• Sonuç bulunamadı

Atatürk Kültür Merkezi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Atatürk Kültür Merkezi"

Copied!
229
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

Nisan, Ağustos ve Aralık Aylarında Yayımlanan Uluslararası Hakemli Dergi International Peer Reviewed Journal Published in April, August and December

J o u r n a l o f A t a t ü r k C u l t u r e C e n t e r I s s u e 2 0 1 1

61

ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ

ATATÜRK SUPREME COUNCIL

FOR CULTURE, LANGUAGE AND HISTORY ATATÜRK CULTURE CENTER

(3)
(4)

Kurucusu / Founder Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı (1913-1993) Sahibi / Owner on behalf of Atatürk Atatürk Kültür Merkezi

Culture Center adına Başkan

Prof. Dr. Osman Horata

Editörler / Editors Doç. Dr. Recep Boztemur (ODTÜ)

Uzm. Suzan Gür (AKM Uzmanı) Uzm. Alim Yanık (AKM Uzmanı)

Yazı İşleri Müdürü / Journal Ömer Çakır

Administrator

Yayın Kurulu / Editorial Board Prof. Dr. Hakkı Acun (Gazi Üniversitesi)

Prof. Dr. Ali Fuat Bilkan (TOBB ETÜ)

Prof. Dr. Nihat Boydaş (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Nurettin Demir (Başkent Üni.)

Prof. Dr. Melek Dosay-Gökdoğan (Ankara Üni.) Prof. Dr. Önder Göçgün (Pamukkale Üni) Prof. Dr. Recep Kılıç (Ankara Üni.)

Danışma Kurulu / Advisory Board Doç. Dr. Feriha Akpınarlı (Gazi Üniversitesi)

Prof. Dr. Şerif Aktaş (Gazi Üniversitesi)

Prof. Dr. Mehmet Ali Bayhan (Atatürk Üni.)

Prof. Dr. Yaşar Çoruhlu (Mimar Sinan Üni.) Prof. Dr. Remzi Demir (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Bekir Deniz (Akdeniz Üniversitesi)

Prof. Dr. Nevin Güngör Ergan (Hacettepe Üni.)

Prof. Dr. Muhsin Macit (Anadolu Üniversitesi)

Prof. Dr. Selçuk Mülayim (Marmara Üni.)

Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak (Hacettepe Üni.) Prof. Dr. Mehmet Öz (Hacettepe Üni.) Prof. Dr. Mustafa Özkan (İstanbul Üni.) Prof. Dr. Nihat Öztoprak (Marmara Üni.) Prof. Dr. İsmail Öztürk (Dokuz Eylül Üni.) Prof. Dr. Kazım Yetiş (İstanbul Üni.)

(5)

elmek erdemdergisi@gmail.com web / web www.akmb.gov.tr Süreli Yayın Dört Ayda Bir Çıkar

Abone İşleri / Subscription Vedat Demirbaş

+90 312. 284 34 41

Belgegeçer (Faks): +90 312. 284 34 23

Posta Çek Numarası 212938 ISSN 1010-867-X Kapak Tasarımı / Cover Design Grafiker® Ltd. Şti.

Sayfa Tasarımı / Page Design Grafiker® Ltd. Şti. 1. cadde 1396. sokak No: 6

06520 (oğuzlar mahallesi) Balgat-Ankara tel +90 312. 284 16 39 Pbx

faks +90 312. 284 37 27 elmek grafiker@grafiker.com.tr

web www.grafiker.com.tr

Baskı Yeri ve Tarihi / Press House and Date Grafiker® Ofset

Kazım Karabekir Caddesi Ali Kabakçı İşhanı 85/3

İskitler-ANKARA / +90 312. 384 00 18 Ankara, 16 Aralık 2011 / Ankara, 16 Dec 2011

Not: Makalelerdeki görüşlerin sorumluluğu yazarına aittir. Yazıların yayın hakkı merkezimize

(6)

Şerife Akpınar “Ki Dirler O Bizüz” Redifli Gazellerde

Divan Şairinin Kimliği 1-14

The Identity of Divan Poets in the Gazels with the Redif of

“Ki Dirler O Bizüz (That They Say That’s Us)” Dursun Ayan Endülüs Bilim Tarihçisi ve Oryantalist

Prof. Dr. Mercè Comes Maymó (1949-2010) 15-30 MERCÈ COMES MAYMÓ (1949-2010):

The Historian of Andalusian Science and Orientalist Mithat Aydın Modernleşme Çağının Bir Eğitim Kurumu:

Denizli İdadisi 31-58

An Educational Institution in the Era of Modernization:

Denizli İdadi School

Ümmühan Bilgin Topçu Cengiz Dağcı’nın Hatıralarda’sı ve

Anneme Mektuplar’ında Metinlerarası İlişkiler 83-102

The Intertextual Relations in Cengiz Dağcı’s Works,

Hatıralarda (In Memories) and Anneme Mektuplar

(Letters to My Mom)

Ali Donbay Edebiyatımızda “Mektup” Türü ile İlgili

Başlıca Çalışmalar 83-102

Major Studies on Letter as a Literary Genre in Turkish Literature

Süleyman İnan Son Osmanlı Damatlarının

Millî Mücadele’yle İlişkileri 103-146 The Relations of the Last Ottoman Son-in-Laws

with the War of Turkish Liberation

Mustafa Karabulut Edip Cansever’in “Medüza” Şiirine

Varoluşçu Bir Bakış 147-158

(7)

Algebra and in Gelenbevi’s Thought

Yayın Tanıtım / Book Review 193-198

Nevin Güngör Ergan Turhan Yörükan’ın Yeni Kitabı

“ ‘Bağlanma’ ve Sonraki Yaşlarda Görülen Etkileri” Üzerine

Ömer Çakır / Merkezimizden Haberler 199-218

(8)

ÖZ

Divan şiirinde konunun genellikle redifi belirlediği düşünüldüğünde “…ki dirler o bizüz” redifinin şiire kattığı anlam dikkat çekmektedir. Şairlerin dile getirdikleri “biz” ile divan şairinin kendisini kastetmesi fikrinden hareketle bu redifteki şiirler incelenmeye değer bulunmuştur. Şiirlerin tespitinde aynı redifli gazellerin “nazîre” olabileceğinden yola çıkılmıştır. Böylece hikemî tarzın büyük temsilcisi Nâbî’nin bu redifle yazılan şiiri model kabul edilerek; XVII. yüzyıl ve sonrasındaki “… ki dirler o bizüz” redifli gazellerden tespit edilebilenler ele alınmıştır. Klasik Türk edebiyatı geleneğinin bir parçası olan nazîreciliğe değinilirken; ortak bir zevki paylaşan şairlerin şiirleri incelenmeye ve redifin muhtevaya kattığı değer göz önüne alınarak, “biz” olarak adlandırılan şairin kimliği ortaya konulmaya çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Divan şairi, nazîre, redif, Nâbî.

ABSTRACT

The Identity of Divan Poets in the Gazels with the Redif of “Ki Dirler O Bizüz (That They Say That’s Us)”

Considering that the redif is generally determined by the topic in Turkish lyric poems, the meaning that the redif “…ki dirler o bizüz” adds to the poem draws attention. Acting through the idea that the poets have meant themselves with “we”, the poems in this redif is found to be worth studying.

In the determination of the poems, I acted from the point that the redif with same meaning might be “nazîre”. Hence, I took the major representative of the poetic philosophy, Nâbî's poems written in this

Şerife AKPINAR**

* Bu makale, “VI. Klasik Türk Edebiyatı Sempozyumu (Mine Mengi Adına), 25-27 Aralık 2010, Kayseri"de sözlü sunulan bildirinin genişletilmiş hâlidir.

** Yrd. Doç. Dr., SÜ A. Keleşoğlu Eğitim Fak., Türkçe Eğitimi Bölümü, KONYA, sakpinar07@gmail.com

(9)

61

2011 style as a model, and analyzed the gazels with redif “…ki dirler o bizüz”

in and after the 17th century. While discussing the nazire tradition of the classical Turkish literature, the study will attempt to examine the poets with a common zest, and to reveal the identity of the poet who referred himself as “we” by thinking that the redif adds value to the contents of the poems.

Key Words: Divan poet, nazîre, redif, Nâbî.

Giriş

K

lasik Türk edebiyatı geleneğinin bir parçası olan nazîre; bir şairin beğenilen bir şiirine, başka şairler tarafından aynı vezin, şekil, redif ve zaman zaman da muhteva bakımından benzer şiirler yazılması olarak tanımlanabilir. Bu gelenek, şairler için bir okul vazifesi görmüştür. Osmanlı döneminde şairler, usta-çırak ilişkisi diyebileceğimiz bu nazîre okullarında yetişmişlerdir (Kurnaz 2003: 403).

Geleneğe göre şairler, ancak şiirleri tanzîr edilirse, isimlerinin üne kavuşacağına ve şairlik güçlerinin ortaya çıkacağına inanırlardı. Diyarbakırlı Lebîb’in beyti de bu gerçeği dile getirmektedir:

Bulmak Lebîb şânı terakkî bu şi‘rimün Ahbâbdan tenezzül-i tanzîre bagludur

Lebîb G.30/5 (Kadıoğlu 2005: 466)

Şairleri, başkasının şiirini tanzîr etmeye iten sebeplere bakıldığında1 ise, bunlar; üstadın şiirini geçme arzusu ya da onu takip etmek olabilirdi. Bu iki sebebi değerlendirdiğimizde klasik edebiyat şairlerinde üstadı aşma çabasından çok kendilerini gösterme endişeleri daha öne çıkmaktadır. Ayrıca, nazîre yazmanın sebepleri arasında; meydan okumalara cevap verme isteği, dönemi arkadaşlarına dostluk gösterme gibi karşılıklı nazireleşmeler de sayılabilir. Bu duruma en güzel örneklerden biri Diyarbakırlı Âgâh ve Vâlî’nin karşılıklı nazireleşmeleri olabilir.2 Bunların yanı sıra bu geleneğin sağladığı hazır kalıp da nazîreye ilgiyi arttırmıştır. Ayrıca örneklerine az rastlanmakla birlikte usta şairlerin, gençleri teşvik etmek için onların şiirlerini tanzîr ettikleri de görülmüştür (Köksal 2006: 97-109).

