• Sonuç bulunamadı

Hamid el-İmadi'nin risalelerinin İslam Hukuku açısından değerlendirilmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Hamid el-İmadi'nin risalelerinin İslam Hukuku açısından değerlendirilmesi"

Copied!
123
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI İSLAM HUKUKU BİLİM DALI

HÂMİD el-İMÂDÎ’NİN RİSALELERİNİN İSLAM HUKUKU

AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

(YÜKSEK LİSANS TEZİ)

DANIŞMAN

Prof. Dr. ORHAN ÇEKER

HAZIRLAYAN

MÜRÜVET SÜZGÜN

(2)
(3)

I İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER………I KISALTMALAR ... IV ÖNSÖZ ... V GİRİŞ ... 1

XVIII. YÜZYILA GENEL BİR BAKIŞ ... 1

A- XVIII. yy.’da Osmanlı İmparatorluğu’nun Genel Durumu... 1

B- XVIII. yy.da Şam’ın Genel Yapısı... 1

C-Müftülük Makamının Osmanlı İlmiye Teşkilatındaki Yeri ve Önemi... 2

D- XVIII. yy’ da Fıkıh ve Fıkıh Âlimleri ... 3

BİRİNCİ BÖLÜM ... 4 HAYATI VE İLMİ ŞAHSİYETİ... 4 I-HAYATI... 4 A-İSMİ ... 4 B-DOĞUMU... 4 C-NESEBİ... 4 D- VEFATI ... 5 II-İLMİ YÖNÜ... 5 A-HOCALARI... 5 B-TAHSİLİ ... 7 C– ÖĞRENCİLERİ ... 7 D-GÖREVLERİ... 7 E-ŞAHSİYETİ VE ETKİLERİ... 8 İKİNCİ BÖLÜM... 9 ESERLERİ ... 9

I-GENEL OLARAK ESERLERİ: ... 9

A-Muğni’l-Müsteftî an Suâli’l-Müftî (el-Fetâvâ’l-Hâmidiyye) ... 9

B-Dîvânü Şi’r ... 9

C- Misbâhû’l-Felâh Şerhu Nûri’l-Îzâh... 9

II-RESÂİLÜ’L-HÂMİDİYYETİ’L-İMÂDİYYE... 9

A- Teknik Özellikleri ... 10

B-Üslubu ... 10

C-Risalelerin Muhtevası: ... 11

(4)

II

2-el-Havkale fi’z-Zelzele ... 12

3-Risâletun fî Kavlihi Teâlâ “Biyedike’l-Hayr” ... 12

4-Nukûlü’l-Kavmi fî Cevâz-ı Nikâhi’l-Uhti ba’de Mevti Uhtihâ biyevmin... 13

5-Teşnîfu’l-Esmâ’ fî İfâdeti “lev” li’l İmtinâ... 15

6- Risâletün fi’l-Afyon... 15

7-Risaletü’s-Sünniyye fi’l-Kahveti’l-Bünniyye... 16

8- el-Kavlu’l-Akvâ fî Ta’rîfi’d-Da’vâ... 17

9-Zehru’r-Rebî’ fî Müsâ’adeti’ş-Şefî’... 18

10-İhtilâfu Ârâi’l-Muhakkıkîn fî (Mes’eleti) Ruc’ûi’n-Nâzır ale’l-Müstehikkîn19 11-M’eştemelet aleyhi Hâzihi’r-Risâle mine’l-Âyâti’ş-Şerîfe ve’l-Ehâdîsi’n-Neyyife ve’l-Mesâil. ... 20

12-et-Tafsîl fi’l-Fark beyne’t-Tefsîr ve’t-Te’vîl ... 20

13-er-Rac’a fi Beyâni’d-Dac’a... 21

14-Dav’u’s-Sabâh fî Tercemeti Seyyidinâ Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh... 22

15- Risaletü’s-Sıddîkı ve Seyyidînâ Ömer Me’ahû li’Aliyyin Radıyallahu Anhum. ... 22

16- Şey’un mine’l Havâs li def’i’t-Tâûn... 23

17-Misbâhu’l-Felâh fi Duâi’l-İstiftâh ... 24

18-İttihâdü’l-Kamereyn bi Beyti’r-Rukmateyn ... 25

19-Lum’a fî Tahrîmi’l-Mut’a... 26

20- Risâle fi Bahsin min Ebhâsi’l-Lum’a ... 26

21- Teka’ka’u’ş-Şenn fî Nikâhi’l-Cinn... 26

22-es-Salavâtü’l-Fâhira fi’l-Ehâdîsi’l-Mütevâtira ... 26

23-el-Letâifu’r-Rûhâniyye fî Şerhi’l-Ebyâti’l-İlhâmiyye. ... 28

24-el-Halâs min Damâni’l-Ecîri’l-Müşterek ve’l-Hâs... 29

25-el-İzhâr li Yemîni’l-İstizhâr... 29

26- el-Metâlibu’s-Sünniyye li’l-Fetâvâ el-Aliyye... 29

27-er-Risâletü’l-Hâmidiyye fi’l-Farkı beyne’l- Hâssa ve’l-Hâssiyye... 30

28-en-Nefhatü’l-Ğaybiyye fi’t Tesliyyet’l-İlâhiyye ... 30

29-Kurratu Ayni Ehli’l-Hazzı’l-Evfer fî Tercemeti’ş-Şeyh Muhyiddîni’l-Ekber31 30-Minhatu’l-Munâh fî Şerhi Bedî’i Misbâhi’l-Felâh ... 33

31-Salâhu’l-Âlem bi İftâi’l-Âlim ... 33

32-el-Kavlu’l-Muzhir li Hükmi men Halefe alâ İ’tâi(‘n-Nafakati) İmraetihi ve Hiye Tünkir... 34

(5)

III

33-Akîletü’l-Meğânî fî Te’addüdi’l-Ğavânî ... 36

34-Cemâlü’s- Sûra ve’l-Lıhye fî Tercemeti Seyyidinâ Dıhye ... 36

35-el-Ikdüs-Semîn fî Tercemeti Sâhibi’l-Hidâyeti Burhâniddîn ... 37

36-ed-Dürrü’l-Müstetâb fî Muvâfakâtı Seyyidinâ Ömer b. el-Hattâb Radıyallahu anh. ... 40 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ... 455 RİSALELERİNDEN ÖRNEKLER ... 45 I-Teka’ka’u’ş-Şenn fî Nikâhi’l-Cinn... 48 II-Lum’a fi Ahvâli’l-Mut’a ... 75 SONUÇ ... 110 BİBLİYOGRAFYA ... 113

(6)

IV

KISALTMALAR

a.e. : aynı eser

AS : Aleyhisselam

a.y. : aynı yer

b. : ibn

bt. : bint

MEB : Milli Eğitim Bakanlığı

nr. : numara

RA : Radıyallahü Anh

s. : sayfa

SAV : Sallallahü Aleyhi Vesellem

v. : vefat tarihi

vr. : varak

vs. : vesaire

ts. : tarihsiz

(7)

V

ÖNSÖZ

Hamd, alemlerin Rabbi, rahman ve rahim olan Allah’a, salat ve selam O’nun resûlü ve insanlığın peygamberi Hz. Muhammed’e, O’nun ehl-i beytine ve ashabına olsun.

Kültür ve medeniyetleri farklı kılan, diğerlerinden ayıran özellikleri vardır. İslam kültür ve medeniyetinin ayırt edici vasfı ise şüphesiz ilimdir. İslam’ın bir din olarak ilme verdiği önem doğal olarak meydana getirdiği medeniyete de yansımıştır. İslam kültürünün temellerini atan Hz. Peygamber (SAV), başta ashabına ve tüm insanlığa ilmin farziyetini anlatmış ve hadis kitaplarında bir bölüm oluşturacak kadar çok sayıda müjde yüklü ifadelerle insanlığı ilme teşvik etmiştir. Tüm bu emir ve teşvikler doğrultusunda İslamiyet’in ilk yıllarından günümüze kadar hayatlarını insanlığın hizmetine vakfetmiş sayısız ilim adamı yetişmiştir. Kendilerini ilme öyle adamışlar ki kısacık bir ömre çok sayıda eser, yetişmiş talebe ve görevi sığdırabilmişlerdi

Bir İslam Devleti olan Osmanlı İmparatorluğu ilme, ilim adamına ve bunları muhafaza edecek müesseselere son derece önem vermiştir. İslami usulleri gözetmek elbette öncelikle fıkıh ilmine özel bir önem verilmesini gerektirmiştir. Zira fıkıh başta Allah ile kul arasındaki ilişkiyi düzenleyen, sosyal adaleti, aile hayatını, ekonomik ve sosyal ilişkileri kısaca toplum düzenini sağlayan en temel müessesedir.

İşte biz de Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde bulunan Şam eyaletinde yetişmiş ve orada müftülük görevi yapmış bir fıkıh âlimi olan Hâmid el-İmâdî’yi ve basılmamış eseri Resâilü’l-Hâmidiyyeti’l-İmâdiyye’yi incelemek; müellifinin ve eserinin bilinmeyen yönlerini de gün yüzüne çıkarıp araştırmacıların istifadesine sunmak istedik. Bu risaleler daha önce araştırmaları esnasında danışman hocam Prof. Dr. Orhan Çeker’in dikkatini çekmiş ve bir tez konusu yapmayı düşünmüştür. Tez konumuz bu düşünce doğrultusunda şekillenmiştir.

Çalışmamız bir giriş, üç bölüm ve bir sonuçtan meydana gelmektedir.

Giriş bölümünde Hâmid Efendi’nin doğup büyüdüğü yer olan Şam’ın ve idaresi altında bulunduğu Osmanlı İmparatorluğu’nun XVIII. yy. yapısını çalışmamızla ilgili olan konulara da değinmek suretiyle genel olarak değerlendirdik.

(8)

VI

Birinci bölümde Hâmid Efendi’nin hayatını ilmi yönünü ve vefatını, ikinci bölümde eserleri hakkında kısa bilgi verdikten sonra Resâilü’l-Hâmidiyyeti’l-İmâdiyye adlı esrinde yer alan risaleleri inceledik.

Üçüncü bölümde ise İslam Hukuku ile ilgili olması nedeniyle seçtiğimiz iki risalenin örnek teşkil etmesi için aslını ve tercümesini çalışmamıza dâhil ettik. Son olarak genel bir değerlendirme yaptığımız sonuç bölümüyle çalışmayı bitirdik.

