• Sonuç bulunamadı

ABD NIN AFGANİSTAN(TALİBAN REJİMİ) NA KARŞI KUVVET KULLANIMIN ULUSLARARASI HUKUK ÇERÇEVESİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ Khalida Wakil Zada *,

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ABD NIN AFGANİSTAN(TALİBAN REJİMİ) NA KARŞI KUVVET KULLANIMIN ULUSLARARASI HUKUK ÇERÇEVESİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ Khalida Wakil Zada *,"

Copied!
22
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

ABD’NIN AFGANİSTAN(TALİBAN REJİMİ)’NA KARŞI KUVVET KULLANIMIN ULUSLARARASI HUKUK ÇERÇEVESİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ

Khalida Wakil Zada*,

ÖZ

Uluslararası hukukta güç kullanma yasağı Milletler Cemiyeti ve daha sonra Birleşmiş Millet tarafından yasaklanmışsa da bazı istisnalar bulunmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin Afganistan’a karşı kuvvet kullanımı ve Taliban rejimine son verilmesi uluslararası hukukta tartışılan bir konu olmuştur. Bu çalışmada ABD’nin Taliban rejimine karşı kuvvet kullanımı uluslararası hukuka göre değerlendirilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Amerika Birleşik Devletleri, Afganistan, Uluslararası Hukuk, Kuvvet Kullanma

ABSTRACT

ASSESSMENT OF THE UNİTED STATES' USE OF FORCE AGAİNST AFGHANİSTAN(TALİBAN REGİME) UNDER İNTERNATİONAL LAW

There are exceptions, even if prohibited by the League of Nations and later the United Nations, in international law. The use of force by the United States (US) against Afghanistan and the ending of the Taliban regime have been debated in international law. In this study, US use of force against the Taliban regime is assessed according to international law.

Keywords: United States, Afghanistan, International Law, Force Use

* Kocaeli Üniversitesi / Kamu Hukuku Yüksek Lisans. khalida.wakilzada@yahoo.com

(2)

Giriş

1648 Westphalia anlaşmasıyla uluslararası hukukta kuvvet kullanma yasağının temelleri atılmış ve 17.yüzyıldan sonra geliştirilmiştir. 20.yüzyılda barışı sürdürme amacı ile kurulan Milletler Cemiyeti de iç çatışmalar, etnik ihtilaflar ve insan hakları ihlallerinin engellemesinde yetersiz kalmıştır. İkinci Dünya savaşından sonra ise Birleşmiş Milletler (BM) bir uluslararası hukuk düzeni oluşturmuştur.

Sistemin merkezinde yer alan Birleşmiş Milletlerin, temel olarak kuvvet kullanma ya da kuvvet kullanma tehdidinde bulunmayı yasaklamaktadır. Birleşmiş Milletler Anlaşması’nda bu yasağa istisna olarak müşterek zorlama tedbirleri ve meşru müdafaa halleri bulunmaktadır.

11 Eylül 2001’de 19 El Kaide eylemcisi dört yolcu uçağını ele geçirmiş ve bundan ikisi Dünya Ticaret Merkezi’ne, bir diğeri Pentagon’a çarpmış, dördüncü uçak yolcuların hava korsanlarına karşı ayaklanmasından sonra Pennsylvania’daki bir tarlaya indirilmiştir. Saldırılarda yaklaşık 3 bin kişi ölmüştür1 (Michael, Byers, 2007: 48). 11 Eylül terör saldırısında El kaide Örgütü suçlu bulunmuş ve onun lideri Usame Bin Ladin Afganistan’ı yöneten Taliban’ın elinde bulunmuştur. Amerika Birleşik Devletleri Taliban’dan, Bin Ladin’in kendilerine teslimine ilişkin olarak ret cevabı almıştır.

Bu çalışmada tüm bu olaylardan sonra gerçekleşen ABD’nin Afganistan Operasyonu Uluslararası Hukuk çerçevesinde değerlendirilmektedir.

1. Uluslararası Hukukta Kuvvet kullanma Yasağının Tarihçesi 1.1. Milletler Cemiyeti Öncesi Dönem

1 Michael Byers, Soykırımdan Sonkırıma Savaş Hukuku, Detay Yayıncılık, İstanbul 2007, s. 84.

(3)

3

Tarihte imparatorluklar arasında savaş meşru olarak görülmüştür. Bununla ilgili Roma imparatorluğu döneminde yayılmacı perspektif dâhilinde medeniyet götürmeye dayalı “haklı savaş” kavramı kullanılmıştır. Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra

“haklı savaş” doktrini, Hıristiyan kilisesi tarafından kabul edilmiş olup, misyonerlik temelli adımlarda, kabile yaşamına son verilerek modern bir örgütlenme görüntüsüne geçiş için kullanılmıştır. Orta Çağ’ın kapanması ve ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla birlikte devletlerin egemen eşitliği prensibini temel alan modern uluslararası hukuk yaklaşımı ortaya çıkmıştır. Bu normlar hiyerarşisine dayalı düzen, kuvvet kullanma anlayışında sadece tutum değişikliği ile sonuçlanacak yumuşak bir geçişe sahne olmuştur. Bu dönemde, haklı savaş doktrini laikleşmiş ve prensiplerin ahlaki boyutlardan öte hukuki temellere dayandığı bir geçiş sürecine dâhil olunmuştur. 2

Hukuki alt yapısı dönemin büyük devletlerinin nezaretinde belirlenen asker kullanma ve kuvvete başvurma olgusu, 19.yüzyıla kadar egemenliğin gereğinden kaynaklanan bir hak ve yeri geldiği zaman bir zorunluluk olarak varlığını sürdürmüştür.

19. yüzyıl boyunca yaşanan menfi tutum ve düzen bozucu davranışlar, doğal olarak çeşitli uyuşmazlıkları ve menfaat çatışmalarını beraberinde getirmiş; yaptırım mekanizmaları belirginlik kazanmayan, sadece örf ve adet temeliyle ayakta durmaya çalışan uluslararası hukukun sağlamayı hedeflediği düzene yaklaşılamamıştır (Çakmak,2014:181).3

Birinci Dünya Savaşı’na kadar geçen zaman diliminde uluslararası ilişkilerde bir hak noktasında değerlendirilen kuvvet ve askeri müdahale olgularına ilişkin olarak ilk defa 1899-1907 Lahey Sözleşmelerinde bu hakkın kullanım koşulları ve ortaya çıkan zayiatın azalmasına ilişkin tedbirler alınmasına rağmen, bir sınırlama yoluna gidilmemiştir.

1907 Lahey Konferansı’nda, dönemin güçlü Avrupa devletlerinin, başka bir devletten alacakları olan vatandaşlarının alacaklarının zorla tahsili adına uluslararası sorumluluk mekanizmasını andırır şekilde, borçlu devletlere karşı kuvvete

2 Funda Keskin, Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve Birleşmiş Milletler, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, Ankara, 1998, s. 22-23.

