• Sonuç bulunamadı

D Düşünce Hürriyeti

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "D Düşünce Hürriyeti"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Her ayın .biriyle onbeşinde çıkar F i k i r , S a n a t G a z e t e s i Sahibi ve yazı işlerini fiilen idare

eden. Orhan Veli KANIK

Yıl: 1 Sayı: 7

1 Nisan 1949 15 kuruş

Abone: 6 aylığı 150 kuruş Adres: Posta Kutusu 179,

Ankara

KANAAT Basımevi - Ankaça

Anadolu Yolculuğu

Başımı afdıtn bir kez çıktım lstanbuldıa Ankara dedim Haymana dedim Konya Başıboşluğa şehir mi dayanır gönlüm Sevdaya güzel mi dayanır ya sevdaya Anadolunun tozlu topraklı yolları Beni bir sarış sardı bir sarış sormayın Yağmuruna çamuruna başka bayıldım Rüzgarı nasıl üfûrüyor ya tüzgan Karşı ki ovanın ortasında bir köy var Ondan öte göz alabildiğine düzlük Nerde garipliğim karşılayacak sözlük Ne insanlar yaşadı göçtü ne insanlar

Sabahattin KU D RET

Düşünce Hürriyeti

D

üşünce harrlyetl demokrajtnin temel tay'arından biri hatta birincisidir deri«'. Fransız Şairi Paul Valéry , Düşünce hürri­ yeti olmayan yerde yanmanın tadı yoktur, demlıtl. Paşlzıata ve Naiyonıl Sosyalizmin her bakımdan geri, İptidai hıyıt felsefesinde demokrasi dünyasına an çok dokunan .ve ona isyın ettiren şey, nazi Ünif)rmttı giydirir gibi düşüncenin kalıp içine alınışı olmuştu. Bugün bu hürriyete - hiç olmazsa görünüşte - kimse dil uıatmak cesaretini gösteremiyor. Düşünce kutsaldır, ona saygı göstermelidir deniyor. Pakat düşüne« hürdür, kutsaldır demekle hiç bir şey halledilemez. Bn tıpkı «ekmek lüzumlu biı gıdadır» demeye benzer. Hepimiz ekmeğin lüzumlu bir gıda olduğunu biliriz ama bunu bilmekle ekmeği yiye­ bilmek arasında epey yol vardır. Düşünce hürriyetinin de insanların en esaslı haklarından biri olduğunu bilmek yetmen. Onan nasıl elde e4ileeeğlnl öğrenmek Uzımdır.

Düşünce hürriyeti deyince, elbette kİ kendi başımıza oturup düşünmek hürriyetini kasdetmiyornz. Düşündüılcrimlzl bışkalarına duyurabilmek, sa­ vunabilmek hürriyetini de beraber anlıyorua. Bu manâda bir hürriyetin bir memlekette bulunup bulunmadığını anlamak İçin kanunları, nizamları değil, doğrudan doğruya büuük kütlenin bu hürriyetten faydalanma İmkânlarını incelemek gerekir. Meselâ Tü-kiye’de düşünce hürriyeti Anayasanın teminatı altındadır demek yetmez. Konyada veya Van'daki bir vatandaşın bn hürri­ yetleri nasıl, ne dereceye kadar kullanabildiğini araştırmak lâzımdır. Hem de bu vatandaşı Türkiyede en büyük kalabalığı teşkil eden kattan seçmek ser­ tiyle . Yoksa meselâ istanbnlds bir gazeteciyi, Ankarada bir avnkatı örnek olarak alamayız. Van'daki bir çobanı, Konyadaki bir çiftçiyi, yani nüfusu­ muzun *k 82 sini dolduran kütledon birini ele almalıyız. Onun hürriyetinin genişliği, sınırı nedir? bunu araştırmalıyız

Dününün İS saatini toprak üstünde kara sapan peş'nde veya dağ ba­ şında davar güderek geçiren, oknma yazmadan habersiz, köy İmamı, ağası, jandarma ve tahsildardan başka dünya İle te naşı o'.mayaa bir vatandaşın bu hürriyetten nasıl, ne derece faydalandığını anlamaya çalışmalıyız.

