• Sonuç bulunamadı

KUR ÂN DA TEMİZLENİP ARINANLARIN ÖZELLİKLERİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "KUR ÂN DA TEMİZLENİP ARINANLARIN ÖZELLİKLERİ"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

11. HAFTA

KUR’ÂN’DA TEMİZLENİP ARINANLARIN ÖZELLİKLERİ

1. Kavramsal Çerçeve

Türkçe’deki temizlik kelimesinin Arapça’daki karşılığı tahâret sözcüğüdür. Bu sözcük, sözlükte

“temizlenmek, arınmak”1 anlamlarına gelen (ر-ه-ط) t-h-r kök harflerinden türetilmiştir. Terim olarak

“maddî kiri (necâset, habes) veya mânevî pisliği (hades) gidermek”2 demektir. Kelimenin masdarı olan tuhr “temizlik” manasına gelir. Özellikle “hayızdan temizlenme” anlamında kullanılmaktadır. Tâhir (temiz), tahûr ve mutahhir (temizleyici madde), tathîr (temizlemek), tetahhur (temizlenmek) aynı kökten türemiş diğer kelimelerdir.

Yine Arapça’da (ي-ك-ز) z-k-y kök harflerinden türeyen ve sözlükte “artma, arıtma, övgü ve bereket” manalarına gelen, terim anlamıyla da “dinen zengin sayılan Müslümanların malından alınan ve Kur’an’da belirtilen sınıflara sarfedilen belli pay” demek olan zekât kavramıyla aynı kökten türeyen kelimeler de “maddî ya da manevî yönden temizlenme, temizleme, arıtma ve temize çıkarma”

anlamlarında kullanılmaktadır.3

Tahâret kelimesinin zıddı necâset yani pisliktir. Bu çerçevede necîs ve neces kelimeleri “pis”

anlamına gelmektedir.4 Arapça’da (ث-ب-خ) h-b-s kökünden türeyen habes de “maddî necâset, necis şey”

demektir.5 Türkçe’de abdest bozduktan sonra yapılan temizlik için kullanılan tahâret, fıkıh literatüründe istibrâ ve istincâ terimleriyle ifade edilir. Bu bağlamda Arapça’da (أ-ر-ب) b-r-e kök harflerinde türeyen ve sözlükte “kurtulmak, uzaklaşmak, uzak olmak, bir şeyden kurtulmayı istemek, ilişki kesmek, uyarı, ihtar, ayrılık” anlamlarına gelen istibrâ “abdest bozduktan sonra dışkı veya idrarın tamamen kesildiğini anlamak için bir süre beklemek ve bu amaçla bazı davranışlarda bulunmak”6 demektir. Arapça’da (ي-ج- ن) n-c-y kök harflerinden türetilen ve sözlükte “bir sıkıntıdan kurtulmak, bir şeyi kesmek, vücuttan çıkan pisliği temizlemeye çalışmak” manalarına gelen istincâ ise “tuvalet ihtiyacını giderdikten sonra dışkı ve idrar kalıntısını su vb. şeylerle temizlemek”7 demektir.

İslâm dininde temizlik o denli önemlidir ki Hz. Peygamber (s), “Temizlik imandandır.”8 buyurarak temizliğin imanın bir parçası olduğunu belirtmiştir.

İslâm’a göre temizlik, hadesten tahâret ve nesâsetten tahâret olmak üzere ikiye ayrılır. Birincisi, dinen manevî kirlilik hali kabul edilen abdestsizlik, cünüplük, hayız ve nifastan temizlenmektir. Bu temizlikler su ile ve abdest ve gusül yapılarak gerçekleştirilir. Suyun bulunamadığı veya suyu kullanma imkânının olmadığı durumlarda ise teyemmüm yapılır ki o da toprak ya da toprak cinsinden bir madde ile usulüne uygun olarak gerçekleştirilir. Bu noktada teyemmüm hem abdestin hem de guslün yerini tutan bir temizlenme yoludur. Dinen maddî kirlilikten temizlenme olarak kabul edilen necâsetten tahâret ise, beden, elbise ya da ibadet yerinin dinen pis sayılan maddelerden temizlenmesidir. Maddî ve manevî temizlik, namaz gibi ibadetlerin yerine getirilebilmesi adına farzdır. Bu çerçevede necâsetten tahâret - neredeyse- İslâm âlimlerinin tamamına göre namazın geçerlilik şartlarındandır. Sadece Mâlikî

1 Ezherî, “Thr”, 3: 2225-2227; İbn Fâris, “Thr”, 602; Isfehânî, “Thr”, 525-526; İbn Manzûr, “Thr”, 9: 151-153.

2 Ezherî, “Thr”, 3: 2225-2227; İbn Fâris, “Thr”, 602; Isfehânî, “Thr”, 525-526; İbn Manzûr, “Thr”, 9: 151-153.

3 Isfehânî, “Zke”, 380-381; İbn Manzûr, “Zke”, 7: 45-46. Zekât hakkında geniş bilgi için bk. Mehmet Erkal, “Zekât”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2013), 44: 197-207.

