• Sonuç bulunamadı

İNSANCIKLAR. Fyodor Dostoyevski

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "İNSANCIKLAR. Fyodor Dostoyevski"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

İNSANCIKLAR

Fyodor Dostoyevski

ANTİK DÜNYA KLASİKLERİ Haziran 2018

(3)

Hikâyeciler kadar tuhaf insanlar görmedim. İşe yarar, neşelen- dirici, ümit verici şeyler yazmazlar da; tutar ipe sapa gelmez, çoğu uydurma hikâyeler anlatırlar. Kafalarımızı karıştırır; beynimizi yorarlar. “Neden böyle dedi, neden şöyle oldu, şimdi ne olacak?”

der dururuz içimizden. Romancılar da hikâyecilerin ikiz kardeşi, işe yaramaz, geveze adamlar. İnanın, elimden gelse, topuna yazı yazmalarını yasaklar, bu yasağa uymayanları Sibirya’ya sürgüne gönderir, taş ocaklarında çalıştırırdım.

Prens V. F. Odoyevski

(4)

7 Mayıs Sevgili kızım Varvara Alekseyevna,

Dün o kadar mutlu oldum ki tarif edemem. Bilirsin, daireden dönünce bir iki saat kestirmeden edemiyorum. Bu beni ziyadesiyle dinlendiriyor. Günün yorgunluğunu atıyorum. Dün iş dönüşü yine uyumuştum. Uyandığım zaman galiba saat yediye geliyordu.

Tam emin değilim, sekiz de olabilir. Mumu yaktım, kalem kâğıt hazırladım. Masamın başına geçtim. Kalemi yontarken, bir ara dışarı baktım; birdenbire heyecanlanıverdim, kalbim hızlı hızlı çarpmaya başladı. Ah kuzucuğum, ah biricik kızım. Demek artık kalbimden geçenleri bile hissedebiliyorsun... “Ne olur...” diyor- dum içimden; “şu kuzucuğum perdeyi azıcık aralasa da; odanın içinde gezindiğini, sıhhatte olduğunu görebilsem...” Baktım, perdenin ucunu kıvırıp kına çiçeğinin saksısına tutturmuşsun.

Seni, uzaktan da olsa, görebileceğim küçücük bir aralık bırak- mışsın. Ne saadet! Teşekkürler, binlerce teşekkürler... Odanın içinde gezindiğini, yüzünün mutlu bir şekilde gülümsediğini görür gibi oldum. Görür gibi oldum dememin sebebi, ne yazık, artık uzakları iyi seçemeyişim. Ben de bir zamanlar iyi görürdüm.

“İhtiyarlık maskaralıktır,” diyenler fazla da haksız değil hani...

Uzaklara dikkatli bakınca gözlerim buğulanıveriyor. Akşam fazla okuyunca, sabaha gözlerim kızarmış ve kanlanmış olarak kalkı- yorum. Gün boyunca beni rahatsız ediyor. Gözlerimin çapağını silerken etraftan utanıyorum.

(5)

Mektuba başladığım şu anda, gülümseyen o melek yüzün hayalimde canlanıverdi. Saf, günahsız, mâsum gülümseyişin içimi rahatlatıyor. Bütün yorgunluğumu, fakirliğimi, ihtiyarlığımı unu- tuveriyorum. Tasasız, dertsiz, mutlu bir insan gibi hissediyorum kendimi. Beni de hayata bağlayan bir can var diyorum.

Şu perde parolasını bulmamız pek iyi oldu kuzucuğum. Perde vasıtasıyla haberleşebileceğiz. Her sabah perdenin aralandığı- nı görünce sağlığının yerinde olduğunu anlayabileceğim. Perde açılınca, “Hayırlı sabahlar. Nasıl uyudunuz bakalım? Sağlığınız yerindedir inşallah. Beni merak etmeyin, gördüğünüz gibi, şü- kürler olsun iyiyim,” demiş olacaksın. Perdeyi indirince, “Artık yatma zamanı geldi, iyi geceler sayın Makar Alekseyeviç! Fazla okuyup da gözlerinizi yormayın,” demek istediğini anlayacağım.

Ne akıllıca bir buluş değil mi anacığım?

Yeni odamda çok mutluyum. Buraya taşınmakla çok iyi ettim.

Artık her gün, uzaktan da olsa, seni görebileceğim. Bu odayı kiralamakla iki güneşe birden kavuştum. Biri vücudumu, öbürü kalbimi ısıtıyor.

Yeni bir eve taşınınca, insan bir müddet yerini yadırgar di- yenlere katılmıyorum. Ben hiç yadırgamadım. Rahat bir uyku uyudum ve kuşlar gibi hafif uyandım. Sağlık haberini aldım;

saadetten uçuyorum çünkü perdeni aralamışsın. Havada bahar kokusu var, kuşlar cıvıldıyor. Güneş bütün sıcaklığıyla cömertce odama doluyor.

Nedense, bahar insanda sıcak ve mutlu hisler uyandırıyor.

Tabiatla birlikte insanın duyguları da canlanıyor. Ben ki, hayatta dikili ağacı olmayan, zavallı bir ihtiyarım... Düşünebiliyor musun;

ben bile hayal kurabiliyorum. Bütün hayallerimde sen varsın...

Belki kızacaksın ama yeni bir kitap aldım. Onca ihtiyacımız varken kitaba para vermek müsrifçe bir davranış; biliyorum. Bu ihtiyarcığı mazur göreceğini umuyorum. Kitap oldukça duygusal

(6)

ve psikoloji ağırlıklı ama yine de hoşuma gitti. Daha çok gençlere hitap eden bir eser. Ancak bilirsin, duyguların yaşı yoktur... Hele mevsim bahar olunca insanın aklına hep tatlı, heyecanlı duygu- lar geliyor. Bu satırları kitaptan faydalanarak yazdığımı tahmin ediyorsundur elbette. Kitabın başında bir de şiir var:

Ah niçin kuşlar kadar hür değilim?

Beni duvarlar arasına esir eden,

Bu bağlardan nasıl kurtulacağım? Vs, vs...

Daha birtakım hoyratça fikirler. Neyse, geçelim bunları...

Nemize lazım?

Kuzucuğum, acaba sorma cesareti gösterebilir miyim? Bu sa- bah, neşe içinde nereye gidiyordun? Öyle hür kuşlar gibi uçuşunu seyredince ben de neşelendim doğrusu... Tam daireye gitmeye hazırlanıyordum ki kapıdan çıktığını gördüm. Önce endişeye kapıldım; ciddi bir şey var mı diye. Fakat yüzünün tebessüm et- tiğini farkedince rahatladım. Sanki benim odamdan tarafa baktın ve hafifçe el salladın gibi geldi bana... Yanılmıyorum değil mi?

Kendimizi üzüntüye kaptırmanın hiçbir faydası yok; sıkıntılar, hele bunlar maddi olunca çabuk geçer değil mi? Hem, can sıkıntısı acılarımızı artırmaktan başka ne işe yarıyor ki? Kadere küsmenin hiçbir faydası yok. Bunu kendi üzerimde denedim. Ne zaman kadere küstümse işlerimin daha da kötüye gittiğini gördüm. Sen hastalandığın zaman, “Kuzucuğum hastalığa değil, sağlığa daha lâyık; neden böyle oluyor?” diye kadere sitem etmiştim. Ancak kısa zamanda iyileştiğini görünce pişman oldum. Şimdi daha iyisin değil mi meleğim?

Şu senin Fedora ne âlemde? Çok saf bir kadın, değil mi? İyi geçiniyorsunuzdur umarım. Biraz gevezece ama dedikoducu değil en azından.

Sana Teresa’dan söz etmiştim. O da saf ve iyi niyetli bir kadın- cağız. Fakat bizim ev sahibesi zavallıyı köle gibi kullanıyor; nefes

(7)

aldırmıyor. Nasıl mektuplaşacağımızı düşünürken bu iyi kalpli kadıncağız imdâdımıza yetişti.

Dediğim gibi, odamdan memnunum; ama ev için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Öyle bir eve düştüm ki ev demek için bin şâhit lazım; yol geçen hanı gibi. Gürültüden durulmuyor. Eskiden oturduğum evi biliyorsun; sessiz, sakin bir yerdi, çıt çıkmazdı ve ben de odamda keşiş gibi oturur kitap okurdum.