3 Çakmak Cenap, Uluslararası Hukuk: Giriş, Teori ve Uygulama, Ekin Yayını, Bursa 2014, s. 181

(4)

başvurabilmelerini belli şartlara bağlayan Drago-Porter Doktrini ile askeri müdahale hakkına somut normlara dayalı bir sınırlama getirilmiştir (Orallı:105).4

1.2. Milletler Cemiyeti Dönemi

Milletler Cemiyeti’nin kuruluşuna dair ilk adım 1920 yılında atılmıştır. Milletler Cemiyeti Misakı çerçevesinde Cemiyetin genel amacı uluslararası barış ve güvenliği muhafaza etmek ve uluslararası işbirliğini ilerletmek şeklinde ele alınmıştır. Devletlerin uluslararası sistemi barışçıl bir yapıya dönüştürmelerinin çabası olarak şekillenen Milletler Cemiyeti, özellikle dönemin Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wilson’un, tüm devletlerin tek çatı altında buluşabilecekleri bir platform üretmeleri durumunda, menfaatlerin ortaklaştırılacağı ve barışın sağlanacağı inancı üzerine inşa edilmiştir.

Milletler Cemiyeti’nin oluşturulmasında Birinci Dünya Savaşı’nın büyük etkisi olduğu muhakkaktır.

Milletler Cemiyeti Misakı, devletlere uyuşmazlıkları barışçıl yollarla çözme ve bu yollar tüketilinceye kadar savaşa ve askeri müdahaleye başvurmama konusunda yükümlükler getirmiştir. Misakın 16. maddesi üye devletlerin taraf olduğu savaş durumlarına ilişkin düzenlemeler içermektedir. 1. fıkra itibariyle, “Cemiyet üyelerinden biri, yükümlülüklerine karşı, bu davranışıyla bir savaş eyleminde bulunmuş sayılır. Bu üyeler onunla, ticaret ya da maliye ilişkilerini hemen kesmeyi yükümlenirler”. Cemiyete üye tüm devletlerin, Misak hükümlerinin dışına çıkarak savaş ilanında bulunan devlete karşı ortak bir cephe yaratması zorunluluğunu kabul ediyor olması, üstelik bu kararın da ihtilafa taraf devlete rağmen ortaya çıkması, devletlerin askeri tedbirlere dayalı çözüm mekanizmalarına karışı teorik zeminde hemfikir olduklarını ortaya koymaktadır.

Üstelik ilgili maddenin 3. fıkrasında da “...üye devletler, Cemiyet’in yükümlülüklerine saygı gösterilmesini sağlamak için ortak eyleme katılan her Cemiyet

4 Orallı, Levent Ersin, “Uluslararası Hukukta Ve BM Sisteminde Askeri Müdahale Olgusu”. Tesam Akademi Dergisi.

(5)

5

üyesinin kuvvetlerinin kendi ülkesinden geçmesini kolaylaştırmak üzere gerekli önlemleri alacaklardır” ibaresi bulunmaktadır ki üyeler Cemiyete dâhil olarak gerekli şartlar dâhilinde ülkesel yetkilerine getirilen bu sınırlamayı kabul etmek ve topraklarını yabancı askerlere açmak durumundadırlar.5

Misak’ın sekizinci maddesi çerçevesinde Cemiyet Üyeleri, barışın sürdürülmesi için, ulusal silahların, uluslararası yükümlülüklerin yerine getirilmesiyle bağdaşabilecek en düşük düzeye indirilmesi zorunluğunu kabul etmektedirler. Bu yaklaşım, Cemiyete üye olan devletlerin Lahey Sözleşmelerinden sonra silahlanma sürecine son verilmesi hususunda karşılıklı denetim mekanizmalarına dayalı tedbirler alınmasına sıcak baktığının bir göstergesi niteliğindedir.

Barışçıl yolların denenmesinin bir zorunluluk olarak dile getirilmesine rağmen, askeri müdahale olgusuna da yer verilerek meşru bir savaş kurgusu yaratılıyor olması, Misak’ı barışçıl girişimlerin çeşitlendirilmesi noktasında zayıflatmıştır. Böylece Misak, savaşı bir bütün olarak yasaklamamış sadece meşru ve meşru olmayan savaşları ayırmıştır. Bu durum Misak’ın etkinliğini zayıflatan önemli bir unsur olmuştur. (İlhan Akipek, Ömer, 1966: 341).6

Milletler Cemiyeti’nin devletleri aynı anda harekete geçirebilecek ciddi bir denetim organına sahip olmaması, askeri müdahaleyi barışçıl amaçlarla gerçekleştirebilecek ve zorlama tedbirleri alabilecek kurumsal bir güveni barındırmaması, uluslararası barışı sağlayamaması ve iç çatışmaları önleyememesi sonuçlarını doğurmuştur ki, Japonya’nın Çin’e, İtalya’nın Habeşistan’a ve Almanya’nın Polonya’ya yönelik silahlı saldırıları önlenememiştir. Üstelik bu müdahalelere açık tepki vermek haricinde bir süreç işlevsel olarak hayata geçirilebilmiş değildir. Bu noktada Milletler Cemiyeti amaçlanan hedeflere

5 Milletler Cemiyeti Misakı, 3. Maddesi.

6 Ömer İlhan Akipek, Devletler Hukuku Kaynaklarından ve Belgelerinden Örnekler, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınlan, Ankara 1966, s. 341.

(6)

ulaşamamış ve dünyanın Birinci Dünya Savaşı sonrasında büyük çaplı ikinci bir savaşa sürüklenmesine engel olamamıştır (Özkan,2012:239).7

Milletler Cemiyeti Misakın yürürlüğe girmesinden sonra, savaşın kesin olarak yasaklanması konusundaki boşluk, “Savaşı Ulusal Politikanın Bir Aracı Olarak Yasaklayan”

“Briand-Kellogg Paktı’nın” 27 Ağustos 1928 tarihinde imzalanmasıyla doldurulmaya çalışılmıştır.

Dönemin Amerikan ve Fransız dışişleri bakanlarının adlarıyla anılan ve taraf devletler arasında savaşı bir ulusal politika aracı olarak yasaklamayı hedefleyen Briand- Kellogg Paktı, 1928–1945 arası dönemde savaşı yasaklayan ve genel kabul gören bir örf ve adet hukuku yaklaşımına zemin hazırlamıştır. Bununla birlikte, Pakt’ın öngördüğü kuvvet kullanma yasağının yorumlanması ve uygulanmasıyla bağlantılı kimi sorunlar ortaya çıkmıştır ki, Pakt’ın 1. maddesinde Milletler Cemiyeti Misakı’nda olduğu gibi

“savaşa başvurma” şeklindeki aynı ifadeye yer verilmiş olması, Pakt’ın savaşı yasakladığı fakat savaşa varmayan kuvvete dayalı tedbirleri yasaklamakta yetersiz kaldığı görüşünün ileri sürülmesine neden olmuştur. Briand-Kellogg Paktı’nın sadece savaşı yasaklamakla yetinmesi, Misak’a aykırı davranan devletlere karşı nasıl ve hangi yollarla zorlama tedbirleri alınacağını öngörmemesi, Milletler Cemiyeti Misakı’ndaki temel eksikliğin tekrarı noktasındadır. Bu metinde de antlaşmayı bozan devletlere karşı herhangi bir askeri müdahale yolunun öngörülmemiş olması Pakt’ın önemli bir eksikliği olmuştur( İan, Hurd: 2007: 5). 8

Gerek Milletler Cemiyeti Misakı gerekse Briand-Kellogg Paktı, 1920 Rusya-Polonya Savaşı, 1923 Litvanya-Polonya arasındaki Vilnius Meselesi, 1931 Japonya’nın Mançurya’yı işgal etmesi gibi olaylarda etkin bir şekilde uygulanamamıştır. Her iki girişimin de büyük ölçüde başarısızlığa uğraması ve kuvvet kullanmayı tümüyle yasaklayamamanın İkinci Dünya Savaşı gibi büyük bir felakete yol açması, uluslararası

7 Özkan Ayşe, “Uluslararası hukukta birleşmiş milletler ve Afganistan Operasyonu”. “ Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, 8(1), 2012, s: 238-257.

