• Sonuç bulunamadı

Radyo ve televizyonlarda aynı anda başlayan İstiklal Marşı ve hemen arkasından Harbiye marşı.

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Radyo ve televizyonlarda aynı anda başlayan İstiklal Marşı ve hemen arkasından Harbiye marşı."

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

12 Eylül 1980,  saat 04.

Radyo ve televizyonlarda aynı anda başlayan İstiklal Marşı ve hemen arkasından Harbiye marşı.

BBC TV2, ‘’nihayet gerçekleşti. Sürpriz olmadı’’diye darbe haberini dünya’ya duyuruyor.

Demirel hükümeti ve Turgut Özal tarafından temelleri atılan 24 Ocak kararları’nın

uygulanabilmesi için temel taşları aylar öncesinde örülmeye başlanan Eylül cuntası’nın ayak sesleri, bütün Türkiye’de olduğu gibi, İstanbul  sokaklarında da  duyulmaya başlanıyor.

Türkiye sanayicileri ve iş adamları derneği TÜSİAD tarafından yayınlanan, 1980 yılı raporu’nd

a, ‘ ’

..Türkiye ekonomisinin kurtuluşu dışa açılmaktır’’

denilmiyor muydu? Dışa açılamak için, öncellikle ihracat’ın arttırılması birinci şarttır. ‘

’ iç talep, tahminlerin üzerinde büyümeye devam ettiği sürece’’

bu olmaz, bu şartlar altında dışarıya açılmamız hayal demiyorlar mıydı?

 ‘’iç piyasadan satmaktansa, ihracat yapmayı daha karlı hale getirmenin aracı’’ olan ‘’ fiat-kar’’

politikasının dizayn edilmesini olmazsa olmaz gören 24 Ocak kararları zaten yürürlükteydi.

Dönemin ana muhalefet partisi genel başkanı Bülent Ecevit’in,’’

şimdi izlenmekte olan ekonomik ve sosyal politika, bir dikta rejimine oturmadan uygulanamaz’’

diye karşı çıkmasına kimse aldırış bile etmedi..

12 Eylül rejimi, toplumun karşısına dikilmiş tank ve postal sesleri ile her yeri kuşatma altına almıştı bile.  

“ yüce türk milleti türk silahlı kuvvetleri, iç hizmet kanunun verdiği TC’ni kollama ve koruma

(2)

konseyi) bildirisi ile ülke ,  zapt-ı rapt altındaydı artık.

‘’Sayın muhbir vatandaşlara ÇAGRI’’ diye başlayan bildirilerden tutunuz da, işçilere, emekçilere, öğrencilere, demokratik kurum ve kuruluşlara, sendikalar, dernekler ve meslek odalarına

varıncaya kadar emir ve talimatlar ardı ardına gelmeye başladı.

15 Eylül 1980 tarihli, Hacettepe üniversitesi öğrencilerine duyurulan  EMİR  aşağıdadır.

”.... kampüsümüzde 15.09.80 günü öğle saatlerinde Sıkıyönetim aleyhinde elle yazılmış bildiri atıldığı görülmüştür. bu olayı yaratan kişiler ortaya çıkartılıncaya kadar araştırma

sürecektir.bulunmadığı taktirde gurubun tümünün öğrencilik hakkı silinecektir... ideolojik olaylar 1 ay içinde bitirilecektir. Güvenlik kuvvetlerine ve idareye yardımcı olunması zorunludur...bu bilgi ankara synt komutanlığı emridir teblig olunur.

        Rektörlük..”

24 ocak kararları ile yürülüğe konulan ekonomik programa aynen uygulanacağına ilişkin 16 no’lu bildiri

’de de şöyle deniliyordu.

’ ülkenin ekonomik durumunu düzeltmek ve daha iyiye götürmek maksadıyla yürürlüğe konulan ekonomik programla yapılan anlaşmaların ve protokollerin uygulanmasına devam edilecektir.”

14 eylül  2980 tarihli, TRT haber dairesine gelen talimat, basın-yayın kuruluşlarının da unutulmadığını gösteriyordu.

a.aleyhimize olmayan dış haberler verilecek

(3)

b.anarşiyle ilgili haber verilmeyecek

c.herkesi ilgilendirmeyen küçük yangın vb haber verilmeyecek

d.MGK bildirileri 3 defa SYNT bildirileri 2 defa yayınlanacaktır

e.TSK’nın yönetime el koymasıyla ilgili röportajlar yapılırken değişik semtlerde ve daha ziyade orta yaşlılarla yapılacaktır. Atatürkle ilgili DİA lar yayınlarda yer alacak kalma süresi uzun tutulacaktır.

