• Sonuç bulunamadı

SADABAT SU TESİSLERİ Dr. Saadi Nâzım NİRVEN

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "SADABAT SU TESİSLERİ Dr. Saadi Nâzım NİRVEN"

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Kasrineşat ve Çağlıymı köşkü..

S A D A B A T S U T E S İ S L E R İ Dr. Saadi Nâzım NİRVEN

Bu şehri Stanbul ki, bimislü bahadır Bir sengine yekpare acem mülkü fedadır, Bir gevheri yekpare iki bahr arasında

Hurşidi cihan tap ile tartılsa sezadır. , NEDİM Hicri 1130 senesi, istanbul'un sahillerini saran

tara-vettar denizlerin ortasında, küme küme yeşillikleri, beyaz sarayları ve âbideleriie açık mai bir atlas mahfaza içine oturtulmuş rengârenk kıymetli taşlardan yapılmış bir göğüs iğnesine benzediği günlerden bir gün.

III. Ahmed'in rikâbı hümayunu kaymakamı Nevşehirli İbrahim Paşa Topkapı sarayının, başka bir dünyadan bir köşe imiş gibi duran güneşin akislerinde bile donuk bir gelge, derin bir sükûn uyuyan, bahçelerinden geçerek sada-ret sedirine dönüyordu. İnsanların ömürlerinde olduğu gibi talih ve tesadüfler devletlerin tarih yıllarında da tesirli oluyor. Nevşehir'imin sadrazam oluşu, harp ve mağlûbiyet-lerin ıztıraplanyla bunalan Osmanlı İmparatorluğunun ha-yatına 'kısa bir zaman içinde olsa da büyük bir haz ve sürür getirdi. Onun on üç senelik sadrazamlık günleri ihtişamlı

düğünlerin yaldız ve ziynet içinde süslü resmi kabullerin, gönülde ağızda eriyen bir menekşe şekerinin lezzetini bıra-kan durgun mehtaplı lâcivert gecelerin aşk ve füsun içinde

(2)

istidadı, fıtrî zekâ ve kaıbiliyeti ile ruznam sci, mirahuri ev-vel rikâbı hümayun kaymakamı olan ibrahim efendi devlet umurunun idaresinde Padişah nezdinde müessir olmağa •başladığı görülür. Silâhdar damat Ali Paşanın şahadetinden Halil ve Nişancı Mehmet Paşaların kısa sadrazamlıkları za-manında imzalanan Pasarofça muahedesinden sonra Nevşe-hirli ibrahim Paşanın sadarete gelmesiyle Osmanlı İmpara-torluğunun hayatında büyük bir değişiklik husule gelir. Bu tarihlerde doğunun büyük imparatorluğu en buhranlı anla-rını yaşıyordu. Batı sanat ve bilgide büyük ilerlemelere sahne olurken Osmanlı imparatorluğu mütemadi harp felâ-keti eriie sarsılıyordu. Bir tarafta kahraman Türk orduları önlerinde toplanan İslav sürülerini hacaletle dolu ağır hezi-metlere uğratıyor, saray ve idare başındakilerin kifayetsiz-likleri yüzünden elde edilen istifadeler zafer büyüklüğü kar-şısında sönük kalıyor, bir taraftan da Avusturya orduları ağır kayıplara uğrayan Yeniçerilerin karşısında çok müsait harp talihlerine maziıar oluyor, asırlar boyunca kurulmuş şan ve şerefle dolu Osmanlı İmparatorluğunun hudutları deritı yıkıntılarla Avrupa'dan geri çekiliyordu. Dirayetsiz vezirler ve bilgisiz bir saray elinde İmparatorluğun bu süratli çökün-tüsü içinde İbrahim Paşa sadaret sedrine oturdu. On üç senelik sadareti esnasında İbrahim Paşa bir bozguna giden bu hali muvakkaten de, olsa bile durdurmakla beraber İm-paratorluğun siyasî, ve içtimaî hayatında 'büyük

(3)

Kasrı neşat önünde kaskatlar..

bir matbaa ile bir de kütüphane tesis etmeği tasmim etmiş ve gördüğü mümanaata rağmen muvaffak ta olmuştur.»