Bu örnekleri almaktan maksadım.z düşünce hürriyetinin bligl hürri­ yetinden ayrılamaracağ.nı İşaret etmekti. Düşünce insanın kendi dışındaki dünyayı, insanlara, top'um meselelerine karşı takındığı durumu gösterdiğin­ den, bilgi ile bes enmek zorunda lir- Düşlncîola bu özelliği göz önünde tutulunca, toplumda düşünce hürriyetini sağlamak için, ilk önce, ona d uğra ve gerçek düşünüş imkâaım verecek olan «Bilgi hürriyeti» ni tanımak gerektiğ kolayca anlaşılıyor. Bilgi hürriyetini taımak ise topluma geniş surette bilgiden faydalanma fırsatını vermek, kültür kaynaklarını, fea ve san'at alanlarındaki ilerlemeleri onun bizmetlne kıymık demektir. O yu kİ, tarih boya anca, biigidea faydalanma imkânı herkese nasip olamadı. Halk yığınlarının b'lgisizlik içinde kalması çeşitli usul­ lerle uğlındı. Ya ona bilgisini arttırmak için uğraşacak zaman bırakılmadı, yn kültür araçları onun ulaşamıyacağı kadar masraflı, lüks müesseseler ha­ line getirildi, yahut da - son baş vurulan çare budur - bilgiye susamış olan halkın büyük çoğunluğu sathi, yanlış, değersiz bilg'ye boğularak gerçek düşünceden uzaklaştın İmaya çalışıldı. Bu arada düşünce hürriyeti Pransız ihtilâlinden beri heıkes: tanınan bir hak ojarak ilân edildi- Ama ne çare ki düşünce hürriyeti diye tanınan hak, aslında bir düşünmsmek hü riyetinden İleri geçemedi,

M. F IR T IN A L I

■■■BİSnHaBBBMUMfiMM BBMM MHM MMM HâffilM MNIllgMM MMf

Her Dilde Türkülerin Meramı Bir

Her Dilde Türkülerin meramı bir Sıla, İki gözlü bir ev, bir gelin

Kovboyun dilinde yavuz bir at, bir kement Do&ulu çobanın dilinde

Taze ekmek, taze peynir

taee'ut olmak her vakit elimizdedir. Bütün İstediğimiz bundan İbaret Köylüye toprak, Kovboya kement Herşeyln başında, herşeyden önce Hürriyet

N teati CUMALI

396 ya Mektup

Bedri Rnhmi EYO BOĞLU Stn benim aaz benizli, u- zun saçlı, mahzun kardeşim, sen bir orta okul talebesisin, ya bütünlemeyle ikiden üçe geçmiş, yahut üçte matema­ tikten çakmak üzeresin. Fa­ ruk Nafiz vari şiirler yazar­ sın. Yüz sayfalık bir roma nın olduğu, elden ele dolaş­ tığı da söylenir. Son zaman­ larda bir resim merakıdır başladı. Kimin elinden çıktı­ ğını bilmediğin naftalin veya lavanta kokulu kart postal- lerden kopyeler yapmış alt­ larına da kocaman bir imza atmışsın, ne ayıp şey. Artist kartlarından karelere böle­ rek yaptığın büyütmelere ge­ lince bunların bir tanesi ber­ berin aynasında, öteki pa- puçlarına pençe yapan kun­ duracının camekânında.

Güzel, ciltli defterlerin, tak­ vimli hatıra defterlerin var­ dır. Bunlar arasında sık sık şöyle bir kaç satırlık notlara rastlanır: 'du gün hava pırıl pırıl, lacivert elbiselerimi gi­ yindim. Yolda A. ya rastla­ dım. Ne kadar da serpilmiş haspa; beni gördü, görrne- mizlikten geldi. Bir saat son­ ra parkta tekrar karşılaştık. Bu sefer de ben onu görme­ mezlikten geldim.» Canımkar- deşim, mahzun olmasına mah­ zunsun. Yavaş yavaş canın gibi sevdiğimfudbol, bisiklet de seni eskisi g:bi oyalamaz | oldu Aksi gibi geceliği beş kuruşa kitap kiralıyan kitap­ çıda da okumadığın kalmadı. Şu fransızcanın fiilleri olma- masa insan bir şeyler öğren­ meğe hevesleniyor, ama gel gelel m fiiller b:r defa arap saçı gibi kör düğüm oldu. Açana İngilizceyi mi dene­ meli, onun da telâffuzu tne sele. Frasızcadan ne de olsa bir kulak dolgunluğu var.