8 Ian Hurd, “The Enigma of Article 2(4): Interests, Norms, and the Ban on War”, s. 5.

(7)

7

ilişkilerde kuvvet kullanımının kategorik olarak reddedilmesini öngören düzenlemeleri de beraberinde getirmiştir (Orallı:109).9

1.3. Birleşmiş Milletler Dönemi

Genel kabul gördüğü tarih itibariyle, Almanya’nın Polonya’yı işgali ya da İngiltere ve Fransa’nın, Almanya’ya savaş ilan etmesi olarak tayin edilen İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcı, 1939 yılının Eylül ayı itibariyle Milletler Cemiyeti’nin dünyada barışı sağlamak bakımından başarısızlığını ortaya koymuştur.

Savaş sürerken ortaya konulan bu kanaatin kuvveden fiile geçişi, 25 Nisan 1945 San Francisco Antlaşması’yla olmuştur ve daimi barışı gerçekleştirmesi planlanan platform nihai olarak 24 Ekim 1945 tarihinde kurulmuştur. BM Antlaşması’yla bütün üye devletlerin kuvvet kullanmaktan ve tehdidinden kaçınacakları bir sistem öngörülmüş, istisnai haller dışında kuvvet kullanımı yasaklanmıştır.

Bu bakımdan BM Antlaşması MC Misakı’na göre oldukça geniş kapsamlı ve ileri niteliktedir. Geçmişte bırakılan Milletler Cemiyeti örneğinin aksine, sadece barış ve güvenliği değil; insan haklarından ekonomik eşitsizliklerin giderilmesine kadar birçok alanı konu edinebileceği vurgusu BM Antlaşması’nın başlangıç metninde yer almaktadır.

“Biz Birleşmiş Milletler Halkları, … Savaş felaketinden gelecek kuşakları korumaya, temel insan haklarına, adaletin korunmasına ve antlaşmalara saygı göstermeye, uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklere saygı gösterilmesi için gerekli koşulları oluşturmaya ve daha geniş bir özgürlük içinde daha iyi yaşama koşulları sağlamaya, … Uluslararası barış ve güvenliği korumak için güçlerimizi birleştirmeye, müşterek yararlar dışında silahlı kuvvet kullanılmamasını sağlayacak ilkeleri kabul etmeye ve bu paralelde uluslararası kurumlardan yararlanmaya karar verdik.”

9 Orallı, Levent Ersin. “Uluslararası Hukukta Ve BM Sisteminde Askeri Müdahale Olgusu”. Tesam Akademi Dergisi.

(8)

Milletler Cemiyeti ile kıyaslandığında çok daha gelişkin bir yapıyı temsil eden Birleşmiş Milletler, üye devletleri belirli noktalarda egemenliklerini sınırlandırmaya zorlayacak ve Milletler Cemiyeti’ne göre daha kuvvetli zorlama tedbirleri vasıtasıyla bu antlaşma metinlerine sadık kalınmasını garanti altına almayı amaçlayacak kaideler geliştirmiştir. (Ziyayi Begdili,2005:347).10

Başlıca amaçlarından bir tanesi Briand-Kellogg Paktı’nın eksikliklerini tamamlamak olan BM Antlaşması, sadece uluslararası barışı korumayı amaçlayan yeni bir kurum yaratmakla kalmamış; barışın sağlanması, korunması ve evrensel güvenlik tedbirlerinin yeni ölçütlerini belirleyen normları da ortaya koymuştur. Bu niteliğiyle hem kurumsal bir yapıya hem de uyulması zorunlu kuralar manzumesine işaret etmektedir ki, kuvvet kullanma konusundaki temel kriter yukarıda bahsi geçen BM Antlaşması’nın 2.

maddesinin 4. paragrafında somutlaşmaktadır (Çakmak,2014:185).11

“Teşkilatın tüm üyeleri, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletler'in Amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.”

BM Antlaşması’nın kabulüyle birlikte bir devletin diğer bir devlete karşı tek taraflı askeri müdahalede bulunması açık şekilde hukuka aykırı bir tutum olarak tanımlanmıştır.

Kuvvet kullanımının yasaklanması hususundaki yoğun ısrara karşın askeri müdahale olgusu uluslararası ilişkilerin temel hareket sahalarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır ki, BM teşkilatı, Milletler Cemiyeti ve Briand-Kellog Paktı’nın hatalarına düşmemekle birlikte, kuvvet kullanımına belirli hallerde izin vermeyi sistemin tıkanmaması ve nefes alabilmesi için uygun görmüştür. Kuvvet kullanımını yasaklayan kesin hükümlere dört istisna getirilmiştir ki, bunlardan son ikisi teşkilatın kuruluş dönemine ilişkindir.

10 Ziyayi Begdili Muhammad Ziya, Uluslararası Kamu Hukuku, Ganci Daniş yayını, Tahran,İran 2005, s. 347.

(Farsça).

11 Çakmak Cenap, Uluslararası Hukuk: giriş, Teori ve Uygulama. Ekin Yayını, Bursa 2014, s. 185.

(9)

9 - Meşru müdafaa halinde kuvvet kullanımı.

- Güvenlik Konseyi kararıyla kuvvet kullanımı

- Güvenlik Konseyi faaliyete geçmeden önce beş sürekli üyenin kuvvet kullanımları.

- İkinci Dünya Savaşı boyunca “düşman” güçlere karşı kuvvet kullanımı.

Meşru müdafaa ve Güvenlik Konseyi karaı ile uygulanan iki istisna ortaya çıkmaktadır. Birincisi devlet tarafından tek taraflı olarak kuvvet kullanılması ve ikincisi uluslararası toplum adına yetkili bir örgüt yada merce tarafından kuvvettin kullanılmasıdır (orallı, 2004:114).12

2. ABD’nin Afganistan(Taliban yönetimi)’ne karşı kuvvet kullanımının Meşru Müdafaa Çerçevesinde Değerlendirilmesi

2.1. Taliban

Katı İslami uygulamalarıyla dünyanın dikkatini üstüne çeken ve 11 Eylül saldırılarının ardından ABD'nin hedefi haline gelen Taliban rejimi, savaş beyleri, farklı aşiret, boy ve etnik gruplar arasında bölünmüş olan Afganistan'da 1994'te ortaya çıktı. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'ne (SSCB) karşı açılan savaş sırasında Pakistan'a göç eden mülteciler savaş sonrası geri dönmeye başladı. Pakistan'da, özellikle Deobandi Medresesi'nde eğitim görmüş öğrenciler de geri dönen mülteciler arasındaydı. Bunlardan biri olan Molla Ömer etrafında birçok öğrenci ve Peşton öğrencilerden Taliban'ı kurdu. Talib, İslam öğrencisi anlamına geliyor ve Taliban da bunun çoğulunu ifade ediyor (Blood-Stained Hands, 2005:8).13

Pakistan'ın Beluçistan eyaletinde öğrenim gören binlerce genç Afgan Peştun ve Kuzeybatı Sınır Eyaleti'nden gelen gönüllüler, Taliban'a katılmak üzere Kandahar'a gitti.