Hayatımdan yakındığımı sanma. Hikâyecilerden esinlenerek evin tasvirini yapıyorum. Dış kapıdan girince burnunuza ekşi bir rutubet kokusu geliyor. Duvarlar kimbilir kaç seneden beri badana yüzü görmemiş. Karanlık koridor boyunca karşılıklı odalar sıralanıyor. Kapılar birbirine bakıyor. Odalar küçücük, mahkûm hücresi gibi.

Çocuk bağrışmaları, kadın çığlıkları, sarhoş nârâları birbirine karışıyor. Kadınlar bile ağıza alınmayacak küfürler ediyorlar. Bir odada en az iki üç kiracı oturuyor; düşünebiliyor musun, bir odada üç kişi... Ne can sıkıcı bir hayat! Biri kitap okumak, diğeri uyumak istiyor. Üçüncüsü bir arkadaşını dâvet etmiş, içki içip şarkı söylüyorlar...

Kiracılar içinde okumuş, bilgili, iyi insanlar da var. İlk ba- kışta, onları buraya fakirliğin ittiğini anlıyorsun. Kapı komşumla tanıştım; daha doğrusu kendisi “Hoş geldiniz!” demek için uğradı.

Edebiyatçıymış. Kitap okumaktan hoşlandığımı duyunca çok se- vindi. “Ah azizim...” dedi, “okuyanların sayısı gittikçe azalıyor ve Rusya karanlık bir cehalete doğru koşuyor.” Çok bilgili bir adam;

Homeros’tan, Sokrat’tan, Çiçero’dan pasajlar okuyor. Bir dahaki sefere üzerinde çalıştığı yeni kitabının müsvettelerini getireceğini söyledi. Bunları okuyup kanaatlerimi söylememi istiyor.

Karşı odada iki deniz subayı oturuyor. Adamlar içki içmekten, kâğıt oynamaktan ve açık saçık hikâyeler anlatmaktan başka bir iş yapmıyorlar. Hemen bitişikteki odada bir İngiliz öğretmenle bir

(8)

deniz teğmeni oturuyor. İkisi de pek kibar insanlar. İyi anlaştıkları hemen belli oluyor.

Ev sahibemiz cimri mi cimri, pasaklı mı pasaklı, şişman, kısa boylu, yağ tulumu gibi, mendebur bir kocakarı. Yüzünün bir defa olsun güldüğünü görmedim. Hep kiracılardan şikâyet eder, kirayı geciktirenlere çıkışır, kira vermeyenleri polis zoruyla dışarı atar; mallarına haciz koydurur.

Ben bu kadının bir gün olsun hanımefendi gibi giyindiğini görmedim. Sırtında pis bir sabahlık, ayaklarında kalın tabanlı terlikler, taranmamış saçlarını topuz yapmış bir halde dolaşır;

Teresa’ya bağırır, emir üzerine emir yağdırır.

Benim oturduğum oda mutfağa bitişik olduğu için yemek kokuları bazen çok rahatsız ediyor. Burası daha evvel mutfağa bitişikmiş. Kocakarı, “Bu mutfak çok geniş,” deyip araya bir tahta bölme yaptırmış; böylece benim oda ortaya çıkmış. Küçük ama bana yetiyor. Karyolamı, masamı, iki sandalyemi, kitaplığımı rahatça yerleştirdim. Duvara da bir aziz resmi astım.

Kirasını sorarsan çok ucuz. Artık üç beş kuruş artırabileceğim.

Burada en ucuz odanın aylığı otuz beş rubleden aşağı değil; ama ben yemeği içinde yirmi ruble ödeyeceğim. Biliyorsun, daha evvel oturduğum yere kırk ruble veriyordum. Bu yüzden ne para biriktirebiliyor ne de çay içebiliyordum. Kendimi ve seni temel ihtiyaçlardan mahrum bırakıyordum. Aslında çay tiryakisi değilim ama birileri odama gelince çay ikram etmek gerekiyor. Ben de onlarla birlikte bir bardak içiyorum.

Kına çiçeğini sevdiğini biliyorum; Fedora söylemişti. Sana iki saksı kına çiçeği aldım. Küpe ve sardunya çiçeğini de sever misin?

İstersen önümüzdeki ay onlardan da alırım.

