GÖKMEN TARİK ACAR • İktisadı Değiştirmek
GÛKMEN TARIK ACAR 1977’de İstanbul'da doğdu. Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İngilizce İktisat Bûlümü'nde tamamladı. 2002 yılında İstanbul Ûniversitesi'nde başladığı “İktisat Teorisi” yüksek lisans eğilimini. 2005 yı
lında “Egemen İktisat Teorisine Metodolojik Açıdan Eleştirel Bir Yaklaşım” başlıklı yüksek lisans teziyle tamamladı. 2004 yılında İFMC Yayınlan tarafından yayımla
nan Post Otistik iktisat (ed. Kaya Ardıç) adlı kitabın çevirisini yapü. Halen 2002 yı
lında kurulan www.eeterisparibus.net adresli akademik içerikli web sitesinin yöne
ticiliğini sürdürüyor.
İletişim Yayınlan 1331 • Araştırma-lnceleme Dizisi 226 ISBN-13: 9 78-975-05-0611-6
© 2008 iletişim Yayıncılık A. $.
1. BASKI 2008, Istanbul
EDITOR Kıvanç Koçak
DİZİ KAPAK TASARIMI Ümit Kıvanç KAPAK Suat Aysu
KAPAK RESMl Hieronymus Bosch, “The Conjuror” (Sihirbaz) UYGULAMA Hüsnü Abbas
DÜZELTİ Begüm Güzel BASKI ve CÎLT Sena Ofset
Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi B Blok 6. Kat No. 4NB 7-9-11 Topkapı 3 4010 İstanbul Tel: 212.613 03 21
İletişim Yayınlan
Binbirdirek Meydanı Sokak İletişim Han No. 7 Cagaloğlu 3 4 1 2 2 İstanbul Tel: 212.516 22 6 0 -6 1 -6 2 • Faks: 2 1 2 .5 1 6 12 58
e-mail: iletisim@iletisim.com.tr • web: www.iletisim.com.tr
GÖKMEN TARIK ACAR
İktisadı Değiştirmek
Neoklasik İktisada
Eleştirel Bir Yaklaşım
İÇ İN D E K İL E R
G i R i ş ... y
BİR İN Cİ BÖ LÜ M
İ K T İ S A D I N M E T O D O L O J İ S İ ... -... 15
Bilim felsefesinin temel kavramları ve iktisat ile karşılaştırılması 15 Bitimin temel özellikleri ve iktisattaki yansımaları. ... 15
Bilimin yöntemi ... .— .24
İktisadın doğal bilimler ile ilişkisi... 28
İktisadın temellerinin fizik ile ilişkisi... 28
Pozitivizm ve sosyal bilimler_ --- ... 33
Sosyal dünyanın yapısı ve doğal bilimler ile karşılaştırılması — 37
Kuantum fiziği ve iktisat ile ilişkisi...— ... - ... .41
Tümdengelimsel yöntem ... ... 50
Tümdengelim ve iktisat ... 50
Tümdengelimin sınırları _____...— --- .— ... 51
Olgusal düzenlilikler - ___ „.______ 53 Dışsal ve içsel kapama koşulları __________ ...— ... 56
Neoklasik iktisadın metodolojisi ... ..62
Metodolojik bireycilik ... ... ... ...- 62
Rasyonellik ... —... ... ... 65
Bireyden topluma geçiş... 67
İktisat ve nesnel analiz ... 69
İktisatta gerçekçilik problemi...—. 73
Cerçekçilik-tümdengelim ilişkisi -.... 73
Friedman ve enstrümentalizm... -...75
Friedman'm enstrümentalizminin eleştirisi. ... -.... 79
İKİNCİ BÖ LÜ M İK T İS A T V E M A T E M A T İ K İ L İ Ş K İ S İ ... 87
Tarihsel süreç... 88
Matematiğin sınırları ... _... 93
İktisatta matematiksel düşüncenin getirdiği kısıtlamalar... 96
Matematiksel iktisat uygulamalarına yönelen eleştiriler... 108
Alternatif görüşlere göre iktisadın amacı ve matematiğin yeri 118 Ü Ç Ü N C Ü BÖ LÜ M İ K T İ S A T V E İ D E O L O J İ İ L İ Ş K İ S İ — ... 123
Tarihsel süreç... -... 123
İktisatta ideolojinin yeri... 136
Kapitalizmin veri alınması ... — ... 142
Kapitalizmin meşru kılınması ... -... —148
İktisadın toplumun algısı üzerindeki etkisi... 151
İktisadın "amaca yönelik" analizleri . ... 156
Politika önerilerinde ideolojik faktörler... ... .... 159
İktisadın savunma mekanizmaları .... 173
Muhafazakârlık... ..._..173
Eğitim ve atamalar ... .... ...175
Ödül mekanizmaları... 178
İktisadın ideolojiden ayrılmaz niteliği ... 180
D Ö R D Ü N C Ü BÖ LÜ M İ K T İ S A T T A A L T E R N A T İ F Y Ö N T E M Ö N E R İ L E R İ 185 Yeni bir iktisat arayışı... 185
Gerçekçilik... ... — 187
Çoğulculuk... — ... 196
Çoğulculuğun önemi ve potansiyeli ... 196
Çoğulculuğun metodolojisi.... — ______ 204 SONUÇ... 215
KAYNAKÇA 223
G İ R İ Ş
İktisatçıların kendi disiplinlerinin niteliği üzerine giriştiği tartış
malar, günümüzde görülmedik bir ölçüye ulaşmıştır. Bu tartış
malarda iktisada yönelen eleştirilerin odak noktası, egemen te
orinin günümüz ekonomilerinin sorunlarını çözmekte uğradığı başarısızlıktır. Günümüzde dünya ekonomilerinin karşılaştığı problemlere karşı iktisatçıların önerdiği politikaların önemli bir bölümü sorunları çözememekte, hatta zaman zaman sorunu da
ha da derinleştirmekledir. Bu da iktisadın ve iktisatçının konu
munun ciddi biçimde soıgulanmasım gerektirmektedir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD hegemonyası altındaki dünya piyasalannda kapitalist birikim, eşi görülmemiş biçim
de büyüdü ve egemen konuma ulaştı. Fakat bu değişimlerin yarattığı büyüme, dünyaya eşit biçimde yayılmadı. Bunun so
nucunda dünya ekonomisinde günden güne büyüyen eşitsizli
ğin her yerde büyük protestolara neden olduğu görülmekte.
21. yüzyılın başlarında, gelişmiş ülkelerin kullandığı yüksek teknolojiye rağmen insanlığın üçte ikisi yoksulluk içinde yaşa
maktadır. Salgın hastalıklar her yıl milyonlarca insanı öldür
mekte, her yıl yanm milyon anne adayı gebelik sırasında ha
yatını kaybetmektedir. Eski sömürge ülkelerde kişi başına dü
şen sağlık ve eğitim harcamaları Batılı bir öğrencinin okul
harçlığından bile azdır. Üçüncü Dünya ülkelerinin Batılı ülke
lere olan borçları da, onları kendilerini bu koşullardan kurta
racak atılından yapmaktan alıkoymaktadır.
Az gelişmiş ülkelerden yükselen sesler giderek anarken son yıllarda bu küresel eşitsizliğe karşı gelişmiş ülkelerin içinden de tepkiler gelmeye başlamıştır. Seattle, Washington ve Prag gibi şehirlerde IMF ve Dünya Bankası gibi kunımlara karşı ya
pılan, yüz binlerce insanın katıldığı protesto eylemleri, artık bu kurumlann yaptığı her toplantının aynlmaz bir parçasına dönüşmüştür.
Küresel eşitsizlikteki gözle görülür anışm yanında, gelişmiş ülkelerin ekonomilerinde de sorunlar vardır. OECD’nin 2004 rakamlarına göre G7 ülkelerinde işsizlerin sayısı 22,5 milyona ulaşmıştır.1 İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra görülen hızlı bü
yüme artık sona ermiş; lam istihdam, yükselen yaşam stan
dartlan ve refah devleti geçmişte kalmıştır.
