• Sonuç bulunamadı

Seni unutmayacağız ki hatırlayalım

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Seni unutmayacağız ki hatırlayalım"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

H A F T A N I N S A N A T T A K V İ M İ

KONSER

• "K la sik Viyana Schram- mel Dörtlüsü" bugün M a k ­ simde bir konser verecek... Böck (I.keman), Pürkner (2. keman), Schönhofer ( klar - net) ve Matouschek (kontra gitar) dan o!u§an dörttü,sa­ at 18.30'da baj i ayacak kon­ serde eski Avusturya halk ezgileriyle Johann Schram- m el'in yapıtlarını seslendi - recek.

• İstanbul Devlet Senfoni Orkestrasının yarın saat 17.00, pazar günü saat 11.00 de M açka Maden Fakültesi­ nde vereceği konserîHikmet Şimjek yönetecek,İdil Bi - ret (piyano) solist olarak ka­ tılacak. Program N e v it K o- dallı,M ozart ve Beethoven1 in yapıtlarından olujuyor. • Alman kemancı Andreas Röhn 2 nisan saat 20. 30' - da Maksim'de bir resital ve ­ recek. Sanatçıya, Pugnani -

Kreisler, Schubert, Bach , Brahms, Debussy ve Saînt - Seans'ın yapıtlarını yorum - (ayacağı bu konserde Judîth Uluğ'(piyano) ejlik edecek. • İstanbul Belediyesi Kort- servafuvan,pazar günü saat ll.OO'de Şan Sinemasında ve receği "Türk Sanat M ü ziği" konserinde nihavent eserler dinletecek.Münir Nurettin Selçuk'un yöneteceği kon­ sere Radife Erten, Küçük Ko ro ejliğinde solist olarak ka­ tılacak.

• İstanbul Radyosu sanat- çılarından A yla Büyükata- man 2 nisan saat 21.15 ' te, Şehir Tiyatroları Harbiye bö tümünde y ıllık konserini ve­ recek.

TİYATRO

• Kent Oyuncuları bugece Scott Fitzgerald'ınyazdığı, Güner Sümer'in çevirdiği "K ab ak" adlı yeni bir oyu­ na basayacak. Sümer'in y ö ­ nettiği oyunun dekor ve kos­ tümlerini Doğan Aksel ha - zırlad ı.

• Gazete Tiyatrosu Har - biye Yapı Endüstri Merke - zi'nde "Düzenbaz" adlı bir güldürü sunuyor, Hajmef Zeybek'in yazdığı oyun ti - yatro elemanlarının ortak çalı§maları île sahnelendi. • İzmir Devlet Tîyatrosu'- nda,haftanın belirli günle­ r i , Ülker A . Köksal'ın "Saci- de" adlı yapıtı sunuluyor. Aktan G ü nalp 'ın sahneledi­ ği oyunun dekor ve kostüm­ lerini Hüseyin Mumcu ha - zırladı.

• Ankara Devlet Operası Emmerîch Kalman'ın "Ç a c- da5 Prensesi" adlı operetini de repertuvarına kattı,Nec­ det A yd ın 'ın sahneye k o y ­ duğu operette orkestrayı Je- anpierre Faber,koroyu ise Andrea Giorgi yönetiyor.

KONFERANS

• Avusturya Kültür Ofisi 3 nisan saat 18.30'da bir e - debiyat günü düzenleyecek. Tiyatro sanatçısı Jutta Sch - w arz, Hofmannstahl ' dan Hadke'ye kadar Avusturya­ lI yazarlardan parçalar oku­ yacak.

• Prof. D r. Nermîn Erden- tuğ bugün saat l8.00'de,An- kara M i l l î Kütüphane sa lo ­ nunda "Karadeniz DüğünA- detlerinî"ni tanıtacak. • Burhanettin Arslan y a ­ rın saat l5.30'da,Bolu G ü ­ zel Sanatlar Galerisi ' nde "Türk İslam M im arisininTa- rih Boyunca Genel Karak - teri" konulu bîr konuşmaya-I pacak.

SERGİLER

• Devlet Tatbiki Güzel So­ natlar O kulu'nda "Bir O rta- anadolu G e z isi" adlı sergi yer alıyor.Mustafa Pilev- neli ve IsmaiI Türemin'in fo­ toğraflarından oluşan sergi 5 nisanda kapanacak.

e Rüyalarını resimleyen Şerafettin Aykut Ünker' in Beyoğlu Şehir G alerisi ' n - deki sergisi 12 nisana kadar açık kalacak.

• Avusturya Sentez Ç a lış­ ma Grubu 4 nisanda Dev­ let Güzel Sanatlar Akade - misi'nde 16 nisana kadar sürecek bîr sergi açacaklar. • Ressam A rif Sal tuk son çalışmalarını 2-15 nisan a - rasında Işık Lisesi'nde ser - gîleyecek.

• Tülin Öztürk 2 nisanda İngiltere Başkonsolosluğu'- nda bir sergi açacak. 14 n i­ sanda kapanacak sergide sa­ natçının 17 tablosu yer ala­ cak.

• E. Öze İli resim çalışma­ larını 2 -8 nisanda Bakırköy Kültür Koleji'nde sergile - yecek.

• Bedri Rahmi Eyuboğlu , Eren Eyuboğlu ve Lerzan Bengisu I nisanda; Ertuğrui O ğuz Fırat 2 nisanda; İ s ­ tanbul G üzel Sanatlar B ir­ liği de 3 nisanda Ankara Devlet Güzel Sanatlar G a - lerisi'nde sergi açacaklar . Sergiler 15 nisanda kapana­ cak.

• Yapı ve Kredi Bankası Ankara G alerisi'nde " Ege Bölgesi'nden Dokuma M a k - ramalar" sergisi yer alıyor. 24 nisanda kapanacak ser - gi Bankanın özel koleksi­ yonundaki makramalardan oluşuyor.

• O ya Orhon ve Necmet­ tin Orhon'un Ankara Türk- Amerikan Derneği'ndekî re­ sim sergileri 10 nisanda ka - panacak.

• Ressam Habib Gerez ya­ rın Paris yakınlarındaki " A r sonval M üzesi" nde, 10 n i­ sana kadar sürecek bir sergi açacak.

"ABDÜLCANBAZ,,

TURNEYE ÇIKIYOR

Dostlar Tiyatrosu .Turhan Selçuk'un aynı adlı çizgi r o ­ manından oyunlaştırdıkları "Abdülcanbaz"ın İstanbul o- yunlarma 9 nisan'da son ve ­ recek.

İki yüzüncü oyunu aşan "Abdülcanbaz" U -30 nisan ta­ rihleri arasında Anadolu tur­ nesine götürülecek.

Dostlar Tiyatrosu bundan sonra 2-30 mayıs'ta . Ankara (eski AST salonu), 1-22 hazi - ran'da İzm ir'de "Abdülcan - baz" ı sergileyecek.

İSTANBUL DEVLET

BALESİ'NDE İLK TEMSİL

YARIN VERİLECEK

İstanbul Devlet Opera ve Balesi ilk bale temsilini ya - rın gece verecek.

İlk bale temsili için birer perdelik üç ayrı yapıt seçil - miş bulunuyor. Bu yapıtlar Cari Orff'un "Catulli Carmi­ na" adlı koro-bale'si, Cario Menotti'nin "Sebastian" ı ve Ulvi Cemal Erkin'in "Köçek- çe"si.H er Uç balenin de ko- reografisini Alfred Rodrige- us hazırladı ve sahneye koy - du. Orkestrayı Gustav F.Kuhn yönetiyor,dekor ve kostümle­ r i ise Osman Şengezer hazır­ ladı.

Yıldız Kenter ve Şükran

Güngör A. B. D.'ye

gidiyorlar

Ünlü tiyatro oyuncuları Yıldız Kenter ve Şükran Gün­ gör, Amerika Birleşik Devlet­ leri Hükümeti’ninkonuğu o la ­ rak çarşamba günü Yeni Dün - ya'ya gidecekler. Kenter ve Güngör, bir buçuk ay süre - cek A. B. D. gezilerinde çe­ şitli kentlerde üniversite, ti - yatro ve tiyatro okulların - daki yeni öğrenim metodları- m, eksperimental tiyatroyu ve televizyon stüdyolarındaki çalışmaları yakından izleye - çekler.

Kenter ve Güngör bir süre­ dir televizyonda büyük bir ba­ şarıyla oynamakta oldukları "Hayattan Yapraklar" dizi - sinden Nezihe Araz 'm bu kez de sahne için uyguladığı beş temsil oynayacaklar.

(3)

RUHİ SU

Ruhi Su , Âşık Veysel'le beraber...

"Âşık Veysel eski ezgilere yeni biçimler getirdi. Klâ­

sik konuları yeni deyimlerle sürdürdü. "Bu toprak -

lar daha nice Veyseller yetiştirir" demişti "

Ruhi Su 1912 yı I ırtda Vao1 da doğdu. Fakat ona " Ada­ nalIdır" demek daha doğru' olur. M Uzik Öğretmen Oku- lu'nu ve Devlet Konıervatu- arı Opera bölümUnU bitirdi . Sanatçının en büyük uğrajı halk türküleri üzerinedir .

Veysel ile tanışmanız ne zaman, nasıl oldu ? Ortak anılarınız var m ı?