12 Orallı, Levent Ersin. “Uluslararası Hukukta Ve BM Sisteminde Askeri Müdahale Olgusu”. Tesam Akademi Dergisi.

13 "Blood-Stained Hands, Past Atrocities in Kabul and Afghanistan's Legacy of Impunity" (http:/ / www.

hrw. org/ en/ reports/ 2005/ 07/ 06/blood-stained-hands). Human Rights Watch

(10)

Daha sonra bunlara Pakistan'daki birçok medreseden Afganistan'daki yeni İslami harekete katılmak isteyen Pakistanlı gönüllüler eklendi. Aralık 1994'te 12 bin Afgan ve Pakistanlı öğrenci Kandahar'da Taliban güçlerine katıldı. Taliban'ın hedefi, Hz Muhammed dönemindeki ideal İslam toplumunu yaratmaktı.

Taliban 26 Eylül 1996'da başkent Kabil'e girdi. Pakistan ve Suudi Arabistan, Taliban'ı meşru yönetici olarak tanıdı. Birçok ülke ise Rabbani'yi devlet başkanı olarak tanımayı sürdürdü. Taliban ülkenin üçte ikisini kontrol eder hale geldi (Neamatollha, Najumi, 2002:19).14

Taliban'ın ilk icraatı 1986'dan 1992'ye kadar Afganistan'ı yönetmiş eski Cumhurbaşkanı Necibullah'ı idam etmek oldu. Taliban’ın bu eylemi müttefiki olan Pakistan ve Suudi Arabistan'ı da sıkıntıya soktu. İslamcı bir devlet yapısı oluşturmak isteyen Taliban, hem Afganistan hem Pakistan'da yönetimi elinde bulundurduğu bölgelerde katı kurallar uyguladı. Hüküm giymiş katillerin ve zina yapanların halkın önünde idam edilmesi ve hırsızların ellerinin kesilmesi bunların örnekleri.

Örgütün, 10 yaşının üzerindeki kızların okula gitmesini yasaklaması uluslararası toplumda oldukça eleştirildi. Özellikle, kızların eğitim hakkını savunan Malala Yusufzay'ın, örgüt tarafından 2012 yılında Pakistan'da saldırıya uğraması sonucu Taliban, dünyanın dört bir tarafından gelen suçlamalarla karşı karşıya kaldı.

Taliban'ın yasakları sonucu savaşta kocasını kaybeden kadınların evden çıkamayacak hale gelmesiyle 25 bin aile açlıktan ölme sınırına geldi. Taliban'ın bu politikası dünya basınında geniş yankı buldu.

14 Neamatollah Nojumi. The Rise of the Taliban in Afghanistan: Mass Mobilization, Civil War, and the Future of the Region, .Palgrave, New York 2002, s. 19.

(11)

11

Taliban, 11 Eylül 2001’de New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne düzenlenen saldırılar sonrası dünyanın gündemine oturdu. Örgüt, saldırıları düzenlediği düşünülen Usame bin Ladin ve El Kaide’ye yataklık yapmakla suçlanıyordu.

11 Eylül sonrası ABD öncülüğündeki NATO koalisyon güçleri Afganistan’a saldırdı ve Taliban devrildi. Ancak örgütün lideri Molla Ömer yakalanamadı. Devrilmesine rağmen Taliban ülkenin birçok bölgesinde hâkimiyetini devam ettirdi. Afgan ordusu ve NATO kuvvetleriyle çatışmayı sürdürdü. Kabil’de son iki yıl içerisinde birçok Taliban saldırısı gerçekleşti. Özellikle, 2012’nin Eylül ayında NATO’nun en fazla korunan üslerinden Camp Bastion’a düzenlediği saldırısı büyük ses getirdi (Aljazeera,2014).15

2.2. ABD Operasyonu’nun Değerlendirilmesi

ABD’ye yönelik 11 Eylül terör saldırıları uluslararası ilişkilerde birçok değişime neden olmuştur. 11 Eylül 2001’de gerçekleştirilen saldırılar Taliban rejimi için sonun başlangıcı olmuştur. Saldırıların sonuçlarından en çok etkilenen ülke de doğal olarak Afganistan olmuştur. ABD saldırılardan sorumlu tuttuğu El-Kaide örgütünün Afganistan’da bulunan lideri Usame bin Ladin’in iadesini ve tüm El-Kaide örgütünün ya teslim edilmesini ya da sınır dışı edilmesini istemiştir. Washington yönetiminin tüm ısrarlarına rağmen Taliban’ın Ladin’i teslim etmemesiyle başlayan kriz Kabil yönetimini bir anda terörizmin savunucusu konumuna getirmiştir. Bütün bu gelişmeler ABD’nin Afganistan’a müdahale edeceği beklentisini oluşturmuştur ve bu beklenen müdahale de 7 Ekim 2001’de başlamıştır.

7 Ekim 2001’de Saat 13.00’te George W. Bush düzenlediği basın toplantısında

“ABD ordusunun Afganistan’da El-Kaide teröristlerinin eğitim kamplarını ve Taliban rejiminin askeri tesislerini bombalamaya başladığını, çünkü Taliban’ın ABD’nin taleplerini yanıtsız bıraktığını” açıklamıştır.

Savaşın ilk aşamasına ABD ile birlikte sadece İngiltere katılmıştır. 7 Aralık 2001’de Taliban’ın güneydeki kalesi Kandahar’da düşmüş, böylece ülkenin yönetimi pratikte Kuzey İttifakı ve ABD’nin kontrolüne geçmiştir. ABD ve İngiltere’nin gerçekleştirmiş

15Al Jazeera, http://www.aljazeera.com.tr/dosya/talibanin-ortaya-cikisi-ve-gelisimi. Ocak 2014.