Bu talimat’la, rejimin niteliği halk’tan gizlenecek, devrimci hareketlerden beklenen protesto gösterileri vb eylemler  halktan saklanacak, gençler konuşturulmayarak susturulacak ve biz ne söylemişsen, beyinlere bunlar kazınacaktır deniliyor.

Belleklerin silinerek, yeniden yazılması hedefleniyor.

Eylül rejimi’nin başı Kenan EVREN, ilk basın toplantısında HEDEFLERİNİ açıklıyor.

a.milli birligi kurmak

b.anarşi ve terör önlenecek

(4)

d.sosyal adalet, ferdi   hak ve hürriyet ile insan hak ve hürriyetine dayalı laik bir cumhuriyet rejimi kurulacak.

Çok geçmeden  asıl hedefler teker teker uygulamaya konulacak ve sözüm ona aldatıcı sözleri kimse hatırlamayacaktı bile. Devlet yeni baştan düzenlenmekteydi.

Ardarda çağrılar yapılıyor, ardarda emir ve talimatlar yayınlanıyor ve ardarda ‘’emir-komuta’’bil dirileri okunuyordu.  Radyo ve televizyonlar,  garnizon komutanlıgı borazanına dönmüştü. Öyle zamanlar oldu ki;

Hasan MUTLUCAN (!)

bile  her zaman, kahramanlık destanları  söyleme fırsatını bile bulamaz oldu.

‘’Türkiyem, türkiyem cenettim.

Benim şanlı milletim’’

diye başlayan kasetler, işportacıların çığlıkları arasında satışa sunulurken, Türkiye cehenneme, millet, zapt-ı rapt altına alınıyordu.

11  eylül günü itibarıyla, grev’de bulunan 51.000 işçi derhal iş başı yaptırıldı. Grevler yasaklandı.

(5)

DİSK’ li yönetici ve iş yeri temsilcileri, aynı gün, teslim ol çagrılarına  uydular ve teslim oldular.

17 eylül’e kadar teslim olmayıpta aranmaya başlayan  sendikacılardan 950 tanesi,17 eylül 80 tarihinde göz altına alınmıştı..

18 eylül günü, gözaltında kalma süresi 15 günden, 30 güne çıkartıldı.

20 eylül’de Deniz kuvvetleri eski komutanı Oramiral Bülent ULUSU başbakan ilan edildi,

Necdet ADALI, 26 ekim, Serdar SOYERGİN 27 ekim’de idam edildiler.

17 ekim’de,  Ziya Erdönmez öldürüldü.

ŞİMDİ BİR SORU...

Türkiye, bütün bu karmaşıklıklar  içersinde boğuşurken, Acilciler’in aklına bir soru gelmez mi?

Gelmesi gerekir.

Soru  çok basit,

Bu dönem Mihrac URAL neredeydi? Çoktan Kaçmıştı. 12 Eylül’den 43 gün önce ve hapisten kaçışından 24 saat sonra Suriye’ye gitmişti. Kendisi yazıyor. ‘

’Aylarca kimseyle ilişki kuramadım .

(6)

üstü bırakıp kaçtım diye özür dileyeceği yerde, ‘

’ot yiyerek yaşadım’’

diye mağdur edebiyatı yapıyor. Türkiye’nin suyu mu çıkmıştı, yada, sana ne battı da duramadın kaçıp gittin. Kim sana kaç git dedi? Senden önce ve senden daha sonra, çok  sıkı aranan, hapis’te kaçmış yoldaşlarımız da vardı. Onlar, hiç bir zaman kaçmayı düşünmediler ve ülke de kalarak mücadele ettiler. Sana ne oldu peki? ‘’ot yiyerek yaşamış(mış). İnsanın ‘

’zıkkımın kökünü yiyesin emi’

diyesi geliyor .’.. Sana,

’’ ot değil, saman yemek yakışır’’

 diyesi geliyor.

Kaldı ki o da yalan. Ne ot yemesi.

MİHRAC URAL OT YEMEDİ,  DAGLARDA AÇ SUSUZ DA DOLAŞMADI. CEMİL ESSAD’IN PROVAKASYON EKİP’İ İÇERSİNDE GÖREVLİYDİ:

Evet, aynen söylediğim gibi, Cemil Esad’ın çevresinde, halkı ‘’ Müslüman Kardeşler’’den koruma(!) görevi yapıyordu. Cemil Esad’ın adamlarıyla birlikte,

alevi köylerini kurşunluyordu.

Yanlış duymadınız,

ALEVİ KÖYLERİNİ KURŞUNLUYORDU.

Mihrac Ural’ın, Suriye’de bulundugu ilk aylarda yaptığı iş tamı tamına buydu.