İbrahim Paşa bilgi ve sanat -hayatında yapmağa başladığı reformla beraber memleketi tatlı bir sükûna kavuştururken, sarayla şehrin hayatını da tsaamen değiştiriyordu. Topkapı sarayının hüzünlü loş dehlizlerinde, dubarları koyu renk çinili, daima ikindi ile akşam saatlerinin uzayıp bitmiyen emer gölgeli harem dairelerinin ufak odalarında geçen saray hayatının yerini bahar güneşleri altında şeffaf çiçekli bir tül gibi pırıldayan lâle bahçelerinin, ışık ve ziya şelâlelerinin nurlarına katılan saz seslerinin lâcivert semalarında titreş-tiği çırağan gecelerinin neşe ve süruru alıyordu. Bu yeni hayatın ilk ahenkli temaşa sahnelerine Kâğıtanenin asırlar-dan beri boş bir sü'kun içinde uzanan, taze kır çiçeklerile süslü yemyeşil geniş çayırları zemin oldu. Zümrüt renkli derenin kıyıları kısa bir zamanda, ipek ve elmas içinde rnes'ut insanların fetaretiyle dolu zarif kasırlarla süslendi. Bli suretle, Kaermeşatı Kasrıcenanı ve bunların mermer rıhtımlarına da süzülüp akan Cedveli simin berrak suları üzerindeki zarif Cesirsürur ve Cesirnevpeydalarıyla Istan-bulun bu gönlü avutan köşesinde kısa bir zamanda yepyeni bir âlem, Sadabad doğdu.

ibrahim Paşa Sadabadın kurulmasına, sarayların, kasır-ların önünde çağlayanlarda sukasır-ların kopürüp akabil mesi için evvelâ derenin tanzimine başladı.

Kâğıthane deresi fcöy civarında o tarihlerde mevcut olan Kumbarahaneye su veren (bir dirsek yaptıktan sonra

tepelerin eteklerine sürünerek Halice akarmış. Evliya çele-binin de bildirdiği gibi, burada bir takım tesisler de mevcut-muş. Bayazıt Han zamanında derenin kenarında bir barut-hane varmış, II. Süleyman zamanında tamir [görmüş derenin suları açılınca, bendlerden hücum eden sular dolapları dön-dürür, baruthanenin çarklarını çevirir, büyük havanlar içindeki barutları döğerlermiş.

Dere Kumbarahaneye su veren yerinde bir kıvrıntı yap-tıktan sonra, düm düz bir mecra içine alındı. Her iki tara-fına mermer taşlarla sağlam bir duvar rıhtımı örüldü. Bu duvarm bir kaç yerinden geniş ağaçlıklar altındaki sun'î göllere su akıtacak menfezler açıldı, sulara yol olarak mun-tazam üstü açık kanallar yapıldı. Kısa bir zaman içinde dere yeni yatağında «sekiz yüz zürralık» mecrası içinde ağaphrm koyu gölgelikleri altında pırıl pırıl, Nedimin «cedveli sim» i akmağa başladı:

Cedveli sim icre âdanı binse bir zevrakçeye İstese mümkün varılmak cennetin ta yanma

(4)

i — Çağlayan köşkü 5 — Çağlayan kasrının içinden görünüşü.

kenarında nıeımer sütunlar üzerinde büyük kasır yükselir-ken, bir taraftan da, gölgeleri derenin suları üzerinde bütün renıklerile resmolan geniş ağaçlıklar altında başka köşklerde inşa olunuyordu. Kâğıthane deresi kasrın önüne gelmeden evvel bir çok geniş menfezi olan bir mermer şedde bend ediliyor, buradan geçen sular derenin mermer duvarları ile Kasrıneşatm önündeki büyük bendin içinde bir havuz ha-linde toplanıyor, ve ilk bendin şeddi üzerinden kalın bir billur dilimi tatlılığiyle kabaran sular Kasrıneşatm önünde, bir dantelâ kadar zarif işlenmiş mermer merdivenlerden beyaz köpükler içinde elmaslaşarak, kaskadlar yaparak dö-külüyordu. Bu havuzun fazla suları ayrı bir galeri ile bah-çenin dışına çıkar, mermer döşenmiş geniş bir savak üzerin-den taşarak derenin sularına katılıyordu.