Âşık Veysel'i 1941 - 1942 yıllarında tanıdım, yanlış ha­ tırlamıyorsam. .. Köy Enstitü­ lerinde beraber çalıştığımız zamanlar da oldu. Düşüncesi - nin ve sanatının gelişmesinde Köy Enstitülerinin büyük kat­ kısı olmuştur. Hemen en güzel türkülerini o dönem içinde söy­ ledi. Ama,bu katkıların karşı­ lıklı olduğunu da söylenmeli - yim; hoşsohbet, çok efendi bir insandı, biz de kendisinden çok şeyler öğrendik... Veysel ile tanışmamız oldukça ilgin ç. . . Sanırım 1941 yıllarıydı. Anka­ ra'da Ahmet Kutsi Tecer beyin evindeydik. Cevat Dursunoğlu, Tahsin Banguoğlu , Bedrettin Tuncel ve Muzaffer Sarısözen de vardı. Veysel Ankara'ya gel­ diği için böyle bir toplantı ya­ pılacağını duyup ben de git - miştim. Aslında ben de türkü söylediğim için, bir usta kar - şısıhda kendimi sınamak isti - yordum. Bir ara, bu türkü söy­ leme! arzumu belli ettim. "P e ­ kala, hadi bakalım Ruhi Su,sen de bir iki türkü söyle" dediler. Bir saz eşliği olmadan birkaç türkü söyledi m. Sonunda " Na - sil buldun V eysel?" diye bir soru atıldı ortaya. Veysel,dü­ şündü; "Efendim"dedi, "Dağ - latda bir çiçek olur, onu alır şehre getirirsin, güzel saksı - larda, güzel topraklar içinde yetiştirir,geliştirirsin. Belki, daha güzel bir Çiçek olur, ama o eski kokusunu belki bulama - yız" dedi. Bedrettin Tuncel, "Buyuk bakalım Ruhi Su" dedi. Ben bu davramşa biraz alın -j dım, hatta gereken dersi de al­

dım. Ama, işimin yanlış olma­ dığını da biliyordum.Benim al­ dığım müzik kültürü, ses eği - timi içiede görevim zaten ,iş­ te o "başka çiçeği" bulmaktı, o gelişmiş "başka ç iç e ğ i"...

Bundan sonra da Veysel'le ilişkilerim ölünceye kadar sür­ dü. Köy Enstitülerinde birlik - te çalıştığımız zamanlar bu ilk konuşmayı hatırladıkça Veysel çok üzülürdü.

Aşık Veysel'in, Yunus1 tanbuyanagelen"Halk şii r i " zincirinin son halkası olduğu ile ri sürülüyor. Siz de aynı kanıda mısınız ?.

Bu soru Âşık Veysel'inken- disine sorulduğu zaman " Bu topraklar daha nice Veyseller yetiştirir" demişti . Yaşadığı süre içinde de, şimdi de Vey­ sel kadar güçlü, hatta toplu - mun bugünkü durumunu .anlat­ mada daha da güçlü halk ozan­ ları var. Gerek halk şiirim izi, gerekse halk müziğimizi ye - teri kadar tanıma olanağım bu­ lamayanlar , Veysel 'i duyup ta - myınca şaşırıpkaldılar. Ger - çekten de halk şairim iz ve halk ozanlarımız hakkında böyle bir bilgiye sahip olmayanları ş a ­ şırtacak kadar güçlübir ozan­ dı Veysel. Belki bu nedenle de Veysel'in ölümüyle artık bu işin sonuna gelindiğini düşü - nüyorlar. Oysa, bence bu sorun, halkın içinde bulunduğu koşul­ larla ilgilidir. Veysel'i yetiş - tirmiş,oluşturmuşolanbuko - şullar değişmediği sürece Veyseller gelmeye devam ede­ cektir. Veysel, sanatıyla layık olduğu bu büyük ilgiyi gözleri açık olsaydı görrpezdi sanırım. Bunu kendisi de sezmişti,göz - lerinin açılanasım istemezdi

Size göre Âşık VeyselV in belirgin bir felsefesi var mı idi ?

Felsefe sözcüğü ile , top - lum içinde Veysel'in önerdiği' ya ela benimsediği bir düşün­ ce biçimi var mıydı diye so - ruyorsamz, vardı elbet. Bütün iyi niyetli babacan insanları - mız gibi o da çalışmayı öğüt - lerdi. Yerine göre, gelenekle - rim ize bağlı kalmayı önerdi - ği de olurdu. Kendi inancı; sev­ giye, hoşgörüye ve insanın ya -

ratıcı gücüne dayanan bir inançtı ama,toplumdaki ge liş­ meler hakkında ne düşündüğü sorulduğu zaman, ne söyleme­ sini istediklerini sezecek ka-> dar da akıllıydı.

Size göre Âşık Vey­ sel 'in halk müziğimize o - lan katkısı nedir ?

Elindeki sazı görmeyişi - nin de zorunlu kıldığı bir ne­ denle gösterişsiz, süslemesiz bir icra biçimi getirdi." Fazla kalabalığa kulağasma.'" derdi. Halk şiirindeki klasik ve gele - neksel konuları gerek kendi - sinin, gerek zamanının koşul - la n içinde yeni deyimlerle sürdürdü. Sözlerini bağladığı eski ezgilere bütün halk ozan­ larında olduğu gibi yeni biçim­ lem eler getirdi.

Yunus Em re, P ir Sul­ tan Abdal, Karacaoğlan '

-lar yanında Âşık Veysel 'in bir değerlendirmesini yça­ pabilir misiniz ?

Bu tür kıyaslamalarla de - ğerlendirmeler bence doğru de­ ğil. Belki zaman geçtikçe hal - km katkılarıyla Veysel de on­ lar gibi daha da büyür. Yalnız Karacaoğlan'la ortak bir yanı vardır Veysel'in. Karacaoğlan Sünnf bir ozandı fakat A levî halk tarafından da sevilirdi . Aşık Veysel ise A levîb ir ozan­ d ı, fakat Sünnî halk tarafından da sevilirdi. İkisi de inançla - rında bağnazlıktan kurtul - muştu.

Türkülerim izin bahçalgu lar^na uygulanmasına ve gençler tarafından deği - şik, biçimlerde söylenme - sine ne dersiniz ?

Ülkemiz için o çalgıların ve o tür müziğin gereğine ina - myorsak, gelecek kültürümüz için bu kaçınılmaz bir şeyse, her müzik türünün kendi ku - ralları içinde çalışmak zorun­ da olduğunu dabilm eliyizTü r- küler, halkımızın sorunlarını özgürce söyleyebildiği tek a - racıdır diyebilirim. Söyleniş biçimine de hiçbir sınır koy­ maz. Ben burada asıl başka bir noktaya değinmek istiyo - rum. Türküler, hayattan kop - mamış, halkın hayatında ö - nemli sayılan hiçbir olayı at­ latmamış olmalarıyla hayata karşı güvenimizi arttırır, ya­ şama gücünü daima taze tutar. Türküleri sevmemizin nedeni' budur bence. Aynı hayat ko­

şullarının oluşturduğu atasöz - le ri gibi bu türküler de kişi olarak hiçbir kişinin tek başı­ na söyleyemeyeceği ve yapa - mayacağı kadar sade ve sağ­ lamdır. Bu böyle olmaklabe- raber bizim özlemini çektiği - miz bir kültürün ve sanatın yolunu aydınlatmış da olsalaı, çağdaş bir kültürün içinde ne tek başına bu atasözleri ye terlidir, ne de bu türküler ye - terlidir. Bunun bilincinde o - larak türküleri sever ve söy - lersek geçmişin sıradan bir taklitçisi olma niteliğinden kurtuluruz. Taklit aslı sür - dürmez, yozlaştırır ve dondu rur. Aslı sürdüren, ona bir "Yeniden doğma" niteliği ge - tiren yaratıcı güçtür. Halkın kültürü içinde Aşık Veysel sı­ radan bir adam değildi, kendi ölçülerine göre bir yaratıcı güçtü. Biz halkım ız için daha ile ri koşulların ve daha ileri bir kültürün çabası içinde o- lanlara da bu hakkı tanımalı — y ız ...

(4)

AHMET KUTSİ TECER:

Çağımız âşıklarının

en âşıki: Veysel

Şair ve yazar Ahmet Kutsi Tecer (1901-1967), Âşık Veysel'i keşfeden ve tanıtan sanatçımızdır. Sivas 'ta edebiyat öğretmeni iken "Halk Şairlerini Koruma Der­ neği" adındaki derneğin kuruluşuna öncülük etmiş ve bu derneğin 1931'de düzenlediği bir yarışmada Veysel ortaya çık m ıştır. Aşağıdaki yazı 1944 yılındaülkü Ya - yınevi'nin yayınladığı kitaptan kısaltılarak alınm ıştır..

Ozan Sağdıç 'ın objektifinden Aşık Veysel Âşık Veysel. .Onuböyle an­

mak için birkaç sebep var. Bir kere o bize gelenekten doğa - geldi. Hoş bu gelenek, "âşık" - lık geleneği, bugün artık, tuta - lım iki yüzyıl, bir yüzyıl, hattâ e lli yıl öncesi kadar sürümlü değil ama, bütün bütütı ortadan silinmiş de sayılamaz. Dünkü halk edebiyatım, bu arada âşık tarzını hazırlayan,besleyenge­ liştiren ve sürdüren şartlar , (eski yaşayış çevresi, bu gün tarihe karışan halk kurumlan, eski duygu, eski zevk .. . ) bun - lar birer birer, yaprak yaprak dökülüverince halk şiirinde,da ha toplu olarak halkedebiya - tında bir şekil, bir tarz, bir ge­ lenek meydana getiren yüzler le, binlerle "âşık"m dehasın­ dan kuvvet alan bu kaynak da artık çekilmeye yüz tuttu.

Türkiye halkçılık inkılâbın­ dan ve Türkiye'deki veni reji­ min yerleşmesinden sonra m illi hayatın sosyal yapısı bu halkçı ülküye doğru yöneldi .