Nasıl mı yapıyordu?

Anlatayım da öğrenin. Cemil Esad, adı geçen dönem’de Lazkiye ve Basit bölgelerinde otoritesini arttırabilmek için, ‘

’Müslüman kardeşler’’

örgütü ‘’öcüsü’’’nü kullanarak, bölge halkının sözüm ona,  koruyuculuğu misyonunu üstlenmişti.

Hem abisi HAFIZ ESSAD

’ın gözüne girmek, hem de, köylüler üzerinde etkinlik sağlamak istiyordu.   Adamlarını gece yarısı  alevi köylerine gönderiyor, önce köyü uzaktan kurşun yağmuruna tutturarak halka korku salıp paniğe sürüklüyor ve bir süre sonra da, yine aynı adamlar,  sağa sola kurşun sıkarak güya

(7)

baskıncı

müslüman kardeşleri

geri püskürtmüş(!) gibi kurtarıcı edasıyla koşup köye geliyor ve Üstad Cemil ESAD

tarafından’’ sizi korumakla görevlendirildik’’

diyerek propaganda yapıyorlardı.  İşte bizim soytarı, Suriye’ye ayak bastıktan birkaç gün sonra bu işi yapan provakasyon ekip’inin içersinde görevliydi.

Mihrac Ural, kısa sürede bu işe kendisini öyle kaptırdı ki, bazen tek başına sokakta yürüyen bir kadına sarkıntılık etmeye kalkıyor ve geride bekleyen ve sanki her yerde hazırlarmış gibi kendisine müdahale ederek kadını tacizden kurtaran ekip arkadaşları tarafından derdest

edilerek yakalanıyor(!) ve öbür köşede serbest bırakılıyordu.  Mihrac Ural Cemil Esad’ın gözüne böyle girdi. Muhabarat’ın güvenini böyle kazandı(!)

Düşünebiliyor musunuz. Bu adam, aynı dönem’de İstanbul’da, bu örgüt için koşturup duran beni, ‘’örgüte haber vermeden Nebil Rahuma’dan altınları aldı, altınlar nerde altınlar? Diye soru soruyor. fındık kadar beyni ile beni suçlama yüzsüzlüğünü gösterebiliyor.

Mihrac Ural, Suriye’ye gittiği sırada Tacettin SARI da Suriye’deydi. Tacettin Sarı, Mihrac’tan daha onurlu bir işte, çiftlikte, işçilik yapıyordu.

ENGİN ERKİNER’LE BERABER BAHÇELİEVLER’DE YAKALANIYORUZ:

Eylül rejiminin ilk günleri hatta ilk haftaları, tedbirli olmamıza rağmen öncesi günlere oranla, ortalıkta artı bir farklılık göze çarpmıyordu. Sokağa çıkma yasağı kalktıktan sonra kaldığımız yerden örgütsel faaliyetlerimize olduğu gibi devam ediyorduk. Zaman zaman Engin’le buluşuyor, yapmamız gereken günlük işleri konuşuyor herkes işine bakıyordu.

11 Eylül günü, Antakya’dan İstanbul’a gelen, Antakya TÖB-DER başkanı Kemal Bayram ile görüşmüş, 12 Eylül günü tekrar görüşmek üzere randevulaşarak ayrılmıştı. Hatta bu görüşme sırasında ( Aksaray’da) ben Kemal’le görüşürken  biraz arkamızda duran ve bizi takip eden Engin’i fark ederek tedirgin olan Kemal, bana dönerek, Hissettirmeden Engini gösterdi ve ‘’ şu

(8)

Güldüm. Onun Engin Erkiner oldugunu söyledim. Çok şaşırdı ama rahatlamıştı. Kemal Bayram İstanbul’dan Yurt dışına çıkmak istiyordu. Aynı gece darbe olduğu için randevuya gidemedim.

Çok sonra öğrendim. Kemal, bir süre sonra Suriye’ye kaçmıştı. 1987 tarihinde Suriye’de karşılaştık.

Bir gün Engin’le birlikte Cağaloğlu’na kitapçılara uğramamız gerekiyordu. Latin Amerika gerilla

hareketleri üzerine

yazılmış kitapları aldıktan sonra Bahçeli evlerde, sokak aralarında yürüyerek Şirinevlere, Engin’in kaldıgı semte doğru gidiyorduk ki, aniden önümüzü çeviren ve  içersinde 5-6 tane jandarma komandosu bulunan bir askeri jipten inen askerlerin, silahlarını üzerimize doğrultarak

’’ eller

havaya’’

diye bağırmaları üzerine ilk aklıma gelen şey, Engin’in tanınmış olmasıydı. Üzerimizi aramaya başlayan jandarmalar, elimde bulunan çantanın içersindeki kitapları görür görmez, Engin’le uğraşmayı bırakarak benim etrafımı sardılar.  Kitapları gören Jandarma komando yüzbaşı, beni arabaya alarak, Engin’e döndü ve

sen gidebilirsin

dedi. . Hala şaşarım. Yüzbaşı’nın

‘’sen gidebilirsin’’

sözü ağzından çıkmasıyla birlikte Engin’in ortalıkta kaybolması bir oldu.