4 Cevherî, “Ncs”, 2: 543; İbn Fâris, “Ncs”, 976; Isfehânî, “Ncs”, 791; İbn Manzûr, “Ncs”, 14: 191.

5 Ezherî, “Hbs”, 1: 973-975; Cevherî, “Hbs”, 1: 326-327; Isfehânî, “Hbs”, 272-273; İbn Manzûr, “Hbs”, 5: 8-9.

6 Isfehânî, “Bre”, 121-122; İbn Manzûr, “Bre”, 2: 46-48.

7 Cevherî, “Ncv”, 2: 545; Isfehânî, “Ncv”, 793; İbn Manzûr, “Ncv”, 14: 204-206. İstibrâ ve istincâ hakkında geniş bilgi için bk. Salim Öğüt,

“İstibrâ ve İstincâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2001), 23: 320-321.

8 Müslim, “Tahâret”, 1; Dârimî, “Vudû’”, 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5: 342, 344.

(2)

mezhebinin meşhur kanaatine göre necâsetten tahâret sünnet-i müekkede kabul edilse de bilerek ve imkânı olduğu halde bu temizliği terk etmek, namazı geçersiz sayar.9

İslâm dininin temizliğe atfettiği önemin neticesi olarak İslâm medeniyetinde bir temizlik kültürü oluşmuş; bu doğrultuda çeşme, hamam, kuyu, sarnıç gibi su ve temizliğe dair tesisler inşa edilmiş; bunlar İslâm medeniyetinin en belirgin unsurları olmuşlardır.10 Bu durum, Müslümanların su ve temizliğe verdikleri önemi ortaya koyması ve Kur’ân ve Sünnet ekseninde adeta bir temizlik medeniyeti inşa ettiklerini göstermesi bakımından manidardır.

Temizlik, tasavvufta önemli bir yere sahiptir. Bu bağlamda mutasavvıflar, ruhî ve ahlâkî temizliğe büyük önem verirler. Onlara göre, nasıl ki maddî temizlik bazı ibadetler için şart ise, nefsi kötülük ve günah kirinden arındırmak için de kalp ve rûh temizliği ve manevî arınma ehemmiyet arz etmektedir.11 Zira insan hem günah işleme hem de takvâya uygun yaşama eğilimine sahip bir varlık olarak yaratılmıştır.12 Dolayısıyla burada vurgulanan manevî arınma ile insanın takvâya uygun bir hayat yaşamasına ve günahlardan uzak durmasına yönelik bir teşvik söz konusudur.

Isfehânî temizliği ruh ve beden temizliği şeklinde ikiye ayırırken;13 Gazzâlî temizliği şu dört aşamada ele alır: i. Bedenin ve dış ortamın her türlü pislik, kir ve pastan temizlenmesi. ii. Organların günah sayılan bütün davranışlardan korunması. iii. Kalbin kötü huylardan arındırılması. iv. Ruhun mâsivâdan14 yani Allah’tan başka her şeyden temizlenmesi.

Gazzâlî’ye göre ruhun temizlenmesi peygamberlere ve sıddîklere mahsustur. Bu kapsamda her aşamadaki temizlik, onunla ilgili amelin yarısıdır. Kalp amellerinin en ileri derecesi, kalbi yanlış inançlardan ve kötü şeylerden temizleyip doğru inanç ve güzel ahlâkla donatmaktır. Kalp temizliği, kalp amellerinin yarısı olduğundan temizlik de imanın yarısıdır. Yukarıdaki dört aşamadan her biri bir sonrakinin şartıdır. Buna göre her ne kadar beden temizliği diğerlerinin şartıysa da temizliği sadece bundan ibaret sayıp diğer temizlik aşamalarını ihmal etmek büyük yanılgı olur.15 Dolayısıyla kendisini arındırmak isteyen sorumluluk sahibi bir bireyin, bedenini ve çevresini pisliklerden temizlemesinin yanı sıra organlarını günah sayılan tutum ve davranışlardan koruması, kalbini kötü huylardan arındırması ve ruhunu mâsivâdan temizlemesi gerekmektedir.

