Frankfurt Okulu
-
Eleştirel kuram, insanın psişik iç yapısının kültürel biçimlerin analiziyle birleştirilmesini gözetmiştir.
-
Kendilik (self) ile toplum arasındaki uçurumu Freudcu psikanalizden yararlanarak
köprülemeye çalışmışlardır.
-
İnsanın iç dünyası, kültür ve toplum arasındaki bağlantı noktalarını haritalandırmaya
çalışmışlardır.
Özellikle Marcuse ve Adorno ↓
Politik ve toplumsal hakimiyetin bireyin iç alanındaki karşılığını ele alırken,(Marksizmde olmayan eşsiz bir tarzda) toplumsal baskının derin psişik sonuçlarını haritalandırmaya çalışmışlardır.
İç dünyanın yapılanışında tarihsel ve toplumsal unsurların birbirine geçmişliğine odaklanmışlardır.
Öz kimliğin bilinçdışı unsurları ile hakimiyet yapıları arasındaki gizli bağlantılara odaklanmışlardır.
Teknolojik aklın modern toplumsal hayat üzerindeki
baskıcı ağırlığını gözden geçirmişlerdir.
Aydınlanmanın Diyalektiği kitabında ↓
Doğal dürtülerden bilinçli öznelliğe dönüşümle sonuçlanan güdülerin insaniliği temasını
çalışmışlardır.
Bilinçli denetim, iki yönü keskin kılıç gibidir: çünkü yepyeni bir içsel bölünme ile ve güçsüzlük ve
yalıtılma duygusu ile kurulabilmektedir.
Dış doğaya hakim olmayı öğrenmek adına, içsel doğamızı bastırmaktayız.
Öznellik ve akılcılık, kendini sakınma güdüsü ile
kurulur. Ancak kendi doğasından koparılması insanı
bir öznelliğe sabitleyebilse de onu kurban haline de
Marcuse’ye Göre:
Teknolojik ve bürokratik sistemlerin sinsice gelişmesi, öz kimliğimizin bazı istikrarlı
öğelerinin kaybına yol açmaktadır.
Bu kayıp, kurumsallaşmış toplumun modern teknolojilerinin altında kalan insan öznelerinin manipülasyonunu ortaya çıkarır.
Toplumda hangi baskılayıcı biçimlenmeler
egemen olursa olsun, dürtüler alanının varlığı, benliğin alternatif ve kişisel özünün
bilinçdışında daima yerleşik kalacağını
göstermektedir.
Freud’da ↓
İnsan benliği çelişkilerle biçimlenir.
Zevk ilkesi ile gerçeklik ilkesi arasındaki sancılı bölünmeyle kırılmalara uğrar.
Zevk ilkesi, bilinçdışı doyum süreçleriyle ve cinsel işlevlerle bağlantılıdır; gerçeklik ilkesi ise nesne dünyasının psişik gerçekliğin
sınırlarını aşmasıyla ve öz korumacı işlevlerle bağlantılıdır.
Marcuse, bu iki ilkeyi insan öznelliğinin ve
kültürün de oluşum temelleri olarak görür.
Marcuse’ye Göre
Bastırma süreci, daima toplumsal- tarihsel dünyanın belirli biçimde kuruluşu içerisinde yapılanır.
Gerçeklik ilkesi, dürtüler üzerinde belirli bir dereceye kadar baskılayıcı bir denetimi talep eder.
Uygarlaşmış insan topluluklarının ortaya
çıkmasıyla bastırmanın gerekliliği paraleldir.
Marcuse’nin Yaklaşımında:
Modern özne, bir güç ve otorite figürü olarak Baba ile özdeşleşmek yerine daha çok kitle iletişim sanayinin, modern devletin ve meta kültürünün desteklediği mekanik ve katı
değer sistemi ile özdeşleşmeye yönelmektedir.
Bu ise, benliğin özerkliğinin dağılmasıyla sonuçlanır.
Bireyin psikolojik durumu, gittikçe artan oranda, daha uzlaşımsal ve stereotipik
düşünce biçimlerine yatkınlık kazanmaktadır.
Adorno ise:
Psikanalitik kurama, modern toplumsal süreçlerin psişik dinamiklerinin en son
değişimlerini anlamak için başvurmaktadır.
Eleştirel öz düşünümün faili olma özelliğini kaybettikçe, modern toplumda öznenin kendi benliği (ego), en merkezi sevgi nesnesi haline dönüşmektedir. Bunun dramatik sonucu ise benliğin kronik zayıflığı ve narsizmin
yükselişidir.
Adorno’ya Göre:
Bu gelişmelerin kaçınılmaz sonucu, yüzyılın başlangıcında Faşist kitlesel hareketlerin
güçlenmesidir.
Büyük gruplarda, bireylerin kendi ego-ideali yerine kişisellik arz etmeyen grup idealleri ile özdeşleme oranının daha yüksek olduğu bulgulanmıştır.
Bilinçaltı bastırmanın yerine getirilmemesiyle
bireysel özerkliğin zayıflatılması, herhangi bir Faşist
topluluk için gerekli olan yıkıcı güçlü enerjilerin açığa
çıkmasına yol açmaktadır.
Adorno’ya Göre:
Bilinçdışı ve sadistik dürtülerin açığa çıkmasındaki en önemli mekanizma özdeşleşmedir.
Faşist bir liderle özdeşleşen yandaşları, kaba
gücün zalimlik ayinlerini kendi içlerine doğru
yansıtır. Yoğun narsistik duygular içeren bu
özdeşleşme, sevilen nesneyi kendi parçası
kılma kapasitesine sahiptir.
