BALIKÇI GüNLüGü
— MEHMET H. D O Ğ A N « ^
28 EYLÜL 1975
Neruda'nın anılarını oku yorum. İki büyük şaîr,N eruda- yla Balıkçı naşıI A fb en ziyor- lar birbirlerine : anlatımlarıy- le, yaşam larıyle,yaşam karşı - sında kendilerini hiç esirge - meden,yüzde yüz verişleriyle, tutkular lyle, çı Ig ini ıklar lyle. Birçok yerde Mavi Sürgün1 ün acı,güldürücü,sımsıcak sayfa larını anımsadım Yaşadığımı i- tiraf Ediyorum'u okurken, (is - panyolcö'da biImem, ama Türk çe'de kötü bir kitap adı,kötü bir çeviri). Yaşama b ağlılık,d o ğa sevgisi ve şiir dolu sayfa - lar hep birbirini çağrıştırdı ba na.Yoksul konsolos Neruda'nın Rangoon'a gid işiy le ,B a lık çı1 - nın Bodrum'dan denizyoluyle İstanbul 'a gid işi. "Nereye ge - lirsem geleyim,kendimi orada bir bitki gibi görüyor,kalıyor ve kök salmağa çal ışıyorum» dü şünmek ve orada olmak iç in . .." diyor Neruda. Bal ıkçı da, "Gön
lümün yurdu,canımın canı yer lerden geçiyoruz__ "diye an -lattığı ilk Bodrum yolculuğu - nun sonunda gider kök salar orada,40-50 y ıl öncesinin Bod rum 'unda.
29 EYLÜL 1975
Ispanya'da beş gencin kur şuna d izilişîn i duysaydı nasıl köpürür,naşıI içi için i yer,üzü- lürdü Balıkçı İFranko'ya nef - reti o kadar içten, o kadar ateş liydi ki,daha dün Gönüllüler Tugayı'ndan dönmüş sanırdı in san.Tüfeği elinde ve o ünlü iç savaş türküsü dudaklarında :
"Bugün gidiyoruz ama yi- pe döneceğiz"
İç savaş sırasında,U luslar- arası GönüllülerTugayı 'nda dö- ğüşe katılmak üzere Ispanya' - ya gitmek girişiminde bulundu
ğunu, ama pasaport alamadığını anlatmıştı bir gece.
İspanyol müziği,sanırım,en sevdiği m üzikti.Çok sordum ken. di kendime bu müzikte Balıkçı yı çeken şeyin ne olduğunu. A - laturka müziğe özgü uzun ha va yada o yanık hava olamaz
d ı.B alıkçı sevmezdi ezik,ağ - lamaklı şeyleri. Melodi karşı - lığında bulunan ezgi sözcüğü nü hiç mi hiç sevmeyişi de bun dandı . Hep canlı coşkulu, tut - kulu şeyler isterdi. Belki de bu yanına vurgundu Ispanyol fla - mencolarının.
30 EYLÜL 1975
Fethi N a ci, "bir dostun sev diğim bir yazısı, şahsıma yazı I- mış bir mektup kadar sevindi - rir beni "der. İki yıldır bir ki - tabı çıksaydı,uzun bir mektup almış gibi olurduk Balıkçı'dan. Cümlelerinin arasına sinmiş i - nançlı,kendine,yaptığına gü - venen sesioi duyar gibi olurduk. Ancak akla gelmeyen neden - lerle gecikti,gecikiyor kitap - larının ikinci,üçüncü baskıla- rı.K o ca insan İBİr kitabı çık - masın,çocuk gibi sevin irdi, göz leriyle okşardı tertemiz, daha el değmemiş kitapları.
O günler ayrı bir zevk o - lurdu Balıkçı'yı ziyaret. Se v diklerine imzalamak için, otur duğu koltuğun yanındaki rafa ya da masa yerine kullandı ğı sedire koyduğu kitaplardan birine uzanır, dikkatli bir el yazısıyla, uzun uzun, en güzel adayış yazıları yazardı.
"Hey Koca Yurtsun ikinci baskısını ölmeden önce hazır - lamış gib iyd i. Bu baskıya gir - meşini istediği Önsöz'le birlik te.
Ayrı bir öyküsü var bu Ön söz'ün :
Belki de Önsöz'den çok Sonsöz demek gerekir bu not - lara. Halikarnas Balıkçısı' nın söylediği,yazdırdığı son satır lardı bunlar.Songünlerindesık sık tekrarladığı bir söz vardı bu notlar için :"işte .. . İnsanla ra son sözlerim bunlar."
Balıkçı,yazılm ış,yayım - lanmış hiç bir yapıtını artık bit. miş,bîr kenara bırakılması ge - reken bir şey say m azdı. Biten her romanının,hikâyesinin,dü şün yapıtının sonunda bir doy mamıştık duygusu,bir yeniden , ama bu kez daha güzel ,daha ol gun,daha geniş anlatma tutku su kalırdı onda. Bütün yaşamı boyunca bir tek türkü söyledi , bir tek yapıta çalıştı sankî:A- nadolu, Anadolu insanı ve o - nun Batı uygarlığının kökeni o- larak gösterilmeğe çalışılan He len " Uygarlığı karşısında sa - vunu İması.