2. Kur’ân’daki Kullanımı

T-h-r (ر-ه-ط) kök harflerinden türeyen kelimeler Kur’ân’da isim ve fiil formunda 18 âyette ve 31 değişik şekilde geçmektedir.16 Bu kapsamda sözü edilen kökten gelen kelimeler Kur’ân-ı Kerîm’de fiil olarak َنْرُهْطَي yathurne,17 َرَّهَط tahhera,18 ُرِّ هَطُي/ ُرِّ هَطُت yütahhiru/tütahhiru,19 ْمُك َرِّ هَطُيِّل liyütahhirakum,20 ْرِّ هَط/ا َرِّ هَط tahhir/tahhirâ,21 َنْرَّهَطَت tetahharne,22 اوُرَّهَطَتَي yetetahherû,23 َنوُرَّهَطَتَي yetetahherûne,24 اوُرَّهَّطاَف

9 Geniş bilgi için bk. Salim Öğüt, “Tahâret”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2010), 39: 382-383 (382-385).

10 Mustafa Çağrıcı, “Temizlik”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2011), 40: 428 (427-428).

11 Çağrıcı, “Temizlik”, 40: 428; Süleyman Uludağ, “Tasfiye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2011), 40: 127 (127-128).

12 Şems 91/8.

13 Isfehânî, “Thr”, 525-526.

14 Mâsivâ hakkında geniş bilgi için bk. Süleyman Uludağ, “Mâsivâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2003), 28: 76.

15 Gazzâlî, İhyâ’, 1: 125-126; Çağrıcı, “Temizlik”, 40: 428.

16 Geniş bilgi için bk. ‘Abdu’l-Bâkī, “Thr”, 527.

17 Bakara 2/222.

18 Âl-i ‘Imrân 3/42.

19 Mâide 5/41; Tevbe 9/103.

20 Mâide 5/6; Enfâl 8/11; Ahzâb 33/33.

21 Bakara 2/125; Hacc 22/26; Müddessir 74/4.

22 Bakara 2/222.

23 Tevbe 9/108.

24 A‘râf 7/82; Neml 27/56.

(3)

fettahherû25 şekillerinde kullanılmakta ve “temizlemek, tertemiz etmek, temizlenmek, arınmak”

anlamlarına gelmektedir. Aynı kökten gelen kelimeler isim olarak da اًروُهَط tahûran,26 ُرَهْطَا etharu,27 اًرٍيِّهْطَت tadhîran,28 ُرِّ هَطُم mutahhiru,29 ة َرِّ هَطُم mütahhiratün,30 َنوُرِّ هَطُمْلَا/ َني ِّرِّ ه َّطُمْلَا el-mütahhirûn/el-müttahhirîn,31 َني ِّرِّ هَطَتُمْلَا el-mütetahhirîn32 biçimlerinde kullanılmakta ve “temiz, tertemiz, temizlenenler, tertemiz olanlar, arınanlar” manalarına gelmektedir.

3. İlgili Âyetlerin Yorumu

Kur’ân-ı Kerîm’de içerisinde “ َني ِّرِّ هَطَتُمْلا ُّب ِّحُي” yuhıbbü’l- mutetahhirîn ve “ َني ِّر ِّ هَّطُمْلا ُّب ِّحُي” yuhıbbü’l- muttahhirîn ifadelerinin geçtiği âyetler şunlardır:

3.1. Bakara Sûresi 2/222

ِّحَمْلا ِّنَع َكَنوُلَٔـْسَي َو ِّحَمْلا يِّف َءٓاَسِّ نلا اوُل ِّزَتْعاَف ىًذَا َوُه ْلُق ِّضي

َل َو ِّضي َف َن ْرَّهَطَت اَذِّاَف َن ْرُهْطَي ى تَحَ َّنُهوُبُ َرْقَْت ْن ِّم َّنُهوُتْا

ِّا ُ اللّٰ ُمُك َرَمَا ُثْيَحَ

ِّبُا َّوَّتلا ُّب ِّحُي َ اللّٰ َّن ِّرِّ هَطَتُمْلا ُّب ِّحُي َو َني

َني

Sana kadınların ay halini soruyorlar. De ki: ‘O, bir sıkıntıdır. (Bu sebeple) ay halinde kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendiklerinde Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Muhakkak ki Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever.’

