SAYFA CUMHURİYET
14
K Ü LTÜ R
Birçok dinayada imden y
~ • --- ~ ~ t-«*
aşıyoruz
A H U A N T M E N
Bir bienal daha yaşandı... Ne denli canlı bir süreç oldu bu? Bu sorunun ya nıtı, bienalin sergi mekanları Antrepo, Aya İrini ve Yerebatan Sarnıcı’ndaki ser gilerin yanı sıra, İstanbul sanat ortamın da son bir aydır yaşanan canlılıkla ölçü lebilir belki. İstanbul'da, kente doğu ile batı arasında bir köprü kurma işlevi yük leyerek farklı kimliklerden sanatçıların biraraya gelmesi ve bir buluşma-tanış- ma-tartışma-diyalog ortamı yaratma dü şüncesi çerçevesinde, bienalde gündeme gelen konuları irdeleyen ve ‘resm en’ ol masa da bu sürece katılan sanatçılar var.
Canan Beykal’ın Kare Sanat Galeri-
si’nde yer alan “ Bana Geldiğin Yeri An
lat” başlıklı sergisi, bu kapsamda değer
lendirilebilir.
Canan Beykal’ın sergisinin ana tema sı, yabancıların birbirleriyle tanışma sü recinin başında kaçınılmaz olarak ilk başvurdukları o klişe dizeden oluşuyor:
Bana geldiğin yeri anlat... Nişantaşı'nda
ki galerinin camekanından neon ışıkla rıyla sokağa yansıyan bu soru, dışarda- ki kişiyi önce galeri mekanının içine çe kiyor, sonra daha da bir içeri: Neresi, in sanın geldiği yer? Doğduğu yer mi? Ya şadığı yer mi? Konuştuğu dil mi? Anadi li mi? Bizler kimiz? Ötekiler kim?...
Beykal’ın başlattığı bu sorgulama sü reci, galeri mekanı içinde yer alan kişi sel antropolojilerle destekleniyor: Me kan, hem ‘bizden olm ayan’ hem de (muhtemelen) ‘tamdık olmayan’ yaban cıların, vesikalık fotoğraflarından bakan yüzleri ve tek birparşümen kağıdına sığ dırdıkları (nereden geldiklerine dair) ki şisel tarihleriyle dolu. Hepsi, kendi dil lerinde yazılmış. Kimisi, resimlerle des teklemiş yazdıklarını, kimisi, geldiği yerle özdeşleşmiş görüntüleri kullanmış. Bu denli çok insan yüzüne birer birer ba kınca, fotoğraflar birbirine karışıyor. Farklı kimliklerden, farklı kültürlerden, farklı ülkelerden, farklı dillerden, farklı renklerden bir sürü yüz, birbirine benze meye, belirsizleşmeye, bulanıklaşmaya ve yüzlerden bir türlü vazgeçemeyen ün lü sanatçı Christian Boltanski'nin işle rinde olduğu gibi, ‘ölmeye’ başlıyor. Me tinlerse, vesikalık fotoğraflarla kurulan o akrabalığı yok ediyor. Beykal’e göre, kişinin kimliğini belirleyen, idari ve si yasi sınırların, ırkının, renginin ötesinde,
di I i. “ Dil, kişinin bütün geçmişini, tarihi
ni ve kültürünü belirliyor. Bu yüzden de onun kimliğini oluşturan tek özelliğin, di
li olduğunu düşünüyorum.” Beykal, ser
gide ses kayıtları da kullanıyor. Farklı diller, farklı sesler, geldikleri yeri anla tıyorlar sanatçıya. Ancak Beykal, sergi de ancak bir gölge gibi yer alıyor, çoğu sergisinde olduğu gibi olayı ‘dışar
Sergide C anan Beykal, bulunduğu konum dan, dışarıya ve kendine göre “öteki olan a” bakıyor.
dan’izliyormuşçasına, bir üçüncü göz olarak, varlığını ‘hissettiriyor’ yalnızca. Sanattan öncelikle ‘im geyi’ ardından
‘kendini’ kaldırmaya çalışıyor Beykal.
Varlığı, öteki sergilerde olduğu gibi bu sergide de belli belirsiz görünüyor ki bu nun oluşum süreci de serginin temel ol masa da yan izleklerinden biri belki: Tüm bu insanları biraraya getiren o ‘rast-
lantı’unsuru. Birbirine yabancı olan tüm bu insanları biraraya getiren ana neden, hepsinin Beykal’ı tanımış, Beykal’m da hepsini tanımış olması. İpince bir bağ, gözle görülmeyen bir zincir sözkonusu hepsinin arasında. Birbirlerinden uzak lar bütün bu insanlar, dilleri, kültürleri, geçmişleri, tarihleri, yüzleri ayrı, ama aralarındaki mesafe belki de o denli uzak bir mesafe değil?
