• Sonuç bulunamadı

Halide Nusret Zorlutuna’nın Romanlarında Cumhuriyet Kadını Tespitler, Öneriler, Eleştiriler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Halide Nusret Zorlutuna’nın Romanlarında Cumhuriyet Kadını Tespitler, Öneriler, Eleştiriler"

Copied!
14
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Tespitler, Öneriler, Eleştiriler

Ferda Zambak

*

REPUBLIC WOMEN IN THE NOVELS OF HALİDE NUSRET ZORLUTUNA Evaluations, Suggestions, Critiques

ÖZET

Romanlarına [Sisli Geceler (1925), Gül’ün Babası Kim? (1933), Aşk ve Zafer (1966), Büyükanne (1971), Aydınlık Kapı (1955)] kadın karakterleri kahraman olarak alan Zorlutuna, onları çeşitli olay örgülerinin içinde düşünsel, duygusal, fi ziksel ve sosyal planda, eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirmeye çalışır. Onun romanlarında kadınlar, bireysel düşüncelerinin dışında ailevi kodlar, gö-renekler, alışkanlıklar ve değişik alanlara ait değer yargılarının sorgulanmasında aracılık rolünü üstlenir.

Bu yazıda Zorlutuna’nın romanlarındaki kadın kahramanlar, bir yandan 2. ve 3. dereceden kadın ve erkek karakterlerle olan ilişkileri açısından ele alınırken di-ğer yandan onların bireysel ve toplumsal hayattaki duruş ve eğilimleri, “makbul vatandaş” olabilmenin gerektirdiği ahlak, sorumluluk, fedakârlık, görev vb. kav-ramlar etrafında tespit edilip incelenmeye çalışılacaktır. Bu kavkav-ramlar kurmaca-nın sınırları içerisinde, Halide Nusret’in Cumhuriyet modernleşmesi sürecine kadın konusunda yaptığı önerilerin ne olduğunu da ortaya koyacaktır.

Anahtar Kelimeler: Cumhuriyet modernleşmesi, kadın, ahlak, sorumluluk, fe-dâkarlık, çatışma, direnç.

Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 5, Nisan 2012, s. 125-137

(2)

ABSTRACT

By taking the female characters as heroine in her novels [like Sisli Geceler (1925), Gül’ün Babası Kim? (1933), Aşk ve Zafer (1966), Büyükanne (1971),

Aydınlık Kapı (1955)], Zorlutuna tries to evaluate them from a critical viewpoint

within various plot lines and also within emotional, physical and social frames. Apart from expressing their individual thoughts, the women in her novels also play a mediator role in questioning the family rules, traditions, habits and value judgements regarding various areas of society.

In this article, female characters in Zorlutuna’s novels will be considered in terms of their relationships with secondary and tertiary male and female chara-cters and also their positions and inclinations towards individual and social life will be analyzed within the concepts of morality, responsibility, devotion and service which are the requirements for becoming an “acceptible citizen”. These concepts will serve to present Halide Nusret’s suggestions about women during the modernization process of the Republic period within the borders of fi ction. Key Words: Republican modernization, woman, morality, responsibility, self-sacrifi ce, confl ict, resistance.

...

Sisli Geceler adlı ilk romanı 1925 yılında yayımlanan Halide Nusret Zorlutuna

(1901-1984), yazmaya genç yaşlarında başlamış bir kadın romancımızdır. Toplam beş romanı yayımlanan yazarın romanları, yayımlanış sırasına göre şunlardır: Sisli

Geceler (1925), Gül’ün Babası Kim? (1933), Aydınlık Kapı (1955), Aşk ve Zafer

(1966), Büyükanne (1971).

Kahramanların kadın olduğu bu eserlerinde Zorlutuna, Cumhuriyet rejiminin önerdiği ve istediği kadın profi lini çizmeye, bu karakteri pekiştirip benimsetmeye çalışmıştır. Bu bağlamda o, romanlarında Cumhuriyet kadınının değer yargılarını, zihinsel ve duygusal tutumlarını çeşitli olay örgüleri içerisinde tespit etmiştir.

Romanlarında kahramanların kadın olması ya da erkeklere oranla kadın karak-terlerin sayıca daha fazla olması, Cumhuriyet ideolojisinin belirlediği ilkeler çer-çevesinde oluşturulan kadın karakterleri çizmedeki başarısı, elbette sadece yazarın kadın oluşuyla izah edilemez. Halide Nusret Zorlutuna’nın kadınları, oluşturulmaya çalışan yeni toplum düzeninde kendilerini karşı cinsin aynasından izler; tavırlarını ona göre belirlerler. Daha açık bir ifadeyle, kadın karakterler cinsiyetleriyle değil, içinde yaşadıkları toplumsal ve siyasal söylemin vurguladığı paradigmalar arasından izlenir. Bunlardan biri,

Sanat her şeyden önce devamlılığı ve birleşmeyi sağlamalıdır. Millî kalkınmada edebi-yatçılarımıza düşen vazifeler muhakkak ki pek büyüktür. Birinci vazife şüphesiz ‘Millî Birlik’ ruhunu geliştirecek güzel, çok güzel eserler vermektir. Bu eserler, başbakandan

(3)

ayakkabı boyacılarına kadar her Türk’e vazife ve mesuliyet duygularını aşılayacak ve ona kendi işini sevdirecek nitelikte olmalıdır.1

cümlesinde dile getirilen millî birlik, vazife ve mesuliyet duyguları, eşitlik ilkesi vb.dir. Görüldüğü gibi tüm bunlar, kadın cinsinin doğal ve içgüdüsel tercihleri ol-mayıp pozitivist ve eşitlikçi bir zeminde inşa edilmeye çalışılan Cumhuriyet mo-dernleşmesinin ‘yeni toplum-yeni insan’ vurgusu ekseninde kurgulamaya çalıştığı “makbul vatandaş”2projesiyle ilgilidir. Romanlarında çizdiği kadın karakterlerle