Bu âyetin iniş sebebine dair kaynaklarda yer alan bilgileri ve âyette öne çıkan hususları bir önceki bölüm olan “Tevbekârlar” başlığı altında aktardığımız için burada tekrara yer vermek istemiyoruz. Ancak şunu ifade edelim ki Kur’ân’da sadece bu âyette geçen ني ِّرِّ ه َطَتُمْلا el-mütetahhirîn kelimesi “temizlenenler”

manasına gelmektedir. Bu kelime, siyâk-sibâk ilişkisi gereği kadınlardaki ay hali nedeniyle gelen kanı temizleyenler başta olmak üzere iman, inanç ve ahlâkla ilgili tüm kötülük, çirkinlik ve pisliklerden, hulâsâ bütün olumsuz tutum ve davranışlardan arınmayı gerçekleştirenleri kapsamaktadır.

3.1. Tevbe Sûresi 9/107-108

ِّذَّلا َو ِّرْفَت َو ا ًرْفُك َو ا ًرا َر ِّض اًد ِّجْسَم اوُذَخَّتا َني ِّنِّم ْؤُمْلا َنْيَبُ اًقْي

َص ْرِّا َو َني ْنِّم ُهَلوُس َر َو َ اللّٰ َب َراَحَ ْنَمِّل اًدا

ْنِّا َّنُفِّلْحَيَل َو ُلْبَق ٓاَنْد َر َا

ِّف ْمُقَْت َل َنوُبُِّذاَكَل ْمُهَّنِّا ُدَهْشَي ُ اللّٰ َو ىٰنْسُحْلا َّلِّا ِّجْسَمَل اًدَبَُا ِّهي

ِّف َموُقَْت ْنَا ُّقَحََا ٍم ْوَي ِّل َّوَا ْنِّم ى ٰوْقَّْتلا ىَلَع َسِّ سُا د ِّف ِّهي

ِّهي ِّر لاَج

ُ اللّٰ َو او ُرَّهَطَتَي ْنَا َنوُّب ِّحُي ِّرِّ هَّطُمْلا ُّب ِّحُي

َني

(Münâfıklar arasında) bir de (mü’minlere) zarar vermek, (hakkı) inkâr etmek, mü’minlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah’a ve Rasûlü’ne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir mescid kuranlar ve ‘(Bununla) iyilikten başka bir şey istemedik’ diye mutlaka yemin edecek olanlar vardır.

(Hâlbuki) Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahittir. Orada asla namaza durma! İlk günden takvâ üzerine kurulan mescitte namaz kılman elbette mutlak doğrudur. Onda temizlenmeyi seven kişiler (yiğitler) vardır. Allah temizlenenleri sever.

Bu âyetlerin sebeb-i nüzûlü hakkında kaynaklarda şu bilgiler bulunmaktadır:

a. Tevbe/Berâe sûresi 107. âyet hakkındaki bilgiler:

i. Ensâr’dan bir grup insan, Ebû Âmir er-Râhib’in isteği üzerine bir mescid inşa etmişlerdi. Bu kişi onlara: “Mescidinizi yapın, gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve silah hazırlayın. Ben şimdi Rum kralı Kayser’e gidiyorum. Rumlardan bir ordu getireceğim ve Muhammed ve ashabını buradan çıkaracağım.”

demişti. Bunlar, mescidlerini yapıp tamamlayınca Hz. Peygamber’e (s) geldiler ve: “Mescidimizi tamamladık. Senden bu mescidde namaz kılmanı ve mescidin bereketli olması için duâ etmeni istiyoruz.”

25 Mâide 5/6.

26 Furkân 25/48; İnsân 76/21.

27 Bakara 2/232; Hûd 11/78; Ahzâb 33/53; Mücâdele 58/12.

28 Ahzâb 33/33.

29 Âl-i ‘Imrân 3/55.

30 Bakara 2/25; Âl-i ‘Imrân 3/15; Nisâ’ 4/57; ‘Abese 80/14; Beyyine 98/2.

31 Tevbe 9/108; Vâkı‘a 56/79.

32 Bakara 2/222.

(4)

dediler; Bunun üzerine, “(Münâfıklar arasında) bir de (mü’minlere) zarar vermek, (hakkı) inkâr etmek, mü’minlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah’a ve Rasûlü’ne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir mescid kuranlar ve ‘(Bununla) iyilikten başka bir şey istemedik’ diye mutlaka yemin edecek olanlar vardır. (Hâlbuki) Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahittir.”33 âyeti nâzil oldu.34