(12)

olduğu bu müdahalenin hukuki değerlendirmesi, Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu kararlar ve meşru müdafaa hakkı çerçevesinde yapılacaktır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 11 Eylül olayları ile ilgili olarak, 12 Eylül 2001’de 1368 sayılı, 28 Eylül 2001’de de 1373 sayılı kararları almıştır. Bu kararlarda, terörizmin uluslararası barış ve güvenliğe tehdit oluşturduğu ve ABD’nin doğal meşru müdafaa hakkına sahip olduğu belirtilmiş olmakla birlikte; ABD ve müttefiklerinin terörizmle mücadele için askeri kuvvet kullanabileceği yönünde bir hüküm bulunmamaktadır. Bununla birlikte ABD’nin meşru müdafaa hakkını kullanırken alacağı önlemlerin kuvvet kullanımını içermeyeceğine dair bir sınırlama da getirilmediğine göre; Güvenlik Konseyi’nin yaratmış olduğu bilinçli belirsizliğin Afganistan operasyonuna meşruiyet kazandırdığı söylenebilir (Örnek, 2013:

174).16

NATO ve Avrupa Birliği, saldırıları savaş eylemi olarak niteleyen ABD Başkanı Bush’un terörizmle mücadele için işbirliği çağrılarına olumlu yanıt vermiştir. Güvenlik Konseyi’nin 1368 ve 1373 sayılı kararlarında, terörizmle mücadelede askeri kuvvet kullanabileceği yönünde hiçbir açık hüküm bulunmazken, ABD ve müttefiklerine bu konuda verilen bir yetki de söz konusu değildir. Ancak 1373 sayılı kararda, her uluslararası terör eyleminin dünya barışı ve güvenliğine tehdit oluşturduğu belirtilmiştir.

Bu husus, 11 Eylül’de ABD’de gerçekleştirilen saldırılardan daha hafif sonuçları olan saldırıların da uluslararası işbirliği konusu olacağını göstermektedir. Ayrıca her iki kararda da, 11 Eylül terörist saldırıları sonrasında, ABD’nin doğal meşru müdafaa hakkı, teyit edilmektedir. Bu bağlamda, Afganistan örneğinde, meşru müdafaa kapsamında alınan önlemlerin askeri güce dayalı olmayacağına ilişkin bir saptama da olmadığına göre, askeri müdahale için zımnen onay gerçekleşmiştir denilebilir. Askeri harekat sürerken de, Birleşmiş Milletler tarafından kuvvet kullanımı aleyhinde bir görüş ya da kınama gerçekleşmemiştir (Sertaç, H. Başeren, 2001: 70). 17

16 Örnek Serdar, “Onbir Eylül Olayları ve Afganistan Operasyonu”, Yalova Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2012, s. 174.

17 Sertaç H. Başeren, “Uluslararası Hukuk Açısından Amerika Birleşik Devletleri’nde Gerçekleşen Terörist Saldırılara ve Yol Açtığı Gelişmeler Üzerine Bir Değerlendirme”, Prof. Dr. Vecdi Aral’a Armağan, Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Kocaeli, 2001, s.70.

(13)

13

Sonuç olarak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına göre, ABD’ye Afganistan’da askeri kuvvet kullanma anlamında bir yetki verilmese de bu konuda yaratılan bilinçli belirsizliğin, Afganistan harekatına meşruiyet kazandırdığı söylenebilir (Örnek,2012:109).18

ABD Afganistan’a karşı kuvvet kullanımını meşru müdafaa hakkından farklı olarak 3 şekilde daha gerekçelendirebilecekken, kuvvet kullanımını meşru müdafaa hakkına dayandırmıştır. ABD’nin ileri sürebileceği diğer üç gerekçeden birincisine göre, ABD hali hazırda Afganistan’ın bir kısmını kontrol eden ve Afganistan’ın meşru hükümeti sayılabilecek Kuzey İttifakı’nın daveti üzerine eylemde bulunduğunu iddia edebilirdi. BM Şartı’nın kuvvet kullanımına getirdiği yasak sadece zorla yapılan müdahalelere yönelik olduğu için, uluslararası örf ve adet hukuku altında davetin müdahale için yasal dayanak oluşturduğu geniş kabul görmektedir. İkincisi, ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden Afganistan’a karşı gerçekleştireceği askeri harekat için açık yetki isteyebilirdi. O dönemde ABD’ye karşı yaygın sempati olduğu ve hükümetlerin terör konusundaki kaygılarının arttığı düşünüldüğünde, böyle bir yetki mutlaka verilirdi. Ancak ABD böyle bir talepte bulunmamıştır. Buna rağmen, ABD, Güvenlik Konseyi’nin 28 Eylül 2001 tarihinde benimsenen ve başta teröristlerin mal varlığının dondurulmasıyla ilgili olan 1373 Sayılı Karar’ın askeri kuvvet kullanımına yetki veren bir dil içerdiğini iddia edebilirdi. Üçüncüsü, ABD, 2001-2002 kışında milyonlarca Afgan’ın hayatının açlık tehdidi altında olması nedeniyle, kısmen 1999 Kosova Savaşı’nı örnek göstererek, insani müdahale hakkını öne sürebilirdi (Funda, Keskin, 1998: 55). 19

Birincide ABD’ Afganistan operasyonunu meşrulaştırmak için çabalanmış ve ikinci kısmında Afganistan harekatı öncesinde uluslararası kamuoyunun desteğini sağlamak için uğraşmıştır(Önal,2010:45).20

19 Funda Keskin, Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve Birleşmiş Milletler, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, Ankara, 1998, s. 22, 23.

20 Önal, Hilal “ ABD’nin Afganistan Politikasının Açmazları: Bölgesel Bir Analiz”. “ ululsarlarası Huku ve Politik” cilt 6(23), 2010, s: 43-71.

(14)

ABD 1949 Kuzey Atlantik Antlaşması ve 1947 Amerikalılar Arası Karşılıklı Yardım Antlaşması’nın müşterek meşru müdafaa hakkı ile ilgili hükümlerine atıfta bulunarak uluslararası bir koalisyon kurulmasını kolaylaştırmış ve meşru müdafaa iddiasını güçlendirmiştir. Hem NATO hem de Amerikan Devletleri Örgütü, 11 Eylül 2001 olaylarının resmi olarak “silahlı saldırı” olduğuna karar vermişlerdir. Benzer şekilde, 12 ve 28 Eylül 2001’de benimsenen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları da New York ve Washington’a yapılan terörist saldırılar bağlamında uluslararası örf ve adet hukukundaki meşru müdafaa hakkını doğrulayacak şekilde hazırlanmıştır.

Meşru müdafaa hakkına başvurulmasındaki ilk şart, silahlı saldırının gerçekleşmiş olmasıdır. Birleşmiş Milletler uygulaması, önleyici meşru müdafaayı kabul etmemektedir. Diğer birçok kavram gibi md. 51’de kullanılan silahlı saldırı terimi de, Birleşmiş Milletler Şartı’nda tanımlanmamıştır. Bu sorunu çözmeyi amaçlayan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararları vardır. Ancak bu kararların da, silahlı saldırı kavramını tanımlamamış ve bu anlamda sorunu tümüyle çözümlememiştir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun kararlarını da göz önünde tutarak, 11 Eylül’de yaşananların bir saldırı olduğunu rahatlıkla söylenebilir. Zaten 12 Eylül 2001 tarihinde Güvenlik Konseyi’nin 1368 sayılı kararında, “korkunç terörist saldırıların en şiddetli ifadelerle mahkum edildiği” belirtilmiştir. Bu durumda, 11 Eylül’de ABD’de yaşananların saldırı olduğu Güvenlik Konseyi kararıyla da tespit edilmiştir. Ancak saldırıların meşru müdafaa hakkını kullanabilmek için gerekli olan şartlardan silahlı saldırı olup olmadığı tartışmaya açıktır.

