AKP Hükümetinin önce 12 Eylül Referandumu operasyonuyla yargı erkini eline geçirmesi ve sonrasında Yüzde 50’lik seçim zaferiyle elinin güçlenmesi ile ülkemiz doğasının kısa dönemli rant projeleri yoluyla yağmalanması süreci hızlanmıştır.
Hükümetin, özellikle kıyı alanlarında , meralarda, ormanlarda, sulak alanlarda, doğal ve arkeolojik sit alanlarında dilediği gibi inşaat yapmasını önleyen yasal mevzuatı tek elde toplayıp, bağımsız kurulları by-pass etme icraatı yoğunlaşarak artmaktadır.
Önce 6223 sayılı Yetki Kanunu, sonra 644 sayılı ve 648 sayılı KHK’lerle Çevre ve Orman Bakanlığının zaten kör topal işleyen yapısı ve işlevi çökertilmiş ,yerine konulan 2 adet Bakanlık ve KHK’ler sayesinde -‘’BIRAKINIZ YAPSINLAR, BIRAKINIZ GEÇSİNLER’’ - neo-liberal icraatı etkinleşmiştir.
Ülkemizde kısa vadede en büyük rant ve buna paralel olarak politik çıkar; özellikle doğal alanlarda arazinin arsaya dönüştürülmesi ve sonra imar planı uygulamaları ile elde edilen arsa ve yapılaşma rantının bölüşümünden
kaynaklanmaktadır.
İşte bu nedenle evvelce yalnızca DPT, Bayındırlık Bakanlığı ve belediyelerde olan merkezi ve yerel yönetim planlaması Turgut Özal yönetiminden itibaren yaklaşık 10 kuruluş arasında dağıtılmış ve bu kaos ortamından yararlanılarak plansız ve hukuksuz girişimler artmıştır.
Bu defa TOKİ ve Tapu Kadastroyu bünyesine alan sözde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, KHK’ler ile tepeden inme plan, proje ve hatta inşat ruhsatı/yapı kullanma izin belgesi verme yetkileri ile donatılarak büyük inşaat projelerinin daha çabuk ve engelsiz yürütülmesi sağlanmıştır. Böylece arap emirlerine, uluslar arası inşaat firmalarına, HES ve nükleer enerji pazarlamacılarına, masa başında söz verilen ancak DOĞA KORUMA ve PLANLAMA HUKUKU engeline takılan büyük projelerin önü açılacaktır.
Detaylara girmiyorum. Bu Kararname ile Hükümetin seçim öncesinde rafa kaldırdığı Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu hükümleri yürürlüğe konulmuş ve ayrıca İmar Kanunu, Yapı Denetim Kanunu, Maliye Bakanlığı kuruluş ve Görevleri h.k Kanun, 2863 sayılı Kanunda çok önemli değişiklikler yapılarak engeller ( ! ) kaldırılmıştır. Bu kanun KHK ile özellikle devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kamu arazileri/arsaları/binaları çok kısa süre içinde inşat sektörüne pazarlanacaktır.
Dikensiz gül bahçesi dizayn edilmiş ve köy meydanında köpekler salınmış ancak taşlar bağlanmıştır.2004 yılında Madencilik Kanununda, maden işletmelerine doğal sit alanlarında bile maden arama ve işletme yetkisi veren ve sonra Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen kanunun amacı bu defa tüm ülke genelinde yürürlüğe girmiştir.
Örneğin, Hükümet Kültür Bakanlığı'ndan çekip kopardığı doğal sit alanlarının derecelenmesini yeniden yapacak ve tamamen Bakanlık ağırlıklı Merkez ve Bölge Komisyonlarıyla icraatını başarıyla (!) yürütecektir. Bu arada 17 Ağustos tarihi itibarıyla Koruma Bölge Kurulları'nın mevcut üyelerinin sona erdirilmesi de bu operasyonun önemli bir parçasıdır.
TOKİ’ci Bakan bundan sonra , Hükümetin ve daha ziyade Başbakanın emir verdiği inşaat projelerini hemen gündeme sokacak, yetkili kurullardan derhal karar aldıracak ve sonra o inşaatın ruhsatını kesecek ve hatta yapı kullanma izin belgesini verecektir. Bu arada o yörede yaşayan yurttaşlar ve temsilcileri olan yerel yönetimler bütün olup bitenleri seyr edecektir. Merkezi idarenin emir ve talimatlarına karşı demokratik direniş haklarını kullanmaya başladıkler anda ise yine Hükümetin kontrolündeki Özel Yetkili Mahkemelerin ve Özel Yetkili gazetecilerin ‘’çok özel
uygulamalarına’’ muhatap olacaklardır. (Örnneğin Hopa)
Her ne kadar Ana Muhalefet Partisi bu yetki kanunu ile zincirleme gelen KHK’lere karşı Anayasa Mahkemesine başvurmuş ise de, bu başvurulardan bir sonuç çıkması çok zayıf bir olasılıktır.
‘’dikensiz gül bahçesine’’ uygun hale getirilmiştir. Anayasa Mahkemesi kararlarını dikkatle izliyorum. Yeni
yapılanmadan sonra ‘’sosyal devlet’’, özelleştirme’’, ‘’çevre koruma’ v.d konularda eski korumacı kararlardan rücu edilmeye başlanmıştır.
Bu arada yine 12 Eylül ile dizayn edilen HSYK’nın, Danıştay ve Yargıtay’a seçtiği yeni üyeler ile bu kurumların yapısı da değişmiş ve bu yapılanma yargıç tayinlerine ve yeni kararlara sirayet etmeye başlamıştır.
Elbette insan haklarını savunma , çevre ve doğayı kurtarma mücadelesi yine yürümeye devam edecektir. Ancak, bu mücadelenin yargısal alandaki işlevi artık çok sınırlıdır. Bu alan daralmasına neden olan 12 Eylül Referandumuna başta AB olmak üzere destek olan kişi ve kurumların ve sözde muhalefet yapan siyasi partilerin yeniden düşünme ve değerlendirme zamanları gelip geçmektedir. Sonuç olarak, bu ülkenin çevre , doğa ve ekolojisi çok büyük tehdit altındadır.
Noyan Özkan