Klasik Türk edebiyatının en önemli isimlerinden, hikemî tarzın büyük temsilcisi Nâbî, bu gelenek içinde şiirleri en fazla tanzîr edilen şairlerden biri olmuştur. A. Fuat Bilkan, “Nâbî” adlı eserine şairin;

1 Ayrıntılı bilgi için bk. M. Fatih Köksal, “Şairleri Nazire Yazmaya İten Saikler veya Geleneğin Gerekçeleri”, Sana Benzer Güzel Olmaz Divan Şiirinde Nazire, Ankara, Akçağ 2006, s. 97-109. 2 Ayrıntılı bilgi için bk. Şerife Akpınar,“Semerkandlı Âgâh’ın Dîvânı’nda Nazirecilik Geleneği”,

Kazakistan ve Türkiye’nin Ortak Kültürel Değerleri Uluslar Arası Sempozyumu, Almaatı, 21-23 Mayıs 2007, s. 444-4450.

(10)

61 2011

Elli yıldır ki müsellem sana seccâde-i nazm Şimdi sensin şu’arâ zümresine şeyh-i kebîr

Nâbî K.8/7 (Bilkan1997: 50)

beyti ile başlamaktadır. Bu beyt de ona niçin bunca nazîre söylendiğini doğrular niteliktedir.

Çalışmada Nâbî’nin “…ki dirler o bizüz” redifli şiiri ile ona ya da birbirlerine nazîre olduklarını düşündüğümüz Kâtib-zâde Sâkıb, Âgâh, Vâlî, Vahîd Mahtûmî, Şeyh Galib ve Muvakkit-zâde Pertev’in şiirlerinin tamamı ile Emîrî, Dürrî-i Vânî Büyük Tezkireci, Lebîb, Mucîb Kemâl, Şeyhî, Güzârî ve Emnî’nin de _şiirlerinin tam metnine ulaşılamadığı için_ tespit edilebilen beyitleri ele alınmıştır. Şekil ve muhteva özellikleri bakımından incelenen bu gazellerin aralarındaki benzerlik, müştereklik ve farklılıklar gösterilerek, şairlerin “bizüz” dedikleri “kimlik” tanımlanmaya çalışılmıştır.

Nazîre tespiti yapılırken, vezin ve kafiye-redif aynılığı yanında, muhtevadaki müşterekler, ayrıca kaynaklarda verilen bilgiler dikkate alınmıştır. Bütün bunlarla birlikte, şiirlerin nazîre olduğunu ortaya koyan başka işaretler de vardır. Tespitlerimizde özellikle kafiyenin bulunduğu kelimelerin _berbâd, mu‘tâd, cellâd, hussâd gibi_ model şiirle müşterek kullanıldığı görülmüştür. Redifin dikkat çekiciliği ve az kullanılabileceği düşünüldüğünde de nazîreleri tespit etmek kolaylaşmıştır.

Ayrıca, tanzîr edilen şiirin şairinin adının, nazîrelerde zikr edildiği de belirlenmiştir. Gazellerde Emîrî, üstat olarak Nâbî’yi kabul ettiğini açıkça dile getirirken; Dürrî, Âgâh’ın ustalığından söz etmekte; Emnî ise Nâbî ve Güzârî’nin değil Âgâh’ın izinden gittiğini belirtmektedir. Bu durum bize aynı zamanda şiirlerin tamamının Nâbî’ye nazîre olmadığını, diğer şairlerin birbirlerinin şiirini tanzîr etmiş olduklarını da göstermiştir. Zira Diyarbakırlı şair Vâlî’nin, Âgâh ile birbirlerine pek çok nazîreler söylediklerini biliyoruz. Ancak bu gazelde Nâbî ile benzer, Kâtib-zâde Sâkıb ile ise aynı mısra‘ı söylemesi hatta bu mısra‘ın Şeyh Galib’in gazelinde de yer alması kimin şiirine nazîre yazıldığı endişesini arttırmaktadır. Benzer durum Vahîd Mahtûmî’nin gazelinde de görülmektedir. Ortak kullanılan kelimeler, Nâbî’ninkinden çok Âgâh ve Sâkıb’ın şiirlerinde geçmektedir. Pertev’in şiirindeki benzerlik de daha çok Şeyh Galib iledir. Zira araştırmalar (Bektaş 2007: 46) Pertev’in bu gazelinden, Şeyh Galib’e yazılmış bir nazîre diye söz eder. Bütün bunlara rağmen şairlerin, Nâbî’nin gazelini tanzîr etmeseler bile üstadın şiirini mutlaka okumuş hatta etkilenmiş olma ihtimalinin büyük olduğu düşüncesindeyiz.

Nâbî’nin gazeli zemin şiir olarak tanımlanmadı. Zira XVI. yüzyıl şairlerinden Yakînî’nin aynı redif ve vezinde ancak farklı kafiyede bir gazeli de tespit edilmiştir. 8 beyitten müteşekkil bu gazelin maktası şöyledir:

(11)

61

2011 İy Yakînî ne bilür şânumuz erbâb-ı suver

‘Ârif-i vahdete hem-râz ki dirler o bizüz Yakînî G. 76 (Zülfe 2009: 196)

Gazel bize bu redifle yazılan ilk şiirin Nâbî’ye ait olmadığını göstermektedir. Elbette tarandığı zaman XVII. yüzyıldan önce aynı redif ve vezinle kaleme alınmış başka manzumelere de rastlanılabilir. Bu sebeple Nâbî’nin nazmını bir ara şiir ya da model şiir olarak düşünmek sanıyoruz daha doğru olacaktır. Ayrıca, araştırmalara devam edildiği takdirde, aynı vezin ve redifle yazılmış başka şiirlere de rastlanılabileceği düşüncesindeyiz.

Şekil Özellikleri

Tamamı tespit edilen “…ki dirler o bizüz” redifli gazellerden Muvakkit-zâde Pertev’in gazeli 6 beyitten, diğerleri ise 5 beyitten müteşekkildir.

Gazeller, Türk şairlerinin en çok kullandıkları (İpekten 1999: 227) remel bahrinin “fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilâtün fe’ilün” kalıbıyla kaleme alınmıştır.

Şiirlerdeki şekil özelliklerini oluşturan temel unsurlardan biri de kafiye-rediftir. Şairler, “duygu ve duyularının dünyasına bu iki unsurun imkânlarıyla girerler” (Tanpınar 1988: 20). Nazîrelerde kafiye ve redifin aynı olması yüzde yüz belirleyici bir özellik olmamakla (Köksal 2006:33) birlikte; aynı kafiye ve redifle şiir yazarak ortak bir zevki, ortak bir duyguyu paylaştıklarını gösteren şairlerin, aynı kelimelerle kafiye oluşturmaları da dikkat çekmektedir. Arapça ve Farsçadan kurulu bu ortak kelimeler ve kullanan şairler şu şekilde tespit edilmiştir:

Arapça Kelimeler: mu’tâd: Âgâh, Lebîb, Şeyh Galib, Pertev; cellâd: Nâbî, Sâkıb, Vâlî; hussâd: Nâbî, Sâkıb; îcâd: Vâlî, Dürrî-i Vânî, Güzârî, Şeyh Galib

Farsça Kelimeler: feryâd: Sâkıb, Vâlî, Vahîd Mahtûmî, Şeyh Galib, Pertev;

Hudâ-dâd: Sâkıb, Âgâh, Vahîd Mahtûmî; ber-bâd: Nâbî, Sâkıb, Vâlî; nâ-şâd:

Vâlî, Vahîd Mahtûmî; üstâd: Vâlî, Emirî, Emnî, Şeyh Galib; bî-dâd: Sâkıb, Vahîd Mahtûmî, Pertev .

Ele alınan şiirler arasında en belirgin müşterek olan redif, şiirde âhenk ve anlamın odak noktası olmuştur. Divan şiirinde konu çok kere redifi belirlerken; şiirin çağrışım dünyasını da zenginleştirmiştir (Macit 1996: 88). “…ki dirler o bizüz” redifi çalışmanın esasını oluşturmuş ve şiirin konusunun düşünülmesine yol açmıştır. Yahya Kemâl’in “Türk redifi buldu mu şiirin özünü bulmuştur” (Özbalcı 1996: 179) ifadesinden de yola çıkarak; redif olarak seçilen bu kelimelerin, “şairin ve aynı zamanda içinde yaşadıkları toplumun ruh halini de yansıttığı” (Kurnaz 1997: 265) varsayıldığında, redifin, okuyucuyu şiirde asıl söylenmek istenene götüreceği; hatta “biz” dediği şairi tanıtacağı düşünülmüştür. Ayrıca “…ki dirler o bizüz” redifi, divan şairinin kimliğini ortaya koyan aynı redifli gazellerin de âdeta başlığı olma özelliği

(12)

61 2011 göstermiştir. Ancak, muhteva özelliklerinde ayrıntılı bir şekilde değinileceği gibi Muvakkit-zâde Pertev’in gazelinde bu durum farlılık göstermektedir. Muhteva Özelikleri

Klasik Türk edebiyatı geleneği içinde XVII. yüzyıldan itibaren gazellerin konusunun değişmeye başladığı ve sosyal konuların işlendiği görülmektedir (Bilkan 1998: 160-166). Nâbî de bu yüzyılda sosyal ve siyasî hayatı şiirlerine konu etmiştir. Nâbî’nin “düşünmeye ve düşündürmeye ağırlık veren sanat anlayışı” (Mengi 1991: 131); ele alınan redifteki “biz” olanın kimliği üzerinde akıl yürütmemize sebep olmuştur. Aynı şekilde diğer şairlerin şiirlerinde de benzer düşüncenin ele alınıp alınmadığı belirlenmeye çalışılmıştır. Zira bu şiirlerin Nâbî’ye ya da birbirlerine nazîre olduğu kabul edilse de kimi araştırmacılar, şairin üstat saydığı kişinin eserinin sadece şekil özelliklerini ele aldığını, konusunu almadığını (Levend 1988:71), kimileri de şairlerin, konu bakımından yenilik getiremeyince aynı konuyu daha güzel işlemenin yollarını aradıklarını ( İsen 1997: 326) söylemektedir.

Şiirde belirli bir duygu ve düşünceye zemin hazırlayarak ona, konu bütünlüğü kazandırdığı bilinen redifin (Akün 1994: 9/402), tespit edilen şiirlerin muhtevasında ortak bir konu bütünlüğü sağladıkları düşünülmüştür.

“...ki dirler o bizüz” redifli gazellerden model şiir olarak belirlenen Nâbî’ye ait gazel şöyledir:

Mey ü mahbūb ile ber-bâd ki dirler o bizüz Fârig-i ta‘ne-i zühhâd ki dirler o bizüz Kumriveş tavk tutar gerden-i dil âhumdan Bende-i kâmet-i şimşâd ki dirler o bizüz Şevk-i Şîrîn ile biñ Kūhken olmaz hem-pâ Kūh-ı gam kesmede Ferhâd ki dirler o bizüz Nâvek-i şūhı n’ola olsa ‘ayân sînemde Siper-i gamze-i cellâd ki dirler o bizüz Nâbiyâ meclis-i ahbâbda şi‘r-i ter ile Âteş-i hırmen-i hussâd ki dirler o bizüz

Nâbî G.298 (Bilkan 1997: II/680)

Gazelin muhtevası incelendiğinde; Nâbî’nin, divan şairlerinin ortak kimliklerinden biri olan rindlikle söze başladığı görülmektedir. Zira divan şairi kendini rind sayar ve her fırsatta zahidin karşısına dikilir (Mengi 2000: 216). Genellikle pervasızdır ve rindliği ile övünür. İlk beytinde bunu vurgulayan Nâbî, sevgili ve şarapla perişan olan da; zâhidlerin ayıplamalarına karşı vurdumduymaz olan dedikleri de biziz diyerek, rind kimliğini sergilemektedir.

