• Sonuç bulunamadı

IM. BAŞARANI. VARLIK YAivıNLARI. KÖY ENSTiTÜLERi: DEVRiMCi EGiTiM

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "IM. BAŞARANI. VARLIK YAivıNLARI. KÖY ENSTiTÜLERi: DEVRiMCi EGiTiM"

Copied!
166
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

IM. BAŞARAN I

KÖY ENSTiTÜLERi:

VARLIK YAivıNLARI

DEVRiMCi EGiTiM

(2)

TONGUÇ YOLU

(3)

M. N

TONGUÇ YOLU

KÖY ENSTiTÜLERi:

DEVRiMCi EGiTIM

V A R L I K Y A Y I N EV l Ankara Caddesi, !stanbul

(4)

FAYDALI KiTAPLAR: 147

Varlık Yayınları. Sayı: 1795 İstanbul'da Üçler Matbaası'nda basılmıştır

Eylül, 1974

(5)

TONGUÇ YOLU

İri gövdeli, tok sesli. buram buram toprak kokan bir halk adamı. Canlandırılacak köy anlayışİyle «dev·

rimci eğitim imecesi>tnin yaratıcısı. Çağdaşlaşmaya dönük çabaları tabana oturtan adam . . .

Halkın halkça değerlendirmesiyle : TONGUÇ BABA.

Rumelinin uzak bir köşesinden kalkıp gelmiş, alı­

şılmadık biçimde ve kılıkta Maarif Nazırı Şükrü'nün karşısına dikilmiş :

<< Ben köylüyüm, okumak istiyorum>> diye dayat­

mış. Ekmeğini taştan çıkarırcasına okuma hakkını koparmış. Küçük yaşta İstanbul'dan Kastamonu'ya yaya gitmiş. Halk içinde, halkın sıkıntıları, çekile­

riyle pişe yağurula yetişmiş. Daha sonra öğrenimini Almanyalarda ilerletmiş. Duyduğu yeni sesleri, dü.

şünceleri memleketin gerçekleriyle yoğurmuş kafasın·

da. Neleri bilip bilmediğini Eğitim Yoluyla Canlan­

dırılacak Köy de, İlköğretim . Kavramı'nda, Pesta­

lozzi ve Devrim çevirisinde, Yüksek Köy Enstitüsün­

de v-erdiği « İş Eğitimi>> derslerinde ortaya koymuş.

Yaşamın kendini hazırladığı göreve gelince pek açık, pek sade bir gerçeği ispatlamış : Ulusal Kurtu­

luş Savaşımızı nasıl kendi gücümüzle kazanmışsak, iç kurtuluşumuzu da aynı güce dayanarak başara-

(6)

6 T O N G U Ç Y O L U

biliriz. Bu da teori ile pratiği birleştiren, insanı ve ç�vreyi değiştiren devrimci eğitim imecesiyle olur.

Sekter düşüncenin açıklayamadığı, ayağının al­

tından eski düzenin kaydığını hissedenlerin yıllardır diş bilediği TONGUÇ budur.

Sayın A. Dino Paris olaylarını, üniversitelilerle işçilerin birlikte ülkenin sorunlarına eğilmeleri eyle­

mini « devrimci eğitim imecesi» diye adlandırıyor.

Bir Türk olarak gördükleri karşısında kıvançla Ton­

guç'u ansıyor. Gerçekten de To:ıguç'un dünya eği­

timine yaptığı katkıya en uygun düşen ad «Devrimci eğitim imecesi» dir.

Tonguç'a göre Türk ulusu köylü bir ulustur.

«Ulusal bağımsızlığın ve toplumca kalkınmanın köy­

lüye dayanması, özüne köylüyü katması tarihsel bir zorunluktur. »

Geri bırakılmış toplumların insanı, yozlaşmış düzenin etkisiyle kabuk bağlamış, canlılığını yitir­

miş, toplumla, doğayla ilişkileri yönünden keleme­

leşmiş insandır. Bazı haklara, hatta ekonomik özgür­

lüğe kavuşturmak bile onu değiştirrneğe yetmez.

Bu insanların devriınce eğitim imecesi içinde « canlan­

dırılmaları» gerekir. Canlandırılacak insan birbakı­

ma edebiyatın çizdiği OBLOMOV dur.

Bakın bir devrimci bu tipten nasıl yakınıyor :

<<Rusya üç ihtilal geçirdi, ama gene Oblamov­

lar kaldı. Çünkü Oblamov'lar yalnız derebeyleri, köy­

lüler, aydınlar arasında değil, işçiler, komutanlar arasında da vardır. Toplantılarda, komisyonlarda nasıl çalışıldığına bakarsanız eski Oblamov'un içimiz­

de olduğunu görürsünüz. Onu adam etmek için daha

(7)

çok zaman yıkamak, temizlemek, sarsmak, dövmek gerekecektir.» ( Cumhuriyet !. Selçuk) .

Evet Tonguç'a göre biz bir «Canlandırılacak köy» sorunuyla karşı karşıyayız. « Köy meselesi bazı.

larının zannettikleri gibi mihaniki bir surette köy kalkınması değil, manalı ve şuurlu bir şekilde, kö·

yün içten canlandırılmasıdır. Köylü insanı, öylesine canlandırılmalı ve şuurlandırılmah ki onu hiçbir kuv·

vet, yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar et­

mesin. Köyün sakinlerine köle ve uşak muamelesi ya·

pamasın. Köylüler şuursuz ve bedava çalışan birer iş hayvanı haline gelmesinler. Köy meselesi, köyde eğitim problemleri de içinde olmak üzere bu demek­

tir. ( Canlan dırılacak Köy ) .

Yapılacak iç ezberciliği, aktarmacılığı, burjuva·

zirtin geliştirdiği tüketici eğitim anlayışını bir yana itmek, bilgi edinme işini gerçek yörüngesine oturta­

rak ülkede devrimci eğitim imecesini başlatmaktı.

t Birşeyi bilmek isteyen insan, onunla temasa gel­

meksizin, onun çevresinde yaşamaksızın onu uygu.

lamadan bu işi başaramaz.» (Teori ve Pratik Mao Çe-tung) lş içinde, iş vasıtasiyle, iş için yetişenler yaratıcı işin verileriyle canlanır, kendilerini ve çevre·

lerini değiştirebilirler. Kolay iş değildi bunu yap·

mak. Karşısında tüm egemen gilçler vardı. Gene de bağımsızlık savaşının diri yanına yaslanarak da va·

sını omuzladı Tonguç. Köklü ön hazırlıklardan sonra İkinci Dünya Savaşı koşulları içinde Enstitüler açıl·

dı. Adlarından da anlaşılacağı üzere, egemen güçlere papağanlık eden bir dört duvar okulu değildi ensti·

tüler. Köy çocuklarının, Ustaöğretici halk adamla·

(8)

8 TONGUÇ YOLU

rının, yöneticilerin (Müdürler) toprağımızın, insanı·

mızın sorunlarını çözmek için giriştikleri devrimci eğitim imecesiydi. Kahraman teknisyenler yoğuran bir imece : «Bataklığı kurutmak, sıtmahya kinin re­

jimi yaptırmak, yaralının yarasını sarmak, gebeye çocuğunu doğurtmak, pulluğun nasıl kullanılacağını veya tamir edileceğini öğretmek, bozuk köprüyü onarmak, ıslah edilmiş tohumu tarlaya saçmak, fi·

dan dikerek onu büyütmek ve st(;p köylüsünün ( dal) diye adlandırdığı ağacı hakikaten ağaç haline getir·

mek, nazariyeci ulema taslakla,rının işi değil, kahra·

man teknisyenler ordusunun başaracağı işlerdir.

( Canlandırılacak Köy) .

Zaman zaman Bucak Müdürleri, Kaymakamlar, Ilköğretim Müfettişleri bu imece havasına sokuluyor, omuziariyle taş taşıyarak çalışıyorlardı. Halkça gi·

yinen iş ekipleri serçe sürüleri halinde yurdun bir köşesinden kalkıp öbür köşesine konuyordu. Enstitü·

lerde yoğunlaşan devrimci imece, Bölge Okullarına, oradan da köylere yayılacaktı. Çalışmalar bölgesel özelliklere göre yürütüldüğü için sanayileşmenin ge.

reklerini de kapsayıcı idi.

Tüm devlet çarkı, tabanı kaplayan devrimci eği.

tim imecesine koşulma zorundaydı. Enstitütü ke-sim·

lerinde (3-5 il) okul yapımı, haberLeşme, para işleri bürokrasi çarkının dışına taşırılmış, eyleme hız ka·

zandırılmıştı. Tonguç, çapsız bir masa başı bürokratı değil, büyük eylemin lokomotifi idi.

1945 in Toprak kanunu bu gelişimin ürünüydü.

Seçim konuşmalannın birinde 1948 lerde Bakan·

lık da yapmış eski bir C.H.P.'li o toprak kanunu için :

(9)

9

<<İnönü'nün her köyü bir kolhoz haline getirme ni­

yetinde olduğunu anladık ona karşı çıktık>> diyecek kadar ileri gitmiştir.

1946 seçimlerinden sonra Meclis Başkanı Kazım Karabekir'le Hasanoğlana gelen soruşturmacılar­

dan Başkan yardımcısı Feridun Fikri, yöneticilere ağzı köpürerek «Rejim mi değişiyor bu memleket te ?»

diye soruyordu.

Tonguç yolunu bırakmanın bizi nerelere getir­

diğini acı acı görüyoruz bugün.

Devrimci eğitim imecesi, Tonguç yol u, canlı ve ileri bir toplum yaratmanın türkçesidir. Çağdaş dün­

yaya ayak uydurmak istiyorsak, bu gerçeği anlamak zorundayız. Birtakım yarım bilgilerle ilericilik göste­

rilerine kalkışacağımıza kendimizi devrimci eğitim imecesini başlatmağa, uygulamağa hazırlamalıyız.

