• Sonuç bulunamadı

Nükleer santral kurulmas

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Nükleer santral kurulmas"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Nükleer santral kurulmasına ilişkin yasa meclisten geçti. Bu süreçten sonra nükleer karşıtı mücadeleyi daha zorlu ve sorumluluk gerektiren bir süreç bekliyor. On beş yılı aşkın bir mücadele geleneği içinde Nükleer Karşıtı Hareket’in hem politik argümanlarını hem de örgütlenme tarzını yeniden ve kendi özeleştirisini vererek kurması gerekiyor. Biliyoruz ki nükleer karşıtı mücadelenin içinde, nükleere hayır demenin farklı anlam ve karşılıkları var. Bu anlamlar dünyası üzerinden birini bugün için nükleer karşıtı hareketin seçmesi ve onun üzerinden yürümesi mümkün

görünmüyor.

Ancak herhangi bir konuda varılan son noktanın aynı olmasının, yürünen yolları da aynılaştırmayışı gibi aynı şeylere karşı olanlar da aynı nedenlerle “karşı” olmuyorlar. Pek tabii ki bu durumda karşıtlığın amaç ve hedefleri de

farklılaşıyor. Bu nedenlerle biz diyoruz ki, “karşı olmak yetmez, karşıtlığın altını doldurabilmek gerekir”. Günümüzde nükleer enerjiye karşı olmak ve olmamak çok kolaydır. Öyle ki Çernobil’i hatırlayıp bir anda karşı olabileceğiniz gibi kalkınma, işsizlikle mücadele ve ucuz enerji sağlama gibi konuları düşünerek anında taraftarı da olabilirsiniz. Ancak dikkat edilirse bunların hepsi de süreç içerisinde “yaratılmış” ve birer “koşullu refleks uyaranı” haline getirilmiş imgelerdir. Enerji gibi önemli ve hayati bir konudaki toplumsal örgütlenme biçimimizin eleştirisi ve alternatifinin ortaya konulması ise çok daha derin bir analiz gerektirir. Öyle ise önce nedenlerimizi sonra da

alternatifleri tartışalım.

Biz nükleer enerjiye karşıyız ama neden? Doğayı kirlettiği için mi? İnsan sağlığına olumsuz etkileri olduğu için mi? Yoksa nükleer savaş silahları üretimine giden yolda bir kilometre taşı olduğu için mi? Aslında hem hepsi için hem de hiçbiri için.

Doğayı yokeder

Doğrudur nükleer santraller doğayı kirletir ancak bilimsel gerçekler açıkça göstermektedir ki diğer enerji üretim sistemlerinin de doğaya karşı takındıkları tavır en az nükleer enerjininki kadar nahoştur. Bir hidroelektrik santralinin yarattığı çevresel tahribat çoğu durumda çernobil’i aratacak düzeydedir. Ancak bu konular toplumların algı düzleminde birer “öcü” haline getirilmediği için gözlerden kaçırılmakta ve tartışmalar anlamsız zeminlerde sürdürülmeye tutsak edilmektedir.

Bu durum kesinlikle nükleer enerjiyi aklamaz, ancak konuya bakışımızı derinleştirip keskinleştirir. Örneğin güçlü bir hidroelektrik santralinin işletimi için gerekli olan devasa bir barajı yapmak için kaç kamyon ne kadar süre

çalışmalıdır? Ne boyutta bir alana hayat veren bir nehrin önü kesilmelidir? Hangi inşaat firmaları bu işten köşeyi döner? Bu firmalar taşı hangi ocaktan çıkarır, hafriyatı nereye döker? Dahası bölgenin değişen sosyal ve kültürel ortamı bölge insanını nasıl etkiler? Bunların hepsi sorulması gereken sorulardır. Dahası sulak alanların yapısal dönüşümü nedeniyle baş gösteren yeni hastalıkların faturasını kim ödemelidir? Kimin ödemesi gerektiği tartışılır ancak sadece sıtma gibi bildik hastalıkların artışının bile faturasını bölge halkının ödediği kesindir. Üstelik yeni hastalıklar, artan ilaç kullanımı anlamına gelir ki, bu da ilaç endüstrisi gibi “insan sağlığı” isimli koruma kalkanının ardından her türlü kirli işi çeviren ve son derece çevre düşmanı olan geniş bir kimya sanayi kolunun yeni pazar imkânlarına kavuşması anlamına gelir.

Belki şaşırtıcı gelebilir ancak tüm bunların birer benzerini güneş enerjisi “işi” için de saymak mümkündür. Küresel bir propaganda ile tamamen çevre dostu olarak nitelenen bu teknoloji, sadece kafalarda var olan bu imge nedeniyle bugün tamamen gözlerden uzaktır. Güneş enerjisi pillerinin üretiminde kullanılan pek çok ağır metal ciddi birer doğa kirleticisidir ve yüksek yoğunlukta bulundukları alanlarda önemli çevresel sorunlara sebep olurlar. Üstelik de nükleer atıklar gibi zaman içinde bozularak yok olmazlar.

