SPOR YÖNETİMİ TARİHİ VE FELSEFESİ
ORTA ÇAĞLAR
HRİSTİYANLIK VE BEDEN EĞİTİMİ
Hristiyanlığın kabulünden sonra bu dinin önde gelenleri yunan vücut
kültürünü lüzumsuz saymışlar hatta
onu dinsizliğin belirtisi saymışlardır.
Hıristiyanlığın orta çağda, aşırı bir dini taassubun tesiriyle tek taraflı ve
skolastik düşünceye önem vermesi ve bedeni hayatın her türlü tabii
ihtiyaçlarını reddetmesi beden
eğitiminin yok olmasında üzerinde
durulan bir görüştür.
Hristiyanlığın beden faaliyetlerine karşı bir nevi cephe alışı, kilisenin fikir ve
ruhun her şeyin üstünde tutularak beden eğitimi faaliyetlerinden
kaçınması, manevi varlığı inkar eden
vücutları putlaştıran ve ona tapan eski
inanışa karşı cevap olarak doğmuştur.
Sonraları yalnız fikirlerin ve ruhların eğitimi tek taraflı istekler ortadan kalkmıştır.
Bununla beraber orta çağda koyu
mutaasıplar, vücutlarına eziyet edenler, en basit şeyi günah sayanlar, her türlü dünya zevkini inkar edenler de
görülmüştür.
Bu kişilerin idaresinde bulunan
manastırlardaki çocuklar da dünya için değil, ahiret için eğitilmişlerdir.
Bu okullarda hareket içgüdüsü
gemlenir, sağlık, neşe,zindelik
ahlaklılığı bozan engeller olarak
adlandırılırdı.
Bir diğer yaygın inanış ise vücut ne
kadar hareketsiz, havasız, zavallı ve
açlık yüzünden zayıf düşerse ruhun o
derecede yükseleceği ve cennete o
kadar yakınlaşılacağıdır.
Doğal olarak bu okullarda beden
eğitiminden bahsetmek söz konusu değildir.
Bu sebeple de koşma sıçrama oynama
isteği ağır cezalarla karşılanmıştır.
Durumun manastır okullarında bu kadar fena olmasına karşın buralara
gidenlerin sayıca olmasından ötürü bu tip fikirlerin yayılması pek etkili
olamamıştır.
Resmi kilisede mutaassıp bu
düşünceden ziyade daha ılımlı bir
düşünce hakim olmuştur.
Diğer taraftan manastırdaki bu ezici atmosferin dışında şövalye, köylü ve halk topluluklarının arasında neşe ve canlılık taşıyan hayat tarzı devam
etmiştir.
Bu yüzden orta çağ sadece böyle bir
mutaassıp bir yaşam tarzının hüküm
sürdüğü bir çağ değildir.
ŞÖVALYELİK
Şövalyelik orta çağın bir yönü ile
ihtişamını müdafaa ruhunu, düşünce
asaletini ortaya koyan bir kuruluştur.
Silah kullanmayı bilmenin ve onu taşımaya hak kazanmanın mertlik
sayıldığı bu devirlerde gençler gönüllü olarak nam salmış komutanların
etrafında toplanır yeminli bir topluluk
oluştururlardı.
Orta çağın sonlarına doğru feodal
mülkiyet sistemi zamanlarında toprak sahipleri belli bir toprak karşılığında herhangi bir savaş halinde hazır
tutulmak üzere bu kişiler askerler
olarak kullanılmıştır.
Böylece halk arasında iki sınıf meydana gelmiştir. Bunlardan biri silah
kullanmada usta savaşçılar sınıfı diğeri ise toprağında çalışan fakat daha kısıtlı hak ve hürriyetle bunu ödeyen sınıf
oluşmuştur.
ŞÖVALYE EĞİTİMİ
Orta çağın en güçlü kuruluşu
şövalyelikte vücut eğitimi planlı bir şekilde yapılmıştır.
Şövalyelik eğitimi çok erken yaşlarda başlardı. 7 yaşına kadar evde eğitim alan çocuk bu yaştan sonra özel bir eğiticinin elinde yeni bir döneme
girerlerdi.
Yedi sene süren bu ikinci eğitimde YEDİ ŞÖVALYE BECERİĞİ denilen faaliyetler dikkat çekerdi bunlar:
1.
İyi ata binme
2.
Sırt ve yüzüstü yüzme
3.
Güzel ok atma
4.
İp ve sırıklara tırmanma
5.
Güreşme ve kılıç kullanma
6.
At üstünde dürtücü silahlarla yapılan vuruşmalar
7.
Sosyete adabı, görgü kuralları, dans öğrenimi
Bunlardan başka koşma, atlama taş fırlatma gibi faaliyetlerle de meşgul olunurdu.
İkici eğitim 14 yaşına kadar devam eder ve üçüncü eğitim başlar
Bu üçüncü eğitim bir şövalyenin
kendisinin ve eşinin hizmetinde 20
yaşına kadar sürerdi.
Bunun için büyük bir tören yapılır ve bu törenler bayramlara denk getirilir ve bir çok gencin kılıç kuşanması bir arada
yapılırdı.
Bir gece önceden uyanık ve ayakta kalan bu kişiler manevi yönden
ruhlarını arındırırlardı.
Şövalyelik törenleri usulüne olarak
tamamlanır, TANRI VE AZİZLER ADINA
şövalyeliğe adım attırılırdı.
Şövalye kızları da sıkı bir eğitimden geçerdi.
Erkeklerden daha fazla okuma yazma öğrenirler, yedi yaşına kadar evde yedi yaşından sonra başka bir şövalyenin
evinde veya rahip öğretmenler
eşliğinde eğitime devam ederlerdi.
Beden faaliyetlerinde de bulunur avlara
ilgi gösterirlerdi.
TURNUVA
Turnuvaların çıkış noktaları hakkında kesin bir bilgi yoktur.
Kendileri ve atları zırhlı iki grubun belirli bir alan içinde bir takım dürtme amaçlı kullanılan silahlarla birbirini attan
düşürmek için yapılan çarpışmalardır.
Turnuvaların kendine göre seremonisi vardı.
Önce dini bir ayin yapılırdı, her iki taraf karşılıklı geçer, tellallar şövalyelerin
uygunluğunu beyan ederlerdi.
Çarpışma yerleri şehir duvarları dışında olurdu.
Karşılıklı yerlerin alınmasıyla hücum
işareti gelir ve birbirlerine saldırırlardı.
Bazı çarpışmalar birkaç gün sürebilierdi.
Şövalyesi düşürülen atlar karşı tarafın ganimeti sayılırdı.
Galipler çelenk mızrak gibi basit
hediyeler alırdı.
JUT
Aynı şartlar içinde yalnız iki şövalyenin karşılıklı vuruşmasıdır.
Bu vuruşmalar daha çok ilgi görür çünkü takibi daha kolay olurdu.
Jut için daha küçük pazar yeri gibi
alanlar tercih edilirdi.
Aynı merasimler burada da yapılırdı.
Galip gelen kendinden sonraki müsabakaları seyreder gerekirse diğer galiplerle tekrar
vuruşurdu.