İşte bu durum dolayısiyle- dir ki, araştırmalar arasında bir taraftan da eski halk ede­ biyatına, eski halk şiirine, eski halk sanatlarına, halkın sağla­ dığı geleneklere ulaştık. Bazı - larının sandığı gibi bu ne bir geriye dönüş, ne bir "altın çağ’ hasreti, ne de bir halk- aydın ikiliğidir.Olsa olsa eski bir gelişme olan halk edebiyatımı- zın(hikaye, şiir, meydan temsi­ l i . . . ) kendinde taşıdığı va sıf­ lardan ötürü duyduğumuz bir yakınlıktır. Bu edebiyat her - şeyden önce, kökleri hayata geçmiş, her çağın içinde, ger - çekle denkleşmiş bulunuyor.Bu yirm i yıl içinde, bize hayata bağlı olan her ifade güzel g e l­ di.Büyük bir tasfiyeden sonra Nedim'i, Fuzûli'yi ve daha b ir­ kaç Divan şairini yeniden anla­ yarak sevmemiz de bundan ile ri geldi. Halk şairi, halk edebi­ yatı ise, yere kapanmış bir heykel gibi kırık dökük, folklor alanına düşmüş bir halde, y er­ den kaldırıldı. Onun ölçüsünde ve terkibinde halkımızın gerçe­ ğini bulduk. İşte bunun içindir

©

ki. halk edebiyatını çok sevdik. Karacaoğlan ı, Dadaloğlu, K ö r- oğlu, Yunus Emre karanlıktan aydınlığa çıktılar.

Bütün bunlar, eski âşıklar bize bu geleneği gönülleri ve dilleri ile taşıyan birtakım â - şıkların âşıkı kimseler yardı - mıyle erişti. Onun için biz bu âşıkların âşıklarını da çok se­ viyoruz. Aşık Veysel işte bun­ lardan b ir i; sazı ile, sözü ile tam onların bir torunu,hem bu­ gün yaşayan âşıkların gerçek­ ten en âşıkıdır.

Bundan dolayı onu böyle a- nıyoruz :Âşık Veysel.

Veysel Şatıroğlu.. T Onu böyle anmak için yine bir çok sebep var. Âşık'ım ız , Şar kışla'nın nüfus kütüğünde Cura- hurluk vatandaşı olarak " Şa - tıroğlu " adı ile kayıtlı bir Türktür.Hayatınınbu son yirm i y ılı içinde sanatını genişleten, sazına ve sözüne zamanının rengini getiren çağdaş bir sa­ natçı olarak bir de Şatıroğlu vardır.

Aşık Veysel’de Ve'yselŞa- tıroğlu dirilirken, Veysel Şa - tıroğlu'nda Aşık Veysel biti - yor. Tanzimat'tan gelenlerle onun farkı, gelenekten çıkagel­ diği için, bir ses farkıdır. O '- nun teli bize göre bağlanmış - tır. Tanzimat'ın teli taklit bir bağlanmadır; evvelkisine "dü­ zen", İkincisine "akort"dedi - ğimiz gibi Veysel bir bakıma öbür çağdaşlarını okumuş g i ­ bidir; mesela Ceyhun Kansu , Veysel'i ne kadar okumuşsa , Şatıroğlu da Ceyhun'u sanki o kadar okumuştur. V e y s e l' le-

çağdaşları arasında o kerte birbirini çeken taraflar v a r ­ dır. Ceyhun Kansu ile Faruk Nafiz Çamlıbel ne kadar bir - birinden ayrı ise, Şatıroğlu da çağdaşlarından bu tarzda ayrı­ lır. Onu diğerlerinden ayıran taraf,demin de belirttiğim g i­ bi, Tanzimat geleneği yerin e, halk şiiri geleneğinden çıkma­ sıdır. Veysel Şatıroğlu, Âşık Veysel'le halk şiiri geleneğini miştir. Çağdaşları Tanzimat' ı yaşamış, "bugün"e oradan gel­ m iştir. Fakat bu "bugün" o ka­

dar başka, o kadar ayrı bir şeydir ki, hangi gelenekten ç ı ­ karsa çıksın, "bugün"e gelen­ ler, "bugün" dediğimiz bu son yirm i yılın inkılâp Türkiyesi - ne ulaşırlar. Şatıroğlu'nu z a ­ manına bağlıyan da işte budur. Şatıroğlu'nun değişleri de ’ bir araştırm a,bir denemedir. Onun da başlıca vasfı, zamanı­ mızın vasfı ile denklidir. Onda da millet-halk bütünü duygusu, onda da vatan-toprak duygusu hakimdir. Onun dili de bunları, söylemek için bir aranmadır . Aşık Veysel sazı ile :

Mecnun'um Leylâ'm ı gördüm. B ir kerrece baktı g e ç ti... diye başlıyan ünlü türküsünü kalbleri ürperten bir eda ile çınlatırken, o, halk edebiyatı geleneğinin en özlü bir deva­ mıdır. Yine :

Yiğitler silkinip ata binende Derelerde boz kurtlara ün

olur___ diye Köroğlu'yu diriltirken o bir "raspot" gibi geleneği can­ landırır. Eski ozanların bir yankısıdır.

Fakat:

Uzun, ince bir yoldayım, Gidiyorum gündüz gece derken o artık Şatıroğlu'dur.

Biz, dostlan, Veysel'i hem Aşık Veysel olarak, hem Şatır- oğlu olarak tanıyor ve seviyo- ruz.Sâzlı sohbetlerindeki büyük

taraf da budur. Onun şahsın • da Âşık Veysel'den Veysel Şa- tıroğlu'na gelip giderken hiç aksamadan içim iz dünden bu­ güne, bugünden düne gidip ge •: lir.

Veysel, tanıdığım insanla - rın en sevimli, en zarif olan - larından biridir. Konuşmaları arasında, zaman zaman öyle nükteler söyler ki insanda yer eder, kaybolmaz.

Veysel daima içine bakar, fakat herşeyi oradan nasıl gö­ rür ? Şaşmamak kabil değildir

B ir gün, beraberce, bir ye­ meğe davetli idik. Ev sahibi masallardaki kadar çekici bir sofra hazırlamıştı. Davetliler seçkin adamlardı, ama, sohbet­ lerinin bir çeşnisi, bir tadı yok tu. Ev sahibi de bundan üzülü­ yordu. Veysel orada hazır, saz orada hazır, ses orada hazır.. Fakat ne yapsın ?.. Davetlile­ re, Veysel'e ait nakledilmedik bir şeyimiz kalmadı. Yazık ki bu seçkin m isafirler, V eysel'i hatırlamıyacak kadar topluluk­ tan uzak, avara, sökük bir hal­ de idiler. Ben de sıkılıyordum. B ir aralık Veysel'e hatır alma kabilinden sordum :

-Âşık, nasılsın ?

Meclisin hali onu nekadar rahatsız etmiş olacak ki he­ men cevap v e r d i:

-B iz yiyip içiyoruz ama , saz acından ölüyor 1

(5)

YASAR KEMAL

BALDAKİ TUZ

Şöyle bir bakarsak VeyselL In yaşamına, şiirlerine ilk ba­ kışta onda bir kabul eden k işi­ yi görürüz. İlk bakışta Veysel razı, başkaldırmadan kişi gibi görünür. Bu belki biraz da Ana­ dolu halkının görüntüsüdür. A - nadolu halkı da uzaktan böyle görünür, razı ve başkaldırma - yan.. Zaten köylülük razı ve başkaldırrrtayandır, köylü asıllı kimselerde de vardır bu görü­ nüş. B ir Tolstoy'da, bir Tagor1 da, daha ne kadar köylü asıllı kişiyi aklınıza getirirseniz ge­ tirin göreceksiniz ki, köylü a- sıllılar, başlarından büyük ma­ ceralar geçmemişse başkal -

dırmıyorlar. Karacaoğlan 'dan Dadaloğlu'na kadar şiirim iz başkaldırmamıştır.Başkaldır- mamış ve değişmemiştir.Dadai oğlu’na gelince ş iir bıçakla ke­ silmiş gibi ses olarak,hava,duy­ gu olarak bambaşka olmuştur. Çünkü Dadaloğlu çağında top - lum başkaldırmış, şair de baş- kaldırmış ve sesi babayiğitbir ses olmuştur. Bu çağda da hal­ kın içinden yetişen şairlerin çoğu büyüklü küçüklü türlü et­ kenlerle başkaldırıyorlar. Yü» lerce halkın içinden çıkan,köy­ lü kökenli şair başkaldıran şi­ irle r yazıyorlar. Veysel'in ye­ tişme çağı Cumhuriyetin ilk dönemleriydi ve köylü yenil­ miş, kaderine razı bir durgun­ luk içindeydi. Büyük savaşlar­ dan sonra Anadolunekahatgün- lerini yaşıyordu. Veysel Tekke kökenli bir şairdir.Onun ma­ yasında köylülük kadar tekke - cilik de var. Köylülükten ve tek keden gelen gelenekleri bir - leştirmiş, şiirini öyle yapmış­ tır. Veysel'in büyük ustaları P ir Sultan Abdal, Yunus, Kul H im m et'tir.. Bunlar kadar da Karacaoğlan'dır. Veysel'in ş i­ irini besleyen büyük kaynaklar çok yönlüdür. Veysel 1933' ter­ de Sivas'ta Ahmet KutsiTecer le, ondan sonra da Sabahattin Eyuboğlu, Orhan Veli'yle kar­ şılaşmıştır. Veysel için her ses, her söz nereden kimden gelirse gelsin önemliydi.O her sese her söze candan kulak ve­ rir kendini oluştururdu. Vey - sel'i tanıyanlar bilirler^onsuz bir ş iir bilgisi vardı. Kendin­ den önce gelen ustaları derin­ lemesine bilirdi. B ir Yunus 'u, bir P ir Sultan'ı, Karacaoğlan'ı o kadar bilen insan belki ça ğı­ mızda yoktu. Birçok ünlü Kara caoğlan şiirini ilk olarak Vey­ sel'den duyduk. Örneğin: Yar yüzüne yüz yıl baksam azgeliç