Kapitalizme bağımlıdır

Mevcut toplumsal ilişkiler ağını, üretim tarzını, tekniğin içinde var olduğu üretim tarzından bağımsız bir karakteri olmadığını düşünmeden ve bütün bunları sorgulamadan nükleere karşı durulabileceği düşünülemez. Tarih bunun

(2)

örnekleriyle doludur.

Peki, biz nükleer enerjiye neden karşıyız? Bunun cevabı nükleer enerjinin taşıdığı anlamda ve ister istemez dayattığı toplumsal örgütlenme biçiminde yatmaktadır. Zira hayattaki her teknolojik tercih kendisini geçerli kılmaya devam edecek toplumsal örgütlenme biçimlerini de üretme eğilimindedir.

Toplumsal yoksullaşma ve sömürü ile doğanın tahribatına yol açan kapitalistleşme sürecinin ve toplumsal tahakküm ilişkilerinin aynı politik eksende mücadele pratiğine dönüştürülmesi için, nükleer santral karşıtı mücadelenin savaşa ve yoksulluğa karşı bir mücadele olduğunun açığa çıkartılması gerekir.

Bu noktadan hareketle, nükleer karşıtlığı basitçe alternatif maliyet hesapları içinde bir çizgiye çekilmemelidir. En geniş anlamda, enerjinin tüketimine dayanan bir kapitalist ve sanayi uygarlığına alternatif yaratmaya odaklanılmalıdır.

Ekoloji Kolektifi, hangi enerji kaynaklarının tercih edileceği kadar, enerjinin toplumsallaşma biçimleri üzerinden de kendini var eder. Nükleere hayır demek bu anlamda, yeni bir üretim ve tüketim ilişkisinin yaratılması gerekliliğini de ima eder. Bilindiği gibi teknoloji verili üretim tarzı tarafından belirlenir. Neyin, nasıl, ne kadar, ne için üretildiği hesaba katılmadan teknolojik alternatiflere yönelme politikası, en fazla piyasadaki enerji desenini çeşitlendirir. Merkezileşmeye, uzmanlaşmaya ve meta ilişkileri dinamiklerine yaslanan enerji, kaynağı ne olursa olsun, toplumsal bir alternatif olamaz. Alternatif enerji ancak alternatif bir toplumla mümkün olabilir.

Düşünelim, dünya ciddi bir küresel iklim değişikliği tehlikesi ile karşı karşıya. Hatta ilk büyük sorunları son 10 yıl içinde yaşamaya başladık bile. 70’lerin başından beri pek çok bilimsel çalışmanın açıkça ortaya koyduğu bu durumun resmi kabulü, pek çok ciddi siyasal ve iktisadi baskı nedeniyle 90’ların ikinci yarısını bulsa da, artık atmosfere bu miktarda karbon salmaya devam edemeyeceğimiz açık. Ancak yine biliyoruz ki tüm bu karbonun hemen hemen %70’ini 6 milyarlık dünyanın sadece 1 milyarlık bir kesimi salıyor (yarım milyarı Avrupalı ve diğer yarım milyarı da ABD, Kanada, Avustralya ve Japonya kökenli olmak üzere). _imdi eğer “uygar” bir yaşam için insanlığın ortak değer yargısı batılı bir yaşam tarzını esas kabul ediyorsa ve böylece dünyanın geri kalan 5/6’sının da bu 1/6’sı gibi

yaşaması hedefleniyorsa, muhtemelen bu gezegen böyle bir yaşam için sadece 5–10 yıl yeter! Böylece açıkça görülür ki meselenin özü,

bu sistem içerisinde hangi enerji üretim sisteminin daha doğru olduğunun tespitinden çok enerji üretim ve tüketiminde hangi temel yaklaşımların esas alınması gerektiğidir. çözümün anahtarı sorunun toplumsal ilişkilerini

sorgulayabilmekte yatar. Barbarlığı temsil eder

Tüm bunlar dikkate alındığında nükleer enerjiye karşı oluşumuzun ilk nedeni şöyle ifade edilebilir. Nükleer enerji, vaatleri ve tarif ettiği dünya hayali itibariyle bol miktarda ve hatta ihtiyaç dışı bir enerji üretim ve tüketiminin temel dayanağı ve teşvikçisidir. Toplumu, enerji tüketim düzeyinin gelişmişlik düzeyini belirleyen en temel ve önemli parametre olduğu şeklindeki kalkınmacı ve kapitalist dünya görüşü ekseninde örgütlemekte, ayrıca mevcut insan ve doğa sömürüsünü, tıkandığı bugünkü düzeyinden bir üst düzeye taşıma niyetini sergilemektedir. Bu anlayışın kabulü tabii ki mümkün olamaz.