Ha-lide Nusret Zorlutuna, söz konusu projede yazarlığı bir görev ve mesuliyet duygusu şeklinde algılamış, eserlerini de bu çerçevede vermiştir, denebilir. Çekinerek de olsa, diyebiliriz ki Cumhuriyet döneminin ilk kadın romancıları kendilerini Cumhuriyet rejiminin istediği “yurttaşlar topluluğu”3 oluşturma projesinin önemli halkalarından

biri gibi görmüşlerdir. Bu bağlamda Zorlutuna’nın romanlarındaki kadın kahraman-ların idealist, mücadeleci, fedakâr, bireysel mutlulukkahraman-larını göz ardı edebilecek kadar sorumluluk sahibi olmalarına şaşırmamak, bu durumu dönemin “makbul vatandaş” projesinin “makbul kadın” anlayışıyla ilişkilendirmek gerekir.

Projenin öne sürdüğü fi kirler, ayrıntıları itibariyle kimi zaman küçük değişiklik-ler gösterse de esasen her zaman iki tema etrafında varlığını sürdürmüştür. Bunlardan birincisi iyi evlat, diğeri ise iyi vatandaş olmadır. Bir kurum olarak addedilen aile, toplumdaki sosyal düzenin hem yerleşikliğini hem de devamlılığını güvence altına alarak değerler aktarımını gerçekleştirecektir. Dolayısıyla “aile” hem kurumsal hem de metaforik anlamıyla II. Meşrutiyet aydınları için olduğu kadar Cumhuriyet aydın-ları için de vazgeçilmez bir öneme sahiptir ve okul öncesi sosyalizasyonu sağlayarak iyi yurttaşlar yetiştirmenin temelini atmasıyla iktidarlar açısından her zaman önem taşımıştır.4

Zorlutuna’nın romanlarında konuların daha çok “kadın, aile, vatan ve çocuk” üzerinden yürütülmesini de bu çerçevede almak gerekir. 1922 tarihli Sisli Geceler romanında, teyze çocukları olan Fikret ve Mine arasında ifade edilmemiş aşkın bede-lini Fikret’in karısı Zehra ve kardeşi Nüzhet öder. Olayların işgal yıllarının İstanbul ve Anadolu’sunda geçtiği romanın kısa özeti şöyledir: Teyze çocukları olan Fikret, Fikret’in kardeşi Ahmet Nüzhet ve Mine bir arada büyümüşlerdir. Aile büyükleri, Mine ile onun “ağabey” diye hitap ettiği Nüzhet’i küçük birer çocukken birbirlerine sözlemişlerdir. Şair mizaçlı, hassas bir karakter olan Nüzhet, sözlüsü Mine’ye âşıktır. Fakat Mine için durum farklıdır. O, Nüzhet’e değil, ağabeyi Fikret’e ilgi duymakta ve

1 Zeki Gürel, Halide Nusret Zorlutuna / Hayatı ve Eserleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 909,

Ankara, 1988, s. 47.

2 Füsun Üstel, “Makbul Vatandaş”ın Peşinde / II. Meşrutiyet’ten Bugüne Vatandaşlık Eğitimi, İletişim

Yayınları, İstanbul, 2004, s. 155.

3 Age., s. 166. 4 Age., s. 165.

(4)

Fikret’in ondan uzaklaştığı her gün bu ilgi, marazî bir şekilde büyümektedir. Fikret, Nüzhet’e göre daha mantıklı, idealist bir tiptir. Tıbbiyeyi bitirdikten sonra doktor olmuş, çalıştığı hastanede hemşire olan Zehra ile evlenmiş, düğünden hemen sonra da karı koca görevli olarak Anadolu’ya gitmişlerdir. Zehra ve Fikret, hem duygusal ilişkileri hem de idealist oluşları bakımından romanda “ideal çift” olarak sunulur. Onlar, bu özellikleriyle aslında Cumhuriyet ideolojisinin de “model çift”idir. Zeh-ra’nın okumuş ve meslek sahibi bir kadın olması, Fikret’in bir ev hanımıyla değil de çalışan bir kadınla evlenmeyi tercih etmesi (çalışan eşler), her ikisinin de kişisel menfaat ve konforu bir yana bırakıp vatana hizmet etmek için Anadolu’ya gitmeleri, onları yukarıda sözü edilen “yurttaş” tarifi içinde değerlendirmemizi gerektirir. Ana-dolu’ya gitme teklifi nin Zehra’dan gelmiş olması ise özellikle anlamlıdır. Onun rahat bir hayat yerine vatana hizmeti tercih etmesi, Cumhuriyet’in oluşturmaya çalıştığı “vatanperver ve idealist kadın profi li”ne çok uygundur. Uzun süre Nüzhet’le evlen-memek için direnen Mine, kısa bir süre önce ölen Nüzhet’in annesini, yani teyzesi Münire Hanım’ı rüyasında görür ve teyzesi ondan Nüzhet’le evlenmesini isteyince bütün direnci kırılır. Evlenmeyi kabul eder. Nüzhet ve Mine, evlenmelerinin bu şek-liyle (beşik kertmesi ve rüyada talimat motifl eri) geleneksel olan’ı; yani gayriiradi kabullenişi temsil ederler.

Zehra ile Fikret’in Anadolu’da iken bir çocukları olur ve bir süre sonra da İstan-bul’a gelerek Nüzhet, Mine ve diğer akrabalarıyla birlikte bir evde yaşamaya baş-larlar. Zehra, Mine’nin –Nüzhet’le evlenmiş olmasına rağmen– Fikret’e olan aşkını yazdığı günlüklerden, Fikret’in de aslında hep Mine’yi sevdiğini, şahit olduğu bir ko-nuşmadan öğrenir. Fakat bunlara rağmen evliliğini bitirmez. Yıllar sonra okur, Nüz-het’in vasiyeti üzerine İzmir’de biri hastane biri okul olmak üzere yaptırılan yerde, Zehra’yı kendini çocuklara adayarak çalışan bir öğretmen olarak görür.

