• Sonuç bulunamadı

Halikarnas Balıkçısı'nın yaşam öyküsü:Miho gibi bir adam

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Halikarnas Balıkçısı'nın yaşam öyküsü:Miho gibi bir adam"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Halıkarnas Balıkçısının

yaşam öyküsü

O kadar kirli iş

çeviren insan

arasındanydevrime

karşı çıkma

damgası benim

alnıma vurulm uştu

Sudun TANJU'nun

kaleminden

(2)

•t/ljl* MARMARA: Parçalı bulutlu ve sağanak ya- Vl^T-1 ğışlı olacaktır. Rüzgârlar kuzey batıdan orta

kuvvette esecektir. 13 ile 25 derece.

ECE: Parçalı bulutlu ve sağanak yağızlı ola- çaktır. Rüzgârlar batı yönlerden orta kuvvette esecektir. 14 ile 29 derece.

İÇ ANADOLU: Parçalı bulutlu ve sağanak ı yağışlı olacaktır. Rüzgârlar güney batıdan j

orta kuvvette esecektir. 8 ile 26 derece.

I GÜNEYDOĞU: Parçalı bulutlu olacaktır. Rüz- - garlar Güney Doğudan orta kuvvette esecek

tir. 16 ile 32 derece.

KARADENİZ: Parçalı bulutlu, ve yer yer sa- ı ğanak yağışlı olacaktır. Rüzgârlar güney batı­ dan orta kuvvette esecektir, 10 ile 25 derece.

AKDENİZ: Parçalı bulutlu olacak bölgenin batı kesimleri sağanak yağışlı olacaktır. Rüz­ gârlar batıdan orta kuvvette esecektir. 14 ile 30 derece.

DOĞU: Parçalı bulutlu olacaktır. Rüzgârlar ı doğudan orta kuvvette esecektir. 1 ile 30

derece.

Tartışırken eli masanın üzerindeki

tabancaya doğru gidiyordu

babamın. Görüyordum...

Is tanbul : Sağanak 22 Samsun : Sağanak 23 Ankara : Sağanak 23 D. Bakır : P.Bulutlu 31 İzmir : Sağanak 27 Antalya : Sağanak 30

Kıbrıs : P.Bulutlu 30

Babamla aynı

anda ates

ettik, o öldü

M

IHO'yu bitir misiniz? Martı’nın hflviiâüne Güney Akdeniz'de Miho

derler. Güçlü kanat­ ları vardır. Açık denizde onunla karşılaşmak sevinçtir. Karadaysa­ nız, bir kayanın üzerinden havala­ nıp önce beyaz bir dalga sonra beyaz bir nokta oluşunu ve gök yüzünün mavi ışığında kaybolu­ şunu bir özlem gibi içinizde du­ yarsınız. Sanki özgürlük Miho’- nun kanatlarındadır ve sanki uçan sizsiniz.

Bir sabah, gün daha yeni ışı­ mağa başlamışken, kıyıdaki sivri kayalardan birinin üzerinden bir Miho kanadının kalktığını gördü Hacı Süleyman ve çiftesini doğ­ rulttu. Amacı kendini sınamaktı. Bakalım eskisi gibi uçarı kaçarı düşürüyor mu? Miho önce denize doğru düşer gibi oldu, havaya tüyler uçtu, “ tamam" dedi Hacı Süleyman, ama kuş dengesini buldu ve göğe doğru hızla yüksel­ meğe başladı.

Bir ben vardım bu olayı gören. Hacı Süleyman da bendim, Miho da bendim. Ben attım ben vur­ dum. Çiftenin iki gözünden saçı­ lan saçmalardan biri, Miho'nun bir gözünden girip öbüründen çık­ tı. Havadayken kör oldum. Yön bilmiyordum. Deniz, gök ışık yok­ tu. Yuvamı, yavrularımı bir daha bulamazdım, öyle havada, karan­ lıkta asılıp kaldım. Kanatlarım sağlamdı. Uçabilirdim. Ama

nereye? Düşüşümün ters yönüne kanatçırpmağabaşladım. Sonsuz karanlıkta içim acı ile doluyordu. Biryerekonamazdım. Biryeregide- mezdim. Bağırıyordum. Sesimacı- mıarttırıyordu. Kimsebanayardım edemezdi. Kimseyle bu başıma gelenin nedenini konuşamazdım. Niye ben beni böyle bir çaresiz­ liğe düşürdüm? Ve yoruldum ar­ tık, bıraktım kendimi, karanlığın içinde bir temas, bir son acıyı beklemeğe koyuldum.

Yaşanmayan

gençlik yılları

B

ABAMI gece de böyle bir öldürdüğüm boşluktan düşüyor gibiydim. Ben 27 ya­ şındaydım, O, altmışındaydı. Gü­ nün hangi saati idi iyi hatırlamı­ yorum. Hayır, hayır, geceydi, bu kez gözlerim açıktı, karanlığı gö­ rüyordum. Eli, masanın üzerinde­ ki tabancaya doğru gidiyordu ba­ bamın. Bir çiftlik evindeydik. Ha­ yatını biraz daha güvence altına alabilmek için İstanbul'dan kalk­ mış bir Anadolu iline göçmüştü. Öldürülmekten korkardı. Evin oturma odasında bir kaç tabanca, tüfek bulundururdu her zaman. Bulunduğu her yerden silâha eriş­ meği düşünürdü. Görüyordum. Tartışırken eli tabancaya doğru gidiyordu. Ben daha gençtim.

Tm

Co<

Kir

Çocukken "İnsanlar neden öldürüyorlar

birbirlerini Misis Reader?" diye ağlayarak sorardım

İngilizce hocama. Oda annem e" Bu çocuk

nasıl yaşayacak madam?’' diye yakınırdı.

İtalya' da, tarta kuşlarını, durmamacasına öttürmek

için kıpkızıl kızartılmış toplu iğneyle kör ederler.

Sonra bu kuşu bir kafese koyarlar.

ı Bütün gençliğimi bir kafeste, bir Miho gibi,

birtarla kuşu gibi, içine düştüğüm

karanlığı yırtmak çırpınışlarıyla yaşadım.

Hangimiz daha önce ateş etti, bil­ miyorum. İkimiz de ateş ettik. Ölen o oldu. Ben de, boşlukta süzülürken bir şeye çarpmış gibi

sonsuz bir acı içinde eridim, yok oldum. Sonra kimseye söyleme­ dim kavgayı hangi konular üze­ rinde yaptığımızı. Neye yarardı?

BABASI PAŞA AMCASI SADRAZAMDI:

Biiyükada’da dönümlerce bahçesi olan beyaz bir evde geçti çocukluk yılları. Kolej’dc okuduktan sonra İngiltere’de Oxford Universitesi’nde eğitimini sürdürdü. Yurda döndüğünde Osmanlı İmparatorluğu son gün­ lerini yasıyordu. Birinci Dünya Savası’ndan sonra gelen Kurtuluş Sava$ı sıralarında “Halikarnas Balıkçısı” Ceval Şakir hapishanedeydi...

★ Fotoğraf! vr Ara Güler’ln arşivinden alınmıştır.

1 6 .1 1 .1 9 7 8 Perşembe gününden sonra otomobillerini alacak olan iştirakçiler

5345 3641 2169 1730 23682 26264 20991 25612 20946 44103 43900 42945

Ruhi AYDINOGLU Beşevler Mareşal Fevzi Çakmak Cad. 58/10 ANKARA

Mustafa TUTUNAN Taksim Talimhane Topçu Cad. No: 1 İSTANBUL

Ahmet HÖYÜK Ağrı Trafik Şubesi AĞRI

Enver ALPAYRAK Akçakoca Caddesi No: 31 Düzce BOLU

Mefahir YÜCE Endüstri Meslek Lisesi öğretm eni BOLU

A.Osman GÖKGÖZ Karadeniz Bakır İşletmeleri A.Ş. P .K .196 SAMSUN

Ramazan GÜRKAN Petrol Ofisi Genel Müd. Tabl­ dot Başk. ANKARA

Ahmet Celâl ÜNEKÇETÎN Fidan Han No: 182 BURSA

Müfit ÇAY Dedeoğlu Tic. İbrahim Çayhal F. Koli. Şti. İnönü Cad. No: 49/B ADANA

Haşan ÖZCAN Çam Oteli M üdürü Kızılcahamam ANKARA

Ramzi ESKİOĞLU Koyunpazarı Caddesi No: 114 ANKARA

Süleyman TEKİNALP Lise Matematik öğretm em Tefenni BURDUR 31164 37335 34455 34881 37018 37944

Şerife KURUN Cennet Mahallesi Alpaslan Cad. Aydın Sok. 5 /4 Küçükçekmece İSTANBUL

Recep TEMELÖZ Atatürk Caddesi ö z e r Apt. K .l No: 3 BURSA

Emine KAYA 1. Cadde. 79/6 Bahçelievler ANKARA

İbrahim ADAR Kazım Orbay Caddesi 69/1 Şişli İSTANBUL

M.Nurcan KÖKSAL Kemalpaşa Mahallesi Değir­ menlik sok. No: 41 ÇANAKKALE

Mehmet ZEHİROGLU PTT Karşısı Liz Kuaför RİZE

M OTAR’DAN D U YUR U

Resmi makamlarca Renault arabaların her Uç tipine 8.9.1978 tarihinden geçerli olmak üzere 13.700.-TL. zam yapılmış bulunmaktadır. MOTAR iştirakçilerinden kurada arabaları çıkmış olup da Ekim ayı içinde tesiim almaları İçin kendilerine telgrafla tebligat yapılacaklara, belirlenen zam miktarı, müteakip aylara bölünmek suretiyle senetlerine ilâve edilecektir.

Kurada arabası isabet edip de arabaları teslim edilem e­ yen ve kura İsabet etm em i * '*

dolayısıyla ödeyei-ekleri taksiHeeSerde Sân »lUecektl*.

^ Qzan; Sadun TANJU

Anlatsaydım, babasını bir kez da­ ha öldürüyor demiyecekler miydi? Sustum. Hapishanede hep çocuk­ luğumun rüyalarını görür, ter için­ de uyanırdım. Çocuk olmadığıma sevinirdim. Ceza çekiyordum bu çıplak, soğuk duvarlar arasında ama, büyümüştüm, babam da yoktu. Vicdan azabı duymadım hiç. Hacı Süleyman da Miho’yu vurduktan sonra vicdan azabı duymadı, biliyorum. Üstelik ilk kez o anda görmüştü kuşu.