Özellikle 1980 sonrasında ekonomilerin başarısızlığının en belirgin göstergesi, artan krizler olmuştur. Doğu Asya krizi, büyük bunalımdan sonraki en büyük çöküştür. Bölgedeki tüm ülkeler bu krizden büyük yaralar alırken çevre ülkeler de do
mino taşlan gibi yıkılmıştır. Bu süreç 1998’de Rusya’yı, ardın
dan 1999-2000 yıllarında Türkiye’yi etkileyerek, bu iki ülke
nin tarihlerindeki neredeyse en büyük mali krizleri yaşamala
rına yol açmıştır. Krizlerde zorla kabul ettirilen IMF politika- lan ise çoğu zaman işleri daha da zora sokup ülkeleri derin bir bunalımın içine itmiştir. Bu arada Latin Amerika istikrar sağla
mak için büyük çabalar harcarken Avrupa ülkeleri çift haneli işsizlik oranlanyla karşı karşıyadır.
iktisat, Soğuk Savaş yıllarının ideolojik mücadele sürecinde olduğu kadar, SSCB’nin dağılışından sonra da kendisini kanıt- layamamıştır. Oysa Berlin Duvarı’nın yıkılması, piyasa ekono
misinin Marksizme üstünlüğünün kanıtlanması gibi değerlen
dirilmiş; aynı şekilde egemen iktisat teorisi de zafer kazanmış olarak görülmüştür. Merkezi planlama, söz verdiği büyümeyi
1 Wages, Costs, Unemployment and Inflation - E 0 7 5 Annex Tables, OECD (http://
www.oecd.org/dataoccd/5/4 7 /2483871 .xls)
8
sağlayamamıştır! Liberal iktisatçılar ülkeyi kapitalizme enteg
re ederek merkezi planlamanın kazandıramadığı refahı eski komünist ülkelere kazandıracaklardır. Kapitalizme geçişte,
“şok” bir politikanın çok hızlı bir dönüşüm yaratacağı öngö
rülmüş; tıpkı ders kitaplarındaki gibi, bir dengeden diğerine hızla geçileceği düşünülmüştür. Bu tartışmaların yapıldığı dö
nemde gündemde olan “rasyonel bekleyişler” teorisi de birey
lerin mevcut tüm bilgiyi değerlendirerek en doğru karan vere
ceklerini söylemektedir. Ne var ki, beklenen gerçekleşmemiş, kapitalizme bu şekilde geçilmesi 10 yıl içinde Rusya ekonomi
sini çökertmiştir. Diğer eski komünist ülkeler de çok sancılı bir kapitalizme geçiş süreci yaşamıştır.
Stigliız gibi yazarlar bu başarısızlıkların sorumlusu olarak IMF ve Dünya Bankası iktisatçılannı gösterirken bu ikıisaıçı- lann yöntemlerini, aldıklan eğitimi sert bir dille eleştirmiştir.
İktisatçılar, bu ülkelerin iç dinamiklerini anlamaya çalışmadan tamamen kurgusal bir dünyadan yola çıkarak politikalar öner
mekle suçlanmıştır.
İktisatçılar, kapitalizmin işleyiş sürecindeki birçok aksaklığı düzeltmekte başarısız olmuştur. Dünya ekonomisini bütünleş
tirmek bir yana, hem toplumlar içinde, hem de toplumlar ara
sında bölünmüşlük yaratılmıştır. Doğal kaynaklar yağmalanıp gelecek kuşaklar tehlikeye atılırken küreselleşme taraftarları enerjilerini “finansal olarak uygun” ekonomiler oluşturmaya harcamış ve bu da eşitsiz ve sürdürülemez sonuçlar doğur
muştur. Hepsine ek olarak dünya çapında ciddi bir çevre teh
didi de söz konusudur. Tropik yağmur ormanlarının her yıl Is- koçya büyüklüğünde bir bölümü kaybolmaktadır; hava kirlili
ği, temiz su kaynaklarının yok olm ası, küresel ısınma gibi problemler çağdaş ekonomilerin bir sonucudur.
Günümüzde birçok heıerodoks okulun temsilcisi, egemen iktisatçıları bu konulara egilmemekle suçlarken, bu gerçekle
rin var olduğu bir dünyanın anlaşılabilmesi için kendi teorile
rinin gerekli olduğunu iddia eder; ortodoks iktisatçılar tüm bu olanları açıklamakta kendilerinden beklenen performansı ço
ğu zaman gösterememiştir.
9
Aslında 21. yüzyılın küresel dünyası, 1950’li yıllara göre ders kitaplarına daha çok benzer. Ticaret engelleri kaldırılmış, sermaye akışı serbestleşmiştir. Dövizin değerini piyasa belir
lerken devletin rolü de azaltılmıştır. Tüm bunlar iktisatçıların önerileri doğrultusunda yapılmıştır. Ders kitaplarına göre dünyanın bu düzenlemeler yapılmadan öncesine göre daha iyi bir yer olması gerekir; daha hızlı büyümeli ve daha istikrarlı olmalıdır. Oysa bu öngörülerin hiçbiri gerçekleşmemiştir.
Eleştirilere göre, bu başarısızlığın nedeni, çağdaş iktisadın sağlıklı bir durumda olmamasıdır. Nitekim son yıllarda iktisa
dın birçok yanı tartışmaya açılmış ve gerçek dünya olaylarına bakışı sorgulanmıştır. Formel iktisat teorisinin başarısızlıkları, artık iktisat disiplininin içindekiler kadar dışındakiler tarafın
dan da fark edilmektedir. Heterodoks kesimlerin yıllardır dile getirdiği bu meseleler, birçok ortodoks iktisatçı tarafından da kabul görmeye başlamıştır.
Krize giren her araştırma alanında bozukluk sinyalleri, di
siplinin kendi kriterleri açısından da belirginleşmeye başlar.
Modem iktisadın içinde bulunduğu durum da böyledir. ikti
satçılar doğru tahminler yapamamakta, kuramcılar da doğrıı açıklamalar getirememektedir. Çağdaş iktisatta iktisatçıların iddia ettiği ama gerçekte yalanlanan birçok durum vardır.
iktisadın hem akademi içinde, hem de dışında gözlemlenen bu başarısızlığı iktisat eğilimi veren kurumlara da yansımıştır.
İngiltere’de Royal Economic Society’nin 2000 yılında yaptığı araştırmaya göre yeni doktora öğrencilerinin sayısı “tehlikeli düzeyde” gerilemiştir. Aynı yıl London School of Economics hiç doktora öğrencisi almamıştır.2 Tüm bu gelişmeler “ikLisaı eğitiminden tatmin olmayan öğrencilerin diğer disiplinlere yö
nelmesi” olarak yorumlanmaktadır.
Öğrencilerin kendilerine öğretilen egemen iktisadın prob
lemlerine ilişkin tepkileri 2000 yılından itibaren dünya çapın
da örgütlü bir öğrenci hareketine dönüşmüştür. “Post Otistik
2 Alan Shipm an, “Econom ics: T he Disappearing S c ie n ce ?', Pusf-Autisiic E con o
m ics Review, no. 20, Haziran 2 0 0 3 . (hup://w\vw.biim crnct.coin/%7Epae_news/
reviewAissuc20.htm Erişim tarihi: 19 Ekim 2004.)
10
İktisat” olarak bilinen bu hareket ile iktisat öğrencileri, daha
“gerçekçi”, “çoğulcu” ve “diğer sosyal bilimlerle ilişkisini ko
partmayan” bir bilim dalı istediklerini vurgulamaktadır. Öğ
rencilere göre neoklasik teorinin egemenliğindeki iktisat, artık dünyanın gerçeklerinden kopmuştur ve sorunlara çözüm üre
temez hale gelmiştir. Bunun için en kısa zamanda iktisatta bir reform yapılması gereklidir.
Post Otistik İktisat Hareketi, Fransa’da başlayıp kısa süre içinde tüm dünya üniversitelerine yayılmış ve Türkiye de dahil olmak üzere birçok ülkenin öğrencilerinden ve öğre
tim üyelerinden destek bulmuştur. Bu harekelin başlattığı ve Robert Solow, Amartya Sen, Jam es Galbraith, Frank Acker
man, Jacques Sapir, Deirdre McCloskey, Tony Lawson, Steve Keen, Sheila C Dow, Ben Fine, Julie A. Nelson, Bernard Gu- errien, Bruce J . Caldwell, Ha-Joon Chang, Richard Wolff, Robert Heilbroner gibi önde gelen iktisatçıların katkıda bu
lunduğu teorik ve m etodolojik tartışmalar da bütün hızıyla sürmektedir.
Bu tartışmalara, heterodoks okulların eleştirel yaklaşımları
nı ve 1980’li yıllardan itibaren hızla artan iktisat metodolojisi çalışmalarını da eklediğimizde ortaya çok geniş bir literatür çıkmaktadır. Disiplinin yöntemleri üzerine yapılan bu kadar eleştiri, iktisatta bir şeylerin yolunda gitmediğinin açık kanıtı
dır. İktisadın mevcut durumunun uyandırdığı rahatsızlık, ikti
satçıları yeni arayışlara ve tartışmalara itmektedir.
İktisada yönelik bu eleştirilerin incelenmesi ve değerlendi
rilmesi, egemen iktisat disiplininin sınırlarını göstermesi açı
sından çok önemli bir işlev taşımaktadır. Zira iktisatçıların gerçek dünyayı kavramakta başarısız olduğu iddiası, bizi ege
men iktisadın çözümleme araçlarını incelemeye ve alternatif görüşleri değerlendirmeye götürmelidir, tktisat disiplininin kapasitesini ve sınırlarını görmeden yapılacak her çalışma, ay
nı eleştirilerle karşı karşıya kalma riskini taşımaktadır.
İkinci olarak, iktisat sosyal bir disiplin olduğundan, iktisadi olarak geçerliliğine inandığımız teoriler doğrudan toplumu- muzu etkilemektedir. İktisatçılar dünyayı daha güzel bir hale
11
getirmek için politikalar önerirler. Bu nedenle egemen iktisat teorisinin dünya gerçeklerinden neden uzaklaştığının ortaya koyulması, gelecekte üretilecek çözüm önerileri için bir hare
ket noktası teşkil edecektir.