Ucuz bir odaya taşındım diye sakın üzüntüye kapılma. İs- teyerek taşındım ve bundan da memnunum. Çünkü artık para biriktirebileceğim. Her ay en az on beş ruble artırabileceğimi

(9)

sanıyorum. Bir ayakkabı alabilirsem başka bir şeye ihtiyacım kal- mayacak. Arkadaşların söylediğine bakılırsa müdür önümüzdeki ay ikramiye vermeyi düşünüyormuş. Eğer öyle olursa ayakkabı parası çıktı demektir.

Dışarıdan bakanlar beni bunak bir ihtiyar zannederler. Ama aslında hesabını bilen, iradeli, tertipli bir insanımdır. Aslında ken- dimden bahsetmeyi sevmem fakat beni daha yakından tanıyasın diye bunları yazıyorum. Sen de bana yaz anacığım, günün nasıl geçiyor, sağlığın iyiye gidiyor mu, bir sıkıntın var mı?

Şöyle böyle derken daireye gitme zamanı geldi. Seni Tanrı’ya emanet eder, cevabını en kısa zamanda beklerim. Yanaklarından şefkatle öpüyorum meleğim.

Sadık dostun ve koruyucun Makar Alekseyeviç Not: Mektupla beraber sana iki saksı kına çiçeği, bir kilo şeker gönderiyorum anacığım. Afiyet olsun.

(10)

9 Nisan Saygıdeğer koruyucu meleğim Makar Alekseyeviç,

Mektubuma başlamadan evvel size çok kırıldığımı belirtmek istiyorum. Gönderdiğiniz hediyeleri alırken ne kadar üzüldüğümü bilemezsiniz. Size kaç defa söyledim; benim için masrafa girmeyin, hiçbir şeye ihtiyacım yok diye! Bunları alabilmek için kendinizi en lüzumlu ihtiyaçlarınızdan mahrum ettiğinizi biliyorum ve bu beni çok üzüyor. Şimdiye kadar yaptığınız iyilikleri unutmadım;

size minnettarım. Beni karşılığını veremeyeceğim iyiliklerin altında eziyorsunuz, aziz dostum. Sırf para biriktirebilmek ve bunları bana harcayabilmek için o dar odaya taşındığınızı anlamadığımı mı sanıyorsunuz?

Siz Fedora’nın gevezeliğine ne bakıyorsunuz. İki saksıya birden ne gerek vardı? Beni üzmemek için ucuza aldığınızı söylüyorsu- nuz ama kimbilir kaç para ödediniz. Ya şekere ne demeli! Hem de bir kilo... Siz delisiniz, azizim. Zaten mektubunuzdan pek de akıllı olmadığınız anlaşılıyor. Nedir o cümleler? Bahar kokuları, kuş cıvıltıları, iki güneş... Okuduğunuz kitap sizi hayli etkilemiş anlaşılan.

Çiçekler çok güzel doğrusu. Koyu kırmızı, benekli... Tam benim sevdiğim cinsten. İkisini de pencerenin önüne koydum, pek yakıştılar. Pencere deyince perde geldi aklıma. Perdeyi arala- mayı hiç düşünmemiştim doğrusu. Çiçeğe su verirken tesadüfen

(11)

saksıya takılmış; mesele bundan ibaret. Eh, madem sizi mutlu etmiş; varsın öyle kalsın...

Saygıdeğer Alekseyeviç, her ne kadar rahat olduğunuzu ve artık para biriktirmeye başladığınızı söyleseniz de beni kandıramazsı- nız. Gerçeği biliyorum; saklamaya çalışmayın. Siz o ucuz odaya sırf aylığınızdan bana harcayabilecek üç beş kuruş artırmak için taşındınız. Bunu adım gibi biliyorum. Benim için neden bu kadar fedakarlığa katlanıyorsunuz, neden? Siz ki, yalnızlığı ve sessizliği seven bir insansınız; o gürültülü evde ne işiniz var? Odanız dar ve mutfaktan gelen yemek kokuları sizi rahatsız ediyor. Bu şartlar altında hâlâ nasıl kitap okuduğunuzu söyleyebiliyorsunuz?