Adorno için↓
Geleneksel olarak egonun özerkliği ile eşgüdümü sağlanan libidinal güdüler, Faşizm ve kültür
endüstrisi gibi yıkıcı ve yabancılaştırıcı güçler tarafından gittikçe artan ölçüde emilirler.
Modern toplumlarda burjuva otoritesini temsil eden Baba, artık özdeşleşmeye değer bir hakim figür
değildir.
Modern zamanların bireyi artık “babası gibi olmak istememekte ama kültür endüstrisi tarafından
yansıtılan imajlar gibi olmak istemektedir”.
Adorno’nun temel tezi:
Toplumsal dolayımlamalar tamamıyla
bilinçdışının hizmetine doğru bastırılmıştır.
Yani iç dünyamızın gerçekliği, bilinçdışı güdü ve dürtülerin toplumsal failler tarafından
doğrudan manipülasyonuyla açımlanır.
Çağımızda libidinal ilişkiler, kültür
endüstrisinin örgütlü hakimiyetiyle harekete
geçirilir, sürdürülür ve yapılanır.
Adorno ve Marcuse’un modern süreçlerin baskılayıcı ve
parçalayıcı etkileriyle ilgili 4 temel yorumu vardır:
1- İçe dahil etme üzerinde temellenen bir benlik kuramı: Pazar kapitalizminin liberal
döneminde, öz-benlik baba otoritesinin kabul edilmesine zorlanmak olarak anlaşılıyordu.
Bu süreçte kimliğin biçimlenmesi iki ucu keskin bıçak gibidir. Baba otoritesine hem
direnmenin hem de boyun eğmenin yol açtığı
…Modern süreçlerin baskılayıcı ve parçalayıcı etkileriyle ilgili
2.tez:
2- İçe dahil etmenin gölgede kalması:
Bireysek özerkliğin göreli bir dereceye kadar yerinden edilmesi bir kez gerçekleştiğinde (baba otoritesini kabul ederek), tüketim
kültürünün rasyonelleşmiş dünyası ve kişisel
olmayan toplumsal ilişkiler, benlik gelişiminde
bir başarısızlığa yol açar.
…Modern süreçlerin baskılayıcı ve parçalayıcı etkileriyle ilgili
3.tez:
3- Bilinçdışının yönlendirilmesi: Kapitalizmin liberal aşamasından “bütünüyle
kurumsallaşmış topluma” geçiş, egonun
görece özerklik derecesini azaltmıştır. Bunun sonucu baskılamanın yeni toplumsal biçimleri ortaya çıkmıştır.Öyle ki, bilincin ve
bilinçdışının arasındaki ilişkiler, mantıksal tutarsızlıklar ve parçalanmalar tarafından bozulmaktadır. Bu ise Adorno’nun
“sınırsızcasına elastik, öznel olmayan özne”
…Modern süreçlerin baskılayıcı ve parçalayıcı etkileriyle ilgili
4.tez:
4- Bilinçdışının bastırılması: Modern öznenin güçsüzlük durumlar içinde artan yalıtılması, duygu ve eylemin sınırlanmasına hizmet eder ve böylece farkındalıklarını ve algılarını ters yüz eder. Bilinç ve eleştirel düşünüm
bastırılır. Özneye kalan şey, toplumsal
yapının içeriğini ve biçimini tehdit etmeyeceği ancak kendini muhafaza ederek
sürdürebileceği kadar bir özerkliktir.
Modern Toplumun Sorunu:
Bilinçdışının doğası, modern hayatın toplumsal tarihsel nitelikleriyle içsel olarak bağlantılıdır.
Sorunlar, toplumsal, ekonomik, kültürel ve politik değişimlerin artmasına karşın öznenin
bastırılmasının da yoğunlaşmasından kaynaklanmaktadır.
Zevk ve gerçeklik ilkesi arasındaki çelişkilerle uğraşmak yerine günümüz toplumunda özne,
bilinçdışı süreçlerin kitle iletişim araçları ve kültür endüstrisi yoluyla manipülasyonu sayesinde,
toplumun hakim kültürel değerleriyle işbirliğine girmektedir.
Sonuçta da konforculuk, kabulleniş ve edilginliğe
İçsel olanla dışsal olanın etkileşimi:
Bastırma ve toplumsal süreçler arasındaki ilişki, üretimin psişik anlamda yaratıcı bir süreci olarak ele alınmalıdır.
İnsan özneler, toplumsal, politik ve ideolojik ilişkiler içerisinde konumlanırken, bu
konumların psişik yani iç dünyamızdan
kaynaklı enerjilere ihtiyaç duyduğunu ve
gerisin geriye olarak da toplumsal dünyayı
beslediğini gözden kaçırmamalıyız.
Eleştirileri:
Eyleyen öznelerin özerk eylemlerine hiç yer vermemektedir.
Emek süreçlerindeki insanların hakiki
deneyimlerine “özerklik yanılsaması” olarak bakmaktadırlar.
Dahil etme değerlendirmeleri, insan öznesini tekbiçimli ele almalarına yol açmaktadır.
Baba figürü, sadece birey öznelerin
zorlanarak edindiği bir güç modeli değildir;
baba duygusal anlayış ve empatiyle bir
Eleştirel Kuramın temsilcilerine göre:
Toplum araçsal akıl ve teknik rasyonellikle ne kadar bütünleşirse, öznelliğin bastırılması o kadar haşin ve gaddar hale gelir.
Yer değiştirme, yoğunlaştırma, sembolik temsil gibi bilinçdışı mekanizmaların sınıf, cinsiyet ve ırk
merkezli temel toplumsal çatışmaların
derinleştirilmesi ve büyümesinde önemli etkileri vardır.
Bu bölünme ve gerilimler, sadece sosyolojik
düzleme değil öznel bilinçdışı deneyime de derinden kazılıdırlar.