Tonguç dedikçe: «Köyün (ulusun) canlandırılmasına emeğini katmıyanlar, bu amacı gerçekleştirrneğe çalışanların yollarını kesrnek gafletini gösterenler, bir içten yıkılışın ıstırapları içinde kıvrana kıvrana alınları lekeli olduğu halde, ortadan silinip gidecek­

lerdir. »

(10)

KÖY ENSTİTÜLERİ

Türkiye yarı feodal bir tarım ülkesiydi. Nüfu­

sunun % 8l'i köylerde yaşıyor, ulusal gelirin büyük bölümü topraktan sağlanıyordu. Üretim araçları il­

keldi. Bilgisizlik, bakımsızlık yüzünden ekilen toprak­

lar gittikçe yozlaşıyor, ölüyordu. lnsanımız çağdışı koşullar içinde kendine, toplumuna, dünyaya yaban­

laşmıştı, kurtuluşu ölüm ötesinde arıyordu. Gittik­

çe Uzerine abanan yoksulluğu, sıkıntıları <<yazgı» sa­

yıyordu.

Böyle bir toplum Kurtuluş Savaşı kazanmış bile olsa, yeniden dünya ağalarının tuzağına düşmernek için sosyal ve toplumsal yapısını değiştirerek, çağdaş­

laşmak zorundaydı. K urtuluş un önderine göre : «Şimdi ye değin izlenen eğitim çalışmaları ulusun tarihsel geriliğinde önemli bir etken olmuştu. Yeni kuşaklara verilecek eğitim , laik, çağdaş ve ulusal olmalıydı.

Bilgi, bir süs, bir huyurma aracı olmaktan çıkmalı insanı ve çevreyi değiştirmeye yaramalıydı. »

Tekkeler, medreseler, İmam Hatip Okulları bu­

nun için kapatıldı; Tevhidi Tedrisat kanunu bunun için çıkarıldı. Alfabe bunun için değiştirildi. Taban­

da devrim için eğitimi yaygınlaştırma amaciyle Köy Enstitüleri bunun için açıldı . . . Laik, çağdaş ve ulu­

sal eğitimden geçmeyen kafalar, yeraltı, yerüstü zenginliklerimizi değerlendiremez, toplumun yararı-

(11)

na işleyen akılcı bir düzen kuramaz, tutumsal bağım­

lılıktan kurtulamazdı.

Tonguç dedikçe, köy insanı «köle yaşayışından»

kurtulmalı, ileri üretim, yaşama aşarnalarına ulaş­

malıydı. İçinden canlandırılan, çağdaş bilgilerle do­

natılan köylü kendi yapmalıydı bunu. Batı kopyacılı­

ğından arınmış kafa, yolun bize göresini buldu : Ülke yüzeyini sürekli bir eğitim alanı durumuna getirmek, tüm insanımızı doğal ve sosyal çevreyi değiştiren bunu yaparken kendi de değişen ; giderek insanın in­

sanı sömürmediği bir yaşama düzeyini amaçlıyan bir eğitim imecesine sokmak gerekiyordu.

Doğal, tutumsal özelliklerine göre ülke beşer altJşar illik kesimlere ayrıldı. Enstitüler bu kesimle­

rin inceleme, araştırma, yöneltme merkezi olarak köy­

lerin yanıbaşında kurulmaya başlandı. Köy çocukla­

rı, köy halkı coşkulu bir öğrenme-yapma imecesine sokuldu. Her ağaç altı, her duvar dibi, her karış top­

rak, öğrenme uygulama alanı oluyordu. Yüzbinlerce tuğla pişiren, yüzlerce barınak kuran, kilometreler­

ce ötelerden kanallarla su getiren, bozkırları göğer­

ten, ışığa kavuşturan insanlar, yeni bir kurtuluş sava­

şının erieri gibi toprağı vatanlaştırıyorlardı.

Her Enstitü, ürettikleriyle bin kişilik bir top­

lumun beslenme, giyinme, barınma v.b. gereksinim­

lerini kendi karşılayabilecek bir çağdaş işletme ola­

rak gelişiyordu. Yani devlet bütÇ;esine yük olmadan işlerini yapacak ekonomimize katkıda bulunacaktı.

Kuruluşlarından beş yıl sonra b!l duruma yaklaşan Enstitüler vardı.

(12)

12 T O N G U Ç Y O L U

Bir Enstitü Müdürü bu eğitim imecelerinde ya­

ratılan yeni yaşamı şöyle betimliyor :

« Toprak kazanlar, kirizma yapanlar, at, davar, sığır, sürüleri güdenler, hayvaniara bakanlar, sirke, yoğurt, peynir yapanlar, makarna, bulgur, turşu, tarhana hazırlayanlar, araba sürenler, duvar ören­

ler, yapı kuranlar, taş yontanlar, beton dökenler, sıva yapanlar, tuğla pişirenler, kireç yakanlar, çatı kuranlar, plan çizenler, keşifname düzenleyenler, kooperatif işletenler, demir dövenler, kaynak yapan­

lar, tahtayı ve çeşitli malzemeyi esere çevirenler, bağ dikenler, orman ve bahçe kuranlar, ata, hisik­

Iete binenler, motosiklet, traktör kullananlar, türkü söyleyenler, mandolin, saz çalanlar, okuyanlar, şiir yazanlar, kendi hazırladıkları oyunları sahneye ko­

yanlar, milli oyunlar oynayanlar, kitap ciltliyenler, resim çekenler, sepet, kazak örenler, resim yapanlar, makina ile çorap işleyenler, iplik bükenler, kumaş, bez, çarşaf, örtü, havlu dokuyanlar, çamaşır, elbise dikenler, nakış yapanlar, milli nakışların örneğini alanlar, deri pişirenler, pullukla, traktörle tarla sü­

renler, nadas yapanlar, tohum ekenler, orakla, biçer­

döverle veya biçerlerle ekin biçenler, çeşitli aletlerle harman dövenler, ürünü ambara taşıyanlar, yüzlerce hayvanın kışlığını hazırlayanlat', köprü kuranlar, balık avlayanlar, yol yapanlar, kanal açanlar, fizik, kimya, biyoloji, çocuk ve iş psikolojisi, ekonomi, koo·

peratifçilik okuyanlar, ders okutanlar, köy etütleri yazanlar, motör, türbin, değirmen ça!ıştıranlar, has­

ta arkadaşlarına bakanlar, kitaplık yönetenler, mem­

leket sorunlarını, davalarını konuşanlar, radyo din·

(13)

liyenler, dünya olaylarını yorumlayanlar, kurak top­

rakların derinlerinde su arayanlar ... » (Rauf İnan) K ısacası İkinci Dünya Savaşı içinde Türkiyenin yirmi kesiminde yeni üretim ve yaşama aşamaları­

na doğru canlı bir atılım . . . Her Enstitü, kesimindeki üretim yaşamını canlandırıyordu.

Böyle bir imece, yenileşecek, toprak düzeninin dağuracağı sorunlara akılcı, bilimsel çözümler geti­

riyordu. Tarım kesiminde çalışan yoğun nüfusu mes­

lekleştiriyor, üretime çeşitlikler, boyutlar k azandı­

rıyor, çağdaş üretim araçlarının kullanımını, bakı­

mını öğretiyor, üreticinin ürününii değerlendirmesini, kooperatifçiliğin kökleşmesini sağlıyordu. Kişiler için

«başarısızlık» diye birşey kalmıyor, her insan yete­

neğine göre verimli olmanın, yaratmanın sevincini duyuyor, ulusal ekonomiye gücünce katkıda bulunu­

yordu.

«Öğretmen ve köye yarayışlı meslek erbabı»

yetiştirmeye öncelik verilmişti. Enstitü kesimlerinin elverişli yerlerinde 5-10 köyün ortasında Bölge okul­

ları açılacak, bunlar da ilkokul sonrası eğitim veren birer küçük Enstitü olacaktı. Kendilerine bağlı köy­

lerin merkezi olarak traktör, harman makinesi, ve benzeri çağdaş tarım araçları edinmelerine, kullan­

malarına, bakımına, köylerin kooperatifleşmesine, iyi cins tohum, fidan, damızlık hayvan sağlamaları­

na öncü! ük ve kaynaklık edeceklerdi.

Köydeki okul tarım, marangozluk, demircilik, yapıcılık araçlariyle, dokuma tezgahlarıyle donatıl­

mış işliği, dersliği, uygulama alanı, evi, öğretmene

(14)

14 T O N G U Ç Y O L U

ayrılan «geçim arazisiyle» bölge okullarının küçüğü olacaktı.

Böylece köy okulları Bölge Okullarına, Bölge Okul­

ları Enstitülere, Enstitüler de Hasanoğlan'da kuru­

lan, Enstitülere ve Bölge okullarına öğretmen, uz­

man yetiştiren bir Köy Bilimyurdu niteliğinde geliş­

mesi amaçlanan Yüksek Köy Enstitüsüne bağlı ola­

rak, karşılaşılan yeni sorunları bilimsel çözüme ka­

vuşturacaklardı.

Enstitüterin kuruluşu 17 Nisan 1940 ta kanun­

laşmıştı. Mezun verecekleri yıl ( 1945) Toprak kanunu çıkarıhyordu. Daha önce özel· g örüşmelerinde Dev­

let Reisi İnönü Tonguç'tan Enstitü sayısının (20) den ( 40 ) a çıkarılmasını giderek ( 200.000) tarım­

cı yetiştirilmesini istiyordu. Tüm kök! ü değişiklikle­

rin gerçekleştirileceği bir ortam hazırlığıydı bu.

İlköğretim sorunun yüzde yüz çözüme kavuştu­

rulması on yıllık plana bağlanmıştı. Çağdaş anlamlı eğitimden geçmemiş tek Türk kalmamış olacaktı 1956 da.