Fedora’nın anlattığına göre, bu maaşla önceleri daha rahat yaşıyormuşsunuz. Neden en önemli ihtiyaçlarınızdan keserek bana para harcama gereği duyuyorsunuz? Beni mutlu etmeye çalışırken kendiniz muhtaç duruma düşüyorsunuz... Yalvarırım, biraz da kendinizi düşünün. Ömrünüz hep böyle kiralık odalarda, yoksulluk içinde, yabancılar arasında mı geçecek?

Ben bu yardımlarınızı hak edecek ne yaptım? Size ne faydam dokundu? Yalvarırım, beni daha fazla minnet altında bırakma- yın. Sizin de fark ettiğiniz gibi, artık iyileştim. Bugün kendimi daha iyi hissediyorum. Fedora’nın çalıştığını görünce bana da bir gayret geldi. Ona yardım ettim. Bana evde yapabileceğim bir iş bulacağını söyledi. Çok sevindim. Ne güzel değil mi? Ben de artık çalışabileceğim. Tek arzum, kimseye yük olmadan yaşayabilmek.

Fedora’ya iplik lazım oldu; hemen çarşıya gidip iplik getir- dim. Gidip gelirken hiç yorulmadım. Kendimi kuşlar kadar hafif hissettim. Öğleye kadar her şey yolunda gitti. Fakat, öğleden sonra kalbim yine sıkışmaya başladı. Tekrar yatağa düşmekten korkuyorum. Hastalıktan değil; Fedora’ya ve size yük olmaktan korkuyorum.

(12)

Akşama doğru kendimi biraz iyi hissedince çalışmaya devam ettim. Gün batıyor, çalışmalıyım; elimde yetişecek bir iş var.

Sonra daha uzun yazarım. Size mektup yazarken kendimi çok iyi hissediyorum; rahatlıyorum.

Saygıdeğer Makar Alekseyeviç, artık komşu sayılırız; neden geçerken bize uğramıyorsunuz? Teresa, mektubunuzu getirdiği zaman çok sevindim. Kadıncağız perişan bir durumdaydı. Hasta mıdır ne? Eline yirmi kopek sıkıştırdım...

Dün gece ışığınızın geç saatlere kadar yandığını görüp merak ettim. İnşallah rahatsız filan değildiniz. Eğer geç yatmanızın sebebi okumaksa lütfen gözlerinizi bu kadar yormayın. Sakın o edebiyatçı komşunuzun müsvetteleri için gecenizi feda etmiş olmayasınız?

Böyle bir şey yapmışsanız size çok kızarım... Erkenden yatıp isti- rahatinize bakın. Edebiyatçıların müsvettesi biter mi? Biri biter, öbürü başlar. İlk yazdıklarını beğenmez, ikincisine başlarlar.

Nedense bugün canım çok sıkılıyor. Sizin gibi bir koruyucum olduğu aklıma geldikçe teselli buluyorum. Tanrı sizi korusun.

Size minnettar köleniz Varvara Dobroselova

(13)

10 Nisan Pek sevgili Varvara Alekseyevna,

Vah, şu ihtiyar başıma gelenler! Ah benim kuzucuğum, bu yaşlı adamla iyi alay etmişsin. Ben o iltifatların onda birine bile layık değilim. Aslına bakarsanız suç bende. Başımda kalan son bir tu- tam ağarmış saça bakmadan baharın uyandırdığı duygulardan söz ediyorum. Duyguların yaşı olmazmış; laf! Çiçekli dalların etrafa yaydığı o güzel bahar kokusu, kuş cıvıltıları, bir gün önce okudu- ğum duygusal kitap, edebiyatla uğraştığını söyleyen komşumun okuduğu şiirler... İşte bunlar sebep oldu yaşımı unutmaya. İnsan elinde olmadan bazen böyle tuhaflaşabiliyor işte. Güya duygusal ve süslü cümleler yazıyorum diye ciddiye alınmayacak bir sürü saçma sapan kelimeler sıralayıveriyor insan. Hatırladıkça kendi kendime kızıyorum: “Sen alaya alınmayı hak ettin!” diyorum.

Neydi bu sabah üzerimdeki o züppelik hali? Kafam sanki hafiflemiş, kalbim güçlenivermişti. Ortada haklı bir sebep yok- ken, içimde bir bayram sevinci hissettim. İşe uçarcasına gittim.