Tüm bu gerçeklerden yola çıkarak bu çalışmayla, “iktisadın gerçek dünyayı kavramadaki başarısızlığının nedenlerini sor
gulamak ve potansiyel çözüm önerilerini değerlendirm ek”
amaçlanmıştır.
Bu kapsamda çalışmanın birinci bölümünde, egemen iktisat teorisinin metodolojisi incelenecek ve bu yöntemlere yönelen eleştiriler değerlendirilecektir. İkinci bölümde disiplinin aşırı derecede matematikselleştiğine yönelik eleştiriler ele alınacak ve inceleme alanı toplum olan bir bilim dalının bu derecede matematikselleşmesinin yarattığı problemler tartışılacaktır.
Çalışmanın üçüncü bölümünde iktisadın ideolojik eğilimleri gözden geçirilecek ve bunun dünyanın gerçek problemlerini anlaması gereken bir bilim dalı için yarattığı engeller ortaya koyulacaktır. Son bölümde ise dünyayı daha iyi anlayabilmek için iktisadın nasıl değişmesi gerektiğine ilişkin tartışmalar ele alınacaktır.
Çalışma içinde orıodoks iktisat teorisine yapılan eleştiriler değerlendirilecek, zaman zaman heterodoks okullar ile karşı
laştırmalar yapılacaktır. İktisadın araştırma alanının toplum olması nedeniyle diğer sosyal bilimler ile de karşılaştırmalara gidilerek toplumu daha iyi kavramak için bir bilim dalının yöntemlerinin ne olması gerektiği sorgulanacaktır. Metin içeri
sinde, farklı yazarlardan yapılan alıntılarda anlam karmaşasına yol açmaması amacıyla, aksi özellikle vurgulanmadığı sürece
“iktisat” kelimesi günümüzün egemen (mainstream) iktisat teorisini tanımlamak amacıyla kullanılacaktır.
Çalışmada, egemen iktisat teorisinin metodolojik eleştirile
rine odaklanmaya çalışacağız. Ancak teorik eleştiriler kapsa
mın genişliği ve nedeniyle değerlendirmeye alınmayacaktır. Bu noktada yapılacak eleştirilerin sınırlarını da teori çizecektir.
Örneğin tümdengelimsel yöntemin bilim felsefesi açısından değerlendirmesi yapılacak, ancak tümdengelimsel yöntemin 12
iktisat teorilerinde kullanılmasının teknik sonuçlan ayrıntılı biçim de değerlendirilm eyecektir. Benzer biçim de ideolojik sapmalarm ve matematiksel yöntemlerin m etodolojik prob
lemlerine değinilmekle birlikte bunlann teknik analizlerdeki yansımalarından bahsedilmeyerek çalışm anın belirli sınırlar içinde bütünselliğini korumasına gayret edilecek.
B İ R İ N C İ B Ö L Ü M
İ K T İ S A D I N M E T O D O L O J İ S İ
Bilim felsefesinin temel kavramları ve iktisat ile karşılaştırılması
Bilimin temel özellikleri ve iktisattaki yansımaları
“Bilim”, genel olarak şöyle tanımlanır:
“1) Doğal olaylara ve koşullara ilişkin gerçeklerin keşfedilme
si ve bu gerçeklere ilişkin kanunların formüle edilmesi ama
cıyla bu olaylann ve koşullann sistematik biçimde gözlenme
si. 2) Bu gözlemlerden çıkartılan ve daha ileri araştırmalar için test edilebilen organize bilgiler bütünü. 3) Bu genel bilgi
ler bütününün biyoloji, fizik, jeoloji ve astronomi gibi belirli bir alı dalı.”1
Genel olarak bilime atfedilen temel özelliklerden biri nes
nellik ve evrenselliktir. Bilimsel bilgi kişiden kişiye, toplum
dan topluma ve zamandan zamana değişmez. Bu anlamda bi
limsel bilginin “doğru” ve “güvenilir” olduğu kabul edilir.
Karl Popper ise bilimi kendi “yanlışlama” çerçevesi içinden şöyle tanımlar:
1 “Som e D efinitions o f Science”, University o f Georgia (hupVAvww.gly.uga.edu/
railsback/U 22sciencedcfns.htm l Erişim tarihi: 6 M an 2 0 0 5 )
15
“Bence bilime bir ‘bilgi bütünü’ olarak bakmayıp onu ilke ola
rak ispatlanamayacak am a testlerle çürûtülmediği sürece on
larla çalışacağım ız ve hiçbir zam an doğru olduklarını iddia edemeyeceğim iz bir hipotezler sistemi ya da tahm inler ve çı
karımlar sistemi olarak görm e fikrine alışmak zorundayız.”2
Alan Woods ve Ted Grant, hiçbir teorinin evrensel yasaları keşfedemeyecegini savunurlar. 2000 yıl önce, Ûklid geometrisi
nin evreni açıkladığı kabul edilmiştir. Daha sonra Newton’un yasalan için de aynısı düşünülmüştür. Newton’un parçacık te
orisinin yerine gelen dalga teorisi ise Newton’un teorisinin de evrensel olmadığını göstermiştir. Teorinin ilk yıllarında “göz ar
dı edilecek kadar küçük şeyler” olarak görünen çelişkilerin, yıl
lar sonra teoriyi devirecek kadar büyük olduğu anlaşılmıştır.3 Demire göre de nesnel ve evrensel bilgiden bahsedilemez.
Algılarının ortak olmasına ve dünyayı aynı biçimde görmeleri
ne karşın bireylerin kendilerine özgü yanlan da vardır. Bu or
tamda bireye dışsal bir gerçeklikten çok, sürekli bireyler tara
fından yeniden kurulan ve üzerinde uzlaşılıp baskın hale gel
miş bir öznellikten bahsedilebilir. Bu anlamda “nesnellik” ile
“egemen olmuş” kavramı birbiriyle örtüşiir. Aslında bugünkü kavramların tarih boyunca insanlar, tarafından aynı biçimde algılandığını iddia etmek anlamsızdır, insanların hem düşünce biçimleri, hem de içinde bulundukları maddi koşullar değişir.
Bu nedenle dünyaya bakışta zaman ve mekân üstü bir kavrayış yakalamak imkânsızdır.4
“Bugünkü dünyada bilim, yalnızca belirli özellikler taşıyan bir bilgi çeşidi değil, aynı zamanda toplumsal, iktisadi, siya
sal, kültürel ve ideolojik içerim ler taşıyan ve metafizik değer
2 Karl R. Popper, T h e Logic o f Scientific Discovery'den aktaran; “Som e Definitions of Scien ce", University o f Georgia. (http;//www.gly.uga.cdu/railsback/H22sci- enccdefns.htm l Erişim tarihi: 6 Mart 2 0 0 5 )
3 Alan Woods, Ted Grant, AJtlm Isyaiu-M arhsist Hclsefeve M odem Bilim, çcv. Ömer G em ici-U fuk Demirsoy, T arih Bilinci Yayınları, İstanbul, 2 0 0 1 . (hııp://www.
m arksist.com /kitaplik/onlincKitap/Al/bolum5.htm Erişim tarihi: 2 5 Man 2 005) 4 Ö m er Demir, “Stratejik Bir Bilgi Alaıu: İktisat M etodolojisi", İktisatla Yöntem
Tartışm aları, (ed.) Ö m er Demir. Vadi Yayanları, Ankara, 1996, s. 15-16.
16
lerle yûklıı bir meşruluk kaynağı, günlük konuşmalardan sis
temli toplantılara kadar neredeyse h er yere nüfuz etmiş bir dünya görüşüdür. Bu açıdan m od em dünyada bilim, bilginin elde ediliş ve derlenişinin bir yöntem i olmanın çok ötesinde bir işlev yüklenerek, ayrıcalıklı konum uyla gerçek olanla ol
mayan arasında hakemlik yapmakla, neyin m üm kün olduğu
nu dikle etm ekle ve nelerin yapılabileceğini önerm ektedir. Bu yönüyle bilim, çarpıcı bir benzetm eyle, bugünkü dünyanın dini olarak işlev görm ektedir,”5
Gerçekten de, insanlığın bugün ulaştığı noktada bilimin yol göstericiliğinin çok büyük bir tarihsel önemi vardır. Aydınlan
ma ile birlikte modem uygarlık dinden ve onun egemenliğin
den uzaklaşırken, dinin boşalttığı yeri bilim almıştır. Bu an
lamda bilim, en temel meşruluk kaynağıdır. Öyle ki, artık din bile varlığını sürdürebilmek için bilim ile çelişmediğini ispat
lamak zorundadır. İşte bilimin ulaşuğı bu güçlü konum, sanki insanüstü bir kaynaktan geliyormuşçasına tahakküm etme yetkisine sahip olmasmı ve bunun da bir çeşit “meşrulaştırma aracı" olarak kullanılmasını beraberinde getirmiştir.