Peki ya bu sivilcelere ne buyurulur ? Gelir gelir de insanın tam suratının o.ta- sına nişan alır bu münase­ betsiz şeyler. Niçin insanın dizinde çıkmazlar da yü­ zünde çıkarlar ? Bunlardan kurtulmak için neler feda et­ meğe hazırsın. Sivilce bahsi hayatında mühim bir yer tu­ tar. O zamana kadar nere­ den geldiğini pek iyi kestire- mediğin hüziın bu münase­ betsizlerin yardımıyla kas­ vete döner, ağlamaklı olur­ sun. Yalnızken gök yüzüne, yıldızlar a bakaç, durup du­ rurken ağlarsm.

Evinizde piyano yoktur, bir de piyano öğrenmeğe kalkmışsın. Okuldakinde an­ cak yirmi dakika çalışabilir­ sin. Evde yazı masasına cet­ velle tuşları çizer, faydasız parmak alıştırmalarına giri­ şirsin. Bir kaç ay sonra bu acayip piyanodan soğuyaca­ ğın muhakkak Peki ne ola­ cak senin bu halin 396 ? Normal olmasına normal bir çocuksun. Biricik kabahatin

T T - ) t? -7 ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ▼ ; :

x

X

X

X

X

\

X

X

X

X

Zenci Şairlerden Örnekler

Aşağıda okuyacağınız parça, Kübalı Zenci Şair M l c o l a s G u l l l e n ’ den çevrilmiştir

Kamış Zenci

Kamış tarlasının içinde Beyaz adam

Kamış tarlasının üstünde Toprak

Kamış tarlasının altında Kan

Kan bizden akıyor.

Çeviren : Melih Cevdet AND A Y

\

» ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ » ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ ♦ t ♦ ♦ ♦♦ ♦♦ ♦♦♦ »♦♦ + ♦♦ mesela geceleri yatağına işe-

mendir, fakat bunun matema­ tikle ne münasebeti var ? Matematikten aldığın sıfır­ larla delik deşik olan kar­ nene bir de fizik kimyadan aldıkların eklendi. Bu karne artık iflah olmaz 396. tiu sene kıyamet kopsa döne­ ceksin. Hem senin yaşında bir çocuğun eiinde kuş las­ tiği ne geziyor ? Karla ka panmış bahçedeki şaşkın ser­ çeye nişan alırken sem ma­ tematiğe giren müdür yaka­ layıp bu sene kalacağını müj delemedi mı '< Fasat gelecek

sene ortayı bitirmek gerek. Akademi Orta mezunu alı­ yormuş. Ah, bu havadisi duy­ duğun zaman az Kalsın se­ vincinden düşüp bayılacak­ tın. Eminim yalnız bunun zo­ ruyla O.tayı guç Dela bitile­ ceksin. Sonra memur baba­ nın ihtiyar günlerine sakla­ dığı bir kaç kuruşa güvene­ rek Anadolu’nun bir köşe­ sinden Istanouı’a doğru uça­ caksın.

Ben tam yirmi senedir Akademideyim 396. Bunun Deş senesi taleoelik, kalanı hocalıkla geçti. Yirmi senedir Akademide kaç 39b tamdım bilemezsin. Resirn’e yazılan­ ların yüzde yetmiş beşi diye­ bilirim. Hepsinin arkasına matematik bir kuduz gibi duşmuş, olanlar da güç belâ soluğu Akademide almışlar.

Orta sıralarında delik deşik olan onurlarını kurtarmak için bir mesleğe sarılışları vardır, insanın gözleri dolar. Tam üç sene bu ateşle çalı­ şırlar, ne kadar öğretirsen o kadar . öğrenmeye hazır­ dırlar. Sonra ilk kısımdan güzel derecelerle mezun öl- dular mı bir tuhaf olurlar ; “ Demek biz de insanmışız, demek bizde de seve seve bir şeyler öğrenmek gücü varmış „ derler, sonra söyle erkekçe bir tüküıürler: "Tuh Allah kahretsin bir de bize hiç bir zaman anam olmaz­ sın Jerleıdi. „

İlk kısmı bitirenlerin bir çoğu Akademiyi bırakıp ha­ yata atılırlar. Ne olurlar bi­ lir misin ? Kantar memuru deniz yollarında kâtip, Ma- lıye’de tahsildar, bazan aa tenor. Ama bu tenor olan çocuğun hikâyesi bir başka turludur. Bu çocuk iki yıl okuduktan sonra patasızlık yüzünden ayrıldı, konserva- tuvara parasız yatılı gire­ bilecekti. Gel gör kı elıi öğ­ renci arasından süzülmüş en iyilerden biriydi. Bizden üz­ gün ayrıdı, sonra duydum Konservatuvarın da en iyi­ lerinden olmuş. Bundan şu çıkar canım 396 ; Akademiye gelen çocuk anasından res­ sam veya heykeltıraş dag- maz. Onu bize yaralı izzeti

