı bireyler Şizofreni hastaları

Yıllık ortalama küçülme oranı

(6)

Glutamat ve Gama Amino Bütirik Asit

Glutamatın beyinde çok sayıda işlevi bulunuyor. Beyindeki uyarıcı etkinliğin yaklaşık % 75’inden glutamat sorumlu tutuluyor. Gen düzeyinde yapı-lan çalışmalar, şizofreni hastalarında glutamatın si-naptik iletimde rol alan proteinlerdeki eksiklik ve-ya bozukluğu dikkat çekiyor. Distrobrevin bağla-yıcı protein 1, Neuregulin 1, D-amino asit oksidaz gibi proteinler bunlardan bazılarıdır.

Glutamatın yapısında bulunan bir karboksil grubunun uzaklaştırılmasıyla sentezlenen gama amino bütirik asit, glutamatın aksine beyindeki ana inhibitör nörotransmiterdir. Gama amino bü-tirik asit etkinliğindeki azalma, dopamin ve norad-renalini kullanan sinir hücrelerinde etkinlik artışı-na neden oluyor. Ve bu durumda dopamin etkin-liğindeki artışın şizofren hastalarda neden olmayıp sonuç olarak meydana geldiği düşünülebilir. Bazı nörotransmiterler

Lipidler ve Şizofreni

Beyin ve sinir sistemi, içerdiği moleküller açı-sından diğer dokulardan farklı. Örneğin, yağ do-kusundan sonra en çok yağ (lipit), beyin ve sinir sisteminde bulunuyor. Beyni etkileyen hastalıklar-da lipitlerin incelenmesi, olup bitenleri moleküler düzeyde anlamamızı kolaylaştırıyor. Beyindeki li-pitler yağ dokusunda olduğu gibi hücre içinde de-polanmış değil. Daha çok hücreleri çevreleyen zar-da bulunuyor. Hücre zarı çift tabakalı bir yapıya sahip olup lipid (yağlar) ve proteinlerden oluşu-yor. Sinir hücrelerinde zardaki lipit miktarı prote-ine göre daha fazla. Özellikle siniri çevreleyen mi-yelin tabaka lipit yönünden çok zengin. Şizofre-ni hastalarında nörotransmiterlerin etkinliğinde-ki temel bozukluk yanında lipit metabolizmasın-da metabolizmasın-da bozukluklar tespit edilmiş. Yapılan genetik çalışmalar miyelin tabakanın oluşumunu sağlayan genlerde, bazı şizofreni hastalarında anomali tes-pit edilmiş. Tüm bunlar dışında şizofreni hastala-rının hücre zarlarındaki lipit içeriğinde de değişik-likler tespit edilmiş. Yani sağlıklı insanların hücre zarlarındaki lipitlerin şizofreni hastalarında değiş-tiği yönünde bulgular var.

Gerçek neden her ne olursa olsun bunun hasta-lığın başlangıcından hemen önce meydana gelme-diği ve olayın sinir sisteminin gelişimi sırasında şe-killenmeye başladığı artık kabul ediliyor. Şizofre-nide görülen nörogelişimsel bozukluk beynin dü-şünce, algı, bilişsel işlevler ve duygulanım gibi çok önemli işlevlerini olumsuz etkiliyor.

Sonuç olarak yapılan çalışmaları ortak bir pay-dada topladığımız zaman şizofrenide beynin bazı bölgelerinde glutamatın başlattığı şelalede önem-li sorunlar olduğu düşünülüyor. Sinaptik bölge-nin yapısı dikkate alındığında çok farklı nedenle-rin olabileceği anlaşılıyor. Proteinlerde, lipit bile-şiminde ve nörotransmiter iletimdeki sorunlar gi-bi. Moleküler mekanizmaların aydınlatılmasıyla şizofreni hastaları her geçen gün daha etkin teda-vi yöntemlerine kavuşuyorlar. Onlar için mutlu ya-rınlar pek uzak değil.