Tez çalışmasında öncelikle risaleler okunup anlaşıldıktan sonra risalelerin içerisinde yer alan konular genel olarak nakledilmiştir. Risalelerde şiir varsa bu ifade edilmiş ancak içeriğine çok fazla değinilmemiştir. Görüşlerine başvurulan âlimler risalenin sonunda vefat tarihine göre sıralanarak belirtilmiştir. Ancak; aynı dönemde yaşamış, birden çok aynı adlı zatın var olması nedeniyle vefat tarihi bulunamayanlar sona ve alfabetik sıraya göre yazılmıştır. Nakledilen hadislerin mümkün olduğunca kaynakları verilmeye çalışılmış, hadis eğer Buhârî ve Müslim’ de varsa bu iki kaynağın belirtilmesi ile yetinilmiştir.

Tercümesini de yapmaya çalıştığımız; üçüncü bölümdeki iki risalenin içinde yer alan eserler ve müelliflerinin netleşmesi bakımından dipnotlarda bilgi verilmiş, ayet ve hadisler belirtilmiştir.

Tez konusu seçiminde beni yönlendiren ve çalışmam esnasında değerli görüşleri ile yol gösteren danışman hocam Prof. Dr. Orhan ÇEKER’e, benden yardımlarını esirgemeyen hocalarım ve arkadaşlarıma ve elbette başından beri beni teşvik edip cesaretlendiren, tezi bitirmem için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan eşime ve sabırları için çocuklarıma teşekkür ederim.

Mürüvet SÜZGÜN Konya  2006

(9)

1

GİRİŞ

Hâmid el-İmâdî’nin yaşadığı çağ XVIII. yy.a tekabül ettiğinden bu devirde; ömrünü geçirdiği Şam, idaresi altında bulunduğu Osmanlı İmparatorluğu ve görevi olan müftülüğü dolayısı ile bu makamın Osmanlı İlmiye Teşkilatındaki yeri ve önemi hakkında bilgi vermek yararlı olacaktır.

XVIII. YÜZYILA GENEL BİR BAKIŞ

A- XVIII. yy.’da Osmanlı İmparatorluğu’nun Genel

Durumu

XVIII. yy.’da üç kıtada toprakları bulunan ve yaklaşık 4 milyon kilometre karelik yüz ölçümüne sahip Osmanlı İmparatorluğu maalesef gerileme sürecine girmiştir. Her ne kadar kaybedilen toprakların bir kısmı geri alındıysa da 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması ile girilecek olan Yıkılış Devri önlenememiştir.1

1718’de başlayan Lale Devrinde genellikle eğlence, zevk ve sefa gözlense de; matbaanın açılması, bir tercüme heyeti kurulması, kâğıt ve kumaş sanayinin teşvik ve himaye edilmesi gibi olumlu işler de yapılmıştır.2

İmparatorluğun her alanda geriliyor olması, devrin hükümdarlarını devleti ve orduyu yenileştirme hareketlerine sevk etmiştir. Ancak Avrupa buhar gücünü sanayiye uygulayarak büyük ilerleme göstermiş, Osmanlı Devleti buna ayak uyduramamıştır. Yalnız silahlı kuvvetlerde yapılan yenilik (Yeniçeriliğin kaldırılması, Nizâm-ı Cedidin kurulması) sayesinde bu alanda ileri bir güce ulaşılabilmiştir.3

B- XVIII. yy.da Şam’ın Genel Yapısı

1516 yılında Yavuz Sultan Selim Han tarafından Memlûkler’den alınan Suriye ve dolayısı ile Şam Osmanlı devrinde refah seviyesini yükseltmiş, bu yükselişe ticaret büyük oranda katkı sağlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun en parlak devrinde, önce Fransızlara bahşedilen kapitülasyonlardan faydalanan batılılar da Suriye ile ticarette bulunmuşlardır. Osmanlı hükümdarlarının, “mukaddes mahallerin hâdimi

1 Meydan Larousse Büyük Lugat ve Ansiklopedisi, Sabah Gazetesi Yayınları, 1992, “Osmanlı İmparatorluğu”, XV/231.

2 a.e., a.y.

3 Meydan Larousse Gençlik Ansiklopedisi, Meydan Gazetesi ve Neşriyat, İst 1994, “Osmanlı İmparatorluğu”, I/263

(10)

2

Haremeyn)” sıfatıyla hacca hususî bir kıymet izafe etmelerinden hac yolu üzerinde bulunan Şam da yapılan hizmetlerden bilhassa faydalanmıştır.

Büyük hac kervanları ülke ve şehre mühim gelir kaynağı teşkil etmişlerdir.4En büyük mabedi Emevî Camii olan Şam’da Osmanlı Döneminde Dervîşiyye ve Sinâniyye Camileri ile 1749’da İslâm sanatları açısından oldukça zengin olan meşhur Azm Sarayı inşa edilmiştir.5 Şam’ın bu devirdeki ticari hayatı birçok hanların inşasını da gerektiren bir kesafete sahipti ki yapılan hanlar bunun göstergesidir.

C-Müftülük Makamının Osmanlı İlmiye Teşkilatındaki Yeri

ve Önemi

Osmanlı Devleti’nde daha beylikler döneminden itibaren fethedilen yerlere birer kadı tayin edilerek adaletin tecellisi sağlanmıştır. Fethedilen yerin Osmanlı idaresine kesin olarak girmesinin kadı ve subaşı gibi görevlilerin tayini ile tamamlandığı görülmektedir.6

Müftü kendisine sorulan hukuki meselelerin çözüm şeklini Hanefi mezhebinin muteber kaynaklarına müracaat ederek ortaya koyan İslam Hukukçusu demektir.7

Osmanlı’da müftü dini, dînî görüşü temsil ve tesbit etmektedir. Kadı ise devlet temsilcisidir.8 Dolayısı ile fetva-kaza ilişkisi son derece önemlidir. Osmanlı Devleti’nde vilayet, sancak, kaza gibi yerleşim bölgelerine merkezi otorite tarafından kadılar tayin edildiği gibi müftüler de tayin edilmiştir. Müftüler davaya uygulanacak hukuk kaidesinin tesbitinde vermiş oldukları fetvalarla kadıya yardımcı olmanın yanı sıra Hanefi mezhebi içerisinde farklı görüşlerin bulunduğu durumlarda hâkim görüşün tesbitinde de kadılara yardımcı olmuşlardır. Bu sebeple zaman zaman fetvalar bizzat kadılar tarafından istenmiştir.9

Osmanlı hukuk düzeninde, kadıların hükümlerinin İslam’a uygunluğunu sağlamada müftülerin üstlendiği rol son derece önemlidir. Sistematik bir temyiz

4

İslam Ansiklopedsi, MEB, Milli Eğitim Basımevi, İst. 1950, “Şam”, XI/306.

5 Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, İnterpress Basın ve Yayıncılık AŞ. İst. 1986, “Şam”, XXI/10995.

6 Aydın, M. Akif, “Osmanlıda Hukuk”,Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, Editör Ekmeleddin İhsanoğlu, İst1994, I/ 263

7Cin, Halil- Akgündüz, Ahmet, Türk Hukuk Tarihi, Konya 1995, s. 226. 8Öztuna, Yılmaz, Büyük Osmanlı Tarihi, Ötüken Neşriyat, İst.1994, VIII /72. 9 Aydın, a.e., I/412.

(11)

3

usulünün bulunmadığı dönemlerde özellikle merkezden uzak bölgelerde müftülerin mevcudiyetinin ve tarafların her zaman ona başvurma imkânının var oluşunun kadıları hukuka uygun hareket etmeye belli ölçüde mecbur ettikleri inkâr edilemez. Bir anlamda kadıların vermiş olduğu hükümler her zaman kolayca müftülerin ilmî denetimine açık olmuştur.10

D- XVIII. yy’ da Fıkıh ve Fıkıh Âlimleri

İslam Hukuk Tarihinde Moğol istilasından Mecelle’ye kadar süren dönem içinde kalan XVIII. yy. fıkhın gerileme çağına dâhildir. Bu dönemde genel olarak kamu hukuku alanında İslami esaslar ve hükümler çerçevesinin dışına çıkılmadan örf, adet, kanunnameler, özel hukuku alanında ise fıkıh ve fetva kitapları gereken yerlerde kanun gibi kullanılmıştır. Kanunnameler maslahat, zaruret ve ulu’l-emre verilen yetkiye dayanarak hazırlanmış ve yürürlüğe konmuştur. Kadılar tazir cezaları, toprak hukuku gibi konularda bu kanunnamelere, kamu ve özel hukukun diğer alanlarında ise fıkıh ve fetva kitaplarına göre hüküm vermişlerdir. Kadıların hükümde tabi olacakları mezhep, kullanabilecekleri fıkıh ve fetva kitapları ile bunlarda bulunan ihtilaflı hükümlerde tercih usulü ile ilgili eserlerde (“edebü’l-kâdî”, “ukûdu-resmi’l-müfti’’, “edebü’l-müftî ve’l-kâdî”) açıklanmış, bazı zamanlarda bu konuyla ilgili fermanlar da çıkarılmıştır.11

XVIII yy.da; Çatalcalı Ali Efendi (v.1103/1692), Malikî fakih Zürkânî (v.1122/1710), Şafiî fakih İsmail Aclûnî (v.1162/1748), Şâfiî fakih Muhammed Ğazzî (v.1167/1753), Muhammed Mustafa el-Hâdimî (v.1176/1762), Şah Veliyullah Dehlevî (v.1176/1762), İbrahim Halebî (v.1190/1776), Ahmed Şakir el-Hamevî (v.1193/1779), Konevî İsmail Efendi(v.1195/1781), Kâdı Zâde (v.1197/1783), Şafiî fakih Sücâî (v.1197/1783) gibi kıymetli eserleri de olan çok sayıda fıkıh âlimi yetişmiştir.

10Aydın, a.e.,a.y.

11 Karaman, Hayreddin, “Fıkıh-İslam İbadet veHukuk İlmi”,Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İst.1996, XIII/11.

(12)

4

BİRİNCİ BÖLÜM

HAYATI VE İLMİ ŞAHSİYETİ

I-HAYATI

A-İSMİ

Hâmid12 b. Ali13 b. İbrahim14 b. Abdurrahman15 b. Muhammed İmâduddîn16 b. Muhammed b. Muhammed b. Muhammed17 b. İmâduddîn b. Muhibbuddîn b. Kemâlüddîn b. Nâsıruddîn b. İmâduddîn ed-Dımeşki el-Hanefî el-İmâdî18.

B-DOĞUMU

1103 (28 Şubat 1692)19yılı Cemaziye’s-Saniye’nin 10’u Çarşamba günü Dımeşk’te doğmuştur.20

C-NESEBİ

Hidâye müellifi Merğinânî’nin soyundan gelen21 Hâmid Efendi, dedelerinden İmâduddîn’e nisbetle İmâdî adıyla anılmıştır. Ailesi, başta dedeleri, babası ve amcaları olmak suretiyle hadis rivayet edebilecek yeterliliğe sahip22 ilim-irfan sahibi kimselerdi. Murâdî bu durumu “başı sonu ilimle meşhur bir ev”’ tabiriyle anlatmıştır.