— Sonu arkada —

Ö l ü m s ü z S a n a i ç ı

Sanatta ölümsüz konular

varmış, m eselâ sevda konusu, m eselâ ölüm konusu gibi. S a ­ natçı işte böyle değişmeyen, yüzyıllar buyunca hep aynı

kalan konuları ele almalıymış A ncak bu sayede ölümsüzlüğe erişir, ken dim her çağda o-kuyucu, dinleyici, seyirci bu­ labilmiş. Sosyal m eseleler za manın şartlarına göre durm a­ dan değiştikleri için ne y ap a­ lım ki sanat dışı kalırm ış. Böyle konulan ele alan sanat çı yarından ümidini kesm eliy-miş, eskir giderm iş. Miş, eliy-miş, miş , . . Hani ortaya bu ç e ­ şit düşünceler atan adama zahmet edip de bütün honu-ların zamanın şarthonu-larına bağ­ lı olduğunu, bu günkü şiiri m lzdeki aşkla divan şiirinde k i aşk arasında, Hüseyin Si ret beyin ölüm anlayışıyla

Yunus E m re’nın ölüm anlayı­ şı arasında aşılmaz karlı dağ­ lar bulunduğunu söylememeli, belki anlamaz. Demeli k i ; birader, sen değil miydin gü­ zelliğin, yani senin anlayışın­ la ölümsüzlüğün konudan g el­ mediğini söyleyen ? Sen de ğilmiydin portrelerdeki, m

an-Oktay R İF A T

zara resim lerindeki güzelliği ele alman konuların gûteltiği ile değil de sanatçının ustalı­ ğıyla izah eden ? Şimdi d e tuıup buna, aman sevda gibi bilmem ne gibi ölümsüz ko­ nulardan şaşm a, sonra k a r ış ­ mam, unutulup gidersin ha ; diyorsun, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu / Madem sanatçı mübarek parm aklarını dokundurduğu her konuyu ö-lümsüzlûğe kavuştururmuş, kavuştursun bakalım şu ölüm lü, şu zavallı, şu entıpüften sosyal davaları da ötümsüz­ lüğe.

Adam bana ne cevap v e ­ rir bilemem am a, şu ölümsüz konular m eselesi, ne tarafın-tutulsa insanın elinde kalıve riyor. Eğer ölümsüz konular­ da bir keram et olmasaydı, komşu oğluna name yazan bütün komşu kızları birer ölümsüz sanatçı, nam eleri de ölümsüz sanat eserleri olur­ du. Iş sanatçıda. Sanatçının sanatının ehli olmasında, t çinde yaşadığı toplumun bü­ yük davalarım , ger çeklerini, problem lerini bir sanat gerçe­ ği haline getirmesini bilmesin­ de. işte ölümsüzlüğün sırrı.

(2)

Y A P R A K Y A P R A K Y A P R A K Y A P R A K

O LA « BİTEN

Eskisi gibi

Eskisinden Üstün

Devlet tiyatrosu Tatbikat Sahnesi Sanatkârları evvelki ayın sonundan Martın 27 sine kadar Küçük Tiyatro’da

Pirandello’nun Eskisi gibi.

E s k i s i n d e n

üstün

adlı eserini oynadılar. Esere ilânlarda, komedya denmişti. Ama sahnede bir melodram gördük. H a l k gülüyordu. Oynayanlar beki esere gü- tündüğünü sanmışlardır. Ama halk, esere değil oynanışa güulyordu. Ankaranın, içle­ rinde pek kıymetlileri bulu­ nan, genç sanatkârlarını kırmak istemeyiz. Yalnız, yine onların iyilikleri için, şu Kadarını olsun söylemeden geçmiyelim. 8u gıd şle Devlet Tiyatrosu sanatkârlarının en iyi oynayacakları eserler, bir zamanlar Agopyan'ıarın Çobanyan’ların, Rejisör Ka- rakaş Efendilerin oynadık­ ları eserler olacak Nıçevo’iar

Pe e-k - Cnaise, Mezat ligi Cinayetleri falan . . ,

O V. K.