Aslında insanın kendisini çevreleyen evrene ilişkin algısı ge
liştikçe bilimsel bilginin geçerliliği de daha fazla sorgulanmak
tadır. Bilim tarihi, uzun süre kabul edilip daha soma geçersiz
liği ispatlanan teorilerle doludur. Bunlar ait oldukları dönem
de insanların sorunlarım çözebildiği sürece “mutlak doğru”
olarak kabul edilmiş ama daha sonra yerini yine bir süreliğine
“mutlak doğru” olduğu kabul edilecek başka bir teoriye bırak
mıştır. Bu nedenle bilimin ayırt edici özelliği olarak evrensel
lik algısı, yalnızca ait olduğu dönem için geçerlidir ve insanın eksik bilgisinden kaynaklanır. Nesnellik ise araştırmacının her türlü dış etkiden arınmış bir zihinsel yapıya sahip olmasını ge
rektirir. Halbuki özelde iktisat, genelde ise bilimin bütünü için böyle bir nesnelliğe erişilemeyecegi iddia edilmektedir.
Thomas Kuhn, bilimin gelişim sürecini tartıştığı ünlü çalış
ması Bilimsel Devrimlerin Yapısında hiçbir teorinin “evrensel”
5 Demir, s. 18-19.
17
bir çözüm aracı olarak görülemeyeceğini savunur. Araştırma
cı, bilimin sınırlan içinde problem çözer ama bilimin kendisi
ni sınamaz. Bir satranç oyuncusu gibi, paradigmanın çizdiği oyun tahtası üzerinde hareket eder.
“... hiçbir kuram belli bir zamanda karşılaştırıldığı bütün bul- m acalan çözem ez. Üstelik önceden başanlan çözüm ler de her zam an m ü kem m el olm azlar. Tersine, var olan v eri-k u ram uyum unun eksikliği ve kabalığı, herhangi bir zam anda, ola
ğan bilimi tanımlayan bulm acaların çoğunu belirleyen başlıca etkendir.”6
Bilim çevresinin kararlan ve seçimleri, bilimin gelişim süre
cinde doğrudan etkilidir. Disiplinin genel çerçevesini çizen, çalışma alanını belirleyen, yeni kuşakların algısını biçimlendi
ren ve zamanı geldiğinde yeni bir bilimsel anlayışı kabul eden karar birimi hep bu bilim çevresidir.
Kuhn’a göre “olağan bilim ”, geçmişte kazanılmış başanlar üzerine oturtulmuş araştırmalar bütünüdür. Bu başanlar, bi
lim çevresinin bir süre için temel kabul ettiği bilimsel ilerle
melerdir. Burada kuşkusuz ders kitaplanna önemli bir rol dü
şer. Bu kitaplar, kabul edilmiş kuramsal yapıyı yorumlar, tüm başarılı uygulamalan örnekler, bunlan gözlem ve deneylerle karşılaştırır. Disiplin içinde herkes aynı kitaplarla eğitilince, bilim çevresinin kendi içinde anlaşmazlığa düşme olasılığı da azaltılmış olur. Bu fikir birliği, olağan bilimi oluşturan en te
mel faktördür.7
Bu şekilde bakıldığında, olağan bilimi bir çeşit "uzlaşma”
olarak görmek mümkündür. Teoriler, dünyayı açıklama konu
sunda tek ve mutlak araçlar olduklan için değil, bilim çevresi
nin bu konuda hemfikir olması nedeniyle benimsenir.
Bir teorinin “olağan bilim” sıfatı kazanabilmesi için iki te
mel özelliğe sahip olması beklenir: İlk olarak bu yeni teorinin temsil ettiği başarı ya da ilerleme, rakip bilimsel etkinlik çev
6 Thom as S. Kuhn, Bilimsel D evrim lcrin Yapısı, çcv. Nilüfer Kuyaş, Alan Yayıncı
lık, İstanbul, 20 0 3 , s .210.
7 Kuhn. s. 6 7 -6 8 .
18
relerine bağlı olanları kopartıp kendi alanına çekecek kadar benzersiz ve güçlü olmalıdır. İkincisi ise birçok sorunun çözü
münü ileride oluşacak topluluğa bırakacak kadar açık uçlu ol
ması beklenir. Bunu “gelişmeye açık olmak" şeklinde de ta
nımlayabiliriz. Kuhn bu iki özelliği paylaşan yapılara “para
digma” ismini verir.8
Paradigmalar kesin olarak ispatlanmış genel bir başarıdan çok gelecekte ulaşılacağına inanılan başan nedeniyle benimse
nir. Paradigma ilk başta sınırlı ama önemli bir alanda başarı sağlar. Olağan bilim de, bu umudun gerçeğe dönüştürülmesi çabasıdır. Örneğin ilk başta tahminlerle gerçekler arasında farklar var olabilir. Olağan bilimsel çaba bu farklan yok etmeye çalışır. Paradigmanın baştan beri temin ettiği görüngü ve ku
ramların ayrıştınlmasına odaklanır. Bu yüzden olağan bilimin araştırma alanı, en başından tanımlanmıştır ve çok dardır.9 Bi
lim eğitiminde ise özellikle kuramın uygulamalarının üzerinde durulur. Böylece bilim çevresinin bir sonraki kuşağı yetiştirilir
ken paradigmanın sürekliliği de sağlama alınmış olur.
Bilim öğretiminde kuramsal tartışmalara sık sık örnek uygu
lamalar da eşlik eder. Bu metinleri okuyan sıradan bir kişi, bu uygulamaların kuramın doğruluğunu kanıtlayan deliller oldu
ğuna kolaylıkla inanabilir. Bilim öğrencileri de kuramlan dış
sal kanıtlarla değil, öğretmenlerine ve kendilerine verilen me
tinlere dayanarak kabul ederler. Bu konuda uzman olmadıkla
rı için başka seçenekleri de yoktur. Eğitim amaçlı metinlerdeki uygulamaların amacı, kanıt sağlamak değil, öğrenciye paradig
mayı öğretmektir.10
Kuhn'un bu yorumunu iktisadı temel alarak değerlendirdiği
mizde resim büyük ölçüde netleşir. Örneğin iktisat ders kitap
larında öğrenciye anlatılan teoriler her zaman “uygulama”
dersleriyle desteklenir. Öğrenci, mikroekonominin uygulama
ları dersinde firmalann tam rekabet koşullan alımda nasıl den
8 Kuhn, a.g.c.
9 Kuhn, s. 8 2 -8 3 . 10 Kuhn, s. 144.
geye ulaştığını matematiksel yöntemlerle hesaplar. Öğrencilere bu “uygulamalar” dışında başka bir kanıt da gösterilmez. Da
hası, firma teorisine ilişkin yüzlerce eleştirinin bir tekinden bile bahsedilmez. Bu eğitim sonucunda öğrencinin çoğu zaman,
“koşullar sağlandığı zaman” ekonominin sonsuz bir uyum içe
risinde hareket edeceğine inanmaktan başka çaresi yoktur.
Olağan bilimin en belirgin yanlarından biri de, bu çalışma
larda yeniliğin amaçlanmamış olmasıdır; çalışmaların önemi, paradigmanın kesinliğine sağladığı katkıdan kaynaklanır. So
nuç önceden tahmin edilse bile, bu sonuca ne şekilde varılaca
ğı belirsizdir. Tahm in edileni yeni bir biçim de başarm ak önemlidir. Bu, araçlarla ve matematikle ilgili birçok karmaşık problemin çözülmesi anlamına gelir ve bilim insanının kendi
sini kanıtlama çabalarından biridir. Başarıya ulaşan kişinin bulmaca çözmekteki yetkinliği kanıtlanmış olur. Bilim insanı
nı çalışmaya iten en önemli neden de bulmacanın zorluğudur.
Çözümün önemi, burada bir ölçül değildir. Örneğin kanserin tedavisi gibi acil sorunlar tam anlamıyla bir bulmaca bile sayıl
maz, çünkü bu konuda kesin bir çözüm var olmayabilir. Para
digma geçerliliğini koruduğu sürece, bilim insanı yanıtı oldu
ğunu bildiği sorunlara odaklanır. Paradigma, sorunun seçi
minde bir ölçüt olarak işlev görür. Diğer sorunlar “metafizik”
oldukları gerekçesiyle reddedilirler. Bilim camiası bunları baş
ka bir bilim dalının sorunu olarak görür.11
İktisada bu açıdan baktığımızda “iktisat dışı” olarak görülen birçok alanla karşılaşırız. Örneğin bölüşüm, neoklasik iktisat paradigması için disiplin dışı bir konudur. Ahlâk felsefesi ya da siyaset bilimi bu konuda bir şeyler söyleyebilir ama iktisat
çılar söylememelidir. Benzer biçimde toplumsal kültür, adalet gibi kavramlar da neoklasik teorinin açıklamayı reddettiği ko
nulardır.