Çok kısa sürede (5-6 yıl ) , yüz on yılda yetiştiri­

len öğretmen sayısı aşıldı. (6000 den 26.000'e ulaştı bu sayı) . Okul sayısı da (5 bin ) den, ( 17.000) 'e çıktı Öğr.enci 380 binden, ( 1 ,5 ) milyona ulaştı. (9000 ) eğit­

men, (600) köy sağlıkçısı yetiştirildi.

Egemen güçleri çileden çıkaran hızlı gelişme dö·

nemine girmiştik.

Meclisteki toprak ağaları a.yaklanmış, iktidar partisi içinde çatlama olmuştu. Emin Sazak Ağa

«Bütün köylülerin okututması ne demek ? Tehlikeli bir gidiş bu» diyordu. Sonradan bakan olan, Ton-

(15)

15 guç'un ve yetiştirdiklerinin <<bellerini kırmağa» niyet­

leneo biri Arifiye Köy Enstitüsündeki çalışmaları, öğrencilerin Enstitüyü yöndişlerini, çalışmaları de­

netleyişlerini görmüş, benzi geçerek: «Bütün köylü·

ler böyle uyanırsa halimiz nice olur Paşam ? demişti lnönü'ye.

Ve 1946 da iktidar olanlar, çağdaştaşmaya giden yolu kapattılar.

Devrimci eğitim imecesi sürseydi :

1956 da okuma yazma bilmeyen tek kişi kalma­

yacaktı. Diptomalı tüketiciler yetiştiren, gittikçe ulu­

sun başına dert olan, yetişme çağındaki insanlarımı·

zın kafalarını, ellerini kötürümleştiren bozuk eğitim düzeni tarihe karışacak, insan gücümüzü ülke gerek·

sinimlerine ve kendi yetenekle-rine göre yetiştiren sağlıklı, laik, ulusal ve çağdaş bir eğitim düzenine ka vuşacaktık.

Yabancı eğitim uzmanlarına, deneme okulculu­

ğu oyalamalarına, barış gönüllülerinin yurdumuza gelmesine, <<Dört K cılığa» << kardeş köy» oyunlarına, göstermelik « halk eğitimciliğine,, gerek kalmayacak, geri bırakılmış ülkelere bizim uzmanlarımız gide·

cekti. (Nitekim Tayland'a gitmişti) .

Demokrasinin işlemesini engeliiyen güçler etki·

lerini yitirecek, yurttaşlar bilinçte yönetime katıla·

caktı. << Reformlar» diye sayıkianan yapısal yenileş­

meyi halkımız gerçekleştirecekti.

Planlı programl ı, verimli çahşmalarla artan ta­

rımsal gelirimiz tarım kesiminden meslekleşerek ye·

ni alanlara kayan iş gücümüz, başkalarına avuç aç·

madan sanayileşmemizi sağlıyacaktı. Eğitim kiriz·

(16)

16 TO N G U Ç Y O L U

masının hazırladığı ortamda kökleşecek kooperatif·

çilik tıkır tıkır işliyecek, üreticinin, tüketicinin sömü·

rülmesi sona erecek, artan ulusal gelir daha adilane bölüşülecek, dengeli kalkınma yoluna girilecekti.

Büyük «insan erozyonu» sona erecek, «beyin gö·

çü, emek göçü» diye birşey görmiyecektik.

Enstitülerle halkın derinlerine iniliyor, onun yüzlerce yıldan beri yarattığı değerler, güzellikler yüze çıkarılıyor, çağdaş kültürle harman ediliyordu.

Makas kesmedik, iğne batınadık nakışlar, türküler, oyunlar, sazlar sözler Enstitülerle yurt yüzeyine yayıldı. Yaratıcıhğımız ulusal kaynaklara açıldı, ya·

zınımız bölge, zümre yazını olmaktan çıkıp ulusal boyutlara kavuştu. Yeni bir öz, taze bir kan geldi.

Enstitülerden gelen sanatçılar, her zaman halkın içinde ve yanındadır. Ondan birşeyler getirmeğe, ona birşeyler götürrneğe çalışmaktadırlar. Yapıtlariyle, eylemleriyle Enstitülerin kendilerine kattıklarını yayma, devrimci eğitim imecesini sürdürme çaba·

sındadır lar.

Ana sorunumuz geri kalmışlıktan kurtulma, ak·

!ın, bilimin yol göstericiliğiyle çağdaşlaşmadır. Bu.

nun yolu da devrimci eğitim imecelerinden geçmek·

tedir.

(17)

YÜKSEK KÖY ENSTİTÜSÜ

Köy Enstitüleri, toplumumuzu derinden etkile­

yen, amaçları ve özellikleriyle eğitimde devrim yara­

tan kurumlardı. Hazırlanan planlar, programlar çer­

çevesi içinde gittikçe gelişiyorlardı. Mezun verrneğe başladıkları zaman yeni bir yasanın daha ele alınma­

sına sıra gelmişti : «Yüksek öğretimi sağlıyacak bir kurum açarak enstitü mezunlarından Köy Enstitü­

leri ve Bölge Okulları için öğretmen köyde eğitimi denetiiyecek eleman yetiştirmek.» ( H. Tonguç).

3803,32 38 ve 4274 sayılı yasalar köyün türl"li yönleriyle ele alınmasını, köy eğitiminin en geniş anlamiyle gerçekleştirilmesini zorunlu kılıyordu. Bu da bilimsel incelemelere, araştırmalara yaslanarak olabilirdi. Bunun için kurulacak yüksek öğrenim ku­

rumu, öbür yüksek öğrenim kurumlarının ele almadığı alanlarda uzmanlar yetiştiren bir kaynak olmalıydı.

Köy Enstitülerinin, özleri doğrultusunda gelişmeleri de buna bağlıydı.

24.VII.1943 te yayımlanan yönetmelik Yüksek Köy Enstitüsünün amaçlarını şöyle saptıyordu:

A) 1 - Köy Enstitülerine yönetmelikte yazılı erkek ve kız öğretmenleri,

2 - Enstitü çıkışlıların çalışacakları böl- F. 2

(18)

18 T O N G U Ç YOLU

geler için Gezici öğretmen, Gezici Başöğretmen, Böl�

ge lıköğretim Müfettişi,

3 - Gerekli kurslara tabi tutarak Köy Enstitülerinde çalışmakta olan öğretmenleri yetiş­

tirmek.

B) Köy incelemelerine merkez teşkil etmek üzere köy okullarını ve enstitüleri ilgilendiren türlü konu­

larda gereken araştırmaları yapmak, bunları ilgilile­

rin yararlanabileceği şekilde yaymak.

C) Yüksek Köy Enstitüsü öğretmenlerine ders­

lerine ait kitapları iki yıl içinde yazdırtmak.

Yüksek Köy Enstitüsü, Ankara'ya 32 km. uzak­

lıktaki Hasanoğlan Köy Enstitüsü içinde açıldı. 1942�

1943 öğrenim yılında Çifteler ve Kızılçullu köy ens­

titülerini bitirenler buraya alındı. Bundan sonraki yıllarda enstitüleri bitirenlerden öğretmen kurulların­

ca aday gösterilenler sınavla alınmaya başlandı.

Öğrenciler yeteneklerine göre şu koliara ayrılı­

yordu :

i çin) 1 - Güzel Sanatlar (Kız ve erkek öğrenciler 2 - Yapıcılık Kolu (erkekler )

3 - Maden İşleri (erkekler) 4 - Hayvan Bakımı (erkekler) 5 - Kümes hayvancılığı ( kızlar için) 6 - Tarla ve Bahçe Ziraatı (erkekler) 7 - Ev ve El Sanatları (kızlar için)

8 - Zirai İşletme Ekonomisi ( Kız ve erkek öğ­

renciler için)

Bu koliara ayrılan öğrencilerin kol dersleri ya­

nında izledikleri dersler şunlardır :

(19)

1 - Devrim Tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti Rejimi,

2 - Öğretmenlik bilgisi : a) Toplumbilim b) İş eğit bilimi, c ) Çocuk, iş ruhbilim i d) Öğretim Me­

todu ve Ders Uygulamaları e) Eğitim ve lş eğitimi Tarihi.

3 - Türkçe a) Yazma· b) Okuma ve anlatma.

4 - Yabancı dil ( İngilizce - Fransızca - Al­

manca) .

5 - Askerlik.

Yüksek Köy Enstitüsünde öğrenim süresi en az üç yıldır. Her ders yılı dörder aylık iki sömestirdir.

Öğretim yılı sonunda edinilen bilgileri pekiştirmek, kültür ve sanat merkezlerini görmek, eserleri ince­

lemek, yurdu daha iyi tanımak amaciyle 'İnceleme gezisi' yapılır. Her kol toplu bir görüşme ile gide­

ceği bölgeyi saptar, geziyi proğramlaştırır. Arala­

nından seçtikleri üç çevirgenle işleri düzenler. Gezi­

ler sırasında 60 km. yol yürümek esastır. Dönüşte her kol, geziyi değerlendiren bir rapor hazırlar.

İnceleme gezisini 'Staj' izler. Birinci yıl sonun­

da öğrenciler Köy Enstitülerine giderler. Enstitüler­

de öğretmen adayı olarak bütün işlere katılırlar. Staj süresi 45 gün ile üç ay arasında değişir. Bu süre için­

de aday, öğretmenliğini edeceği derslere girer; öğ·

rendiği eğitim yöntemlerini uygular, yönetim işlerini öğrenir, incelemeler yapar. Staj sonunda enstitüsü müdürleri, bakaniıkça hazırlanan örn�ğine göre dü­

zenledikleri raporları Hasanoğlan Köy Enstitüsü Mü·

dürlüğüne gönderir.