Harcanan İstidat

10 Mart tariıi U»us Gaze­ tesinde şöyle bir demeç oku­ duk.

"Millî davalarda daima ve her zaman yan yana, kucak kucagayız. 8u inançla vazi­ femi başarn.aya çalışacağım» Ankaradan lstanbula Ha- ket ederken istasyonda Ulus Muhabirine bu demeci veren kimdir dersiniz Celâl Bayar mı? Değil rlıkmet Bayur mu Değil. Fahri Kurtuluş mu? Olabilir, ama o da değil.

Yukardaki sözleri söyliyen millî takıma katılmak üzere Ankaradan lstanbula çağrı­ lan bir futholcudur. Bize ka­ lırsa bu genci futbol maçla­ rında harcamak günah 1

__________________

M. F.

396 ya Mektup

— Devim —

nefsi getirmiştir. Ey estetik hocaları neredesiniz ? Ne zaman aranızdan biri çıka­ cak ta matematikle resmin, heykelin, nakış.n özbeöz kar­ deş olduklarını, bunlaıın hep­ sinin aynı tasarlama gücüne bağlı olduğunu fakir fuka­ raya anlatacak. B.lıyoıum, Akademiye yalnız resim sev­ gisiyle gelenler de vardır, ama yüzde bili aşmayan bu çocuklar da ya zengin ço­ cukları, yahut ta ailelerinde ressam bulunanlardır. Ondan ötesini, hele A ıadolu’dan gelenlerin hepsini evvela ede­ biyat" sevgisi sarar, güzel sanatlara hep bu kapıdan girerler. İşın tuh.fi şukı or­ tada edebiyata merak salan­ lar da çok defa Akademiyi Liseye tercih ediyorlar.

İşte böyle canım kardeşim. Bana bu mektubu asıl yazı ran sebebe g linçe:

Oıta oku. s.ralarmda onur­ ları param parça oian 396 lar ya bir gün Akademiye gele­ mezlerse.. Onları düşündü­ ğüm zaman içime öyle bir acı çöktü ki. H»nüz gözieri kapalı, şuursuz denecek bir gayretle bir edebiyata, bir resme, bir müziğe başvuran müstakbel meslektaşım, bü­ tün bunları sana yardım et­ mek kaygusuyla yazıyorum. Akademiye gelmek imkânını bulamıyanLrın gelenlerden çok daha fazla olduğunu biliyorum. Yüreği sızlayarak arzuladığı halde bir tüılü Akademiye gelemiyen 396, bundan somaki mektupla­ rımda hep seni düşünecek, sana faydalı olmağa çalışa­ cağım.

DERGİLER

D«ğlrmen

Trabzon'da çıkan Değir­ men Dergisinin ikinci sayı­ sını gördük, sevdik. Köye gitmek, Yeni nesil başlıklı yazılarda bizim de savundu­ ğumuz fikirler var. "Deniz vatan gibidir; sevgisi acaip şişelere doldurulup tekel ma- mulâtı gibi yaftalanamaz„ cümlesiyle biten fıkrada, Fın­ dık üzerine rapsodı’de, Pem­ be boyalı evin kızı adlı hi­ kâyede yeni ve umutlu ara­ yışlar var. S. Karsan'ın Nu­ mune Hastanesi Şiiri üstünde durduk. İçinde şöyle rahat Söyleyişler var ;

H astanedir elbet koca Nu­ mune Hastaneı K ızlar güzel olmıya yine güzel belki A m a yüzlerindeki renk ölü rengi K a n e p e y e yığılıkcasına oturan Mehmet Kkyünden dün geldi Midesinden olacak k i derdi Sağ eliyle karnını uğuştu

ruyor Duvarlarda sağlık, afişleri İnce hastalık, kancalıkurt tife vesaire H astanedir elbet Nümune Hastanesi

Değirmen Dergisine selâmlar.

TUrkçenin İnceliği

Kırşehirde çıkan bir der­ ginin yazarlarından biri, yine bu dergide Açık Muhabere başlığı altında eski hocasına sesleniyor. Diyorki :

Türkçemizin incelik ve de­ rinliklerini ve şiirlerimizin üstünlüğü vaktiyle b a n a öğreten müstesna görüşleri­ nizden, bugünkü gençlik için filız'e yazmak istemez misiniz? Sayın öğretmen, öğrencisine Türkçenin incelik ve derin­ liklerini öğreteceğine kaba Türkçe öğretseydi daha iyi olmazmıydı? YA PR A K

KİTAPLAR

Ava.-elik Edebiyatı

ve

Aşksız İnsanlar (1)

Romantikler avare insan­ lardı. Kırlarda işsiz güçsüz gezerler, yalnızlıklarını, baht­ sızlık arını düşünül ler, geç­ miş aşklarını hatırlar ve şiir yazarlardı.