Nükleer enerji, “biri biterse, diğeri var” diyen dünya görüşünün bayraklaşan sektörüdür. Oysa ki bizler artık “neden ihtiyacımızdan daha çoğunu, üstelik de her tehlikeyi göze alarak üretelim” diyen bir toplumsal bilincin hâkim olduğu bir dünya hedeflemeliyiz. Bu hedefe ulaşmanın yolu davranışlarımızı hiç değiştirmeden “acaba neyi tüketirsek daha iyi olur” sorusuna cevap aramaktan çok, bu işin bir sonunun olmadığını kabul edip bu yaklaşımla devam ettiğimiz müddetçe hiçbir “alternatif enerji” biçiminin bizi kurtaramayacağını kabul etmek olacaktır. Kendi yüce nesnesine mahkum bireyin çöküşüne hizmet eden bir barbarlık toplumunun adıdır nükleer.

İşte tam da bu noktada “alternatif” kavramına gelmiş bulunuyoruz. Son zamanlarda ortalık “alternatif enerji” çeşitlerinden geçilmez olmuş durumda. Üstelik bunların da her biri “dünyanın kurtarıcısı”! Vay canına, kurtuluş reçetemiz elimizi uzatsak değeceğimiz bir mesafede. İşte bir örnek, “Yurtsever Benzin: Biyodizel”. Petrole olan bağımlılığa son! Üstelik de bitkilerden elde edildiği için doğa dostu. Hem çevreci hem kalkınmacı, hem de

(3)

dostumuzun sözlerine kulak verelim. “İç kullanıma yetecek kadar biyodizel üretebilmek için ne kadar yeni tarım alanına ihtiyacımızın olduğunu kimse tartışmıyor. Muhtemelen bu ciddi bir orman ve doğal yaşam alanı katliamı ile birlikte gelecektir. Üstelik de ihtiyaç duyulacak alan muhtemelen şu anki toplam tarım alanımızla kıyaslanabilecek düzeylerde olacaktır! Dahası buralarda tek tip, hatta GDO’lu bir üretim modeli uygulanacak ve geri dönülmez ekolojik ve toplumsal bir tahribata sebep olunacaktır. Dahası bu boyutta yapılacak bir tek tip veya birkaç türden oluşsa da iktisadi olarak çok önemli olacak olan bitkisel üretimi koruyabilmek için kullanılacak tarım ilacının miktarını

düşünmek bile istemiyorum. Tabii ki bu ilaç ve gübreyi üretecek olan kimya sanayinin yaratacağı çevresel tahribat ve bunların ihtiyaç duyacağı ucuz iş gücünün bulunması sırasında yaşanacak toplumsal trajediler de cabası olacaktır”. Tüm bunları hiç düşünmeyip dahası neden bu kadar çok petrole ihtiyaç duyduğumuzu da sorgulamadan biyodizel diye bir ucube üretmiş olmamız size de garip gelmiyor mu?

İşte biz “Ekoloji Kolektifi” olarak konuya bu pencereden bakıyoruz. Bu çağı yeniden üretmekten başka bir işe yaramayan sloganlardan ve basit ön kabullerden yola çıkmanın anlamsızlığını açıkça ilan ediyor ve tüm halkımızı mevcut enerji üretim ve tüketim ilişkilerini yeniden sorgulamaya davet ediyoruz. Ancak böyle bir sorgulamanın sonucunda varılacak noktanın gerçek bir alternatif olabileceğini düşünüyoruz.

Bir kere daha düşünelim, “alternatif” nedir? Hâkim görüşlerin önümüze koyduğu ve “hadi, içlerinden birini seçin” dediği bir “olabilirler listesi” midir, alternatifler? Yoksa ortak hedef olan insanca yaşama giden yolda birbirinden bağımsız ve birbirini üretip aynı yere çıkmayan farklı yollar mıdır, alternatifler? Bizler açıkça görüyoruz ki, alternatif olarak önümüze konulanlar, toplumları yönlendirmeye çalışan ve hepsi aynı kapıya çıkan ucubelerdir. Buradaki amaç insanların gerçekleri tartışmasını engellemek ve sözüm ona alternatiflerin karmaşasında gerçekçi çözümleri boğmaktır. Artık sorgulamalıyız, neden daha çok enerji tüketmek daha gelişmiş olmak demek olsun ki? Neden verimliliği düşük pek çok teknolojiyi zaten var olan gerçek alternatifleriyle değiştirmek, hemen ulaşılabilecek kolay ve uygulanabilir bir hedefken, çeşitli enerji santralleri kurarak para kazanan birkaç firmayı daha çok zengin etmek için sahte bir enerji açığından korkmak zorunda olalım ki? Neden alternatif olarak bize dayatılan seçeneklerden birini tercih etmek ve örgütlü mücadelemizi sektörün bu veya şu tarafını desteklemek uğruna harcamak zorunda olalım ki? Bu sorulara siz de bizim gibi HAYIR! diyerek cevap veriyorsanız, tüm bu anlayışların temsilcisi olan Nükleer Teknolojiye karşı durunuz.