Zehra, yıllar süren bir sevgi aldatmacasına rağmen evliliğini devam ettirme kararıyla okura romanda iradeli, ahlaklı ve tahammülkâr bir kadın modeli olarak sunulmuştur. Romanın “Sisli Gecelerden Sonra Gelen Gün”5 adlı bölümünde, kızı

Gaye’nin okuduğu bir roman üzerinden tartışmaya açılan aldatma ve aile bağlarının zedelenmesi konusunda, yaralanmış bir kadın kalbine rağmen, Zehra’nın aile birli-ğini devam ettirmek ideali çerçevesinde aldatan kocayı bile affetmeyi lazım gören anlayışı ve kızı Gaye’yi de bu görüşe ikna etme çabaları dikkat çekicidir. Çünkü milletin ve devletin devamlılığı, ailenin devamlılığıyla mümkündür ve çocuklar “yurttaş” olma bilincini, önce ailede sonra da okulda alırlar. Ailenin parçalanması, yurdun temel yapı taşının zedelenmesi, dolayısıyla yurttaşlık bilincinin kesintiye uğ-raması, devletin ve milletin geleceğinin tehlike altına girmesi anlamına gelmektedir. Zehra, kocasını terk etmek yerine kendini çocuğuna ve mektepteki diğer çocuklara

(5)

adayarak ruhundaki parçalanmayı aile/millet/devlet ideali etrafında katlanılabilir bir sürece dönüştürmeye, bu ideal doğrultusunda kendini rasyonel bir irade etrafında diri tutmaya çalışmıştır. O, toplumsal bir olumsuzluğa meydan vermemek için kadınlık gururunu görmezden gelmiş, böylece cinsiyetsizliği tercih ederek toplumsal mertebe-yi ve kabulü önemsemiştir. Zehra örneğinde kadın, birtakım feminen yaralanmalarla denenmiş, sorumluluk testinden geçirilmiştir. Aslında Zehra için sonuç, toplumsal kabul açısından bir zafer olarak gözükse bile kadınlık duyguları açısından hezimettir. Zorlutuna’nın 1933 yılında kaleme aldığı Gül’ün Babası Kim? adlı romanında da, manevi ve toplumsal kaideleri tanımayan sorumsuz bir genç kızın gayrı meşru bir çocuk dünyaya getirmesi, çektiği ıstıraplar ve sonunda doğru yolu bularak huzura kavuşması konu edilir. Romanda olaylar, Cumhuriyet’in ilanı yıllarının Edirne ve İs-tanbul’unda geçer. Mecla, küçük yaşta bir ecnebî mektebine yatılı olarak verilmiştir. Burada kendi kültüründen ve manevi değerlerinden iyice uzaklaşmış olduğu, ablası Nezihe ile olan mektuplaşmalarından bellidir: “Ben böyle konuşurum! Sana kaç defa söyledim; öyle abla imiş, anne imiş, baba imiş, ben bilmem! Ben tanımam öyle şey.”6

Mecla görüldüğü üzere, ailesine karşı olan vazifelerini reddettiği gibi kendisini dün-yaya getirdikleri için onlara kin duymaktan da kendini alamaz: “Hayır, benim onlara karşı vazifelerim yok abla. Ben de eğer dünyaya bir insan getirmek budalalılığını yapacak olursam, o zaman o mahluka karşı vazifelerim olur.”7 der ve romanda bu

cümlelerinin sınandığı birtakım olaylara maruz bırakılır.

Mecla’nın isyankârlığının arka planında ikide bir metres değiştiren kaprisli baba ile bütün bu sorunlar içerisinde çocuklarıyla ilgilenemeyen annesi vardır.Bu noktada aslında suçlu, çocuklarını ihmal eden anne ve babadır. Mecla, biraz da bu ihmalkâr-lığın kurbanı olmuş ve ecnebi mektebinde aile sıcakihmalkâr-lığından uzak bir ortamda büyü-müştür. Hatta romanın satır aralarında, bu durumdan babadan çok anne, yani “kadın” sorumlu tutulur gibidir. Geleneksel düşüncenin yurttaşlık anlayışında anne, çocukla-rın yetiştirilmesinde babaya göre daha fazla sorumludur. O nedenle, kadının iradeli ve ahlaklı olması gerekir. Fakat yeni kurulan Cumhuriyet anlayışı içerisinde iradeli ve toplumsal menfaatleri gözeterek yaşama, Zorlutuna’nın romanlarında kadınların kendilerine yaşatılan patetik ve trajik acılara katlanmak zorunluluğunu da getirmiş gibidir. Güçlü, ahlaklı ve en önemlisi sorumlu kalabilmenin tek yolu “aile”yi devam ettirme seçeneğiyle verilmiştir sanki. Muallim Orhan Fuat’ın ilkokulların 4. sınıfl a-rı için yazdığı 1926 tarihli Musahabat-ı Ahlakiye ve Malumat-ı Vataniye kitabında, “Başkalarına Karşı Vazifelerimiz” başlığı altında verilen şu bilgiler Zorlutuna’nın Cumhuriyet kadınları için çizdiği tipolojiye uygunluk gösterir:

6 Halide Nusret Zorlutuna, Gül’ün Babası Kim?, Remzi Kitaphanesi, İstanbul, 1933, s. 13.

(6)