Elim bir daha silâha değmedi. Büyükada’da dönümlerce bahçesi olan beyaz bir evde yaşardık. Ço­ cukluğumdaki duygusallığım her­ kesi şaşırtırdı. Sevdiğim parçaları çalsınlar diye annemi ve kız kar­ deşlerimi zorla piyanonun başına oturturdum. Gönülleri olmadığı zaman, anlatılmaz bir üzgünlüğe kapılırdım. Kitaplarda savaş res­ mi, silâh resmi görünce ağlardım. “ İnsanlar neden öldürüyorlar bir­ birlerini Misis Reader” diye sorar­ dım İngilizce hocama ve o da anneme “ bu çocuk nasıl yaşaya­ cak madam?” diye yakınırdı. Oy­ sa ben nasıl yaşayacağımı öğreni­ yordum. Kolejde Karadağlı bir ka­ pıcı vardı. Barba Milo idi ihtiyarın adı. Arkadaşlarım “ Zlgo, Zigo, Barba M ilo!” diye kızdırırlardı ka­ pıcıyı, ben hep uzak durur onun çaresiz öfkesine acırdım. İçinden çıkmıyorum diye bana kütüpha­ neyi yasak etmişlerdi. Ama ben, gizlice arkadaşlarıma aldırdığım kitapları gece, yorgan altında, pil­ li bir fenerle okurken yakalanır­ dım. Okumak ve annemden Nor­ ma Uvertürünü dinlemek bana ne kadar mutlu olduğum sevincini verirdi. Ayda bir Perşembeleri ev­ ci çıkardık. Lodos olmasın diye dua ederdim. Lodos’ta ne beni almağa gelirler, ne de vapurlar Ada iskelesine yanaşabilirlerdi. Berbat bir havada, beni almağa gelen er’e ille Adaya gitmek isti­ yorum diye çektirdiğim çileyi ha­ tırlıyorum. Vapurlar kalkmıyordu. Gece vakti Kartal'a geçtik, özel bir kayık tuttuk. Adamlar 8 altın istediler. Ben evet dedim. Kayığa bindik. Denizle ve ölümle pençe- leşe pençeleşe, sırsıklam eve var­ dık. Kıyamet koptu. Sekiz altın demek dört genç subayın maaşı demekti. Babamla annem öyle bir kavga ettiler ve iş sonunda bo­ şanmağa kadar varan öyle bir fs - elaya dayandı ki, iki gün sonra nikâh tazeleninceye kadar etkisin­ de kaldığım duygular, bütün ya- şamımca canlı kaldı. Belki de ba­ bamla o gece koptuk birbirimiz­ den.

Tarla kuşu

kopuş

m m

• TALYA’da tarla

kuş-I

larını hiç durmama- casına öttürmek için, ateşle kıpkızıl kızar­ tılmış toplu iğne uçlarıyla cızz diye bir gözünü, cızz diye öteki gözünü de yakarlar. İki gözü kör olan tarla kuşunu bir kafese ko­ yarlar. Mavi, açık, berrak göklerde özgür uçmağa alışkın kuş, önce gözlerini örttüğünü sandığı kap­ kara paçavrayı tırnaklarıyla para­ lamağa çabalar ve zavallı kendini bir kat daha yaralar. Karanlığin gözüne yapışan bir paçavra bir Is ya da kurum değil bir zindan gece olduğunu anlayınca, kanat hızıyla geceyi aşmaya, güne güneşe ulaşmaya çabalar. Çırpınır çırpı­ nır. Her kanat vuruşu katı kafese çarpar, acır acır. Kara gece aşıl­ maz bir kara duvardır. Uçucu ka­ natlardan kat kat güçlü, iç hızıyla ötmeye koyulur, öter öter. Gece­ nin öte tarafından gönlünün gü­ nünü, güneşini, nur âlemini yara­ tır. Yine o mavi göklerine çıkar. Tâ altında, ufuklara kadar ıssızla­ şan yeryüzüne, pırıl pırıl pullar gibi renk renk cıvıltısını döker dö­ ker. Allah esirgesin, duramaz, çünkü durunca, karanlık, ökseci kuşçunun kara parmak ve avuçları gibi varlığını kavramaya koyulur.

Özgürlükten

ENİ ağır hapse mah- 1 kûm ettiler. Bütün tarla kuşu g.~.,

karanlığı yırtmak" V„ K,,,,V,

KARANLIK YILLAR:

“ İste o günden soııra elim bir daha silâha değmedi. Beni ağır hapse mahkum ettiler. Bütün gençliğimi bir kafeste, bir Miho gibi, bir tarla kuşu gibi, içine düştüğüm karanlığı yırtmak çırpınışlarıyla yasadım.” . Cevat Şakir’in bütün yasamı “ K a­ ranlığa” verdiği amansız savaşla geçti.

yaşadım. Oxford’da yakın çağlar tarihi okumuştum. Asıl öğrendi­ ğim özgürlük ve uygarlıktı. Çöken bir İmparatorluğun özgür ve uygar bir dünyadan kopuşunu, dışarda- kl öğrenim yıllarım sırasında, utançla karışık bir acıma duygu­ suyla seyretmiştim. Dönüşümde herkes beni, düşüncelerimle değil giyim kuşamımla ilginç bulmuş­ lardı. Şakir Paşanın Oxford'da okumuş oğlunun şıklığı idi söz konusu olan. Londra’nın, Paris'in Roma’nın pırıltısından sonra kos­ koca bir köy pisliği ve çamuruna bulanmış İstanbul’da, Beyoğlu’- nun salaş gazinolarında, yabancı kumpanyaların oynadıkları ope­ retleri seyretmekle geçiştirilmeğe çalışılan can sıkıntısı ve boşluğu ancak böyle doldurabiliyordum. Ülke siyasal sallantılar içindeydi. Aile, saraya yakınlığın duygusal­ lığı ile toplumsal yaşamın karga­ şası arasında, bir şeylerin değiş­ tiğini görüyor fakat anlıyamıyor- du. Kimseye bir şey anlatacak durumda değildim. Babam, kar­ deşi Cevat Paşa’nın yaverliği ile yükselmeye başlayan askeri ha­ yatında Roma ataşemiliteri, Gi­ rit’te Resmo Kumandanı, Atina Elçisi, Askeri Teftiş Komisyonu Üyesi olarak Ferikliğe kadar yük­ selmiş, dil bilen, tarih bilen, Os­ manlI ve İslâm tarihi üzerine önemli bir eseri olan, tiyatro ile İlgilenen yetişkin bir Osmanlı ay­ dınıydı. Henüz ilk gençliğimde kaybettiğim amcam Cevat Paşa, sadrazamlığa kadar yükselmiş, Arapça^cemce.Rumca. Fransızca ve İtalyanca bilen, büyük bir kü­ tüphanesi olan, Osmanlı Askeri Tarihi üzerine önemli bir eser sa­ hibi, Girit Kumandanlığı ve Çam­ daki Beşinci Ordu Müşirliğinde hizmetler görmüş önemli bir Os­ manlI Devlet Adamı idi,. Ve saray­ la beraber çevresinin rle sarsıldığı bir dönem yaşanıyordu. Genç It- tihatçılar'ın İmparatorluğa nasıl bir diriliş getirebileceklerini bil­ miyordum Zaten vakit kalmadı. Babamla yaşadığımız o “ fatal” geceden sonra, koskoca bir dün­ ya savaşını ve arkasından gelen Kurtuluş Savaşını “ içerde" geçir­ dim ve yönsüz kalmış bir Miho gibi, mütareke istanbuluna düş­ tüm.

Yarın:istiklal

Mahkemesi iiç yıl

' sürgün cezası veriyor

(3)

H A V A D U R U M U

A l i E s i n ' e g ö r e

^k£s-_. MARMARA; Parçalı bulutlu doğusu ise sağa- nak yağışlı olacaktır. Rüzgârlar kuzey batıdan orta kuvvette esecektir. 15 ile 27 derece.

M Ü t Ol Parçalı bulutlu olacaktır. Rüzgârlar ku- /oy batıdan orta kuvvette esecektir 16 ile 28 derece

K ANADOLU: Parçalı bulutlu kuzeyi sağanak yağışlı olacaktır. Rüzgârlar batıdan orta kuv­ vette esecektir. 8 ile 24 derece.

GÜNEYDOĞU: Parçalı bulutlu olacaktır, gârlar doğudan orta kuvvette esecektir. 31 derece.

KARADENİZ: Parçalı bulutlu ve yer yer sağa­ nak yağışlı olacaktır Rüzgârlar kuzey batıdan orta zaman /aman kuvvetli esecektir 9 ile 24 derere

AKDENİZ: Parçalı bulutlu doğusu ise sağa­ nak yağışlı olacaktır. Rüzgârlar batıdan orta kuvvette esecektir. 16 ile 30 derece.

DOĞU Parçalı bulutlu ku/eyi ise sağanak yağışlı olacaktır Rüzgârlar doğudan orta kuv vette esecektir 2 ile 2b derece

Rüz- 10 ile

YazuSadun TANJU Fotoğraflar-.Ara GÜLER

Kendimden

kurtulm ak için

Molla G ürani'de bir

______________t____________ __

Rufai Dergahına

kapandım ve aşka

sevgiye

dönüştürme

umuduna sarıldım...

tanbul Ankara lzm ir

P.Bulutlu 22 Samsun : Sağanak Y. 21 P. Bulutlu 21 D.Bakır : P.Bulutlu 30 P. Bulutlu 28 Antalya : P.Bulutlu 30

Kibri* Sağanak 30

0 günden sonra

yaşamaya

başladım

• ŞGAL altındaki Is- | tanbul karanlıktı. Ba- [ na koskoca bir ha- pisane gibi geldi. Yalnızdım. Üsküdar’da Ihsaniye’- de bir eve sığınabildim. Burada, kentin gardiyanları lngiUzlerden ve Fransızlardan uzak yaşayabili­ yordu insan. Gezi kitapları ve ütopik eserler okuyor, mutlu ya­ şanan yerlere soyut ta olsun eriş­ mek istiyordum. Ailem bite yoktu Ben, beni yaratanı öldürmüş bir lânetli idim çoğunun gözünde, ya da bana öyie geliyordu. Bir çevre bulmam, insanlara karışmam ge­ rekirdi. Kentin camilerini dolaşır, başlarına gelen ulusal felâketi dua ile defetme umuduna sarıl­ mış insanlarla secdeye varırdım. Ruhum yatışmıyordu. Günün her

vaktinde bir başka camiye gider, denizi gören bir pencere önünde diz çökerdim. Deniz umudumdu. Sonsuza dek sürecek bir yaşama sevincini denizin maviliklerine dalarak düşünebiliyordum. Gö­ züm hayata ait bir şeye takılınca cennetin kapıları kapanıyordu.