Bin yıl dahi baksam kanan de - ğilim. Veysel söylemeden önce bu güzel Karacaoğlan şiirini kimse bilmiyordu. Daha nicele ri de bilmiyorduk. Ondan P ir Sultan'ı öğrendik. Ondan büyük ustaların gerçekten ses ve söz olarak büyük yanlarını, köylüyü, halkı öğrendik.Veyselinbüyük­ lüğü inanılmaz kadar büyük zen ginliğinde, bilgisindeydi. Veyse 1, dört köşeye kulak verere k , hiç bir şeyi kaçırmadan öğre­ nerek, en küçük ayrıcalığı bile geçmişi, geleceği öğrenerek kendisini oluşturdu. Şimdi Vey sel'in başkaldırmasına gele - lim. İnsanoğludur, başkaldıran bir yaratıktır. Çağı, durumu , sosyal tabakası ne olursa ol­ sun, insan başkaldırandır. Ö - zelliği budur. Tolstoy'un , Ta - gor'un başkaldırmaları az başkaldırma mı. Hani pasif başkaldırmaları, barışçı baş­ kaldırmaları köylülüktendir . Köylülük en az dalgalanmala - ra uğramış bir tabakadır . Veysel şiirini yenilemiş, gele­ neği kırm ıştır. O Karacaoğlan değildir, P ir Sultan da değil­ dir. Onun şiiri yüzeyden gele­ neğe bağlıdır ama, içerik ola­ rak, biçim olarak geleneği kır­ mıştır. Veysel ne kadar razı bir kişi görünürse de onun şi - irinde zaman zaman, belki de çoğunlukla bir başkaldırmağa rebiliriz. Doğaya, insana,tutu­ culuğa, Allaha k a rşı.. Veysel görmüş geçirmişliğin,uzun bir gelenek yaşamışlığın hoşgö­ rüsünde, öfkesinin der ininde y- di. Veysel en yeni şiirlerini Hasanoğlan'da yazdı, hem de en güzel şiirlerini, Veysel, ye­ ni bir Veysel olduysa Haşan- oğlan Köy Enstitüsünde oldu . Orada saz öğretmeni olarak yeni oluşan aşklı şevkli bir köylü dünyasına katıldı.İlk yıl­ larda Hasanoğlan, yapmanın,ya ratmanın bir sevinç şakıma - sındaydı. Veysel de bu şakıma yı iliklerine kadar yaşadı. Ben Veysel'i o yıllarda tanıdım . Sevineli bir şakımadaydı. Ka - racaöğlan da böyle şakır mıydı, diye sordum Veysel'e. Önce anlamaz gibi yaptı, sonra bir­ den güldü, uzun güldü, sonra, Karacaoğlan böyle şakıyamaz- dı fıkara, dedi. Önün Hasanoğ- lanı yoktu, dedi. Veysel'i gele­ nek getirdi. Geleneğin sağlam kökünde Veysel filizlendi, çağa karıştı, çağı, dünyayı yoğunlu­ ğuyla yaşadı. Biz Veysel'e Vey sel'in bize önem verdiği ka - dar vermedik. Veysel bir süre Ankara'da bana durmadan

Or-Sivas Valisi Kaya Can, Veysel'i son kez seyrediyor

Ünlü ozanın bayrağa sa rılı cenazesi önünde köylüler

B ir yaşlı köylü kadın Veysel için feryat ediyor

(6)

Eyuboğlu, çok sevdiği halk ozanı Aşık Veysel'le. .. Sen petek misali, Veysel de arı

S. EYUBOĞLU:

Halk

Şiiri ve

Âşık

Veysel

Sabahattin Eyuboğlu 1952 yılım a yazdığı bir yazısında halk şiirin i ve Veysel'i anlatmıştı. Bu ya­ zının ikinci bölümünü sunu­ yoruz:

Sivas 'ın Sivralan köyün - den zaman zaman çıkıp ara­ mıza gelen bu gerçek halk şa - irini on yıl önce Ankara'da ta­ nımıştım. O zaman en güzel şiirlerin i henüz yazmış değil­ di. İlk bağlandığım ve o gün bugündür artıp da eksilmeyen tarafı olgun insanlığı sözün­ de ve işindeki dürüstlüğü, her halinin yerindeliği ve anla - yışlı inceliği oldu. Aşık Vey­ sel bildiğini tam biliyor, bil - mediğini rahatça söylüyor kar­ şısına çıkan her yeniliğe say­ gılı bir dikkatle her an açık duruyordu. Ömrünü pazarlık­ sız, şikayetsiz bir cömert - likle bağladığı sazını düzen - lerken, çalarken, ekdiği buğ­ dayı biçen bir köylü kadar ta - biiydi. Aynı tabiiliği sazına şiir söylerken de bulacak ve bir insanın aletiyle nasıl kay­ naştığını şu unutulmaz mısra­ larla anlatacaktı:

YAŞAR KEMAL

han Veli okuttu ve anlat - tırdı.Önceleri çok önemsemi­ yordu, bu adamda ne var diye de şaşıyordu, bu kadar önem veriyorlar k i . . Sonra sonra,az da olsa, Orhan’ın tadına vardı­ ğım anladım... Sevdiği,Orhan1 dan seçtiği, üstüste okuttuğu ş iirle ri oldu. Şiirinin yeniliği, bir yerde gelenekten kopuşu, büyük şiirim ize yeni bir halka oluşu çağın getirdiği yenilik - lere Veysel'in uzaktan da ol­ sa kulak verişidir. Veysel ma- kinaya hayrandı. Bir ç iç e ğ i, b ir ağacı sever gibi bir maki- nayı severdi. Biliyorum, o a - ağaçları durmadan okşardı , yoklardı. B ir seferinde bir o- tomobili de merakla tepeden tırnağa yokladığını gördü m. is e kadar yokladı

bilmiyorum,eli-©

Inleşir beraber yapardık balı Ben bir insanoğlu, sen bir dut

dalı Ben babamı,sen ustanı unutma. Yunus'tan buyana halk şi­ ir i zincirinin son halkası s a ­ yabileceğimiz Veysel'in, ken­ dini, işini ve dünyasını bilme­ yi, insan ve şair olmayı S iv ­ ralan köyünde ner den, k im ­ den, nasıl öğrendiğini bilm i­ yorum. Orta Anadolu'nun ç e ­ limsiz bir tümseğinin içinde dokuz kat uygarlık saklayan höyükleri, toprakla bir olan boz bir kımıldanış altında dün­ yanın bütün renklerini ta ş ı­ yan kuşları gibi o da İçin için neleri pişirdiğini uzaktan bel­ li etmez. İn cin yok deyip ge - çecekken bir de bakarsın kat kat açılan bir alem; çöl orta­ sında pırıl pırıl su, Dünya gibi onun da:

ni gülerek mutluluk içinde oto­ mobilden çektiğini şimdiki gi­ bi anımsıyorum . Veysel bu­ günün şairi olsaydı, bugünü dünü yaşadığı gibi yaşasay­ dı onun şaiti de bugün hal­ kın içinden çıkan şairlerin

şiiri gibi olurdu. Veysel'i iyi okuyanlar onun inceden de ol­ sa, köylü yanım kırarak bir başkaldırmh şairi olduğunu gö­ recekler. Ve "Dağlar çiçek a - çar Veysel dert açar"ın tadı - na varacaklar. "Kuş olsan da kurtulmazdın elimden, eğer görse idim göz ile seni. "

Köküyle birlik adam, razı adam, kabul etmiş adam, doğa­ ya, insana,çalışmaya,yaratma­ ya hayran adam... Elbette bir yandan da başkaldırırdı. Kendi kökenine aykırı da olsa, kendi kişiliğinin üstüne yürüyerek de o ls a ... Çünkü Veysel köküy

N e ucu bellidir ne de ortası Bir gizli sır giyinmiştir lib a s ı...

Halk şiiri geleneği içinde Veysel, uzaktan birbirine ben­ zeyen köyler için de bir köy - dür. Hep aynı saz, aynı söz deyip geçebilirsiniz. İnsanlı - ğmdan ayrılmayan ş iiri, hal - kından, toprağından da ayrıl­ maz. Türk olduğu için türkü söyler gibidir:

Bayramlarda düğünlerde Toplantıda, yığınlarda Sıkılınca dar günlerde Türküz, türkü çağırırız.

Ama Kızılırmak gibi sula­ rım yayladan köyden, çeşme­ den çaydan toplayan hiç te baş­ ka türlü, kendine benzer o l ­ mak kaygularına düşmeyen, türkçeyi yolda bulduğu gibi kullanan Veysel'in ne kadar kendine özgü bir tadı tuzu o l­ duğunu her yakından bakan

far-leydi ve kökü direnen, her şeye karşın yaşamakta inat eden , bütün kötülüklerin, olumsuzluk ların üstesinden gelmiş, yaşa­ mını sürdürüp çağımızı yarat­ mış insanlıktı. Veysel'in baş­ kaldırması alttan alta bir gül­ medir belki de. İlle de Veysel1 de bir başkaldırma bulmak i » tiyor, buna çabalıyor demeyin. Gerçekten bu kabul eden kişi, bu sonsuz hoşgörüdeki kişi gü­ lerek, eğlenerek, öfkelenerek de başkaldırıyordu.

"Kim i yaya kimi atlı Kimi uçar çift kanatlı Dünya §irin baldan tatlı Eyvah balı tuza katmış"

Büyük ustası Yunus gibi Veysel'in de gülen selamı her dem üstümüzde olacak. Gülen; sevinen, dünyaya hayran, balı tuza katmışsak d a ...

keder. Bununla beraber Vey - sel'de iki çeşit kendindenlik görülüyor: Bunlardan biri tür­ kü geleneğinin özüne ve sözü­ ne derinden bir bağlılıkta, sı­ kı bir düzen içinde rahatça ko­ nuşmakta, uzun bir sabrın meyvası olarak kazanılmış. Şu türkçenin tadına tat katan mısralarda olduğu gibi: Veysel der çıkayım bir yüce

dağa Ağaçlar bezenmiş yeşil yaprağa Zaman gelir tenim düşer toprağa Karışır toprağa toz olur gider. Dert bîr yana çeker, sevda bir

yana. Dağlar çiçek açar, Veysel

dert açar. Bir de gelenekten az çok sıyrılarak yeni bir yol bulan Veysel var:

Dünyaya geldiğim anda Yürüdüm aynı zamanda İki kapılı bir handa Gidiyorum gündüz g e c e ... Yel estikçe hışır hışır olan yaprak titireşir.