Çağlayan havuzlarının ortasındaki mermer ejderhaların, bendlerin üzerinde, kaskatların arasındaki fıskiyelerin, Sadaıbad çeşmelerinin suları Kâğıthane köyünün tepelerinde kaynakları bulunan «'Kumbarhane suyu» ndan temin edildi. Bu suyun künkleri Kâğıthane köyündeki Kumbarhanenin haznesine aktıktan sonra derenin karşı cihetine geçer, Çağ-layan kasrının karşısındaki tepelerden gelen katmaları ala-rak bütün bu civarı ve o zamanlar çok bakımlı bir halde bulunan Karaağaç kasırlarının bahçelerine su verirdi.

İbrahim Paşa 1134 H. senesinin şaban ayının sonlarında başlattığı işleri büyük bir gayretle şevval ayının sonlarında bitirmeğe muvaffak oldu. İki aylık kısa bir zamanda tabiatın bütün güzellifelerile süsiü Kâğıthane tepelerinin yamaçların-da sabah ve akşam saatlerinin en renkli akislerinin üzerinde resmelduğu derenin suları kıyılarında mermer kasırlar parlak çağlayanlarıyia bir mamure yaratan devrin mümtaz s?dnazamım Nedim'de şöyle alkışlıyordu:

Görücek ruhu Skender hele Sadabadz Oldu parmak ısırııp himmetinin hayranı Çend mah içre bu tiirlü eseri vatanın Hel'i bilmem nice tecviz olunur imkânı

Nevşehirli İbrahim Paşa, batıdan ve bilhassa Fransa'nın başşehrinin bahçe ve saraylarından edinilmiş fikirlerile

meydana gelen Sadabad İstanbul halkının görmediği bir çok yeni şeylerle süslenmişti. O güne kadar yalnız çeşmelerin

burma musluklarından akan sular, mermer ejderhaları'! ağızlarından fışkırarak havuzların durgun satıhları üzerinde bir elmas şelâlesi akisleri yapıyor, gayet zarif dantelâbr gibi işlenmiş kat kat mermer basamaklardan kaskatlar y,?pa-rfk dökülüyor, bunların arasından, üzerlerine doğru sarkmış yeşil yaprak kümeleri içine ince bir yağmur serpintisi halin-de suları dsğılan fıskiyeler sıralanmış bulunuyordu. Bahçe-lerin çiçek tarhlarının şekilleri, derenin iki kıyısını birbirine bağlayan köprülerin yapıları, saraylar, kasırlar ziynet ve şekilleriyle o zamana kadar görülenlerden tamamen başka idi. Bize o günlerden, renkleri bütün tazelik ve parlaklı-ğını muhafaza etmiş kıymetli tablolar gibi, nefîs kaside ve şuh şarkılar bırakmış olan Nedim de diyor ki:

Bak Stanbulun şu Sadabadı nev bünyamna Ademin canlar katar abu havası canına Ey saba gördiinmi mislin bıtnca demdir âlemin Peştüpa urmaktasın İranına Turamı la

Ey felek insaf, ey mihrü cihan ara aman Bir naşiri var ise söylen konulsun yanına

Cedveli simle üzerindeki Tavanlı köprünün Cesrisüru-run Cesrinevpeydanın, kasırların güzelliklerine hayran olan Nedim onları da derin bir âhenkle şiirlerinde terennüm edi-yordu :

Ne münasip yere durmuş o tavanlı köprü Cümle gözden geçürür seyre gelen hubanı Pek sefa kesb edecek tekye, hele Hayırabad Cümle zevk ehli anın zümrei dervişanı Görmeyen ademi elhak ne kadar vasf etsem Nice tabir olunur çağlayanın seyranı Yok bu dünyada hele Kasrıcenanın misli Büemezem var mı cihan içre dahi akranı

(5)

S — Çağlayan kasrının t.ıvan tezyinatı.

kafesler, şahnişler oymalarla süslü kasırların iğini ipekler sırmalar, elmaslar irinde giyimli kadın ve erkekler doldur-muştu.

