bitin
bir
§ntnın hikayesi
Üst ad îbnülemin Mahmud Kemal şöyle diyor: «B ir âşık bir güzeli nasıl
sever, nasıl ardından koşar, nasıl elde etmek isterse ben de kitablan
öyle sevdim, öyle koştum, öyle elde ettim.»
j En büyük zevki kitablar olan bir5 insanla, kitablarm arasında bulu nuyorduk; tabiî kitablardan bah settik. Üstad Îbnülemin Mahmud Kemale:
*— Kitablarınızı ve yazılarıma ■■ Üniversiteye verdiğinizi gazete ve
mecmualar yazdılar» dedim. «— Yalnız kıtablarımı ve yazıla rımı değil, maddî neyim varsa bü tün varlığımı verdiğimi yazdılar, diye başım salladı. Hakkımda eös- jterdikleri riayetten dolayı müte
şekkirim. Fakat maddî varlık mad desi hakikate uygun değildir. Be nim bütün maddî varlığım, kitab- larımdan ve yazılarımdan ibarettir- Bundan başka bir varlığım yoktur ki, vereyim. Üsküdarlı Safi merhu mun şu kıt’ası, tamamile halime muvafıktır-.
Başını arkaya dayadı, kıt’ayı a- j ğır ağır okudu:
«Diyemez oldum e y le y ip tayine «Bu da vâ n m , şu da diyan m d ır» «Var İte malik olduğum bir şey»
»Yeri meçhul olan m eza n m d ır.» Sonra bir nefeste, kestirip attri «— İşte, bu böyle! Geçen sene yaptırdığım teberru muamelesini, hayatımda ilin etmek istemedim. Kitabı hayatımı hatmettikten sonra meydana çıkmasını arzu ettim: çünkü sevabın gizli olması, alenî
— A rkası Sa. Z, Sû- £ d e —
On binlerce lira değerindeki Üçüncü Sultan Selim divanından bir yaprak
olmasından daha makbuldür. Her vesile ile beni izaz etmek lûtfunda bulunan muhterem Hakkı Tank Bey üstadımız son günlerde nasılsa bu işe vâkıf oldu, gazetesile ilân etti.»
Oturduğumuz odayı dolduran ki- tab yığınları, kütüphanenin ancak ufak bir kısmım teşkil ettiğine gö re, acaba bütün ki tab ve yazı lev haları ne kadardı? Üstad:
«— Çoğu yazma olşraik üç bin den fazla kitab. ve üç yüz kadar levha vardır, diye cevab verdi. Bu kitab ve yazılar daha çoktu", bir kısmı, bazı kıymetli eşya ile bera ber Mercan yangınında zayi oldu, bir kısmı da mütareke senelerinde evim ecnebi askerler tarafından cebren işgal edildiği sıralarda ça lındı, satıldı ve memleketlerine gö türüldü. Hele müteaddid ve müte nevvi gazete ve mecmua koleksi yonlarının zayi olmasına ne kadar
teessüf edilse azdır »
— Bu kitablar ve yazılar arasın da pek kıymetlileri var mıdır?
— Vardır. İnsanın kendi malını kıymetli göstermesi bittabi muva fık değildir. Lâkin, kıymetlisi yok tur diye doğruyu söylememekten, vardır diye hakikati, söylemek, el- j bette ki daha münasibdir. Kitabla- I nm içinde, gördüğünüz, Üçüncü Sultan Selim divanı gibi müzeyyen ve bazı meşahirin yazıları ile mu harrer nadir nüshalar vardır. Me selâ kenarları Nabi, Ruhi, eski Na ili ve Şeyh Galib gibi en meşhur şairlerimizin yazılarile divânlar! vak’anüvis, hâkim İsa zade ve
Abdülhak Molla gibi bazı zatların da yazılarile tarihleri, Rauf İsmail Paşa ile oğlu İsmet ve torunu Şey hülislâm Arif Hikmet Beylerin, A - ziz Mahmud Hüdai Efendinin, Şey hülislâm Ebu İshak zade Esad E - fendinin ve meşhur âlimimiz Ge-; lenbevi İsmail Efendinin yazılarile
eserleri, Reisülküttab Vasıf ve Atıf Efendilerin, Vahid Paşanın ve di ğer meşahirin mecmuaları mev- cuddur.
Levhaların hemen hepsi güzel yazılardır. En maruf Türk hattat larının talik; sülüs ve en büyük A - cem hattatlarının talik yazıları mev cuddur.»