11 Eylül terör eylemlerinin silahlı saldırı oluşturup oluşturmadıklarını bir değerlendirme konusu yapmadan, Güvenlik Konseyi’nin 1368 ve 1373 sayılı kararlarında sadece saldırı sıfatını kullanmasını eleştiri konusu yapanlar da bulunmaktadır. Çünkü Birleşmiş Milletler Şartı’na göre, meşru müdafaa hakkına başvurabilmesi için, terörist saldırı ya da saldırı eylemlerinin değil, silahlı saldırının gerçekleşmesi gerekmektedir.

Ancak, Güvenlik Konseyi’nin 1368 sayılı kararı, 11 Eylül’de yaşananları, Birleşmiş Milletler Şartı’na göre, meşru müdafaayı haklı kılacak şekilde, açıkça silahlı saldırı olarak nitelendirmemiştir. Karar, terör eylemlerini uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehdit sayarak mahkum etmiş ve bireysel veya müşterek doğal meşru müdafaa hakkını tanımıştır. Birleşmiş Milletler Şartı md. 51, silahlı saldırı gerçekleşmesi halinde devletin bireysel veya müşterek olarak müdafaa haklarını kullanabileceklerini öngördüğüne göre,

(15)

15

bu durumda, Birleşmiş Milletler, Afganistan operasyonu örneğinde, silahlı saldırı ve terörist saldırı kavramlarını aynı anlamda görmektedir denilebilir. Bu yargı, Birleşmiş Milletler nezdinde görevli Fransa Büyükelçisi Jean David Levitte’in, şu ifadesi ile desteklenmiştir: “Füzelere dönüştürülen sivil uçaklarla üç bin kişinin öldürülmesinin artık bir terör eylemi değil, gerçek bir silahlı saldırı oluşturduğuna oybirliğiyle kanaat getirdik”(Özkan,2012:251).21

Yine 1368 sayılı kararın 5. Paragrafında Güvenlik Konseyi, 11 Eylül’deki terörist saldırılara karşılık vermek ve her türlü terörizmle mücadele etmek için bütün tedbirleri almaya hazır olduğunu belirtmektedir. Görülmektedir ki, Güvenlik Konseyi, konuya bizzat el koymakla ABD’nin tek taraflı eylemlerine razı olmak arasında tereddüt etmiştir.

Söz konusu tereddüdü, Birleşmiş Milletler’in 11 Eylül’de yaşananlar için meşru müdafaa hakkını tanımasına rağmen, bu olayları silahlı saldırı olarak nitelememesinde de görmekteyiz. Buradan yola çıkarak, 11 Eylül’de ABD’de gerçekleşen saldırıların silahlı saldırı olup olmadığından ziyade, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1368 ve 1373 sayılı kararlarında, terörist saldırılar ile silahlı saldırı kavramlarını aynı anlamda kullanıldığı söylenebilir (Emre , Öktem, 2002: 159).22

Meşru müdafaa hakkına başvurulabilmesi için diğer bir şart ise, saldıran ve saldırılan olmak üzere iki tarafın olmasıdır. 11 Eylül örneğinde, ABD’nin karşısındaki tarafın Afganistan olması tartışılmıştır. Konuyla ilgili olabilecek uluslararası mahkeme kararlarına bakarsak; Nikaragua davasında Uluslararası Adalet Divanı’nın, bir ülke içinde bulunan silahlı gruplara yapılan yardımın kuvvet kullanımı sayılabileceğine karar verdiğini görmekteyiz.

Uluslararası Adalet Divanı, Kontra gerillaların silahlandırılmasını ve eğitimini kuvvet kullanma yasağının ihlali sayarken, bu gruba sadece finansal destek verilmesini böyle kabul etmemiştir. 1970 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun aldığı kararda geçen kuvvet kullanımı ilkesinin tümünü teamül hukuku kabul ederek, Uluslararası Adalet Divanı bu davaya ilişkin kararını vermiştir. Aynı ilke, devletlerin misillemelerini

21 Özkan, Ayşe, “Uluslararası hukukta birleşmiş milletler ve Afganistan Operasyonu”. “ Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, 8(1), 2012, s: 238-257.

22 Emre Öktem, “Afganistan Harekatı Üzerine Bazı Gözlem ve Düşünceler”, Prof. Dr. Ömer Teoman’a 55.

Yaş Günü Armağanı Cilt:2, İstanbul, 2002, s.1595.

(16)

yasaklamanın yanı sıra devletlerin, başka devletlerin topraklarında istila için silahlı gruplar organize etmelerini veya bunların düzenlenmesini teşvik etmelerini ve devletlerin başka devletlerde terör eylemlerinde bulunacak gruplar oluşturmalarını, bunları kışkırtmalarını ve bunlara yardım etmelerini de yasaklamaktadır.

Ayrıca, Güvenlik Konseyi, 1368 sayılı kararın 3. Paragrafında bütün devletleri, 11 Eylül’deki terör eylemlerinin faillerini, bunları örgütleyen ve finanse edenleri adalet önüne çıkarmak için acilen işbirliği yapmaya davet etmektedir. Aynı paragrafta Güvenlik Konseyi, eylemlerin faillerine, bunları örgütleyen ve finanse edenlere yardım etme, destek verme ve yataklık etme sorumluluğunu taşıyanların hesap vermek zorunda olduklarının altını çizmektedir. Görüldüğü gibi, bu karar, teröristlere destek veren ve yataklık edenleri hedef almaktadır. Bu kararı ve Uluslararası Adalet Divanı’nın Nikaragua davasındaki kararını birlikte ele alırsak, bir devletin veya bir devlet dışı birimin başka bir devlete yukarıda sayılan ve 11 Eylül’de yaşananlara benzer eylemleri gerçekleştirmesi için destekte bulunması yasaklanmaktadır ( Başeren, 2007: 148).23

Böyle eylemlerde bulunan devletler, kuvvet kullanmış olarak kabul edilmektedir.

Buna göre, El Kaide kampları bulunan Taliban idaresindeki Afganistan, meşru müdafaa eyleminin muhatabı olacaktır. Ne var ki, Güvenlik Konseyi’nin 1368 ve 1373 sayılı kararlarında, saldırıların failini ve meşru müdafaa hakkının sahibini açıkça göstermemesi de, ilginç bir noktadır. Çünkü Güvenlik Konseyi, 1999 yılında 1267 sayılı ve 2000 yılında 1333 sayılı kararlarında Taliban yönetimince kontrol edilen Afganistan’ın, teröristlerin barınması, eğitilmesi ve terör eylemlerinin örgütlenmesi amacıyla kullanılmasını kınamıştır. Bu kararlarda Güvenlik Konseyi, Usame Bin Ladin’in Taliban kontrolü altındaki Afganistan’dan bir terör örgütü yönetmesine müsaade edilmesini de, mahkum etmiştir.