12 Murâdî, Muhammed Halil, Silkü’d-Dürer fî A’yani’l-Karni’s-Sânî Aşar, İst. 1291, II/11; Kettânî, Abdülhay b. Abdülkebir, Fehrasü’l-Fehâris ve’l-Esbâd, Dârü’l-Ğarbi’l-İslâmî, 1982, II/829; Bağdâdî, İsmail Paşa b. Muhammed Emin, Hediyyetü’l-Ârifîn Esmâü’l-Müellifîn ve Âsârü’l-Musannifîn, Mektebetü’l-Müsennâ, Bağdad, I/261; Brockelmann, Carl, GAL, Leiden, 1938, Supplemend, II/434; Kehhâle, Ömer Rıza, Mu’cemü’l Müellifîn, Mektebetü’l-Müsenna, Beyrut, III/180; Ziriklî, Hayruddin, el-A’lâm, Kahire, 1954, II/166.

13 Murâdî, a.e., a.y; Kettânî, a.e., a.y.; Bağdâdî, a.e., a.y.;Brockelmann, a.e., a.y.; Kehhâle, a.e., a.y.; Ziriklî, a.e., a.y.

14 Murâdi, a.e., a.y.; Kettâni, a.e., a.y.; Bağdâdi, a.e., a.y.; Brockelmann, a.e., a.y.; Kehhâle, a.e., a.y.; Ziriklî, a.e., a.y.; Muhibbî, Muhammed, Hülâsatü’l-Eser fî A’yâni’l-Karni’l-Âşir, Dârü’s-Sadr, Beyrut, I/23, II/231–235, III/203–204 (Muhibbî eserinde Abdurrahman’ın İmâduddîn, Şihâbüddîn ve İbrahim adlarında üç oğlu olduğunu, Ali Efendi’nin amcaları Şihâbüddîn ve İmâdüddîn’den ders aldıklarını kaydetmiştir.)

15 Muradî, a.e., a.y.; Bağdâdî, a.e., a.y.; Kehhâle, a.e., a.y. (Bu eserlerde Abdürrahim olarak geçmekle birlikte Muhibbî eserinde Abdurrahman şeklinde kaydetmiştir.)

16 Bağdadî, Esmaü’l Müellifîn s. 549’da Muhammed ismini İmadüddîn ile birlikte zikrederken, Muradî Silkü’d-Dürer II/11 ve Kettânî, Fehrasü’l-Fehâris II/829’de sadece İmâdüddîn ismini vermişlerdir. Ayrıca Muhibbî Hülâsatü’l-Eser’de Muhammed İmâdüddîn olarak zikretmiştir. Anlaşılan o ki zatın iki ismi vardır.

17 Bağdâdî, a.e., a.y.; Muhibbî, a.e., a.y. 18 Muhibbî, a.e., a.y.

19 Murâdî, a.e., a.y.; Kettânî, a.e., a.y.; Bağdâdî, a.e., a.y. 20 Murâdî, a.e., a.y.

21 Özel, Ahmed, Hanefi Fıkıh Alimleri, Ankara, 1990, s.68. 22 Resâîlü’l-Hâmidiyyeti’l-İmâdiyye, vr.107.

(13)

5

D- VEFATI

Hâmid Efendi 34 yıl sürdürdüğü Dımeşk Hanefi Müftülüğü makamında iken (1171/1758) yılı, Şevval ayının altıncı günü(13 Haziran) güneşin doğuşundan yarım saat sonra Dımeşk’te vefat etmiştir.23 Babü’s-Sağîr mezarlığındaki aile türbesine defnedilmiştir.24

II-İLMİ YÖNÜ

A-HOCALARI

Yapılan araştırma sonucunda görüldü ki Hâmid Efendi’nin; babası, amcaları, dedeleri kısaca ailesinde birçok isim ilimle iştigal etmiştir. Dolayısıyla ilk ilim tahsiline baba ocağında başlamıştır. İlk hocaları, babası Ali Efendi (v.1117/1750) ve amcası Muhammed b. İbrahim el-İmâdî (v.1075/1135) olmuştur.

Hâmid Efendi ailesinin dışında memleketi olan Dımeşk’teki hocalardan, hac farizasını yerine getirmek üzere gittiği Mekke ve Medine’deki hocalardan bir de Anadolu asıllı bir hocadan ders almıştır. Bu bağlamda Hâmid Efendi’nin hocalarını bu üç başlık altında incelemek doğru olacaktır.

a- Dımeşk’teki Hocaları

:

—Ebu’l-Mevâhib.25 Hâmid Efendi Hanbelî Müftüsü olan zattan Dımeşk’te bulunan Emeviyye Cami’inde ve Yağûşiyye Medresesi’nde ders almıştır.26

—Muhammed b. Ali el-Kâmilî.27 Hâmid Efendi Emeviyye Cami’indeki vaazlarını dinlemiş ve Sinaniye Medresesinde kendisinden ders almıştır.28

—İlyas el-Kürdî. Dimeşk’e yerleşmiştir.29 Hâmid el-İmâdî de orada ondan ders almıştır.

—Abdulğânî en-Nablûsî. Selimiye Camii’ndeki derslerinde bulunmuştur.30 —Yunus el-Mısrî. Dımeşk’e yerleşmiştir. Hâmid Efendi derslerinde

23 Murâdî, a.e. , s.18; GAL, Supplemend, II/434; Kettânî, Fehrasü’l-Feharis, II/830; Bağdadî, Esmaü’l-Müellifîn, I/261.

24 Murâdî, a.e. , a.y.

25 Murâdî, Silkü’d-Dürer, II/11; Kettânî, Fehrasü’l-Fehâris, II/829. 26 Murâdî, a.e., a.y.

27 Murâdî, a.e., a.y.

28 Murâdî, a.e., a.y; Kettânî, a.e., a.y. 29 Murâdî, a.e., a.y.

(14)

6 bulunmuştur.31

—Abdurrahim el-Kâbilî el–Hindî. Dımeşk’e yerleşmiştir. Ondan çeşitli ilimlerde ders almıştır.32

—Abdülcelîl el-Mevâhibî el-Hanbelî.33

—Ahmet el-Ğazzî. Dımeşk’te Şafiî müftüsüdür.34 —Ali et-Tedmûrî.35

b- Mekke ve Medine’deki Hocaları:

—Abdullah b. Sâlim el-Basrî el-Mekkî.36 —Ahmed en-Nahlî el-Mekkî.37

—Muhammed el-İskenderî.38 Sonradan Mekkeli olan zat kendisine ait on ciltlik tefsiri Hâmid Efendi’ye hediye etmiştir.39

—Abdülkerim el-Hindî.40 Mekke’ye sonradan yerleşmiştir.41

—Tâcuddîn el Kal’î el-Mekkî.42 Hâmid Efendi ondan “Evveliyye” hadisini almıştır.43

—Muhammed el-Veledî el-Mekkî.44 —Muhammed Ukayle el-Mekkî.45

—Abdülkerim b. Abdullah el-Halifeti el-Abbâsî el-Medenî.46 —Muhammed Ebu’t-Tâhir el-Kûrânî el-Medenî.47

—İbrahim b. Ahmed b.Abdullah Berî el- Medenî.48

31 Murâdî, a.e., a.y. 32 Muradî, a.e., II/13

33 Murâdî, Silkü’d-Dürer, II/13; Kettânî, Fehrasü’l-Fehâris, II/829. 34 Murâdî, a.e., a.y.

35 Murâdî, a.e., a.y.

36 Murâdî, a.e., a.y.; Kettânî, a.e, a.y. 37 Murâdî, a.e., a.y.; Kettânî, a.e., a.y. 38 Murâdî, a.e., a.y.; Kettânî, a.e., a.y. 39 Murâdî, a.e., a.y.

40 Murâdî, a.e., a.y; Kettânî, a.e, a.y. 41 Murâdî, a.e., a.y.

42 Murâdî, a.e., a.y; Kettânî, a.e, a.y. 43 Murâdî, a.e., a.y.

44 Murâdî, Silkü’d-Dürer, II/13; Kettânî, Fehrasü’l-Fehâris, II/829. 45 Murâdî, a.e. , a.y.; Kettânî, a.e. , a.y.

46 Murâdî, a.e. , a.y.; Kettânî, a.e. , a.y. 47 Murâdî, a.e. , a.y.; Kettânî, a.e. , a.y. 48 Kettânî, a.e. , a.y.

(15)

7

C- Anadolu asıllı hocası

—Molla Ahmed49(er-Rûmî).

B-TAHSİLİ

Hâmid Efendi ilk eğitimini babası ve amcasından almıştır. Öncelikle kıraat ve Kur’an ilimleri tahsil etmiştir. Gençliğini geçirdiği Dımeşk’ta görevli pek çok alimden ders almıştır. Hanbelî Müftüsü Ebu’l-Mevâhib’in Emeviyye Camii ve Yağûşiyye Medresesindeki derslerine katılmış ve ondan icazet almıştır. Aynı şekilde Muhammed b.Ali el-Kâmilî’nin Emeviyye Camii ve Sinâniyye Medresesi’ndeki derslerinde bulunmuş ve ondan da icazet almıştır. Abdü’l-Celîl el-Mevâhibî el- Hanbelî’den de icazet almıştır.

(1128/1716) yılında hac için gittiği Mekke ve Medine’de; Abdullah b. Salim Basrî Mekkî, Ahmed en-Nahlî Mekkî, Muhammed İskenderî, Abdulkerim el-Hindî, Tâcuddîn el-Kal’î el-Mekkî, Muhammed el-Velîdî el-Mekkî, Muhammed Ukayle el-Mekkî, Abdulkerim b. Abdullah el-Halîfeti el-Abbasî el-Medenî, Muhammed Ebu’t-Tâhir el-Kûrânî el-Medenî’den icazet almıştır.50Ayrıca Murâdî eserinde Hâmid Efendi’nin saygın bir müftü olmasının yanı sıra Edebiyat ve şiirde çok iyi olduğunu kaydetmiş51, Ziriklî de fıkıh, feraiz, edebiyat ve şiirde son derece başarılı olduğuna vurgu yapmıştır.52 Risalelerinden de anlaşılan o ki Hâmid el-İmâdî fıkıh ve şiirle beraber kelam ve özellikle hadis ve tefsir ilimlerinde iyi yetişmiş bir âlimdir.

C– ÖĞRENCİLERİ

Sonraki bölümde zikredileceği üzere Hâmid Efendi pek çok önemli medrese ve camide ders vermiş olmasına karşın incelenen kaynakların hiçbirinde öğrencilerine dair bir bahse rastlanmamıştır.