(13)

61

2011 O, tıpkı diğer divan edebiyatı şairleri gibi âşıktır, hem de sevgilinin kölesi olacak kadar âşıktır. “Gönül gerdanı kumru gibi âhımdan gerdanlık tutar, şimşirin boyunun kölesi dedikleri de biziz” derken, sevgilinin boyuna köle olduğunu üstelik boynunda bir nevi tasma taşıdığını dile getirmekte ve biz olanın “köle âşık” olduğunu belirtmektedir. Hatta o, en büyük âşık biziz demekten de çekinmeyecek, kendisini Ferhâdla mukayese edecektir. Elbette şairin aşkı daha üstündür, zira onun kazdığı dağ, dert dağıdır ve bin dağ kazıcı ona bu yolda, arkadaş bile olamayacaklardır. Böylece Nâbî, âşıklık mertebesini de ortaya koymaktadır. Ayrıca şair, cellat olan sevgilinin süzgün bakışlarına kendisini siper etmiş olandır ve oklar onun sinesinde açıkça görünmektedir.

Redifler kimi zaman özellikle mahlas beytinde şairin şiir anlayışını, şairlik kimliğini ortaya koyar. Nâbî de makta beytinde “Ey Nâbî, dostlar meclisinde taze şiir ile hasetlerin harmanına ateş olan, dedikleri biziz” diyerek, kıskananların harmanını ateşe verecek kadar şiirinin parlak ve yeni olduğunu dile getirmektedir. Yeni bir şeyler söylemek, divan şairi için çok önemlidir ve bu durum hasetliğe yol açar. Nâbî, bu beyti ile haset edilecek kadar güçlü bir şair kimliği ortaya koymaktadır.

Nâbî’nin şiirine nazîre olduğu düşünülen XVII. yüzyıl şairlerinden Kâtib-zâde Sâkıb Mustafa’nın gazeline bakıldığında;

Hedef-i nâvek-i bî-dâd ki dirler o bizüz Küşte-i gamze-i cellâd ki dirler o bizüz Olalı beste-i dil zülf-i girih-gîr-i bütân Ser ü sâmân gibi ber-bâd ki dirler o bizüz Nâyun olduk nefes evlâdı bu gün nâle gibi Dûdmân-zâde-i feryâd ki dirler o bizüz Mahrem-i meclis-i vuslat olalı şem‘ gibi Âteş-i hırmen-i hussâd ki dirler o bizüz Çemen-i nazmı n’ola Sâkıb’un olsa tâze Reşha-i feyz-i Hudâ-dâd ki dirler o bizüz

Kâtib-zâde Sâkıb G. 241 (Kırbıyık 1999: 536)

üstat ile benzer kelime, terkib hatta aynı mısra‘ı kullandığı görülmektedir. Araştırmacılara göre bu durum bir intihal değil, sadece etkilenmedir (Kırbıyık 2000: 183). Zira nazîre geleneğinde şiirin tanzîrleri, model alınan şiire şekil ve muhteva bakımından benzerlik gösterdiği için, kelimeler, terimler, mazmunlar açısından da ortak kullanımlar tercih edilebilir. Temelde bir şairin düşüncesinden yola çıkıp, hazır vezin, hazır kafiye-redif, hazır nazım şekli bazen de hazır konu yardımıyla birçok şair; uzak zamanlarda, uzak

(14)

61 2011 yerlerde pek çok düşünce ve hayali paylaşmışlardır. Yine bu şairler aynı sevgilinin peşinden giderken; model alınan şiirle belki aynı âşıkâne, aynı rindâne, aynı hakîmâne... duyguyla ortak bir zevki paylaşmışlardır.

Sâkıb’ın matla beyti, Nâbî’nin 4. beytiyle hemen hemen aynı kelimelerle ve aynı duyguyla kaleme alınmıştır. Sâkıb, “adaletsiz okun hedefi dedikleri biziz, celladın süzgün bakışlarıyla öldürülmüş olan da biziz” demektedir. Şair için _üstadında olduğu gibi_ sevgili cellat, kendisi de hedeftir. Sevgilinin yan bakışıyla öldürülen de şairin ta kendisidir.

Üstat, şarap ve sevgili ile perişan olmuş bir şair tasviri çizerken; Sâkıb’da bu perişanlık sevgilinin saçı karşısındadır.

Klasik edebiyat şiirlerinde zaman zaman değinilen tasavvufî söyleyişlere Sâkıb ve Şeyh Galib’in gazellerinde de rastlanılır. Sâkıb, çektiği acı karşısındaki inilti ve feryadını anlatırken; inleyiş gibi neyin nefes evladı, feryadın ise soy evladıyız demektedir. Nefes evladı olma, tasavvufî bir ifade olmakla birlikte özellikle Bektaşîlikte görülür ve temelleri İslamî inanışa göre Hz. İsa’nın doğumuna dayanır. Farklı inanışlardaki nefes evlatlığındaki ortak nokta ise çocuğun anne rahmine düşüşünü tanrısal bir güce bağlamalarıdır (Özkan 2010: 89). Sâkıb da aşk karşısında ney gibi inleyen, feryat eden bir şairdir.

Kâtib-zâde Sâkıb’ın nazîresindeki; “Âteş-i hırmen-i hussâd ki dirler o bizüz”

mısra‘ının Nâbî’ninkinin tekrarı oluşu da bir başka dikkat çeken unsurdur. Burada şair, üstadı ile aynı duyguyu paylaştığını ortaya koyarken, onun gibi kıskanılacak kadar güçlü bir şair olduğunu ifade eder.

Klasik edebiyat şairleri, geleneğe uyma temayülü göstermekle birlikte, özellikle XVII. yüzyıldan sonra şiiri şiir yapanın yeni manalar, yeni düşünceler dile getirmek olduğunu kabul etmişler ve yeni bir şeyler söyleme çabasında olmuşlardır. Nâbî’deki “taze şiir”in şairi olma çabasına diğerlerinde de rastlanılır. Bu yolda Sâkıb, Allah vergisi bereketin sızıntısıyla şiir çimenliğinde taze söyleyişleri olduğunu dile getirmektedir.

Aynı redifle gazel yazan bir başka şair de Diyarbakırlı Âgâh’tır:

Zevk-i endūh ile dilşâd ki dirler o bizüz Gâh vîrân u geh âbâd ki dirler o bizüz Günde biñ kerre bizi öldürür ihyâ eyler Küşte-i bismile mu‘tâd ki dirler o bizüz İrem-i kūyına pervâz iderüz himmet ile Bî-per ü bâl perîzâd ki dirler o bizüz

Hˇâh- nâ-hˇâh iderüz sayd-ı temennâmızı râm Zūr-ı bâzū ile sayyâd ki dirler o bizüz

(15)

61

2011 Şimdi Âgâh eser-i tab‘-ı ziyâ-güster ile

Kâbil-i feyz-i Hudâ-dâd ki dirler o bizüz Âgâh G. 137 (Akpınar 2006: 323)

“…ki dirler o bizüz” redifli gazeller incelenmeye devam edildiğinde “biz” kimliğinin ortaya çıkmasında, klasik edebiyat geleneğinin sürdürüldüğü görülmektedir. Geleneğe göre şairler, aşk yolunda eziyet çeker, ama yine de sevgiliden hiç vefa görmezler. Acılarına rağmen bu eziyetten memnundurlar. Âgâh da meslektaşları gibi kederin zevkiyle mutlu; gah yıkılmış gah ma‘mur bir şairdir. O, sevgilinin günde bin kere onu öldürüp diriltmesine; boğazlanarak öldürülmeye alışıktır. Âgâh, sevgilinin vefasına da cefasına da alışmış bir divan şairidir. Yine Âgâh, “biz” dediği şairi, kimi zaman bir peri çocuğu kimi zaman da bir avcı olarak görür.

Âgâh, şairlik gücünü dile getirdiği son beytinde, “ışık yayan bir tabiatın eseriyle Allah vergisi bereketi kabul eden dedikleri biziz” diyerek kendi övgüsünü yapmaktadır. Şair, Sâkıb ile benzer bir mısra‘ kullanarak da onunla ortak bir zevki paylaştığını ortaya koyar.

Âgâh’ın şiirini tanzîr ettiğini düşündüğümüz Dürrî-i Vânî şu beyti ile;

Dürriyâ vâli-i mülk-i suhan olsun Âgâh Şâ‘ir-i nâdire-îcâd ki dirler o bizüz

Dürrî-i Vânî Büyük Tezkireci (Alî Emîrî 1321: 56)

Âgâh’ın üstatlığını kabul ederek; kendisini nadir buluşları olan bir şair olarak tanıtmaktadır.

Bir diğer nazîre de Diyarbakırlı Vâlî’nin gazelidir:

Her zamân hecr ile nâ-şâd ki derler o bizüz Nâle vü âhda üstâd ki derler o bizüz Ederüz şem‘-sıfat cismümüzi hakister Şu‘le-i âh ile ber-bâd ki derler o bizüz Çeşm-i pür-fitne vü sehhâr ki derler sensin Küşte-i gamze-i cellâd ki derler o bizüz Ne gülün vaslına erdük ne gülistân gördük Bülbül-i bîhude-feryâd ki derler o bizüz Vâliyâ zemzeme-i şi‘r ile pey-revlükde Şâ‘ir-i mu‘cize-îcâd ki derler o bizüz

Vâlî G. 169 (Koncu 1998: 408)

Vâlî’de karşımıza çıkan mutsuzluğun sebebi, ayrılıktır. O, bu dertle âh edip inlemede usta olmuştur. Mum gibi eriyip küle dönen şair, çektiği âhın aleviyle perişan olmuş bir âşıktır.