Üstad, bu kıymetli eserleri sayıp dökerken, gene kendisine aid bir beyit hatırıma geliyordu:
«Öyle memnunum ki mekteb görmedim» «Cehlim oldu ilmime bati benim.»
Zira İbnülemin Mahmud Kema lin cebinde diploması yoktur, zira bu en büyük âlimimiz »mekteb, medrese görmemiştir», ama işte o diplomaların en yükseklerini dağı tanlar gelip, ondan ilim nasiblerini almaktan gene de geri kalmıyorlar Bu, şüphe yok ki, yalnız eşsiz bir zekâ ile kabiliyetin değil, ilme karşı duyulan büyük bir de askın "«cü cesidir. Nitekim, .bu ki âblan, ya zıları nasıl ve ne kadar müddette elde ettiniz?» diye sorduğum za man, üstad bir göğüs g içirdi ve şöyle cevab verdi:
«— Bir âşık bir güzeli nasıl' se ver, nasıl ardından koşar, nasıl elde etmek isterse ben de öyle sev dim, öyle koştum, öyle elde ettim. Bu sevgi bana babamdan intikal etti. Pek çocuk iken kitab toplamak hevesine düştüm. Bu heves, yaşım la beraber arttı. Gün geçmezdi ki Bedesten civarında bulunan meş- bur Sahaflar çarşısından geçmiye- yim 'Mullaka bir kitab, bir risalo alırdım. Ne fayda ki mali kudretim miisaid değildi. Babam mazuliyot ' halhgjle, benîm maaşım i -e iki, üç yüz kuruş raddesinde id;. Gençli ğin îcab ettiği zevklere, Allahın inaycüle dalmadım; bütün zevkimi kitabda buldum. Yedi, sekiz serçe evvel, herkesin becereni iveceği bir hizmet mukabilinde bana vSft en beş, on kuruş, aç gözlü, dilenci öz lü bir hasudun gözüne bahupak, i «oturak ulûfesi» aldığımı gazeteye yazmış, bu parayı veren dairenin cevabı üzerine dilini tutmuştu. İş te o para bile zevke, hattâ boğaza sarfedilmemişti.»
Dışarıda şiddetli bir yağmur baş- 1 lamıştı. Lâf lâfı açtı, kitablardan I insanlara, insanlardan hâdiselere | geçtik, sanki mazinin içinde uçan - bir sihirli halının üzerindeydik de, i şimdi yakın tarihimizin panaroma- sım seyrediyorduk. Üstad iğneli bir ı dille, hatıralarını mısralarla süsli- , yerek anlatıyordu. Bu hatıraların içinde her şey yerli yerindeydi ve j en ufak teferruat bile mevcuddu. j Saatlerce sürmesine rağmen gene : de pek kısa gelen bu cevelân esna- | smda saraylara girdik, meşhur -'e , tarihî şahsiyetlerle tanıştık, kurul- l tayları, kongreleri dolaştık, sonra i tekrar Bakırcıların arkasındaki bü
yük, fakat harab konağın daracık j odasına döndük. Üstad, masanın ü- j zerinde duran eski yazı takımlarını. 1 gösterdi:
i *— Kütüphaneye hokka, kalem- • traş, makta kubur, kalemden, divid, i cilbert gibi yazı alât ve edevatı ile bazı eşya ve gördüğünüz, -şimdi kalkmış ,yandaki büyücek odaya , geçmiştik. Burası Abdülâzize aid ; yaldızlı kanape ve koltuklarla 1 döşenmişti. Bir kenarda çalgı aletleri duruyordu. Duvarlar, ga- : yet kıymetli yazı levhalarile süs
lüydü. Bu oda her pazartesi akşa- |mı toplanılıp saz âlemi yapılan | yerdi-, evet şu gördüğünüz antika kanape ve koltuklar da konacak tır.»
Dışarıda yağmur dinmiş, güneş 1 bulutların arasmdan sıyrılmıştı, i Üstadın elini öperek, müsaade iste
dim. Yarım kuruş kazanmak için insanların bin takla attıkları bir de virde, bütün maddi varlığı olan va rım milyonluk hâzinesini, bir irfan ocağına bağışlayrveren bu «büyük adam» bir yirminci asır çocuğuna verdiği unutulmaz insanlık, feragat ve ilim aşkı dersinden habersiz, beni uğurlamaya çıktığı sofadan, ne vakit istersem kendisini ziyaret» gelebileceğimi söylüyordu.
Metin TOKER
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Ta h a To ros Arşivi