Bu bir başka türlü sesinde bile Veysel halkça düşünüp ko­ nuşuyor. İşte, yeni Türk şa­ irlerinin, çok başka yollardan gelip halk şiiriyle ve Veysel ile buluştukları nokta da bu - dur: Hem halktan hem kendin­ den olma; hem düpedüztürk - çe hem de kendince konuşma; kaybolmadan kaynaşma, çok­ luğa katılma. Yalnız, bu bu­ luşmayı, ne kadar verim li de olsa, bir dönüş haline getir - mek, halk şairinin, Veysel de olsa, ardından gitmek, vak­ tiyle halktan ayrılmamız, Yu­ nus'tan uzaklaşmamız kadar yanlış bir yol olur. Veysel bi­ le ileri bir dünya görüşüne doğru gelişmek, Kızılırm ağı

"pavllkeye dökmek” isterken yeni şairden beklenen türkü değildir elbet. Ondan alına - cak ders, sanatına tertemiz , bir gönül ve bir ömür verm e­ si, içinde ve dışında olup bi - teni açık gözlerden daha iyi Mimesi Sivralan köyünden dün­ yaya açılması, halktan, hak­ tan, iyiden ve güzelden yana, işinin ehli ve sözünün eri o l ­ ması, insanlıkla şairliği ayır­

maması. .. daha ne olsun di -

yeceksiniz, ben de öyle diyo­ rum.

(7)

Mço'

VEYSEL’DEN SEÇ

Ben gidersem sazım sen kal dünya' G iz li sırlarımı â}ikâr etme Lâl olsun dillerin söyleme yâda G arip bülbül gibi âh U zâr etme

Sen petek misâli Veysel de arı İnlejir beraber yapardık balı Ben bir insanoğlu sen bir dut dalı Ben babamı sen ustanı unutma.

Yüce dağlar ova gibi düzlenmez Veysel muhannetfen kerem gözlenmez Tilki gölgesine arslan gizlenmez Yiğidin gölgesi kendinden olur

Uzun ince bir yoldayım Gidiyorum gündüz gece Bilmiyorum ne haldeyim Gidiyorum gündüz gece

Dünyaya geldiğim anda Yürüdüm aynı zamanda iki kapılı bir handa Gidiyorum gündüz gece

Dağlar çiçek açar Veysel derd açar Derdine düştüğüm yâr benden kaçar Gerçek âşık olan kendinden geçer Derdini âleme yayar iniler

Aslıma karışıp toprak olunca Çiçek olur mezarımı süslerim Dağlar yeşil giyer bulutlar ağlar G ök yüzünde dalgalanır seslerim

Alimler âlemi ölçer biçerler Hanını hasını eler seçerler Bu dünya fânidir konar göçerler Veysel der kî gel barışak küslerim

Dost dost diye nicesine sarıldım Benim sadık yârim kara topraktır Beyhude dolandım boşa yoruldum Benim sâdık yârim kara topraktır

Karnın yardım kazmayınan belinen Yüzün yırttım tırnağınan elinen Yine benî karşıladı gülünen Benîm sâdık yârim kara topraktır

B. RAHMİ EYUBOGLU:

Veysel, üç önemli işi en

iyi biçimde yapmıştır

Ahmet Kutsi Tecer keşfe; fc- miştir Aşık Veysel'i. O y ı l ­ larda halk sanatıyla çok ilş't- letıillyordu. Behçet Kem al Çağlar ve AdnanSaygunda yurt gezilerine bu amaçla çıkıyor - lardı. Bu gezilerden birind e • de Adnan Saygun, Ruhi Su' .yu keşfetmişti. Ahmet Kutsi Teı - cer'den sonra ağabeyim Saba­ hattin, Veysel'le çok ilg ile n ­ di. İyi dost oldular. Sabaha t - tin, dünyanın en güzel hayvan hikayelerinin bizden, E zo p '- un yurdu olan Anadolu'dan çık­ tığına inanıyordu. Veysel de onunla her buluşmasında yemi bir hayvan hikayesi an latıyor­ du. Bunlardan birini animsi - yorum: Bir yılanla tazı ahtıap olmuşlar. Bütün yurdu dolat; - mağa çıkmışlar. Yılan dağ y ı ­ lanı olduğu için, bir der eye geldiklerinde tazı "Sen b una sarıl, dereden geçiriri m" d le - miş. Yılan tazının boynuna sa­ rılm ış. Dereyi geçerlerken tazının boynunun sıcaklığı, y ı­ lanın iştahım kabartmış, b o y ­ nu sıkmağa başlamış. T a z ı, tehlikeyi anlayınca "Aman yı­ lan kardeş, boğmadan bir u- zat da yüzünü göreyim " ide - miş. Yılan, uzatınca, tazı he­ men başı koparmış. Kıyıya çıkınca yılanın başsız vücudu­ nu dereye paralel dümdüz u - zatmış. Sonra: Ulan eşşojjlu, dost dediğin dosdoğru olm alı, demiş.

Aşık Veysel, üç önemli işi birden en iyi biçimde ba­ şarm ıştır: Yazmış, b e s te le ­ miş ve çalmıştır. Yani üç ay­ r ı kişinin yapacakları iş leri en iyi biçimde tek başına y a p ­ mış, yirmi beş yıl bu çabayı çok iyi sürdürmüştür.

âşıklar zincirinin son halkası olduğu üzerine söylenenlere katılmıyorum. Aşık Veysel de buna katılmazdı. Aslan yatağı boş kalmaz.

Â Ş IK VEYSEL'E SELÂM

İlci gözünde iki zindan On parmağında on çeşme nur Yüreği yanmış tutuşmuş Sivas'tan bir âşık gelir.

Kara diken tırmalama yüzünü Deli poyraz köstekleme hızını Dağlar taşlar incitmeyin dizini YedisindeAkaybetmiş iki gözünü Sivas'tan Aşık Veysel gelir.

Sekizinde düzenlemiş sazını Dokuzunda düşmüş garip yollara Sazına banmış sözünü

Acısını,sızısını ekmeğine katık etmiş Pençe vurup sarı teli inletmiş DoğIar çiçek açmış Veysel dert açmış Elinde sazı var dut dalından Bir kara gün dostu tutmuş elinden Dağlar taşlar hoşnut kalmış dilinden Yol verin ağalar yol verîn beyler Bu gelene Veysel derler.

Saz petek misali,söz de bir arı Beraber uğraşıp yapmışlar balı Veysel bu sırra mazhar olmuş İki sanat bir gönülde birleşmiş Samanlık seyran olmuş.

Aşık Veysel için bir s e ­ naryo hazırlamıştım. İljginç bir film ortaya çıkmıştı. Ya­ zık ki sansür yüzünden bu* fil - min onda sekizi gitti. (Onda ikisi kaldı. Yani film kuş:?, dön­ dü.

Aşık Veysel’in Yunus Em- re'den bu yana gelen gerçek

Ama sadece sanat sevgisi mî dersin Veysel'i Veysel eden?

Usta olmak yeter mi dersin sazın sapına kadar? İşin İçinde zokayı yemek var Yedisinde kaybetmese iki gözü N e tadı kalırdı şu beytin ne tuzu Kuş olsaydın kurtulmazdın elimden Eğer görse idim göz ile seni.. •

(8)

bir aşama yolunda

N u ri İyem 'in 9 nisan tarihine kadar Taksim Şehir Ga- Itfrisi'nde gösterilecek olan re s im le ri bir yıllık çalış- n tanın verim li sonucu, yeni bir olgunluk döneminin baş­ langıcıdır.

lerle susturmasını biliyor. Pi- casso'nun bir kız portresini hemen hemen bir oturuşta beş-altı ayrı üslûpta çizmesi­ ni, ama böyle yaparken, hiç birinde Pieasso'luğundan bir şey kaybetmediğini karşı çı - kanların önüne seriveriyor.

Nuri İyem 1940'larda L e - opold Levi'nin "İstanbul M ek­ tebi" diye adlandırdığı "Y e ­ niler Grubu”nun önde giden üyelerinden biriydi. Bu s a ­ natçılar İstanbul'u "dinliyor, " dile getiriyordu. Gerçekçi bir üslûpla...

Konulu resim yaptınız mı, öküzün altında buzağı arayan­ lar çıkar. Kim bilir, biraz da onun etkisiyle mi nedir, 19501- lerde gerçekçiliği bırakıp so­ yuta geçti İyem. Bunlar halk - tan çok ressamları, resim sanatının kuramları üzerinde çalışmış olanları ilgilendi - ren resimlerdi. Ama o renk , biçim, üslûp endişelerinin a l ­ tında nasıl bir duyarlık, bir sanatçı inceliği süzülürdü. Az araçla çok şey söyleyen, müzikteki dörtlüleri, Behçet Necatigil'in şiirlerini hatır - latan, büyülü, ürpertici, tam yakalarken elinizden kaçıve - ren, anlamım kelimeye döke- meyeceğiniz, ancak duyulan, duydukça derinleşen, baktık­ ça gelişen küçük küçük dün - yalardı bunlar.

Soyut'u "kabartmalı soyut" izledi. Y a ra la r... Y a ra la r.. Cılk ya rala r... Sanki yurdun bütün yaraları toplanmış be - zin üzerinden İrinlerini akı - tıyordu... Sonra, ağlayan du - varlar vardı bu resimlerin arasında...

O dönemin hemen arka - sından 1906 geldi Yaraların or­ tasında bereli bir yobaz kafa- • sı biçimleniyordu. O resim - lerin bir örneğini bu sergide de görüyoruz. Eski bir resim, ama olsun:

İSTANBUL SENFONİSİ Bu yılın sergisinde en çok dikkati çeken özelliklerden bi­ ri son yıllarda görmeye alış - tığımız tek portrelerin, y e r ­ lerini daha çok, ustaca dü - zenlenmiş büyük çaptaki kom­ pozisyonlara bırakmış olma - sidir. "Büyük çapta" derken bunu "m ecazi” anlamda da kullanıyorum. Ufak boyutlu re­ simlerde bile çerçevenin dışı­ na taşan bir büyüklük var : Türk kadını, iyem 'de başlıca konudur : Tem izliği, özverisi, anıtsal gücü, uyanmaya

başlayan g ö z le riy le ...