Bizim de romantiklerimiz var, onlarda dünvada avare dolaşır, çocukluğun, delikan­ lılığın altın günlerini hatırlar ve hikâye yazarlar. Yalnız gezdikleri yerler artık kırlar değil, büyük şehirlerin so­ kaklarıdır. Tabiat tasvirleri yerine sokak tasvirleri ya­ parlar. Tabiatin sonsuzluğu yerine şehrin büyüklüğünden bahsederler, kayıtsız tabiat içinde şehrin yalnızlığını de­ ğil, kalabalık içinde, uzak insanlar içinde hikâyecinin yalnızlığını anlatırlar. Tıpkı Romantikler gibi bu halden hem şikâyet eder, hem de böbürlenirler. Ama şehirden kalabalıktan, romantiklerin b a h s e tm e d iğ i sahnelerden bahsettikleri için kendilerini realist sayarlar.

(1) Oktay Akbal, Ajksız İmanlar, Ltaabul, 1949 Varlık. Yayınları, 10* Kuru*.

XIX cu yüzyıl ortalarına doğru endüstrinin gelişmeaile Avrupanın, Amerikanın bü­ yüyen şehirlerinde bu "şehir romantizmi* hemen hemen her yerae görüldü. Bizde ise bu hal oldukça yenidir ve gerçekten büyük olan tek şehrimizin genç edebiyatçıla­ rına, İstanbul hikayecilerine mahsustur. Oktay Akbal’ın yeni hikâye kitabı, «Aşksız İnsanlar» işte böyle bir ede­ biyatın mahşulüdür.

“Sabahtan akşam a kadar bir şey arayıp onsuz bütün tadını kaybeden bu büyük, kalabalık şehirde, hiç bir şey anlamadan, insanlara denize, vapurlara, sevdalılara , . . , bakıp mânâsız, hoş olmtyan m aceralar peşinde kendimi oyalam ak istiyorum. (Aşksız İ ns anl ar, s a yf a 28) "Q gün Bulvar boyunca bir serseri gibi gezip durdum„ (s. 33) İn ­

sana yalnızlığını b ü s b ü t ü n hissettiren bir İstanbul a k ş a ­ mıydı. P arasız ve sıkıntılıy­ dım. B ir takım yollardan g e ç ­ miş, dik yokuşlardan inip çıkm ış, sinema afişlerin e b a k ­ mış, kıia ı çı v i t r i n l e r i n d e kendimi seyretmiştim„ (ı 43)

“Yanımdan geçen kadın ve erkeklerin yalnız sesleri ve h a fif kahkahaları bende k a ­ lıyordu. Şu anda koca şehir­ de yalnızdım. Ne bir anlaya­ nım, ne bir tanıyanım v a r d ı. . Ş apkasız, uçuşan saçlarım , eski paltom la bu nemli şubat akşam ında bir başımaydım,,

(s. 44) “ Yalnız ve avare bir

insan . . . » (s 33) “Genç ve

avare insan olan ben . . . »

(s. b*3) v. s.

Bu misallerde romantizmin bütün hallerini göıüyoruz, uçuşan saçlar dahil, Ama, diyeceksiniz, bundan ne çı­ kar? Romantizm yalaız ölmüş bir edebiyat değil, her gen­ cin, kısa bir zaman için de olsa, yaşadığı bir hâldir. 8u hal ÜKtay AkDafı, kendirli­ de, başkalarını da görmeğe, eserinde yaşatmaca engel olmasaydı, üzerinde bu ka­ dar durulmaya değmezdi. Hikâyenin tek kahramanı ve şüphesiz hikayecinin kendisi olan <Ben> hakKinda ne öğ­ reniyoruz? Yukardaki misâl­ lerde görüldüğü gibi boş ve avare dolaştığını. Daha baş ka şeylerde öğreniyoruz : Çok sigara içermiş, başından bir iki aşk macerası geçmiş çocukluk hatıraları din kal­ mış; bir de insanların hür ve mesut yaşamalarını arzulu- yormuş. Ama bütün bunlar bir insanı tanıtmaya, yaşat­ maya yetmez. Kişi ancak ba­ kışlarıyla karşı karşıya ge­ lince kendini belli eder; oy­ saki Oktay Akbat'ın hikâye­ lerindeki «Ben» in diğer in­ sanlarla alış verişi pek azdır. «-Yanımdan geçen kadın ve erkeklerin yalnız sesleri ve hafif kahkahaları bende ka­ lıyordu. «İşte «Ben»in şehrin insanlaı iyle alış verişi. On­ ları sever gibi görünüyor, bu sevgiden sık sık bahsediyor, ama bu ancak lâfta kalan bir sevgi. Bir hikâyecinin insanları sevmesi onlara inanması; hepsinde bir roman kahramanı vasıfları oiabile leceğini kabul etmesi detnek- tir. Halbuki Akbal önünden geçen, işlerinden dönen in­ sanlar hakkında bakın De diyor : “Görünüşleri başka içleri birdi» (3. 76) Bu söz bir sanatkârın değil bir dik­