Kuhn burada bu olağan bilim mantığının bilim insanını ger
çek dünyanın “gerçek problemlerinden” nasıl uzaklaştırdığını da çarpıcı biçimde gözler önüne serer. Bilim insanı bu dar çer
11 Kuhn, s. 9 5 -9 6 .
20
çeve içinde faaliyetlerini sürdürmeye çalışırken ister istemez uzmanlaşmaya doğru gider. Ancak bu uzmanlaşma genellikle kendi başına bir amaca dönüşür:
Bilim sel çabanın sırasında tabii ki yararlı olm ak, yeni alanlar açm ak, düzen kurmak ya da eskiden kurulu inançlan yeniden sınamak gibi işlevleri olacakür, am a olağan bir araş
tırm a soru n u ile meşgul olan bireyin aslında hiçbir zam an doğrudan bu saydıklarım ızı yaptığı görü lm ez... Onun artık tek d üşün cesi, becerisini yeterince kullanabilm esi halinde, kendinden önce hiç kimsenin çözemediği ya da onun kadar iyi çözem ediği çetin bir bulmacayı çözebileceği inancı ve id
diasıdır. İnsanlığın gelmiş geçm iş en büyük bilimsel kafaları
nın çoğu , tüm mesleki çabalarını bu tür çetin bulm acalara adamışlardır. Zaten çoğu zaman herhangi bir uzmanlık dalı
nın insana verebileceği başka bir şey de yokiur.” '2
İktisatçılar da çoğu zaman sayısal yöntemleri başlı başına bir amaca dönüştürmekle suçlanır. İktisatçılar mevcut araçlar
la gerçek dünyanın problemlerini çözemediklerinde, ellerinde
ki araçları değiştirmek yerine aynı araçlan daha fazla kullana
rak tepki vermekledirler. Sorunlar çözülmediyse, bu, kullanı
lan matematiğin yetersiz kalmasına bağlanır; daha gelişmiş tekniklerle daha derin analizler yapılırsa sorunun çözüleceği umut edilir. Gerçekten de, Kuhn’un vurguladığı gibi, bu tek
niklerde yetkinliğini kabul ettirmek, büyük bir başarı olarak görülür. Bu nedenle de paradigmanın araçlarında uzmanlaş
mak, tek başına bir amaca dönüşür.
Paradigma burada bulmacanın çözüm kurallarını belirler.
Bu nedenle kurallar paradigmalardan türetilir ama paradigma kurallardan bağımsızdır. Belirli olağan bilim sel gelenekleri yönlendirmiş olan kuralları ortaya çıkarmak son derecede zor
dur. Ayrıca bilim adamları; kavramları, yasaları ve kuramları hiçbir zaman ayrı ayrı ve soyut olarak öğrenmezler. Tam Lersi- ne, bunlarla ilk karşılaştıklarında uygulanışlarıyla beraber bu-
12 Kuhn, s. 97.
lurlar. Olağan bilim, ilgili bilim çevresi önceden başarılmış problem çözümlerini sorgusuzca kabul ettiği sürece kuralsız işleyebilir. Paradigmalara ya da modellere duyulan güven her sarsıldığında, kurallar önem kazanmaya başlar. Paradigma ön
cesinde hangi kuralların benimseneceği konusunda birçok tar
tışma yapılır. Bu tartışmalar bir anlaşmadan çok çeşitli okulla
rın birbirinden ayrılmasıyla sonuçlanır. Paradigma ortaya çık
tığında bu tartışmalar bir çırpıda ortadan kaybolmaz. Olağan bilim döneminde tartışmalar çok azken bilimsel devrimin ön
cesinde bunlar çok yoğunlaşır.13
Paradigmaya ilişkin eleştirilerin yoğunlaşması söz konusu olduğunda 1970’li yılların sonlarından itibaren iktisatta görü
len metodoloji tartışmalarına da dikkat çekmek yerinde ola
caktır. Gerçekten de bu dönemde hem egemen teorilerin, hem de metodolojinin eleştirisi hızlı biçimde artmıştır.
Kuhn’a göre bu tartışmalar son derece doğaldır. Paradigma çerçevesinden bakıldığında bu anlaşmazlıkların meşru bir ze-- mine dayandığı görülür. Bilim insanları, aynı kitapları okuya
rak yetiştikleri halde, uzmanlaşma sürecinde farklı paradigma
ları benimseyebilirler. Örneğin fizik ve kimya alanında bir hel
yum atomunun molekül olup olmadığı konusunda bile fikir birliği olmayabilir. Bunun nedeni, söz konusu bilim insanları
nın konuya farklı paradigmalar çerçevesinden bakmalarıdır.14 İktisat açısından bakıldığında bu tartışmaların çok daha be
lirgin olacağı açıktır. İktisat, doğası gereği yalnızca bilimsel de
ğil, politik ve ahlâki tercihler nedeniyle de tartışmalara neden olur. Bu anlamda tartışmaların iktisadın içsel bir özelliği oldu
ğunu söylemek yanlış olmaz.
Bilimin gelişmesinde ilk başta, benimsenen paradigmanın her şeyi açıkladığına inanılır. Dolayısıyla ilerleyen zaman için
de daha da uzmanlaşmış çalışmalar için yol açılmış olur. Bu uzmanlaşma, bilim adamının görüşünü daraltır. Paradigma değişimlerine karşı büyük bir direnç gelişir ve bilim dalı katı-
13 K u h n .s. 102-108.
14 K u h n .s. 110-111.
22
laşır. Direniş, paradigmanın çok kolay teslim olmasını önleye
rek bilim adamlarının her esintiye kulak asmamasını sağlar.
Böylece paradigma değişimine yol açacak aykırılıklar bilginin her noktasına işler. Olağan bilim kendi değişimini böyle ha
zırlar.15
iktisada baktığımızda da benzer bir manzarayla karşılaşırız.
Neoklasik teori günümüzde birçok açıdan beklentileri karşıla
yamamakla eleştirilmektedir. Bununla birlikte, disiplinin savu
nucuları genel olarak teorik bir yetersizliğin var olduğunu reddetme eğilimindedir.
Eleştirilerin varlığı tek başına yeterli bir faktör değildir. Ni
tekim Kuhn’a göre de bir bilimsel kuram, paradigma konumu
na geldikten sonra ancak yerini alacak başka bir aday mevcut
sa geçersiz kıhnabilir. Yani bir paradigmayı reddetmek, aynı zamanda bir diğerini kabul etmek anlamına gelir.16
Bilimde çelişki her zaman görülür ve en inatçı çelişkiler bile zaman içinde çözülebilir. Bu yüzden bilim insanları çelişkiyle karşılaştı klannda çoğu zaman beklemeyi tercih ederler. Aykırı
lık, olağan bilimin sıradan problemlerinden daha ciddi bir hal almaya başladığında bunalıma ve olağanüstü bilime geçiş de başlamıştır. Gittikçe daha fazla bilim adamı bu konularda kafa yormaya başlar, ilk müdahaleler hâlâ paradigma kurallarını ta
kip ederek yapılır. Sonra yavaş yavaş kurallar esnetilmeye baş
lanır. Gelişigüzel uyarlamalar başlar ve paradigmanın çerçeve
si gittikçe belirsizleşir. Artık yerleşik çözümlere bile kuşkuyla bakılır. Bu bunalımların sonucunda şu üç noktadan birine ula
şılır: 1) Olağan bilim, sorunu çözmeyi başarır. 2) Sorun en köktenci yaklaşımlara bile direnir ve bilim adamları bunun yerleşik paradigma içinde çözülemeyeceğini kabul eder. Sorun dosyalanarak gelecek kuşaklara bırakılır. 3) Bunalım, yeni bir paradigmanın ortaya çıkmasıyla son bulur.17
Bilimsel devrimin gerçekleşmesi, bilim dalının yeniden ta
nımlanmasını da beraberinde getirir. Eski sorunların bir kısmı
15 Kuhn, s. 125-126.
16 Kuhn, s. 140.
17 Kuhn, s. 145-148.
başka bir bilim dalına aktarılabilir ya da tamamen bilim dışı sayılabilir. Daha önce var olmayan sorunlar ise paradigmanın en önemli başan ölçütlerine dönüşebilir.
Son otuz yıl içinde iktisat alanında yapılan tartışmalara ba
kıldığında, iktisat disiplininin de bu ıtır bir yeniden tanım
lanmaya ihtiyaç duyduğu görülebilir. İktisat, 1980 sonrasında dünyanın içine girdiği büyük değişimle birlikte daha önce göz ardı ettiği birçok şeyle yüz yüze gelmiştir. Krizler, çevre kirliliği, sosyal çelişkiler, doğal kaynakların tükenmesi gibi konular iktisadın mevcut araçlarıyla başa çıkabileceği sorun
lar değildir. Bilgi teknolojilerindeki gelişmeler ve psikoloji gi
bi alanlardaki bulgular da bu yönde bir değişimin habercisi
dir. İktisadın 21. yüzyıl dünyasının problemlerini çözebilecek ve bu yönde gelişmeye açık yeni bir yapılandırmaya ihtiyacı vardır.