Bir millet âdeta bir aile demektir. Bunlar aynı iklimde otururlar, aynı hissi taşırlar. Aynı terbiyeyi alırlar. Müşterek vatanlarının muhafazası, müdafaası için aynı fedakârlığı ya-parlar. Şu halde; içinde doğup büyüdüğümüz ev, nasıl bizim aile ocağımız ise üstünde yaşadığımız (vatan)da millet ocağımızdır. Milletin büyükleri bizim manevi babalarımız, analarımız, ağabeylerimiz, ablalarımız oldukları gibi bizden küçük olanlar da kardeşle-rimiz demektir. Öyle ise milletdaşların hukukunu, malını şerefi ni muhafaza etmek için elimizden gelen fedakârlığı yapmalıyız. Çünkü ecnebilere karşı bir vatandaşın namusu, şerefi bizim müşterek namusumuz, şerefi miz de demektir. Vatanın bir köşesine bir zarar gelse; bütün milletdaşlar acısını çekerler.8

Üstel, ailenin hem bir kurum hem bir metafor olarak millet kurgusunun merke-zinde yer aldığını, bu kurgulamanın aile ve yurttaşlar bağlamında kan birliği temeline dayandığını dolayısıyla pek çok modern ulus gibi erken Cumhuriyet dönemi yazar-larının da aile metaforuyla hareket ettiklerini9 dile getirerek Zorlutuna’nın

romanla-rındaki aile imajının temel eksenlerini de desteklemiş olur. Bu bilgiler ışığında Mec-la’nın annesinin onca olumsuzluklara rağmen evliliğini neden ısrarla sürdürdüğünü anlamamız kolaylaşır. Öte yandan, burada “yurttaş” bilincinin merkezine konan aile ve onun devamlılığının sağlanması konusunda en fazla sorumluluğun kadınlara yük-lendiği de açıktır. O nedenle, eserde Nezihe’nin hem “kadın” hem de “anne” olarak gerek kendi annesiyle gerekse Zorlutuna’nın diğer kadın kahramanlarıyla aynı acıyı paylaşması kaçınılmazdır. Nitekim, Nezihe’de ara sıra ortaya çıkan feminen tavırlar, onun kardeşine zaman zaman hak vermesine imkân sağlasa da o, bu düşünceler-den hemen utanmış, korkmuş ve çocuğundan aldığı kuvvetle imana ve maneviyata geri dönmeyi tercih etmiştir: “Bu ses, onların mahrum ve yeknesak hayatında yegâne rüya, yegâne âhenk, yegâne saadettir: Çocuk sesi olmasaydı, ‘Ev kadınları’ daha ne kadar bedbaht ve biçare olurlardı, Yarabbi!”10 cümleleri, eserde Nezihe’nin

tepkileri-ni ve genelde ise toplumsal söylemin cinsiyetsizleştirdiği kadın anlayışını vurgular. Zehra ve Nezihe, mutsuzluklarını ve parçalanmışlıklarını çocuklarıyla örtmeye ça-lışırlar. Eserde ikide bir tekrarlanan çocuk sesini, bu bağlamda Nezihe’ye kadınlık duygularını unutturan, ona ailevi ve toplumsal sorumluluklarını hatırlatan; iyi yurt-taş olma bilincine geri döndüren bir “uyaran” gibi alabiliriz. Nitekim Mecla’nın da kurtuluşunun, gayrimeşru bir ilişkiden doğmuş olsa da nihayetinde bir çocuk sahibi olmasıyla mümkün olabildiği göz ardı edilmemelidir.

Eser boyunca inançsızlığının ve toplumsal sorumsuzluğunun cezasını ödeyen Mecla, toplumsal kaidelere, toplumun hatta İslam’ın kutsal kabul ettiği manevi de-ğerlere karşı çıkmış ve bireysel hürriyetini toplumsal planda kabul görmeyen bazı

8 Füsun Üstel, “Makbul Vatandaş”ın Peşinde / II. Meşrutiyet’ten Bugüne Vatandaşlık Eğitimi, İletişim

Yayınları, İstanbul, 2004, s. 164.

9 Üstel, age., s. 164-165.

(7)

eylemleri gerçekleştirmek için kullanmıştır. Mecla’nın mutlu olabilmesi için artık işlemiş olduğu bu günahların bedelini ödemesi gerekmektedir. Mecla’nın çocukların alaylarına, yabancı erkeklerin sarkıntılık etmelerine, kaldığı evin hanımının pervasız teklifl erine maruz bırakılmasını bu çerçevede anlamlandırmak yanlış olmaz.

Eserde Mecla’ya bir yandan yaptığı hataların bedelleri ödetilirken diğer yandan çocuğunun sevgisiyle hayata tutunması sağlanır:

Dışarıda fırtına istediği kadar kudursun; kar, bütün tabiatı ve benim yegâne penceremi istediği kadar kefenlesin. Kızımın ılık nefesi benim ruhuma ebedî bir bahar üfl üyor ve tek başıma bütün dünya ile mücadele edecek kudret ve cesareti kendimde buluyorum.11

Çocuğa karşı duyulan şefkat ve sorumluluğun getirdiği cesaretin sesi olan bu hesaplaşma, bir süre sonra Mecla’yı toplumsal sorumluluklara ulaştıracak, onu kah-ramanlaştıracak bir güce dönüşecektir. Nitekim çok geçmeden Mecla, kendi yazmış olduğu ve adını “Piç” koyduğu şiir kitabıyla okurun karşısına çıkar. Kitabı “Me-riç” takma adıyla bir yayınevine göndermeye karar verir. Bu esnada, “Bu defa beyaz bir defter aldırdım, manzumelerimi mürekkeple temize çekiyorum.”12 demesi, onun

arınma isteğini ve yazmış olduğu eserle parçalanmış beden ve ruhunu yeniden kur-maya ya da kurgulakur-maya çalıştığını gösterdiği şeklinde yorumlanabilir.