YANGIN YERİNDE BİR DERVlŞ

G

ü n ü nmi Fatih’te, birinde kendi­Molla

Gürani'de bir Rüfai dergâhında buldum. Tekke postnişini aydın bir eğitim müfettişiydi. Arapça, Farsça, Fransızca ve eski Elen dilini bilir­ di. Ayinlere mevleviler, bektaşiler diğer tarikat üyeleri de katılırlardı Acıyı aşka, sevgiye dönüştürme­ yi öğrenen dervişlerdik. Herkes derviş kıyafetlerini dergâha gelin­ ce giyinirdi. Bense Üsküdar’daki

• öyle bir aydın kokuş­

muşluğu vardı ki, ulu­

sal kurtuluş savaşına

karşı çıkanlar, zafer­

den sonra,

Mustafa

Kemal’in kadrolarıyla

uyuşup anlaşma yarı­

şında birbirlerini ça­

mura bulayıp duruyor­

lardı.

# O kadar kirli iş çeviren

insan arasından, dev­

rime karşı çıkma dam­

gası,

benim alnıma

vurulmuştu.

İstiklâl

Mahkemesi üç yıl sür­

gün cezası verince,

bunun benim için bir

kurtuluş, bir yeniden

doğuş olduğunu bil­

miyordum. Ama içim

sevinç doluydu.

evde ırakiyeyi başıma takar, hay- deriyi sırtıma giyer, Beşiktaş ya da köprüye çıkıp Fatih’e doğru derviş kıyafetimle insanlar ara­ sından geçip giderdim. Fesli, sa­ rıklı, keçe külâhlı, şapkalı, bereli, kalpaklı, Çinli, Japon, Buharalı, AfganlI, her milletten, her sınıf­ tan insan arasında kimse beni garipsemezdl. Çıplak ayaklı küfe- cller, dilenciler, uyuz köpekler, hamallar, sırık hamalları, öküz arabaları, merkep ve katır kervan­ ları, koyun sürücüler sürücükleri,

BAŞINDAN FELAKET GEÇMİŞ İŞE YARAR ADAM:

Cevat Şakir, bir şiire gazete ve dergilere yazı, resim, karikatür, hikaye yazarak hayatını kazandı. Türk basının­ da isimleri şerefle anılan ünlülerin arasında yer aldı.

(Soldan sağa) Gazetemizin kurucusu rahmetli Sedat Sima- vi, Cevat Şakir, Ahmet Hikmet, Ercüment Ekrem, Süley­ man Nazif.

1 7 .1 1 .1 9 7 8 Cuma gününden sonra otomobillerini alacak olan iştirakçiler

38747 Leman Ülker Erdoğan, Bos­ tancı Cami Sok. No: 20/15 K a -. dıköy-İSTANBUL

39937 Hüseyin Haşan ö z , İst. Mah Ömer Kurt Sok. No: S5/B Elma- dağ-ANKARA

36795 Hilmi Temel, D .S.l. 13.Böl­ ge Muhasebe Servisi, ANTALYA 31695 Sema Ağaoğlu, Reşatbey

Mah. Kutlulura Apt. D.5, ADA­ NA

42487 Agah Pakyürek, Kartaitepe Terakki Sokak Meltem Apt. No: 3 D .6 Bakırköy-ÎSTANBUL 42232 Aziz Kaya, Eti Caddesi 76/ A

Polatlı-ANKARA

37394 Mehmet Baler, Dasa Dağı­ tım ve Satış A.Ş. Şişli-İSTAN­ BUL

39527 Ramiz Gül, Belediye Altı No: 1 İnci Pastahanesi, ADAPA- ZARI-SAKARYA

3734 M.Şinasi Gürer, Küçük la - n k Sokağı No: 1/5 Bostancı İS­ TANBUL

2204 Nurettin Yıldırım, Peynir ve Tereyağ Fabrikası P.K.33 MUŞ 4530 Muzaffer Babataş, Nuruos-

rnaniye Cad. No: 8 Cağaloğlu İSTANBUL

1574 E.İlncm Parlar, 2007. Sok. 7/8 Bostanlı Karşıyaka İZMİR 27349 Çetin Varlı, Gürcükapı Mey­

danı No: 17 ERZURUM 25531 Seyfettin Aş, Sakarya Cad.

Ayan Apt. D.3 ESKİŞEHİR 26554 Mehmet İlhan Tatlıgil, Ter­

sane Cad. Yaprak Çıkmazı No: 11 Karaköy İSTANBUL 23051 Bayram Çakmak, Muş Ecza­

nesi İstasyon Cad. MUŞ

20436 T.Fatih Tarhan, Sercncebey Yokuşu Huzur Apt. 11/9 Beşik- tas-lSTANBUL

36553 Hikmet Bulut, D.Ç.Fab. H.H.M üd. Sicil No: 4297 Kara- bük-ZONGULDAK

MOTAR’DAN DUYURU Resmî makamlarca Renault arabaların her üç tipine 8.9.1978 tarihinden geçerli olmak üzere 13. 700.-TL. zam yapılmış bulunmak­ tadır. MOTAR iştirakçilerinden kur’ada arabaları çıkmış olup da Ekim ayı içinde teslim almaları için kendilerine telgrafla tebligat yapı­ lacaklara, belirlenen zam miktarı, müteakip aylara bölünmek suretiy­ le senetlerine ilave edilecektir.

Kur’ada arabası isabet edip de arabaları teslim edilemeyen ve kur’a isabet etmemiş iştirakçileri­ mizin gelen zam dolayısıyla ödeye­ cekleri taksitler ilerde ilan edilecek tir.

K IIP R A N I API1AN R İP İ- Cevat $akir’ln .'»^mında

i N U l V D H n L H n U M l l D i n i , unutulmayacak ikinci olay, yazdığı bir hikaye yüzünden İstiklal Mahkemesi'ne verilmesiydi. Mahkeme, ona üç yıl sürgün cezası verdi. Bu sürgün, “ Halikam&s Balıkçısı”mn doğuşu oldu.

baltacılar, çarşaflı peçeli feraceli yeldirmeli kadınlar, daracık so­ kaklar, vitrinsiz dükkânlar, çamu­ ra ve toza bulanmış sebzeler meyvalar etler hurmalar simitler, caddelere yığılmış süprüntüler ve aşağılayıcı bakışları ve davra­ nışlarıyla yabancı devriyeler vardı bilirdim, ben de bu yaşamın bir parçasıydım derdim, ama kop­ mak isterdim. Dergâha vardığım zaman başka oir dünyaya geçmiş gibi olurdum. Dönüşe kadar ru­ humu ve gönlümü sevgiyle dol­ durmayı tasarlardım. Yangın yer­ lerinden geçerek giderdim. Ben içerdeyken ne kadar çok yer ya­ nıp yıkılmıştı İstanbul’da! Bütün bu yoksulluğun, geriliğin üzerine yangınların külleri de dökülünce yaşam nasıl da kararmış, ürper­ tici olmuştu!

İstediğin kadar gerçeklerden kaçmağa çalış, kendine başka bir dünya yarat, yaşıyorsunya, so­ yutta tutunamıyorsun. Birşeyler yapmam, para kazanmam gere­ kirdi. Mesneviyi İngilizce'ye çevir meye başlamıştım ama, kendi kendime itiraf etmesem de, bu kazanca yönelik olmaktan çok, eski bilgeliğin şiir ve aşk dünya­ sında yaşamak özleminin bir oya- lanışı idi. Ne yapsam, hangi işe yönelsem, altında bir kendimi unutma, uğraş içinde eriyip kay­ bolma niyetim yatıyordu. Medre- oetü! Hattatin’e gidip altın ezme­ sini, tezhip yapmasını öğrenmiş­ tim. Eski Türk minyatürleri rüyâ- larıma giriyordu. Nigâri’nin, Nak­ kaş Osman’ın, Nakkaş Haşan Pa- şa'nın, Levni’nin minyatürlerini seyredebilmek için müzeleri do­ laşıyordum. Renk ve nakış usta­ lığını kazanmak istiyordum. Son­ radan bunlar işime yaramadı de­ ğil. Gazete ve dergilerde iş bulup da çalışmağa başlayınca, kapak ressamlığında bu hünerimi kul­ landım. İlk renkli dergi kapakları­ nı ben yaptım.

İÇİMDEKİ EZİKLİK ENİ o zamanın Bab-ı Ali'sine “ Başından felâket geçmiş bir işe yarar adam” ola­ rak, kıt kanaat geçinebilir bir üc­ retle kabul ettiler. Yazı, resim, karikatür, hikâye, elimden ne ge­ lirse ortaya koymağa mecbur­ dum. Anadolu’dan zafer haberleri geldikçe ulusal sorumluluğuna ve değer yargılarına kavuşur gibi olan İstanbul basını, yine de kangren olmuş yaralarından kan ve irin akıtıyordu. Her şey ikili sansürden geçirilerek basılıyor ve yayınlanıyordu. İşgal kuvvetleri­ nin sansürü daha anlayışlı, İstan­ bul hükümeti ise amansızdı. San­ sürden bir yazı, bir karikatür, bir haber kaçırmak bâzı gazetecilere korkulu, ama o derece de sevinçli başarı duyguları yaşatıyor, fakat ertesi günü, sansürle beraber ka­ ra basın da var gücüyle yûkleni- yorou. İçimde zaten Anadolu'ya geçememiş olmamın ezikliği ve baş eğikliği vardı. Saraya ve işgal kuvvetlerine dayanan Ali Kemal'e ve onun gibilere ufak bir sataş­ ma, bir küçültme, gülünçleştirme başarısı sağlıyacağım diye, tüm tehliKeleri göze almaya hazırdım. Ne var ki, çalıştığım gazete ve dergilerin sahip ve sorumluları da başlarına belâ gelmesini istemi­ yorlardı ve gerçekten, başarabil­ diğimiz ner kaçamağın ceza kor­

kusunu hepimize ortak çektiriyor­ lardı.