tatörün sözü olabilir. Sanat’- kâr için insanların gö jinüş leri bir de olsa, içleri başka başkadır Gerçekçi sanat bu görüşle başlar. Oktay Akbalı insanlardan ayıran roman­ tizm, onun bu görüşe varma­ sına engel olmuş.

Bununla beraber Oktay Akbal bir kaç kişiyi yaşat­ maya çalışmış daha doğrusu âvâre benliği dışında birkaç insanla ilgilenmiştir. Meşelâ evinin duvarlarını bir gazete haline sokan Mahmut bey yahut Yandan Çarklı hikâye­ sindeki siyah saçlı genç kız. Hikâyecinin dışında yaşama­ ya başladıklrn için hikâyeleri güzelleştiren bu iki insanın gerçekliğinden ne yazık ki Oktay AkDaTın kendisi de şüpheleniyor : « Yoksa Mah­

mut bey ve gazetesi sonbahar yağmuru altında dolaşan bazgin bir insanın sıkıntı, ümitsizlik içinde teselli a r a ­

m ak için yarattığı bir hayâl miydi,, (S. 22) . . "Bana öyle bir mahlûk ( siyah saçlı genç k ı z ) hiç yaşam am ış g ib i geliyordu, onu sanki ben y a ­ ratmıştım,, (S. 5j)

balzac yarattığı kişileroi yaşadığına o kadar inanıyor ki onkra sokakta rastlar gibi oluyor, ölüm döşeğinde isimlerini sayıklıyordu. Oktay Akbal ise gördüğünü söyle­ diği insanların bile gerçek­ liğine inanmak istemiyor. İş» te realist bir romancıyla ken­ dini bir çeşit romantizme kap­ tırmış bir hikflyeci arasındaki ayrılık.

tşin insanı üzen tarafı Ok­ tay AkbaTın bu halden kur­ tulabileceğini zaman zaman isbat etmesidir. Kitabın so­ nundaki roman parçası Ok­ tay Akbal'ın avarelik hülya­ larından sıyrılarak bir şehri, çalışan, seveo, doğan, ölen insanlarıyla yaşatabileceğini gö^teıiyor. Dondurmalı s in e ­

ma, A hşap Ev gibi çocukluk hikâyeleı indeki Ben de yu­ karıda anlattığımız avare

Ben değildir. Hikayeci bun­ larda çocukluğun masal aün- yasına g rebilıyor ve bu dün yayı bize bülün hayal zen­ ginliğiyle verebiliyor.

E rol GÜNEY

H E R S A Y I D A B İ R K E L İ M E

D E M A G O J İ

1 — Yunan demokrasilerinde - ve en çok. Atinada • mevkii ve konuşmadaki ustalığı sayesinde halk toplulukla­ rının genel ka arları üzerinde etkisi olan bir kimseye De­ magog derlerdi. Demagog ile D em agoji kelimeleri ta klâsik ilk çağda kötü manada kullanılmağa oaşladı. Aristo,“De­ magoglar, ancak kanunlar egemenliği kaybettikleri vakit belııiıler» der. Demek ki demagoji için, ilk çağ demokra-' sisinin bozulmuş, soysuzlaşmış şeklidir, de diyebileceğiz.

Aristo bir de şöyle der : "istibdatta dalkavukluk ne ise demokraside de demagoji odur.„ Buradan anlaşılıyor ki demagog halk üzerindeki etkisini daha ziyade halkın duy­ gusunu okşayarak, mizacına göre şer bet sunarak sağlamak isler. Netekım kelimeyi yunancadakıne uygun bir şekilde fransız dfline sokan ilk hümanistlerden Oresme'den brri, demagog, halkı pohpohlıyarak halita dalkavukluk ederek onu kendi emelleri için hattâ bazen sonradan da milleti istibdat içinde kıvrandırmak için - elde etmek isti yen, diye tanımlanagelmiştir.