Bilimin yöntemi
Nesnellik ve evrensellik dışında, bilimin diğer bir ayırt edici yönü olarak “bilimsel yönteme sahip olma” özelliğinden de bahsedilmelidir. Yöntemin ne olduğu konusunda bilim dalının içindekiler arasında bir fikir birliği yoktur. Bu noktada meto
dolojiye önemli bir rol düşer. Metodoloji, “bilgiyi bilimsel kı
lan şey nedir?” sorusunun cevabını vermeye çalışarak bilimin çerçevesini çizer.18
Burada “yöntem” (method) ve “metodoloji” (methodology) terimlerinin ayrımını vurgulamak yerinde olacaktır. “Yön
tem”, bilimsel faaliyetin ayrılmaz bir parçası olup, faaliyetin oluşumuna eş zamanlı olarak var olurken, metodoloji ise bu yöntemleri inceler.
Sheila C. Dow’a göre m etodoloji, teorilerin formülasyon yöntemidir. Bilginin kesinsizlik koşulları altında yaratılma yo
ludur. İktisatçılar, bireyler ve bireyin toplu davranışları hak
kında teoriler geliştirirken, metodoloji de iktisadın nasıl teori
18 Demir, s. 17-18.
yaratacağını gösterir. Metodolojistler “disiplinin teknik prose
dürlerini araştırırlar”.19
Yöntemin bilinçli olarak izlenmesi zorunlu değildir. Hatta zaman zaman belirli bir sonuca ulaşan kimselerin bile hangi yöntemin izlendiği konusunda tartıştığı görülebilir. “Metodo
loji” (yöntembilim) de bu noktada ortaya çıkar. Metodoloji, söz konusu alanda hangi yöntemlerin izlendiğini inceler ve benzer sonuçlara ulaşmak için ne yapılması gerektiğini söyler.
Daha geniş bir ifadeyle; metodoloji, gerçekliğin anlaşılması için bilgi üretilmesinde kullanılan yöntemleri inceleyen bilim dalı, ya da verilen amaca ulaşılması için ne tür araç ve yön
temlerin kullanıldığı veya kullanılması gerektiği konusunda geliştirilen bir kavramsal sistemdir.20
Metodoloji, “pozitif’ ve “norm atif’ olarak ikiye ayrılır. İkti
satta ilk olarak John Neville Keynes’in yapmış olduğu bu ayrı
mın yaygın olarak kullanılması, Milton Friedm ariın önemli makalesi “Pozitif İktisadın Metodolojisi”nin yayımlanmasından sonra olmuştur. Friedman bu makalesinde pozitif bilimin ama
cını şöyle tanımlar: “İlke olarak pozitif iktisat, her türlü etik pozisyondan ya da normatif yargıdan bağımsızdır. Keynes’in söylediği gibi, ‘olması gereken’ ile değil ‘olan’ ile ilgilenir”.21
Normatif iktisat ise olm ası gerekeni bulmaya odaklanır. Bu yönüyle değer yargılarını da analize katar. Bu da kaçınılmaz olarak ahlâk, inançlar, toplumsal değerler gibi sosyal faktörleri devreye sokacaktır.
Pozitif-normatif ayrımında ön plana çıkartılan taraf, her za
man pozitif metodoloji olmuştur. İktisadın “nesnel” bir bilim olduğu iddiası, ahlâki bir yargılamayı gerektiren “norm atif’
metodolojiyi dışlar. Genel olarak iktisatçıların bu yaklaşımının alternatif tüm yaklaşımları dışlayarak ideolojik bir amaca hiz
19 S h eila C. Dow, T he M eth od olog y o j M acro eco n o m ic T h ou g h t: A C on cep tu al A nalysis o f S chools o f Thought in E conom ics, 2. baskı. Edward Elgar Publishing, Cheltenham , 1996, s. 9.
2 0 Demir, s.2 0 -2 1 .
21 M ilton Friedm an, “T he Methodology of Positive E con om ics”, T he Philosophy o f E con om ics-an A nthology, (ed .) Daniel M. H ausm an, 2. baskı, Cam bridge University Press, ABD, 1994, s. 181.
met ettiği iddia edilmektedir. Disiplinin savunucuları pozitif iktisatta ısrar ederken “bilimsel olan” için kendi ölçütlerini koyup gerçekliğin algılanışını biçimlendirirler.22
Bu yaklaşım doğrudan bölüşüm ile ilgili sonuçlar doğuraca
ğından insanın günlük yaşamını derinden etkiler. Pozitif bir bilim olma iddiası; yoksulluk, eşitsizlik, sömürü gibi kavram
ları göz ardı etmeyi (ya da disiplinin ilgi alanının dışında ol
duğunu ilan etmeyi) gerektirir. Halbuki bu kavramlar doğru
dan ekonomik yaşamı biçimlendirir. Bu anlamda metodoloji politik sonuçlar doğurur.
Bir bilim dalı, kendisini kanıtlamak ve egemenliğini kurmak için insanları ikna etmek zorundadır. Bunu da bilim felsefesi ve metodoloji ile sağlar. Bilim, rakibine karşı üstünlük sağla
mak için metodolojiye ihtiyaç duyar. Bu yüzden de metodolo
ji; meşrulaştırma ya da sorgulama ihtiyacı gündeme geldiğinde önem kazanır.
Metodolojinin bu “meşrulaştırma” işlevinin yanında, mevcut durumu “koruma” ve “sürdürme” işlevi de büyük bir önem ta
şır. iktisat metodolojisi, bilimin alanını tanımlarken mevcut sis
temi veri alan, dahası onu sürdürmeye hizmet eden bir yakla
şım sergiler. Bu nedenle, daha geniş kapsamlı bir tanım yapılır
ken, metodolojinin ideolojik anlamı da vurgulanmalıdır.
Bu yönüyle metodoloji, “bilim insanlarının tercihlerini akla uygun hale getirmeyi sağlayan ilke, kural ve söylemler bütü
nü” olarak da tanımlanabilir.23 Ne var ki, tüm bu önemli fonk
siyonlarına karşın metodoloji, iktisat disiplini içinde çoğun
lukla zaman kaybı olarak görülür. Bu görüşe göre iktisatçının yapması gereken, üzerinde hemfikir olunmuş, yani “egemen”
teoriyi tartışmasız biçim de kabul edip disiplinin çerçevesi içindeki çalışmalara odaklanmaktır.
Tony Lawson, egemen iktisatçıların sık sık metodoloji veya felsefenin iktisat biliminde geçersiz olduğu sonucuna vardığını ve bu çalışmaları aktif biçimde engellediğini vurgular. Egemen
22 Demir, s. 26.
23 Demir, s. 21.
26
iktisat dergileri, metodoloji makalelerini yayımlamakta gönül
süz davranırlar. Araştırma fonları da bu tür çalışmalara veril
mez. Bununla birlikte, aynı iktisatçılar açık metodolojik tartış
malardan kendilerini uzak tutamazlar. Lawson’a göre, egemen iktisatçılar arasında metodolojinin vazgeçilebilir bir şey oldu
ğunun düşünülebilmesi bile büyük bir problemdir. Ayrıca me
todolojiye en çok karşı çıkanlar bile tartışmalarda kendilerini metodolojik pozisyonlarını savunurken bulurlar.24
Örneğin Frank Hahn, 1984’te metodoloji üzerine yazmıştır ama 1992’de Cambridge Üniversitesi’nden emekli olurken öğ
rencilerine matematiğin yerini tartışmamalarını ve metodoloji üzerinde kafa yormamalarını tavsiye etmiştir. Metodoloji üze
rine yazmış olmaktan ise pişmanlık duymaktadır:
“M etodoloji tıpkı İlk günah' gibi peşimizi bırakm ayacaktır ve B iack h ou se, benim de bir g ü n ah k âr o ld u ğu m u söylerken haklıdır. Bunu hiç yapmasaydım belki daha iyi olurdu... Genç ik tisatçılara tavsiyem , m etodoloji ü zerin de zam an kaybet
m ekten kaçınm aları, bunu fazla düşünm em eleridir...”25
Kuhn’un paradigmatik çerçevesi bu konuda aydınlatıcıdır.
Araştırmacıdan beklenen, paradigmanın belirlediği problemle
ri çözmektir; paradigmanın kendisinin sorgulanması ise o pa
radigmaya bağlı çevrenin istemediği bir şeydir.
Boland, metodolojinin bu şekilde dışlanmasını pozitivizme bağlar. İktisadın yârım yüzyıldan uzun bir süre önce benimse
diği pozitivizm, biliıpsel aktiviteyi tek anlamlı uğraş olarak de
ğerlendirirken felsefe ve metodolojiyi dışlar. Bu durumda teori
“işe yarar” tek faaliyet olarak görülür.26
Lawson’a göre normatif metodolojiye karşı olan iktisatçılar, bu görüşlerini savunurken önemli çelişkilere düşerler. Örne
ğin egemen iktisatçıların görüşü şöyledir: Eğer metodolojistler iddialarını disiplinin “dışından” verilerle destekliyorsa söyle
2 4 Tony Lawson, Economics and Reality, Routledge. Londra, 1997, s. 11.
2 5 Lawson, s. 12.