NURİ İYEM: Yeni

Foto:Ü m it İyem

ŞSşli'de bir apartmanın 72 basamakla çıkılan k a lo rifer­ siz çatı katında fersiz bir dün­ yaya ışık saçmaya çalışan gas- tritli, kalp hastası bir büyük sanatçı... Ülkemizde yalnız sanatiyle, yalnız resim yapıp resim satarak geçinen-geçin- meye çalışan-sayılı kişiler - den D iri.. .Yazın sıcaktan bör - teren, kışın ayazda hırkalara sarınarak yine çalışmış, yine didinmiş, bir sergiyi doldu­ racak resimle çıkmış sanat - severlerin karşısına.

Nuri İyem ’in sergileri her yıl olay yaratmıştır. Özellik­ le 1966'da soyutu bırakıp b ir ­ den gerçekçiliğe dönüşü sa - nat çevrelerini şaşırtmış, se­ vindirmiş, kızdırmış, hayran bırakmıştı.

H a lâ da kınayanlar, "Ön­

ce gerçekçi, sonra soyut,

sotı-©

ra yine gerçekçi, derken ç e ­ şit li üslûpların bir arada sür­ dürülm esi... Bu nasıl iş tir? Ne rede görülmüştür ?"diyen - ler var. Batı'dan örneklerini duysalar rahatlayacaklar.

Nuri İyem Batı'da şöyle yapılıyor diye yüreklenip o yolda gidecek taklitçilerden değildir, ama Batı sanatını Ba­ tı felsefesini iyi tanıdığı için kendisini kınayanları örnek

(9)

"çok F'

dim,.a plandaki Beşiktaş iske - m.ac]ini n önünde duran " mavi lU’ız " lı tablonun ©nünde çakıl­ dım kaldım. O yüz ne demek istiyor ? İleride çok şey söy­ lenecektir sanırım bu yüz üze­ rine. Kız mavi, deniz mavi, gök mavi, hepsi birbirinin i- çinde erimiş. Motor var; d e ­ nizdeki yankısının çizgileri kızın köprücük kemiklerin - de devam ediyor. Bunu kara ile denizi birleştiren çizgi a - lıyor, motör iskelesine götü - rüyor. İskelenin su üzerin - deki izi yine köprücük kemik­ lerinde ve kızın gömleğinde yankılanıyor. Buna, karşı kı - yı-Anadolu kıyısı-Hisar, Bey­ lerbeyi cevap veriyor. Kızın omuzları, başı, uzaktan görü­ nen caminin kubbesi ve karşı tepeler perde perde yüksele­ rek sanki bir İstanbul senfoni­ si meydana getiriyor.

Resimlerde baştan başa Anadolu var. Anadolu'nun in - san ları... Aşık Veysel'i din ­ liyorsunuz: Dertleriyle, umut­ larıyla, içtenliğiyle, çe liş k i­ leriyle. ..

G öç... Anodulu'dan İstan-J bul'a göç .Yüzlere bakınız. T i­ yatro kişileri sanki... Bazısı­ nın gözleri yerde, bazısının - ki ufukta... Büyüklü küçüklü.. Gökler altın... İstanbul'unla- şı toprağı altın y a ...

Nuri İyem simgeyi (sem ­ bolü) etkili kullanmış. Melek yüzlü Anadolu kızları var : Yumuşak çizgilerle verilmiş. Karanlıkta kalmış bir yaşlı kadın var: Resim baştan başa karanlık. Bir kız var: Gra - nit; Göğe doğru bakıyor, anıt- sallNeredeyse gerçeküstü (sür­ realist) diyeceğiniz bir büyük kadın başı var: Alnı y e ş il... çayır g ib i... Gözler g ö l... A - ma bir daha bakınız, bir d a ­ h a... O gözler uyanıyor!

Kadın, Nuri İyem'de baş - lıca konu. Sömürü Idüğündenö- türü... Necati Cumalı’nm,Ca­ hit Atay'm, Adalet Ağaoğlu 1 - nun tiyatroda yaptığını Nuri

İyem resimde yapmış; resim diliyle.

PEHLİVANLAR MUSKALI İyem'ıje ince mizah, hattâ taşlama var T Hani Yunan mi - tologyasında üç güzel vardır, Zeus ile Hera'nın k ızla rı... Güzellik Tanrıçalarıdır ya bun­ lar? Batı'da ressamlar* bu Uç güzeli işlemiş durmuşlardır.

Bizde de iğreti, özenti, sınır­ dan içeri giriverm iştir ya o

k o n u ? İşte İyem bununla alay ediyor. Bir "Üç güzel" de o sunuveriyor Anadolu'dan: Da­ ha neler v a r : Pehlivanlar mus- kalı!

YÜREKLİLİK

Soyut dönem çalışmalara nın ne denli verim li sonuçlar verdiğine hemen her re s im ­ de tanık oluyoruz. Renklerin, biçiminin, "tekstür"ün o ne ustaca uygulanışıdır: "Dikey hareketler içerisinde üç zıt eleman... diagonaller" filân derken bakınız o yoğun çalış - malar avnı derecede güzel a­

ma bambaşka, sade, sağlam, duygu ve düşünceyi kamçıla - yan, anlamlı resim lerin doğ - masına sebep olmuştur.

Sergide en çok beğendi­ ğim resimlerden b iri de "Ü ç beyaz başörtülü kız, beyaz bu­ lutlar ve deniz" dir.Karşıt ve tamamlayıcı renkleri,biçim ­ ler i, çizgi ve alanları , uzun araştırma sonucu elde edilen yeşilleri,kahverengileri, be­ yazı beyaz yapan ve bütün renkleri derleyip toparlayan m avileriyle bu resimde bir soyut resim tadı ve iki boyuta lu bir minyatür havasını bula­ bilirsiniz. Resmin en ilginç

yanlarından b iri de bulutların üç boyut halinde uzaklara doğ ru gitm esidir.Yürekli olm a ­ yan bir ressam bunları da iki boyutlu olarak çizer ve res - me çok şey kaybettirebilirdi. İyem'in övünülecek bir ya­ nı da işte bu yürekliliği, de­ neye girişmekten çekinmeyen kişiliğidir. Sonucun her za - nan başarılı olduğu söylene­ mez. Sergide pano-tablo karı­ şımı bir resim var : Solda "eskiz"e benzer bir figür,or­ tada Kiibizm'e çalan bir figür sağda da İyem'in bugünkü an­ layışında gerçekçibir başİİçiÎ bir türlü bağdaşamıyor, ya da bana öyle g e ld i... Ama " Ha­ liç " adlı tabloya bir bakınız . Önde üç boyutlu,gerçekçi an­ layışta k ızla r, gecekondular ; arkada İyem'in başka bir dö­ neminden ödünç alınmış gibi duran soyut bir görüntü. Ama ikisi bağdaşıyor ve böyle - ce deniz,evet "deniz yoğurt oluyor."

Sergide dışavurumcu de - inilebilecek resim ler var,Bon nard'ı, hatırlatan çalışmalar v a r, Gauguin'i akla getiren renk araştırmaları var. Bun­ lar da ileride verim li, şaşır­ tıcı sentezlere varabilir .Bek­ leyeceğiz.

Sanatçı daha şimdiden ö - nümüzdeki y ıl açacağı sergi­ ye hazırlanmakta...

■NÜVİT ÖZDOĞRU

(10)

GÜNER ENER:

Seni unutmayacağız ki

hatırlayalım...

Hikayeci ve ressam G üner Ener, Âşık Veysel'le on iki y ıl önce dostluk kurmuş, kendi deyimiyle "yolculuk et­ miş, sohbetle sabahlamış, sahneye çıkmış, gülüp ağ­ la m ış tır" Aşağıdaki pasajlar Veysel üzerine hazırla - dığı bîr yazı dizisinden alınmıştır.

Yaşayan aşıklar arasında çok sayılırdı Aşık Veysel. O - nun bulunduğu sohbette her - kes sözünü bilir, her şey ö l ­ çüsünde giderdi. Bu sohbetle­ re aydınların, klâsik batı mü - ziği ve klâsik Türk müziği us­ talarıma, gecekondu kişileri­ nin de katıldığı olurdu. Vey - sel, o yumuşak, hoşgörülü gülümseyişiyle bir insanlık ve ustalık anıtı gibi oturur, tü­ münü aynı ölçüde etkilerdi, İstanbul'daki sohbetler­ de, çalıp söyleme sırası Vey­ sel'den bir önce Şemsi Yastı- man'da olurdu.Şemsi ağabey kalkar, el öper,izindilerdisaz çalmak için. Sonra sazım a - kort ederken eklerdi: "Kara - tavuğun ötüşü bülbülü aşka ge­ tirirm iş derler. Hani diyece - ğim şuraya geliyo, belki beni dinleriken Veysel babamız d a .. , " Kahkahalar arasında Veysel baba karşılığı yapıştı - rırdı: "Ben seni horoz b ilir ­ dim, ne vakittan beri tavuk oldun?”

Sazının döşünde, ken­ di gibi, yaşamışlığın, çekmiş- liğin, görmüş geçirmişti - ğin iz le ri vardı. Bir otobüs kazasında emektar sazı k ırı­ lınca Şemsi Yastıman hemen benzerini yapıp yolladı. Ka - zadan sonraki karşılaş ma mia­ da sordum: "Baba, nasıl y e ­ ni saz ? Alıştın mı ? " gülüm - sedi: "Ben ona alıştım ya, o daha bana alışmadı, daha di­ limi bilmiyo benim. "

Yöneltilen soi-ulara ço - ğunlukla bir fıkrayla, bir nük­ teyle karşılık verirdi. Körlü­ ğü üstüne rahatlıkla espriler yapardı. Şemsi ağabey takı - lirdi: "Veysel baba yaşlamyo- eskiden bi böyük içerdi, şim­ di bi güçük anca içebil!yoSiv- ralan'da da her gece içlyomu- şun öyle m i? " Veysel baba; "İki gözüm kör olsun içmi - yom. ” derdi.