İkinci yıl sonunda İlköğretim Müfettişliği (de·

(20)

T O N G U Ç Y O L U

netleyicilik) stajı başlar. Süre yine aynıdır. Enstitü müdürlerinin gerekli gördüğü yerlerde köy okulları nın yapımını izleme, köy okuilarına toprak sağlama işlerinde çalışılır, inceleme yapılır. Köy öğretmenleri­

ne kılavuzluk edilir. Bu staj özellikle ilgili yasaları, yönetmelikleri, tüzükleri daha iyi öğrenmeyi, yöneti­

cilik alanında yetişmeyi sağlayıcıdır. Üçüncü yılın son sömestiri içinde Bakanlık tıköğretim örgütü için de yapılan on beş günlük staja (Şube Müdürleri ya­

nında) tamamlanır.

Uç öğrenim yılı süresince dersler, inceleme ge­

zileri, stajlarla yetiştirilen, yoğurulan öğrenci be­

şinci sömestrden itibaren devam eden derslerle ( de­

neme) sinden ve ( Pratik iş Ödevi) nden ilgili öğret­

menlerce bir kanaat yoklamasına tabi tutulur. Bun­

lardan başarı göstererek (derslerden-denemeden­

pratik çalışmalardan) en az orta derecede not alır­

sa diplomaya hak kazanır. Denemelerde, yayınlan­

ınağa elverişli olma niteliği aranır. Pratik iş ödevi­

nin işe yarar, kalıcı bir eser olması gerekir. (lik me­

zunlar bir Uygulama okulu yapmışlardır. Ikinci dö­

nem adayları, bir hayvanat bahçesi kurmağa başla­

mıştı).

«Yüksek Köy Enstitüsünde çalışmaları her şey­

den önce memleket gerçeklerinden örülmüş bir temel üzerine oturtmak ana ilkelerden biri olarak alınmış­

tır. Bu kurumun her türlü fikir ve bilgileri kendi ülkemizin, memleket gerçeklerinin, milli kültürümü­

zün rengiyle hamur ederek, öğrencilere meslek eği­

timi verme ve onlan milli kültüre bağlama bakımın­

dan tuttuğu yol budur.»

(21)

«Bilimsel çalışma metotlarını öğrenerek buradan mezun olacak, Köy Enstitülerine ve okullarına dağı­

lacak olan Yüksek Köy Enstiti.isü öğrencileri, elleri­

ne alacakları yüzbinlerce köy çocuğu üzerinde aşa­

ğıda belirtilecek problemler yönünden araştırmalara girişerek Yüksek Köy Enstitüsüne yardım etmeğe başlayınca, yeni yeni tablolarla karşılaşılacaktır. Bu renkli tablolar sayesinde, hem köy çocuğunun ma­

hiyetini, hem de onun iş görme gücünü bütün incelik­

leriyle anlamak mümkün olabilecektir. Yine bu ça­

lışmalar sonunda türlü köy okullarında uygulanacak öğretim ve eğitim konuları ile yöntemleri belirtilmiş.

bunları çocuklara öğretme yolları öğrenilmiş olacak­

tır. » (H. Tonguç ) .

Hasanoğlan Köy Enstitüsü Müdürü Yüksek kıs­

mın da müdürüdür. Eğitim öğretim yönetim işlerini düzenliyen kurullar şunlardır :

rulu, 1 Yüksek Köy Enstitüsi.i Öğretmenler Ku- 2 Kol öğretmenleri kurulu,

3 - Yüksek Köy Enstitüsü Kol Başlan Ku­

rulu.

Yönetim işlerinde öğrenciler Köy Enstitülerinde olduğu gibi etkin durumdadır. 1 946 yılında «Yüksek Köy Enstitüsü yönetim işlerini kararlaştırmak, ku­

rumun yönetmeliğini uygulamak, diğer enstitülerle yüksek kısım arasında kurulması gereken bağlılığı düzenlemek amaciyle (Yüksek Köy Enstitüsü Yö­

netim Kurulu) kurulmuştur. Bu kurul, yüksek kı­

sım çalışmalarına yaslanarak Köy Enstitülerini ge-

(22)

22 T O N G U Ç Y O L U

liştirme, verimlendirme, köy eğitimi sorununu en ge­

niş anlamiyle çözme görevlerini yükleniyordu. (396 sayılı Tebliğler Dergisi ) .

Yüksek kısımda çalışan öğretmenierin bir bö­

lüğü Bakanlık örgütü görevlileri, bir bölüğü Talim Terbiye Kurulu üyesi, Konservatuar, Gazi Eğitim Enstitüsü öğretmenleridir. Profesörlerin çoğu Ziraat Fakültesinden, Dil Tarih Coğrafya Fakültesinden gelmektedir.

Mezun verilrneğe başlanınca bunlar arasından Yüksek kısma öğretmen yetiştirilmek üzere Öğret­

menler Kurulunca adaylar ayrılınağa da başlanmış­

tır.

Yüksek Köy Enstitüsü Uç dönem mezun vermiş­

tir : ll k bitirenler Kızılçullu ve Çiftelerden gelenler­

dir. İkinci bitirenlere Kepirtepe çıkışlılar da katıl­

mıştır. Ancak üçüncü dönemde bütün enstitülerden öğrenci alınmaya başlanabilmişti.

İstatistiklerde 1946 - 1947 Yüksek Kısım Öğren­

ci durumu:

K E T

Güzel Sanatlar Kolu 19 9 28

Yapıcılık Kolu 37 37

Maden İşleri Kolu 19 19

Hayvan Bakımı Kolu 38 38

Tarla Bahçe Ziraatı Kolu 45 41 Zirai İşletme Ekonomisi 20 20 Kümes Hayvancılığı Kolu 9 9 Köy Ev ve El Sanatları Kolu 17 17

T o p l a m 35 178 213

(23)

İkinci dönem adayları <<pratik iş ödevi» ni yap­

ınağa başladıkları gün ilk çok partili seçimin getir­

diği B.M.M. yöneticileri ( Karabekir - Günaltay - Ferudun Fikri) bir de Kemal Cemal adında bir millet­

vekili Hasanoğlan'a geldiler. Bazı iddiaları tahkik edeceklerini söylüyorlardı. Yüksek Kısım öğrencileri arasında kurulduğu günden beri Kızılçullu - Çifteler ikiliği vardı. (Müdürlerinden gelen etkiyle) O yıl Meclise giren Kızılçull u Müdürünün teşvikiyle ikili ğin lideri, gelen heyete milletvekili Kemal Cemal ara­

cılığı ile << Solcudur» diye muarızlarının bir listesini verdi. Aynı teşvik ve yol göstericilikle, bugün, Ens­

titüler aleyhine varolduğundan söz edilen birtakım

« Vesika>> lar imaledildL

« <slahat» adı altında yürütülen Köy Enstitülerini yıkma çalışmalarının ancak Yüksek Köy Enstitüsü­

nü kaparnakla amacına ereceğini anlayan bakan Şero­

settin Sirer « Sol fikirlerin yayılmasını önlemek» ba­

hanesiyle 1948 de burayı kapattı. Köy Enstitülerine atanmış bulunan ilk ve ikinci dönem mezunları Milli Eğitim Bakanlığınca askere çağırıldı. Şubeler, asker­

lik daireleri bu çağrıya uymayınca Savunma Bakan­

lığı ile anlaşma yoluna gidildi. Yüksek Kısım çıkışlı­

ları enstitülerden uzaklaştırma telaşı içinde ikinci dönemden iki kız da askere çağırıldı. Yirmi iki öğrenci dönem sonunda yedek subaylık hakkından mahrum edidi. Askerik sonrasında Yüksek Kısım çıkışlılardan biri. Milli Eğitim Müdürlüğüne atandı, diğerJeri de köy öğretmeni ve gezici başöğretmen olarak görev­

lendirildiler.

(24)

TONGUÇ'UN SES!

Alnında «Hakiki mürşit ilimdin yazılı o koca yapının önünde hep şaşırıyorduk. Her yanı ışıktı, şı­

kır şıkır mermerdi. sütundu, gözalıcı renkli taştı.

Daha giriş kapısında ayaklarımız birbirine dolaşıyor­

du. Saçları biryantinli, hep gölgede yaşamış, yepyeni giysili delikanlılar geçiyordu yanımızdan; düş gibi kızlar geçiyordu saçlarını, eteklerini savura sa vura, kırıta kırıta . . . Eteklerinin rüzgarı, vücutlarından yayılan ko ku, büsbütün aklımız ı karıştırıyordu . . . Ya o, odaların kapılarındaki madeni etiketlerde par­

layan doçent, profesör isimleri . . . Pırıl pırıl salonlar, kürsüler, bambaşka bir saygıyla oturduğumuz sıra­

lar .. .

Saraydan farkı yoktu bize göre Dil Tarih Coğ­

rafya Fakültesinin . . .

öğretmenlerimiz tamam olmadığı için haftanın biriki gününde buraya geliyorduk. Daha istasyonda gözler bize çevriliyordu. Bu boz giysili, asker postal­

lı, haşlak yüzlü yabancılar da kirndi ? İşçi deseler, elerimizde kazma kürek yoktu. N ereye gidiyorduk kumanyalarımız, kitaplanmızla ? Fakülteye yöneldi­

ğimizi görünce, birikip arkamızdan bakıyorlardı.

Taş çatlasa, üniversite öğrencisi olduğumuza inan­

mazlardı.

ürkek ürkek merdivenlerden çıkıyor, bir dersliğe doluyorduk. Şakası yoktu, uzak köylerin taş kıran,

(25)

tarla süren, kireç yakan, duvar ören çocukları da üniversite öğrencisiydi işte . .. Başkentliler kadar biz de yadırgıyorduk durumumuzu. Olağanüstü yara­

tıklar gibi geliyordu bize .kürsülerde konuşanlar . . . Saatlerce gözlerinin, ağızlarının içine bakıyor, birini kaçırmamağa çalışıyorduk dedikl-erinden.

O gün erken çıkmıştık fakülteden. Orta­

lık günlük güneşlikti. llkyazdı. · İçimizi gıcıkla­

yıp duruyordu. başkent havası.. . Yaşlarımı7. on sekiz, on dokuz. . Damarlarımızda bir özsiı coş­

kunluğu.. . Caddelerde dolaşmak, daha yakın­

dan görmek istiyorduk başkentlileri. . . Vitrinler, ya­

rı çıplak mankenler, hele onlara benzeyen açık kollu, basma entarili kızlar bi güzeldi ki . . . İsmet Paşa Kız Enstitüsü dağılacaktı biraz sonra . . . Az ilerde Genç- lik Parkı vardı . . .

<<Çocuklar ! » dedi Eğitimbaşı Tahsin Baba, «Bu­

gün yarın dersler tamam. Üniversite askerlik kam­

pına katılacaksınız beş on gün sonra. Şuradan Sa­

rıkışla'ya uzanalım da, giysilerinizi alıverelim.»

Soğuk su dökülmüş gibi oldu tepemizden aşağı­

ya. . . Akşamüstü kalabalığı başlıyordu caddelerin, kaldırımları cıvıl cıvıldı. Sırası mıydı şimdi bunun ? Ta Sarıkışla'dan kamp giysilerini al, sonra sevkiyat askeri gibi boydan boya çarşıyı geç . . . Olacak iş miy­

di ? Tahsin Babanın gayretkeşliğiydi canım. Başka bir yolu mu yoktu ? Nereden çıkarıyordu bunu ?

Duymazdan gelip Ulus'a yöneldi öndekiler.

«Durun çocuklanı diyordu Tahsin Baba, <<Gözü­

nüzde büyütıneyin bu işi. . . Utanılacak, çekinilecek bir yanı yok. Siz dersteyken Bakanlığa uğramıştım

(26)

26 T O N G U Ç Y O L U

ben. << Gelmişken bari kamp elbiselerini de alsınlar»

dedi Hakkı Bey. Gitmezsek acayip olur.

Hakkı Bey adı geçince, duraklama oldu bir. Ma­

dem o demişti, elbet bir düşündüğü vardı. Sarıkışla uzak sayılmazdı. Başka bir gün dolaşabilirdik, baş­

kent caddelerinde. Ne çıkacaktı orada burada ağız açmaktan ? Alıp gelmeliydik şu giysileri . . .

<<Yok canım» diyordu bazıları, <<Hakkı Beyi filan görmemiştir, kendi fikridir . . . Daha henüz saray gibi yapıdan çıktık.· Profesörterin latince sözcükleri kulak­

larımızda . . . Ardından hamallık . . . Yüksek öğrenim yapıyoruz be. N e hakkı var keyfimizi bozmağa ? Tutsun bir araba getirtsin giysileri . . . Topluca okula dönelim, ama gitmeliyim şu Sarıkışla'ya .. . >>

Küme dalgalandı, tartışma başladı. Zor bir du­

rumdu. Çoğu gitmek istiyordu ya, direnenler de var­

dı. Bölünmemeliydik. Başı çekenler, şaşkınlıktan yararlanıp sürükleyiverdiler topluluğu. Yalvarıyor, sertleniyor dinletemiyordu sözünü Tahsin Baba.

Epey açılmıştı ara. Kireç gibi yüzüyle kalakalmıştı cadde ortasında.

Ancak Hasanoğlan'a döndüğümüzde kendimize gelebildik. lyi olmamıştı, düpedüz Eğitimbaşına kar­

şı gelmek, onu dinlememekti yaptığımız . . . Başkal­

dırınaktı bir çeşit . . . Hem de niçin ? İçimiz içimizi yi­

yordu. Hep öndekilerdeydi suç. Nasıl da kapılmıştık ? Kızıyor, yükleniyorduk başı çekenlere. Onlar kışkırt­

masa . . .

Yemekten sonra Yapı Kolunun büyük salonuna çağırıldık. Toplantı vardı. Tonguç gelmiş, bizimle gö­

rü�mek istiyordu. Başlarımiz önde, içierimiz ezgin,

(27)

27 yürüdük. Bir küçücük iş nerelere varmıştı ? Değer miydi ? Nasıl bakacaktık Tonguç Baba'nın yüzüne, ne diyecektik şimdi ?.. Herkes duvar diplerine, arka­

lara gidiyordu . . .

Kocaman gövdesi, kırmızı yüzüyle göründü. Bü­

tün gün çalışmış, rahat bir soluk alamadan, evine uğramadan Hasanoğlan yolunu tutmuştu. Düşünce­

liydi. Geçti, bir masanın üzerine oturdu. Sigara yak­

tı, uzun uzun emerek, dumanını üfledi. Bir süre ta­

vana, uzaklara baktı. Sakin görünüyordu. Sinek uçsa kanatlarının sesi duyulurdu, öylesine bir sessiz­

lik vardı içerde.

Kalın, çatallı sesi duyuldu :

<<Tahsin Babayı üzmüşsünüz bugün. Sarıkışla'­

dan kamp giysilerinizi koltuğunuza alıp getirmek zor gelmiş size. N e dediyse dinlememişsiniz. Onu cad de ortasında koyup gelmişsiniz. Şimdi �oğukkanhlıkla düşünün bakalım, yapılanı doğru buluyor musunuz?

Ama bilmediğimiz bir nedeni olabilir bu davranışını­

zın, söyleyin de üzerinde durahm. Elbet bir düşündü­

ğünüz vardı sizin de ...»

Başımız önümüzde susuyorduk.

«Ulke çapında büyük işlere girişiidi biliyorsunuz.

Birçok zorlukları var bunun. Önce doğru dürüst adam yok elimizde. Bakın, Hasanoğlan'a getiremiyoruz pro­

fesörleri, sizi gönderiyoruz onların ayağına. Enstitü­

lerde de durum aynı. Memleketin en çok okumuşları, bilginlenmişleri, yanıbaşlarındaki köye gelmeyi göze alamıyorlar. Bozmuyorlar rahatlarını. Varın ötesini düşünün, Dert büyük. Demek, bu türlü yetişenlerden fayda yok. Size güveniyoruz biz, onun için açtık Yük-

(28)

28 T O N G U Ç Y O L U

sek Kısmı. Gerçeklerimizi iyi kavramanızı istiyoruz ; işin cilasında kalmamanızı, öze inmenizi istiyoruz ... » Sigarasını tazeledi. Belli etmerneğe çalışsa da, sesi kırgındı. Dura dura, yüzlerimizi inceliye inceliye sürdürdü.

«Klasik eğitim, halktan kopan, onlar gibi giyin­

meyi, iş yapmayı, ayıp sayan adamlar yetiştiriyor.

Yaldızlı diplomalarının sağladığı ayrıcalıklarla yal­

nız kendi çıkarlarını kovalıyorlar bunlar. Anadolu doktorsuz, mühendissiz, teknisyensiz, öğretmensiz ..

Çoğunun anaları, babaları da, toplumun kaymağını yiyenlerden. Bir de geldiğiniz yerleri, kendi anaları­

nızı babalarınızı, bacılarınızı kardaşlarınızı düşü­

nün ...»

Düşünüyorduk, ateşler basıyordu vücutlarımızı.

İkinci Dünya Savaşı içindeydik. Gaz, tuz, ekmek kıt­

tı. Açlık vardı. Savaş sıkıları, baskıları altında, yok­

luklar, yoksulluklar içinde bunalıyordu millet. Kar­

daşlarımız, yakınlarımız, bizim eskilerimizle örtrneğe çalışıyordu ayıplarını . . . Bizse . . .

Tonguç, geçmiş ocağının başına eğrilen yanımı­

za usta bir demirci gibi indiriyordu vuruşlarını :

« Köyünüzü kökeninizi unutmamalısınız. Kentle­

rin parıltısı, rahatlıkları gözünüzü almamalı. Ezen­

lere, sömürenlere katılmamalısınız. lhanet olur bu.

Babalarınızın hacağındaki pantolonda şu kadar ya­

ma var. Ömürleri boyunca iki büklüm çalışıyorlar da, karınları doymuyor; durumları düzelmiyor ... Pe­

ki, kim düşünecek bunu ? lnsanca yaşamak, daha kırkına varmadan ölüp gitmemek, onların da hakkı çleğil mi ? Kamp giysilerini koltuklarına alıp getir-

(29)

rnekten kaçanlar, köyün, köylünün davasını omuzla­

yabilirler mi ? Biliyorum hepinizi üzen, duygusal, ço­

cukça bir hareket bu . . . Ama yarın sizleri yollarınız­

dan saptırmak için çok başka durumlar daha çıkabi­

lir karşınıza, şimdiden kendinizi adamakıllı silkele­

melisiniz ...>>

Konuşan o değil, tarladan henüz dönmüş, aya­

ğından çarığını çıkramadan, sırtının teri kurumadan, topraklı elleri, ka vruk yüzleriyle karşımıza dikilmiş babalarımızdı sanki. Sesi tarihin derinliklerinden geliyordu. Kıtlık, kuraklık yıllarını, bozkırları, yüz­

yıllarca çiğnenmiş hakları, ezginliği dile getiriyordu ...

Onu dinledikçe, kafamızdaki bulanıklık açılıyor, yeni sulara eriyordu aklımız. Halkın sırtından oku­

yup, iyi yeyip, güzel giyinmek, bir kendimizi kurtar­

mak, utanılacak bir bencillikti. Otuzuna basmadan insanlarımızın beli bükülür, dişleri dökülürken, et, tat, yüzü görmeden gözleri sönüp giderken, muaye­

nehanesinde müşteri bekleyen bir doktor olmak, yük­

sek paratarla dava kovalıyan bir avukat olmak, sa­

ray gibi yapılarda, kürsülerde yüksek yüksek konuş­

mak, küpünü kesesini doldurmak . . . Bir terslik vardı bunda, katılamazdık bu kervana. Önemli olan, tümü­

müzü insanca yaşamaya kavuşturmak, bunun yolla­

rını araştırmak, adamlarını yetiştirmek, savaşını ver­

mekti . . .

Aymıştık. « Şimdi İdrisdağından birer sırt taş getirilecek» dense, hazırdık. Yaşadığımız sürece bu sesi unutamazdık.

Bozkır gecesinde sigarasının birini söndürüp bi­

rini yakarak Tonguç Baba konuşuyordu . . .

(30)

KARABEKİRLER GÜNALTAYLAR VE DÜŞÜNSELLER

17 N ian 1946

Ak saçlı, güleç yüzlü adam eğildi, toprkatan ya­

rım metre yukarıya çıkan demir borunun ucundaki musluğu çevirdi. Birden bir ışık fışkırtısı, bir serin­

lik yükseldi göğe . . . Hasanoğlan Köy Enstitüsü suya kavuşmuştu. Yaşından beklenıniyen bir çeviklikle yana çekilen adam, Türkiye'nin ikinci Cumhurbaş­

kanıydı. Çevresindeki boz urbalı, yağız yüzlü köy delikanlılarına sevgiyle baktı. Açtığı suyu ta !dris dağından buraya getiren onlardı. Düzlükt·� yayılıp giden koca eğitim sitesini onlar kurmuştu. Yirmi Köy Enstitüsünde bunlar gibi 16.400 köy çocuğu Kurtu­

luş Savaşı heyecaniyle çalışıyor, « gelmez>> denilen suları getiriyor. «İşe yaramaz» denilen toprakları uyandırıp gövertiyorlardı. Savaş yıllarının sıkıntıla­

rı içinde girişilen « eğitim seferberliği>> hızla ilerliyor­

du. Büyük eğitimci Hakkı Tonguç'un buluşuyla halk kaynağı harekete geçirilmiş, canlanma yoluna gir­

mişti ülke .. .

Evet, <<Cumhuriyetin eserleri içinde en önemlisi saydığı Köy Enstitülerinin altıncı kuruluş yıldönü­

müydü bugün. İnanılmaz başarılara ulaşılmıştı bu altı yılda. Geçen yıl da Hasanoğlan'daydı. Her 17

(31)

Nisanı bir işle, bir eserle kutluyordu Enstitüler. Yurt çapında bir hasat günü olmağa, bir halk bayramına dönüşrneğe başlıyordu 17 Nisanlar. O gün Muhta­

nndan valisine değin herkes bir yıllık çalışmalarının hesabını veriyor, daha çok okul yapanlar, yörelerin­

de yapılacakları gerçekleştirenler «başarılı», gerçek­

leştiremiyenler <<başarısız» sayılıyorlardı. Devlet başkanı olarak radyoda «başarılılar>> listesini oku­

mak bir zevkti. Yeni bir anlayış, bir sağtöre boy atı­

yordu ülkede.

öte yandan homurtular, engellemeler, başarısız­

lıklarını iftiratarla örtrneğe kalkışmalar, si.i.rüp gi­

diyor, halkın uyanmasına karşı o1an «Siyasi v e eko­

nomik kudret sahipleri» de boş durmuyordu. Bu yıl yapılacak ilk çok partili seçimlerde <<dinin,� <<eğitim seferberliği» konularının propagandalar dışı bırakıl­

ması liderlerle görüşülmüştü. Bakanlar Kurulu, ün­

lü gazeteciler, parti ileri gelenleri de, son durumu görmek üzere Hasanoğlan'daydı.

Kafile 17 Nisan'ı kutlama törenlerini izlemek üzere, toplantı alanına yöneldi. Günün önemini belir­

ten konuşmalardan sonra, kızlı erkekli bin kişi da­

vut zurna, akordiyon, mandolin eşliğinde çeşitli halk oyunları oynandı. Türküler söylendi. Halkın yiğitli­

ği, çalışkanlığı, sevme gücü, yaratıcılığı eşsiı; bir gü­

zellikle, coşkuyla karşılarında canlanıyordu. Başba­

kan Saracoğlu kendini tutamadı, okul müdüründen kendisine de <<Hasanoğlan Köy Enstitüsünde öğrenci olma şerefinin» verilmesini istedi.

Açık ha va tiyatrosunda öğrencilerin oynadığı Bizim Şehir seyredildi. Söz ve müzik koroları din-

(32)

32 T O N G U Ç Y OL U

!endi. Okunan şiirler coşkunlukla alkışiandı Cum­

hurbaşkanı, uzun bir iş destanı niteliğindeki şiiri okuyan öğrenciye olağanüstü ilgi gösterdi, iltifatlar­

da bulundu. Devrisi gün ULUS gazetesinde üvgü do­

lu yazılar çıktı. Parti genel sekreteri de Cumhur­

başkanının ilgilendiği şair hakkında «Güneş başlı ço­

cuk» diye bir yazı yazmıştı.

ı 7 Nisan günü akşamı «millet olma, insan olma davasının yürütücüsü İnönü, ulusa şu gerçekleri duyuruyordu radyodan : İşlikli, öğretmen evli ı756 köy okulu yapılmıştı o yıl. Böylece köy okullannın sayısı 1498ı 'e ulaşıyordu. Yüz bin öğrenci artışı vardı. On yıllık planla ı956 da yüzde yüz çözüme ka vuşuyordu ilköğretim da va sı. « İlköğretim mese­

lesinin bir demogojiye kurban edilmemesi için bü­

tün kuvvetlerimiz kullanılacaktı. «Köylünün oku­

muş yazmış, teknik öğretime girmiş, esir hayatın­

dan kurtularak toprak sahibi olmuş olması, herhalde gerçekleştirrneğe az!Jlettiğimiz meselelerdi.

ı946 ı 7 Nisanı böyle kutlanmıştı. Bundan son­

ra daha dört yıl Cumhurbaşkanı kaldığı halde İnö­

nü'nün Enstitülerde geçen son ı 7 Nisanı oldu bu;

«Millet olma insan olma davası» bir yana itilir, «Cum­

huriyetin en önemli eseri saydığı Enstitüler» yıkı­

lırken sesini çıkardığını duyan da olmadı.

SEÇİM SONRASI

İki ay geçmişti aradan, ama koca bir tarih dö­

nemi olmuştu bu süre. lik çok partili seçim büyük gürültülerle sona ermiş, Mecliste, kafalar da değiş-

(33)

mişti. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana karanlık kovuklarda içlerinde zehir biriktiren güçler zincirin­

den boşanmışlar, politikacı, inanç savunucusu, milli­

yetçilik tekeleisi olarak ortaya çıkmışla.rdı. Köy Enstitülerine saldırıyorlardı hepsi de. Köylülerin kendi okullarını imece yoluyla yapmaları ;;;ulümdü.

Enstitülerin amaçları karanhktı, memleket büyük bir tehlikeyle karşıkarşıyaydı. Aynı partinin değişik bir yanı iktidar olmuştu ama, onlar da bir önceki hü­

kümeti suçluyorlardı. «Bizi bu ilköğretim seferberliği da va sı, mektepçilik yıktı» diyorlardı. Mecliste Ens­

titüler konusunda kıyametler koparıhyor, ustahkh kışkırtmalar, düzenlerle olaylar yaratılıyordu. Sal­

dırıcıların başında evvelce bir soruşturma sonunda Enstitü Müdürlüğünden uzaklaştırılan, o yıl nasılsa Milletvekili olarak meclise giren Emin Soysal vardı.

ÜÇ KARA ARABA

Enstitülere öğretmen yetiştiren Yüksek Köy Enstitüsü ikinci mezunlarını veriyordu. Bitirme sını­

nazari bilgi sınavına girmeden önce, kalıcı bir «işi»

gerçekleştirmek zorundaydı. Uygulama okuluyla Yüksek kısım yapısı arasındaki düzlüğe bir << Hay­

vanat bahçesi kurma» görevi verilmişti kendilerine.

Her kol, ayrı bir yanını incelemiştİ işin. Hazırlıklar tamamdı. Planı toprağa uygulamaya gelmi9ti sıra.

Yol şarampolları açılmağa başlandığı gün üç kara araba ; birdenbire, beklenmedik resmi konuklar ge­

tirdi Hasanoğlan'a. Sabahın saat onunda anlaşılmz, baskın şeklinde bir gelişti bu . . .

F. 3

(34)

34 T O N G U Ç Y O L U

Uygulama okulu önUnde arabalardan inenler yeni Meclis Başkanı Kazım Karabekir, başkanyar­

dımcıları Şemşettin Günaltay, Feridun Fikri Düşün­

sel, bir d e Denizli Milletvekili Kemal Cemal ile bazı meraklı vatandaşlardı. Ağır ağır, çalışanlara doğru ilerlemeğe başladılar. Yüzleri sert, bakışları soğuk, hatta küçümseyiciydi. « Siz arnele misiniz?» «Ne gereği var böyle bir bahçenin ?» « Yövmiyeleriniz ne kadar ?» gibi sorular yöneltmişlerdi çalışanlara . . .

Enstitüye her zaman konuklar gelirdi ama bun­

lar başkaydı, gergin bir hava yayılıvermişti ortalığa.

Hayvanat Bahçesi planı hakk�nda açıklamalar yapan öğrenciye Kazım Karabekir:

«Yeter dedi, söyle bakalım size Tarih de okutu­

yarlar mı ?»

< < ......»

«Niye susuyarsun ? Size Türk tarihi okutuyor, şerefli m azimizi öğretiyorlar mı? diyorum.»

<< Soruyu biraz acayip buldum efendim de ... El­

bet okuyoruz, Tarih öğretmenimiz Dil Tarihten Do­

çent Halil Demircioğlu'dur.

Başkanla yardımcıları beklenmedik bir yanıtla karşılaşmışlar gibi birbirlerine bakıştılar.

Milletvekili Kemal Cemal'in davranışları daha da kuşkuluydu, Kızılçullu Köy Enstitüsünden gel­

miş hemşerHerini bulmuş, fısfısa başlamışlardı.

Daha önceden tanıştıkları, haberleştikleri belli olu­

yordu.

Biraz sonra işin bırakılması, tüm öğrencinin Güzel Sanatlar salonunda toplanması istendi.

Konuklar, eski Milli Eğitim Bakanı Saffet Arı-

(35)

kan'ın Enstitüye armağan ettiği kuyruklu piyanonun yanında yer almışlardı, yüzleri çok ciddiydi.

Bakanlık Şube Müdürlerinden Ferit Oğuz Bayır, Yüksek Kısım Eğitimbaşısı Hurrem Arman, Orta Kısım Müdürü Ali Doğan'la yardımcısı da oradaydı·

lar.

Küçük çapta bir eylenti düzenlenmişti. Milli oyunlar oynandı. Türküler söylendi. Bir öğrenci Ha·

h, bir öğrenci de Al Güllü Bohçam adlı şiirini okudu.

Her iki şiir de, Türk yaratıcılığının övgüsüydü.

Konukların yüzlerindeki çizgiler yumuşar gibi olmuştu.

Karabekir :

« Oynadığınız oyunlar, söylediğiniz türküler gü·

zel . . . Şiirleri beğendim. Bir de sınır dışında kalmış ırkdaşlarımız var, onları da düşünüyormusunuz hiç?

Mesela topraklarımıza gözdiken Moskoflar için ya·

zılmış birşeyleriniz yok m u? dedi.

Gerilerden bir orta kısım öğrencisi ayağa kalk·

tı:

«Benim var efendim, ama küfürlü, kız ı:ırkadaş·

larıının yanında okunmaz.

«Zararı yok, zararı yok ! Elbette küfürlü ola·

cak . . . Düşmanımıza erkek dişi küfrederiz biz. Oku bakalım!

Öğrenci sıkıla sıkıla :

<< S ... n katran kazanına batsın Baltacı. . . Diye başlıyan manzumesini okudu.

Karabekir çok memnun olmuştu :

«P.ekiiü, Moskofların ezeli planını hanginiz an·

la ta bilecek bize ?

(36)

36 T O N G U Ç Y O L U

Bütün öğrenciler ayağa kalktı.

!şaret edilen öğrenci ortaya gelerek : (<Akdenize inmeyle» ilgili tarihi bilgilerini iletti.

Feridun Fikri k ararıyordu, hep kendilerinden birşeyler gizleniyormuş gibi sıkıntılı bir kuşkululu­

ğu vardı. Paşanın kulağına eğildi. . .

Kazım Karabekir'in kaşları çatılmıştı, sert sert:

« Hakkı Tonguç için bir m arşın ız varmış sizin, bir de onu söyleyin bakalım, dedi.

Herkes birbirine bakıp kalmıştı. Kimse böyle birşey anımsamıyordu.

«Canım, içinde « Köylü ef.endimiz» filan sözleri geçiyormuş.»

«Ha! dedi Hurrem Arınan: Ziraat Marşı . . . Ço- cuklar, başlayın ! »

« Sürer eker biçeriz, güvenip ötesine Milletin her kazancı milletin kesesine Toplandık baş çiftçinin Atatürk'ün sesine Toprakla savaş için ziraat cephesine Biz ulusal varlığın temeliyiz köküyüz Biz yurdun öz sahibi efendisi köylüyüz

Marş buydu, salonda da güzel gidiyordu ama, Atatürk'ün adı geçer geçmez, bir el işaretiyle kes­

memizi istemişti Karabekir nedense . . .

Bundan sonra Hüseyin Küçükçakar kendi bes­

telerini çaldı piyanoda. Hele halk havalarından mey­

dana getirilmiş süit dinienirken Günaltay kendini tutamadı:

(37)

«Görüyoruz ki yazı yazma, besteler yapma, İc­

ra kabiliyetleri mükemmel bu çocuklarm dedi. Ne diye kalkar boyuna frenk yazarlarını okutur, frenk eserlerini oynatırlar bunlara ?

«Değil mi efendim ? diye sürdürdü Feridun Fik­

ri, madem böyledir kendi tarihimizin mevzularmı yazsmlar, bestelesinler . . . Milli şuuru kuvvetlendir­

sinler . . . Neymiş : Moliere, Gogol, Puşkin ! .. Milli ben­

liğimize kavuşalım ... »

Kalktılar. Bir de öğretmenler, yöneticilerle özel olarak görüşecekleri konular vardı. Önemli günler yaşıyorduk, denilenleri unutmamalı, uyanık olma­

lıydık.

GlZLl OTURUM

Duvarları kilim motifleriyle süslü büyük Hr yerdi öğretmenler kantini. Pencereleri iki ay önce Cum­

hurbaşkanının, bakanlar kurulunun, seçkin çağrıiıla­

rm 17 Nisan gösterilerini seyrettikleri açık hava tiyatrosuna bakıyordu.

Karabekir, ortadaki uzun masanın baş tarafına, yardımcıları da iki yanına oturmuştu. Daha bir ka­

smtılıydılar. Şube Müdürü Ferit Oğuz, Okul Müdürü, yardımcıları, bir de öğrenci başkanı, karşılarmda yer almıştı. Milletvekili Kemal Cemal dışarda, hemşerile­

rinin, bir de kafadarları Çiftelerli'lerin arasındaydı.

Telaşla, gizli gizli, kendilerince zararlı saydıkları ki­

şilerin listelerini hazırlıyorlardı.

Karabekir tüm ciddiyetiyle karşısındakilerin yüzlerine baka baka söze başladı :

(38)

38 T O N G U Ç Y O L U

«Efendiler, namuslu, şerefli birer Türk eviadı olarak hepinizin hakikatleri bedalıetle ortaya koy·

manızı istiyorum.»

Hafifçe öksürdü :

«Evet, hiçbir şeyi bizden saklamıyacaksınız. Ko·

nuşacaklarımız şerefli milletimizin bekasını, vatanı·

mızın selametini alakadar etmektedir. Biliyorsunuz Köy Enstitülerinin tehlikeli müesseseler olduğu söy­

leniyor memleket sathında. Duyduklarımizdan ürpe­

riyoruz. Belki bir miktar hain sızmış olabilir bura·

!ara. Yaratacakları büyük tehlike düşünülerek top­

tan kapatılmak üzeredir bu mektepler. Çeşitli iddi­

alar vardır. Biz Ali Meclisin temsilcileri olarak son tahkikatı yapınağa geldik. Demek oluyor ki, bu mek­

teplerin kaderi şu masa başında yapacağımız konuş·

malarda edineceğimiz intibaa bağlı. . .

Günaltay'la Feridun Fikri, denilenleri başlariyle tasdik ediyor !ardı.

Sorulara geçildi : Şemsettin Günaltay;

«Efendim, dedi, bu acayip müesseselerde milli hisler inkişaf ettirilmiyor, talebeye kendi harsımız verilmiyor, kendi tarihimiz tedris olunmuyormuş . . . Boyuna Gogollar, Çehovlar okutuluyormuş, yabancı eserler temsil ettiriliyormuş . . . ldareci zevat bunlara ne buyuruyor ?

Şube Müdürü Ferit Oğuz ayağa kalktı :

«Muhterem efendim, acayip huyurduğunuz bu kurumlarda yasalar, yönetmelikler çerçeve5i içinde eğitirtı öğretim yapılmaktadır. Çalışmalar yetkili organlarca denetlenmektedir .Enstitüler batı kopyası

(39)

değildir, kendi gerçeklerimizden doğmuş bize göre kurumlardır. Acayip bulunuşları sanırım buradan gelmektedir. Üretici, yaratıcı insanlar yetiştirdikle­

ri için, gerçek anlamda ulusal duygu, tarih kültürü ancak buralarda verilebilmektedir.

<<Oynadıkları piyeslere gelince. . . Konservatua­

rın değerli öğretmenleri burada da görevlidirler.

Oyunlar ya öğrencilerce yazılmakta, ya da bakanlık yayınlarından seçilmektedir. En yetkili kişilerin kı­

lavuzluğunda sahneye konmaktadır .

«Ulusal duyguların geliştidimediği söyleniyor­

muş . . . Yaz demeden, kış demeden, geceyi gündüze katarak bu toprakları vatanlaştırmağa çalışan, ona terlerini, bilgilerini karıştıraniann ulusal duygula­

rının, tarih kültürlerinin geliştirilmediğini söyleyen­

ler, acaba bir gün böylesine çalışmış, bir tek fidan dikmiş, bu toprağı böylesine yaratıcı bir aşkla sev­

mişler midir? Dinlediğiniz halk türküleri mi, tarihi­

mizin derinliklerinden süzülüp gelen milli oyunlar mı, buram buram vatan kokan kendi besteleri, şiir­

leri mi ,çok rica ederim beyefendi, bunların hangisi gayrımilli ?»

Şemsettin Günaltay alay edercesine, sordu :

<<Pekiii! .. Ya Tırabzondaki hadiseye ne buyuru­

luyor ? Orada talebenin gayrimilli bir piyes temsil ettikleri, hadise çıktığı, seyircilerin galeyana geldiği yalan mı?»

« Yalan değilse de yanlış efendim. Ben Bakanlık Disiplin kurulu üyesiyim. Müfettiş piyesi oynanmış orada. Kaymakam, hükümeti küçük düşürücü sayına­

ğa kalkışmış oyunu, yarısında durdurtmak istemiş.

(40)

40 T O N G U Ç Y O L U

Seyirciler razı almamışlar. Jandarma, polis çağırıl­

mış . . . Hadise dedikleri bu .. Durum incelendi, Ens­

titüce işlenmiş bir hata yok. Mülkiye müfettişlerinin raporu da Kaymakamın aleyhinde . .. »

Karabekir :

«Bir de şu var : Talebeler hep köyden alındığı için, köy-şehir, zengin-fakir ayrılığı yaratılarak ye­

tiştiriliyorlarmış. En büyük tehlike burada.