D-GÖREVLERİ

Hâmid Efendi tahsilini tamamladıktan sonra Şam’daki Emeviyye Camii’nde ders vermeye başlamış, (1137/1724) yılında Dımeşk Hanefi Müftüsü olmuştur. Aynı zamanda Süleymaniye gibi pek çok önemli medresede ders vermiştir.53

49 Muradî, a.e. , a.y.

50 Murâdî, Silkü’d-Dürer, II/11-12. 51 Murâdî, a.e. , s.11.

52 Ziriklî, el-A’lâm, II/166. 53 Murâdî, a.e. ,II/12.

(16)

8

E-ŞAHSİYETİ VE ETKİLERİ

Hâmid Efendi âlim, arif, edip, asil, son derece zeki ve ahlaki olgunluğa sahip, saygın bir insandı. Dımeşk ve çevresinde şiir ve kasideleriyle meşhur olmuş ve övgüye layık görülmüştür. Devlet büyükleri de ona saygı göstermişler ve Osmanlı devlet erkânı onunla mektuplaşmışlardır. Hamid Efendi’ye mevâlîler arasında Süleymaniye Rütbesi54 diye meşhur olmuş önemli bir de rütbe verilmişti. Pek çok önemli göreve layık görülmüş ve bunun karşılığında kendisine pek çok hediye takdim edilmiştir.55

Nakşibendi tarîkatına mensup olan Hâmid Efendi, Şeyh Murat el-Hüseynî en-Nakşibendî’ye gönülden bağlı olduğunu, el-Letâifu’r-Rûhâniyye fî Şerhi’l-Ebyâti’l-İlhâmiyye adlı risalesinde açıkça belirtmiştir.

Müftülük görevini sürdürürken vefat eden Hâmid Efendi vefatına kadar sevilen, sayılan, ilmi ve fazileti ile kendini kabul ettirmiş muhterem bir zattı.

54 “Süleymaniye Medresesi’nde hocalık yapabilir.” rütbesi olabilir. 55 Murâdî, Silkü’d-Dürer, II/13.

(17)

9

İ

KİNCİ BÖLÜM

ESERLERİ

I-GENEL OLARAK ESERLERİ:

A-Muğni’l-Müsteftî an Suâli’l-Müftî (el-Fetâvâ’l-Hâmidiyye)

Müftülük yaptığı 34 yıllık süre içerisinde verdiği fetvaları topladığı eserdir. 2 ciltlik eser Şam, Dârü’l-Kütübi’z-Zâhiriyye, Fıkhu’l-Hanefi, nr.3655,3656 ve 8045’te mevcuttur. Eser İbn Abidin (v.1252/1836) tarafından delillerin özetlenmesi, soruların ve cevapların kısaltılması, tekrarlar ve çok yaygın meselelerin çıkarılması suretiyle el-Ukûdü’d-Dürriyye fî Tenkîhi’l-Fetâvâ’l-Hâmidiyye adıyla ihtisar edilmiştir. Bu eser Bulak (1300/1882) ve Kahire (1310/1892)’de basılmıştır.56

B-Dîvânü Şi’r

Silkü’d-Dürer(II/12)ve Esmâü’l-Müellifin (I/261)’de Hâmid Efendi’nin bir şiir dîvânı olduğu belirtilmektedir.

C- Misbâhû’l-Felâh Şerhu Nûri’l-Îzâh

Şürûnbülâlî’nin (v.1069/1659) Hanefî fıkhına dair Nûru’l-Îzâh adlı eserinin şerhidir. Eserin diğer iki nüshasından biri Şam, Zâhiriye Kütüphanesi Fıkhu’l-Hanefi bölümü, nr. 6160’da; diğeri İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Emanet Hazinesi, nr. 1485’de kayıtlı bulunmaktadır.

II-RESÂİLÜ’L-HÂMİDİYYETİ’L-İMÂDİYYE

Konya Yusuf Ağa Kütüphanesi 393’de kayıtlı bulunan bu eserdeki risaleler aynı zamanda Kâhire Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye, nr.3444 ve 3445; Medîne el-Mektebetü’l-Mahmûdiyye, nr.90; Princeton Üniv. Kütüphanesi, Yahuda Bölümü nr.509’da da bulunmaktadır. Bunların dışında el-İthâf bi Şerhi Hutbeti’l-Keşşâf adlı risale Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, nr.243; Dav’u’s-Sabâh fî Tercemeti Seyyidinâ Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh adlı risale İstanbul Üniv. nr.5493’de; ed-Dürrü’l-Müstetâb fî Muvâfakâtı Seyyidinâ Ömer b.Hattâb Radıyallahu anh adlı risale Nur-i Osmaniye Kütüphanesi, nr.428 ve 575’te kayıtlıdır.

(18)

10

A- Teknik Özellikleri

Yusuf Ağa El Yazmaları Kütüphanesi nr. 393’de kayıtlı olan eser, 469 varak olup (1170/1756) yılında istinsah edilmiştir.

Okunaklı nesih hatta yazılmış olan eserdeki tüm sayfalarda satır sayısı 31’dir. Siyah mürekkeple yazılmış olan eserdeki bab ve kitâb başlıkları ve önemli görülen yerler kırmızı mürekkeple yazılmıştır. Bazı kelimelerin ise sadece altı kırmızı mürekkeple çizilmiştir.

Tamamı bordo meşin bir cilde sahip olan eser, mıklepli, köşe bentli, yaldız zencirekli ve şemselidir. Kapak içi ebrulu olan eserde, kapaktan sonraki varakta bir fihrist mevcuttur. Ayrıca eserde farklı hatlar da görülmektedir.

B-Üslubu

Hâmid Efendi aslında kendi metodunu; “Herhangi bir sorunla karşılaşıldığında önce Ebu Hanife’den bir rivayet var mı ona bakılır, sonra onun ashabından açık bir rivayet var mı ona bakılır, sonra fukahanın çoğunluğunun sözüne itibar edilir, sonra da örf ve teamüle bakılır.”57 diyerek kısmen de olsa ifade etmiştir.

Risalenin çoğunun yazılış nedeni müftü olması hasebi ile insanlarla iletişiminden kaynaklanmış; bu risaleleri bir soru üzerine, değer verdiği insanların önerisi veya duyduğu bir olay üzerine kaleme almıştır. Bundan başka, ilmi açıdan önemli olduğunu düşündüğü konularda da risale yazmıştır. Hâmid Efendi risalelerinde çok sayıda kaynağa atıfta bulunmuştur. Bu kaynakları bazen müellifi ve ismi ile birlikte zikretmiş, bazen sadece müellif, bazen de sadece eser ismini vermekle yetinmiştir. Kaynaklar fıkıh, hadis, tefsir, akâid gibi çeşitli ilim dallarında çoğu güvenilirliği kabul edilmiş, meşhur âlimler ve eserleridir. Ayrıca risalelerinde ayetlerin yanı sıra azımsanamayacak kadar çok hadis rivayetine yer vermiştir. Bu hadisleri genellikle Buhari, Müslim, Ahmed b. Hanbel, vb.’nin hadis kitaplarına müelliflerinin isimleri ile bazen sadece hadisin ilk ravisine, bazen de doğrudan Peygamber (S.A.V.)’e nispet ederek nakletmiştir.

Bunlardan başka kendi zamanında yaşamış bazıları bizzat hocası olan kadı ve şeyh gibi alim zatların yorumlarına da yer vermiştir. Bu bağlamda İbn Arabî’nin hal

57 İmâdî, Hâmid b. Ali b. İbrahim, Nukûlü’l-Kavmi fi Cevâzi Nikâhi’l-Uht, ba’de Mevti Uhtihâ Biyevmin adlı risaleden.

(19)

11

tercemesine dair yazdığı risalede zatın olağan üstü hallerine dair nakillerinde birinci ağızdan ifadeler kullandığı tespitini de atlamamakta yarar vardır. Bütün bunlar Hâmid Efendi’nin herhangi bir konuyu değerlendirirken kaynağa ne kadar çok önem verdiğini göstermektedir.

Kısaca değerlendirmek gerekirse: Hâmid Efendi bir risaleyi yazarken önce konuyu ve yazma nedenini anlaşılır bir şekilde açıklamış, sonra kaynaklardan yaptığı alıntılarla birlikte âyet ve hadislerle desteklemiştir. Bazen tercih ettiği görüşü belirtmiş, bazen de belirtmeden kendisini ehlisünnetin veya çoğunluğun görüşüne dâhil etmiştir. Bazen de sadece görüşleri nakletmekle yetinmiştir. Risalelerinde farklı görüşleri değerlendirmede daima objektif olmuş, tercih etmediği görüşler için dahi akla gelebilecek sorulara cevap aramıştır.

C-Risalelerin Muhtevası:

1-el-İthâf bi Şerhi Hutbeti’l-Keşşâf

Risale Zemahşerî (v.538/1144) ‘ye ait el-Keşşâf adlı tefsir kitabının mukaddimesinin şerhidir. Risalede Zemahşerî’nin tertibine uyularak Besmele’den başlanmış ve Arapça dil bilgisi kurallarına, Allah’ın sıfatlarına varıncaya kadar her konu ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir. Bu bağlamda risalede yer alan konular şunlardır:

Besmele ayet midir, değil midir? Besmele münferit bir ayet mi yoksa sureler adedince mevcut mudur? Besmelenin başındaki “ ب” harfi ile ilgili farklı görüşler nelerdir? Besmele’nin kısa bir tefsiri. Kur’an-ı Kerim hâdis mi, değil midir? Kur’an’ın îcâzı, Kur’an-ı Kerim’deki muhkem-müteşâbih ayetler ayrımı, Kur’an’ın diğer vahiylere üstünlüğü gibi Hz. Muhammed (S.A.V.)’in de diğer peygamberlere üstün oluşu. İlim ve âlim kelimelerinin anlamlarını takiben Tefsir, Fıkıh, Kelam, Arap Dili ve Hadis ilimlerinin önemi ve fazileti.

Zemahşerî’ye ve eseri el-Keşşâf’a dair Hâmid el İmâdî’nin ve başkalarının övgüleri ve söz konusu eserde yer alan beyitlerin bazıları ile birlikte başka isimlere ait beyitlerdir.

Son olarak eser ve müellifi hakkında Hâmid Efendi şöyle demektedir: Zemahşerî büyük imam, tefsir, hadis, nahiv, lügat, beyan ilimlerinde zamanın en büyük âlimidir ve sayısız talebe yetiştirmiştir. el-Keşşâf son derece sarih, bezerlerinin en iyisi

(20)

12

olabilecek düzeyde, usulde başvurulacak iyi bir kaynak, risale ve şiir divanıdır. Müellifi Sîbeveyh’in beyitlerini şerh etmiş, İmam Şafiî’nin sözlerine yer vermiş, gizli kalmış konuları en ince ayrıntısına kadar değerlendirmiştir.