Nâbî ve Sâkıb’ın şiirlerinde, sevgilinin cellat olarak vasıflandırılmasına Vâlî’nin gazelinde de rastlanılmaktadır. Onun şiirinde yer alan;

(16)

61 2011

“Küşte-i gamze-i cellâd ki derler o bizüz

mısra‘ı, Nâbî’nin mısra‘ının benzeri, Sâkıb’ınkinin ise aynısıdır. Şair, geleneğe uygun olarak sevgilinin gözünün fitne ve büyü ile dolu olduğunu dile getirirken; “cellat olan sevgilinin süzgün bakışıyla öldürülen dedikleri de biziz” der. Bu mısra‘ bizde, Vâlî’nin Nâbî’nin gazelini model almakla birlikte Sâkıb’ın şiirini de okumuş olabileceği izlenimi uyandırmıştır.

Vâlî, ayrıca divan şiirinin en meşhur mazmunlarından olan gül-bülbül ilişkisine de değinirken; biz dediği şaire, güle asla kavuşamamış, boşuna feryat eden bir bülbül kimliği yüklemektedir.

Şairlerin şiirlerindeki “taze söyleyiş” çabaları, Vâlî’de “mucize buluşlara” dönüşmüştür. O, “şiirin âhengiyle birinin izinden gitmede, mucize buluşları olan şairiz” demekte ve peşinden gidilecek, şiirleri tanzîr edilecek bir şair kimliği sergilemektedir.

“…ki dirler o bizüz” redifiyle şiir söyleyen şairlere bakıldığında önemli bir kısmının Diyarbakırlı olduğu dikkat çekmektedir. Bu durum, Nâbî’nin Diyarbakır’daki şuara toplantılarına katılmasıyla ve Âgâh’ın o bölgede üstat olarak kabul edilmesiyle açıklanabilir. Zira şairlerin kendileri de beyitlerinde Nâbî ve Agâh’ı usta olarak kabul ettiklerini sıkça dile getirmektedirler:

Pey-rev-i Nâbiyüz ammâ ki Emîrî sözde Feyz-i perverde-i üstâd ki dirler o bizüz

Emîrî-i Âmidî (Alî Emîrî 1321: 56)

Emîrî, Nâbî’nin izinden gittiğini ve üstadın bereketiyle beslendiğini belirtirken;

Emnî-i Âmidî;

Olmazuz pey-rev-i Nâbî vü Güzârî Emnî Pey-rev-i Âgah-ı üstâd ki dirler o bizüz

Emnî-i Âmidî (Mehmed Sirâceddin 1994: 82)

beytiyle, Nâbî ve Güzârî’nin değil Âgâh’ın izinden gidenleriz diyerek, kimin şiirine nazîre söylediğini de açıkça ortaya koymaktadır.

Cevr-i ebrûsuna mu’tâd ki derler o biziz Murg-i hasret-keş-i sayyâd ki derler o biziz Günde biñ tîşe-i gam darb ideriz sînemize 3

Bîsütūn-ı dile Ferhâd ki derler o biziz Lebîb-i Diger (Sâlim 198a)

Sevgiliden gelen eziyete, Diyarbakırlı Lebib de alışmıştır. O, “kaşının eziyetine alışık olan da; avcının hasretini çeken kuş dedikleri de biziz” diyerek, klasik edebiyat geleneğine uygun bir şair portesi çizmeye devam eder. Ayrıca,

(17)

61

2011 Nâbî’nin âşıklığını Ferhâd ile kıyaslamasına, Lebîb’in şiirinde de rastlanılır. O, “Sinemize günde bin kere gam taşı vururuz; gönül Bîsütûn’una Ferhâd dedikleri biziz” sözleriyle, kendisini Ferhâd’ın kimliğiyle özdeşleştirir.

Eşkümüz rūd-misâl itmedeyüz her serve Hem ser-i Dicle-i Baġdâd ki dirler o bizüz

Mucîb Kemâlî-i Âmidî (Alî Emîrî 1321: 56)

Geleneğe göre, divan şairinin payına hüzün ve ağlamak düşmektedir. Mucîb Kemâlî, “gözyaşımızı akarsu gibi her serve akıtmaktayız, Bağdat’ın Dicle’sinin başı dedikleri biziz” mısra‘ıyla mübalağalı bir şekilde ağlayan bir şairi, tasvir etmektedir.

Baş egüp baña külâhî vü şikârî didiler Hâne-i tab‘uña ırġâd ki dirler o bizüz

Şeyhî (Alî Emîrî 1321: 57)

Nâbî’nin gazelindeki “biz” olan “şair”, boynuna tasma geçirilmiş bir köle iken; Şeyhî’de sevgilinin yaradılış evine ırgat olur.

Biz Güzârî kulunuz ey şeh-i hurşîd-cemâl Şâ‘ir-i dehr-i nev-îcâd ki dirler o bizüz

Güzârî-i Âmidî (Mehmed Sirâceddin 1994: 82)

Yine Güzârî, sevgilinin kulu kölesi oluşuna değinmekle birlikte; yeni şeyler söylenen bir dünyanın şairiyiz diyerek de şairlik gücünü ortaya koymaktadır.

Sitem ü cevrüne mu’tâd ki dirler o bizüz

Perveriş-yâfte-i dâd ki dirler o bizüz Gülmedük ‘aşka düşelden elem-i hecrün ile Bir bölük ‘âşık-ı nâ-şâd ki dirler o bizüz Râh-ı ‘aşk içre bize nâle olupdur rehber Ceres-i kâfile feryâd ki dirler o bizüz Ġam-ı aġyâr ile olsak n’ola kūyuñda mukîm Sâkin-i kişver-i bî-dâd ki dirler o bizüz Bakmazuz zîver-i meşşâta-i bî-veche Vahîd Mâ’il-i hüsn-i Hudâ-dâd ki dirler o bizüz

Vahîd Mahtûmî G. 96 (Kahraman 1995: 650)

Vahîd Mahtûmî de diğerleri gibi sevgilinin eziyetine de sitemine de alışmıştır. O farklı olarak; bu yolda yalnız olmadığını, derdine diğer divan şairlerinin de ortak olduğunu özellikle belirtmiştir. “Ayrılığın derdiyle aşka düşeliden beri hiç gülmeyen bir bölük âşık dedikleri biziz” diyen şair, “biz” kelimesindeki kimliği açıkça ortaya koymuştur. Derdini anlatmaya devam eden şaire, çıktıkları bu aşk yolculuğunda inilti, rehber olmuştur. Kendileri ise feryat kafilesinin çıngırağıdırlar. Ayrıca Vahîd Mahtûmî, sevgilinin ellere gösterdiği ilgiyi kendisine dert edinir ve bu durumu adaletsizlik olarak

(18)

61 2011 yorumlar. Genel temayüle uyarak da, sevgili ve rakibin karşısında şairi, adaletsiz ülkenin sakini olarak görür.

Sâkıb ve Âgâh’ın şairlik güçlerini ortaya koyarken söz konusu ettikleri “Allah vergisi bereket”, Vahîd Mahtûmî’de “Allah vergisi güzellik” olarak görülür. Şair, “sebebsiz gelin süsleyen kadının süsüne bakmayız, Allah vergisi güzelliğe meyl eden dedikleri biziz” mısra‘larıyla sevgilin doğal güzelliğini dile getirmektedir.

Kûşte-i gamze-i cellâd ki derler o biziz Nûş-ı hûn-ı dile mu’tâd ki derler o biziz Sîne pür-âteş ü dil gevher-i aşk ile tolu Berk-hîz ebr-i güher-zâd ki derler o biziz Nâ-resâ mısra‘-ı bercestemize çûb-i Kelîm Kâdir-i sihr-i nev-îcâd ki derler o biziz Bî-vücûduz yine berbâd-kün-i mülk-i gamız Neydeki âteş-i feryâd ki derler o biziz Es’adâ ma‘ni-i nev tıfl-ı nev-âmûz bize Fenn-i endîşede üstâd ki derler o biziz

Şeyh Galib G. 122 (Kalkışım 1994: 318)

Şeyh Galib’in gazelinin ilk mısra‘ı, Vâlî ve Sâkıb’ın gazellerinde de yer almıştı. Ancak Sâkıb ve Şeyh Galib’in ortak mısra‘ının, matla beytinde olması dikkat çekicidir. Bu durum, matla beyitlerindeki benzeşmenin nazîrelerin tespitinde ve değerlendirilmesinde önemli bir ipucu olduğu(Arslan 2007: 80) düşüncesini doğrular niteliktedir.

Divan şiirinin son büyük temsilcisi olarak kabul edilen şair, kendisinden önceki şairler gibi aşk yolunda eziyet çekmeye devam edecektir. Yine cellat olan sevgilinin süzgün bakışıyla öldürülen şairler, gönül kanını içmeye de alışmışlardır. Sineleri ateşle, gönülleri de aşk cevheriyle doludur. “Şimşek atan, cevherden doğan bulut dedikleri biziz” diyen Şeyh Galib, seçkin mısra‘ını Hz. Musa’nın sopasıyla mukayese edecek kadar da şairliğine güvenir. Zira o, “yeni buluşlar sihrinin kudret sahibi biziz” demektedir.

Şeyh Galib de Sâkıb gibi ney ve feryat kelimeleri etrafında duygularını dile getirmiştir. O, nefsinden sıyrılarak, neyin sesinin yakıcılığı ile kendisini bütünleştirmiş ve mutasavvıf bir kimlik sergilemiştir

Ayrıca şair, yeni manaların ona acemi çocuk olduğunu söylerken; düşünce ilmindeki ustalığını da dile getirir.

Ele alınan “…ki dirler o bizüz” redifli gazeller, klasik edebiyatın genel temayülüne uyarak, âşığın dilinden kaleme alınmışlardır. Dolayısıyla âşığın söz konusu ettiği “biz”de, şairin kendisini görmek mümkün olmuştur. Ancak Muvakkit-zâde Pertev’in şiirinde bu durum farklılık göstermektedir. Şair,

(19)

61

2011 şiirini _örneğine az rastlanılmakla birlikte_ ma‘şûğun dilinden yazmıştır. Bu durumda gazeldeki “biz” âşık şair değil sevgilidir. Pertev’in gazeli, diğer gazellerde âşığın dile getirdiklerine, sevgilinin bir nev’i cevabı niteliğindedir.

Husrev-i mülket-i bî-dâd ki dirler o bizüz Mâ’il-i nâle vü feryâd ki dirler o bizüz Reg-i çeşm-i dil-i ‘uşşâkı iden hûn-efşân Neşter-i gamzesi fassâd ki dirler o bizüz Gitmeyüp şâh-reh-i semt-i fedâya aslâ Bendesin itmeyen âzâd ki dirler o bizüz Dâmen-i mîvesine dest-i emel nâ-reste Kâmeti ‘ar‘ar u şimşâd ki dirler o bizüz İltifâta nigeh-i hışmını hem-reng idici Mâhir-i san‘at-ı ezdâd ki dirler o bizüz Yalınız Pertevi dil-hûn iderüz zann itme Sitem-i ‘âşıka mu‘tâd ki dirler o bizüz

Muvakkit-zâde Pertev (Bektaş, 2007: 250)

Gazellerde âşığın uğradığı adaletsizliği konu edinen şairler, ya Sâkıb’da olduğu gibi adaletsizlik okunun hedefidirler ya da Vahîd Mahtûmî gibi adaletsizlik ülkesinin bir sakinidir. Pertev’in gazelinde ise “adaletsiz memleketin padişahı” olan, sevgilidir.