YOL AYRIMI

Ö

YLE bir aydın kokuş­ muşluğu vardı ki, mi­ dem^,bulftn$ırıyqrdu. Kurtuluş Savaşı, bo­ yunca Mustafa Kemal’i bir mace­ ranın ardında görenler, ona karşı çıkanlar, suçlayanlar zaferden sonra, bin takla atmağa başla­ mışlardı. Mustafa Kemal’in kad­ rosundan olanlarla sarayın etek­ lerini öpenler arasında uyuşanlar, ortak politikalarda anlaşanlar var­ dı. Çökmüş bir imparatorluğun işe yaramaz kuruluşlarını savu­ nup, Mustafa Kemal'i ayağının tozu ile üstlendiği devlet işlerin­ den uzak tutmak niyetleri ortaya dökülüyordu. Bütün bu fitne ka­ zanını aydınlar kaynatıyorlar ve Ankara ile İstanbul arasında so­ ğuk rüzgârlar estiriyorlardı. İstan­ bul basınına karşı Ankara’nın te­ dirginliği öyle noktadaydı ki, kur­ banlardan biri de ben oldum. Bi­ rinci Dünya Savaşı'nda, Suriye cephesinde yıllarca savaştıktan sonra Galiçya Cephesi ne götürü­ lürken, Afyon civarında trenden atlayıp, köylerindeki ailelerini gö­ ren ve Afyon’a dönüp askerî ma­ kamlara teslim olan birkaç aske­ rin, ibret olsun diye Harp Diva- nı’nca ölüm cezasına çarptırılma­ larını, eski bir gazete haberini dramatize ederek, hikâye haline getirmiştim. Savaş konuları üze­ rinde çok duyarlı bir ortamda

“Beğenilir" diye yazılmış bir yazı, alınganlığı son kerteye varmış Ankara’da, İstiklâl Mahkerriielerı’- ne yöneltilmiş bir saldırı olarak yorumlanıyor ve benimle derginin sahibi Zekeriya Sertel, palas pan­ dıras Ankara İstiklâl Mahkemesr- si’nde sigaya çekiliyorduk Bir­ denbire her şey yeniden.bitti gibi geldi bana. İşin sonu idama Ka­ dar da varırdı. Talihim yâr olursa uzun bir zindan cezasıyla da pa­ çayı kurtarırdım. O Kadar kirli iş çeviren insan arasından, devrime karşı çıkmak damgası benim aı- nımavurulmuştu. Kader mi deme­

liydim? Önüme hep bir yol ayrımı çıkacak ve ben hiç gitmek iste­ mediğim yola talihsiz bir dürtü ile, bir itilmeyle, zorla mı saptırı­ lacağım?

SÜRGÜN

- ^ • — Ç yıl sürgün” ceza­ ili J sini verdikleri zaman 1 J inanamadım. Bu bir doğuştu. İşte o gün­ den sonra yaşamaya başladım. Mevsim ilkbahardı. Otuzaltı ya­ şındaydım. Ondan sonra elli yıl daha yaşadım. Az değil. Bilerek, tadı çıkanla çıkanla yaşanmış koskoca bir elli yıl. Dünya hep güzel göründü gözüme Bodrum a kalebent olarak sürüldükten son­ ra. Ege, Arşipel, Eski Deniz! Pl- cassoglbi, hayatımın mavi döne­ mini yaşadım. Anlatılacak ne var­ sa oradadır. O sabah, Hacı Sü­ leyman hani çifteyi doğrultmuş da Miho’yu gözünden vurmuştu ya, hikâye yeniden yazıldı, Hacı tutturamadı ve Miho ışıklı mavi­ liklerde beyaz bir nokta kalıncaya kadar uçup durdu özgürce.

Bu, özgürlüğün hikâyesidir Dopdolu yaşadım onu.

Yarın: Kulluğa razı

olmayacağım

(4)

İstanbul : P.bulutlu 25 Ankara : P.bulutlu 26 İzm ir : P.bulutlu 30 Kıbrıs Samsun : P.bulutlu 25 Diyarbakır : A z bulutlu 31 Antalya : A z bulutlu 31 : A z bulutlu 31

A l i E s i n ' e g ö r e

â l

m

m

M A R M A R A Parçalı bulutlu olacaktır. Rüz­ gârlar kuzey batıdan orta kuvvette esecektir. 14 ile 27 derece.

EGE: Parçalı bulutlu olacaktır. R üzgârlarku- aey batıdan hafit kuvvette esecektir. 14 ile 31 derece.

İÇ A N A D O LU : Parçalı bulutlu olacaktır Rüzgârlar kuzey yönlerden hafif kuvvette ese­ cektir 9 ile 27 derece.

m

m

m

K A R A D E N İZ : Parçalı bulutlu rüzgârlar ku zey batıdan orta kuvvette esecektir. 12 ile 27 derece.

AK DH N İZ. Parçalı bulutlu olacaktır. Rüzgâr­ lar kuzey batıdan hafif kuvvette esecektir 15 ile 32 derece.

D O Ğ U : Az bulutlu olacaktır. Rüzgârlar kuzey doğudan orta kuvvette esecektir. 3 ile 28 dere­ ce.

G Ü N EYD O Ğ U : Parçalı bulutlu olacaktır. Rüzgârlar güney doğudan hafif kuvvette ese­ cektir. 16 ile 32 derece.

Sürgünde ilkdüşündüğüm şey, insanoğlunun

ozgurlugu üzerinde

ne kadar çok kullanma hakkının bulunduğu idi.

Beni nasıl

mülkedindiklerini

şimdi şimdi anlıyorum.

razı olamazdım

# Özgür yaşayacaktı m. Yaşamımda o güne kadar olmayan

sevgiyi ve güzelliği kendi ellerimle yaratacaktım.

Böylecehem özgür yaşadım, hem de herkese özgürlük

türküleri söyledim.

• İnsanın eline bir kez geçen yaşam fırsatı, bugün d ursun

yarın yaşarım diye harcanamaz. Para kazanacağım

biriktireceğim diye yaşama işi geleceğe ertelenemez.

Benim tek düşüncem her yeni günü doyasıya yaşamaktı

o

H

a y a t in tarifi yoktur.

Ya kendiliğinden akı­ şı değişir, ya sen de­ ğiştirirsin. İçinden

bir ses, değişimi İstedi mi, yaşa­ mının en büyük sorunu ile karşı

karşıyasın demektir. Ya bana gel­ diği gibi sürsün diyeceksin, ya­ şam budur diyeceksin, o zaman enginin sesine artık kulakların tı­ kalı olacak, hiç bir çağırışı duy­ mayacaksın, hayat senin için ses­ sizlik, hareketsizlik, örf, âdet, gö­ renek gelenek tutsaklığı olacak. Ya da özlediğin, düşlerini gördü­ ğün güzellikleri aramağa çıkacak­ sın, hayat enginin sesini duymak­ tır, sonsuza dek arayıştır diyecek­ sin. İnsanların çoğu birincisini yeğlerler, ben İkincisini sevdim, özgürlüğü ve güzelliği aramağa çıktım.

Daha önceki yaşamımda, sa­ bahları açardım gözlerimi, kentin gürültüsü ve uğultusu gelirdi ku­ lağıma, bir öncekine benzeyen yeni bir gün başlardı, bana sunul­ muş, benim için ölçülüp biçilmiş yaşamın prangalarına silkeleye­ rek doğrulup kalkardım, bir umut bulamazdım içimde, bu tedirgin­ lik bu doymazlık nedendir bile­ mezdim, cezaevinin içinde de dı­ şında da bir hükümlü gibi bulur­ dum kendimi, yaşardım ama se- vinemezdim. Kafam kurulu saat­ ler gibiydi hergünkü alışkanlıkla­ rın çemberi içinde, benim için başka bir işlev, başka bir düşünce yoktu.

İnsan denilen mülk

B

ENİ diklerini şimdi şimdi nasıl mülk edin­ anlıyordum. Benim hiç özgürlüğüm oldu mu? Evet diyemezdim. Oysa, in­ san özgürlüğü üzerinde bu kadar geniş bu kadar ağır kullanma hak­ kı bulundukça, insanoğlu ancak kul olur, üretici oiur, ama yaratıcı olamazdı.

Yaratıcı olmanın ilk sevincini, sürgünde, beyaz bir Bodrum evi­ nin yoksulluğu içinden denizin engin maviliğine gözlerimi dikti­ ğim bir kızıl akşamüstü duydum. Gözlerimden yaşlar akıyordu. Kurtuluyordum. Doğuyordum. Kendi ellerimle kendi göbeğimi kesiyordum. Bundan sonra ne ge­ lecekse makbuiümdü. Her şeyi neşe ile, yürekle, olanı ve olacağı bilerek karşılayacaktım. Yaşa­ mımda sevgi ve güzellik yoksa, suç başka kimsede değil, beride olacaktı. Çünkü yaratıcı bendim, onları ben yaratacaktım. Sürgün­ den sonra yaşadığım elli yıl için­ de, insanlık kültürünün kötülük ve çirkinlik birikiminden kısmeti­ me ne düşmüşse, onların hepsini

iyiliğe ve güzelliğe dönüştürdüm. Şu insanoğlu, özgürlüğü eşitliği iyilik ve güzelliği onca zamandır mermerler üzerine oyarak, kitap­ lara geçirerek, para pul üzerine basıp dağıtarak egemen kılmak istemiştir de neden mutluluğu bir özlem olmaktan kurtaramam ıştır?

Çünkü özgürlüğü yaratama­ mıştır.

Hem Özgür yaşadım, hem de herkese özgürlük türküleri söyle­ dim.