Güzel mevsimlere açılan serpilen bu Sadabadla ser-mest ol sn Nedim etrafa bakarak:

Açıldı lâleler güller, güzeller çıktı seyrana Açılsak biz de birkaç gonca leblerle gülistana

Diyerek o günlerdeki umumî düşünceye tercüman olu-yor, Istanbulun bir kaynak suyu kadar serin berrak mai seması altında, ince munis kokulu taze rüzgârların temasla-rıyla dolu, pırıl pırıl gülen bahar günlerinin karşısında ruhunun coşkun iştiyaklarını terennüm ediyordu:

irişti nevbahar eyyamı açıldı güllü gülşen Çırağan vakti, geldi lâlezartn didesi ruşen Çemenler döndü ruyiyyare renkü lâle ve gülden Çırağan vakti geldi lâlezartn didesi rıişen Acildi dilberin ruhsarı gibi lâleler güller Yakıştı zülfü hübanveş zemine saçlı sürıbüller Nevasaz olmada şev kile hep aşüfte bülbüller Çırağan vakti geldi lâlezarın didesi ruşen

Istanbulun rengin göğü altında bahar küme küme nemli yeşillikler içinde kokulu sarı fujerler, pembe, mor yabani güller, cazip kokulu zarif narin minimini bir yığın çiçek-lerle Kâğıthane kırlarını süslerken, derenin kenarında içi açan yeşil bir dekor içinde beyaz renklerde parıldayan Sadabad kasırlarında da, açılan iri bir çiçek gibi, yeni bir hayat başlar, bahçelerin tarhlarında yavaş yavaş uyanan, en güzel renklerden yapılmış billur kadehleri andıran lâle-lerin üzerinde dolaşan akşam rüzgârları Türk sazlarının ruhu okşayan nağmelerini etrafa dağıtırdı.

Bir safa bahş edelim gel şu dili naşada Gidelim servi revanim yürü Sadabad a İşte üç çifte kayık iskelede âmade Gidelim servi revanim yürü Sadabada Gülelim oynayalım kâm alalım dünyadan Mai testtim içelim çeşmei Nevpeydadan Görelim abı hayat akdığın Ejderhadan Gidelim servi revanim yürü Sadabada

Geh varub havuz kenarında hiraman olalım Geh gelüp Kasrıcenan seyrine hayran olalım Geh şarkı okuyup çıahi gazelhan olalım Gidelim servi revanim yürü Sadabada

Nevşehirli İbrahim Paşa Türk edebiyatının güzide sima-larının şiirlerile mermer cephelerini süslettiği bir çok su âbidesi memlekete bırakmış büyük bir vezirdi, Sadabadn,

(6)

JîrtsrineyacUn sw bendlerinin bugünHi haii

fl m n r ! i ıı i] ı

J'.. J F'

9 — Kaskadların bugünkü hali.. Çaylıyım köskii . Kasrinçşat ve Kaskad.lann umumî plânı.. birbirinin üzerine taşmış yeşil yaprak kümeleri .arasından,

(7)

'M&B'z:

Çağlayanda sun'î göl.

Çeşmei nur ise nur âyetin eyler tefsir Cedvelisim ile bulsa nola zibü şanı Güya zevkü sefa duhmesine kıldı tılsım. Şahımaranı acep ol cesdi nur ani

Pek güzzl mevkiine düşdü hele Kasrıneşat Gerçe kendi küçük ammaki büyüktür sam Ya o cesi'in ki adı kendi gibi Nevpeyda Şüphesiz yoktur a?ıa mülkü cihanda san i Fiı akdandır adt üstünde olan kasırların Ki iderler ikisi âleme nur efşant.