Nâbî, Sâkıb, Vâlî, Şeyh Galib; cellat olan sevgilin süzgün bakışlarının hedefi olup, bu bakışla öldürülürken, Pertev’deki “biz”, o süzgün bakış bıçağını elinde tutan cerrah, yani sevgilinin ta kendisidir.

Divan edebiyatında âşıklar, sevgiliden hiç vefa görmediklerinden dolayı şikâyetçidir. Pertev, şiirinde sevgiliye bunu doğrulatır. Zira o, hiç feda semtine uğramadığını, köle âşıklarını asla azat etmediğini açıkça söyler. Ayrıca o, gönül almakla kızgın bakışı bir edecek kadar da karşıt sanatlarda ustadır. Böylece vefasız sevgili kimliğini sergiler.

Nâbî’nin “biz” dediği, şimşir ağacının boyunun kölesi iken; Pertev’deki “biz”, o şimşir ağacının boyudur.

Pertev’in gazeli dışındaki “…ki dirler o bizüz” redifli gazeller boyunca şairler; âşığın, sevgiliden gelen eziyete ve vefasızlığa alıştığını söz konusu ederler. Pertev ise sevgilinin, âşığın sitemine alıştığını söylemektedir. Bu, divan edebiyatı geleneği içinde nadir bir söyleyiştir. Zira Pertev, durumu sevgili açısından değerlendirmektedir. Nitekim sevgilinin vefasızlığını dile getirip duran âşığın sözleri de sevgili için bir sitem sayılacağı düşünülebilir.

Muvakkit-zâde Pertev gazelindeki “biz”, şairin kimliğini sergilemediği için olsa gerek, şiirde şairlik gücüne yer verilmemiştir.

(20)

61 2011 Şair, ele alınan diğer şiirlerle aynı vezin ve redif ile ancak farklı ve nadir bir bakış açısıyla şiirini kaleme almıştır.

Sonuç

Sonuç olarak, tespit edilen şiirlerden Nâbî’nin gazeli, model şiir olarak görülmekle birlikte; diğerlerinin de birbirlerinden etkilendikleri ve birbirle-rinin şiirini tanzîr ettikleri anlaşılmıştır.

Bu nazîrelerin genelindeki ortak noktayı ise _vezin, kafiye-redif gibi benzerlikleri yanı sıra_ “…ki dirler o bizüz” redifindeki “biz” kimliği oluşturmaktadır. Gazellerin muhtevalarına bakıldığında “biz” olanın klasik edebiyat geleneği içindeki “şair”in kendisi olabileceği düşünülmüştür. Zira, divan şairi de söz konusu şiirlerdeki “biz” gibi rinddir, sevgili karşısında daima eziyet çeken bir âşıktır. Çektiği acılara yanar, inler ve perişan olur. Sevgili ona hiç adil davranmaz. Ancak sitem etse de bu ıstıraptan memnundur. O, kimi zaman Ferhâd kimi zaman bülbüldür. Sevgiliden gelecek vefaya da cefaya da alışıktırlar. Ancak bu aşk yolunda yüzleri gülmeyen bir bölük âşık dedikleri de bu şairlerin ta kendisidir. Mutasavvıf kimliği ile de karşımıza çıkan bu şairler, kıskanılacak kadar yakıcı ve taze şiir söylerler. Onlardaki bu yetenek ise Allah vergisidir.

Pertev’in şiiri dışında söz konusu edilen mısra‘lar boyunca şairler, “…ki dirler o bizüz” redifinin önünü, divan şairinin vasıflarıyla beslemişler ve hep bir ağızdan, paylaştıkları ortak zevkle “dedikleri o kişi, biz divan şairiyiz” diye seslenmişlerdir.

Muvakkit-zâde Pertev’in gazelindeki “biz” ise ma‘şūktur. O, şairlerin karşısına sevgiliyi seslendirerek çıkmış ve naziresiyle bir yerde âşık şairlere cevap vererek “dedikleri o kişi biz, sevgilileriz” diyerek, klasik edebiyatta örneğine az rastlanır bir gazel ortaya koymuştur.

Kaynaklar

Akpınar, Şerife (2006), Âgâh Dîvânı ve İncelenmesi, Selçuk Ü, Sosyal Bilimler Ens., Basılmamış Doktora Tezi, Konya.

Akpınar, Şerife (2007), “Semerkandlı Âgâh Dîvânı’nda Nazirecilik Geleneği”, Uluslar

Arası Kazakistan ve Türkiye’nin Ortak Kültürel Değerleri Sempozyumu, Almatı, s.

444-4450.

Akün, Ömer Faruk (1994), “Divan Edebiyatı”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 9, İstanbul, s. 389-427.

Alî Emîrî, Tezkîre-i Şu’arâ-yı Âmid, C.I, İstanbul, 1321.

Arslan, Mustafa (2007), “XVI. Yüzyıl Anadolu Sahasında Nevâyî’nin Önemli Takipçisi: Muhyî ve Nazireleri”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, C. 4, S. 1, s.64-85. Bektaş, Ekrem (2007), Muvakkit-zâde Pertev Dîvânı, Malatya.

(21)

61

2011 Bilkan, A. Fuat (1998), Nâbî Hikmet Şair Tarih, Ankara: Akçağ Yay.

ekitap.kulturturizm.gov.tr, Yakînî Divanı, (Haz.Ömer Zülfe), 04.11.2010, 15.30. İpekten, Haluk (1999), Eski Türk Edebiyatı Nazım Şekilleri ve Aruz, İstanbul: Dergah Yay. İsen, Mustafa (1997), Ötelerden Bir Ses, Ankara: Akçağ Yay.

Kadıoğlu, İdris (2005), Diyarbakırlı Lebîb Hayatı, Edebî Kişiliği, Eserleri ve Divanı, Malatya: Dicle Üniversitesi Yay.

Kahraman; Bahattin (1995), Vahid Mahtumi Hayatı Eserleri, Edebi Kişiliği ve Eserlerinin

Tenkidli Metni, Selçuk Ü, Sosyal Bilimler Ens., Basılmamış Doktora Tezi, Konya.

Kalkışım, Muhsin (1994), Şeyh Galib Divanı, Ankara: Akçağ Yay.

Kırbıyık, Mehmet (1999), Kâtib-zâde Sâkıb Mustafa Hayatı, Eserleri Edebî Kişiliği ve Dîvânı’nın

Tenkîdli Metni, Selçuk Ü, Sosyal Bilimler Ens., Basılmamış Doktora Tezi, C. II,

Konya.

Kırbıyık, Mehmet (2000), “Kâtib-zâde Sâkıb Mustafa Hayatı, Eserleri Edebî Kişiliği”,

AÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 15, Erzurum, s. 153-187.

Koncu, Hanife (1998), Vâlî Dîvânı, Marmara Ü, Türkiyat Araştırmaları Ens., Basılmamış Doktora Tezi, C. II, İstanbul.

Köksal, M. Fatih (2006), Sana Benzer Güzel Olmaz Divan Şiirinde Nazire, Ankara: Akçağ Yay. Kurnaz, Cemal (1997), “Divan Şiirinde Belge Redifler”, Divan Edebiyatı Yazıları, Ankara:

Akçağ Yay.

Kurnaz, Cemal (2003), “Osmanlı Şair Okulu”, Journal of Turkish Studies TUBA, 27/ II s.403-420.

Levend, A. Sırrı (1988), Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. Macit, Muhsin (1996), Divân Şiirinde Âhenk Unsurları, Ankara: Akçağ Yay.

Mehmed Sirâceddin (1994), Mecma’l-Şu‘arâ ve Tezkire-i Üdebâ, (Haz. Mehmet Arslan), Sivas.

Mengi, Mine (1991), Divan Şiirinde Hikemî Tarzın Büyük Temsilcisi Nabi, Ankara: AKM Yay.

Mengi, Mine (2000), Divan Şiiri Yazıları, Ankara: Akçağ Yay.

Özbalcı, Mustafa (1996), Yahya Kemâl’in Duygu ve Düşünce Dünyası, Ankara: Akçağ Yay. Özkan, Tuba S. (2010), “Bamsı Beyrek ve Bey Böyrek Anlatılarında Arketipik İmgeler”,

Millî Folklor, Yıl 22, S. 85, s. 81-90.

Sâlim Efendi (2005), Tezkiretü’ş-Şu’arâ (Haz. Adnan İnce), Ankara: AKM Yay.

Tanpınar, A. Hamdi (1988), 19 uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul: Çağlayan Basımevi.

(22)

ÖZ

Prof. Dr. Mercè Comes Endülüs matematiksel coğrafyası, astronomi-si ve Arap dili ve bilimi konularında Barselona Üniverastronomi-siteastronomi-si’nin seçkin öğretim üyelerindendi. Şubat 2010’da vefatından önce aşağıda belir-tilen kurumlarda görev aldı, yöneticilik yaptı: Uluslar Arası Bilim Ta-rihi ve Felsefesi Birliği (International Union for the History and Phi-losophy of Science) (UHPS), Uluslar Arası Bilim Tarihi Akademisi (In-ternational Academy of History of Science), İslam Toplumları Bilim ve Teknoloji Tarihi Komisyonu (The Commission on History of Science and Technology in Islamic Societies) (CHSTIS), Katalan Araştırmaları Enstitüsü (Institut d’Estudis Catalans) (IEC). Prof. Mercè Comes’in son çalışması Akdeniz haritalarını konu alan İspanya Kültür Bakanlığı’nın “Cartografía náutica árabe en el contexto mediterráneo (ss. XIII - XVI), influencias entre oriente y occidente” adlı projesi olmuştur.

Bu yazıda okuyucu Prof. Comes’in yayınlanan çalışma ve çevirilerinin bir listesini bulacaktır.

Anahtar Kelimeler: Merce Comes Maymo, bilim tarihi, Endülüs,

mate-matiksel coğrafya, Akdeniz İslam haritacılığı.

ABSTRACT

MERCÈ COMES MAYMÓ (1949-2010): The Historian of Andalusian Science and Orientalist

Professor Mercè Comes Maymo was a distinguished scholar at Barce-lona University on mathematical geography, astronomy, and Arab lan-guage and science of Andalusia. Before her death in February 2010, she was either a member of the administrative board or the chair of the

Dursun Ayan**

* Bu metnin hazırlanmasında aşağıdaki kaynaklardan yararlanılmıştır.