Kapıcıyla şakalaştım. Daire arkadaşlarıma gülerek selam verdim,

“Ne güzel bir gün değil mi, arkadaşlar?” dedim. Bir gün önce tamamladığım dosyaları daire amirine götürürken bile içimde aynı neşe vardı. Adamın asık suratını görünce birdenbire kendime geldim. Hiçbir şeyin değişmediğini anladım. Odalar yine aynı kasvetli odalardı. Masalar yine ayakları sallanan eski masalardı, üzerinde mürekkep lekeli kurutma kâğıtları, etrafında hasırları

(14)

dökülmüş sandalyeler... Her şey eskisi gibi renksiz ve can sıkıcıydı.

Ben de neysem oydum.

Sokağa bakan pencerelerden gelen mutfak ve çöp esintisinin burun törpüleyen çirkin kokusunu, nasıl oldu, çiçek kokusu gibi algıladım bilmiyorum. Nereden gelmişti bana o hoyratça neşe?

Adını şimdi hatırlayamadığım bir kitaptan okumuştum, “bahar çarpması” deniyormuş bu âni değişikliğe... İnsan ahmakça şeyler yaparmış.

İş dönüşü eve gelirken hep yaptığım hafiflikler aklıma geldi.

Yürüyerek değil de, sanki sürünerek geldim eve. Başım ağrıyor, soğuk almışım galiba. Yaşıma, yorgun bedenime bakmadan sabah yazlık ceketle çıkmışım. Ahmaklıktan başka bir şey değil.

Yalvarırım, sana yazdığım duygularımı yanlış anlama. Bir ba- banın kızına yazdığı ifadeler olarak kabul et. Öksüz oluşun bana bu hakkı verir sanıyorum. Bir akraba olarak kendimi sorumlu hissediyorum. Belki çok yakın akraba değiliz ama yine de akraba sayılırız.

İnsanın birine karşı sevgi duyması için yakın akraba olması gerekmez. Değil mi ki, en yakın akrabalarından beklediğin sevgiyi bulamadın; yardım yerine hakaret gördün. Bundan sonra en yakın akraban ve koruyucun benim.

Şiir konusuna gelince, öyle sandığın gibi şiirden filan anlamam ben. Zaten şiir dediğin ne ki; saçmalardan seçmeler... Geçenlerde defterlerine şiir yazdıkları için okulda çocukların pataklandığını duydum. İyi olmuş, hak etmiş keratalar; okuldan uzaklaştırılsalar yeridir.

Mektubunda yeni odamın rahat olup olmadığını soruyorsun.

Kuzucuğum, ben öyle kılı kırk yaran, titiz ihtiyarlardan değilim.

Tanrı’ya şükür, karnım tok, sırtım pek. Konfora ne gerek var;

kont ailesinden gelmedim ben. Babam, ailesini geçindirmek için benden daha eli sıkı davranırdı.

(15)

İnsan yaşlandıkça hâtıralara daha fazla önem veriyor. Yâni demem o ki; eski evimi sırf bende tatlı hâtıraları olduğu için özlü- yorum. Yoksa, yeni yerimden de memnunum. O zaman için beni kızdıran olayları bile şimdi tatlı birer hâtıra olarak algılıyorum.

Ev sahibem yaşlı bir kocakarıydı. Bana asık suratlı gibi gelirdi.

Ama iyi kalpli bir ihtiyardı. Benden fazla kira almazdı. Öyle ses- siz yaşardı ki; kimseyi rahatsız etmezdi. Ölümü bile sessiz oldu.

Çok tutumlu bir kadındı. Eski paçavraları birbirine ekler, kilim yapardı. Kışın yakacaktan ve ışıktan tasarruf yapmak için aynı odada oturur, aynı masayı paylaşırdık. Bakımını üstlendiği, Şuşil isminde yetim bir torunu vardı. Şimdi on üç-on dört yaşlarında olmalı. Onun tâ bebekliğini bilirim. Sıska, haşarı bir çocuktu;

ama sevimliydi kerata. Komik hareketleriyle bizi hep güldürürdü.