Bu durumda, Güvenlik Konseyi’nin 11 Eylül saldırılarının faili olarak Taliban rejimini göstermekten kaçındığı söylenebilir. Güvenlik Konseyi, daha önce, Afganistan’daki Taliban rejiminin uygulamalarının hukuka aykırılığına ve 1998’de Kenya ile Tanzanya’da gerçekleştirilen bombalama olaylarında rolü olduğu iddia edilen Usame bin Ladin’in geri verilmesini resmen isteyen ABD’ye iadesine ilişkin bazı kararlar da vermiştir. Konsey, 19

23 Başeren, Uluslararası Hukukta Devletlerin Münferiden Kuvvet Kullanmalarının Sınırları, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi., 2007, s.148.

(17)

17

Aralık 2000 tarihinde aldığı başka bir kararla, Taliban rejiminin Güvenlik Konseyi’nin önceki kararlarını dikkate almayarak uluslararası barış ve güvenliğe karşı tehdit oluşturduğunu da tespit etmiştir.

Meşru müdafaa hakkı, “gereklilik ve orantılılık” vasıflarını da taşımalıdır. Başka bir deyişle, saldırıyı engellemek için, askeri kuvvet kullanılmasından başka hiçbir çare kalmamalı ve meşru müdafaa amacıyla kullanılan askeri güç, yapılan haksız saldırı ile orantılı olmalı ve aşırı zarar verilmemelidir.

11 Eylül saldırılarına karşı meşru müdafaa hakkının kullanılmasının hukuka uygunluğu kabul edilse bile, bu hak sınırsız bir takdir yetkisi içinde kullanılmamalıdır.

Meşru müdafaa eylemleri, istisnai olduğu gibi, saldırıyı durdurma ve önleme amacıyla sınırlı ve bu amaca varmak için makul ölçülerde olmalıdır. Meşru müdafaa hakkını kullanan devlet, bu amacın dışına taşarak silahlı saldırıda bulunan devletin topraklarını işgal etmemelidir (Emre , Öktem, 2002: 164).24

Böyle bir işgal eylemi, ancak saldırgan devletin bundan sonraki olası saldırılarını önlemek için zaruret arz ediyorsa, yasal sayılabilir. Orantılılık ilkesi ile savaş hukuku arasında yakın bir ilişki vardır. Gerçekten de 1977 yılında 1949 tarihli Cenevre Sözleşmelerine ekli I No’lu Protokol’ün kabulüyle birlikte, orantılılık ilkesi savaş hukukunun önemli bir kuralı haline gelmiştir. Bu Protokol’ün ilgili hükümleri, hem savaşta fiilen yer alan kişileri, hem de savaşın dışındaki kişileri “orantısız” saldırılardan korumayı amaçlamaktadır.

AB’ye üye devletler ve pek çok Batılı devlet, Afganistan harekatının, Güvenlik Konseyi’nin 1368 sayılı kararına ve Birleşmiş Milletler Şartı’na uygun ve meşru olduğunu ifade etmişlerdir. Ancak, Güvenlik Konseyi’ne üye bazı devletler, harekatın ölçülülüğü ve sivil hedeflere sirayet etmesi konusundaki kaygılarını beyan etmişlerdir. Afganistan’a gerçekleştirilen harekatta amaç, teröristlerin eğitim kampları ve tesislerinin imha edilmesidir.

Afganistan’da yoğun hava saldırıları sonrasında sivillerin öldürülmesi, kent merkezi gibi kalabalık yerlere kesin hedef gözetmeyen bombalar atılması, bazı temel alt yapı

24 Emre Öktem, “Afganistan Harekatı Üzerine Bazı Gözlem ve Düşünceler”, Prof. Dr. Ömer Teoman’a 55.

Yaş Günü Armağanı Cilt:2, İstanbul, 2002, s.1595.

(18)

birimlerinin tahrip edilmesi, orantılılık ilkesine tam anlamıyla uyulmadığını göstermektedir. Ayrıca Taliban rejiminin askeri kuvvet kullanımı ile ortadan kaldırılarak ulusal iradeye dayanmayan bir hükümetin iktidara getirilmesinin de, Birleşmiş Milletler Şartı md. 51 çerçevesinde meşru müdafaa kapsamına nasıl girebileceği hususu tartışmalıdır (Michael, Byers, 2007:68).25

Afganistan harekâtında gereklilik kıstasına bakıldığında, terörist grubu barındıran ülkenin bu tutumundan vazgeçmesiyle hukuk ihlalin sona ereceği ifade edilebilir.

Afganistan’a yapılan müdahale öncesinde Taliban, El Kaide ile ilgili kanıt olmadan sınır dışı işlemlerinin başlamayacağını bildirmiştir.

Bu bağlamda, bu kıstasın yerine getirildiği söylenebilir. Meşru müdafaa hakkına ilişkin önemli diğer bir husus ise, devletin bu kapsamda aldığı tedbirleri Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne bildirme yükümlülüğüdür. Bu husus, Birleşmiş Milletler Şartı’nda açık ve kesin olarak belirtilmesine rağmen, uygulama genellikle bu yönde olmamıştır. Nikaragua davasında Divan’a göre, bir devletin meşru müdafaa hakkı kapsamında aldığı tedbirleri Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne bildirme yükümlülüğü esasa ilişkin değil, prosedürel bir zorunluluk olduğu için bildirimde bulunulmamış olması meşru müdafaa hakkına halel getirmemektedir(Örnek,2013:

178).26

Saldırı Güvenlik Konseyi eyleme geçtiği anda sona erdirilmelidir. Çünkü meşru müdafaa hakkı geçici niteliktedir. Md. 51’e dayandırılarak girişilen eylemlerin sona erdirilip erdirilmemesine ilişkin kararı Güvenlik Konseyi verecektir. Ancak veto mekanizması nedeniyle, Güvenlik Konseyi’nin söz konusu durumda harekete geçmesi zorlaşmaktadır. Afganistan harekatında bu gelenek işlemiştir. Güvenlik Konseyi’nin kesin ve somut adımlardan kaçınarak yarattığı belirsizlikler, ABD tarafından doldurulmuştur.

25 Michael Byers , Soykırımdan Sonkırıma Savaş Hukuku, Çev. Hasret Dikici Bilgin, İstanbul, Detay Yayıncılık, 2007, s.84.

26 Örnek, Serdar, Uluslararası hukukta kuvvet kullanımı:1991 ve 2003 Irak Harekatları, seçkin,Ankara 2013.

S. 178.

(19)

19

Bildirim koşulunu ABD, Afganistan operasyonuyla ilgili olarak yerine getirmemiş, sadece böyle bir operasyona başladığını bildirmiştir(Örnek,2012:125).27

SONUÇ

Taliban 1996 yılında başkent Kabil’i ele geçirerek Afganistan’a hâkim olmuştur.

Bunların amacı Afganistan’da islimi bir sistemin hakım kılmaktı. Taliban El kaide lideri Usame Bin Ladin’i bu topraklara yer vererek 11 Eylül 2001 olaylarına terör savunucusu haline gelmiştir. ABD’nin terörle mücadele için Afganistan’a düzenlediği saldırı kimi tarafından işgal ve kimi tarafından meşru müdafaa olarak tanımlanmıştır.