Bir balıkçı Tepeli vardı, on beş kiloluk koskoca bir Orfos’u deniz­ den çekip kayığın içine atınca, balığın dana gözlerine, kahveren­ gi lâcivert hareli sırtına, turuncu mavi benekli karnına, demirci kö­ rüğü gibi açılıp kapanan kulak­ larına bakar bakarda kendini dün­ yaların hâkimi gibi görürdü. Her insan başarının o yüceltici sevin­ cini ve gururunu duyabilir. Doğa­ nın bir parçası olan bu yoksul ama çalışkan insanların, deniz­ den iri bir balığı çekince, ya da bir fırtınayı yenince, Marathon’u ya da Vaterlo’yu kazanmanın şanları ve şerefleriyle dopdolu “ başar­ dım" sevinçleriyle parıldayışlarını seyreder ve düşünürdüm. Bu se­ vincin mayası özgürlüktü. Özgür olmayan başaramaz. Başarama­ yan yaşadığını anlayamaz.

Yaşam ı ertelemek

günahtır!

Y

ENİ larken bir şeyi çok iyi yaşamıma baş­ biliyordum. Zenginli­ ğin birimi para değil, özgürlüktü. Para toplayıcı, günü­ nü yaşayamaz, hep gelecekte ya­ şamağa hazırlanırdı. Para toplar­ ken yaşamını harcamağa başladı­ ğını bilmiyordu insanoğlu. Sade­ ce yaşamam için gerekli olanını kazanacaktım. Bayat para taşıma­ yacaktım. Bir kez geçiyordu insa­ nın eline yaşam fırsatı, o da, bu­ gün dursun yarın yaşarım diye harcanır, berbat edilir miydi ya­ hu? Paranın, özgürlüğü mülk hali­ ne getirmesine karşı çıktım. Be­ nim dünyamda, çingene karısı, Kancay, kasaba düğününde Hafi- ze hanımın tükürükleyerek alnına yapıştırdığı onluğu şamarla sahi­ bine fırlatıp çekip gider. Kasırgalı havada, dünyanın parasını versen yerlerinden kıpırdamıyacak balık­ çılar, ölmekte olan çocuğunu doktora yetiştirmek isteyen anaya yardım olsun diye Rodosa ölüm yolculuğuna çıkarlar. Baharın, Bingazi’deki Demeden yirmi mil ötede Resihilâl burnundan kalkıp Girit adasına, oradan da Adalar Denizindeki adalar üzerinden Anadolu’ya göç eden leyleklerle beraber yolculuğa çıkan ispinoz­ larla sakalar yorulup denize düş­ mesinler diye, balığı malığı boş­ layıp, göç yolu üzerine denize açı­

rum’da başlayan sürgünü ona yaşamanın yaratmak olduğunu öğretti. Bütün yaşamı boyunca paranın Özgürlüğü mülk haline getirmesine karşı çıktı. Sadece yaşamı için gerekli olanı kazandı. Onun için zenginliğin birimi para değil, özgürlüktü.

BU ŞEHİRDE NEŞE VE GÜLÜŞ VARDI:

Onun çevresinde herkes mutluydu. Masasında kahkahalar yükselirdi. Kalın ve gür sesi ile tüm evrene “M ERHABA” derdi balıkçı. Onu dinlemek herkese nasip olmayacak bir mutluluktu.

lan ve tüneyen küçük kuşlar ürk- mesinlerdiye de kayığın baş tara­ fında uyuyormuş gibi yapan Ah­ tapot Ahmet, benim Karun kadar zengin adamımdır. Bana hep “gerçek mi bunlar?” diye sormuş­ lardır. Ben de onlara sormuşum­ dur. Gerçek nedir? İyilik, güzellik ve özgürlükten uzak bir gerçek, gerçek midir? Bir balıkçı Mehmet vardı, şimdi Denizkızı Adası deni­ len adanın açığında bir gece ay ışığında dünya güzeli bir kızı gör­ dü. Bana sorarsanız o belki de bir Fok balığı idi ve cinsel içgüdüleri­ nin özlemleriyle Mehmet'e ayışı- ğında güzel bir deniz kızı gibi göründü. Bir güzellikle bütünleş­ meyi istiyordu genç adam, ve ara­ dığını buldu. Gerçek nedir şimdi? Deniz kızı yok mudur ve bu sevda aşk değil midir? İyilik, güzellik aşk ve özgürlük hepimize yetecek kadar yoksa, ve biz istiyorsak, özlüyor ve düşlerimizde görüyor­ sak, bu gerçek değil midir?

Neşe ve gülüş silahı

N

EYSE, yaşama yönelten dü­beni yeni bir şüncelere dalmadan, önce, size,

sürüldü-Î

ium doğa parçasını anlatmalıyım nsanları cezalandırmak için do­

ğanın yaradılıştan beri süre gelen görkemli yalnızlığına atıyorlar. Oysa doğa ile bütünleşiyoruz ve bu sizin için bağışlanmış en bü­ yük armağan oluyor. Bodrum Ka­ lesini görünce büyülenmiştim. Kollarını Arşipel'e Takımadalar Denizine ve Sporad adalarına doğru açmış iki yarım ay’dan olu­ şan limanın ortasında, ay’ların denize doğru uzanmış ve birleş­ miş ucunda Kale vardı. Limanın arkasında vakarlı bir dizi dağ, en­ gine bakan bir tiyatro anfisi gibi duruyordu. Halikarnasta o zama­ nın mimar ustaları Fideas ve Praksitel’in ne kadar şaheseri var­ sa hepsini kırıp dökerek bu baleyi yapan Sen-Jan şövalyeleri, güzel­ liği bir başka güzellik yaratmak uğruna bozmuşlardı. İnsanoğlu, yaptığını bozmadan güzelliğe ye­ ni güzellikler katmasını öğrensey- dl, özgürlüğün ve mutluluğun bu kerte özlemini çeker miydik? Yine de şükürler olsun kİ, Sen-Jan şö­ valyeleri, barbarlığı güzelliğe dö­ nüştürmesini bilmişlerdi. Kalenin karanlık, izbe, dar, dolaşık ve ür­ kütücü geçitlerinden kulenin te­ pesine eriştiğim ilk gün, mavi gök ve mavi denizin ışıltısı altında bü­ tün süsleri beyazlıktan ibaret ka­ saba evlerine bakıp, bu şehrin mi­ marı ışıktırdedim ve dünyanın en

Dostları onsuz edemezdi. O bir kaynaktı. Esirgemeden kendinde ne varsa verirdi. Çevresini beynin­ deki, yüreğindeki güzelliklerle do­ yururdu. Söylediği her şey yeniydi. Bir başkaydı. Alışılmışın bir başka olduğunu ondan öğrenirdi dostları. Hüsamettin Bozok (solda), Santim Kocagöz (sağda).

sat, en koyu, en güzel mavisini seyre koyuldum. Uzakta, denizin ışıltısında, Helen’lerin deniz tan­ rısı Poseidon’un tahtı kurulmuş gibiydi. Afrodit’in o canım beyaz­ lığının bu denizin köpüğünden yaratıldığım düşünüyordum. De­ niz kıyısında çıplak ayaklı yoksul balıkçı çocuklarının oynarken çı­ kardıkları sevinçli sesleri duyu­ yordum. Kalafat yerlerinde yan yatırılmış şişman karınlı balıkçı teknelerinin gövdeleri çıra, katran ve tokmakla onarılıyordu. Porta­ kal ve mandalina bahçeleri, zey­ tinlikler, çıplak duvarlar, dar yol­ lar, yedi sekiz kişilik cep kadar kahvehaneler, hurma, firenk inci­ ri, harup ağaçlan, kaynana dilleri, Melengeç’ler, kaparis’ler, muzlar üst üste, iç içe, karmakarışık ama güzel, insana sevinç veriyordu. Halkın türkü söyler gibi bir ko­ nuşması vardı. Leleçler, Helenler, Fenikeliler, Lidyalılar, Karyalılar, Selçuklular öylesineharman olmuş ve öyle bir ağız yaratmışlardı ki, onları dinlerken, tarihin sesini du­ yuyordum. Uzun boylu, uzun kir­ pikli, uzun parmaklı kızlar, Akde- nizin sıpsıcak kam ve o canım güneşi ile birer Karmensita idiler. Musiki duvaulu. iniltili ama uvku- lu değildi.Hareketli ve çiğlikli mü­ zik, İnsanı otururken oyuna fırla­ tıyordu. Oyunlar tüm gövdenin çeviklik ve ahenk gösterisi idi. Hızlı dönüşler ve baş üzerinde parmakların şıkırtısı, gökteki yıl­ dızları bile sevinçle çıngırdatabl- lirdi.

Bu şehirde neşe ve gülüş var­ dı. Tüm zorlukları ve acıları yen­ mek İçin bu kadar silâh yeterdi.

Y arın : Yaşamın

gerçekleri dedikleri

şeylere hep gülüp geçtim

(5)

H A V A D U R U M U

A l i E s i n ' e g ö r e

M A R M A R A : Parçalı bulutlu, rüzgarlar güney batıdan hatif, sıcaklık 12 ile 28 derece

EGE Parçalı bulutlu, rüzgarlar güneybatıdan

K AR A D E N İZ: Parçalı bulutlu, rüzgarlar batı-■> dan orta, sıcaklık 12 ile 27 derece

orta, sıcaklık 14 ile 33 derece W batıdan orta, sıcaklık 15 ile 34 dereceAK DE N İZ : Parçalı bulutlu geçecek, rüzgarlar

İstanbul : P. bulutlu 25 Ankara : P. bulutlu 27 İzm ir : P. bulutlu 31 K ıbrıs Samsun : P. bulutlu 25 Diyarbakır : Az bulutlu 33 Antalya : A z bulutlu 32 P. bulutlu 32

İÇ A N A D O L U : Parçalı bulutlu, rüzgarla’ de- V K R»>»k yönden hafif, sıcaklık 8 ile 29 derece

ENGİNDE

ZATEN SEN

ÖLÜYORSUN:

Cevat Şakir an­ latırdı. Tarif eder­ di. Sözün yetme­ diği yerde hareket el kol işareti ile anlatırdı. Gene de yetmezse çizerdi, boyardı karalardı. Anlatmak İçin her çareye baş vurur­ du. Yüreğindeki gerçeği karşısın­ dakine iletmek için dans ettiği bi­ le olurdu.

j f c V DOĞU: Parçalı bulutlu, rüzgarlar güney ifa Sudan orta, sıcaklık 3 ile 30 derece

/ bulutlu, rüzgarlar doğudan hafif, sıcaklık 16 ile 3a derece. G Ü N E Y D O Ğ U : Az bulutlu, rüzgarlar güney

Gönlümün ve kafamın özlemlerini somutlaştırmak

istedim. Yaşanılan

hayatla düşünülen

hayatı birbirine

karıştırdım.