2-el-Havkale fi’z-Zelzele

Hâmid Efendi (1148/1735) ve (1171/1757) yıllarında vuku bulan iki zelzeleyi ve bunların Allah’ın kullarını İçinde bulundukları gafletten kurtulmaları için ikaz niteliğinde oluşunu konu edinmiştir. Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın “zelzele” kelimesini “çok şiddetli” ve “büyük” sıfatlarıyla nitelediğini vurgulamış ve kelimenin geçtiği ayetleri nakletmiştir. Zezelenin vukuu durumunda ne yapılması gerektiğini hadislerle izah etmiştir. Ayrıca Peygamber (S.A.V.)’in Hz. Ali’ye bir bela ile karşılaştığında okumasını tavsiye ettiği “Zorda kaldığın zaman Bismillahirrahmanirrahim de ve La havle ve la kuvvete illa billahi’l-aliyyi’l-azim de. Muhakkak Allah dilerse her türlü belaya karşı sana yardım eder,” hadisine de yer vermiş ve risaleyi bu duaya binaen isimlendirmiştir.

Sonuç olarak zelzele ve diğer doğal afetler, yeryüzünde mâsiyet ve gaflet çoğaldığında Allah’ın insanlığı uyarmasının bir ifadesidir. Nitekim müellif İmam-ı Azam’ın, dünyada ilk zelzelenin Kabil Habil’i öldürdüğü zaman gerçekleştiğini naklettiğini ifade etmiştir. Risaleyi dua ve niyazla bitirmiştir.

Müellifin risalede görüşlerine yer verdiği alimler ve eserler şunlardır: İmam-ı Şâfiî(v.204/820), İbn Ebi’d-Dünyâ (v.281/894)’nın Kitâbü’l-Ukûbât’ı, İbnü’l-Münzir’in (v.319/931) Tefsiri, Beyhakî (v.458/1066), Nevevî (v.676/1277)’nin el-Ezkâr’ı, Suyûtî (v.915/1505), Abdu’l-Ğaniy en-Nablûsî (v.1143/1731), Ebû Nuaym’ın el-Hilye’si ve Saîd b. Mansur’un Sünen’i. .

3-Risâletun fî Kavlihi Teâlâ “Biyedike’l-Hayr”

Risaleyi istinsah eden şahıs asıl metni yazmadan önce risalede yer alan 10 bahsin ne anlattığını birer cümle ile özetlemiş ve sonra Besmele ile müellifin sözlerine başlamıştır.

Müellif 1. bahiste; lafızların müfredatını çıkarmış, mecaz ve hakiki olanlarını ayırıp ayet ve hadis örnekleri ile şerh etmiştir. 2. bahiste; “Biyedike’l Hayr” ifadesini irab yönünden incelemiştir. 3. bahiste; yeterli fazilete sahip yetkili kadıların konu ile ilgili değerlendirmelerine yer vermiştir. 4.bahiste; hayır ve şer kelimelerinin

(21)

13

kendilerine has anlamlarının takdiri üzerinde durmuş ve konu ile ilgili ayet ve hadisleri nakletmiştir.Bu bölüme göre “Biyedike’l Hayr” ‘dan şunu anlamamız gerekir: hayır Allah’ın elindedir, bundan başka her şey de Allah’ın elindedir.Hayrı da şerri de Allah yaratır, kul kullanır. Ancak Allah kulu için hep iyiyi hayır olanı ister, onun azaba dûçâr olmasını istemez. 5.bahiste; ”Yed” kelimesindeki müteşâbih olma özelliği ve mecâz-ı mürsel sanatını açıklamıştır. 6. bahiste; “Yed” kelimesinin “hayr” kelimesinden önce olmasını dilbilgisi kuralları çerçevesinde incelemiştir. 7. ve 8. bahislerde; niçin haber cümlesi olarak geldiğini ve bir bağlaçla bağlanmayıp müstakil bir cümle olduğunu araştırmıştır. 9.bahiste; ayetin sebebi nüzûlünü açıklamıştır. 10.bahiste; ayetin özelliklerini örneklerle açıklamıştır. Risaleyi Hz. Peygamber(S.A.V.)’in, hacetinin giderilmesini isteyenlere okumalarını tavsiye ettiği bir dua ile bitirmiştir.

Risalenin sonunda Rebiu’l-Evvel 1136 tarihi verilmiştir. Risalede görüşlerine yer verilen âlimler ve eserleri şunlardır. Ebu Hanife (v.150/767) , Ahmet (b. Hanbel) (v.241/855) , Taberânî (v.335/946), Ebu’l-Leys (v.373/983) , Vâhidî (v.468/1075), Râğıb el-Isfehânî (503/1109), Zemahşerî (v.538/1144) , Şeyh Abdulkadir (v.561/1165– 66)’in Delâilü’l-Îcâz’ı, Beydâvî (v.691/1292), Nesefî (v.710/1310), İbnü’z-Zemelkânî (v.727/1327)’nin el-Beyânı, İbnü’s-Sübkî (v.771/1369), Kadı Ebu Bekir’in et-Takrîbi, Mutezilî, Şihâbüddîn Ahmet b. Abdullatif.

4-Nukûlü’l-Kavmi fî Cevâz-ı Nikâhi’l-Uhti ba’de Mevti Uhtihâ

biyevmin

Hâmîd Efendi “ Bir adamın, karısının kız kardeşi ile karısı öldükten sonra aynı gün nikâhı câiz midir?”sorusuna “câizdir.” diye cevap vermiş ve bu risalede, verdiği cevabı açıklamıştır.

“Şüphesiz caizdir.’’ dedikten sonra delil olarak şu âlimleri ve eserlerini zikretmiştir: Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî (v.189/805), Serahsî (v.483/1090)’nin el-Mebsût’u, Râğıb el-Isfehânî (v.503/1109), Beğavî (v.516/1122), Kâsânî (v.587/1191)’nin el-Bedâius-Sanâî’si, Merğinânî (v.593/1197), Kadı Beydâvî (v.691/1292), İbn Kutlubuğa (v.879/1474), Bercendî (v.932/1526), İbn Nüceym (v.970/1563)’in el-Bahr’ı, Ebu’s-Suud Efendi (v.982/1574), Alîyyu’l-Kârî (v.1014/1606), Ankarâvî (v.1098/1687)’nin el-Fetâvâ’l-Ankarâvîyye’si.

(22)

14

En-Nutef (en-Nutef fi’l-Fetâvâ, Suğdî, (v.461/1069)’te geçen; erkeğin iddet beklemesi gerektiği ile ilgili hükme güvenilmez. Çünkü bu açık değildir. Zira o, bütün ayrılıklardaki iddetin hem erkek hem kadın için olduğunu söyler. Talak ric’î olsun, bâin olsun; bir olsun, iki olsun, üç olsun; nikâh sahih olsun, fâsid olsun; nikâh şüphesi olan birleşme olsun, sahih birleşme ya da fâsid birleşme olsun; ölüm iddeti olsun ya da bunun dışındaki her türlü ayrılıkta aynıdır. Tüm bu ayrılıklarda kadın başkası ile evlenemediği gibi erkek de başkası ile evlenemez. Eğer kocanın ayrıldığı hanım hürse erkek üç kur’,cariye ise iki kur’ bekler.Vefat iddeti sözü ile kadının vefatı kastedilir, erkeğin vefatı değil. Çünkü mutemet kaynaklara göre, kadın öldüğü zaman erkek iddet beklemez. Özetle; rîc’î veya bâin talakla karısını boşayıp arkasından kardeşi ile evlenmek caiz değildir, bazılarına göre iddet beklemesi gerekir. Ancak karısı ölmüş ise evlenebilir. Çünkü karısı ile arasında ayetlerde vurgulanan şekilde bir bağ, bir tasarruf olamaz.58

Hâmid Efendi ayrıca bilmeden fetvâ vermenin helâl olmayacağını vurgulamıştır. “Herhangi bir sorunla karşılaşıldığında önce Ebû Hanife’den rivayet var mı ona bakılır, sonra onun ashabından açık bir cevap var mı ona bakılır, sonra fukahanın çoğunluğunun sözüne itibar edilir. Sonra da örf ve teâmüle bakılır.”demek suretiyle doğru olan metodu göstermiştir.

58 İddet; vefat veya boşanmadan sonra kadının, sona ermedikçe bir başkasıyla, bazı hallerde de birbirleri ile tekrar evlenemedikleri, şer’an belirlenmiş bir müddet demektir. İddette aslolan kadın olmakla birlikte erkek için sözkonusu olduğu durumlar da mevcuttur. Bunları iki başlık altında toplamak mümkündür: 1-Bir erkek boşadığı kadını iddeti bitmedikçe sıhrî civar akrabası, dolayısıyla kız kardeşi ile de evlenemez. 2- Dört kadınla evli bir erkek; karılarından birini boşasa, onun iddeti bitmedikçe beşinci bir kadınla evlenemez.(Bilmen,Ömer Nasuhi,Hukuk-ı İslamiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusu,İst. 1967, II/368-369); haramlığı gerektiren sebeplerden müsâharet konusu içinde nikah veya iddette başkasının hakkına taalluk etmek de sayılmıştır. (Cezîrî, Abdurrahman, Kitabü’l-Fıkh ala’l-Mezahibi’l-Erbaa, Mısır 1969, C4/68.) Mevsılî bu konuda; “Eğer adam karısını boşarsa boşananın kız kardeşi ile, yada boşanan dördüncü eşi ise iddeti içinde bir başkası ile evlenemez. Bâin veya ric’î olması fark etmez. Eğer iddet bekleyen kadın mürted olup dâru’l-harbe iltihak ederse yukarıdaki iki durumda da iddet kocayı bağlamaz” demektedir. (Mevsılî, Abdullah b. Mahmud b. Mevdûd, el-İhtiyar li Ta’lili’l-Muhtar Beyrut 1975, III/86.) Meydânî görüşünü “karısı ölürse kız kardeşi ile hemen evlenebilir ama karısını boşarsa iddetini bekler” şeklinde ifade etmiştir. (Meydânî, Abdulğânî, el-Lübâb fî Şerhi’l-Kitâb,III/23-24) Bunlara karşılık el-Müdevvene’de; “Bâin talakla boşadığı karısının kız kardeşi ile karısının iddeti içinde evlenmesi caizdir. Nikahı altında dört kadın varken birini bâin talakla boşayıp,boşadığı kadının iddeti içinde başkası ile evlenebilir” denmektedir. (Sahnun,240/ el-Müdevvenetü’l-Kübrâ, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1994, II/201.) Bu durumda Hâmid Efendi’nin klasik Hanefi fıkıh kaynakları ile tam mutabakat içinde olduğu görülmektedir.

(23)

15

5-Teşnîfu’l-Esmâ’ fî İfâdeti “lev” li’l İmtinâ

Müellif bu risalede “lev” kelimesinin, içinde bulunduğu cümleye kattığı anlam üzerinde durmuş ve kısaca ifade etmek gerekirse, mazide müzari ifade eden, şart bildiren bir kelime olduğunu ve imtina-kaçınma için kullanıldığını belirtmiştir.