Sonuç olarak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 1368 sayılı kararıyla, silahlı saldırı deyimini kullanmadan, 11 Eylül terörist saldırılarına karşı, bireysel veya müşterek meşru müdafaa hakkını tanımıştır. Güvenlik Konseyi, 11 Eylül’deki terörist saldırıları, silahlı saldırı kavramı ile özdeşleştirme eğilimi göstermiştir. Usame bin Ladin ve onu destekleyen Taliban hükümeti açıkça düşman ilan edilmeden, ABD’nin eylemleri Güvenlik Konseyi nezdinde meşruiyet kazanmıştır. Ancak, ABD’nin eylemlerinin uluslararası hukuk açısından meşruiyet konusu, yukarıda görüldüğü gibi, çok tartışılmıştır. ABD tarafından uygulanan yasa-yapma stratejilerinin ve dünya çapında terörle ilgili kaygıların artmasının sonucunda, meşru müdafaa hakkı, söz konusu devlete teröristlerin saldırmış olması koşuluyla, terörist grupları isteyerek barındıran ya da destekleyen ülkelere karşı verilen askeri karşılıkları da içine almaktadır. Uzun süredir var olan görüş birliği doğrultusunda –ve Birleşmiş Milletler Şartı md. 51’e göre – meşru müdafaa bireysel ya da müşterek olabilir, böylece teröristler tarafından saldırıya uğrayan devletler öteki devletlere harekâta yardım etmeleri için çağrıda bulunabilirler.

ABD’nin meşru müdafaa hakkına ve terörizme yaklaşımının uzun vadeli sonuçları önemli olabilir. Terörizme karşı önleyici meşru müdafaa hakkı konusunda geçmişte yapılan girişimler uluslararası kamuoyu tarafından kabul edilmemiş olsa da, 11 Eylül 2001 sonrasındaki durum göreceli olarak daha uygundur. Şimdi ABD ve diğer devletlerin, terörizme karşı kuvvet kullanmak için meşru müdafaayı bir dayanak noktası haline

27 Örnek, Serdar, “ Onbir Eylül Olayları Ve Afganistan Operasyonu”. Yalova Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi. Yalova, 2012. S. 125.

(20)

getirme fırsatını elde ederek, koşulların o kadar da vahim olmadığı ve hedefteki devletin sorumluluğunun o kadar da kesin olmadığı durumlarda da aynı gerekçeye atıfta bulunabilmelerinin yolu açılmıştır.

(21)

21 KAYNAKÇA

1. "Blood-Stained Hands, Past Atrocities in Kabul and Afghanistan's Legacy of Impunity" (http:/ / www. hrw. org/ en/ reports/ 2005/ 07/ 06/blood-stained- hands). Human Rights Watch

2. Başeren, .(2007), Uluslararası Hukukta Devletlerin Münferiden Kuvvet Kullanmalarının Sınırları, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi., 2007, s.148.

3. Çakmak, Cenap(2014). Uluslararası Hukuk: giriş, Teori ve Uygulama. Ekin,Bursa.

4. Emre Öktem, “Afganistan Harekatı Üzerine Bazı Gözlem ve Düşünceler”, Prof.

Dr. Ömer Teoman’a 55. Yaş Günü Armağanı Cilt:2, İstanbul, 2002, s.1595.

5. Funda Keskin, Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve Birleşmiş Milletler, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, Ankara, 1998, s. 22, 23.

6. http://www.aljazeera.com.tr/dosya/talibanin-ortaya-cikisi-ve-gelisimi. Ocak 2014.

7. Ian Hurd, “The Enigma of Article 2(4): Interests, Norms, and the Ban on War”, s.

5.

8. Michael Byers , Soykırımdan Sonkırıma Savaş Hukuku, Çev. Hasret Dikici Bilgin, İstanbul, Detay Yayıncılık, 2007, s.84.

9. Neamatollah Nojumi. The Rise of the Taliban in Afghanistan: Mass Mobilization, Civil War, and the Future of the Region (2002 1st ed.).Palgrave, New York.

10. Orallı, Levent Ersin. “Uluslararası Hukukta Ve BM Sisteminde Askeri Müdahale Olgusu”. Tesam Akademi Dergisi.

11. Ömer İlhan Akipek, Devletler Hukuku Kaynaklarından ve Belgelerinden Örnekler, Ankara, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınlan, 1966, s. 341

12. Önal, Hilal(2010). “ ABD’nin Afganistan Politikasının Açmazları: Bölgesel Bir Analiz”. “ ululsarlarası Huku ve Politik” cilt 6(23) s: 43-71.

13. Örnek, Serdar(2012). “ Onbir Eylül Olayları Ve Afganistan Operasyonu”. Yalova Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi. Yalova.

14. Örnek, Serdar(2013). Uluslararası hukukta kuvvet kullanımı:1991 ve 2003 Irak Harekatları, seçkin,Ankara.

15. Özkan Ayşe, “Uluslararası hukukta birleşmiş milletler ve Afganistan Operasyonu”.

“ Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, 8(1), 2012, s: 238-257.

(22)

16. Sertaç H. Başeren, “Uluslararası Hukuk Açısından Amerika Birleşik Devletleri’nde Gerçekleşen Terörist Saldırılara ve Yol Açtığı Gelişmeler Üzerine Bir

Değerlendirme”, Prof. Dr. Vecdi Aral’a Armağan, Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Kocaeli, 2001, s.70.

17. Tosun, Fatih. “ Uluslararası Hukuk’ta Kuvvet Kullanma ve Karışma Kavramlarının Değişen Anlamı”.

18. Ziyayi Begdili, Muhammad Ziya(2005).” Uluslararası Kamu Hukuku, Ganci Daniş, Tahran,İran (Farsça).

19. Milletler Cemiyeti Misakı.

Referanslar

Benzer Belgeler

- Ekonomik ve Sosyal Konsey - İnsan Hakları Konseyi - İnsan Hakları Komisyonu - Uluslararası Adalet Divanı - ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) - İnsan Hakları

Bu Antlaşma’nın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin

• Bu Antlaşma’nın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve

11 Eylül Saldırıları sonrası ABD’nin uluslararası terörizmle mücadele politikaları iki ana noktadan sonuçlara ulaşmayı kolaylaştırmaktadır. Bunlardan ilki, ABD’yi

11 Eylül öncesine baktığımızda ABD‟nin saldırı taktiği caydırıcılık üzerinedir. 11 Eylülden sonra ABD savaş tanımını değiştirdi. Artık yeni stratejileri tüm

20 Kamer Kasım “ABD’nin Orta Asya Politikasındaki İkilem” adlı makalesinde, 11 Eylül sonrası oluşan ortamda terörle mücadele konsepti içerisinde bölge ülkelerinin

1 Erol, Mehmet Seyfettin ve O ğuz, Şafak, “NATO ve Kriz Yönetimi”, Edt: Mehmet Seyfettin Erol ve Ertan Efegil, Krizler ve Kriz Yönetimi: Temel Yaklaşımlar, Aktörler,

Çalışmanın temel tezi 11 Eylül sonrasında Türkiye’nin ABD hegemonyasının sürdürülmesine katkı sağlamış olmasına rağmen, özellikle 1 Mart 2003 tezkeresi