•• I •• f * * ••

,

*

Çunku tu mu

hayattı

Toprağa kök salmakla engine

açılmak düşüncelerinin salın­

cağında gider gelirdi Barba

Paho. Bütün bir yaşam böyle

kararsızlıkların

tedirginliği

içinde yaşanmaz. Kim benden

bir yardım istediyse anladım

ki içi özlemlerle dolu.

v o ™ ' : ; : : T x r T l^

af(or.Aro^

R

Benden akd

isteyenlere

Sevginin ve güzelliğin ölmezliğine inanır insanoğlu.

Somut güzelliği de yaratır. Ama aynı insanoğlu, mülk

edinme tutkusuyla, güzelliğin ve sevginin ortak hâzi­

nelerini yağmalamaktan da geri durmaz.

Yaşamın gerçekleri dedikleri şeylere hep gülüp geç­

tim. Benim yaşamımda bağnazlığa, çirkinliğe kötülüğe

yer yoktu.

«

AĞAÇ DEĞİLSİN YAHU HER YERDE YAŞARSIN:

İnsanın kökü, toprak değil ekmektir yahu. Ekmeği sana vermezler, sen kazanırım. Yani sen köklerini ellerinde taşırsın. Ruhunun öldüğü yerden kaç, sevinçle yaşayacağın yeri ara. Enginden korkma, çünkü zaten ölüyorsan

B

ARBA dım. Kahvecilik yapardı. İçki Paho’yu burada tanı­ verirdi. Balığa çıkardı. Ber­ berdi. Ufak tefek ameliyatları yapardı. Keman ve tamburada ustay­ dı. Panayırlarda dört kol çengi, hem çalar hem söylerdi. Yaman da testi yapardı ha! Ayağı ile çarkı döndürüp eli ile çamura şekil verirken seyrine doyum olmazdı Barba Paho’nun. Testi, kumbara, saksı, küp, güveç, oturak şekline dönüştürdüğü çamu­ run görmüş geçirmiş bir toprağın tüm tarihini ellerine bulaştırdığını bi­ lirdi. Bura insanlarının filozof olma­ ması olanaksızdı. Geçmişte ne kadar saltanat, gurur, acı, şiddet sevgi; yani başarının ve yenilginin insana getirdiği ne varsa bu toprağın içinde, bu çamurun mayasındadır der gibi bir hali vardı Barba Paho’nun. Şu saksıyı yaparken, Keyhüsrevin elini çarka koyup ezdiğini, şu kumbarayı ihtiraslı Büyük İskender’in toprağın­ dan yaptığını düşünürdüm.

U YG ARLIK TORTUSU

BARBA P 0 H 0 L

G

ÖZÜMDE, bir tutsağı gibiydi Barba Pa­ikili yaşamın tam ho. Tam bir Akdeniz insanı. Toprağa bağlılıkla engine açılma duygularının salıncağında sallanan testi yaparken tambura ça­ larken, traş ederken engini özleyen balıkta, birdenbire patlayan fırtınada toprağa bağlı yaşamdaki güvenceleri arayan kararsız, içi kıpırdayan, doğru ile yanlışı kendi iç terazisinde dur­ madan tartan bir uygarlık tortusuy- du, dostum Paho. Ne özlediğini bi­ lirdim. Bir karar verse, bu tedirgin­ likten kurtulmanın yolunu bir bilse, "Yaşşa!” yı bastırıp denizin, enginin kollarına atılacağına kalıbımı basar­ dım. Sadece bu doğa İnsanlarının değil, uygarlık mirasına havadan konmuş aydınların da bütün bir ya­ şamı bu kararsızlık ve tedirginlik içinde geçirdiklerini öğrenecek kadar yaşamıştım bu dünyada. Adam edi­ yoruz diye insanlara ne yanlış şeyler öğretildiğini, onun yaratıcılığının na­ sıl öldürüldüğünü, insanı bozma sa­ natında nasıl bir olumsuz kültür bi­ rikimi sağladığımızı bilirdim. Onun için kim benden akıl istediyse, yar­ dım İstediyse, “ Bırak git, açıl” de­ dim. özlediğim bir işte çalışmadan, istediğin şeyi yapmadan, İçine doğ-

w duğun şu dünyanın ötesini berisini

hiç görmeden taş üstüne taş koyma­ dan bir ağaçcağız olsun dikmeden bir günceğiz olsun şunun bunun ete­ ğini öpmeden yaşayamamak ve böy- lece şu dünyadan defolup gitmek Allahın emri değildir dedim. İnsanın kökü, toprak değil ekmektir be yahu! Ekmeği sana vermezler, sen kazanır­ sın. Yani sen köklerini ellerinde ta­ şırsın. Ağaç değilsin yahu, sen de her yerde yaşarsın. Ruhunun öldüğü yerden kaç, sevinçle yaşayacağın ye­ ri ara. Enginden korkma, çünkü za­ ten ölüyorsun!

S EV G İN İN ¿G Ü ZELLİĞİN

Ö LM EZLİĞ İ

A

NADOLUYU mdım. Arşipel’e doğru kolla­da sürgünde ta­ rını denizin altından engine uzatan bu eski toprak, denize ve güneşe kavuşmanın şükürleriyle başını ve saçlarını maviliklere göm­ müş görünürdü gözüme. Bir gün ba­ tımı saatinde Datça’ya, eski Knidos’a gitmiştim. Deniz kızarmıştı ve mor dalgalar kıyıya doğru koşuyorlardı. Isadan dört yüz yıl önceki deniz sa­ vaşında Knidos’lu Konon’un batırdı­ ğı gemilerden düşmüş som altın bir şarap kupası duruyor mu denizin di­ binde diye sulara bakıyordum. Bili­ yorum, devir deviri siler, vakit vakit’i söndürür, güzellik güzelliği unuttu­ rur, ama Datça’da Knidos harabeleri­ ne bu cennet güzelliğini veren nedir? Harabenin çatlak duvarlarının.kulele- rinin^ökmüş surlarının.devrilmiş sü­ tunlarının üzerinde güzellik gururu­ nun yalnızlığının nuru parlıyordu. Ev yıkıntılarının arasından bembeyaz yollar ağararak yokuş yukarı süzülü­ yorlardı. Mermerler sanki binlerce yı­ lın gurup ve şafaklarının pembelerini eme eme, kızarmışlardı. Dolmabah- çede o ziyafet pastasına benzeyen süslü sarayı yaptırırken, Sultan Aziz’ in, buradaki mermerlerin en güzelle­ rini acımadan kestirip biçtirmesi, ta­ rihin koynundan bir Çerkeş köle gibi çekip alması içimi acıtıyordu. Daha ötede, Afrodlt tapınağından dişinin o ölümsüz güzelliğini İmparator Teo- dos çalıp Bizans'taki sarayına götür­ memiş miydi ve sarayla beraber ya­ nıp kül olmamış mıydı bu güzellik?

Düşünürdüm. Sevginin ve güzelli­ ğin ölmezliğine inanmak istemese insanoğlu, çıplak ve somut güzelliği yaratma çabalarını neden sürdür­ sün? Ama işte, aynı insanoğlu gü­ zelliği ve sevgiyi mülk edinme tut­ kusuyla, ortak hazînelerimizi yağma­ lamaktan da geri durmuyordu. Bizim

yarattıklarımızı öldürüyorlardı. İm­ parator Teodos çalmasaydı benim Knidos Afroditimi, Paros mermerine oyulmuş ve insan hayalinin o güne erişmiş olgunluğu ile yaratılmış o çırılçıplak kadının öpülesi dudakla­ rındaki sevda gülüşünü binlerce yılın özlemiyle seyredip mutlanacaktım. O ihtiyarlamayan ölümsüz güzellik, Asurluların Iştar'ından, Fenikeliler’in Astoret’inden, Suriyelilerin Atarga- tis’inden ve Babillllerin Melitta’sın- dan süzüle süzüle Doğudan Batıya, insan kuşakları ve uygarlıklarının ya­ ratma gücünün geleceğe armağanı olarak getirilip oraya dikilmişti. Onun varlığı hayatın tek tek yaşanan ama bir bütünü bir güzellik ve zen­ ginliği oluşturan bir süreç olduğunu insanlara hatırlatacaktı. O orada ol­ dukça, karanlıkları ve umutsuzlukları yenmek zor olmayacaktı insanoğlu için. Ne yazık ki insanlara sunulmak istenen güzellik, temizlik, açıklık kültürü yine insanlar tarafından bo­

zuluyor ve tarihin ellerinde, bizi mut­ suz eden bağnazlık, bilgisizlik, kötü­ lük, kapalılık ve çirkinlik kiri

biriki-yor

YAŞAM IN BAŞKA

G ERÇ EKLER İ D E VARDIR

Y

ENİ yaşamımda bağnazlığa, çirkinliğe, kötülüğe yer yok­ tu. Dostlarım bana ders ver­ meğe kalktılar. Yaşamın ger­ çekleri dedikleri şeylere hep gülüp geçtim. Bir balıkçılık töresini öğren­ miştim o sıralar. Yunanlı balık ağala­ rı önceden kredi veriyorlardı bizim yoksul balıkçılara ve av zamanı bir adanın kıyısına kocaman bir buzlu sandık koyup bırakıyorlardı. Millet avladığı balığı getiriyor, oracıkta tar­ tıyor ve sandığın üzerine, isminin altına tebeşirle kilosunu yazıp yeni­ den ava çıkıyordu. Herkesin kısmeti bir olmuyordu. Balıkçılar, her dö­ nüşte isminin altında hala işe yarar bir rakam okunmayan arkadaşlarına