Julio Samsó, Roser Puig, “In Memoriam Mercè Comes(8.5.1949-26.2.2010)” Suhayl (Internati-onal Journal for the History of the Exact and Natural Sciences in Islamic Civilisation), 9, yıl 2009-2010, (s. 215-217); Miquel Forcada, “Necrológias Mercè Maymó (1949-2010) in Memori-am”, Anaquel de Estudios Árabes, 21, 2010, (s. 301-302). Ayrıca katkılarından dolayı Jordi Prat ve Monica Herrera-Casais’ya teşekkür ederim.

(23)

61

2011 following institutions: the International Union for the History and Phi-losophy of Science (UHPS), the International Academy of History of

Science, the Commission on History of Science and Technology in Is-lamic Societies (CHSTIS), Institut d’Estudis Catalans, (IEC) (The Insti-tute for Catalan Studies). Professor Mercè Comes’ last study was the project of Spanish Culture Ministry titled “Cartografía náutica árabe en el contexto mediterráneo (ss. XIII - XVI), influencias entre oriente y oc-cidente”.

This study will present Professor Mercè Comes’ summarized biog-raphy, full list of her studies and translations to the Turkish readers.

Key Words: Merce Comes Maymo, history of science, Andalusia,

mat-hematical geography, Mediterranean Islamic cartography. A. Giriş

B

urada vefat haberini duyurup kendisi ve eserleri hakkında bilgi verdiğim Prof. Dr. Mercè Comes matematiksel coğrafya ve astrono-mi alanlarında bilim tarihçisi ve arabist olarak Barselona Üniversi-tesi Semitik Diller Filolojisi Bölümü Arap ve İslam Araştırmaları alanında öğretim görevlisiydi. Barselonalı Katalan kökenli biri olarak bu şehirde doğdu ve uzun yıllar ailesi, Avrupa’nın kıdemli bilim ocaklarından Barselo-na Üniversitesi ve İspanya entelektül tarihi için emek verdiği BarceloBarselo-na’da vefat etti. Evinin bulunduğu Valldoreix semtinin mezarlığına defnedildiğini ailesinden öğreniyoruz.

Vefat ettiğinde International Union for the History and Philosophy of Science (UHPS) (Uluslar Arası Bilim Tarihi ve Felsefesi Birliği)1 başkan yardımcılığı, International Academy of History of Science’ın (Uluslar Arası Bilim Tarihi Akademisi) üyeliği,2 The Commission on History of Science and Technology in Islamic Societies (CHSTIS), (İslam Toplumlarında Bilim ve Teknoloji Tarihi Komisyonu) başkanlığı görevlerinde bulunuyordu. Ayrıca İspanya Kültür Bakanlığı’nın yürüttüğü “Cartografía náutica árabe en el contexto mediterráneo (ss. XIII - XVI), influencias entre oriente y occidente”

1 Union for the History and Philosophy of Science (UHPS)’ın başkanlığını 2001-2005 yıllarında Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu, yine Türk bilim adamlarından Prof. Feza Günergun 1994-2001 yıl-ları arasında aynı kuruluşun “Bilim ve Teknoloji Tarihi Komisyonu” başkan yardımcılığını yü-rütmüştür.

2 International Academy of History of Science’ın kuruluşu 1927 sonlarına denk geliyor. Kuru-cusu Roma Üniversitesi hocalarından Prof. Dr. Aldo Mieli, (1879-1950, ilk şekillenişinde (The International Committee of Historical Sciences) olarak gündeme geliyor ve sonra bugünkü adını alıyor. Akademinin ilk Türk üyesi Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı (1913-1993) 1957’de muha-bir üye, 1961’de tam üye oluyor ve 1962’den sonra üç yıl başkanlığını (vice-president) yapı-yor. Türkiye’den ikinci isim olarak Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu 1995’de muhabir, 1999’da tam üye olup Akademi’nin başkanlığını yapıyor. Ayrıca 2008’de Akademi’nin verdiği Alexand-re Koyré Madalyası’na layık görülüyor. Üçüncü isim olarak İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mustafa Kaçar 2007’de Akademi muhabir üyeliğine kabul ediliyor.

(24)

61 2011 başlıklı Akdeniz ve Arap deniz haritacılığı konulu projenin yürütücülüğünü yapmaktaydı. Katalanların önemli bilim kurumlarından olan Institut d’Estudis

Catalans (IEC), (The Institute for Catalan Studies/Katalan Araştırmaları

Enstitüsü) çalıştığı kurumlardan birisiydi ve bu kurum tüm yönleri ile Katalan kültürünü inceliyor, Katalancanın geliştirilmesi ile ilgileniyordu. Bir kaç kurumda daha önemli görevler alan Comes, uluslar arası entelektüel kimliğe sahip birisi olarak, yabancı diller konusunda oldukça iyi bir birikime sahipti:

Türkiye’de Endülüs ve Oryantalizm Algısı İçin Bir Kaç Not

İslam entelektüel tarihi ve Arap dili konusundaki çalışmalarıyla seçkinleşen Prof. Dr. Comes uluslar arası bilim tarihi ve İslam araştırmaları derneklerinin ve kendi üniversitesinin önemli doğu bilimcilerinden (oryantalist) birisiydi. Bu nedenle bu metni ele alırken bilim ve Endülüs tarihi ile ilgilenmeyen okuyuculara dipnotlarda bazı bilgiler vermeyi yerinde gördük. Çünkü bilim tarihinin Türkiye’de resmî bir kürsü olarak kurulması çok eskilere gitmemekte, meslekten olmayan okuyucu öbeğinin bilimsel kültürle, entelektüel hayatın bu yönü ile ilgisi göreli olarak zayıf kalmaktadır. Türkiye’de bilim tarihi son yirmi beş yıldır daha çok ve sistemli olarak gündeme gelse de bilimsel bilgi halk öbekleri için sosyolojik dolaşımda pek ilgi görmemektedir. Genç bilginlerin yetişmesinde bilim tarihinin ve bilimle ilgilenen üniversite ve üniversite dışı kuruluşların, bilimsel kültürün yayılması adına, farkındalığı ve bilimsel bilginin gündelik hayatta ifade edilmesi oldukça önemlidir. Bu nedenle bu yazının bir amacı Prof. Mercè Comes ile arkadaşlığım ve bilim tarihi okumalarım ise diğeri de bilimsel bilginin ve “bilimsel bir meslek olarak oryantalizmin” düşünce hayatımızda biraz daha duyurulması ve yanlış anlaşılan “ideolojik oryantalizmden” ayrılmasıdır.

Türkiye genelinde İspanya ve Barselona denilince ilk akla gelen futboldur. Cervantes ve Nobel ödülü alan yazarlar buraya eklenebilir. Endülüs denilince de Yahya Kemal’in “Endülüs’te Raks” şiiri, Flamenko icraları ve Elhamra Sarayı akla geliyor. Tarih bilgimizin metinlere değil de romantizme ve ideolojiye dayanmasından olacak ki Ziya Paşa’nın Endülüs Tarihi bile ilk basımından ancak 120 yıl sonra ikinci kez yayımlanabilmiştir.3 Bu arada İspanyol filolojisi ve tarihi çalışan akademisyenlerin yazdıkları en somut kazanç oldu. Ertuğrul Önalp’ın, biraz daha genişletilmesini beklediğimiz İspanyol edebiyatı4, Mehmet Özdemir’in ve diğer bir kaç akademisyenin Endülüs siyaset, bilim ve sanatına ilişkin çalışmaları kendini gösterdi.

3 Ziya Paşa, Endülüs Tarihi, Selis yay., 2004, İstanbul.

(25)

61

2011 Barbaros Hayrettin ve iki yüz yıllık denizcilik tarihi ile ilgili İspanyol belgeleri Deniz Kuvvetleri Komutanlığınca yayınlandı.5 Amin Maalouf’un Afrikalı Leo’su tarihi roman türünde, Rifat Bali’nin çalışmaları ise Türk ve İspanya Yahudileri (Sefaridler) ve Ladino lehçesi hakkında hemen akla gelmektedir.6 Son zamanlarda bu ilgi genel tarih ve edebiyat çalışmaları ile genişlerken yazımız açısından öncelikle belirtmek gerekir ki bilim ve felsefe tarihi çalışmaları ve çeviriler, göreli olarak romantik ve ideolojik ele alınan uygarlıklar arası etkileşim tartışmaları,7 İslam ansiklopedi (leri) (MEB, TDVIA) nin ele aldığı Endülüslü bilginler ve düşünürler hakkındaki monografiler bunda önemli oldu. İbn Haldun en bilinen, en çok incelenen düşünür olarak tarihçilerin ve sosyologların uzun bir süre ilgisinde kaldı; Mukaddime’nin dört değişik çevirisi yapıldı. İbn Rüşd (Averos) tasavvuf çevrelerinden ilgi görmese de felsefe tarihinde dar ama uzmanlık gerektiren ilgiyi görüyor. Endülüs İslam uygarlığından medyatik ve/ya ideolojik amaçlı söz açanlar bir iki filozof ismi ansalar da vurgu Muhyiddin ibn Arabî üzerinedir. İbn Hazm

Güvercin Gerdanlığı (Tavk’ul-Hamame) ile gündeme geldi, İbn Bacce (Avempace/

Aven Pace) ve İbn Tufeyl (Abentofail) İslam düşüncesinde marjinal kalan evrim konusuyla anılabildiler. İslam düşüncesi ile ilgisi yabana atılmaması gereken Yahudi filozof Maymonides (Mûsâ ibn Maymûn/Rambam) teolojik ve ideolojik olarak geri koşunda kalıyordu.

2000’li yıllarda Türkiye’de bir kaç güncel ve siyasal sima Endülüs cazibesi için popüer ilginin itici gücü olurken tasavvuf Endülüs tarihi açısından da öndeydi. Muhyiddin ibn Arabî hakkında yapılan çalışmalar, çeviriler Endülüs’ü hatırlatmadan muhayyel bir tasavvuf ülkesi ile Türk tasavvuf okuyucusunu büyülemeye devam etmektedir. Bu, tasavvuf tarihi ve Muhyiddin ibn Arabî monografilerini verimli noktalara getirdi, yayınlar yapıldı.

İslam uygarlığı kavramı son yıllarda bilim ve edebiyat tarihinden nispeten uzak olarak siyasal ve ideolojik ele alındı. Endülüs gibi bir İslam birikiminin, bugün siyasal olarak var olmayan bu devletin, tarihin bulutları, Elhamra’nın taşları, Kurtuba’nın sokakları, II. Beyazıt’a sunulan Endülüs Mersiyesi’nin dramatik mısraları ve Türkiye’ye getirilen Musevî Cemaat ile İspanya’da kalan Moriskosların hüzünlü anıları arasından çıkartılması gerektiriyordu.