Üçümüz birlikte yaşadık desem yeridir. Akşam masamızın başına geçer, yemeğimizi yer, çayımızı içerdik. Sonra herkes kendi işine bakardı. Ben kitap okurken rahatsız etmesin diye, bizim nine, torununa masal anlatırdı. Ne masaldı onlar! Büyükler bile severek dinlerdi. Kitap okur gibi yapardım; ama aslında kulağım ninenin masalındaydı. Hele o haşarı kızı görmeliydin; elini pem- be yanağına koyar, ağzı açık, merakla dinlerdi. Masalın korkulu bölümlerinde, ninesinin eteğine yapışır, ona sokulurdu. Bu hali benim pek hoşuma giderdi. Gecenin ilerlediğini, mumun tüken- diğini, dışarıda esen tipiyi hiç hissetmezdik. Yirmi yılımız böyle mutluluk içinde geçti. Sanki bir aile gibiydik.

Gecenin ilerleyen bu saatinde gevezeliğim tuttu, kusura bak- ma. İnsan yalnız kalınca eski hâtıralar acı veriyor. Kafamda tuhaf düşünceler. Sanki ağrıyan kafam değil de bu düşünceler. İçim çok sıkılıyor kuzucuğum. Size ara sıra uğramamı istiyorsun. Hiç olacak şey mi bu? Görenler ne der sonra? Başlarlar sorup soruşturmaya, dedikoduya... Seni üzerler. Yarın kilisede görüşürüz. Böylesi, her ikimiz için, daha iyi olur.

(16)

Mektubu bitirmeden önce bir kere daha okudum; hiç hoşu- ma gitmedi. Saçma sapan şeyler yazmışım. Eğer elimden gelse üşenmeden daha iyisini yeniden yazardım. Ne yaparsın ki yaşlı ve câhil bir adamım. Hoşuna gitmeyen bütün cümleler için özür dilemekten başka elimden bir şey gelmiyor. Çok güzel şeyler yaz- mak geliyor içimden; ama bunları kâğıda dökemiyorum. “Kalbin dili yoktur,” diyen atalarımız ne güzel söylemiş. Yazdıklarımın işe yaramaz şeyler olduğunu biliyorum. Bunun için beni alaya almana, uyarmana gerek yok. Bugün seni pencereden gördüm;

perdeyi indiriyordun. Demek ki sağlığın yerinde, ayaktasın. Bu saadet bana yeter. Hoşça kal, kuzucuğum.

Koruyucun ve biricik dostun Makar Devuşkin Not: Bugün artık iyice yaşlandığımı anladım. Bundan sonra kimseye hicivli yazılar yazmayacağım. Ne demiş atalarımız, “Kaz- ma kimsenin kuyusunu, bir gün gelir içine kendin düşersin.” Öyle ya, bir gün gelir başkaları da beni alaya alır.

Referanslar

Benzer Belgeler

KARADENİZ’e akan derelerin önünü asfalt yolla kapatıp, sonra “Dere niye taştı?” diye sormanın elbette bir adı vard ır.. Ama

Flow For Love of Water'ın özel gösteriminin yapılacağı festivalde ayrıca, Son Kumsal, Devrimci Gençlik Köprüsü, Fatsa Gerçeği, Umut İklimi, Gıdanın Geleceği,

Bilmek şöyle dursun, onların gün yüzüne çıkartılmasını yasaklayanların, sular altında bırakmak isteyenlerin de ne denli bunlardan yoksun olduklar ını... Cengiz

Dışsalcılık açısından şansı engellemek için bilginin üçüncü koşulu olarak gerekçelendirmeyi aynen bırakmak (Quine ve Rorty gibi radikal dışsalcılar hariç) ve

17.Telli bir dosya içinde en az 10 adet şeffaf dosya.YA DA bu şekilde içerisinde dosyalar olan hazır dosyalar var onlardan alırsanız daha iyi olur.. (Bu dosya çantada

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı ile yirminci yüzyılın ilk yarısında dünya edebiyatına kazandırdıkları üç isim, onları belki olduğundan çok daha başka, çok daha

Arı, bir emre boyun eğdiği için kanatlanır da, sen onca emri hiçe saydığın için kalka- mazsın yerinden, adım atamazsın bir türlü. Oysa en çok sana gönderil- mişken kitap

Makanin bekçi yazar Petroviç, Obolkin, Kostya Rogov, Mihail, Vik Vikıç gibi eski kuşak Rusların karşı- sına Rusya’nın Batı’ya açılan yeni yüzünü temsil eden Lovyannikov