Çıkarlarının peşine düş - medi. hiç. Paraya da değer vermedi. Para ancaklS-20ki- şilik ailesini ayakta tutabil - mek için gerekliydi ona, ve ancak ayakta tutabilecek ölçü­ de. Kendisini sömürenle­ ri kmamazdı bile. Karşısın - daki dostu üsteleyecek olsa şöyle bir fıkra anlatırdı: "Ko­ nu komşusu yeni geline başla­ mışlar kocasını kötülemeye.. Senin kocan da pek boy fuka - rasıym ış, üstelik şurası da çirkin, burası da diye. Gelin

Güner Ener, Veysel'le. "Varsın olsun, demiş, baba - mın evinde hiç yoktu ya. "

Yapıtlarına sahip çıkan­ lar da oldu. Onlara da ses e t ­ medi. Şemsi ağabey "Komşu­ nun boncuğunu çalan gece ge­ ce dakınır ya bunlar pek yüz­ süz, güpegündüz dakınıyotar bacım. " derdi. "Baba, beş ya­ şından beri biliyorum bu tür - künün senin türkün olduğunu. Niye malına sahiplenmiyor - sun?” diye karşı çıktığımda , "Bak kızım, dedi, ben zengi­ nim, çok var bende onun ç a l­ dığından. Yoksulun biri var­ sın bi iki malıma sahıplansm, ne çık a r?"

Aralıksız sigara ve pipo içerdi. Birini söndürüp öbü - rünü yakardı. Öksürürdü yaz, kış. Bir gün dayanamadım

VEYSEL’DEN ÜC ŞİİR

m

DERDİMİ DÖKERSEM DERİN DEREYE

Derdimi dökersem derin dereye,

Doldurur dereyi ,dUz olur gider; Rakipler geldi de girdi araya, Korkarım yâr benden yoz otur gider. Ilgıt ılgıt yeller eser seherde, Dost beni düşürdü onulmaz derde; Yâr ile buluşsak bîr tenha yerde, Duyarlar rakipler,söz olur gider. Pervane ateşten sakınmaz canı, Uğruna koymuşum başı,bedeni;

Doldur ti)Fenginî,hedef et bent, Yaram doksan dokuz,yüz olur gider. Veysel der: çıkayım bir yUce dağa, Ağaçlar bezenmiş yeşil yaprağa, Zaman gelir,tenim dUşer toprağa,

Karışır toprağa,toz olur gider.

GÜZELLİĞİN

ON PAR' ETMEZ

G ü zelliğin on par’etmez Bu bendeki aşk olmasa Eğlenecek yer bulaman Gönlümdeki köşk olmasa Tâbirin sığmaz kaleme Derdin dermandır yâreme ismin yayrlmaz âleme Aşıklarda meşk olmasa

Kim okurdu kim yazardı Bu düğUmU kim çözerdi Koyun kurt ite gezerdi Fikir başka başk' olmasa GUzel yüzUn görülmezdi Bu aşk bende dîrilmezdi Güle kıymet verilmezdi Aşık ve maşuk olmasa Senden aldım bu feryâdı Bu imîş dUnyanın tadı Anılmazdı Veysel adı O sana âşık olmasa.

SEN BİR CEYLAN OLSAN, BEN DE B İR AVCI

Sen bir ceylân olsan,ben de bir avcı,

Avlasam çöllerde saz ile seni. Bulunmaz dermanı,yoktur ilâcı, Vursam,yaralasam söz ile seni. Kurulma sevdiğim,gUzelim deyin,

Bağlanma karayı,alları geyin;

Ben bir çoban olsam,sen de bir koyun, Beslesem elimde tuz ile seni.

Koyun olsan,otlatırdım yaylada, Tellerini yoldurmazdım hoyrada; Balık olsan,takla dönsen deryada, DüşUrsem toruma hız ile seni. Veysel der: ismini koymam dilimden, Ayrı dUştüm vatanımdan,i timden; Kuş olsan da kurtulmazdın elimden, Eğer görsem idi göz ile seni.

(11)

"çok sigara içiyorsun baba de­ dim, bak öksürüyorsun dur­ madan. " O şakacı haliyle "Bi- liyom, biliyorn, dedi, emme cigara içmekten maksat ne zatı: öksürmek, "

Başkalarının sayfalar, k i­ taplar boyu anlattıklarını bir cümlede özetleyiverirdi. Ör - neğin çok sevdiği dostu Saba - hattin Eyuboğlu'nun "Sence aşk nedir V eysel?" sorusuna şu karşılığı verir; "Sevdiğine kavuşamazsan aşk olur. "

On yıl önce bir yaz günü Erdek'te kıyı boyunda dolaşı­ yorduk akşamüstü. Şenlikle­ re katılmıştık. Bir yanında ben, öbür yanında köylüsü ve yaşıtı Veli dayı. Sokaklar, kı­ yı kahveleri tıklım tıklım. Ço­ ğu şortlu, mayolukişiler.Ve­ li dayı ikide bir şaşkınlığını , ve hoşnutsuzluğunu belirten "cık-cık" larla başını salla - yıp duruyordu. Aşık Veysel’ ­ le ben konuşuyoruz. Bir ara Veysel patladı: "N'oluyo yahu V eli? Ne öyle damağına pes - dil yapışmış gibicıklayıp du- ruyon?” Veli dayı yutkundu , karşılık vermedi. Ben açık­ lama gereğini duydum: "Veli dayı şaşıp kalıyor sokakta ge­ zenlere, kahvedekilere. İç donu gibi bir şeylerle dola - şıyorlar da, pekfenasına g i ­ diyor zahir.

Aşık Veysel durdu,kısa bir süre düşündü, sonra bana sordu: "Burası böyle gezm e­ nin yeri m i? " "Eh, yeri tabii, yazlık burası, dinlenmek gü - neşlenmek için. " Veysel ba - ba Veli dayıya döndü: "Bana bak Veli, dedi, çirkin yoktur yersiz vardır. Ona göre, cık - lamayı kes. "

Yapısı ve yaşamıyla sağ­ lam ve bereketli bir toprak a- damıydı Aşık Veysel. Köyünü insanı,hayvanı, dağı, bayırı, otu, çiçeği, suyu ile sevdi. Yaşadığı sürece bırakmadı on­ ları. Sınıf değiştirmeye de hiç özenmedi. Mutluluğu baş - ka sınıfların rahatlığında, ko­ laylığında aramadı. Doğduğu köye, kendi sınıfına bağlı kal­ dı. Soylu ve yozlaşmamış ola­ rak orada gelişmeyi gerçek - leş tirdi. Bereketini önce k ö ­ yüne saçtı. Çorak bir bozkır köyünü elma ağaçlarıyla d o ­ nattı.

Visconti: Tiyatro soyulmadı

,

(

On ikinci Dünya T iy a t­ro Günü geçtiğim iz(27Mart) salı günü bütün dünyada kut- lanmıjtır. O n iki yıldan be­ ri yapılan bütün kutlamalar- ‘ da tanınmış yazar ve

sanat-S

çılardan bîrinin uluslarara­sı bir mesaj yayınlaması ge­ lenek olduğundan,buyıl/Jrr- lü Italyan tiyatro ve sin e ­ ma yönetmeni Visconti bir mesaj hazırlamıştır.Visconti mesajında özetle şöyle

de-I

mektedir :

"Derin bir evrim süre­ sinden sonra tiyatroda a r­ tık bir gerçeklik ve kesin­ lik gerekliliği doğmuştur. Bu yüzyılda ve bütün dün - yada tiyatro tarihine baka­ cak olursam,sanat anlayış ları ve teknolojinin geliş­ mesi yanında, tiyatroda o - lup bitenler bana şöyle gö­ rünüyor : İlk anda kitle ha­ berleşmesi araçlarının som saldırısı karşısında si linir, çekilip 'der olur sanki ; sonra,kendi ger - çekliği ve doğruluğu üze- I rine eğilince, eninde so

-nunda kendi kendini bulur . O kendi kendini yitirme korkusunun içinden s ıy rı­ lıp yüze çıkar, öz değerin­ de kendini bulur t o değer de şudur | değerlerin ve insan ilişkilerinin karşı - laştığı yer olmak.

Tiyatro oyununun hiç­ bir zaman kendine eşit ol - mamak özelliği, "ilk"tem - silinden başlayan ve beni çılgına döndüren " ‘ireğimi oynatan o yıpranr, .. riziko­ suna açık bulunması ve bu karşıtlıkla da,iç ferahlığı ile,film in kesin ve değiş­ mez anlatışını aklıma g e ­ tirm esi, bütün bunlar, ti - yatronun insan aracı ola - rak varlığını yeni baştan perçinlemiştir.

Çünkü insanın günlük yaşamında .davranışının ge­ çici değişim ve görünümü nü çiziyorsa da,tiyatro , o anda, insanda kendini aşma özlemini canlandırır. Bir | yandan,yaşamın en derin, | tehlikeli, trajik ve esrar­

lı yanlarını gösterir ; bir

FERRUH DOĞAN ve

ORHAN ÖZDEMİR

İTALYA'DA

ALTIN HEYKEL

KAZANDILAR

İtalya'da Bologna I'inci U - luslararası çizgi mizah ve gra­ fik sergisinde yapılan varış - mada 3 Türk karikatürcüsü ba­ şarı kazandı. "Alla Ribelta " ödülü Bologna'da çıkan bir sa­ nat dergisi tarafından veril - mektedir.

Karikatür, çizgi roman ve afiş alanında birincilere ve - rilen 14 altın heykelden ikisi­ ni Ferruh Doğan ve Orhan Özdemir kazandı. Ki gümüş ku pa mansiyon ödülünden birim de Nehar Tüblek aldı. Ka r ika litre Hm i i z Orhan Özdemir'in İtalya'da "Altın Heykel" kazanan karikatiirii

zenginleşti

yandan da o yaşamın özü - nü ç ık a rır.