ii. Kuba halkı hep birlikte Kuba mescidinde namaz kılarlardı. Burada münâfıkların reislerinden Ebû Âmir adında bir kişi vardı. O, Sayfî ve kardeşleri başlangıçta samimi Müslümanlardı. Fakat daha sonra Ebû Âmir, İbn Bâlîn ve Alkâme b. Ulâse Hz. Peygamber’den (s) kaçarak Bizans kralına sığındılar. Bir zaman sonra İbn Bâlîn ve Alkâme b. Ulâse geri dönerek yeniden Müslüman oldular; ancak Ebû Âmir Hıristiyan olup orada kaldı. Bunun üzerine Kuba’daki bir grup münâfık, Hıristiyan olan Ebû Âmir’in gelip namaz kılmasına imkân sağlamak, Kuba mescidinde hep birlikte namaz kılan Müslümanların arasına tefrika sokmak ve onları bölüp parçalamak için Mescid-i Dırar’ı inşa ettiler. Ardından Hz. Peygamber’e (s) gelip:

“Ey Allah’ın elçisi! Belki sel gelip aramızdaki irtibatı koparır; kavmimizle aramızda bir engel oluşturur.

Böyle durumlarda biz mescidimizde namaz kılalım; sel geçtiğinde yine kavmimizle birlikte namaz kılarız.”

dediler. Bunun üzerine Yüce Allah Tevbe sûresi 107. âyeti indirdi.35

iii. Câhiliyye döneminde Hıristiyan olan ve ibadet etmek için manastıra çekilen Ebû Âmir, Hz.

Muhammed (s) peygamberliğini ilan edince ona düşman olmuştu; zira böylece toplumdaki liderliği sona ermişti. Bu kişi Hz. Peygamber’e hitaben: “Seninle savaşan bir topluluk bulduğumda, mutlaka onlarla birlik olur, sana karşı savaşırım.” demişti. Huneyn Günü’ne kadar bu savaştan ve mücadelesinden geri durmamıştı. Hevazin Kabilesi hezimete uğrayınca, Şam’a gitmiş ve oradan münâfıklara şöyle haber göndermişti: “Gücünüzün yettiğince kuvvet ve silah hazırlayın; benim için bir mescid yapın; zira ben şimdi Kayser’e gidiyorum. Kayser’in yanında bulunan orduları alıp geleceğim. Böylece de Muhammed ve yanındakilere karşı kıyam edeceğim.” Bunun üzerine de münâfıklar, adına Mescid-i Dırâr denilen bu mescidi yapmışlar ve o mescidde kendilerine namaz kıldırması için Ebû Âmir’in gelmesini beklemeye başlamışlardı. Bunun üzerine Tevbe sûresi 107. âyet indirildi 36

iv. Hz. Peygamber (s), Tebük seferi hazırlığında iken Mescid-i Dırar’ı yapanlar37 ona geldiler ve: “Ey Allah’ın elçisi! Herhangi bir hastalık veya ihtiyaç durumunda ya da yağmurlu kış gecelerinde namaz kılmak üzere bir mescid inşa ettik. İsteriz ki orada bize namaz kıldırasın.” dediler. Hz. Peygamber (s) de sefer hazırlığında olduğunu, ancak sefer dönüşünde bu talebi karşılayabileceğini söyledi. Tebük dönüşü Medine yakınlarındaki Zî Evân’a geldiklerinde, bu mescidin Mescid-i Dırar olduğu ve mü’minler arasına tefrika sokmak için inşa edildiği Yüce Allah tarafından kendisine bildirildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s), Mâlik b. Duhşum ve Ma‘n b. Adiyy’i (veya onun kardeşi Asım b. Adiyy’i) çağırıp, “Ehl-i zalim olan şu mescide gidin, onu yıkın ve yakın.” buyurdu. Onlar da hemen Hz. Peygamber’in (s) talimatını uyguladılar ve bunun üzerine söz konusu âyet indirildi.38

b. Tevbe sûresi 108. âyet hakkındaki bilgiler:

33 Tevbe 9/107.

34 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 11: 19.

35 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 11: 20.

36 Semerkandî, Baḥru’l-‘ulûm, 2: 89; Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 11: 23-26; Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, 16: 193-194.

37 Bu mescidi inşa edenlerin 12 ya da 17 kişi olduğu nakledilmektedir. Geniş bilgi için bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 11: 18; İbn Hişâm, es-Sîretü’n- nebeviyye, 4: 174; Çetiner, Esbâb-ı Nüzûl, 1: 482.

38 Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 11: 18. Hatta kaynaklarda Hz. Peygamber’in, o mescidin yerinin içine çerçöp atılan bir yer edinilmesini emrettiği aktarılmaktadır. (Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, 16: 195) Tevbe sûresi 107. âyetin sebeb-i nüzûlü hakkında geniş bilgi için bk. Çetiner, Esbâb-ı Nüzûl, 1: 480-482.