Evimi soruyorlardı. ‘’Tamam, buyurun gidelim’’ dedim. Kendi evime götürecek değildim elbette. Kardeşimin evini tarif ettim. Kapının zilini çalan Jandarma komando yüzbaşısına kapıyı

açan kardeşimin hanımı görür görmez. ‘ ’Buyur

un, işte kardeşimin evi, bende bu evde kalıyorum’’

dedim. Kardeşimin hanımı durumu anlamıştı.

’’buyurun

’’ dedi. Yüzbaşı, açık kapıdan bir kaç adım içeriye girdi girmedi, tekrar geriye döndü ve bana ‘

’ bak kardeşim, bu dönemde bu kitaplarla ne işin var, şimdi seni götürsem, derdini anlatıncaya kadar bir kaç ay geçer yazık değil mi’’

dedi. Cesaretlenmiştim, beni götürme niyeti yoktu.

’’ Komutanım, okuduğumdan falan değil, oradan geçerken merak ettim aldım, benim neyime bunları okumak’’

diyerek, gözlerimin içine bakan yüzbaşıyı ikna etmeye çalışıyordum. Evi gören yüzbaşı, sanırım evin düzenli oluşundan da etkilenerek,

‘’hadi hemşerim işine gücüne bak’’

diye beni orada bırakarak askerlerle beraber çekip gitti.

(9)

Bu arada, Engin, hızla İbrahim Büyüker’e gidiyor ve benim yakalandığımı söylüyor. Sanırım aynı akşam, televizyon haberlerinde, bizim yakalandığımız bölgede, bir kişinin Jandarmalardan kaçarken vurularak öldürüldüğünü de duyuyorlar ve bu kişinin benim olabileceğimi düşünerek bayağı kaygılanıyorlar.

Bir iki gün sonra, Engin’le  daha önceden belirlenen randevuya gittim ve çalışmalarımıza devam ettik. Şimdi düşünüyorum da, Benim yakalanmış olmama rağmen,  evlerini değiştirmeyen Engin ve İ.Büyüker, acaba benim vurulduğumu mu sandılar ve o nedenle mi tedbir almadılar.

Kaldıkları evi tam olarak bilmiyor olmama rağmen, en azından kaldıkları mahalleyi biliyordum.

(18. bölüm, Mihrac Ural’ın sermaye birikiminin kaynağı  ve İnsan ticareti)

NOT. Mehmet Yavuz sağ olsun, son iki yazımdaki bir tarih bir de isim hatasını belirtmiş.

Düzelttim. O kadar dikkat ediyorum, yine de gözümden kaçıyor.

Referanslar

Benzer Belgeler

Tetikleyici lazer ve ince- leyici lazer (ışığın tüm renklerini kapsayan beyaz ışık) örnek üzerinde aynı anda bu- luştuğunda, kovuk kırmızı ışığı hapseder..

When the current regulations and plans of Turkey about the evacuation planning, implementation of evacuation actions and evacuation time estimate studies during nuclear power

Üsküp Ģehrinde bulunan medreseler: Meddah Baba Medresesi, Ġsa Bey Medresesi, Yahya PaĢa Medresesi, Ġshakiye Medresesi, Atiye Binti YaĢar Medresesi, Hacı Ġsmail Ağa

" Esenboğa Katliamına Türk Ermenile­ rinin in fia li" başlıklı bir deklarasyon yayınlayan Patrik Şinork Kalustyan, deklarasyonunu açıklamadan önce

İlkokul ders kitaplarının öğretim programına uygunluğunun değerlendirilmesi (Adana ilinde bir araştırma), Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Ankara

nu malumatı veren Şanızaae, ye- mek emrinden sonra bir gün te­ sad ü fe n Hâlet'EfenH{rtfri‘ bir1 Yeme­ ğinde bulunduğunu, çıkarılan ye­ meklerin vakıa yedi

Sanırız bu tür müzik yapan­ ların İlklerinden biri de Fer­ di özbeğen, Özbeğen'in daha önce bir orkestrası vardı, onun la çeşitli lokallerde müzik yap

[r]