kendi paylarından 20, 30 kilo diye yazıyorlar ve kimin kime yardım etti­ ğini bir O, bir Allah biliyordu. Doğa­ nın gökteki yıldızlar gibi ışıldattığı insan yüreklerini arıyor ve kötülükler çirkinlikler benim işim değil diye dü­ şünüyordum. Bana "Sen kocaman bir çocuksun” diyorlardı, “ kırılacak­ sın” diyorlardı. Yaşlılığımda çalış­ malarımın sağlığımı sarstığı günler­ de, “ bu günleri düşünmeden yaşadı” dediklerini de duydum. Oysa ben her günümü yaşadım, o güzelim yaşa­ mak işini bir başka güne hiç bırak­ madım. Kış ortasında ilkbahar mel­ temleri estiren güneşli günlerde elimde file ya da torba pazara çıkar­ dım. Monet’nin ve Dufy’nin tabloları gibi bir renk ve insan cümbüşü do­ lardı gönlüme yahu! Kendimden ge­ çerdim Develer, atlar, eşekler üzerinde köylüler akın ederler. Şalvarlık enta­ rilik basmalar ağ gibi enine boyuna oradan oraya çekilmiştir, öbek öbek portakallar, limonlar kız memeleri el­ malar, ayaklarından bağlanmış baş- aşağı götürülen besili mi diye yokla­ nırken gıdaklıyan tavuklar, yumurta­ dan lahanadan testiden soğandan piramitler arkalarında hademeleri kü- fecileri ile pazara çıkmış şehirli ha­ nımları ince belli nasırlı elli tatlı kara köylü kızları, bağırtı, çağırtı, hare­ ket, güneşin altında bir şenlik ki, hayat be yahu! Kimsenin kimseye afrası tafrası yoktur. Satıcı alıcıya sadece paranın karşılığını değil, gönlünden kopanı da verir. Zenginin fakirin hali bilinir. Büyük kent yaşa­ mımda zor duruma düşünce aydın katında sorgusuz sualsiz yardıma koşmak yoktur; keşke daha dikkatli davransaydın, sözümü dinleseydin vardır. Onun için kentli dostlarımdan sevdiklerim oldu sözlerini tuttukla­ rım olmadı.

ÇOCUK VE ALLAH

D

OĞRU gönlümün ve kafamın özlemlerini somutlaştırmak istedim, yaşanılan hayatla düşünülen hayatı birbirine karıştırdım; çünkü tümü hayattı. Hi­ kayelerimdeki romanlarımdaki in­ sanları yaşamış mı yaşamamış mı diye boşun^ aradılar. İnsanoğlu öz­ gürlük ve güzellik üzerine ne düşü­ nebiliyorsa bugün o hayatta vardır. Yani gerçektir. Bulamamışsan kavu­ şamamışsan yok demek değildir. Hep var olanı düşündüm, söyledim ve yazdım.

Denizi ve denize açılan İnsanları sevişim; özgürlüğe, açılışa, arayışa yönelik bir yaşamın güzelliğine vur- gunluğumdandır. Allah çoğu kez ço­ cukların ağzından konuşurmuş. Ger­ dekleri ve bilgeliği bir sürgün kasa­ basının yoksul balıkçılarından öğ­ renmeğe başladığım da doğrudur.

Yann: Bu insanoğlu hiç mi

saygıya değmeyecek birşeyyapmaz

(6)

M

m

m

M A R M A R A : Parçalı bulutlu olacaktır. Rüz­ gârlar güney batman orta kuvvette esecektir. 12 ile 31 derece.

EGEl: Pa.rÇaİ1 bulutlu olacaktır. Rüzgârlar gü­ ney batıdan orta kuvvette esecektir. 16 ile 34 derece.

İÇ A N AD O LU : Az bulutlu olacaktır. Rüzgâr­ lar kuzey doğudan hafif kuvvette esecektir. 9. ile 31 derece.

K A R A D E N İZ : Parçalı bulutlu olacaktır. R üz­ gârlar kuzey doğudan orta kuvvette esecektir. 10 ile 29 derece.

m

i t A K D E N İZ : Parçalı bulutlu olacaktır. R ¡İzgar­ a l a r güneydoğudan hafif kuvvette esecektir 16

ile 35 derece

D O Ğ U : A z bulutlu olacaktır. Rüzgârlar do­ lgudan orta kuvvette esecek tir. 2 ile 31 derece.

G Ü N E Y D O Ğ U : Az ıgârlar güneydoğudan

15 ile 35 derece.

bulutlu olacaktır. Rüz- hafif kuvvette esecektir.

İstanbul : P.bulutlu 28 Samsun : P.bulutlu 27 Ankara : A z bulutlu 29 Diyarbakır : A z bulutlu 34 İzm ir : P.bulutlu 32 Antalya : P.bulutlu 33,

Kıbrıs : Az bulutlu 34

BİTTİ DEMEDİM BİLGELİĞE KALKIŞMADIM:

İnsanlardan, kitaplardan öğrenmeyi ömrüm boyunca sürdürdüm.

Belki de fazla sevgiden bana bilgelik yakıştıranlara şaşıp şaşıp kaldım İnsan karanbğı, bilinmezi gidip yoklamah, “Ne var?” diye sormalı. (Sağda Adalet Cimcoz)

Yazı

•.Sadun TANJU Fotoğraflar:Ara GÜLER

İnsan kendi içinde

sevince engin

meydan vermeli derim

Etrafa ne kadar neşe saçarsam

ben de o kadar keyiflenirim

# Saygı ne kadar gerekliyse saygısızlık da o kadar gerek­

lidir, insanoğluna. Boyuna saygı gösterilip durulur mu

yahu? Bu insanoğlu hiç mi saygıya değmeyecek bir şey

yapmaz?

K

ENDİMİ tüm ortaya koymayı öğrendim. Beni ilk tanıyan da kırk yıllık dostum gibi bil­ melidir. Yüreğim açık, düşüncem açık olmalıdır. Balıkçılar gibi, sigara paketimi ortaya koyarken bile kutu­ sunu kâğıdını yırtar açarım, özgür olmalı sigaralar ve herkes uzanıp al­ malı. Yaşamam İçin gerekli olan pa­ rayı kendi ellerimle, katıksız olarak kazandığım için, varken harcamayı, yoksa dert edlnmemeyi öğrendim. Sıkıldığım olmadı değil. Küçük bir evim vardı, yol geçecek diye kamu­ laştırdılar, 14 bin lira değer biçtiler, başımı sokacak yeni bir ev aradım, eski evimin eline su dökemeyecek gibisine 30 bin lira istediler, çok sıkıldım, o on dört bin lirayı bile bin eziyetle alabildim, sonunda, engini görmeyen, gökyüzüne bile hasret bir küçük apartman dairesine sığındım. Bodrum'da değildi İzmir’deydi. Ço­ cuklar büyüyünce ikinci ömrümün diğer yarısını İzmir’de geçirmek zo­ runlu oldu. Okuyorlardı. Ben de do­ ğadan, tarihten pek kopmuş sayıl­ mazdım. Turist gezdiriciliğine başla­ dım ve mitolojiye daldım.

Candanlık ve hoşgörü

İ

NSAN ister şah, ister padi­ şah ister hamal olsun, hep- sinle görüşüp konuşmam meşrebimcedir. insanlar arasında,

konuşmanın candanlığını çıkar, nesi kalır konuşmanın, bunu öğrendim. Candan olmayan konuşmaya "Geç" dedim. Herkesi neşelendirmeyi sev­ dim. Etrafa ne kadar neşe saçarsam ben de o kadar keyiflenirdim. İnsan kendi içinde, sevince, engin meydan vermeli. Çok eski yıllarda, İstanbul’­ da, Zekeriya’nın yanında çalışırken bir gün bana rötuş için bir fotoğraf vermiş, “ Şunun yüzünü güldür biraz Cevat” demişti. Ne yaptıysam ada­ mın yüzü gülmedi, öfkelendim. Ka­ pıyı ardına kadar açıp "Bu pezevenk ne yapsam gülmüyor vesselâm!” de­ dim. Bizim aydınımızda Frenkler’in humor dedikleri o hoşgörü ve alaycı­ lık azdır. Hatta yoktur. Wagner, ope­ ralarından birinde ihtiyar bir kompo­ zitörü iyice alaya almış, adam da oyun oynadığı her gece gidip keyifle seyretmiş. Böyle adamları çok sem­ patik bulurum. Doğa insanlarında bu vardır. Manevî şahsiyet, hakaret diye tutturmazlar. Sözünü esirgemeden, duygunu frenlemeden alabildiğine konuşursun. Yerinden fırlarsın, göz­ lerini açarsın, gülersin ya da köpü­ rürsün, oh be, içini dökersin, yanı insanca bir iş yaparsın, konuşursun. Gazetelerde ya da dostlarımdan, özellikle iktidardakilerin “ Şahsiyeti

maneviye” afra-tafralarını duydukça, adamların hoşgörüsüzlüğüne, dog­ macılığına ve konuşma düşmanlığı­ na acırdım. Saygı ne kadar gerekliy­ se, saygısızlık da o kadar gereklidir insanoğluna. Boyuna saygı gösteri­ lip durulur mu yahu! Bu insanoğlu hiç mi saygıya değmeyecek bir şey ■yapmaz?

Yaşamın gerçekleri

durmadan çoğalır

İ

NSANLARDAN ve kitaplar­

dan öğrenmeyi ömrüm bo­ yunca sürdürdüm. Bitti de­ medim. Bilgeliğe kalkışmadım. Belki de fazla sevgiden bana bilgelik ya­ kıştıranlara şaşıp şaşıp kaldım, öğ­ renmek bitmez yahu! Bakan, arayan, soran insan zekâsı çok şey öğrenir, çok oluşun sırrını çözer, ama yaşam sürüyordur, hiç bir gerçek yaşamın üzerine kapanıp siftin sene kalamaz. Değişmeyen tek gerçek, özgürlüktür, güzelliktir. İnsan karanlığı, bilinmezi gidip yoklamalı, "Ne var?” diye sor­ malı. Ama bilineni de yoklamalı. İn­ sanoğlu kitaba ve düşünceye açık ol­ malı, ama hiç bir hazır düşüncenin egemenliğine de girmemeli. Tutsak­ lığın olumlusu olumsuzu yoktur. Kö­ lelik düşünceyi ve ruhu öldürür. Biz makine değiliz, insanız yahu! İnsan dediğin güneş ışığından yaratılmış­ tır. Topraktan hasıl, toprağa vasıl, yanlıştır. Yaradılış, doğrudan doğru­ ya topraktan bir şey yaratamadı. Gü­ neş ışığı olmazsa, bitki, buğday, şu bu, insanı besleyen, beyni geliştiren hiç bir şey bulamazsın. İnsan deni­ len ateş parçası, hayattan aldığını hayata verir. Bu bir devri daimdir. Yaşamın gerçekleri durmadan çoğa­ lır, değişir, parçalanır. Aklın ve bili­ min gözleriyle durmadan bakmalı, aramalı, sormalıdır.