(5)

i. Bu âyet, Kuba halkından olup, Mescid-i Dırar’ın inşa edilmesine karşı olan ve başlangıçtan itibaren takvâ üzere samimi kulluğu yerine getirmeye çalışanlar hakkında nâzil olmuştur. Zira onlar, büyük abdest bozduklarında taş ile istincâdan sonra su ile de temizlenirlerdi.39

Tevbe sûresi 107 ve 108. âyetlerin sebeb-i nüzûlüne dair rivayetler, Kuba’da bulunan bir grup münâfık tarafından yapılan Mescid-i Dırar’ın asıl inşa edilme amacının, -bu âyetlerin muhtevasında da açıkça belirtildiği üzere- mü’minlere zarar vermek, hakikati inkâr etmek ve Müslümanların arasına tefrika sokmak olduğunu göstermektedir.

Tevbe sûresi 107. âyette öne çıkan hususlar şunlardır:

 Bu âyetlerin konusu, Kuba’daki bir grup münâfık tarafından mü’minlere zarar vermek, hakikati inkâr etmek ve Müslümanların arasına tefrika sokmak için inşa edilen Mescid-i Dırar yani “zarar vermek amaç edinilen mescid” ve bu mescide karşı Hz. Peygamber (s) ve inananların takınması gereken tavırdır.

 Âyette, münâfıkların Mescid-i Dırâr’ı inşa etmelerine yönelik dört amaç gündeme getirilmektedir:

i. Âyetteki اًرا َر ِّض dırâran kelimesinden anlaşılmaktadır ki birinci amaç, Müslümanlara zarar vermektir.

ii. Âyetteki اًرْفُك küfran ifadesinden anlaşıldığına göre ikinci amaç, ilgili kişilerin inkâr ve nankörlüklerini ortaya koymak, inkârı etrafa yaymak, küfür ve nankörlükte devamlı ve kararlı olduklarını göstermektir.

iii. Âyetteki َني ِّنِّم ْؤُمْلا َنْيَبُ اًقْي ِّرْفَت tefrîkan beyne’l-mü’minîn ifadesinden anlaşılmaktadır ki üçüncü amaç, mü’minlerin arasını açmak, İslâm toplumunda fitne çıkarmak, toplumsal hayatı tefrikaya boğmak ve böylece Müslümanları parçalamaktır.

iv. Âyetteki لْبَق ْنِّم ُهَلوُس َر َو َ اللّٰ َب َراَحَ ْنَمِّل اًداَص ْرِّا َو ve irsâden limen hârabellâhe ve Rasûlehû min kabli cümlesinden anlaşıldığına göre dördüncü amaç, daha önce yani bu mescid yapılmadan önce Yüce Allah’a ve Rasûlü’ne savaş açanları bekleyip gözetlemektir. Tevbe sûresi 107. âyetin sebeb-i nüzûlüne ilişkin rivayetlerde de belirtildiği üzere burada beklenen/gözetlenen kişi ya da kişiler, Şam tarafında bulunan ve Bizans Kayser’inden destek alıp Hz. Peygamber (s) ve Müslümanlara karşı mücadele edeceğini ve savaşacağını ilan eden Ebû Âmir -ki onun gelip kendilerine namaz kıldırması beklenmektedir- ve onunla birlikte geleceğini düşündükleri Bizans (Rum) ordusudur. Ayrıca Kur’ân’da sadece bu âyette geçen داَص ْرِّا irsâd kelimesi “beklemek, gözetlemek, hazırlık yaparak beklemek”40 anlamlarına gelmektedir. Âyetin bağlamı dikkate alındığında, bu bekleyişte elbette Hz. Peygamber (s) ve Müslümanlara yönelik düşmanlık duygusunun kamçıladığı bir bekleyiş söz konusudur.

 Âyette Yüce Allah, Kuba Mescidi’ne yakın bir yerde yaptırılan ve yaptırılış amaçları yukarıda dört maddede ifade edilen bu mescidi yapanların ى ٰنْسُحْلا َّلِّا ٓاَنْد َرَا ْنِّا َّنُفِّلْحَيَل َو “(Onlar: ‘Bununla) iyilikten başka birşey istemedik’ diye mutlaka yemin edeceklerdir.” cümlesinde de belirtildiği üzere yalan yere yemin edeceklerini bildirmektedir. Bilindiği üzere yalan yere yemin etmek, münâfıkların en belirgin özelliklerindendir.41 Onların kendilerince dile getirdikleri “iyilik”ten kasıt, hastalara, acizlere, mescide gidemeyenlere bir imkân sunmak, onların işini kolaylaştırmak, yani toplumdaki muhtaç insanlara yardım etmektir. Ancak bunun mutlak surette bir yalan olduğu âyetin sonunda zikredilmektedir.