Çağlayanlardan uçuşan fıskiyelerden serpilen su zerre-leriyle nerali ıkesif yeşil yaprakların altında güzel kokulu cijek tarlalarının kuytu ve asude gölgeliklaıinde su sesle-rinin günün parlak renk ve yaldızları üzerinde esrarlı v3 hülyalı aydınlıklarla dolu edalarında loş dehlizlere ince bir ahenkle müzeyyen kasırların ruhu dinlendiren derin sükûnu içinde Nedim şarkılarında artık hep Sadslbadı onun güzellik-lerini anlatıyordu:

Andırır Kasrıcenam bu dili naşade Nice akmaya gönül su gibi Sadabade Düşürür kevseri ol kav s dilaraye Nice akmaya gönül su gibi Sadabade Siirmelü gözlü gazelhan anda

Zer kemerli beli hançerli cıvanan anda Bahusus aradığım servü hiraman ande Nice akmaya gönül su gibi Sadabade

Sadabadın baharla beraber, sıcak güneşi altında yeşil yaprakları arasında sık beyaz çiçekleri parıldayan taze ve ince kokusunu etrafa dağıtan fuller gibi, tatlı kokuları ve gözleri okşayan renklerile günleri, başlayınca İstanbulun em-salsiz şuh şairi Nedim :

Şivesi nazu edası handesi pek bibedel Gerdeni püskürme benli gözleri gayet güzel

(8)

İâİe .goncaları karşısında onlara benzeyen pembe ağızlardan dinlenirdi.

Kışın sözlü ve ahenkli zevk ve tarp içinde geçen âlem-lerinden baharın çırağan geceâlem-lerinden, lâle bahçelerinin haz ve sür urundan ancak sarayla bendegâm geniş (bir surette gâm .alıyorlardı.

Neyü santuru rebabu defü tanbur ile çenk Nağmei bülbülü kumruya olup hemâhenk Hür edet alemi şevki tarab rengârenk

Sarayın gün geçtikçe daha büyük bir iptilâ ile sarıldık-ları bu zevk ve sürürün karşısında, bir kısım halkta bir memnuniyyetsizlik görülüyordu: Yeniçeriler dedirgindi, bir kısım esnafın işi bozulmuş, hased ve menfaat düşünceleri büyük şehrin havasında elektrikli ağır bir dolgunluk yara-tıyordu. Harp meydanlarının ıztıraplarile yorgun dönmüş çehrelerin karşısına çıkarılan Iran üzerine yollanılmak üzere hazırlanıp geçit yaptırılan yaldızlı orduların, şehrin Anadolu yakasının tenha kırlarının ayrılık çeşmelerinde akşam sa-atleri başlarken evlerine dağılıyorlardı. Halk da böyle bin bir sebeple doğan derin hoşnutsuzluk ve bezginliği önlemek üzere devlet erkânınca çare olarak bulunan ve uğursuzluğu ile şöhretlendirilen İstanbul kadısı Zülâli Hasan efendinin azli, söndürülmesi kabil bir alevin, korkunç bir yangın ka-dar, felâketli olmasına sebep oldu. Halkla teması büyük olan kadının kini eline geçirdiği haris bir serseri ile III. Ahmet devrinin büyük bir tekâmül içinde bulunan sanat ve bilgi hayatıyla beraber bir yığın mamurenin de harap olmasına sebep olan bir aksülâmel doğurdu. Saraydan isyan alevleri içine atılan Nevşehirlinin cesedi ateşi söndüremedi daha parlattı. III. Ahmet tahtını İ. Mahmud'a bıraktı.

Bu kanlı günlerin ele bağıları, Yeniçeri ağasının, sek-ban başının yerlerine otururlarken, manav Muslu ve kahve-ci Alinin arkadaşı deli İbrahim de yetmiş dokuzuncu cemaat odasmı mahkeme yaparak kadılık etmeğe başlamıştı. Artık isyan günleri daha ağırlaşıyordu, bir kaç vezir başıyla tat-min olunmamış olan sergerdelere ziynetler içinde parılda-yınSadabadm tahrip ve yağması teşvik ve tavsiye olunuyor-du. Eşkıyanın bütün isteklerini aciz içinde yerine getiren saray bunda da baş eğdi: «Asilerin bu arzusu Sultan Mah-mud'a söylendiği zaman pek ziyade canı sıkıldı. Fakat bu arzuyu isaf etmemekle büyük bir tehlike olacağını düşündü. Köşklerin yakılmasına razı olmadı, fakat yıkılmasına müsa-adet etti (İhrakma rızaı humayunum yoktur, (bu kadar dahi dini devlet mülkü nasaraya baısı hande olacak Ibir mevad olmakla ancah hedim ve tahribine ruhsat ve izin olunmuş-tur.)