2 6 Lawrance A. Boland. C ritical E conom ic M ethodology: A P ersonal Odyssey, Ro- utledgc, Londra, 1997, s. 146.
dikleri disiplinin ilgi alanına girmez demektir. Eğer, aksine, id
dialarını disiplinin “içinden” alırlarsa bu da taraf tuttukları an
lamına gelir.27
Bu şekilde ifade edildiğinde bu iddianın her iki ayağının da yanlış olduğu görülebilir, ilk iddiaya göre, iktisat için metodo
lojik bir öneri yalnızca belirli, tarihsel olarak tanımlı, pratikle
ri de içeren sosyal formlardan, bu yüzden de iktisadın dışarı
sından çıkartılabilir. Gerçekten de bir alandaki sonuçların ve eğilimlerin otomatik olarak diğer bir alana uygulanabileceğini varsaymak için hiçbir neden yoktur ama sorunların çerçevesi
ni çizmek ve uygulama biçimlerini göstermek yine de olanak
lıdır. İnsanlar benzetmelerden yola çıkarak akıl yürütür. Bilim
de düşünceler bir alandan diğer alana sık sık taşınır. Örneğin psikolojik bir bozukluk keşfedildiğinde, tıpçtlar da buna yol açabilecek bir virüs üzerinde çalışmaya başlarlar. Eğer bazı bi
limsel pratikler bir alanda aydınlatıcı olmuşsa, hemen diğer bir alanda da uygulanabilir olup olmadığı araştırılmaya başla
nır. Bu yüzden bir alanda felsefenin önemli olduğu varsayıldı
ğında, diğer bir alanda da önemli olduğunu varsaymamak için hiçbir a priori neden yoktur, ikinci iddiadaki sorun ise şudur:
Bilim felsefesinin tek alternatifi felsefenin dışlanması değildir.
Çağdaş iktisatçıların teorik eğilimleri ne olursa olsun bu ikti
satçıların uygulamalarının tamamı, bilim odaklı felsefeler tara
fından desteklenir. Metodoloji, üstü kapalı ya da tanınmamış bir bilgiyi açık hale getirerek her zaman bir katkı yapabilir, çe
lişkili konulan aydınlatabilir ve bu taraf tutmak değildir.28
İktisadın doğal bilimler ile ilişkisi İktisadın temellerinin fizik ile ilişkisi
İktisat, erken dönemlerinden itibaren fizikten ciddi biçimde etkilenm iştir. M erkantilist ve fizyokrat düşünürler iktisadi olaylara ilişkin gözlemlerini yaparken aynı dönemde fizikte
27 Lawson, s .-H . 28 Lawson, s. 4 4 -4 5 .
28
yaşanan gelişmeleri de izlemişlerdir. Daha sonra Smiıh ve ta
kipçileri de aynı yolu izleyerek fiziğin evrenine uygun bir ikti
sadi dünya kurgulamalardır.
İktisadın fizik ile olan bu ilişkisi, maıjinalist devrim döne
minden itibaren daha da güçlenmiştir. Dönemin iktisatçıları
nın tümü fizik bilimine hayranlık duymuştur. Marjinalizmin Walras gibi savunucuları, mekanik biliminden yola çıkarak ik
tisadi bir model kurmaya çalışmıştır. Fizikte potansiyel enerji, dışarıdan bir etki olmadığı sürece parçacıkların ne yönde ha
reket edeceğini işarel eden bir vektör alanı olarak gösterilebi
lir. Bunun iktisattaki karşılığı, mal/hizmet uzayında hareket eden bireylerdir. Uzamsal koordinatlar da mal/hizmet miktarı
nı gösterir. Fayda, bireyin hareket edeceği vektör alanını sem
bolize eder.29
Fakat bu benzerlik ancak bir noktaya kadar sürdürülebilir.
Fizikte bir vektör alanı olarak potansiyel enerji, partiküllerin hareketinin tahmin edilebilmesini sağlar ve kinetik enerji kav
ramına kapı açar. Enerjinin korunumu kanunu, potansiyel enerji ile kinetik enerjinin toplamına uygulanır. Fizik teorisi
nin gücü ve matematik kullanımının etkinliği, enerjinin koru
numu yasasından kaynaklanır.30
Bunun iktisattaki karşılığında fayda, bireylerin mal/hizmet uzayındaki potansiyel hareketlerini gösterecekse, “kinetik enerji” de tüketicinin harcamalarına karşılık gelecektir. Bu yüzden de, “enerjinin korunumu kanunu”nun mudak karşılı
ğı “fayda+harcamanın korunumu” olacaktır. Ancak bu kavram iktisadi olarak anlamsız olduğundan fizik ile olan benzerlik çöker. Sonuçta ortaya, fizikten bazı matemajtiksel parçaları ödünç almış ama bütünsel teoriyi karşılamayan bir model çı
kar. Üstelik iktisatçılar fizikten statik analizleri almışken daha karmaşık olan dinamik analizden de uzak durmuşlardır.31
2 9 Frank Ackerm an, "Still Dead After All These Years: Interpreting the Failure of G eneral E q u ilib riu m T h e o ry ", ( h ttp ://asc.tufts.ed u /g d ae/pu blication s/w or- king_papers/srilldead.pdr, s. 9-10. Erişim tarihi: 19 Ekim 2 0 0 4 .)
30 Ackerm an, a.g.e.
31 A ckerm an, fl.g. e.
iktisatçının fizik teorisini iktisada uyarlamakta başarısız ol
ması, her iki araştırma alanı arasında büyük farklar olmasın
dan kaynaklanır. Araştırma alanı toplum olan bir disiplinin model olarak fizik bilimini seçmiş olması dikkat çekicidir. Bu seçimin nedeni, doğal bilimlerin prestijli konumuna duyulan hayranlıktır. Fizik, Newton’dan itibaren bilim dünyasında ke
sinliğin ve doğruluğun en büyük sembolü olmuştur. Bilime duyulan hayranlık ve güven, ilk olarak fiziğin başarısıyla kaza
nılmıştır. İnsanların daha önce açıklayamadığı ve bu nedenle tanrısallık atfettiği birçok olay, doğal bilim lerin son birkaç yüzyıl içindeki bulgulan sayesinde anlaşılır hale gelmiş, insan bu bilgisiyle doğayı anlamaya ve böylece kontrol etmeye baş
lamıştır. Böylece doğal bilimler, insana bu gücü kazandıran araç olarak büyük bir saygı uyandırmıştır.
İktisadın fizik ile benzer bir bilim dalı olduğuna inanan bir
çok iktisatçı vardır. İktisat ile fiziği birleştinneyi amaçlayan ik
tisatçıların kurduğu “Econophysics” isimli grup, internet site
lerinde görüşlerini şöyle ifade ediyor:
“İktisat ile fiziksel bilim ler arasındaki ilişkinin uzun ve ilgi çekici bir larihi vardır. G eçm işin önde gelen ik tisatçıları, N ew toncu fiziğin ve mekaniğin başanlanndan ciddi biçimde etkilenmiştir. Ne var ki, toplumun çıkarlanna ilişkin çok sa
yıda problem söz konusu olmasına karşın fizikçiler ile iktisat
çılar arasındaki ilişki hiçbir zaman güçlü olmamıştır. Fizikçi
ler ile iktisatçılann daha fazla iletişim kurması, ancak son dö
nemlerde gerçekleşmiştir. Bu site, statik fiziğin ve nonlineer dinamiğin güçlü yöntem lerini makroekonom ik modellemeye ve finansal p iy asalar an alizin e uygu layan E co n o p h y sic s ’e adanm ıştır.”32
İktisadın doğduğu günlerde fizik bilimi, Newton’un katkı
sıyla büyük bir atılım içine girmiştir. Smith öncesinde bazı merkantilist ve fizyokrat yazarlarda görülen mekanik toplum yaklaşımı aslında fiziğin iktisat alanındaki yansımasıdır. Ken
32 http://www.econophysics.org/
3 0
diliğinden düzen anlayışı da evrenin şaşmaz uyumunun yaptı
ğı bir çağrışımdır. Bu anlayış daha sonraları neoklasiklerle bir
likte genel bir denge modeli üzerinde gelişmiştir.
Boulding, iktisat biliminde Newton fiziğinin ve gök mekani
ğinin taklit edilmesini “bilimsel” bir hareket olarak tanımlar.
Aslında her bilgi alanının değişik bir karakteri vardır ve bunla
rın hepsi farklı metodolojiler gerektirir. Deneysel metodoloji
ler beklenmedik olayların çok az görüldüğü yerlerde, örneğin kimyada kullanılabilir. Gök mekaniği gibi parametrelerin de
ğişmediği sistemler, parametrelerin sürekli değiştiği sosyal sis
temlerden çok daha farklı metodolojiler gerektirir.33
Buna karşın iktisada, doğal bilimlere yaklaşıldığı gibi yak
laşmak konusunda bir ısrar vardır. Bunun temel nedeni, doğa bilimlerinin bu yöntemi kullanarak başarıya ulaşmış olması
dır. Ne var ki, tüm gözlemler, doğal dünya ile sosyal dünya arasında çok büyük farklılıklar olduğunu göstermekledir.