“Lev” kelimesinin genel anlamı ve bazı ayetlerde ifade ettiği anlamla ilgili farklı yorumlara yer vermiştir.

Başka örnekler vermekle birlikte daha çok “      ” (Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı yer ve gök, (bunların nizamı) kesinlikle bozulup gitmişti.)59 ayeti üzerinde durmuş, “lev” in ayete kattığı anlamı ve ayeti açıklamış, buradan hareketle ayetin biraz tefsirine biraz kelami boyutuna değinmiştir.

Biraz açmak gerekirse; Allah’tan başka ilah olsaydı ne olurdu, hangi durumlar kaçınılmaz olur, düzen nasıl bozulurdu? Sorularına cevap aramış ve insanların ancak Allah’tan korkarlarsa onun yasaklarından sakınacaklarını savunmuştur. Ayrıca Allah’ın varlığını ve birliğini akıl dairesi içinde anlatmanın da mümkün olduğunu, kâinattaki varlıkların Allah’ın varlığının delili olduğunu, kulların fiillerinin ve mahlûkatın durumunun Allah’ın kudreti dâhilinde olduğunu ifade eden cümlelere yer vermiş ve bu tartışmaların daha geniş boyutta ele alınması gerektiğini vurgulayarak risaleyi sonlandırmıştır.

Görüşlerine yer verdiği âlimler şunlardır: İbn Hâcib (v.646/1249),Taftazânî (v.793/1390), Abdurrahman İbn İmâduddîn (v.1051/1641), İbn Ammî, Şam kadısı Muhammed Efendi.

6- Risâletün fi’l-Afyon

Risalenin konusu, Şam kadısı Hâşim Zâde’nin, Şeyhülislam Bâha Zâde’den afyon ve sureti konusunda naklettiği “Cevap, hayra devam edip şerri defetmektir.” şeklindeki fetvasını Hâmid Efendi’ye sorması teşkil etmektedir.

Hâmid Efendi önce fetva cümlesinin irabını yapmış, ardından söz konusu cümlenin helal veya harama delalet etmediğini ancak nehye meyyal bir cevap olduğunu, kıyasın da söz konusu olabileceğini ifade ettikten sonra görüşlerini açıklayacak örneklere ve âlimlerin görüşlerine yer vermiştir.

(24)

16

Risalede tedrice de değinilmiş, afyon, vb.; yemediği yahut içmediği zaman kişinin hayati tehlikesi söz konusu ise zorda kalanın bir miktar ölü eti yiyebilmesi gibi onun için afyon kullanmanın mubah hatta vacip olabileceği ifade edilmiştir.

Müellif kendi görüşünü ;”Eğer Ebû Hanife zamanında afyon kullananların halini görseydi haram olduğuna hükmederdi… Farzları, vacipleri yerine getirmeye engel olan her şey haramdır.” diyerek ortaya koymuş ve bazı ariflerin aldığı bilgiye göre afyonun 7 günde bırakılabileceğini iddia etmiştir. Bu iddiasını sunduğu reçeteyle adeta kuvvetlendirmiştir. Her gün azaltarak ve beynine afyonu bıraktığını kabullendirerek, onun bir katil olduğunun bilincine vararak, Allah’tan kalb-i selim ile bu zararlı şeyi bırakmayı isteyerek, tövbe ederek ve vücudundan zehri iyice temizlemek için zemzem içerek afyondan kurtulunabilir.” Son olarak da “ İbn Hacer ve Şeyh Hayreddin er-Remlî bu kaidelere muhalefet etmez Allahu âlem,” diyerek söz konusu âlimlerin kendisi için önemini vurgulamak suretiyle risaleyi bitirmiştir.

Hâmid Efendi risalede; İbn Hacer el-Askalânî (v.852/1447), İbn Hacer el- Heysemî (v.974/1566), Şeyh Hayreddin er-Remlî (v.1081/1671) , Muhammed Rahimehullah’ın görüşlerine yer vermiş, ayrıca es-Sirâcü’l-Vehhâc’dan nakilde bulunmuştur.

7-Risaletü’s-Sünniyye fi’l-Kahveti’l-Bünniyye

Hâmid Efendi bu risaleyi yazma nedeni olarak, kahve ve taneleri ile ilgili birçok vecize, şiir ve fetva duymasını ve bunu ispatlamak istemesini göstermiştir. Risalenin tamamından anlaşılan o ki müellifin duyduğu vecize şiir ve fetvalar son derece ilginç yorumlar ihtiva etmekte ve o da bunları paylaşarak adeta o dönemde hangi konularla meşgul olunduğunu objektif olarak ortaya koymaktadır.

Hâmid Efendi risaleyi iki bölümde incelemiş; Birinci bölümde kahvenin mubah olmadığını ve hatta külliyen haram olduğunu düşünenlerin, ikinci bölümde ise aksini savunanların görüşlerine yer vermiştir. Bu risalede kendi fikrini de “haramdır” diyenlerin nihayetinde karşı görüş olarak kaydetmiştir. Zaman zaman karşı görüşler şiirlerle ifade edilmiştir.

Haram olduğunu savunanlar genellikle kahveyi, meclislerde toplanma sebebi olan diğer haramlar (sema, def çalmak, rakkas seyretmek, içki içmek, vs.) gibi görmüşler, bu türlü meclisleri ise “işe yaramaz insanlar topluluğu” olarak nitelendirmişlerdir. Ulu’l-Emrin yasaklaması gerektiğini; eğer şüphe ise kaçınılması,

(25)

17

bir delili varsa bırakılması gerektiğini savunanlar olmuştur. “Bir musibet olarak görülen bu zamanda ‘Kahve içmek caizdir’ diyenin kalbinde zerre miktar iman yoktur,” diyecek kadar ileri gidenler olmuştur.

Kahvenin helal olduğunu savunanlar aynı zamanda faydası üzerinde de durmuşlardır. Hâmid Efendi de bu görüşü savunduğundan söz konusu gurubun fikirlerini onun cümleleri ile aktarmayı uygun bulduk: “Kahve içmek helal ve mubahtır. Haramların açıklandığı Hanefi kitaplarında kahvenin haramlığına dair bir hüküm yoktur. İnsanın bedenine ve aklına zarar vermemekte, çoğu bile sarhoş etmemektedir. Farzların ve vaciplerin edasına engel değildir. Haramlığına dair bir nas yoktur. Cahil ve dik kafalılar dışındakileri harama götürmez… Kim haramı helale, helali harama dönüştürürse şüphesiz dinden çıkar. Kahve söylendiği gibi sarhoş eden kişiye zarar veren bir içecek değil tam tersine zihni açan,ibadet vesaire için seherlerde uyanık kalmayı sağlayan,… bir içecektir. İçip de sarhoş olan hiç görülmemiştir… Bazı iltihap çeşitlerine de iyi gelmektedir. Meclis meselesine gelince, topluluğun tamamına itibar edilmez. Orada bir kişi süt veya bal şerbeti içebilir, ona da mı haram diyeceğiz?”

Ayrıca risalede halifelerden örnekler verilmiş; her yeniliğin bid’at, her bid’atın dalalet kabul edilmesi durumunda İslam’ın eksik kalacağı vurgulanmak suretiyle yeniliklerin nasıl değerlendirilmesi gerektiğine de değinilmiştir.

Hâmid el-İmâdî risaleyi Endülüslü bir şairin Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’i çok güzel anlatan bir şiiri ile bitirmiştir.

Risalenin sonunda Cemâziye’s-Sâni 1143 (Ocak 1731) tarihi kaydedilmiştir. Müellifin görüşlerine yer verdiği isimler şunlardır: Ebu’s-Suud el-İmâdî (v.982/1574), Hayreddin er-Remlî (v.1081/1671), Abdurrahman el-İmâdî, Muhammed b. Sultan, Şam Kadısı Yusuf Efendi, Şeyh Ebu’l- Feth Muhammed b. Abdüsselam , Şeyh İmam Ebu’t-Tayyib Uzzâ, Şeyh Necmeddin b. Kâdî, Şeyh Nûreddîn el-Mahallî, Şeyh Şemseddin b. Tûlûn, Şeyh Yunus b. Abdulvehhâb b.Ahmet b.Ebîbekr el-Îsevî, Zeynel Âbidîn el-Bekrî. Risalede zaman zaman adı geçen zatların şiirlerine de yer verilmekle birlikte kimin yazığı belli olmayan şiirler de mevcuttur. Şair olarak yer alan isimler Halebî, Sultânî, Ebu’l-Haccâc Yusuf ‘tur.

8- el-Kavlu’l-Akvâ fî Ta’rîfi’d-Da’vâ

Müellif salâtü selam bölümünde Peygamber Efendimiz (S.A.V.) için; “ihtimam ve fetva ehlinin hazinesi”, ashabı için; “açık ve net delillerle desteklenmiş

(26)

18

şer-i şerif ile hüküm veren” sıfatlarını kullanmış dolayısıyla konu ile ilgili fikirlerini özetleyen bir giriş yapmıştır.

Medine kadısı Abdullatif Efendi, eş-Şehir Berâzî ve Fahrur-Râzî’nin davanın tarifinde kabul gören isimler olduğunu zikretmiş ancak bu tariflere yer vermemiştir. Dava, müdde’î ve müdde’â aleyh terimlerinin tariflerini gerekli gördüğü yerlerde örnekler de vererek yapmış daha sonra “    !"  #$ " “Beyyine müdde’î ve yemin münkir üzerinedir.” hadisinden yola çıkarak terimler üzerinde tekrar durmuştur.

Allah ve Resulünün nasıl hüküm verdiğini, ardından (Peygamber Efendimiz (S.A.V.) den günümüze kadar gerçekleşmiş olan) icmanın muhakkak surette göz önünde bulundurulması gerektiğini vurgulamış ve İbnü’l-Ğars’ın (v.894/1489) el-Fevâkihü’l-Bedriyye adlı eserinden yaptığı alıntı ile risaleyi sonlandırmıştır.

9-Zehru’r-Rebî’ fî Müsâ’adeti’ş-Şefî’

Risale, iki tarafın anlaşamadığı bir meselenin Hâmid el-İmâdî’ye sorulması üzerine yazılmıştır. Mesele kısaca şöyledir: Babası ile anlaşamayan, ona her konuda karşı gelen hatta onu döven bir adam, kasıtlı olarak babasının evine bitişik bir ev satın almıştır. Babası bundan zarar gördüğü için şuf’a hakkını kullanarak şahitler ve kadı huzurunda temlik talebinde bulunmuştur. Oğlu ise satıcının ona evin bir kısmını hibe ettiğini, bir kısmının karşılığını geçmişte ödediğini, kalanını da miktarı belli olmayan-bir avuç gibi-olmayan-bir para karşılığında aldığını dolayısıyla tamamının kıymetinin meçhul olduğunu söylemiştir. Herkesin kendince bir iddiasının olduğu böyle bir durumda şahitler huzurunda evin kıymetinin takdir edilip ödenmesi doğru olur mu?