39 Ebû Dâvûd, “Tahâre”, 23; İbn Mâce, “Tahâre”, 28; Tirmizî, “Tefsîru’l-Kur’ân”, 8/15. Tevbe sûresi 108. âyetin sebeb-i nüzûlü hakkında geniş bilgi için bk. Çetiner, Esbâb-ı Nüzûl, 1: 482.

40 Isfehânî, “Rsd”, 355.

41 Münâfıkların yalancılık ve ikiyüzlülükleriyle ilgili bazı âyetler için bk. Bakara 2/14; Âl-i ‘Imrân 3/167; Nisâ’ 4/141; Mâide 5/41; Tevbe 9/42, 107; Feth 48/11; Münâfikûn 63/1; v.dğr.

(6)

 Âyette, çok ciddi ve çok zaruri bir ihtiyaç bulunmadıkça bir mescidin yanına veya yakınına başka bir mescid inşa etmenin doğru olmadığı, bunun Müslümanlar arasında tefrikaya sebebiyet vereceği, dolayısıyla bundan mutlak surette kaçınmak gerektiği vurgulanmaktadır. ىٰن ْسُحْلا َّلِّا ٓاَنْد َرَا ْنِّا َّنُفِّلْحَيَل َو “(Onlar:

‘Bununla) iyilikten başka birşey istemedik’ diye mutlaka yemin edeceklerdir.” cümlesinden de anlaşılacağı üzere bu türden mescidleri inşa edenler her ne kadar niyetlerinin sadece ve sadece iyilik olduğunu söyleseler de bunun gerçeği yansıtmadığı, bu sözün yalan olduğu ve Müslümanların böyle bir işlemden muhakkak surette uzak durmaları gerektiği bu âyette bildirilmektedir. Böyle bir davranışta bulunmaktan kaçınmanın tavsiye edilmesindeki amaç ise tevhîd dininin hedeflerinden olan toplumsal hayatta vahdeti sağlamak ve Müslümanlara birlik, beraberlik ve kardeşlik adına bir bilinç kazandırmak olsa gerektir.

 Âyette geçen َنوُبُِّذاَكَل ْمُهَّنِّا ُدَهْشَي ُ اللّٰ َو “(Hâlbuki) Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahittir.”42 cümlesinden açık ve net bir şekilde anlaşılmaktadır ki Yüce Allah, münâfıkların söyledikleri sözlerin yalan olduğunu kesinlikle bilmektedir. Dolayısıyla O, sözde “iyilik” söylemlerinin münâfıkları kurtarmaya yetmeyeceği mesajını kendilerine vermektedir.

Tevbe sûresi 108. âyette öne çıkan hususlar şunlardır:

 Bu âyette Yüce Allah, münâfıkların yaptıkları mescid olan Mescid-i Dırâr’da kesinlikle namaza durmamasını Hz. Peygamber’e emretmekte ve başlangıçtan itibaren takvâ esası üzere inşa edilen mescidin namaz kılmak için çok daha elverişli olduğunu bildirmektedir.

 Âyette zikredilen “Takvâ Mescidi”nden kastın Kuba Mescidi olduğu ifade edilmekle birlikte âlimlerin çoğunluğu bu mescidin Mescid-i Nebevî olduğu kanaatindedirler.43 Zira bu mescidin, inşa edildiği ilk günden beri takvâ yani Yüce Allah’a karşı sorumluluk bilinci ve duyarlılık içerisinde tesis edildiği, bu nedenle burada namaz kılmanın asıl gerçekçi ve uygun davranış olacağı beyan edilmektedir.

 Âyette geçen ُّقَحََا ehakk kelimesini “daha uygun” ya da “en uygun” şeklinde değil de “mutlak anlamda uygun, doğru” manasında yorumlamak gerekmektedir. Çünkü diğer mescid olan Mescid-i Dırâr’da namaz kılmanın hak ve hakikat namına hiçbir karışılığı yoktur. Bundan dolayı da orada namaza durmak yasaklanmaktadır.

 Âyette Yüce Allah, ilk yapıldığı günden beri takvâ yani duyarlılık üzere tesisi edildiğini haber verdiği Kuba Mescidi veya Mescid-i Nebevî’nin içerisinde tertemiz olmak için çaba sarfeden Müslümanların bulunduğunu beyan etmekte, bu şekilde temizlenmeye çalışanları da kendisinin sevdiğini bildirmektedir.