Sadabad köşklerinin yıkılacağının müsaadesini bağırmak üzere münadiler istanbul sokaklarına dağılırlarken deli kadının kararını daha evvelden öğrenmiş bir yığın asi ser-seri ellerinde balta ve kazmalariyla Sadabada inen yollara dökülmüş bulunuyorlardı. Adları bile birer neşe ve sürür kaynağı olan, zarif köşkler müezyyen kasırlar acı iniltilerle yerlere çöktürülüp parçalanırken mermer sütunlar devrili-yor, işlemeli kaskatlar paralanıdevrili-yor, mermer fıskiyeler kopa-rılıyor, o dilnişin bahçelerin nadide çiçekleri narin fidanları eziliyor, yerlerinden sökülerek çiğneniyordu.

Uç gün sonra yeşil tepelerin arkasından yükselen saba-hın ılık aydınlıkları süs ve ziynet içinde parıldayan Sadaba-dın yerinde kalan bir yığın mermer, taş ve toprak yığınları

arasında perişan bir halde akan solgun derenin sularına teselli yaşları gibi pembe ziya akislerinden benekler serpi-yordu.

Tarih ,bu hazin facianın mesullerinin cezalanmalarının hikâyesini uzatmıyor: Kısa bir zaman sonra, korkunç- birer cahil olan ve yaptıkları ağu- cinayetlerile «ekseri kendisini müdebbir devlet ve atabeği saltanat makamına» koymuş olan eşkıyanın sergerdelerinden çarşı tellâlı Patrona Haliliıı Revan köşkünde yiğit bir Yeniçeri ağası olan Halil ağaya paralaLtırılırken Babiissaade ile Orta kapının yüksek duvar-ları da korkunç avenesinin son ve acı feryatduvar-larına makes oluyor, bu cahil insanları fenalıklara sevkeden, onlara cesa-ret veren Osmanlı tarihinin bir çok kanlı trajedilerinde reji-sörü olmuş hocalar da ortadan kaldırılıyordu.

Güzel şehrin üzerinden esen ve ağır yıkıntılar bırakan isyan fırtınasından sonra gelen günlerin hazin ve durgun seması altında uyanan hayatta ise yaldızlı alaylara sahne olmuş Sadabadm parlak ve mesut günlerinin, renk ve koku içinde bahçelerinin, neşeli Çırağan gecelerinin, huzur içinde geçen helva sohbetlerinin ve bütün bu hareketlerin mihrakı İbrahim Paşa ile onun yakın vezirlerinin sürür ve ganıla karışık hâtıralarının esmer tülü, elemlerle dolu ihtizaz edi-yordu.

I. Ma'hmut devrinde, Neşvelıirlinin ekerek büyütmek is-tediği inkılâp fidanının isyanla kırılmış zayıf varlığının tekrar büyütülmeğe uğraşıldığı görülüyor: III. Ahmed'in zamanın-da hazırlanmış fakat yerine getirilemiyen bir çek işler ba-şarılırken, matbaa da tekrar açılıyor, Yalova'da kâğıt fabri-kası işletiliyor, bu arada harap ve metruk Sadabad da tekrar ihya edilmek isteniyordu. Kaskadlarm kırılmış mermerleri, havuzların yıkılmış duvarları, devrilmiş su sedleri için mer-merler getirtiliyor yıkılan köşklerin yerinde yenileri kuru-luyordu.