Hâmid Efendi şöyle cevap vermiştir: Satıcı “Hibe ediyorum,” lafzını zikretmişse satış bitmiştir ve şuf’a sahih olmuştur. Eğer teberruan vermişse gayr-ı lâzımdır, mülkiyeti hala vâhibdedir. Eğer teslim gerçekleşmişse onun adı teslimdir. Ama burada açık bir hibe vardır. Şayet kısmeti kabul etmeyen bir mal ise sahihtir. İddia edenin yemini ve delili varsa sahihtir, yoksa değildir.

Müellif bu meseleden yola çıkarak hibe, hibede ıvaz şartı, şuf’a, şuf’a hakkının iskatında hile konularına kısaca yer vermiş ve yukarıdaki mesele ile de bağlantılı olması bakımından ana-babaya itaat konusunu kısaca açıklamıştır.

(27)

19

10-İhtilâfu Ârâi’l-Muhakkıkîn fî (Mes’eleti) Ruc’ûi’n-Nâzır

ale’l-Müstehikkîn

Hâmid Efendi, vakfın zaruri ihtiyaçları varken nâzırın (vakıf mütevellisinin) vakfın gelirlerini hak sahiplerine verip veremeyeceği konusundaki ihtilafı değerlendirdiği bu risaleyi, Osmanlı şeyhülislamlarından Abdullah Efendi (v.1155/1742)’nin isteği üzerine kaleme almıştır.

Müellif, vakfedilen gayr-ı menkulün gelirinin hak sahiplerine ödenmesi konusundaki görüşleri naklettikten sonra risalenin asıl konusu olan zarûrî tamir durumuna değinmiştir. Zarûrî tamir durumunda; vakfedilen gayr-ı menkul helak olmuşsa nâzırın görevine son verileceğini ve tamir olması gerekirken işlevini kaybeden yerin bedelinin ödettirileceğini ifade etmiştir. Çünkü açık zan hatadır ve hata özür sayılmaz. Ayrıca borç ödemenin farziyeti ayet ve hadisle vurgulanmıştır. Nâzırın güvenilir, bilgili ve vakıf işlerinin erbâbı olması gerektiği üzerinde durulmuştur. Zira bu vasıfları haiz bir nâzırın; vakfı tamir etmenin hak sahiplerine vermekten daha evlâ olduğunu, vakfın aynının bekâsının zaruriyyetini bileceği hatırlatılmıştır.

Bunlardan başka; nâzırın hibe yetkisinin olmadığı, hibe ederse bunun kendi tasarrufu olacağı ve misli ise misliyle, kıyemî ise kıymetiyle tazmin etmesi gerektiği belirtilmiştir. Buradan hareketle emanet sahibinin tazmin sorumluluğu ve biraz da vedîa konusunda bilgi verilmiştir.

Hâmid Efendi son olarak bu meselenin zor bir mesele olduğunu ve kendisinin görüşleri ortaya koyma konusunda adil olmaya çalıştığını belirtmiştir.

Risalede görüşlerine yer verilen âlimler ve eserler şunlardır: Merğinânî (v.593/1197)’nin el-Hidâye’si, İmam es-Sübkî (v.756/1355), İbn Nüceym (v.970/1563)’in el-Bahr ve el-Eşbâh’ı, Hayru’r-Remlî (v.1081/1671), Pîrî Zâde (v.1099/1688)’nin el-Havâşiye’l-Eşbâh’ı, Şerhu’l-Multekâ ve Şerhu’l-Muhtâr.

11- M’eştemelet aleyhi Hâzihi’r-Risâle mine’l-Âyâti’ş-Şerîfe ve’l-Ehâdîsi’n-Neyyife ve’l-Mesâil

Risale bir önceki risalenin devamı niteliğindedir. Hâmid Efendi bu risalede emanet, akitler ve borçlar konusundaki ayet ve hadislerle birlikte Yusuf, ve Zuhruf surelerine işaret etmiştir. “Nâzır tamir için gerekli olan parayı hak sahiplerine verse rucû gerekir mi?” sorusuna tekrar dönmüş ve “ Zamanla orantılı olmak şartıyla ikinci bir tamir parası alana kadar parayı müstehiklere vermesi caizdir,” şeklindeki görüşü

(28)

20

ortaya koymuştur. Emanet sahibinin sorumlulukları ve babanın borcunun ödenmesi konularını hadis örnekleri ile değerlendirerek risaleyi bitirmiştir.

Risalede görüşlerine yer verilen âlimler şunlardır: Beyhakî (v.458/1066), Şeyhülislam Abdulber (v.463/1071), Kadı Beydâvî (v.691/1292), Zeyleî (v.762/1360), İbnu’l-Humâm (v.861/1457)’ın Kitâbü’n-Nafakât’ı, Suyûtî (v.911/1505)’nin el-Câmiu’s-Sağîr’i, Seyyid Ahmet el-Hamevî (v.1098/1687), Pîrî Zâde (v.1099/1688)’nin Kitâbü’l-Lukâta’sı.

12-et-Tafsîl fi’l-Fark beyne’t-Tefsîr ve’t-Te’vîl

Risale tefsir ilminin temel iki terimi olan tefsir ve te’vil konusunda müstakil bir araştırma sayılabilecek ilk eser olma özelliğini taşımaktadır.60

Müellif risalenin konusunun önemine değindikten sonra, tefsir ve te’vilin vacip olduğunu vurgulamış, ardından söz konusu terimlerin lügat ve ıstılah manalarını vermiştir. Daha sonra Tefsir ilminin konusu, gayesi ve önemini incelemiş, daha çok tartışıldığı için te’vil konusunu ayrıntılı olarak değerlendirmiştir.

Hâmid Efendi tefsiri; Kur’an-ı Kerim’den Allah‘ın muradını araştırmak, te’vili ise; gaybî konuların tefsiri şeklinde açıklamıştır. Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasının gereği ile ilgili ayet ve rivayetleri sıraladıktan sonra re’y konusuna değinmiş, fasit ve sahih re’y ayrımını izah etmiştir. Fasit re’y ile yapılan te’vilin haram olduğunu vurgulamış, usulüne uygun olarak yapılan te’vilin sahih olduğunu gerekçeleriyle açıklamıştır. Re’y ile tefsir konusunda Mâturîdî (v.333/944)‘nin görüşlerini özetlerken müteşâbih ayetlerin tefsiri konusunda yasak olanın, müteşâbih ayetleri zahirine hamletmek ya da hevaya göre yorumlamak olduğunu vurgulamıştır. Müellif risalenin tamamında görüşleri ayet ve rivayetlerle desteklemiştir.

Risale 1136 Şaban (Nisan 1724 ) ayında tamamlanmıştır.

Risalede görüşlerine yer verilen âlimler ve eserler: Hasan-ı Basrî (v.110/728), Ebu’l-Leys (v.375/985), Beyhakî (v.458/1066), Râğıb el-Isfehânî (v.503/1109), İbnü’l-Cevzî (v.833/1429), İbn Nüceym(v.970/1562)’in el-Eşbâh’ı, Şeyh Ebu Mansur, Muhtasaru’l-Büveytî.

60 Tasa, Muhammet, Hâmid b. Ali b. İbrahim el-İmadî’ye Ait et-Tafsîl fi’l-Farkı beyne’t-Tefsîr ve’t-Te’vîl Adlı Eserin Tahkîki, Konya 2005, s.43.

(29)

21

13-er-Rac’a fi Beyâni’d-Dac’a

Hâmid Efendi, sabah namazının ilk iki rekâtından sonra sağ tarafa yatmanın hükmünün sünnet olup olmadığının sorulması üzerine bu risaleyi telif etmiştir.

Müellif (Hanefi) kitaplarında bu konuya mahsus bir nakil göremediğini ancak ibarelerin genelinden; namaza iftitah tekbiri ile başlarken haram kabul edilen her şeyin sünnetle farz arasında da tahrimi gerektirdiği, yapıldığı takdirde sevabı azaltacağı, dolayısı ile sabah namazının ilk iki rekâtından sonra yatmanın ‘’sünnet’’ olamayacağı hükmünü çıkarmıştır.

Buhârî’de konu ile ilgili Bâbü’d-Dac’a ala’ş-Şıkki’l-Eymen ba’de Rek’ateyi’l-Fecr adında bir bab olduğunu nakletmiş, orada geçen Hz. Aişe’den gelen iki rivayete ve İbn Abbas’ın yorumuna yer vermiştir. Rivayetlerden anlaşılan şu ki Hz. Peygamber (S.A.V.) evinde sabah namazının ilk iki rekâtını kıldıktan sonra müezzin namazı duyuruncaya kadar yatmıştır. Ancak İbn Abbas “Hz. Peygamber (S.A.V.)’in yatması bizimkine benzemez, onun gözleri uyur ama kalbi uyumaz.” yorumunu yapmıştır.

Hâmid Efendi el-Aynî (v.855/1451)’nin Şerhu’l-Buhârî’de zikrettiği 7 farklı görüşe yer vermiştir. Bu görüşler kısaca şu şekildedir:

Sünnet; Şafiî (v.204/ 820), Nevevî (v.676/1277), Beyhakî (v.458/1066), sünnet olduğunu savunmuşlar, İmam Şafiî hadislerde farz ile sünneti ayırmak için menkul olduğu yorumunu yapmıştır.

Müstehab: Ashabdan; Ebu Musa el-Eş’arî (v.44/665), Râfi b.Hadîc, Enes b. Malik, Ebu Hureyre, tâbiinden; Muhammed b. Sîrin (110/728), Saîd b. el-Müseyyeb, Âsım b. Muhammed, Urve b. ez-Zübeyir (v.97 /712), Ebu Bekr b. Abdurrahman (v.94/713), Hârice b. Zeyd b. Sâbit (v.100/718)), Ubeydullah b.Abdullah b.Utbe (v.98/716), Süleyman b. Yesâr (v.107/725) sabah namazının sünnetini eda ettikten sonra yatıyorlarmış.

Vâcib: Ebu Muhammed b. Hazm (v.456/1064)’ın dayandığı “ Sizden biriniz sabah namazından önce iki rekât kılarsa sağ tarafı üzerine yatsın,” rivayeti diğer tarikleriyle ile birlikte zikredilmiş, hadis olup olmadığı tartışılmıştır.

Bid’at: İbrahim Nehâî (v.96/714), Kadı Iyâd (v.544/1149) ve Cumhuru Ulema böyle düşünmektedir. Böyle bir yatışın şeytanın yatışı olacağına dair sahabe ve tâbiin rivayetlerine dayanmışlardır.