5 Muzaffer Arıkan-Paulino Toledo, XIV.- XVI. Yüzyıllarda Türk-İspanyol İlişkileri ve Denizcilik Tarihimiz ile İlgili İspanyol Belgeleri (Las relaciones Turco-Españolas en los siglos XIV y XVI. Documentos Españolas relativos a la historia naval Otomana), Genelkurmay Başkanlığı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yay., Ankara 1995.

6 Bir kaynakça verme amacımız olmadığı için birkaç eseri ve araştırmacıyı hatırlatabildim. 7 Dursun Ayan, “Uygarlıklar Arası Entelektüel Bayrak Takımı”, Düşünen Siyaset, Sayı. 17,

(26)

61 2011 Pek çok insanın emek verdiği bu iş, Türk entelektüel hayatı için hâla önemli ve büyük bir iş olmayı sürdürmektedir. Endülüs bilimi bu açıdan önemlidir.

Son yıllarda turizm etkinliği olarak İspanya gezileri arttı, yerli ve yabancı belgesel filmler ekrana yansımaya başladı. Örneğin, bu film ve fotoğraflarda bugün ayakta kalan Kurtuba Camisi (La Mezquita), Elhamra Sarayı gözle görülüyor, ama burada cami yapanların, namaz kılanların Kıbleyi nasıl belirlediklerini, namaz vakitlerini nasıl ayarladıklarını merak etmiyordu. İşte yazımızın konusunu oluşturan Prof. Comes ve onun çevresinde andığımız matematiksel coğrafya ve astronomi tarihçisi meslektaşları, ilgili kurum ve kuruluşlar bu konuyla ilgilidir. Onu ve çalışma konularını Türk okuyucuya bilimsel bilgi, entelektüel kültür açısından, oryantalizm kavramına da değinerek, kısaca duyurmak gerekiyordu.

Prof. Mercè Comes Batıdaki bir İslam coğrafyasının bilim tarihini ele alsa da İslam dünyasını ele alan bir oryantalisttir. Türkiye genelinde oryantalizm kavramının siyasal ve ideolojik içeriği ile dile getirilmesi Doğu ve İslam, özellikle Osmanistik ve Türkoloji çalışan yabancıları “oryantalist” diye bir kategoriye sokmaktadır. Ne yazık ki bilim olarak doğu ve İslam konularını çalışanların hasbi emekleri de böylece bilinmeden ya da tam tersine, bilimsel düşünceye ve felsefeye karşı yürütülen ısrarlı bir geleneğin alışkanlığı ile aşağılanmaktadır. Yabancı bilginlere gösterilen, duruma göre, gereksiz ve eleştiriden uzak hayranlık ile mesnetsiz karşı çıkışların oluşturduğu tutumlar entelektüel hayatımızda bilgi ve bilim sosyolojisi açısından eleştirilmesi, gözden geçirilmesi gereken iki kutuplu ifadeler ve sosyo-epistemik öbekler ortaya koydu. Oysa tüm Doğu araştırmacılarını, oryantalistleri onların eserlerini bilmeden, incelemeden Edward Said rüzgârıyla kırıp geçirmenin bir anlamı yoktur.

Doğu ile ilgili coğrafya, matematik, astronomi, kimya, trigonometri gibi fen bilimlerini, belgeleri, olguları, olayları ve beşeri bilimleri kemal-i ciddiyet ile ele alan Batılı bilginler ile Edward Said, Arnold Toynbee gibi popüler simaları, en azından ilgi alanları bakımından, birbirine karıştırmamak gerekir.8

Bilim Tarihi İlgisi ve Bir Tanışma Vesilesi

Bilim tarihi konularına yeni ilgi duyduğum yıllardı. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’na bağlı Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı’nda çalışıyordum. 1989’da gittiğimiz bir İstanbul gezisinde Beyazıt’taki sahaflara uğradım, dükkânlardan birinde raflarda bir iki kitap arıyordum ki dükkân

8 Dursun Ayan, “Oryantalizm Tutulması ve Edward Said”, Düşünen Siyaset, sayı 23, (Bizim Doğu Ortadoğu özel sayısı), (s. 37-52).

(27)

61

2011 sahibine bir yabancının kendine has tarzıyla Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı’nın

The Observatuary in Islam9 kitabını sorduğunu duydum. Dükkân sahibi

kitabın olmadığını söyledi, ama ben yardımcı olabileceğimi belirttim. Prof. Comes ve eşi Jordi Prat Bey’i orada bu vesileyle gördüm. Kendimi tanıttım ve aradığı kitabın yazarıyla çalıştığımı, Ankara’ya gidince kendilerine gönderebileceğimi söyledim. O da kısaca çalışmasından bahsetti ve “olur” dedi. Biraz ümitsizce adres yazılı kartını verdi. “Kaç lira borcum olur”, diye sorup para vermeyi de düşündü. Önemli olmadığını, sonra ödeyebileceğini söyledim. Öylece onlar sahaftan ayrıldılar. Ankara’ya döndüğümde Prof Sayılı’nın odasına gidip kitabını arayan Barselonalı bir doktorantın olduğunu söyledim. Sevindi ve kendine has tavrı ile gülümsedi; bir vesileyle tanıştıkları Prof. Julio Samsó’dan bahsetti. Hem kendi kitabını hem de Ord. Prof. Süheyl Ünver’in İstanbul Rasathanesi10 kitabını göndermemi önerdi. Ben de öyle yaptım.

Böylece uzun yıllar haberleşme ve ziyaretlerle sürecek bir hukukumuz oluştu. O yıllarda Mercè Comes’in Ecuatorios Audalusíes: Ibn Samh,

al-Zarqâlluh y Abû’l-Salt adlı doktora tez çalışması11 devam ediyordu. Endülüs İslam matematiksel coğrafya ve astronomi çalışıyordu. Bittikten sonra yayın halinda tezini, Prof. Julio Samsó, Prof. Juan Vernet Ginés (1923-2011) ve diğer arkadaşlarıyla yaptığı çalışmasını12, Prof. Vernet’in ayrı bir çalışmasını gönderdi.13 Bir İspanya ziyaretinde, son aylarda vefat eden önemli Arabist Prof. Vernet’in İspanyolcaya çevirdiği Kuran-ı Kerim’i gördüm ve kütüphanemdeki Endülüs bölümüne koymak için aldım.14

Uluğ Bey’in doğumunun 600. yılı ve İstanbul Rasathanesi’nin kuruluşunun 125. yılı nedeniyle 3-5 Haziran 1994’de İstanbul’da “Türk ve İslam Dünyasında Bilim ve Teknoloji Sempozyumu” toplanmıştı. Boğaziçi Üniversitesi, Türk Bilim Tarihi Kurumu, Özbekistan Bilimler Akademisi ve Marmara Üniversitesi’nin ortak düzenlediği Uluslararası Uluğ Bey Sempozyumu’na

9 Aydın Sayılı, The Observatory in Islam, Ankara 1988. 10 Süheyl Ünver, İstanbul Rasathanesi, Ankara 1985.

11 Mercè Comes, Ecuatorios Audalusíes: Ibn al-Samh, al-Zarqâlluh y Abû-l-Salt. Agencia Española de Cooperación Internacional - Instituto de Coop eración con el Mundo Árabe- Universidad de Barcelona- Facultad de Filología. Barcelona, 1991.

12 Comes, M., Samsó, J., Mielgo, H. (eds.), “Ochava Esphera” y “As trofísica”. Textos y estudios sobre las fuentes árabes de la astronomía de Alfonso X. Madrid: Agencia Española de Cooperación Interna-cional and Barcelona: Universidad de Barcelona (Instituto Millás Vallicrosa de Historia de la Ciencia Árabe), 1990.

13 Juan Vernet, De cAbd al-Rahmân I a Isabel II, Barcelona, 1989.

14 El Corán, (introducción, traducción y notas de Juan Vernet), (segunda edición), Planeta, 2005, Barcelona (España).

(28)

61 2011 15 ülkeden katılım sağlanmıştı. Prof. Comes de sempozyuma gelenler arasındaydı.15 Bazı müze, kütüphane, kitapçı ve tarihi yerleri görme olanağımız oldu; Harbiye Askeri Müzesi’nde ve Beşiktaş Deniz Müzesi’nde bazı yayınlara baktı. Özellikle Osmanlı deniz haritaları ilgisini çekiyordu. Daha sonra meslektaşı Monica Herrera-Casais ve eşi ile geldiği son Türkiye ziyaretinde (2009) Tarihi Akdeniz Haritaları konulu İspanya Kültür Bakanlığı projesi için Beşiktaş Deniz Müzesi’nde Mürsilyeli İbrahim Haritası’nı ele alan bir fotoğraf çalışması yaptık. Topkapı Müzesi Kütüphanesi’ne uğrayıp restorasyon ve taşınma işlemleri sonrasında çalışacağı haritalar için baş vuruda bulunduk. Bu vesileyle kendilerini Prof. İlber Ortaylı ile tanıştırdım ve kısa bir süre odasında sohbet ettik.

Prof. Comes, eşi ve çocukları Türkiye’yi seven insanlardı ve bir seferinde oğulları, komşuları ve onların çocukları ile birlikte Türkiye’ye Kapadokya, Pamukkale ve bir kaç şehri kapsayan uzunca bir gezi için gelmişlerdi. Bu gezinin İstanbul kısmına katılıp kendilerine refakat ettim. Eşi Jordi Bey’in yat ve deniz tutkusu onları ayrıca deniz gezileri için de Türkiye’ye getirmişti. 1999 Marmara Depremi’ni takip eden günlerde Türkiye’ye bir başka gelişlerinde Kaş’ta gezilerine katıldım. İstanbul Rasathanesi ve Tycho Brahe’nin kullandığı rasat aletlerinin benzerliği üzerine Prof. Dr Sevim Tekeli’nin yaptığı çalışmayı16 istemişti, onu ve başka bir kaç yayını kendisine ulaştırmak mümkün oldu. Jordi Bey Türkiye’de imal edilen yatları merak ediyordu, bu vesileyle Fethiye’de bir kaç imalathaneyi dolaşıp fiyat sorduk.