Marmara naibine voyvodasına hüküm ki

Makam hilâfeti aliyyemde olan Saad'âbad nam mev-zide vaki çağlayanların mermer kâseleri şikest olub bir miktar mermere muhtaç olmağla Marmara'da kat'olun-muş mevcud mermerden beş adde kebir mermerile bir sefine pehlû mermerlerinin bia an akdem Asitımei saa-detime nakil olunması fermanım olmağın işbıt emri şe-rifim ısdar ve... ile irsal olunmuştur imdi vusulde ber veclıi meşruh Marmarada kat'olunmuş mevcud den beş aded kebir mermer ile bir sefine pehlû mermer-lerini bir an akdem ve bir saat mukaddem kemali mü-saraat ile Asitanei saadetime naklû irsal eyleyüb zinhar ihmal ve te'hirden gayetülgaye itiraz ve ictinab eyleme-niz babında fermanı âlişanım sadır olmuştur Büyürdüm ki. Fi evasıtı ramazan 1156

(9)

I. Mabmıd'dan sonra III. Selim zamanında da tekrar Sadabad'm şenlendiğini yapılarının güzelleştirildiğini görü-yoruz. II. Mahmud devrinde ise tekrar tamir ve değişiklik-lerle çağlayan kasrına yeni bir şekil veriliyor.

İmparatorluğun son yıllarının harp felâketlerinin ateşli esintileri Sadabadm taze ve serin gölgeliklerle dolu, çiçek-lerle süslü bahçelerini derin bir bakımsızlık içinde bırakmış, zamanla her tarafı otlar, ısırganlar bürümüş, mermer kapı-ların üzerini açılmamak üzere örtmüştü. Büyük bir bakım-sızlık içinde yavaş yavaş harabolan Sadabad'm son hâtıraları

çağlıyan sarayları bahçe ve çayırları, yalnız baharın bir kaç ayı için, taze kokulu kırlarile derenin sarı suları üzerinde güneşin ılık aydınlıklarının gülüşlü günlerinde haikın bir gezinti ve eğlence yeri «Kâğıthane» si olarak kalmıştı. Sene-lerin birbirine bir az daha lıarabolmuş bir halde devrettiği II. aMhmud'un çağlayan sarayının, bu son dünya harbi için-de biriçin-denbire çöktüğünü görüyoruz. Türk sanatının zarif ve nadide bir eseri, mermer Kasrıneşat da, derenin suları kena-rında parlak bir şadırvan tazelik ve serinliğiyle sapasağlam dururken, sarayı çoktüren tesirlerin altında altın yaldızlarla müzeyyen sakıtları, bembeyaz mermer sütunlarıyla parça-lanarak çamurlara gömülüp gitmiştir.

Ne yazık ki Kasrmeşatiyle çağlayan kasrı çökerken Sadabaddan son hâtıralar, zarif bentler, işlenmiş kaskadlar, sulara inen geniş mermer merdivenler hepsi harabolmuş. İbruhim Paşanın III. Ahmed'e hediye ettiği Sadabaddan, Türklerin İstanbulda kurdukları o eş;iz ve sonsuz güzellik-lerle dolu medeniyet eserlerinden, bugün ancak çamur ve toprakla dolmuş, davarlarının mermerleri yer yer dökül-müş bir dere yatağı «cedveli sim» le onun çamurları içinde Tüık ivgilerinin, geniş beyaz bir İspanyol dantelâsı gibi, işle-dikleri çağlayan taşlarından bir kaç parça ile, harap bir çeşme. Ve Istanbulun bu güzel köşesini sonsuz bir tahassüsle terennüm eden Nedim'den bir divanı kalmıştır.

Bu beyaz mermer taşların, bu öksüz içli bir üzüntü ile akan derenin karşısında, bu hüzünle dolu yorgun ağaçların kimsesizlikleri içinde, III. Ahmed'i, Lâle devrini, İbrahim Paşayı, şiirleri aşk ve füsunla dolu Nedim'i hatırlarken bü-tün bir mazi, bir tarih renkleniyor: Lâle bahçeleri, çırağan geceleri yasemin renkli saray kadınları, murassa sorguçlu vezirler, saraylar, kasırlar, içleri tatlı kokulu iri sarı gül-lere benziyen cariyelı konaklar, mesut rüyalarla dolu İstan-bul... Fakat bütün bu düşünceler dimağınızın hücreleri içinde renksiz ve sönükkalıyor, etrafa bakıyorsunuz; ne o bahçe-lerden bir al lâle, ne o billur camları açık pencerelerinin perdelerinde sabah rüzgârları dolaşan saraylar, ne de yüksek ağanlardan serpilen yeşil gölgeler içinde zümrütlenmış dere suları üzerinde beyaz su çiçeklerinin akislerini bırakan kadınlardan bir iz, ne bir hâtıra kalmış, her taraf boş ve ağır bir sessizlik içinde eziliyor... Derenin kenarında, saray bahçelerinden kalma yıkık duvarlar ardından zaman zaman süzülüp ta yanınıza gelen, benliğinize sürünüp geçen ince rüzgâr bile bu boşluk ve yalnızlık içinde size hüzünle