Mecla, kötü bir geçmiş deneyiminin üstesinden çocuğuna sarılarak ve yazarak gelmeye çalışır. Kitabının adının “Piç” olması, bu deneyimin üstesinden gelmeye çalışan feminen anlayışın toplumsal merhamete sığınma ve ona yeniden geri dönme çabasını gösterir. Kitabın “R” kitaphanesine gönderilirken üzerine “kıymetli” ibare-sinin konulması ise, bir nevi önceden reddedilen toplumsal vazifelerin yerine getiri-leceğinin sözü ve kendi yaşadığı kötü deneyimin genç nesillere ibret olmasını isteyen bilincin dışavurumudur. Bu bilincin başarıya ulaştığını, Mecla’nın “Piç” adlı kitabı vasıtasıyla ülke çapında tanınan bir şair olmasıyla ve çocuğu ile kendisini koşulsuz seven Mümtaz Bey’le karşılaşarak gerçekleştirdiği mutlu izdivaçtan anlamak müm-kündür. Böylece Mecla, sadece kızı Gül’ü babasız bir çocuk olmaktan kurtarmamış, aynı zamanda üretkenliğini destekleyen ve bu konuda oldukça kadından yana olan bir anlayışa sahip olduğunu gördüğümüz eşinin desteği sayesinde yazmaya devam ederek yaşamış olduğu bütün acılara rağmen kendini yeniden var etmeyi başarmıştır. Dolayısıyla Mecla, ilk zamanlar toplumun kaide ve değerlerinden sapan bir genç kız olarak önce cezalandırılmış da olsa, verdiği mücadeleler ve geçtiği sınavlar sonucun-da eserin sonunsonucun-da topluma kazandırılmış bir kadın olarak karşımıza çıkar.

Mecla’nın patetik başlayıp trajik devam eden serüveninde Zorlutuna, diğer

ro-11 Zorlutuna, age., s. 92. 12 Zorlutuna, age., s. 158.

(8)

manlarından farklı olarak kadın kahramanını, ev içerisinde kocasının ona gösterdiği özen ve her alanda verdiği destek açısından mutlu kılmayı başarmıştır. Fakat dikkat edilirse bu mutluluk, toplumsal olanın dışına düşüldüğünde çekilen ıstırapların bir ödülü gibidir. Mecla, zaten en başından toplum dışına itilmiştir. Bir aile kurama-mıştır. Zehra ise iradeli, faziletli ve sorumlu olmayı cinsiyetli olmaya tercih ederek tahammülkâr davranmıştır. Dolayısıyla Zehra’nın eserin sonunda yaptığı tercih ile Mecla’nın “Piç” kitabını yayımlarken kullandığı “Meriç” takma adı, her iki kadının da mutlu olmak için cinsiyetsizliği tercih etmeleri gerektiğinin altını çizmesi bakı-mından önemlidir. Nitekim çerçevesi “milliyet” ve “medeniyet” kavramlarıyla çizil-miş Cumhuriyet yurttaşı, ifadesini hem “millî” hem de “medeni” olan kadın ve erkek kimliklerinde13 bulmak istemesine rağmen, var olan kültürel özü muhafaza etme

en-dişesi, hem edebiyatta hem de toplumsal hayatta kadınları eril söylemin cinsiyetsiz öznesi haline getirmekten kurtaramamıştır.

Aşk ve Zafer adlı romanda da Sisli Geceler’deki anlayışı görmek mümkündür. Eser,

Millî Mücadele yıllarından başlayıp Cumhuriyet’in yaklaşık ilk yirmi yılına kadar uza-nan bir zaman diliminde yaşauza-nan İbrahim, Zinnur ve Zeliha’nın aşklarını öyküler. İb-rahim, Urfa’da yetişmiş, İstanbul’da okumuş asil ve zengin bir ailenin çocuğu olmakla beraber, doğduğu yerin geleneksel baskılarından kurtulamayan fakat bunlarla mücadele etme yolunu seçmiş bir karakterdir. Zinnur ise, İstanbul’da yetişmiş, ailesinde pek çok sanatkâr bulunan eğitimli ve kültürlü bir paşa kızıdır. Zeliha, İbrahim’in amca kızıdır.

Sisli Geceler’de olduğu gibi, bu eserde de küçük yaşta sözlenme söz konusudur. Zeliha,

küçük yaşta İbrahim’e sözlenmiştir. Üçlü aşk üçgeninde, Zeliha İbrahim’e, İbrahim ise İstanbul’da tanıştığı Zinnur’a aşıktır. Zeliha’nın İbrahim’e duyduğu aşk, yaşadığı yerin şartlarına bağlı olarak oluşmuş ve algısı İbrahim’i elde edebilmek için elinden gelen her şeyi yapabilecek kadar gelenek tarafından katı bir şekilde şekillendirilmiştir. Zinnur’a yazdığı mektupta “O seni sevdiği için, ben de seni seviyorum Zinnur ablam, sen yirmi yaşında varmışsın, ben daha on altı yaşındayım. Sen benim ablamsın, büyüğümsün. Ne olur izin ver de İbrahim beni de alsın.”14, “Eğer sen ‘Al’ dersen İbrahim beni de alır.

Bi-zim erkeklerimiz bir kadınla kalmazlar, İbrahim gibi bir beyzadeye sen layıksın amma ben de onun amcası kızıyım; vebalim boynundadır.”15 ifadeleri, onun eğitilmemiş ve

sadece geleneğe göre şekillenmiş bir kadın bilincine sahip olduğunu gösterir. Yazar, Ze-liha vasıtasıyla Güneydoğu’da çok eşliliği meşru kılan ve çocukların daha kendilerini bilmeden geleceklerini çizen geleneği/göreneği eleştirirken Zinnur’u da romana ideal Cumhuriyet kadını olarak koymayı ihmal etmez.

Kendisini küçük yaştan itibaren İbrahim’in eşi olarak kodlayan Zeliha, erkeğini

13 Aslı Güneş, Kemalist Modernleşmenin Adab-ı Muaşeret Romanları: Popüler Aşk Anlatıları, Bilkent

Üniversitesi (Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2005, s. 1.

14 Halide Nusret Zorlutuna, Aşk ve Zafer, Töre-Devlet Yayınevi, İstanbul, 1978, s. 137.

(9)

kaybetme tehlikesi karşısında İbrahim’in hastalık anından yararlanarak kendi bilin-ciyle tamamen ona teslim olur ve bunu Zinnur’a bildirir. Bu durum karşısında, İbra-him ve Zinnur ilişkisi –nişanı– sona erer. Oysa, İbraİbra-him’in olanlardan haberi yoktur. Ağır bir hastalık esnasında o, Zeliha’yı Zinnur zannetmiştir.

İbrahim’in geleneğe karşı mücadele ederken bu kadar savunmasız kalması, cep-hede yara alarak uzun müddet hasta yatmasıyla ilişkilendirilir. Zeliha, İbrahim’den böyle bir zamanda yararlanmış, böylece Zinnur ve İbrahim aşkı, bir kez daha “vatan”a feda edilmiştir. Nitekim ideal Cumhuriyet kadını olarak sunulan Zinnur, iradeli, ah-laklı ve erdemli olma yolunu seçerek artık kendisinin olamayacağına inandığı İbra-him’i terk etmiştir. Aşk ve Zafer’de Zorlutuna’nın diğer romanlarından farklı olarak “terk etme”, çok net çizgilerle olmasa da “başkaldırı” ve “reddetme” vardır diyebi-liriz. Fakat Halide Nusret Zorlutuna’nın romanlarında bireyler, özellikle kadınlar, tüm gerçekliği ve canlılığıyla oluşturulamamıştır. Kadınlar, belirli kavramlara hizmet eden ve o kavramlardan asla ödün vermek istemeyen tipler olarak kurgulanmıştır. Bu durum, yazarın bakış açısı olarak görülebileceği gibi, okur beklentilerine göre belir-lenmiş de olabilir. Kızı Emine Işınsu’nun şu sözleri bu bağlamda dikkate değerdir:

Annemin romanlarına gelince gerçekten iyidirler. Kendisi yazarken pek rahat değildi. Okurlarının değer yargılarını önemser; onların yazılanlarla Halide Nusret’in hayatını karıştırabileceklerinden, bazı gereksiz yakıştırmalar yapabileceklerinden endişe ederdi. İsterdi ki romanlarının başkarakterleri de kendi hayatı kadar lekesiz, namuslu, dürüst bir ömür sürmüş olsunlar. Bu endişe olmasaydı sanırım çok daha kuvvetli, gerçekçi roman-lar yazacaktı.16

Zorlutuna’nın Büyükanne hariç, diğer romanlarında ideal ve bütünlüklü benlik-ler olarak sunmaya çalıştığı kadın karakterbenlik-lerin tamamının, kadınlık duyguları ve beklentileri açısından yaralı oldukları açıktır. Özellikle devletin ve milletin geleceği için ailenin devam ettirilmesi misyonunu ve sorumluluğunu üzerine almış olan ka-dınlarda bu durum çok açıktır. Büyükanne adlı roman ise, mutlu aile tablosuyla bir nevî Zorlutuna’nın kendini doğruladığı ya da rasyonelleştirdiği bir eser gibidir. Zaten toplumsal algı da böyle bir rasyonelleştirmeye yatkındır.

Cinslerin eşitliği ancak cinselliğin içeriği silindiği zaman tanınır! Bu, Kadınlar Birli-ği’nin mücadelelerine erkek yazarların muhalefetinde kendini açıkça göstermektedir: Bazı sözde münevver kadınlar zaman zaman kadın-erkek muadelesini ispat için gürültü koparmaktadırlar. Bu yoldaki boş münakaşaları körükleyen bir de ‘Kadın Birliği’ vardır. İdare erkânı ağzından bazen cihan sulhu namına- belagat çiçekleri serpen bu kulübün gayesi ‘hanımların da erkekler kadar kabiliyetli ve mütekâmil insanlar olduklarını’ ispat etmekmiş! Böyle bir gayret sadece fuzulidir. Zira bir cemiyet davası içinde kadın bahsi

(10)

o davanın bütünüyle gerileyip ilerleyen bir parçasıdır. Aynı zamanda Türkiye’de böyle bir feminizma gösterisine asla lüzum yoktur. Eğer münakaşacı hanımlar hakikaten iş yapmak istiyorlarsa engin bir cemiyet davasının peşinde koşmalıdırlar.17

şeklindeki anlayış, Cumhuriyet’in ilk yıllarında kadınların kurtuluşunun, millî bir dava için mücadele etme çerçevesinde tartışılmış olduğuna, bu fi krin propaganda-sının yapıldığına ve kadınların da böyle bir etik anlayışın âdeta somut tezahürle-ri olarak ortaya çıktığına işaret etmektedir.18 Zorlutuna’nın yukarıda bahsettiğimiz

eserlerindeki kadınlarında gördüğümüz gibi, 1974’te yayımlananAydınlık Kapı adlı

romanındaki kadın karakterlerde de Durakbaşa’nın yorumuyla paralel bir anlayışı görmek mümkündür: Lerzan, dilediğince yaşayarak mutluluğu bulacağına inanan bir kadındır. Pek çok evlilik yapar fakat mutlu olamadığını görerek eşlerinden ayrılır. O, romanda ifade edildiği gibi “…yanmak ve yakmak için, yaralamak ve yararlanmak için yaratılmış avare, bedbaht, ateşîn bir ruh”tur.19 Kardeşi Vildan ise, sürdürdüğü

mütevazi hayat, eşine ve ailesine gösterdiği inanılmaz sabırla düzenini bozmak is-temeyen bir karakterdir. Ablası Lerzan’ın sürekli hayatının merkezinde olmak iste-yen hareketleri, hatta kocası Ali’yle yakınlaşması ve Ali’nin Lerzan’la ilgili Vildan’a yüklenmeleri onun hayatını günden güne bir çıkmaza sokmaya başlar. Hatta Vildan, kardeşi Lerzan ve kocası Ali arasındaki ilişkiden zaman zaman şüphe duyar. Fakat çocukları için hiçbir zaman bunu sorgulama gereği duymaz.

Vildan, romanda kendisini feminen olarak yaralayabilecek pek çok olumsuzluk-la karşı karşıya bırakılmıştır. Sanki yazar, onu hayatın bütün kötü oolumsuzluk-layolumsuzluk-larıyolumsuzluk-la karşıolumsuzluk-laş- karşılaş-tırarak sınamak istemiştir. Son olarak da kocası Ali, Lerzan’ı taşkın ve şuh hareketle-rinden dolayı vurmuş, Vildan da tam anlamıyla trajik bir sahnenin ortasında kalmıştır. Vildan, “Zavallı masum çocuklarımın temiz alınlarına “katilin çocukları” damgasını basmamak için ablamın katilini adaletin pençesinden kurtarmaya mecburduk”20

di-yerek bu sefer de ailesi için “adalet” kavramını feda etmiş ve bunu kendince rasyo-nelleştirme yoluna gitmiştir. Burada yine Sisli Geceler ve Gül’ün Babası Kim?’de olduğu gibi, çocukları uğruna her şeyini feda etmeye hazır bir anne profi li ile karşı karşıyayız. Fakat bu sefer, fedakârlığın feminen algının da dışına taşmış olduğunu ve Zorlutuna’nın romanının bu noktada bir çıkmaza girdiğini söylememiz gerekir. Çün-kü geleceğin adaletli ve güven dolu günlerinin temeli görülen çocuklar için haldeki adalet fi krinin feda edilmesi, Vildan’ı olduğu kadar yazarı da rahatsız etmiştir sanki. Lerzan, cezalandırılmayı hak etmiş, romanda öldürülerek bir nevî toplumsal arınma

17 Ayşe Durakbaşa, Halide Edib / Türk Modernleşmesi ve Feminizm, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009,

s. 126.

18 Durakbaşa, age., s. 126.

19 Halide Nusret Zorlutuna, Aydınlık Kapı, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1974, s. 236.

(11)

sağlanmış fakat işlenen cinayetin bedeli Ali’den ziyade Vildan’a ödetilmiştir. Yazar da bu çelişkiyi fark etmiş olmalı ki Ali’yi bir hastalığın kucağına bırakıp onu ölüme terk etmiştir. Böylece, hapse mahkûm etmediği Ali’yi farklı bir şekilde cezalandırma-yı tercih ederek kurmaca dünya içinde adaleti tesis etmeye çalışmıştır.

Aydınlık Kapı’da Vildan için çizilen hazin tabloda aslında “görev temelli

yurttaş-lığın” Cumhuriyet yurttaşlığının en sorunlu alanlarından biri olduğu göze çarpmakta-dır. Bu sorunlardan ilki, yurttaşlığın dayandığı haklar-görevler sistematiğinde, birinin diğeri aleyhine kazandığı değerdir. Ali Kami’nin 1927-1928 tarihli Yurt Bilgisi’nde tasvir edilen “evde hayat”, aile bireylerini hak-vazife eksenli hiyerarşik ilişkiler bü-tünü içinde örgütler: Ev işleriyle ve çocuk bakımıyla kadın uğraşır, erkek işe gider. Erkek akşama eve dönünce her şeyi önünde hazır bulur. Erkeğin maddi kazancı ye-rindeyse kadına ev işlerinde yardım edecek bir hizmetçi kız bulabilir ya da büyükle-rinden yardım isteyebilir. Bu bağlamda kazancı temin etmekle yükümlü olan erkek, evin birinci reisidir. Aile içindeki çatışmalarda da hakem erkektir ve itaat olunmak da hakkıdır. Ancak erkek kendini zorbalıkla değil, fazilet ve adaletle sevdirmelidir. Evin ikinci reisi annedir. Kadın erkek gibi dışarıda çalışarak hayatını kazanıyor olsa bile evin bakımını ihmal etmemelidir. Bu kadar ağır ve ince vazifelere karşı onun da aile reisine varıncaya kadar herkesten hürmet görmek hakkıdır.21Görüldüğü üzere ev,

duygusallık, cinsellik ve aile hayatının mekânı olarak gitgide özelleşmiş, kadınların kamusal kimliklerinden ve erkeklerin esas itibariyle kamu dünyasındaki iktidarına referansla tanımlanan maskülineteden farklı olarak kadın rollerinin ve feminitenin ta-nımladığı yer haline gelmiştir. Modernleşme söylemleri, kadınların kamusal rollerini, istihdam hayatına katılımını genişletmiştir; ancak kadının asli kimliği özel alanla, “yuvayı kuran”, “çocuk yetiştiren anne” ve “kocasının karısı” olarak tanımlanmanın dışına çıkamamıştır.22

Üstel, bu durumu özellikle kadın yurttaşların entegrasyonu açısından sorunlu bulmakta haklıdır. Çünkü kamusal alanda varlığını göremediğimiz, bütün ütopyasını ev içine saklayarak yaşayan Vildan’ın “yuvayı kuran” “çocuk yetiştiren anne” ve “kocasının karısı” olması, hayatını buna adaması, görev temelli yurttaşlıktaki hiye-rarşik bakış açısının ev kadınları için ürettiği pek çok çıkmazı ve yanlış yorumlama-yı da beraberinde getirmektedir. Söz gelimi, benliğini yok sayarak fedakâr olmayorumlama-yı seçen anne fi gürünün, bilinçsizce çocuklarını da tehlikeye atmaya başladığı gözden kaçmaz. Vildan, oğlu Behçet’in kararlılığı olmasa, onu kötü bir evliliğin pençesine düşürecektir. Bir diğer oğlu Sermet ise her an bir başkasına şahit olduğu aile dramları karşısında, yayından çıkan bir ok halini almış ve yaşadığı topraklardan, toplumdan

21 Füsun Üstel, “Makbul Vatandaş”ın Peşinde / II. Meşrutiyet’ten Bugüne Vatandaşlık Eğitimi, İletişim

Yayınları, İstanbul, 2004, s. 187-188.