Daha sonra yayınlar konusunda yazıştık, İslam dünyası ve özellikle Endülüs kentlerine olan matematiksel coğrafya ilgisinden dolayı

Kamusu’l-Âlam’dan17 bahsetmiştim, o yıllarda tıpkıbasımı yapılmıştı. Kendisine armağan ettim, çünkü bu eserde şehirlerin koordinat bilgileri vardı. Zaten kendisi de özel bir bilgisayar programı yaptırdığını ve o zaman verilen koordinatlarla bugünkü koordinatları karşılaştırdığını söylemişti. Amerikalı bilim tarihçi Prof. Dr. Edward S. Kennedy18 ile Amerika’da yaptığı çalışmalar

15 Bkz. Mercè Comes, “Some New Sources on Islamic Geographical Coordinates: The Relations-hip Between Orient and Occident”. Science in Islamic Civilisation, Proceedings of the International Symposia “Science Institutions in Islamic Civilisation” & “Science and Technology in the Turkish and Islamic World” (Ekmeleddin Ihsanoglu and Feza Günergun, eds.), Istanbul (IRCICA) 2000.

16 Sevim Tekeli, Nasuriddin, Takîyûddin ve Tycho Brahe’nin Rasat Aletlerinin Mukayesesi, Ankara 1958. 17 Şemseddin Sami, Kamusu’l - Âlam, (6 cilt).

18 Prof. Edward S. Kennedy’nin, daha sonra, merkezi İstanbul’da bulunan Türk Bilim Tari-hi Kurumu’nun onur üyesi olmasına karar verildi ve belgesi 5 Haziran 1994 yapılan bir tö-renle Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu tarafından kendisine sunuldu. Bu toplantı vesilesiyle Kennedy’nin hayatı ve eserleri hakkında öğrencileri ve arkadaşları tarafından hazırlanan yayın davetlilere dağıtıldı. Bu yayını daha sonra biraz kısaltarak Türkçeye çevirme olanağı buldum. Bkz. David A. King ve Georg Saliba, “Prof. Dr. Edward S. Kennedy,” (çev. Dursun Ayan),

(29)

Ata-61

2011 da bu konuda oluyordu. Prof. Kennedy ve eşi ilgili araştırmacılara randevu vererek ABD’ye evine davet ediyor ve kütüphanesini onların kullanımına açarak çalışmalarına yardım edip katkı sağlıyorlardı. Prof. Mercè Comes bu çalışma ziyaretlerinden birisini bir vesileyle anlatmış ve böyle çalışmaların önemine değinmişti. Ne yazık ki bu çalışma yayınlanmadan Comes hayata gözlerini yumdu.

Prof. Comes zaman zaman Prof. Fuat Sezgin ile Frankfurt’ta “Institut für Geschichte der Arabisch-Islamischen Wissenschaften”de yaptığı matematik coğrafya ve astronomi çalışmalarından söz ederdi.19 Bu enstitü İslam bilim, edebiyat, felsefe, coğrafya, tarım, tasavvuf konularında dünyanın değişik ülkelerinden araştırmacıların gelip bibliyografya ve çeviri çalışmalar yaptıkları bir yerdir. Enstitü ünlü oryantalist ve Türkolog Carl Brockelmann’ın (1868-1956) bibliyografya çalışmalarında20 ve yayıncılıkta onun izinden giden önemli entelektüel merkezlerden biridir. Enstitüde ayrıca bir Orta Çağ İslam teknolojisi müzesi ve kütüphanesi ile Arapça kurs programı var. Sonra müzenin benzeri İstanbul’da açıldı.21

Prof. Mercè Comes ile Türk sultanı Babür Şah’ın Hatırat’ını çevireceğini konuşmuştuk; Fransız oryantalist, Türkolog Jean-Louis Bacque-Grammont’nun22 Fransızcaya yaptığı çeviri üzerinden İspanyolcaya çevireceğini söyledi. Türkiye’de yayımlanan çevirisini gönderdim. Eser Fransızcadan çevrilecekti, ama Arapça ve Farsça sözcüklerin Türkçede kazandığı anlamlar ve kullanımı da önemliydi. Mercè Hoca’nın Türkçeye ilgisini bildiğim için, ayrıca Redhouse’un Türkçeden İngilizceye sözlüğünden bahsetmiş ve kendisine iletmiştim. Çünkü bu sözlük kelimelerin Arap harfleri ile yazılışlarını ve hangi dilden geldiğini gösteriyordu. Osmanlıcada kullanılan Arapça ve Farsça söz dağarcığını olabildiğince verdiği için bir Arabist ve oryantalist için önemliydi. Sonuçta Mercè Comes Babür’ün

türk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Bülteni, cilt. 10, sayı. 31, Eylûl- 1997, (s. 57-64); Edward S. Kennedy bibliyografyası için ayrıca bkz. Nora - Michael Kennedy, David. A. King and Julio Samsó, In Memoriam: Edward S. Kennedy, Suhayl, 9, 2009-2010, (s. 185-214).

19 Kaynaklarda bu çalışmaların kitap olarak basılmış haline ulaşamadım, Enstitü yetkilileri de yayınlanmadığını belirttiler.

20 Sami dilleri uzmanı olan Carl Brockelmann (1863-1956), Geschichte der arabischen Littera-tur, Zweite den Supplementbänden angepaßte Auflage. Leiden, E. J. Brill, 1943-49. 2 v., Supplementbänden. Leiden, 1937-42. 3 v dizi bibliyografyanın yayıncısıdır. Ayrıca Brockel-mann Divan-ı Lugati’t-Türk’ün ve Türkoloji ile ilgili diğer başka doğu eserlerinin tanınmasında etkili olmuş bir oryantalisttir.

21 Bu müzenin benzeri ve gelişmişi İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 2008 Mayısında “İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi” Gülhane Parkı’nda açıldı.

22 Jean-Louis Bacqué-Grammont, Le livre de Babur (Babar-nama). Mémoires du premier Grand Mogol des Indes, orientalistes de France, 1985.

(30)

61 2011 Hatıratı’nı (Babur Memorias) İspanyolcaya çevirdi ve yayımlandı.23 Çeviri bilim adamlarına ve yayıncılara Barselona Üniversitesi’nde yapılan bir toplantı ile tanıtıldı. Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’a gönderilen çevirinin Özbekistan’da ilgi gördüğünü, Kerimov’un Prof. Comes’e bir tebrik ve teşekkür mesajı gönderdiğini biliyoruz.

Bir sefer İspanya’ya gittiğimde Barselona’da da çalışma olanağım oldu; evlerinde misafir ettiler. Aynı zamanda iş yeri olan Barselona Üniversitesi’nin merkez yerleşkesindeki tarihi binayı gezdirdi ve başka tarihi yerleri ve müzeleri önerdi. Toledo24 ve Kurtuba25 gezilerimde de önerileri önemliydi. Bir seferinde çalıştığım kurumdan arkadaşlarla İspanya’ya gittiğimizde Barselona’da bir gün kalıp akşamına Madrid’e geçtik; tren biletlerimizi alma ve bizi uğurlama nezaketini göstermişti.

Al Jamiado ile dil sosyolojisi açısından ilgilenmek, bazı metinler ve yayınlar görmek istedim. Diğer yandan Endülüs Emevileri döneminde İslam entelektüel tarihinin İspanya’da ne şekilde ele alındığını merak ediyordum. İspanya’ya gittiğimde gördüm ki bilim ve felsefe tarihi açısından İspanya birikimi hiç de yabana atılacak cinsten değildi. En azından iki dizi ansiklopedinin yayınlanıyor olması,26 Arapça yazan önemli düşünürlerin hem Endülüs hem de İslam uygarlığı bağlamında İspanyolcaya çevrilmiş olması dikkate değerdi. Prof. Comes bu yayınların hazırlanmasında editör ve yazar olarak yer alıyordu.

Mercè Comes’in Hayatı ve Çalışmaları

Mercè Comes 8 Mayıs 1949 tarihinde Barselona’da doğdu. Babası Emilio Comes bir tıp doktorudur. Annesi Rosa María Maymó aileyle ilgilendiği gibi bir dükkân işletmektedir. Rosa Comes adında ikiz kızkardeşi vardır. Barcelona’daki evlerinde komşu olan ikiz kardeşi ve onun ailesi ile ilişkisi, erken yaşta sahip olduğu çocukların eğitimi, ev hanımlığı, arkadaşlarının onun için yazdığı metinde yansıdığı gibi Prof. Comes’in iyi bir öğretmen ve idareci olmasını sağlıyor, ısrarlı ve yetenekli araştırmacılığını da etkilemiş görünüyor.

Mercè Comes lise öğrenimini Barselona’da Colegio de las Damas Negras’da görüyor. 1971 yılında yirmi iki yaşında, (şimdi reklam ve yayın konusunda iş adamı olan kocası) Jordi Prat ile evleniyor. Çocukları, şimdi bilgisayar

23 Mercè Comes, Babur. Memorias. Biblioteca Uni versal (Círculo Lectores). Lit. Orientales,. Bar-celona, 2001.

24 Dursun Ayan, “Bir Mirasın İzinde: Toledo/Tuleytiye”, İdeal Kent, sayı. 2, Ağustos-2008. 25 Dursun Ayan, “Bir Mirasın İzinde: Kurtuba”, İdeal Kent, sayı. 3, Aralık-2008.

26 Enciclopedia de al-Andalus (yayınlayan kurum Granada’dan: Fundación El Legado Andalusí; İbn Tufeyl adına Almera’daki Fundación Ibn Tufayl de Estudios Árabes.

Referanslar

Benzer Belgeler

In this experiment, the effect of plastic covering on phenological stages like bud-burst, blooming, vera- sion, ripening, and growth, yield and quality charac- teristics of

Çizelge 4’e bakıldı- ğında bin tohum ağırlığı lokasyonlar, genotipler ve genotip x lokasyon interaksiyonuna göre p < 0.01 düzeyinde önemli olmuştur..

Araştırmada üzerinde durulan özelliklerden bitki boyu, bakla sayısı ve bin tohum ağırlığı bakımından genotipler arasındaki farklılıklar istatistiki bakımdan

En uygun parsel boy/en oranının belirlenebilmesi için, yukarıda belirtilen iki temel kayıp faktörü nede- niyle oluşan kayıplar, belirli büyüklükte ve farklı boy/en

Buna bağlı olarak fotovoltaik (PV) güneş enerjisi panel tasarımı planlanan bir yerin bulunduğu koordinatların yıllık güneşlenme değerleri, PV’den elde

Denemede havuç ağırlığı (g), havuç uzunluğu (cm), havuç verimi (kg/da), ekstra havuç verimi (kg/da), I.sınıf havuç verimi (kg/da), II.sınıf havuç verimi (kg/da),

2015-2040 dönemi için model verileri ile hesaplanan yıllık toplam evapotranspirasyon değerlerinin ortalaması incelendiğinde; Edirne ve Kırklareli için sırasıyla

Deneme sonuçlarına göre, 37.2 0 C’ de inkübe edi- len 3 numaralı yumurtalar, 1 numara ile gösterilen gruba göre toplam geç dönem ölümler ve prenatal ölümler bakımın-