Bugün tiyatronun, y a ­ rışma durumuna girdiği öteki anlaşma araçları;ge­ niş ölçüde eğlence , vakit geçirm e, gündelik yaşam - dan kurtulma dediğimiz şeyleri üzerlerine almış - lardır. Bu yüzden tiyatro sc yulmuş, fakirleşmiş gibi görünmüştür. Ama,astında zenginleşmiştir. Yeni güç­ ler kazanmıştır. Zayıf yatı­ larından arınmış olarak, tiyatro kendine gelm iştir ; her zaman inandığım gibi . tiyatronun görevi büvük ko­ nularla bccelleşmek elbet. Tiyatronun öz malı, günü­ müzde birlikte yaşamak de­ diğimizden ne anlıyorsak o' dur ; önemli bir olayı.oir umudu beklemek için .'op lanmak -tedavi, kurtul ış , belki de,hiç değilse insan­ lar arasında çok önemli, vazgeçilmez bir ilişkiyi - esrarlı bir yüceliği bekle­ mektir.

(12)

H A F T A N I N

İKİ SEVGİLİ

"John and M a ry "-P eter Ya­ tes yönetiminde çevrilmiş bir 20th Century Fox (Ame - rikan) film i. Oynayanlar Düslin Hoffman, Mia F a r - rouı, Michael Tolan, Sunny Griffin. Senaryo: John M o r- timer. Görüntü: Gayne Res- cher. Müzik: Quincy Jones . Uzunluğu: 92 dakika. ( KO - NAK ve DÜNYA’da.)

İNGİLİZ yönetmen Peter Yates'in Hollywood'daki ikin - ci film i "İki S e v g ili".. ."Gans- terin Kaderi-Bullit"ten hemen sonra çevrilmiş. Tümüyle .çağ­ daş Hollywod sineması için olağandışı sayılabilecek bir nitelikte. Ama, neresinden ba­ kılırsa bakılsın, "Gaosterin Kaderi "nden çok değişik. Film türü olarak da, anlatım özel - tikleriyle d e ... iki film i biri- birleriyle ilişkisi olmayan iki ayrı insan çevirmiş sanki... "Gangsterin Kaderi"nde ka - merasını San Fransisko şehri­ nin sokaklarına sığdıramayan Yates, bu kez, dört duvarın içine kapanıvermiş.New York-1 un bilmem kaçıncı caddesi - nin bilmem kaç numaralı a - partmanının bir dairesinde iki genç bir araya geliyorlar. Bi - ribirlerini tanımayan iki genç. Yates'in elindeki senaryo John M ortim er'in... Mortimer de, Mervin Jones 'un aynı addaki romanını senaryolaştırmış. Londra'nın dış mahallelerin­ den birinde geçen hikâye New York’a uyarlanmış. Ama, h i­ kâye her yerde geçebilecek tür­ den olduğu için bu uyarlama- nın getirdiği bir aksama yok.

John (Dustin Hoffman) bir mobilya desinatörü. Mary ise bir sanat galerisinde çalışı - yor. Bir gece kulübünde Tas­ lamışlar biribirlerine. Gece - nin geç saatine kadar eğlen - nfiişler ve nasıl olmuşsa olmuş ertesi sabah aynı yatakta gözle­ rini açmışlar. John'un dairesi

burası... İkisinin de, geçmiş - te mutsuzlukla sonuçlanmış aşk serüvenleri var. İkisi de candan değerlendirmek

isti-F İ L İ M L E R I

yorlar bu raslantıyı. Ama bi - ribirlerine yanaşmaları çok zor oluyor. İçerlerinden pa­ zarlıklarını yapıyorlar uzun uzun... Geçmişlerini de, ge­ leceklerini de, daha ciddi bir gözle süzgeçten geçirmeyi de­ niyorlar. Duygularını hem mantıklarıyla, hem alışkan - tıklarıyla karşı karşıya ge - tirmek istiyorlar. Heranher- şeye sıfırdan başlamayı göze alıyorlar. Kararları, karar - sızlıklan, geleceğe dönük h e­ sapları, umutsuzlukları kı - saçası aralarındaki kaçamak savaşın her gelişmesi Ya - tes'in sabırla seyirciye v e r ­ meye çalıştığı birer ayrıntı oluyor. Böylece, film , Yates'- in oyuncu yönetimini ön plana almasını zorunlu kılıyor. Dus­ tin Hoffman-Mia Farrow gibi iki iyi oyuncuyla birlikte ça - lışması büyük bir avantaj Ya­ tes iç in ... Yönetmen bu du - rumdan rahatçı faj'dalanma- yı da biliyor. Mortimer 'in senaryosu da Yates'e bazı stil özellikleri getirebiliyor. Ne var ki, anlatılan olayın çok raslanmış bir aşk öykü - sü olması ve her dramatik ge­ lişmenin önceden seyirci ta­ rafından tahmin edilebilme - si, filmin genel gerilim h ız ı­ nı düşürüyor, giderek, yer yer statikleştiriyor.

TUNCAN OKAN

DÜNYANIN EN

ESKİ MESLEĞİ

"Le Plus Vieux M étier du Monde "-Franco indovina. Mauro Bolognini, Philippe de Broca , Michael Pfeg - haar, Claude Autant Lara vê Jean Luo Godard'tn bağım­

sız skeçlerinden kurulu renk­ li bir Film s Gibé -Franco - riz Film s-R ialto Film s - Rizzoli Film s (Fransız - İ - ' talyan-Alman) ortak yapımı Oynayanlar: Michèle M e r­ cier, Gabriel Tinti, Enri - co Maria Salerno.Elsa Mar­ tineta, GastonMoschin, Je­ anne Moreau, Jean- Claude Brialy, RaquelWelch, Mar­ tin Helot, Nadia Grey, Fran­ ce Anglade, Anna Karina, Marilu Tolo, Jacques Char­ rie r. (YENİ M ELEK ve A S ’- ta.)

ÇEVRİLDİĞİ sırada ünlü sayılan bazı yönetmenleri bir araya toplamasına rağmen tü­ müyle başarısız bir film .. Ba­ ğımsız skeçlerden oluşmuş. Her skeç de bir yönetme - nin imzasını taşıyor. Konu, fahişeliğin tarihçesi... Dün - yanın en eski mesleği olarak tanımlanıyor fahişelik.. .Fran­ co indovina Michèle M ercier'- li skeçinde tarih öncesi çağın bir fahişesini (Michfele Mer­ cier) anlatıyor. Oradan Ro - ma'ya geçiyoruz. Mauro Bo­ lognini Roma imparatoru Fla- yien'i (Gaston Moschin) baş­ tan çıkaran bir fâhişenin (Ei­ sa Martinelli ) öyküsünü anla­ tıyor. Philippe de Broca ' nın "Madamoiselle Mimi "si kral

-lık çağının Fransa'sını çıka - rıyor karşım ıza.. Paraya ve etikete düşkün bir kadınla (Je­ anne Moreau) ile meteliksiz bir delikanlının (Jean- Claude Brialy) serüveni... Oradan "Güzel Çağ”a geçiyoruz. Genç Alman yönetmen Michael P feg haar bu adı taşıyan skeçte bir fâhişe (Raquel Welch) ile çok zengin bir erkeğin (Mar­ tin Helot) yasak ilişkilerini an­ latıyor. Claude Autant Lara "Bugün”ün Jean Luc Godard i- se "Yarın”ın fahişelerini kar­ şımıza çıkarıyorlar. Skeç - lerden kurulu film lerin çoğun­ da olduğu gibi, bu kez de, hiç­ bir yönetmen işini fazla ciddi­ ye almamış.

KÖTÜ A D A M

"Gunsof Diablo"-Boris S e­ gal yönetiminde çevrilmiş

bir Metro Goldwyn Mayer (Amerikan) film i. Oynayan­ lar: Charles Bronson, Kurt Russell, Susan Olivier, Je - an Merlin. Senaryo: Ber - ne Giler. (LALE, SİTE ve ŞAFAK'ta.)

İKİNCİ sınıf bir H olly­ wood W estern 'i.. . . Boris Se­ gal Western hikâyelerinin sa­ kız haline gelmiş temaları­ nı ucuz bir biçimde bir kez daha devşirip karşımıza çı - karıyor. Geçmişini unutmak, isteyen bir serüven adamı Charles Bronson.. .Fakat es - ki düşmanları blrraslantı so­ nucu karşısına çıkıyorlar. A - raya Bronson'un eski sevgili­ si de giriyor. Ve, herşey, ön­ ceden tahmin edilen bir b i ­ çimde gelişiyor.

Referanslar

Benzer Belgeler

Doğum eyleminin, ikinci evresi ve bu evrede kullanılan ıkınma tipleri eylemin seyri açısından önemlidir ve kullanılan ıkınma tipinin maternal ve fetal sağlığı

• Hamileliğin ilk üç ayı için TSH’nin üst limiti 2,5mIU/L olarak kabul edilmelidir.. • Hipotiroidi vakalarında antitiroid antikorlarına (antitiroglobulin,

Bu tedaviye başlamadan önce depoların doldululması için çocukta yarım ampul D vitamini, erişkinde 1 ampul D vitamini yine akşam yeşillik ve yoğurt yedikten sonra kırıp

Tanı: İntraperitoneal kalsifikasyonlar, dilate barsak ansları, asit, polihidramnios, mekonyum pseudokistleri, scrotal

When successful, the Misgav-Ladach technique was associated with a shorter incision to birth interval in patients with no previous cesarean section compared with patients with one

Öğrenicilerin ilgisini kaybetmemek ve farklı öğrenme stilleri olan kişilere hitap etmek için duruma ve hedef kitleye uygun eğitim ve sunum yöntemleri kullanılmalıdır..

Beni gördüğün zaman için titremiyorsa Âşık değilsin gülüm sadece seviyorsun Aklın benim yanımda gezmeye gidiyorsa Âşık değilsin gülüm sadece seviyorsun.. Zaman

Halk anlatılarının bir formülden yola çıkıp geliştiği, çeşit- lendiği, varyantlarına ayrıldığı tezi (Degh 1989, 49-50) kabul edi- lirse; anlatıcı /