2 — Demek ki demagoji bir yalancılık sanatıdır. Me­ selâ : Almanyanın bütün felake.i yahudilerle liberallerden geldi, diyerea emellerine varmayı kuran demagog, düpedüz yalan söylüyordu. Çünkü bunun hakikate uymadığı artık tarihe geçmiş bir olaydır. O halde böyle bir demagoji, ta­ rihi sadece tannf etmiş oluyor. Fakat “memlekette hürriyet var» diyerek geri fıknleıın yayılmasını, yahut yeniden can­ lanmasını îatiyen demagogun durumu biraz başkadır. Mem­ lekette hürriyet var sözü yalan olmayabilir. Ancak dema­ gog burada hürriyetin yanlış bir tefsirini halka el çabuk­ luğu ile Kabul ettirıvermck ister.

3 — Demagog kötüdür, iyi görünmek ister. Fakat bu­ nun tersi de olmuş, yani iyi insanları, iyi cereyanları kötü­ lemek için onları demagoglukla suçlayıp lekelendirmeye de ug aşılmıştır. Klâsik tık çağda demokrasi düşmanları, ger­ çek demokrasiyi batırmak amacıyla çok kere ona demagoji demişlerdir. Bunun ikinci bir misalini de 19 uncu yüzyılda Almanyada görüyoruz : Napoleon savaşları ve Viyana Kongresinden sonra, orta Avrupa hükümdarlarıyla Rusya çarı, Fıansız aevrımınin aşıladığı yahut hızlandırdığı hürri­ yetçi cereyanları boğmak için, memleKetlerinde ağır bir is- tıbdat rej mı kurdular ve liberal düşünceli kimseleri sürdü­ ler, hapsettiler, devlet memuriuklatından uzaklaştırdılar. Almanca konuşulan ülkelerde bu hareketlerin bütününe “Demagogların koğuşturması t Demagogenverfolgung» den­

di. Demagoglukla böylece vasıflandırılan kimseler arasında, zamanın en değerli devlet adamları, şairleri, edebiyatçıları, gazetecileri, feylozofları, profesörleri, yüksek tahsil öğren­ cileri . . . vardı.

H I Z I R

O K U Y U C U L A R IM IZ A

Sîzlerden gördüğümüz ilgiy1 gerektiği gibi karşılayam ı-yoruz. M eselâ ilk sayılarım ızda gazetem ize resim basacağı misi söylem iştik; sözümüzü tutamadık. Bunun suçu salt bize yükletilmemeli. A nkarada gazetem izi sürekli olarak basacak bir m atbaa bulamadık Bununla beraber bu güçlükleri ilk ağızda önliyeceğimizi umuyoruz. Umduğumuz çıkarsa oku ­ yucularımıza daha güzel bir gazete okutturacağız.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

katılımcılar için Erasmus deneyimlerine dair bir anlatı koleksiyonu sunmanın ötesine geçmektedir. Kültürlerarası karşılaşmalara dair içten kesitler sunmaları

In this report, we further developed the pressure distribution equations under the special weak coupling status to simulate the relation between the acupoint and its coupled

To the best of our knowledge, there is no study comparing the effects of serum 25(OH)D levels on muscle strength and that of vitamin D supplementation on

Mach, usçu (rasyo- nalist) akıma bağlı bir düşünür ol- saydı, düşünce deneylerini kuramla- ra bağlama çabası, egemen deneyci akımca kolayca görmezden

(...) İslam ümmetinin temsilcileri olan mütehassısları kanalıyla (...) bir fikrin açıkça beyan edilmiş olduğu bir hususda herhangi bir hukukçu tarafından aksine

birçok alanda kullanılmaya başlanması, bir bilim kurgu öğesi olan insanlarla robotların savaşının o kadar da uzak bir ihtimal olmadığını gösteriyor.. Bu çerçevede

Evi benimkinden biraz uzakta olan İlay, benimle aynı anda, aynı ölçümü yaptığında ise artık şimşeğin konumu hakkında iki adayımız olur.. İkimizin evlerini merkez alan

İstanbul’un içini ve dışını, yatay ve dikey “shopping çenter” ler sarsa da, zaman içinde markalar ve başka mekânlar gözde olsa da.... Başörtüsünü çenesinin