yal-varıyor, bu yalvarmalarda bir ıztırabın yalnız kalmak iste-yen ürpermeleri hissediliyor gibidir... Burada hiç bir şey, ne devrilmiş mermer taşlar, ne derin bir batak içinde akan dsre artık maziden bahsetmeğe cesaret edemez: Çamur, yesuıı, diken, duvar taşları arasından fışkırmış yabani bodur ağaçlar, yerlerde sürünen mermer parçalarını da örtmeğe uğraşarak buradaki derin tenhalık ve kimsesizlik içinde bir vehme kapıldığınızı, buralarda hiç bir medeniyet havasının bile esmediğini hissettirmek ister....

Asırlarca evvel yaşamış muhteşem ve zarif Türk me-deniyetinin hatırası Sadabad, senelere!enberi rengin şafak-ların altında, yüksek ağaçlardan düşen gölgelerin kimsesiz-likleri içinde garip kuşların üzüntülü seslerile ürpermiş gi'bi suları zaman zaman buruşan derenin kıyılarında yerlere se-rilmiş mermer merdiven basamaklarının başlangıçları yarım revaklı kapıları, kırık mermer sütunlarıyla üzerine muaz-zam bir mermi düşüp infilâk etmiş bir mamurenin bir harabesi halinde.

Fakat hâlâ bütün bu zavallılığı, içi sızlatan halile, eski günleıinin şiir ve füsun dolu hâtıraları, bu nisan sabahında henüz tüy'enmeğe yeşeımeğe başlamış ağaçların ince dalları üzerinde hafif ışıklardan tüten berrak ve mai ıbir sis içinde yüzüyor gibi... Bütün bu hurdahaş olmuş mermer, taş yığın-ları arasında, güneşin bu ıslak aydmlıklı saatlerinde, renkli dere suları gökten akseden ziya parçalarıyla yet' yer hâlâ zümrütleşiyor, billûrlaşıyor. Dr. Saadi Nâzım NİRVEN

Herkes

:

n tanıdığı

Herkes

;

n sevdiği

Herkesin güvendiği

BANKA

Referanslar

Benzer Belgeler

Program kapsamında açılan “Ortak Küme Girişimleri (EUROCLUSTERS) Çağrısı” proje teklif çağrısı için kümelerin desteklenmesi alanında elde edilen olumlu tecrübeyi,

Cilt üzerine topikal olarak uygulanan ELSPAR HYDRO’nun araç ve makine kullanımı üzerine herhangi bir etkisi yoktur.. Raporlama yapılması, ilacın yarar/risk

D vitamini hipervitaminozu, hiperkalsemi, hiperkalsiüri durumlarında, kalsiyum içeren böbrek taşı olan hastalarda ve kalsiyum hipersensitivitesinde de kontrendikedir.. Özel

dağıldığı durumlar için kullanışlıdır. Örnek: Yarıçapı birim olan dairesel ince madeni bir pul, taban yarıçapı birim olan bir silindirin

Bilimkurgu veya korku filmlerinden en az birini seven- lerin oluşturduğu bir grupta iki film türünü de seven 12 kişi vardır. Bilimkurgu filmlerini sevenler, tüm grubun 'ü

Aşağıda verilen ifadelerden kaç tanesi doğrudur?. Aşağıdaki eşitliklerden kaç

• Psödohipoparatiroidizmli hastalarda (Uzun sürede sonlanan aşırı dozun geçici olarak normal D vitamini duyarlılığına neden olma riski vardır, bu da D vitamini

Spitzer’in bulduklar› ya da daha önce Beta Pictoris’in çevresinde bulunup uzun uzad›ya incelenen tozlu disklerin oluflmas› için önce ana y›ld›z›n çevresindeki