B u kez okul müdürü yanıtladı :

«Bu da yersiz bir endişe efendim, ta başından beri söyLenir. Enstitülerin amacı mevcut, hem de korkunç şekilde mevcut köy-şehir farkını ortadan kaldırmak, bütünüroüzün kalkınmasına kaldıraç ol­

mak . . . Eski öğretmen okullarından yetişenler, bu fark yüzünden köylere gitmek istemiyorlar, gönderi­

lenler de, bir yolunu bulup kaçıyorlar. Şartlar, köyü, köyün, içinden aldıklarımızla kımıldatmağa zorluyor bizi . . . Dedikodular, endişeler, köyün uyanmasını, memleketin bütünüyle kalkınmasını çıkarlarına ay­

kırı gören kaynaklardan geliyor ...»

Paşa katılamamıştı pek bu düşüncelere :

«Amman arkcı.daşhır birlik, de•!i. .. Asıl haı-sas davranılması gereken nokta bu ! Köylüsü ş.ehirlisi, zengini fakiri hep Türk değil mi ? Güzel adetlerimiz, ananelerimiz, dinimiz yekpare bir vücut gibi yaşat­

mağa yeter bizi. Bu ruh u bozmıyalım, bu esastan ay­

rılmıyalım . . . »

Kolunu kaldırarak parmaklarını açtı;

«Bakın tek tek parmaklar zayıftır, kolayca bü­

külebilirl-er, ama hepsi bir araya gelip yumruk oldu

(41)

mu kuvvettir, yenilmez. Kuvvetli olalım . . . Birlik, daima birlik .. . »

Sıra kendisine gelmiş olmalı ki, Feridun Fikri kımıldandı :

«Ben cemiyetimizin manevi kıymetlerine aykırı taraflar görüyorum bu mekteplerin çalışmalarında.

Maksatlı davranışlar var . . . Bakıyorsunuz yirmi se­

nelik Başmuallimin başına talebesi idareci olarak getirilmiş. Mektepler bunlara teslim ediliyor. Bu ne iştir efendim ? Örfümüze, adetimize, şu kadar yıllık tatbikata uyar mı bu, gaye ne acaba ?

Eğitimbaşı :

« Gaye, köy.e daha yararlı olmak efendim. Daha önce de söylendi. Enstitüler yeni bir tip öğretmen yetiştiriyor. Okullar, dört duvar okulu olmaktan çıkacak. Her a!anda örnek olmağa çalışacak bunlar ..

Toprak, üretim araçları veriliyor kendilerine. Oku­

lun demirbaşı hepsi. Eski öğretmen tatilde köyde oturmuyor. Bu durumda kendini köye adıyacak öğ­

retmeni başöğretmen yapmak en doğru hareket olu­

yor, devletin çıkarları bakımından. »

Denilenleri dinlememiş, pencereden dışarıya bak­

mıştı boyuna, sesini yükselterek devam etti Düşün­

sel:

<<Hiyerarşi denilen birşey vardır devlet işlerin­

de . . . Hiyerarşi olmadı mı bundan ne doğar? Müthi§

şımarıklıklar duyuyoruz. Tarihimizde görülmüş şey midir hiç, ağzı süt kokan bir ilkmektep muallimi kalksın da ona çatsın, bunu şikayet etsin ? Kaymaka­

mı sürdürsün, nahiye müdürünü dinlemesin ? Yarın isyan çıkarır bunlar . . . Devletin gerek hukuki, gerek-

(42)

42 T O N G U Ç Y O L U

se mülki işlerinde bir hiyerarşi vardır . . . Olacaktır.

Neymiş efendim, bir Enstitü Müdürü beş valiye emir verirmiş, muvaffakiyetlerini ölçer biçermiş. Hangi memleketteyiz, noluyoruz? Rejim mi değişiyor yok­

sa? .. »

Hurrem Arman kalktı :

+:Her enstitü, üç beş illik bir kesimin ertasında kurulmuştur efendim. Buralardan öğrenci alır, yetiş­

tirir buralara öğretmen verir. Eğitim yönünden ke­

simler bir bütün olarak düşünülür. Enstitülerde çağ­

daş eğitim ilkeleri uygulandığı için, çalışma tempo­

ları ,kırtasiyecilik temposuna uymaz. Okul yaptır­

mada, toprak ayırınada ,eğitim seferberliğiyle ilgili işleri yürütmede geri kalanlar, bu çalışmalar sırasın­

da türlü yönlerden rahatı kaçanlar oluyor . . . Toplu­

mumuz malum : Cumhurbaşkanımızın deyişiyle «Or­

taçağ hayatı sürüyor» Bilginin, bilgili kişilerin gir­

diği yerlerde bazı menfaat dikişleri kopuyor . . . Hak­

larını arıyabilenlerle karşılaşmak çoklarının işlerine gelmiyor .Geçenlerde L ... ilçesinde genç bir öğret­

men, okul işliği için Kaymakama başvuruyor. Boş olduğu halde ilgilenmiyor. <<Yarın gel diyor» Kay­

makam. öğretmen köyünün uzak olduğunu, mümkün­

se işin o gün sonuçlandırılmasını rica ediyor. «Eh, be, defol başımdan, yarın dedik ya ! ı> diye kesip atı­

yor Kaymakam. Bunun üzerine <<Afedersiniz kay­

makam bey» diyor öğretmen, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının hangisinde «yarın gel» vardır ? Kıya­

met kopuyor tabii. . . Valilerin başarılı, ya da başarısız sayılmaları da Cumhurbaşkanlığiyle ilgilidir efendim.

(43)

Enstitü Müdürleri hiçbir şekilde valilere emir ver­

mezler . . . »

Kazım Karabekir :

« İşin bu cephesi çok karışıktır, her yanımız ya­

ralıdır. Düzeltilecek çok işimiz vardır. Gene de söy­

lenenlerde pek çok hakikat payı bulunmaktadır.

Bunlar üzerinde ayrıca durulacaktır. Soracaklarımiz bu kadardır. Teşekkür ederim. Bu memlekette hemen her hayırlı müessesenin kaderi böyle olmuştur. Mem­

leketin geleceği için cidden umut bağlanacak yerler­

miş buralar. Biraz ıslahatla her şey yoluna girebilir.

Köy Enstitüleri tarihinde bu soruşturmadan :>onrası, Reşat Şemsettin, Tevfik lleri icraatlarıdır . . . Kemal Cemal aracılığıyle soruşturmacılara bazı öğ­

rencilerin bir de <<Zararlı kişiler listesi» verdikleri bi­

linmektedir .

(44)

İKİ ÇEŞİT DEMOKRASİ

1947 de Aksu Köy Enstitüsünde öğretmendik Bir yıl ertelemeli olduğumuz halde Milli Eğitim Ba­

kanlığının teliyle askere çağırıldık.

An talya Şu besi :

<<Bu işlere Milli Savunma karışır, Maarif kendi işine baksın» diyerek bizi geri çevirdi.

Aynı durum üç kez yinelendi. Hitler perçemli, asker kaçağı Bakan, Yüksek Köy Enstitüsü çıkışlıla­

rın ille de askere alınmasını istiyordu. Ter ter tepi­

niyordu bunun için. Ancak bu yolla onları tasfiye edebilecek, bir taşta birkaç kuş vurabilecekti.

Sonunda Savunma Bakanı Cemi! Cahit Toyde­

mir'Ie anlaşmaya varıldı.

Son u başından beli bir oyun du bu. Egemen güç­

ler korkunç bir cad ı kazanı kaynatıyordu : Enstitü·

ler komünist yuvasıydı. Tonguç Moskovadan emir alarak kurmuştu onları. Müdürler, öğretmenler de­

ğiştiriliyor, öğrenciler sıkıştırılıyor, listeler düzenle­

niyor, kitaplar taranıyor, ilk mezunlar beyin yıkayıcı kurslardan geçiriliyordu ..

Üniversite vardı, basın vardı, aydınlar vardı ama birinden çıt çıkmıyor gözler önünde bir sürek avıdır gidiyordu. <<Köy Enstitülerini Cumhriyetin eserleri içinde en önemlisi» sayan Cumhurbaşkanı bile se­

yirci idi.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu çalışmada, modellenen betonarme çerçeveli bir yapıda beton dayanımının etkinliğini belirlemek amacıyla, beton dayanımı 18MPa’dan önce 12MPa daha sonra 10MPa

1920 ve 1935 yılları arasındaki dönem, köy enstitülerine gi- den yolda ilk adımların atıldığı yıllar olarak, enstitüler için bir hazırlık süreci

Her biri çürümüş birer ‘kurum ’ olan, tekkeler yaşantısından, m em urlara ve nazırlara padişah ihsanları ve avantalarından, herkesin birbirini jurnal etmesi

“San’ata Dair” yazısında ise, Devlet Resim ve Heykel Sergisi’ne ilgisizliği, du­ yarsızlığı ve sevgisizliği belirtir: “...Ben bile, ben ki evinde hayli zengin

Başarısız devlet ve devletin başarısızlığı kavramları sadece doktrin ya- zarları tarafından tartışılmamakta, Dünya Bankası (World Bank), Birleşik Krallık

Tarık Acar «Yarasalar ışıktan korkar.. Her ikisi de kabir­ lerinde rahat ve huzur

PMN'lerin önceden sitokin ile muamele edildikten sonra lip amB ve Candida'larla birlikte inkübe edildi¤i grupta fagositoz ora- n›nda artan konsantrasyonlarda gözlenen

Ahmet Altıner, Enstitülerdeki “ iş içinde eği­ tim ” uygulamasını şöyle özetliyor: “ Köy Enstitüleri çokamaçlı bir okuldu.. Öğretmen yetiştiriyordu,