Bu yüzden olacak, Hey Ko ca Yurt'a özel bir sevgisi var dı.Bütün söyleyeceklerini on da toplamağa çalışıyor gibiydi. Son yıl ında, yeni bir yapıt or - taya koyacak kadar zamanı - nın kalmadığını biliyordu.Söy lediklerinin, yazdıklarının ö - nemli şeyler olduğunu bilen, bu nun için de iyice anlaşılmasını isteyen bir öğretmenin ruh ha li içindeydi son aylar.Şu sö z ler onundur:
"Şimdi biz ne diyoruz? Bun ca yıl kafa patlatmışız, bir şeyler koymuşuz ortaya, sen a- Iocaksın onu,kullanacaksın,be nim kafamı kullanacaksın, di mi ya? Başkası da senden öğ - renecek bir şeyler.Hani sen bu rada doğdun da onun için övü yorsun bu toprakları, bu insan ları, diyecekler. Ama değil,hak-' 11 bir şey bu, başka yerde doğ
-muş olsaydım da yazardım aynı Şeyleri. İnsaniığı kurtaracak o- lan fen kafası burada doğmuş, şimdi anlatmıyacak mıyım ben bunları Anadolulu olduğum i —
_ • O II
çın r
Ve Hey Koca Yurt'un bi - rinci baskısı çıkar çıkmaz ye niden yazmağa başlamıştı onu. Kitaptan kestiği sayfaları u - zun beyaz kağıtlara yapıştın - yor,aralarına bir şeyler ekli - yor,resimler koyuyor,bazı ara başlıkları çiziyor,yeni ara baş lıkları buluyordu. Böylece u - zayıp giden sayfaların boyunun bîr metreyi geç tiği oluyordu bo zan. Bunların kenarına ya son - rodan aklınagelen birşeyi yaz- mak,ya da dizgiciye açıkla - malarda bulunmak İçin kağıt tan kulaklar yapıştırıyordu bo zan.
1973 Temmuzuna kadar sür dü bu.Bitirmek üzereydi.Hat - ta birçoğumuza bitirdiğini söy lüyordu. "Yalnız Bir Önsöz ya zacağım, o kadar"diyordu. O y sa,kitabı ikinci baskıya hazır larken bulduğumuz son sayfa - lar kitabın yeniden yazılışının tamamlanmadığını gösteriyor . Yazdığı o uzun,el yazısı say - faları alıp daktilo ediyordum. Bana verdiği son sayfa Gök G ü rültüsü sözcükleriyle bitiyor - du. Yazıp götürdüm.Sürdürecek ti, sağ lığı e I verseydi. Yapa - mamış,orada kalmış.
Ağustos sonlarında sözü - nü ettiği Önsöz'ü yazmağa baş ladık. Sağlığı hergün biraz d a ha kötüleştiği için yazı yazar ken kendine özgü oturma biçi mini bir türlü bulam adığı,ka lem tutacak güç kalmadığı i - çin elinde,söylediklerini be - nim yazmamı rica etmişti.
Üzüntüyle ama övünçle sa- rıldım bu son göreve. Her kez,
ancak bîr iki paragraf yazdıra- biliyordu. Yarım saatin sonunda, bedeninin ve kafasının h a rca - dığı o büyük çabanın,direnişin sonunda nasıl yorgun düştüğünü görüyordum. Ama belleği son güne kadar pırıl pırıldı.Unut - kanlığın onu yanıltmasına hiç bir zaman izin vermiyor, anım- sıyamadığı bir ad için kitaplar, ansiklopediler karıştırıyorduk. Ansiklopedi ¡eri,sözcükleri a - vucunun içi gibi tanıyordu. A radığı adın sayfanın neresinde olduğunu,yanında hangi resmin olduğunu daha önceden söylü — yordu. İki üç gün sonra, temize çektiğim bölümleri gidip kendi sine okuyordum. Sonra bir iki pa ragraf daha yazdırıyordu, her defasında beni yorduğu, bana yük olduğu sanısı içinde," Az kald ı, bîr sayfa daha yazdık mı ' tamam, “diyordu.
Beş altı oturum sürdü bu. Son kez gittiğimde (10 Ekim _ 1975) yarı koma yarı uyku du - rumunda yatıyordu. Biraz önce i: doktor gelmiş Tansiyonu 5'edüş- müş.Gözünü açar gibi olduğu bir sıra kızı İsmet Hanım:"Baba kim geldi bak, tanıyacak mısın?"' dîye seslendi.Yaklaştım. Çok yavaş,neredeyse fısıltı halinde bîr sesle:"Tanımaz mıyım,Meh met Doğan 'ı, merhaba" dedî .Son ra daha da sönen bir sesle:"Bu gün devam edemiyeceğiz,Meh met çok yorgunum,hiç halim yok.Seni de yordum buraya ka dar "diye ekledi.
Bir daha da yazdıramadı bir şey. Üç gün sonra öldü. Bu önsözün öyküsü de bu. Ama b i- tirseydi, söyleyeceklerine nok ta koymuş olacak mıydı ki?
Sanmıyorum ben.Son güne kadar bir yerlerini değİştire - cek, bir şeyler ekleyecek, bir şeyler çıkaracaktı.
Hey Koca Balıkçıl Merhaba sana dünyamızdanl