Bir gün, balıkçının biri bana, “Tavşanla yengeç yarışa çıkmışlar, yarış bitmemiş, neden bitmemiş?" diye sordu. Ayrı ayrı yönlere koştuk­ tan sonra, git babam git! Kaç milyon yıldır süren insanlık macerasını dü­ şündürtmüştü balıkçı bana. Özgür­ lük, güzellik, İyilik, erdem bir yön­ dür. Kölelik, çirkinlik, kötülük, ben­ cillik de bir yöndür. İnsanlar ister is­ temez bir yönün yarışçısı olurlar. Ya­ rışa girmeyenlerin içinde öyle gidip gelmeler vardır ki, yarışa katılmasa­ lar da, içlerinde devam eder. Bu yön­ lerden birinde bir çıkmaz, bir aşılmaz engel gerekirdi. Yok ki, sürdü. Her ikisi de yaşamın içinde kaldı. Bütün umut, insandadır. İnsanlığın yeni kültürü ve tarihi bakalım alın yazısını bozacak mıdır?

Tırmanan insan ve kitap

Y

ENİ insanın, özgürlüğe, gü­

zelliğe ve mutluluğa koşacak insanların değer yargıları üzerinde durmadan düşünmüşüm­ dür. Benim insanlarımın hiç

yaşama-VARKEN HARCAMAYI

ÖĞRENDİM:

Kendimi tüm ortaya koymayı, beni ilk tanıyana kırk yıllık dost gibi dav­ ranmayı şart bildim. Yüreğim açık, düşüncem açık olmalıdır. Balıkçılar gibi, sigara paketini ortaya koyarken bile kutusunu kâğıdım yırtar açarım.

mış ya da hiç yaşamayacak oldukla­ rını söylemişlerdir. İnsan niye yazar? Ben kitabı, tırmanmakta insana yar­ dım olsun diye uzatılan bir el’e ben­ zetirim. Yazarken, yaşayanlara ve ya­ şayacak olanlara kollarımı ve gönlü­ mü uzattım. Onlar tırmanacaklar, be­ ni de geçecekler. Şimdiye kadar ya­ zılmış hiç bir kitap hayatın üstünde, erişilmezde kalmadı. Ama onlar ol­ masaydı, geçmişten geleceğe insan­ lığın bu umutlu tırmanışı sürmezdi. Her gün onlarca yüzlerce kişiye gırtlak paralayıp, rüzgârın yağmurun güneşin altında insanlık hikâyesi an­ latarak kazandığım parayla, yazarlık için gerekli zamanımı satın alır, ya­ zarken tüm yorgunluklardan arının­ dım. Herkes benim önceki yaşamıma bakıp ne talihsiz adam, ne kara alın yazısı varmış demiştir. Oysa öyle se­ vinçler yaşadım kİ, bunları insanlara anlatmasam olmazdı. Hayattan kork­ madım, onu anamın ak sütü gibi helâl bildim. Benden sonra da insan­ lar yaşayacak, deniz, gök ve tüm güzellikler gözleri ve gönülleri ka­ maştıracak, sonsuza doğru yürüyüş sürecekti. Yazarkert, sonsuza doğru yürüyüşte kendi sesimi ve ayak tıkır­ tılarımı duyuyordum. Ölümsüzlüğe kavuşmak için değil, sonsuzluğun, enginin heyecanını duymak için yaz­ dım. Yazarken, denizi dinler gibi din­ lerdim geleceği.

Hayran olduğum dünya

K

u ş k u s u z, okoca Herodotos

o düzyazının İlk ve en eski ustası, o ilk gezgin, o Bod­ rumlu - Hallkarnassos’lu bilge, görü­

cü ve araştırıcı zekâ, insanlığın 25 asırlık geçmişi ötesinden beni yürek­ lendiriyordu yazmak için. Sağlığında Karadeniz kıyıları Anadolu Doğu Ak­ deniz Adalar Yunanistan, Mısır, Ara­ bistan, Sicilya, yani o zamanın tüm uygarlık dünyasını dolaşmış, dünya­ ya hayran kalmıştı Herodotos. Ben de onun gibi hayrandım yaşama; ve bulunduğum yerden geçmişe ve ge­ leceğe yolculuklara çıkıyordum. Eski yazarlara ödenmez borcu ben de ki­ tapla ödemeye sıvandım. Ne var ki, çok zaman kitap dururdu; ben Ameri­ kan filosunu, Krupp’u, San Giorgio ya da San Marco ile gelen yolcuları, sefir hazretlerini, bilmem hangi bi­ limsel kongre üyelerini Efes’e, Ber­ gama'ya filân götürür, onlara arkeo­ lojik, historik, anekdotik, torik ve tonik tarafından bir güzel ziyafet çe­ kerdim. Çok zaman geçmişe doğru bir gezi onları ilgilendirmezdi. Gözler uygarlıkların bir gelin gibi koynuna girdiği bu çok eski toprağın göğün­ de, denizinde dolaşırdı. İçimden “ Ulan doğa, müşterilerimi kaçırıyor­ sun!” derdim. Güneş tepemize diki­ lirdi. “Ulan güneş efendi bu kadar yakma, gözünü" seveyim insaf et bi­ raz!” diye yakarırdım. Sonra aklıma gelirdi ki, ezel ve ebed arasında bu güneş beni bir süre yakacak ve ısıta­ cak, istesem de onu göremeyece­ ğim, “ Yak be anasını satayım!” diye içimdeki sevinci büyütürdüm. Herke­ sin kaçacak gölge aradığı bir sırada kapıp koyverirdim kendimi, Sen Jan olurdum, Sen Pol olurdum, İskender olurdum; Lizimak, Scipio, Africa- nus, Mark Antuan, Terence olurdum, eh anasına yandığımın cins değiştirir Kleopatra olurdum; başlardı bizim dalgacılar fotoğraf makinelerini çı­ kartmaya, etrafın fotoğrafını çekme­ ye, keyiflenirdim, ölesiye yorgun döndüğüm evimde o keyifle kendimi yazıya vururdum.

İçimizdeki şeytan

Y

AZMAK, insanlarla konuş­

manın aracıdır. Binlerce in­ san tanıdım. Onlarla kendi dilleriyle konuştum. Kendi toplum- larımn her sınıfından, kültürleri de­ ğişik, ilgileri değişik, anlayışları de­ ğişik insanlardı. Çoğu, uygar ve zen­ gin ülkelerden geliyorlardı. Ne kadar koşullandırılmış olduklarını, günlük tanışmalarımız ve konuşmalarımız içinde bile saptayabiliyordum. Do­ ğuyu barbarlığın kaynağı ve Anado­ lu’yu barbarlığın yolu, geçidi olarak biliyorlardı. Bir düşünceyi, bir duy­ guyu yaşatmak için, başkalarını öl­ dürmek ve lânetlemek geleneği, Ba- tı’nın “ Uygar” insanları karşısında beni dertli ediyordu. Zeus gelince Titanları öldürür, kalanları da şeytan sayar. Medusa ve kız kardeşi tanrıça iken şeytan olurlar. Burjuvaziye göre Aristokrasi şeytandır. Komünizm ge­ lir, burjuvaziyi şeytan ilân eder. Batı­ ya göre Doğu şeytandır, Doğuya gö­ re Batı dinsiz, ruhsuz ve ahlâksızdır. İnsanları seviyordum, ancak, on­ ların birkaç akılcı kuşak gelip geçme­ den özgür ve güzel bir toplum yarata­ mayacaklarını da düşünmeden ede­ miyordum.

Yarın: Gerçek özlenen

değilse bana ne o gerçekten

BENDEN SONRA DA İNSANLAR YAŞAYACAK:

Deniz, gök ve tüm güzellikler gözleri ve gönülleri kamaştıracak, sonsuza doğru yürüyüş sürecek. Yazarken, sonsuza doğru yürüyüşte kendi sesimi ve ayak tıkırtılarımı duyuyordum, ölüm sü zlü ğe kavuşmak için değil, sonsuzlu­ ğun, enginin heyecanını duymak için yazdım .

Referanslar

Benzer Belgeler

yönelmiş, hilâfetin ilgası ve kadın naklan gibi yine çok önemli girişimlerle de büyük Atatürk, ulusuna aydınlık yolu gösteren tek lider sıfatını elde

Resme küçük yaşlar­ da başlayan sanatçı, A nkara’da H elikonsanat derne­ ğinde Cemal Bingöl ve Abidin Elderoğlu ile çalıştı ve eserlerini ilk olarak o

1882 senesinde yukarı Marne’da küçük bir ka­ sabada, tanınmış bir mimarın oğlu olarak dünyaya gelen Gabriel, sağlam klâsik kültürü aldığı kolejde

Prenses Zeyd, «İdeaire (Fikirci)» dediği sanat görüşünü değişik bir şekilde tatbike. çalıştığı sergisinin bir köşesi önünde,

Geri dönüştürülecek pek çok plastiğin birbirinden daha iyi ayrılmasında kullanılabilecek bu yeni yöntemde ışıkla uyarılan polimerlerin ışımalarına ait

En s›k izlenen fleklin- de kifli, harfleri renk olarak deneyim- ler.. Her harf, kiflinin kendisine göre farkl› bir renk

Sonuç: Elazığ’da kesilen hayvanlarda fasciolosis görülme sıklığı önceki yıllara göre azalmış görülse de ekonomik kaybın artarak sürdüğü

ebatlarındaki tümör radyolojik olarak kondroblastomun klasik özelliklerini göstermesinin yanı sıra MRI ve BT kesitlerinde nadir görülen kortekste harabiyeti ve eşlik