22 Ayşe Durakbaşa, Halide Edib / Türk Modernleşmesi ve Feminizm, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009,

(12)

nefret eder olmuştur. Eserde Sermet’in “Nefret ediyorum. Ben bu muhitte yaşaya-mam. Gideceğim… Yeni bir hayata… Hürriyete, medeniyete, gideceğim, anlıyor musun? Bu topraklarda, bu miskininsanlar arasında bunalıyorum ben!”23 cümleleri

karşısında Vildan’ın, “Vatansız!... Benim çocuğum?... Bütün zerreleriyle bu toprağa bağlı bir ananın çocuğu? Niçin? Olur mu böyle şey? Olur mu böyle şey? Mümkün mü?”24diye sayıklamaları artık çözümsüzdür. Kızı Feza ve oğlu Behçet ise

sevdik-leri insanlarla evlenmişler ve annesevdik-lerinden uzaklaşmışlardır. Fedakâr anne Vildan, sonunda terk edilmiş, hatta “baba ocağı” bahanesiyle koca köşke yollanmış ve orada tek başına bir hayata mahkûm edilmiştir. Neticede Vildan’ın “ev içi” ütopyaları için denediği her yol, yerine getirdiği her vazife, hem kadınlık bilinci hem de toplumsal bilinç anlamında yara almaktan kurtulamamıştır.

Zorlutuna’nın romanlarında aile içinde yaşadıkları olumsuzlukları çocukları için göğüsleyen, bireysel hürriyetlerini geleceğin ütopyaları olarak gördükleri çocukların-da tamamlamaya ya çocukların-da aramaya çalışan kadınlar öne çıkarılır. Fakat arayışları, hem bireysel hem de toplumsal olarak kendilerini tamamlama çabaları, onları cinsiyetsiz bırakmakla kalmamış, Aydınlık Kapı’da gördüğümüz gibi toplumsal bazı haksızlık-lara da neden olmuştur. Buna göre, Zorlutuna’nın romanlarında çizdiği kadın profi l-lerinin hem yazarın idealizmi hem de toplumsal atmosfer içinde kadınlara gösterilen yer açısından çatışmalı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Onlar kadınlıklarını öne çıkardıklarında toplumsal hayatta dışlanmışlar, çeşitli zorluklarla baş başa bırakıl-mışlardır. Ev içi gibi mahrem bir alanda bile tam anlamıyla cinsiyetlerini, benliklerini ifade edememişlerdir. Onların varlığı ancak iradeli, ahlaklı, vatansever, çocukları için her şeyi yapabilecek kadar özverili ve sorumlu olduklarında kabul edilebilmiş, ancak buna uygun olduklarında “kadın kahramanlar” olarak romanlara alınmışlardır.

KAYNAKLAR

Durakbaşa, Ayşe, Halide Edib / Türk Modernleşmesi ve Feminizm, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009.

Güneş, Aslı, Kemalist Modernleşmenin Adab-ı Muaşeret Romanları: Popüler Aşk Anlatıları, Bilkent Üniversitesi (Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2005.

Gürel, Zeki, Halide Nusret Zorlutuna / Hayatı ve Eserleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Ya-yınları:909, Ankara, 1988.

Üstel, Füsun, “Makbul Vatandaş”ın Peşinde / II. Meşrutiyet’ten Bugüne Vatandaşlık Eğitimi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2004.

Zorlutuna, Halide Nusret, Sisli Geceler, İkbal Kütüphanesi, İstanbul, 1341(1925). , Gül’ün Babası Kim?, Remzi Kitaphanesi, İstanbul, 1933.

23 Halide Nusret Zorlutuna, Aydınlık Kapı, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1974, s. 263.

(13)

, Aydınlık Kapı, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1974.

, Aşk ve Zafer, Töre-Devlet Yayınevi, İstanbul, 1978

, Aşk ve Zafer, Timaş Yayınları, İstanbul, 2008.

(14)

Referanslar

Benzer Belgeler

A question arises from such an evolution: “Why Romania could not promote a countercyclical fiscal policy?” The answer is that (i) Romania has made large fiscal adjustments during

lowered body temperatures of rats to approxi- mately 26.8°C (moderate hypothermia) during 30 minutes of cold exposure at 4°C, and demonstrated that antioxi- dant parameters such

Ama san›yorum sonunda Kongre üyele- ri, dünyay› ve evreni anlamam›z› ve da- has› bugüne kadar gelifltirdi¤imiz pek çok teknolojiyi temel bilimlerindeki arafl-

Bu kapsamda bu çalışmada iki ülke arasındaki eğitim sistemi farklılıklarının ve benzerliklerinin, iki ülkede değerler eğitiminin tarihsel gelişiminin ve değerler

Halide Nusret Zorlutuna’nın kardeşi İsmet Kür’ün kızı yazar Pınar Kür, an- neannesi Ayşe Nazlı Hanım’ı anlatmak için “Nazlı Hanım ve Kızları” adı- nı verdiği

Ancak sosvalize olm uş, gömlekçi, terzi, kundu­ racı, kürkçü, kuyum cu gibi m ağazaların fivatları empoze de­ ğil Yâni fabrikalarca tâyin edilm iş

Genelde psiko-sosyal bir travma geçiren kişilerce, mağdur seçmeksizin ve rastgele açılan ateşler sonucu kitlesel ölüm ve yaralamalara neden olan Amok saldırıları,