 Bu âyet, bir önceki âyetle ilişkilendirildiğinde, Müslümanlarla münâfıklar arasında son derece titiz ve ayırt edici bir mukayesenin yapıldığı görülmektedir. Bu çerçevede, Mescid-i Dırâr’ı inşa edenler zarar verici, inkârcı, nankör, tefrikacı ve kötü niyetli kişiler iken, Takvâ Mescidi olan Kuba Mescidi veya Mescid-i Nebevî’nin içindekiler günahlarından arınmak isteyen yiğitler olarak takdim edilmektedir.

 Âyette geçen لاَج ِّر ricâl kelimesi ile cinsiyet anlamında “erkekler”den ziyade, şahsiyet olarak kadın-erkek ayırt edilmeksizin günahlarından arınmak isteyen bütün fedakâr mü’minler kastedilmektedir.44 Bu bağlamda, Medine toplumunda yaşayıp Hz. Peygamber’le (s) birlikte hareket eden herkes âyette sözü edilenler arasında yer almaktadır. İşte bu insanların Yüce Allah’ın (cc) sevgisini kazandıkları kendilerine müjdelenmektedir.

Sonuç itibariyle Tevbe sûresi 107. âyette Yüce Allah, münâfıklar arasında bulunan bir grubun mü’minlere zarar vermek, hakikati inkâr etmek, mü’minlerin arasına tefrika sokmak ve daha önce Allah’a ve Rasûlü’ne karşı savaşmış olan birisini (Ebû Âmir’i) beklemek için bir mescid yaptıklarını, bu münâfıkların “(Biz bununla) iyilikten başka birşey istemedik” diye mutlaka yemin edeceklerini, hâlbuki

42 Benzer ifadeler için bk. Tevbe 9/42; Münâfikûn 63/1.

43 Semerkandî, Baḥru’l-‘ulûm, 2: 90; Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 11: 27-29, Zemahşerî, Keşşâf, 2: 300.

44 لاَج ِّر ricâl kelimesinin benzer kullanımları için bk. Nûr 24/37; Ahzâb 33/23.

(7)

onların kesinlikle yalan söylediklerini bildirmektedir. Buna mukabil, sûrenin 108. âyetinde Yüce Allah (cc), Hz. Peygamber’in (s) şahsında bütün Müslümanlara Mescid-i Dırâr’da namaza durmalarını yasaklamakta, bunun yerine ilk günden itibaren takvâ üzerine kurulan Mescid-i Kuba veya Mescid-i Nebevî’de namaz kılmanın mutlak doğru olduğunu beyan etmektedir. Ayrıca takvâ üzere inşa edilen mescidlerde günahlarından temizlenmeyi seven kişilerin olduğu ve bunların Yüce Allah tarafından sevildiği bildirilerek âyet tamamlanmaktadır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Kendi El Emeğinden ve Helalinden Vermek Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) “Kim, helâl kazancın- dan bir hurma kadar sadaka verirse –ki Allah, helâl olan- dan

Muhsin olan Yüce Allah, bir kere daha isminin gereğini yapmış “İhsan Edenlerin En Güzeli” oldu- ğunu göstermişti.... SÖZÜNE

Mülk kavramının daha çok siyâsî bir içerik taşıdığını iddia edenler olmuşsa da 82 aslında mülk ve hükümranlık kavramları Kur'ânî manada bütünüyle

Yüce Allah Kur‘an-ı Kerimde ―Sadakalar (Zekât) Allah‘ın farz bir emri olarak ancak yoksulların, düşkünlerin, zekât toplayan memurların, müellefet-i

“Kim İslam’da güzel bir uygulama (sünnet) başlatırsa ona hem kendi mükâfatı ve hem de kendisinden sonra o işi devam ettirenlerin mükâfatı, hiçbir şey eksiltilmeksizin

Bunun için insanoğlu yalnız O’na ibadet etmek ve her şeyden daha çok O’nu sevmek durumundadır.. Her şeyde bize örnek olan Peygamberimiz Allah’ı sevmede de bize en

Terim olarak ise Allah (c.c.) rızası için yapılması gereken ibadetleri ve güzel davranışları, insanlara gösteriş için yapıp kendini ve ibadetini beğendirme isteği,

Ayette Hz. Mûsâ’ya dokuz tane mucize verildiğinden bahsedildiği halde bu mucizeler hakkında herhangi bir bilgi verilmemektedir. Çünkü Kur’ân’ın daha önce farklı