Hayek de, doğa bilimlerinin yöntemi olan pozitivizmi, do
ğacak sorunları göz ardı ederek sosyal bilimlere uygulamayı
“bilim selcilik” olarak isimlendirir. Sosyal bilim ci, “kapita
lizm” ve “emperyalizm” gibi kavranılan geçici kuramlar ola
rak görmeli ve onları gerçeklerle karıştınnamalıdır. Bilimselci yaklaşım, bireysel faaliyetleri belirleyen sübjektif kavramlar
dan yola çıkmaya korktuğu için, popüler genellemelerden başka bir şey olmayan bu kavramları gerçek olarak ele alma hatasına düşer.34
Mekanik ile iktisada ilişkin benzetmede bir partikülün ko
ordinatları, bireyin sahip olduğu mal miktarlanna karşılık ge
lir. Aslında bu ilk adımda bile büyük farklar vardır. Fizikle partiküller üç boyutlu uzayda hareket ederler. Bu teorinin ikti
sattaki karşılığı ise modern endüstriyel ülkelerde binlerce farklı ürünü ve bu yüzden binlerce farklı boyutu içeren mo-
3 3 Kenneth E. Boulding, “A Note on the M eaning o f “Scien tific", M ethodus. c. 3, no. 1. Haziran 1991. (http:/Av\v\v.econmethodology.org/meihodu&,pdf/v3nL/
v 3 n lp 3 2 .p d f Erişim tarihi: 19 Ekim 2 0 0 4 .)
34 Ayşe Buğra, lk tis a l(ila r ve im a n la r - Bir Yöntem Ç alışm ası, Remzi Kitabevi, İs
tanbul. 1989. s. 109.
31
dellerdir. Walras’m zamanında bile, genel denge modelinde binlerce boyut bulunması gerekmiştir. Bu sıradan bir ekono
mide test edilebilecek bir model değildir. Matematiksel olarak üçten fazla boyutlu sistemlerle çalışmanın çok zor olduğu bi
linmektedir. Özellikle dinamik analizde üçüncü boyuttan son
ra işler hızla karmaşıklaşır. Bu durumda iktisadın on binlerce boyutlu sistemlerinin çözülmesi çok zordur.35
Ayrıca böyle bir durumda tüketici tercihi teorisinin de hiç
bir akla uygun yanı kalmayacaktır. Steve Keen, kayıtsızlık eğ
risi analizinde 30 ürünlük bir gruptan 10’dan az birim satın alındığını düşünecek olursak, göz önünde tutulması gereken kombinasyonların sayısının 1030 olacağına dikkat çeker.36 Bu rakam, en gelişmiş bilgisayarların bile yıllarca işlem yapmasını gerektirecek bir matematiksel hesaplama gerektirmektedir.
Neoklasik teori, fizikteki enerjinin karşılığı olarak faydayı kullanmıştır ama fayda ile enerji arasında da ciddi farklar var
dır. Fizikte aynı potansiyel enerji alanları, tüm partikülleri ay
nı biçimde etkiler. Böylelikle partikül gruplarının hareketleri tahmin edilebilir. İktisatta ise her bireyi farklı bir fayda fonksi
yonu etkilediğinden grup davranışı öngörülemez bir haldedir;
herkesi paralel etkileyen ortak güçler yoktur. Bu da aslında Walrasçı genel dengenin ampirik içerikten yoksun olduğunun açık bir göstergesidir.37
Tüm bu uyuşmazlıklar, fizik ile iktisadın dünyasının birbiri
ne benzemediğini net bir şekilde göstermektedir. Bu durumda iktisatçıların tercihi, olabildiğince benzerlik kurup fiziğin araçlarını (matematik) kullanarak analize devam etmek ol
muştur. Böylece doğal dünyadan farklı bir alana doğal bilimin araçlarıyla yaklaşan bir disiplin kurulmuştur.
Sheila C. Dow, doğal bilimlerle iktisat arasındaki farklan 4 kategoride toplar:38
35 Ackerman, s. 11-12.
3 6 Steve Keen, “Guerrien'in Sorusuna İki Bakış", Post O tistik İktisat, (cd .) Kaya Ardıç, 1FMC lkıisaı Dergisi Yayınlan, İstanbul, 2 0 0 4 . s. 78.
37 Ackerm an, s. 12-13.
38 Dow, s. 38- 40.
32
1- iktisatta deney yapmak neredeyse imkânsızdır, çünkü de
ney çevreden soyutlanamaz. Bu yüzden gözlem kaynağı diğer bilimlerden farklıdır.
2- Toplum sürekli değişim geçirir ve oluşturulan teoriler ta
rih içinde değişik açıklama güçlerine sahip olur. “Evrensel ka
nun” kavramı bu yüzden çok sınırlıdır.
3- İnsan, diğer bilimlerin araştırma nesnelerine oranla çok daha karmaşıktır. Davranışı sistematik değildir ve formülasyo- nu zordur.
4- İktisatçının dünya görüşü, insan davranışlarına ilişkin ev
rensel bir görüşe sahip olmasını engeller. İktisatçının “doğru”
insan anlayışı, kendisini nesnel bir gözlem yapmaktan alıkoyar.
Bu farklılıklar, metodoloji konusunda da tartışmalara yol açar. Sosyal bilimlerin metodolojileri değerlendirilirken ege
men iki grup yaklaşım vardır: Birinci grup sosyal bilimlerle doğal bilimlerin aynı yöntemleri kullanabileceğini savunur. Bu görüş “metodolojik monizm” olarak bilinir. İkinci grup ise do
ğal ve sosyal bilimlerin kendilerine özgü metodolojiler benim
semesi gerektiğini savunur. Bu görüş de “m etodolojik dü- alizm” olarak bilinir.39
İktisatta egemen olan ortodoks görüş, metodolojik monizmi tercih etmiştir. Bu görüşe göre iktisat, doğal bilimin yöntemle
ri ve araçlarıyla hiç sorunsuz incelenebilir. Zaten pozitivizmin iktisattaki konumunu belirleyen de bu ön kabul olmuştur.
Pozitivizm ve sosyal bilimler
Pozitivizme göre, tüm bilimsel etkinlikler yalnızca deneyle doğrulanan gerçek olaylardan yola çıkmalıdır. Bilim dünyasın
da bu görüşün büyük bir prestiji vardır. Bununla birlikte top
lum bilimleri söz konusu olduğunda, pozitivizmin yeri de bazı soru işaretleri yaratmaktadır. Özellikle 20. yüzyılda pozitivist düşüncede yaşanan gelişmeler, iktisatçıların bir kısmı tarafın
dan şüpheyle karşılanmıştır.
3 9 Demir, s. 28.
Alan Woods ve Ted Grant’a göre, mantıksal pozitivizm bu
gün bilim dünyasını olumsuz biçimde etkilemekledir. Çağdaş toplumlarda işbölümünün geldiği nokta, dar kapsamlı uzman
laşmayı ve indirgemeciliği ön plana çıkartmıştır. Bilimi doğru biçimde yönlendirmeye yardımcı olabilecek yeterli bir felsefe de yoktur. Bugün kendisine “bilim felsefesi” ismini yakıştıran mantıksal pozitivizm, felsefi bir tarikattan farksızdır ve bilime içine düştüğü zorluklardan çıkmakta yardım edebilecek du
rumda değildir. Hatta tam tersine, işleri daha da kötüleştir
mektedir.40
Ayşe Buğra mantıksal pozitivizmi sorgularken bu düşünce
nin ortaya çıktığı özel koşullara işaret eder. Mantıksal poziti
vizm, iki Dünya Savaşı arasında o dönemde bilimde büyük bir sıçrama yapan Viyana’da ortaya çıkmıştır. Hızla çöken toplu
mu kurtarmak için Viyana düşünürleri, geleneksel değerlere dört elle sarılmıştır. Bu dönemde boş inançlar, sübjektivist fel
sefe ve akıldışı akımlar gittikçe artmıştır. Bunlar o dönemde Avrupa’da faşizmin de habercisi olmuştur. Mantıksal poziti
vizm de bu ortamda ve toptan bir temizlik amacıyla ortaya çıkmıştır. Öznel deneyimlerin paylaşılabilirliğinin olmaması, bu deneyimlerden yola çıkarak genellemelere gidilmesini en
gellemiştir. Mantıksal pozitivistler bunu aşmak için temel önermelerin öznel değil, herkesin paylaşabileceği maddi ger
çeklikle ilgili gözlemlere dayandığını savunmuştur. Önermele
rin kabul edilebilirliğini de bu gözlemler belirler. Bu yüzden pozitivistlere göre doğa bilimleri ve sosyal bilimler arasında konu açısından bir fark yoktur. Her iki alanda da kuramların reddi veya kabulü, aynı yönteme dayanarak, temel önermelere indirgeme yoluyla gerçekleşir. Öznellik bilim dışıdır.41
Karl Popper ise bu çabalara saygı duymakla birlikte mantık
sal pozitivistlerin ölçütlerinin katılığını ve eleştiriye kapalılık
larını eleştirir. Mantıksal pozitivistler “ampirik gerçeklerle ka
nıtlama" yolunu seçerken. Popper “ampirik gerçeklerle yanlış-
4 0 Woods, Gram , a.g.c.
41 Buğra, s. 101-104.
34