Otoriter ve faşizan bir topluma hizmet eder

Her defasında bir öncekinden daha fazlasına ihtiyaç duyan bu barbarca enerji sisteminde yönetim de doğal olarak daha fazla otoriter bir karakter kazanmaktadır. çünkü neyin ihtiyaç olduğuna neyin ihtiyaç olmadığına toplum değil enerji barbarları karar verir. Daha fazla enerjiye ihtiyacımız olduğuna bir kez inandırıldıktan sonra bu korku üzerinden toplumu yönetmek de daha kolaylaşmaktadır. İlkel dürtüleri harekete geçirilen toplum artık bir toplum olmaktan çıkar. Nükleere karşı olunduğunun toplum içinde yaygınlaştırılması bile bir yok oluşa çanak tutmakmışçasına, bu söylem aforoz ediliverir.

Bir kez toplum kendi içinde rekabet etmeye başladıysa bunun sonucunda toplumlar da birbirleriyle yarıştırılır. Onda var da bende neden yok söylemi alır başını gider. Avrupa’da var, Amerika’da var, İran’da var... Bende de olsun. Hayır, hiç kimsede olmasın! Olmamalıdır.

Nükleer enerji karşıtlığının içini yukarıda belirttiğimiz şekilde dolduramamak hep acı sonuçlar doğurmuştur. Pek çok hareket “ülkemizin gelişmesi için” nükleer enerjiyi istemekle, “çevremizi korumak için” nükleer enerjiyi istememek arasında bocalayıp kalmıştır. Enerji üretim sektörü ile ilgili meselenin ardındaki toplumsal örgütlenme biçimini eleştiremezsek nükleer silahları bile eleştiremeyiz. En azından, iş gelip “eksileri olduğu kadar artıları da var”

noktasına dayanır. Yıllardır Türkiye’nin yaptığı büyük askeri harcamalar, etrafımızın “kötü komşularca kuşatılmış” olduğuna nasıl bağlandıysa; nükleer silahlar da bir yerlere bağlanır kolayca. Ve bizler yine bakakalırız olup bitenlere. Bu çaresizliği yaşamamanın tek yolu sakız veya çikolata seçen çocuk gibi bize sunulan alternatifleri seçmekten vazgeçip kendi alternatifimizi üretmek için sistemi eleştirmeye başlamaktan geçer.

Bu nedenle nükleer karşıtlığı eninde sonunda bir uygarlık eleştirisidir. O uygarlığın yaşam biçimleri ile hesaplaşmak demektir.

(4)

Referanslar

Benzer Belgeler

“Macera pe şinde değiliz” diyen Enerji Bakanı Güler, Sinop’a Nükleer Teknoloji Geliştirme Merkezi’nin kurulaca ğını açıkladı.. Enerji Bakanlığı, Türkiye Atom

Nükleer santral yapılması gerektiğini söyleyen Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç, bu konunun yirmi senedir Türkiye’de konu şulduğunu ancak tam ihale

Tar ım Orkam-Sen Mersin Şubesi Yönetim Kurulu Ü;yesi Yılmaz Kilim, başvuru dosyasının prosedür gereği bakanlık, valilik ve İl Çevre Müdürlüğünce duyurulması

Hükümetin 6 aydır Meclis’te yasalaştırmaya çalıştığı nükleer santral kurulmasını sağlayacak düzenleme, bugünden itibaren Genel Kurul’da ele alınacak..

Kanun, enerji plan ve politikalar ına uygun biçimde, elektrik enerjisi üretimi gerçekleştirecek nükleer güç santrallarının kurulması, işletilmesi ve enerji satışına

Akkuyu Nükleer Santralı için Rusların verdiği fiyat teklifinin kabul edilmesi durumunda, santralde kullanılacak olan uranyum tabletlerinin Türkiye'de üretilece ği belirtildi..

Nükleer santral kurulmasına ilişkin yasa, değişiklikler yapılarak TBMM Sanayi Komisyonu'nda kabul edildi.. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakan ı Hilmi Güler , elektrik iletimi

TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonunda, Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Kanunun