(30)

22

İbn Ebî Şeybe (v.235/849) Musannef ‘te Hasan-ı Basrî (v.110/728)’den rivayet etmiştir: Sabah namazının ilk iki rekâtından sonra yatmak gerekmez.

Şafiî’den nakledilen görüşe göre, maksat farz ile sünneti ayırmaktır.

el-Fethu’l-Bârî’de de yer verildiği gibi Hz. Peygamber (S.A.V.)’den değil ama İbn Ömer ‘den nakledilen rivayete göre evde sabah namazının ilk iki rekatından sonra yatmak gerekir.

Neticede, zahir olarak sünnet olduğunu ortaya koyan bir emir bulunmamaktadır. Müellif her görüşe ayrıca saygı duyduğundan “Sağa yatılmalıdır,’’ı kabul edeceklerin akıllarına gelebilecek şu soruya da cevap aramıştır: Kişinin rükû veya secdeye gidememesi gibi çeşitli nedenlerle sağ tarafa yatamaması söz konusu ise ne olur? Şeyh Zeyneddin bu konuda bir nas göremediğini söylerken Cezm b Hazm sağ tarafa yatmanın hikmet üzerinde durmuştur. Hamid Efendi de Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’in sağa yatmayı sevdiğini, onun gözleri uyusa da kalbinin uyumadığını vurgulayarak risaleyi sonlandırmıştır.

14- Dav’u’s-Sabâh fî Tercemeti Seyyidinâ Ebû Ubeyde b.

el-Cerrâh

Risale Aşere-i Mübeşşereden Ebu Ubeyde b. el-Cerrâh’ı konu edinmiştir.61 Hâmid Efendi Ebû Ubeyde (R.A.)’nın künyesini ve soyunu anlattıktan sonra beraberindeki beş sahabeyle beraber Hz. Ebubekir (R.A.) vasıtasıyla Müslüman oluşundan, Bedir’de babasıyla karşılaşmasına kadar başından geçen her olaya değinmiş ve aktarımlarını rivayetlerle desteklemiştir.

Mü’minlere karşı merhametli, kâfirlere karşı şedîd olan Ebu Ubeyde (R.A.)’nin Allah Resulü ve ashabı yanında “en emin kişi” kabul edildiği, güzel ahlakı ve insanlara olan sevgisiyle ilgili pek çok rivayete yer vermiştir. Müellif, hadislerde yer alan bazı kelimelerin irabı ve anlamı üzerinde durmuştur.

Risalede yer alan rivayetlerin hadis araştırmacıları tarafından değerlendirilmesinin faydalı olacağı kanaatindeyiz

15- Risaletü’s-Sıddîkı ve Seyyidînâ Ömer Me’ahû li’Aliyyin

61 Risale fihristte yer alan üç risaleyi kapsamaktadır. Fihristte yapılan ayrım risalenin içinde görülmemektedir. Biz fihriste uyması için risaleyi konularına göre üç ayrı başlık altında aktarmayı uygun gördük.

(31)

23

Radıyallahu Anhum.

Risale Hz. Ebûbekir ve Hz. Ali’nin Ebû Ubeyde’ye verdiği önemi anlatıyor. Ebû Ubeyde, Hz. Ebûbekir ve Hz. Ali arasında mektup elçiliği yapmış ve bu yönüyle Hz. Ebûbekir’in övgüsüne mazhar olmuştur. Risalede Hz. Ebûbekir’in hilafeti ve Hz. Ali ile birbirlerine gönderdikleri mektuplar rivâyet zinciri ile birlikte nakledilmiştir.

Hz. Ebûbekir’in “Sen Allah ve Resulü’ne bizim icabet ettiğimizi, vatanımızdan, mallarımızdan, evlâtlarımızdan Allah için hicret ettiğimizi en iyi bilensin …”, “ Sen Rasûlullah’ın yanında özel bir konumda, gıpta edilecek bir makamda idin. Allah senin elinle İslâm’ı yüceltti,” gibi çok sayıda övgü içeren sözlerine yer vermiştir.

16- Şey’un mine’l Havâs li def’i’t-Tâûn.

Risalede Ebû Ubeyde’nin de ölüm nedeni olan Tâûn hastalığı konu edilmiştir. Ebû Ubeyde, Hz. Ebûbekir ve Hz.Ömer’in Hz. Ali’ye olan saygı ve sevgilerinden bahsedilmiş daha sonra Ebû Ubeyde’nin tâûn hastalığına yakalanmış olma şüphesinden itibaren Hz. Ömer ile mektuplaşmaları anlatılmıştır.

Ebû Ubeyde Hicret’in 18.senesinde, 58 yaşında, Hz. Ömer’in hilafeti zamanında vefat etmiş, cenaze namazını Muâz b. Cebel kıldırmıştır.

Tâûndan 25 000 kişinin ölmesi, sahabe arasında bunun bir ceza mı yoksa rahmet mi olduğu konusunda ihtilafa neden olmuştur. Bir kısmı ceza, bir kısmı rahmet olduğunu savunmuşlardır. Hz. Peygamber(S.A.V.)’in Cenab-ı Hakk’a, ümmetinin ölümünün cihad ve tâûnla olması için dua ettiği konusundaki sözlerini nakletmişlerdir. Ulema da sabrederek ölen kişinin şehit olacağını ifade etmiştir.

Risalenin uzunca bir bölümü tâûn, vebâ ve diğer musibetlerden korunmak veya onları def etmek için yapılacak, yazılacak dualara ayrılmıştır. Ayrıca meşhur doktor ve âlimlerin tâûn için öngördüğü reçetelere yer vermiştir. Cumhuru ulemânın vebâ ve tâûn gibi semâvî felaketlerde Buhârî’yi okuyarak, bazı âlimlerin de Müslim, Tirmizî, Ebu Davud, Nesâî ile teberrükte bulunulması gerektiği görüşülerine yer vermiş ve söz konusu âlimlerin hayatlarına kısaca değinmiştir.

Tâûn ve vebâdan Basra ve Kûfe’de ölen insanların sayısı çok artınca halk Hz. Ali’den kendilerine bir dua öğretmesini istemiş, o da İsm-i Âzam duasını okumalarını tavsiye etmiştir. Risalede bu dua nakledilmemiş ancak Hz. Ali’nin vebâ ile ilgili yazdığı şiire ve açıklamasına yer verilmiştir ki şiir âyetler ve dualarla bezenmiştir. Hz.

(32)

24

Ali bu şiiri gizli tutması şartıyla, birçok hastalığa şifa olacağını ifade ederek, Ebû Münzîr’e nakletmiştir.

Hz. Ali Ebû Münzir’e, içinde daire içerisinde Allah’ın isimlerinden ve başka bazı kelime ve harflerden oluşan bir kâğıt vermiş ve ondan bunu gizli tutmasını istemiştir. Hz. Ali “Hastaya suyunu içirin, bilin ki onda şifa vardır. Bu daire bir kimyadır. Ehli olmayanın bilmesi uygun değildir. Onun ehli âlim ve salihlerdir.” buyurmuştur. Bu daire Hz. Ali döneminden Abbasiler zamanına kadar yazılmış ve gizli tutulmuş ancak Abbasiler zamanında Ebû Münzir yazısıyla Harun Reşit’e ulaşmış o da açmış ve ne olduğu açığa çıkmıştır.

Risalede daire ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır.

17-Misbâhu’l-Felâh fi Duâi’l-İstiftâh

Hâmid Efendi bu risalede, istiftah duasının önemini, ilim ehlinin ve onların meşgul oldukları ilimlerin faziletini anlatmıştır

Öncelikle mezhep imamlarının isimlerini zikretmiş, ilim-irfan sahibi böyle âlimlerin cehaletin tabibi olduklarını kaydettikten sonra istiftah duası ile ilgili görüşlerini fıkha da değinmek üzere nakletmiştir. Daha sonra Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ‘in yolundan gidenin hidayete ereceği, hatalardan korunacağı, ondan başka başarıya götürecek bir yol olmadığını ayrıntılı bir şekilde anlatmış ve Sübhaneke Duasını Hz.Peygamber (S.A.V.)’den nakledilen değişik tarîkleriyle birlikte aktarmıştır. Böylelikle namaza başlarken okunmasının gerekliliğini ortaya koymuştur.

Müellif İbnü’l-Mülakkin (v.804/1401)’e ait Şerhu’l-Umde adlı eserden yaptığı alıntıdan özetle istiftah duasının hikmetinin nefsi temrin edip onu zikirlerin en efdaline hazırlamak olduğunu ifade etmiş ve İbnü’l-Mülakkin’den naklettiği elli üç ilmi en efdalinden başlamak üzere tek tek açıklamıştır. Bunlardan bazılarının isimleri şöyledir: Rivayet (hadis) ilmi, dirayet (hadis) ilmi, senâ, lügat, nahiv, sarf, iştikak, fıkıh, münazara, tecvid, tefsir, Kur’an, mûsikî, lügat-nahiv-sarf-iştikakta beyan-ı tevcih, …

Hamid Efendi, Subhaneke duasının ihtiva ettiği anlama değindikten sonra Kur’an-ı Kerim’de geçtiği yerleri zikretmiş ve duayı ilgisi olan ilimlerin her biri yönünden ayrı ayrı incelemiştir. Özellikle hadis ilmi üzerinde ayrıntılı olarak durmuş Hz. Peygamber (S.A.V.) ‘in Abdullah b. Beşir’in sorusu üzerine “Yetmiş üç fırkadan

Referanslar

Benzer Belgeler

[r]

Söz konusu katılım payının, Kurum gelirle-.. rinin artırılması ve gereksiz ilaç alımının ve bu yöndeki harcamaların önüne geçilmesi amacıy- la

Mete Akyol, Kanal 6’nın sahibi, Ahmet Özal tarafından oyuna getirilmiştir.. Mete ile dün

Çok hadis rivayet eden sahâbîlerden (müksirûn) biri olarak naklettiği 1660 hadisin bir kısmını bizzat Peygamber’den duymuş, çoğunu ise Hz. Ömer, Ali, Muâz,

A comparison of two airports in terms of urban logistics and capacity 15 The Economic & Social Benefits of Air Transport (2004) Air Transport Action Group (ATAG) System

Gümüşhane’de doğan, Ankara’da yaşayan Özdemir, bir koltuğa çok karpuz sığdırabilmesinin yanında seçiciliği ve renkli kişiliğiyle de dikkat çekiyor.. ■

Endülüs hadis şerh geleneğinin önemli temsilcilerinden biri olan Kurtubî, Müslim’in Sahih’i üzerine erken dönemde şerh yazmış âlimlerden biridir. İlk eğitimini

Söz konusu kararda, yürürlük ve yürütmeye iliĢkin iki maddesi dıĢında kalan hükümlerinin iptali istenilmiĢ olan Kanunun, dava dilekçesinde sadece 6‟ncı maddesi ile