Kaynaklar

http://www.sizofreni.web.tr/

Öztürk, M.O., Uluşahin, A. (ed), Ruh Sağlığı ve

Bozuklukları, (kendi yayınları), 2008.

Kirov, G., O’Donovan, M.C, Owen, M.J., “Finding schizophrenia genes”, The Journal of

Clinical Investigation 115, 2005.

Johnson, R.D., Oliver, P.L., Davies, K.E., “SNARE proteins and schizophrenia: linking synaptic and neurodevelopmental hypotheses”,

Acta Biochimica and Polonica 55, 2008. Paranoid tip: Düşünce

içeri-ğinde bozukluğun baskın oldu-ğu şizofreni tipidir. Genellikle geç yaşta görülür. Büyüklük ve kötü-lük görme sanrıları (beni öldüre-cekler, beni takip ediyorlar), kuş-kuculuk en sık görülen düşünce bozukluklarındandır. Hasta rahat-sızlığını kabul etmez, belirtilerini gizlemeye çalışır.

Katatonik tip: Hareket

bozuk-luğunun baskın olduğu şizofre-ni tipidir. Hasta belli bir duruşta uzun süre kıpırdamadan kalır (do-nakalma) ve uyaranlara cevap ver-mez. Bazen komada imiş gibi ya-tağında kıpırdamadan durur. Has-ta her ne kadar dış çevreyle ilişki-sini kesmiş gibi görünse de etra-fında olup bitenlerin farkındadır.

Hebefrenik (dağınık) tip:

Ha-reket ve düşünce bozukluklarının baskın olduğu tiptir. Davranışlar çocuksu ve ilkeldir. Kişilikte dağıl-ma ve yıkım hızlı olup hasta kendi iç dünyasında yaşar; dış dünyayla ilişkileri zayıftır.

Ayrışmamış tip: Hastada

şizof-reni bulguları bulunmakla birlikte bu bulgular hastalığı tiplendire-cek derecede ayrışmamıştır.

Kalıntı (rezidüel) şizofreni:

Birkaç şizofrenik ataktan sonra hastada toplumdan çekilme, duy-gusal tepkilerde azalma, düşün-ce ve konuşmada fakirleşme gi-bi şizofreninin negatif bulguları-nın baskın olduğu kronik şizofre-ni tipidir.

Şizofreni sonrası çökkünlük:

Şizofrenik ataktan sonra hasta be-lirgin çökkünlüğe girebilir.

Katekolaminler Amino asitler Monoaminler

Dopamin Glutamat Asetilkolin

Norepinefrin GABA Seratonin

Epinefrin Glisin

Referanslar

Benzer Belgeler

PET, çeflitli beyin hastal›klar›n›n tefl- hisinde ve nedeninin ayd›nlat›lmas›nda da kullan›l›yor. Vücuda verilen iflaretli fleker ya da dopamin adl› molekül

Kimyasal olarak eşdeğer çekirdeklerin manyetik olarak eşdeğer olabilmesi için, bu çekirdeklerin diğer spin sistemindeki her bir çekirdek ile eşdeğer olarak

The first phase employs the KDD dataset and Kalman filtering method followed by feature selection utilizes Inertia Weight based Dragonfly Algorithm (IWDA) and

This paper proposed Scalable Trust Management (STM) using a fuzzy approach and parameters like Experience, Recommendation, and device classification are used to calculate the

Three phase AC supply is supplying three phase reactive unbalanced non-linear load, at PCC a D-FACT and star-delta transformer are connected, a single phase power filter is

Main findings are simultaneously predictors variables consisting of beautiful scenery, most recently facilities, unique attractions, completeness of facilities, close

It is well accredited reality that information theory plays an important role in designing various techniques for data compression and deals with an assortment of parametric,

So, they stand out: - programs aimed at the development of various mental functions: visual and auditory perception, attention and memory, verbal and logical thinking; -