Öte yandan, farklılıkları yok etmek ye rine, ortaya çıkaran ve çokseslilikten, çokkültürliilükten yana bir sergi, “ Bana
Geldiğin Yeri Anlat.” Beykal, bulundu
ğu konumdan, dışarıya ve kendine göre
“öteki olana” bakıyor. Sergide yer alan
yabancıların çoğunluğunun ‘batılı’ ol ması da önemli. Canan Beykal, Batı 'nın, batılı olmayanlarda haklı bir kuşku uyan dıran özeleştiri sürecinde gündeme ge tirdiği ‘öteki’ kavramıyla inceden ince ye dalga geçerek ilişkileri tersine çeviri yor ve bu kez Batılıyı “öteki” yerine koy muş oluyor. “ Benim için bunlar öteki ol muş oluyor, ama bunun bile çok değişken lik getirebileceğini düşünüyorum. Yani
doğu dediğimiz zaman, fizik olarak, ta sarım olarak düşündüğümüz zaman do ğu diye bir olay yok aslında. Kolombus, doğuya gidiyorum diye batıya gitmişti. C alifom ia’nin en batı ucu. en nihayet do ğuya bakıyor. Ötekinin yeri belirsiz. Ye rini belirleyen hiçbir şey yok. Bu tabii çok hoş bir şey. O zaman bu gibi ayrımların
anlamsızlığı çıkıyor ortaya.” Ancak tabii,
“ bu ayrımlar yok demek, aslında, bu ay
rımlar var demek anlamına geliyor.” Ba-
tı’nın ayrımları ‘tanımak’yerine ‘sindir-
meyi’seçen maskeli hoşgörüsü konusun
da ise, Beykal, “ Her kültürün dünya
içinde insan adına evrensel boyutlarda çok şeyler kattıklarını gözönünde bulun durursak, o zaman bu ayrımların onla rın, siyasi, idari, ırksal vs. konularında değil, yalnızca düşüncelerinin farklı ol masından kaynaklandığını söyleyebiliriz. İnsanların yarattığı her dil, her kültür bir farklılık yaratıyor ama bunları birer ayrım olarak görmek yerine tarih kat m anlarını zenginleştirici öğeler olarak görmem iz gerekiyormuş gibi geliyor ba na. Yani, farklılıklar var, evet, ama bu farklılıkların birbirlerine üstünlüğü yok diye düşünmek gerektiği kanısındayım”
diyor.
Canan Beykal’m “ Bana Geldiğin Ye
ri A nlat” başlıklı sergisinin akla getirdi
ği ve tartışmaya açtığı bir diğer soru da, üçüncü dünya ülkelerinin ya da ‘öteki’
olarak nitelendirilen, batı piyasasında ve sanat ortamında yer almayan sanatçıla
rın yapıtları tartışılırken sık sık gündeme gelen, “Kimin,
kimin için” konuşabileceği
meselesi. Sık sık sorulan so rular var: Afrika kökenli Amerikalı yönetmen Spike Lee’ye göre, örneğin, “ Mal-
eolm X ” filmini, kendisin
den başkası yönetemezdi ve
zaten yönetmemeliydi.
Uluslararası İstanbul Biena- li için Türkiye’de bulunan
Uya Kabakov da aynı düşün
cedeydi; Rusya'yı, ancak
bir Rus sanatçı anlatmalıydı, Kabakov’a göre. Canan Beykal, bu soruna, kendini
‘olayın dışında tututarak’ ve sergisine
seçtiği herkese kendi sözünü ve sesini vererek yaklaşıyor; "belgeci” bir tavırla farklı kimlikleri salt ‘gündeme getirme yi’ seçiyor, onlar adına konuşmak yeri ne...
Sergisinde yer alan TanzanyalI bir doktorla ilgili anlattığı ilginç bir nokta:
“...Tanzanya, bizim için çok uzak bir yer.
Mesela bir Kore ya da Japonya bile o ka dar uzak gelmiyor bize. Şimdi o Tanzan- valı'ya bizim batılı gibi göründüğümüzü de gözönünde bulundurduğum uz za man, bizlerin orada daha önce yaşavanan şeylere duyarlılığımızla, onun duyarlılığı arasında çok büyük bir fark oluyor. Ör neğin, onun ailesinde, köle ticaretinde da ğıtım şefliğini yapmış bir kişinin \arol- muş olması... Onun bu olaya bakış açısıy
la, bu olayın yükünü yok edebilmek için doktorluğu seçmiş olmasıyla bizim bakış açımızda çok büyük bir fark var tabii. Onun bu gerçeği normal karşılaması da ha da olanaksız ve karşı çıktığında da da ha derinden karşı çıkıyor tabii.”
“ Bana Geldiğin Yeri Anlat”sergisini,
aslında Canan Beykal’ın. Claude Levi-
Strauss’un “ Hüzünlü Tropikler” kita
bından yaptığı bir alıntı anlatıyor, tüm boyutlarıyla: “ İnsan, kendi çevresi için de dünya değiştirdikçe, daha önce işgal et tiği ve daha sonra işgal edeceği konumla rı kendisiy le birlikte taşıyor. İnsan aynı anda ve her yerde böyle. O , cephe halin de ilerleyen ve her an bir aşam alar topla mını yineleyen bir kalabalık. Çünkü bir çok düny ada birden yaşıyoruz. Bunların her biri içinde yer alandan daha gerçek ama kendisini kuşatandan daha valan- dır.”
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi