Halıkarnas Balıkçısının
yaşam öyküsü
O kadar kirli iş
çeviren insan
arasındanydevrime
karşı çıkma
damgası benim
alnıma vurulm uştu
Sudun TANJU'nun
kaleminden
•t/ljl* MARMARA: Parçalı bulutlu ve sağanak ya- Vl^T-1 ğışlı olacaktır. Rüzgârlar kuzey batıdan orta
kuvvette esecektir. 13 ile 25 derece.
ECE: Parçalı bulutlu ve sağanak yağızlı ola- çaktır. Rüzgârlar batı yönlerden orta kuvvette esecektir. 14 ile 29 derece.
İÇ ANADOLU: Parçalı bulutlu ve sağanak ı yağışlı olacaktır. Rüzgârlar güney batıdan j
orta kuvvette esecektir. 8 ile 26 derece.
I GÜNEYDOĞU: Parçalı bulutlu olacaktır. Rüz- - garlar Güney Doğudan orta kuvvette esecek
tir. 16 ile 32 derece.
KARADENİZ: Parçalı bulutlu, ve yer yer sa- ı ğanak yağışlı olacaktır. Rüzgârlar güney batı dan orta kuvvette esecektir, 10 ile 25 derece.
AKDENİZ: Parçalı bulutlu olacak bölgenin batı kesimleri sağanak yağışlı olacaktır. Rüz gârlar batıdan orta kuvvette esecektir. 14 ile 30 derece.
DOĞU: Parçalı bulutlu olacaktır. Rüzgârlar ı doğudan orta kuvvette esecektir. 1 ile 30
derece.
Tartışırken eli masanın üzerindeki
tabancaya doğru gidiyordu
babamın. Görüyordum...
Is tanbul : Sağanak 22 Samsun : Sağanak 23 Ankara : Sağanak 23 D. Bakır : P.Bulutlu 31 İzmir : Sağanak 27 Antalya : Sağanak 30
Kıbrıs : P.Bulutlu 30
Babamla aynı
anda ates
ettik, o öldü
M
IHO'yu bitir misiniz? Martı’nın hflviiâüne Güney Akdeniz'de Mihoderler. Güçlü kanat ları vardır. Açık denizde onunla karşılaşmak sevinçtir. Karadaysa nız, bir kayanın üzerinden havala nıp önce beyaz bir dalga sonra beyaz bir nokta oluşunu ve gök yüzünün mavi ışığında kaybolu şunu bir özlem gibi içinizde du yarsınız. Sanki özgürlük Miho’- nun kanatlarındadır ve sanki uçan sizsiniz.
Bir sabah, gün daha yeni ışı mağa başlamışken, kıyıdaki sivri kayalardan birinin üzerinden bir Miho kanadının kalktığını gördü Hacı Süleyman ve çiftesini doğ rulttu. Amacı kendini sınamaktı. Bakalım eskisi gibi uçarı kaçarı düşürüyor mu? Miho önce denize doğru düşer gibi oldu, havaya tüyler uçtu, “ tamam" dedi Hacı Süleyman, ama kuş dengesini buldu ve göğe doğru hızla yüksel meğe başladı.
Bir ben vardım bu olayı gören. Hacı Süleyman da bendim, Miho da bendim. Ben attım ben vur dum. Çiftenin iki gözünden saçı lan saçmalardan biri, Miho'nun bir gözünden girip öbüründen çık tı. Havadayken kör oldum. Yön bilmiyordum. Deniz, gök ışık yok tu. Yuvamı, yavrularımı bir daha bulamazdım, öyle havada, karan lıkta asılıp kaldım. Kanatlarım sağlamdı. Uçabilirdim. Ama
nereye? Düşüşümün ters yönüne kanatçırpmağabaşladım. Sonsuz karanlıkta içim acı ile doluyordu. Biryerekonamazdım. Biryeregide- mezdim. Bağırıyordum. Sesimacı- mıarttırıyordu. Kimsebanayardım edemezdi. Kimseyle bu başıma gelenin nedenini konuşamazdım. Niye ben beni böyle bir çaresiz liğe düşürdüm? Ve yoruldum ar tık, bıraktım kendimi, karanlığın içinde bir temas, bir son acıyı beklemeğe koyuldum.
Yaşanmayan
gençlik yılları
B
ABAMI gece de böyle bir öldürdüğüm boşluktan düşüyor gibiydim. Ben 27 ya şındaydım, O, altmışındaydı. Gü nün hangi saati idi iyi hatırlamı yorum. Hayır, hayır, geceydi, bu kez gözlerim açıktı, karanlığı gö rüyordum. Eli, masanın üzerinde ki tabancaya doğru gidiyordu ba bamın. Bir çiftlik evindeydik. Ha yatını biraz daha güvence altına alabilmek için İstanbul'dan kalk mış bir Anadolu iline göçmüştü. Öldürülmekten korkardı. Evin oturma odasında bir kaç tabanca, tüfek bulundururdu her zaman. Bulunduğu her yerden silâha eriş meği düşünürdü. Görüyordum. Tartışırken eli tabancaya doğru gidiyordu. Ben daha gençtim.Tm
Co<
Kir
Çocukken "İnsanlar neden öldürüyorlar
birbirlerini Misis Reader?" diye ağlayarak sorardım
İngilizce hocama. Oda annem e" Bu çocuk
nasıl yaşayacak madam?’' diye yakınırdı.
İtalya' da, tarta kuşlarını, durmamacasına öttürmek
için kıpkızıl kızartılmış toplu iğneyle kör ederler.
Sonra bu kuşu bir kafese koyarlar.
ı Bütün gençliğimi bir kafeste, bir Miho gibi,
birtarla kuşu gibi, içine düştüğüm
karanlığı yırtmak çırpınışlarıyla yaşadım.
Hangimiz daha önce ateş etti, bil miyorum. İkimiz de ateş ettik. Ölen o oldu. Ben de, boşlukta süzülürken bir şeye çarpmış gibi
sonsuz bir acı içinde eridim, yok oldum. Sonra kimseye söyleme dim kavgayı hangi konular üze rinde yaptığımızı. Neye yarardı?
BABASI PAŞA AMCASI SADRAZAMDI:
Biiyükada’da dönümlerce bahçesi olan beyaz bir evde geçti çocukluk yılları. Kolej’dc okuduktan sonra İngiltere’de Oxford Universitesi’nde eğitimini sürdürdü. Yurda döndüğünde Osmanlı İmparatorluğu son gün lerini yasıyordu. Birinci Dünya Savası’ndan sonra gelen Kurtuluş Sava$ı sıralarında “Halikarnas Balıkçısı” Ceval Şakir hapishanedeydi...
★ Fotoğraf! vr Ara Güler’ln arşivinden alınmıştır.
1 6 .1 1 .1 9 7 8 Perşembe gününden sonra otomobillerini alacak olan iştirakçiler
5345 3641 2169 1730 23682 26264 20991 25612 20946 44103 43900 42945
Ruhi AYDINOGLU Beşevler Mareşal Fevzi Çakmak Cad. 58/10 ANKARA
Mustafa TUTUNAN Taksim Talimhane Topçu Cad. No: 1 İSTANBUL
Ahmet HÖYÜK Ağrı Trafik Şubesi AĞRI
Enver ALPAYRAK Akçakoca Caddesi No: 31 Düzce BOLU
Mefahir YÜCE Endüstri Meslek Lisesi öğretm eni BOLU
A.Osman GÖKGÖZ Karadeniz Bakır İşletmeleri A.Ş. P .K .196 SAMSUN
Ramazan GÜRKAN Petrol Ofisi Genel Müd. Tabl dot Başk. ANKARA
Ahmet Celâl ÜNEKÇETÎN Fidan Han No: 182 BURSA
Müfit ÇAY Dedeoğlu Tic. İbrahim Çayhal F. Koli. Şti. İnönü Cad. No: 49/B ADANA
Haşan ÖZCAN Çam Oteli M üdürü Kızılcahamam ANKARA
Ramzi ESKİOĞLU Koyunpazarı Caddesi No: 114 ANKARA
Süleyman TEKİNALP Lise Matematik öğretm em Tefenni BURDUR 31164 37335 34455 34881 37018 37944
Şerife KURUN Cennet Mahallesi Alpaslan Cad. Aydın Sok. 5 /4 Küçükçekmece İSTANBUL
Recep TEMELÖZ Atatürk Caddesi ö z e r Apt. K .l No: 3 BURSA
Emine KAYA 1. Cadde. 79/6 Bahçelievler ANKARA
İbrahim ADAR Kazım Orbay Caddesi 69/1 Şişli İSTANBUL
M.Nurcan KÖKSAL Kemalpaşa Mahallesi Değir menlik sok. No: 41 ÇANAKKALE
Mehmet ZEHİROGLU PTT Karşısı Liz Kuaför RİZE
M OTAR’DAN D U YUR U
Resmi makamlarca Renault arabaların her Uç tipine 8.9.1978 tarihinden geçerli olmak üzere 13.700.-TL. zam yapılmış bulunmaktadır. MOTAR iştirakçilerinden kurada arabaları çıkmış olup da Ekim ayı içinde tesiim almaları İçin kendilerine telgrafla tebligat yapılacaklara, belirlenen zam miktarı, müteakip aylara bölünmek suretiyle senetlerine ilâve edilecektir.
Kurada arabası isabet edip de arabaları teslim edilem e yen ve kura İsabet etm em i * '*
dolayısıyla ödeyei-ekleri taksiHeeSerde Sân »lUecektl*.
^ Qzan; Sadun TANJU
Anlatsaydım, babasını bir kez da ha öldürüyor demiyecekler miydi? Sustum. Hapishanede hep çocuk luğumun rüyalarını görür, ter için de uyanırdım. Çocuk olmadığıma sevinirdim. Ceza çekiyordum bu çıplak, soğuk duvarlar arasında ama, büyümüştüm, babam da yoktu. Vicdan azabı duymadım hiç. Hacı Süleyman da Miho’yu vurduktan sonra vicdan azabı duymadı, biliyorum. Üstelik ilk kez o anda görmüştü kuşu.
Elim bir daha silâha değmedi. Büyükada’da dönümlerce bahçesi olan beyaz bir evde yaşardık. Ço cukluğumdaki duygusallığım her kesi şaşırtırdı. Sevdiğim parçaları çalsınlar diye annemi ve kız kar deşlerimi zorla piyanonun başına oturturdum. Gönülleri olmadığı zaman, anlatılmaz bir üzgünlüğe kapılırdım. Kitaplarda savaş res mi, silâh resmi görünce ağlardım. “ İnsanlar neden öldürüyorlar bir birlerini Misis Reader” diye sorar dım İngilizce hocama ve o da anneme “ bu çocuk nasıl yaşaya cak madam?” diye yakınırdı. Oy sa ben nasıl yaşayacağımı öğreni yordum. Kolejde Karadağlı bir ka pıcı vardı. Barba Milo idi ihtiyarın adı. Arkadaşlarım “ Zlgo, Zigo, Barba M ilo!” diye kızdırırlardı ka pıcıyı, ben hep uzak durur onun çaresiz öfkesine acırdım. İçinden çıkmıyorum diye bana kütüpha neyi yasak etmişlerdi. Ama ben, gizlice arkadaşlarıma aldırdığım kitapları gece, yorgan altında, pil li bir fenerle okurken yakalanır dım. Okumak ve annemden Nor ma Uvertürünü dinlemek bana ne kadar mutlu olduğum sevincini verirdi. Ayda bir Perşembeleri ev ci çıkardık. Lodos olmasın diye dua ederdim. Lodos’ta ne beni almağa gelirler, ne de vapurlar Ada iskelesine yanaşabilirlerdi. Berbat bir havada, beni almağa gelen er’e ille Adaya gitmek isti yorum diye çektirdiğim çileyi ha tırlıyorum. Vapurlar kalkmıyordu. Gece vakti Kartal'a geçtik, özel bir kayık tuttuk. Adamlar 8 altın istediler. Ben evet dedim. Kayığa bindik. Denizle ve ölümle pençe- leşe pençeleşe, sırsıklam eve var dık. Kıyamet koptu. Sekiz altın demek dört genç subayın maaşı demekti. Babamla annem öyle bir kavga ettiler ve iş sonunda bo şanmağa kadar varan öyle bir fs - elaya dayandı ki, iki gün sonra nikâh tazeleninceye kadar etkisin de kaldığım duygular, bütün ya- şamımca canlı kaldı. Belki de ba bamla o gece koptuk birbirimiz den.
Tarla kuşu
kopuş
m m
• TALYA’da tarla
kuş-I
larını hiç durmama- casına öttürmek için, ateşle kıpkızıl kızar tılmış toplu iğne uçlarıyla cızz diye bir gözünü, cızz diye öteki gözünü de yakarlar. İki gözü kör olan tarla kuşunu bir kafese ko yarlar. Mavi, açık, berrak göklerde özgür uçmağa alışkın kuş, önce gözlerini örttüğünü sandığı kap kara paçavrayı tırnaklarıyla para lamağa çabalar ve zavallı kendini bir kat daha yaralar. Karanlığin gözüne yapışan bir paçavra bir Is ya da kurum değil bir zindan gece olduğunu anlayınca, kanat hızıyla geceyi aşmaya, güne güneşe ulaşmaya çabalar. Çırpınır çırpı nır. Her kanat vuruşu katı kafese çarpar, acır acır. Kara gece aşıl maz bir kara duvardır. Uçucu ka natlardan kat kat güçlü, iç hızıyla ötmeye koyulur, öter öter. Gece nin öte tarafından gönlünün gü nünü, güneşini, nur âlemini yara tır. Yine o mavi göklerine çıkar. Tâ altında, ufuklara kadar ıssızla şan yeryüzüne, pırıl pırıl pullar gibi renk renk cıvıltısını döker dö ker. Allah esirgesin, duramaz, çünkü durunca, karanlık, ökseci kuşçunun kara parmak ve avuçları gibi varlığını kavramaya koyulur.Özgürlükten
ENİ ağır hapse mah- 1 kûm ettiler. Bütün tarla kuşu g.~.,
karanlığı yırtmak" V„ K,,,,V,
KARANLIK YILLAR:
“ İste o günden soııra elim bir daha silâha değmedi. Beni ağır hapse mahkum ettiler. Bütün gençliğimi bir kafeste, bir Miho gibi, bir tarla kuşu gibi, içine düştüğüm karanlığı yırtmak çırpınışlarıyla yasadım.” . Cevat Şakir’in bütün yasamı “ K a ranlığa” verdiği amansız savaşla geçti.
yaşadım. Oxford’da yakın çağlar tarihi okumuştum. Asıl öğrendi ğim özgürlük ve uygarlıktı. Çöken bir İmparatorluğun özgür ve uygar bir dünyadan kopuşunu, dışarda- kl öğrenim yıllarım sırasında, utançla karışık bir acıma duygu suyla seyretmiştim. Dönüşümde herkes beni, düşüncelerimle değil giyim kuşamımla ilginç bulmuş lardı. Şakir Paşanın Oxford'da okumuş oğlunun şıklığı idi söz konusu olan. Londra’nın, Paris'in Roma’nın pırıltısından sonra kos koca bir köy pisliği ve çamuruna bulanmış İstanbul’da, Beyoğlu’- nun salaş gazinolarında, yabancı kumpanyaların oynadıkları ope retleri seyretmekle geçiştirilmeğe çalışılan can sıkıntısı ve boşluğu ancak böyle doldurabiliyordum. Ülke siyasal sallantılar içindeydi. Aile, saraya yakınlığın duygusal lığı ile toplumsal yaşamın karga şası arasında, bir şeylerin değiş tiğini görüyor fakat anlıyamıyor- du. Kimseye bir şey anlatacak durumda değildim. Babam, kar deşi Cevat Paşa’nın yaverliği ile yükselmeye başlayan askeri ha yatında Roma ataşemiliteri, Gi rit’te Resmo Kumandanı, Atina Elçisi, Askeri Teftiş Komisyonu Üyesi olarak Ferikliğe kadar yük selmiş, dil bilen, tarih bilen, Os manlI ve İslâm tarihi üzerine önemli bir eseri olan, tiyatro ile İlgilenen yetişkin bir Osmanlı ay dınıydı. Henüz ilk gençliğimde kaybettiğim amcam Cevat Paşa, sadrazamlığa kadar yükselmiş, Arapça^cemce.Rumca. Fransızca ve İtalyanca bilen, büyük bir kü tüphanesi olan, Osmanlı Askeri Tarihi üzerine önemli bir eser sa hibi, Girit Kumandanlığı ve Çam daki Beşinci Ordu Müşirliğinde hizmetler görmüş önemli bir Os manlI Devlet Adamı idi,. Ve saray la beraber çevresinin rle sarsıldığı bir dönem yaşanıyordu. Genç It- tihatçılar'ın İmparatorluğa nasıl bir diriliş getirebileceklerini bil miyordum Zaten vakit kalmadı. Babamla yaşadığımız o “ fatal” geceden sonra, koskoca bir dün ya savaşını ve arkasından gelen Kurtuluş Savaşını “ içerde" geçir dim ve yönsüz kalmış bir Miho gibi, mütareke istanbuluna düş tüm.
Yarın:istiklal
Mahkemesi iiç yıl
' sürgün cezası veriyor
H A V A D U R U M U
A l i E s i n ' e g ö r e
^k£s-_. MARMARA; Parçalı bulutlu doğusu ise sağa- nak yağışlı olacaktır. Rüzgârlar kuzey batıdan orta kuvvette esecektir. 15 ile 27 derece.
M Ü t Ol Parçalı bulutlu olacaktır. Rüzgârlar ku- /oy batıdan orta kuvvette esecektir 16 ile 28 derece
K ANADOLU: Parçalı bulutlu kuzeyi sağanak yağışlı olacaktır. Rüzgârlar batıdan orta kuv vette esecektir. 8 ile 24 derece.
GÜNEYDOĞU: Parçalı bulutlu olacaktır, gârlar doğudan orta kuvvette esecektir. 31 derece.
KARADENİZ: Parçalı bulutlu ve yer yer sağa nak yağışlı olacaktır Rüzgârlar kuzey batıdan orta zaman /aman kuvvetli esecektir 9 ile 24 derere
AKDENİZ: Parçalı bulutlu doğusu ise sağa nak yağışlı olacaktır. Rüzgârlar batıdan orta kuvvette esecektir. 16 ile 30 derece.
DOĞU Parçalı bulutlu ku/eyi ise sağanak yağışlı olacaktır Rüzgârlar doğudan orta kuv vette esecektir 2 ile 2b derece
Rüz- 10 ile
YazuSadun TANJU Fotoğraflar-.Ara GÜLER
Kendimden
kurtulm ak için
Molla G ürani'de bir
______________t____________ __
Rufai Dergahına
kapandım ve aşka
sevgiye
dönüştürme
umuduna sarıldım...
tanbul Ankara lzm irP.Bulutlu 22 Samsun : Sağanak Y. 21 P. Bulutlu 21 D.Bakır : P.Bulutlu 30 P. Bulutlu 28 Antalya : P.Bulutlu 30
Kibri* Sağanak 30
0 günden sonra
yaşamaya
başladım
• ŞGAL altındaki Is- | tanbul karanlıktı. Ba- [ na koskoca bir ha- pisane gibi geldi. Yalnızdım. Üsküdar’da Ihsaniye’- de bir eve sığınabildim. Burada, kentin gardiyanları lngiUzlerden ve Fransızlardan uzak yaşayabili yordu insan. Gezi kitapları ve ütopik eserler okuyor, mutlu ya şanan yerlere soyut ta olsun eriş mek istiyordum. Ailem bite yoktu Ben, beni yaratanı öldürmüş bir lânetli idim çoğunun gözünde, ya da bana öyie geliyordu. Bir çevre bulmam, insanlara karışmam ge rekirdi. Kentin camilerini dolaşır, başlarına gelen ulusal felâketi dua ile defetme umuduna sarıl mış insanlarla secdeye varırdım. Ruhum yatışmıyordu. Günün her
vaktinde bir başka camiye gider, denizi gören bir pencere önünde diz çökerdim. Deniz umudumdu. Sonsuza dek sürecek bir yaşama sevincini denizin maviliklerine dalarak düşünebiliyordum. Gö züm hayata ait bir şeye takılınca cennetin kapıları kapanıyordu.
YANGIN YERİNDE BİR DERVlŞ
G
ü n ü nmi Fatih’te, birinde kendiMollaGürani'de bir Rüfai dergâhında buldum. Tekke postnişini aydın bir eğitim müfettişiydi. Arapça, Farsça, Fransızca ve eski Elen dilini bilir di. Ayinlere mevleviler, bektaşiler diğer tarikat üyeleri de katılırlardı Acıyı aşka, sevgiye dönüştürme yi öğrenen dervişlerdik. Herkes derviş kıyafetlerini dergâha gelin ce giyinirdi. Bense Üsküdar’daki
• öyle bir aydın kokuş
muşluğu vardı ki, ulu
sal kurtuluş savaşına
karşı çıkanlar, zafer
den sonra,
Mustafa
Kemal’in kadrolarıyla
uyuşup anlaşma yarı
şında birbirlerini ça
mura bulayıp duruyor
lardı.
# O kadar kirli iş çeviren
insan arasından, dev
rime karşı çıkma dam
gası,
benim alnıma
vurulmuştu.
İstiklâl
Mahkemesi üç yıl sür
gün cezası verince,
bunun benim için bir
kurtuluş, bir yeniden
doğuş olduğunu bil
miyordum. Ama içim
sevinç doluydu.
evde ırakiyeyi başıma takar, hay- deriyi sırtıma giyer, Beşiktaş ya da köprüye çıkıp Fatih’e doğru derviş kıyafetimle insanlar ara sından geçip giderdim. Fesli, sa rıklı, keçe külâhlı, şapkalı, bereli, kalpaklı, Çinli, Japon, Buharalı, AfganlI, her milletten, her sınıf tan insan arasında kimse beni garipsemezdl. Çıplak ayaklı küfe- cller, dilenciler, uyuz köpekler, hamallar, sırık hamalları, öküz arabaları, merkep ve katır kervan ları, koyun sürücüler sürücükleri,
BAŞINDAN FELAKET GEÇMİŞ İŞE YARAR ADAM:
Cevat Şakir, bir şiire gazete ve dergilere yazı, resim, karikatür, hikaye yazarak hayatını kazandı. Türk basının da isimleri şerefle anılan ünlülerin arasında yer aldı.
(Soldan sağa) Gazetemizin kurucusu rahmetli Sedat Sima- vi, Cevat Şakir, Ahmet Hikmet, Ercüment Ekrem, Süley man Nazif.
1 7 .1 1 .1 9 7 8 Cuma gününden sonra otomobillerini alacak olan iştirakçiler
38747 Leman Ülker Erdoğan, Bos tancı Cami Sok. No: 20/15 K a -. dıköy-İSTANBUL
39937 Hüseyin Haşan ö z , İst. Mah Ömer Kurt Sok. No: S5/B Elma- dağ-ANKARA
36795 Hilmi Temel, D .S.l. 13.Böl ge Muhasebe Servisi, ANTALYA 31695 Sema Ağaoğlu, Reşatbey
Mah. Kutlulura Apt. D.5, ADA NA
42487 Agah Pakyürek, Kartaitepe Terakki Sokak Meltem Apt. No: 3 D .6 Bakırköy-ÎSTANBUL 42232 Aziz Kaya, Eti Caddesi 76/ A
Polatlı-ANKARA
37394 Mehmet Baler, Dasa Dağı tım ve Satış A.Ş. Şişli-İSTAN BUL
39527 Ramiz Gül, Belediye Altı No: 1 İnci Pastahanesi, ADAPA- ZARI-SAKARYA
3734 M.Şinasi Gürer, Küçük la - n k Sokağı No: 1/5 Bostancı İS TANBUL
2204 Nurettin Yıldırım, Peynir ve Tereyağ Fabrikası P.K.33 MUŞ 4530 Muzaffer Babataş, Nuruos-
rnaniye Cad. No: 8 Cağaloğlu İSTANBUL
1574 E.İlncm Parlar, 2007. Sok. 7/8 Bostanlı Karşıyaka İZMİR 27349 Çetin Varlı, Gürcükapı Mey
danı No: 17 ERZURUM 25531 Seyfettin Aş, Sakarya Cad.
Ayan Apt. D.3 ESKİŞEHİR 26554 Mehmet İlhan Tatlıgil, Ter
sane Cad. Yaprak Çıkmazı No: 11 Karaköy İSTANBUL 23051 Bayram Çakmak, Muş Ecza
nesi İstasyon Cad. MUŞ
20436 T.Fatih Tarhan, Sercncebey Yokuşu Huzur Apt. 11/9 Beşik- tas-lSTANBUL
36553 Hikmet Bulut, D.Ç.Fab. H.H.M üd. Sicil No: 4297 Kara- bük-ZONGULDAK
MOTAR’DAN DUYURU Resmî makamlarca Renault arabaların her üç tipine 8.9.1978 tarihinden geçerli olmak üzere 13. 700.-TL. zam yapılmış bulunmak tadır. MOTAR iştirakçilerinden kur’ada arabaları çıkmış olup da Ekim ayı içinde teslim almaları için kendilerine telgrafla tebligat yapı lacaklara, belirlenen zam miktarı, müteakip aylara bölünmek suretiy le senetlerine ilave edilecektir.
Kur’ada arabası isabet edip de arabaları teslim edilemeyen ve kur’a isabet etmemiş iştirakçileri mizin gelen zam dolayısıyla ödeye cekleri taksitler ilerde ilan edilecek tir.
K IIP R A N I API1AN R İP İ- Cevat $akir’ln .'»^mında
i N U l V D H n L H n U M l l D i n i , unutulmayacak ikinci olay, yazdığı bir hikaye yüzünden İstiklal Mahkemesi'ne verilmesiydi. Mahkeme, ona üç yıl sürgün cezası verdi. Bu sürgün, “ Halikam&s Balıkçısı”mn doğuşu oldu.
baltacılar, çarşaflı peçeli feraceli yeldirmeli kadınlar, daracık so kaklar, vitrinsiz dükkânlar, çamu ra ve toza bulanmış sebzeler meyvalar etler hurmalar simitler, caddelere yığılmış süprüntüler ve aşağılayıcı bakışları ve davra nışlarıyla yabancı devriyeler vardı bilirdim, ben de bu yaşamın bir parçasıydım derdim, ama kop mak isterdim. Dergâha vardığım zaman başka oir dünyaya geçmiş gibi olurdum. Dönüşe kadar ru humu ve gönlümü sevgiyle dol durmayı tasarlardım. Yangın yer lerinden geçerek giderdim. Ben içerdeyken ne kadar çok yer ya nıp yıkılmıştı İstanbul’da! Bütün bu yoksulluğun, geriliğin üzerine yangınların külleri de dökülünce yaşam nasıl da kararmış, ürper tici olmuştu!
İstediğin kadar gerçeklerden kaçmağa çalış, kendine başka bir dünya yarat, yaşıyorsunya, so yutta tutunamıyorsun. Birşeyler yapmam, para kazanmam gere kirdi. Mesneviyi İngilizce'ye çevir meye başlamıştım ama, kendi kendime itiraf etmesem de, bu kazanca yönelik olmaktan çok, eski bilgeliğin şiir ve aşk dünya sında yaşamak özleminin bir oya- lanışı idi. Ne yapsam, hangi işe yönelsem, altında bir kendimi unutma, uğraş içinde eriyip kay bolma niyetim yatıyordu. Medre- oetü! Hattatin’e gidip altın ezme sini, tezhip yapmasını öğrenmiş tim. Eski Türk minyatürleri rüyâ- larıma giriyordu. Nigâri’nin, Nak kaş Osman’ın, Nakkaş Haşan Pa- şa'nın, Levni’nin minyatürlerini seyredebilmek için müzeleri do laşıyordum. Renk ve nakış usta lığını kazanmak istiyordum. Son radan bunlar işime yaramadı de ğil. Gazete ve dergilerde iş bulup da çalışmağa başlayınca, kapak ressamlığında bu hünerimi kul landım. İlk renkli dergi kapakları nı ben yaptım.
İÇİMDEKİ EZİKLİK ENİ o zamanın Bab-ı Ali'sine “ Başından felâket geçmiş bir işe yarar adam” ola rak, kıt kanaat geçinebilir bir üc retle kabul ettiler. Yazı, resim, karikatür, hikâye, elimden ne ge lirse ortaya koymağa mecbur dum. Anadolu’dan zafer haberleri geldikçe ulusal sorumluluğuna ve değer yargılarına kavuşur gibi olan İstanbul basını, yine de kangren olmuş yaralarından kan ve irin akıtıyordu. Her şey ikili sansürden geçirilerek basılıyor ve yayınlanıyordu. İşgal kuvvetleri nin sansürü daha anlayışlı, İstan bul hükümeti ise amansızdı. San sürden bir yazı, bir karikatür, bir haber kaçırmak bâzı gazetecilere korkulu, ama o derece de sevinçli başarı duyguları yaşatıyor, fakat ertesi günü, sansürle beraber ka ra basın da var gücüyle yûkleni- yorou. İçimde zaten Anadolu'ya geçememiş olmamın ezikliği ve baş eğikliği vardı. Saraya ve işgal kuvvetlerine dayanan Ali Kemal'e ve onun gibilere ufak bir sataş ma, bir küçültme, gülünçleştirme başarısı sağlıyacağım diye, tüm tehliKeleri göze almaya hazırdım. Ne var ki, çalıştığım gazete ve dergilerin sahip ve sorumluları da başlarına belâ gelmesini istemi yorlardı ve gerçekten, başarabil diğimiz ner kaçamağın ceza kor
kusunu hepimize ortak çektiriyor lardı.
YOL AYRIMI
Ö
YLE bir aydın kokuş muşluğu vardı ki, mi dem^,bulftn$ırıyqrdu. Kurtuluş Savaşı, bo yunca Mustafa Kemal’i bir mace ranın ardında görenler, ona karşı çıkanlar, suçlayanlar zaferden sonra, bin takla atmağa başla mışlardı. Mustafa Kemal’in kad rosundan olanlarla sarayın etek lerini öpenler arasında uyuşanlar, ortak politikalarda anlaşanlar var dı. Çökmüş bir imparatorluğun işe yaramaz kuruluşlarını savu nup, Mustafa Kemal'i ayağının tozu ile üstlendiği devlet işlerin den uzak tutmak niyetleri ortaya dökülüyordu. Bütün bu fitne ka zanını aydınlar kaynatıyorlar ve Ankara ile İstanbul arasında so ğuk rüzgârlar estiriyorlardı. İstan bul basınına karşı Ankara’nın te dirginliği öyle noktadaydı ki, kur banlardan biri de ben oldum. Bi rinci Dünya Savaşı'nda, Suriye cephesinde yıllarca savaştıktan sonra Galiçya Cephesi ne götürü lürken, Afyon civarında trenden atlayıp, köylerindeki ailelerini gö ren ve Afyon’a dönüp askerî ma kamlara teslim olan birkaç aske rin, ibret olsun diye Harp Diva- nı’nca ölüm cezasına çarptırılma larını, eski bir gazete haberini dramatize ederek, hikâye haline getirmiştim. Savaş konuları üze rinde çok duyarlı bir ortamda“Beğenilir" diye yazılmış bir yazı, alınganlığı son kerteye varmış Ankara’da, İstiklâl Mahkerriielerı’- ne yöneltilmiş bir saldırı olarak yorumlanıyor ve benimle derginin sahibi Zekeriya Sertel, palas pan dıras Ankara İstiklâl Mahkemesr- si’nde sigaya çekiliyorduk Bir denbire her şey yeniden.bitti gibi geldi bana. İşin sonu idama Ka dar da varırdı. Talihim yâr olursa uzun bir zindan cezasıyla da pa çayı kurtarırdım. O Kadar kirli iş çeviren insan arasından, devrime karşı çıkmak damgası benim aı- nımavurulmuştu. Kader mi deme
liydim? Önüme hep bir yol ayrımı çıkacak ve ben hiç gitmek iste mediğim yola talihsiz bir dürtü ile, bir itilmeyle, zorla mı saptırı lacağım?
SÜRGÜN
- ^ • — Ç yıl sürgün” ceza ili J sini verdikleri zaman 1 J inanamadım. Bu bir doğuştu. İşte o gün den sonra yaşamaya başladım. Mevsim ilkbahardı. Otuzaltı ya şındaydım. Ondan sonra elli yıl daha yaşadım. Az değil. Bilerek, tadı çıkanla çıkanla yaşanmış koskoca bir elli yıl. Dünya hep güzel göründü gözüme Bodrum a kalebent olarak sürüldükten son ra. Ege, Arşipel, Eski Deniz! Pl- cassoglbi, hayatımın mavi döne mini yaşadım. Anlatılacak ne var sa oradadır. O sabah, Hacı Sü leyman hani çifteyi doğrultmuş da Miho’yu gözünden vurmuştu ya, hikâye yeniden yazıldı, Hacı tutturamadı ve Miho ışıklı mavi liklerde beyaz bir nokta kalıncaya kadar uçup durdu özgürce.
Bu, özgürlüğün hikâyesidir Dopdolu yaşadım onu.
Yarın: Kulluğa razı
olmayacağım
İstanbul : P.bulutlu 25 Ankara : P.bulutlu 26 İzm ir : P.bulutlu 30 Kıbrıs Samsun : P.bulutlu 25 Diyarbakır : A z bulutlu 31 Antalya : A z bulutlu 31 : A z bulutlu 31
A l i E s i n ' e g ö r e
â l
m
m
M A R M A R A Parçalı bulutlu olacaktır. Rüz gârlar kuzey batıdan orta kuvvette esecektir. 14 ile 27 derece.
EGE: Parçalı bulutlu olacaktır. R üzgârlarku- aey batıdan hafit kuvvette esecektir. 14 ile 31 derece.
İÇ A N A D O LU : Parçalı bulutlu olacaktır Rüzgârlar kuzey yönlerden hafif kuvvette ese cektir 9 ile 27 derece.
m
m
m
K A R A D E N İZ : Parçalı bulutlu rüzgârlar ku zey batıdan orta kuvvette esecektir. 12 ile 27 derece.
AK DH N İZ. Parçalı bulutlu olacaktır. Rüzgâr lar kuzey batıdan hafif kuvvette esecektir 15 ile 32 derece.
D O Ğ U : Az bulutlu olacaktır. Rüzgârlar kuzey doğudan orta kuvvette esecektir. 3 ile 28 dere ce.
G Ü N EYD O Ğ U : Parçalı bulutlu olacaktır. Rüzgârlar güney doğudan hafif kuvvette ese cektir. 16 ile 32 derece.
Sürgünde ilkdüşündüğüm şey, insanoğlunun
ozgurlugu üzerinde
ne kadar çok kullanma hakkının bulunduğu idi.
Beni nasıl
mülkedindiklerini
şimdi şimdi anlıyorum.
razı olamazdım
# Özgür yaşayacaktı m. Yaşamımda o güne kadar olmayan
sevgiyi ve güzelliği kendi ellerimle yaratacaktım.
Böylecehem özgür yaşadım, hem de herkese özgürlük
türküleri söyledim.
• İnsanın eline bir kez geçen yaşam fırsatı, bugün d ursun
yarın yaşarım diye harcanamaz. Para kazanacağım
biriktireceğim diye yaşama işi geleceğe ertelenemez.
Benim tek düşüncem her yeni günü doyasıya yaşamaktı
—
o
—
H
a y a t in tarifi yoktur.Ya kendiliğinden akı şı değişir, ya sen de ğiştirirsin. İçinden
bir ses, değişimi İstedi mi, yaşa mının en büyük sorunu ile karşı
karşıyasın demektir. Ya bana gel diği gibi sürsün diyeceksin, ya şam budur diyeceksin, o zaman enginin sesine artık kulakların tı kalı olacak, hiç bir çağırışı duy mayacaksın, hayat senin için ses sizlik, hareketsizlik, örf, âdet, gö renek gelenek tutsaklığı olacak. Ya da özlediğin, düşlerini gördü ğün güzellikleri aramağa çıkacak sın, hayat enginin sesini duymak tır, sonsuza dek arayıştır diyecek sin. İnsanların çoğu birincisini yeğlerler, ben İkincisini sevdim, özgürlüğü ve güzelliği aramağa çıktım.
Daha önceki yaşamımda, sa bahları açardım gözlerimi, kentin gürültüsü ve uğultusu gelirdi ku lağıma, bir öncekine benzeyen yeni bir gün başlardı, bana sunul muş, benim için ölçülüp biçilmiş yaşamın prangalarına silkeleye rek doğrulup kalkardım, bir umut bulamazdım içimde, bu tedirgin lik bu doymazlık nedendir bile mezdim, cezaevinin içinde de dı şında da bir hükümlü gibi bulur dum kendimi, yaşardım ama se- vinemezdim. Kafam kurulu saat ler gibiydi hergünkü alışkanlıkla rın çemberi içinde, benim için başka bir işlev, başka bir düşünce yoktu.
İnsan denilen mülk
B
ENİ diklerini şimdi şimdi nasıl mülk edin anlıyordum. Benim hiç özgürlüğüm oldu mu? Evet diyemezdim. Oysa, in san özgürlüğü üzerinde bu kadar geniş bu kadar ağır kullanma hak kı bulundukça, insanoğlu ancak kul olur, üretici oiur, ama yaratıcı olamazdı.Yaratıcı olmanın ilk sevincini, sürgünde, beyaz bir Bodrum evi nin yoksulluğu içinden denizin engin maviliğine gözlerimi dikti ğim bir kızıl akşamüstü duydum. Gözlerimden yaşlar akıyordu. Kurtuluyordum. Doğuyordum. Kendi ellerimle kendi göbeğimi kesiyordum. Bundan sonra ne ge lecekse makbuiümdü. Her şeyi neşe ile, yürekle, olanı ve olacağı bilerek karşılayacaktım. Yaşa mımda sevgi ve güzellik yoksa, suç başka kimsede değil, beride olacaktı. Çünkü yaratıcı bendim, onları ben yaratacaktım. Sürgün den sonra yaşadığım elli yıl için de, insanlık kültürünün kötülük ve çirkinlik birikiminden kısmeti me ne düşmüşse, onların hepsini
iyiliğe ve güzelliğe dönüştürdüm. Şu insanoğlu, özgürlüğü eşitliği iyilik ve güzelliği onca zamandır mermerler üzerine oyarak, kitap lara geçirerek, para pul üzerine basıp dağıtarak egemen kılmak istemiştir de neden mutluluğu bir özlem olmaktan kurtaramam ıştır?
Çünkü özgürlüğü yaratama mıştır.
Hem Özgür yaşadım, hem de herkese özgürlük türküleri söyle dim.
Bir balıkçı Tepeli vardı, on beş kiloluk koskoca bir Orfos’u deniz den çekip kayığın içine atınca, balığın dana gözlerine, kahveren gi lâcivert hareli sırtına, turuncu mavi benekli karnına, demirci kö rüğü gibi açılıp kapanan kulak larına bakar bakarda kendini dün yaların hâkimi gibi görürdü. Her insan başarının o yüceltici sevin cini ve gururunu duyabilir. Doğa nın bir parçası olan bu yoksul ama çalışkan insanların, deniz den iri bir balığı çekince, ya da bir fırtınayı yenince, Marathon’u ya da Vaterlo’yu kazanmanın şanları ve şerefleriyle dopdolu “ başar dım" sevinçleriyle parıldayışlarını seyreder ve düşünürdüm. Bu se vincin mayası özgürlüktü. Özgür olmayan başaramaz. Başarama yan yaşadığını anlayamaz.
Yaşam ı ertelemek
günahtır!
Y
ENİ larken bir şeyi çok iyi yaşamıma baş biliyordum. Zenginli ğin birimi para değil, özgürlüktü. Para toplayıcı, günü nü yaşayamaz, hep gelecekte ya şamağa hazırlanırdı. Para toplar ken yaşamını harcamağa başladı ğını bilmiyordu insanoğlu. Sade ce yaşamam için gerekli olanını kazanacaktım. Bayat para taşıma yacaktım. Bir kez geçiyordu insa nın eline yaşam fırsatı, o da, bu gün dursun yarın yaşarım diye harcanır, berbat edilir miydi ya hu? Paranın, özgürlüğü mülk hali ne getirmesine karşı çıktım. Be nim dünyamda, çingene karısı, Kancay, kasaba düğününde Hafi- ze hanımın tükürükleyerek alnına yapıştırdığı onluğu şamarla sahi bine fırlatıp çekip gider. Kasırgalı havada, dünyanın parasını versen yerlerinden kıpırdamıyacak balık çılar, ölmekte olan çocuğunu doktora yetiştirmek isteyen anaya yardım olsun diye Rodosa ölüm yolculuğuna çıkarlar. Baharın, Bingazi’deki Demeden yirmi mil ötede Resihilâl burnundan kalkıp Girit adasına, oradan da Adalar Denizindeki adalar üzerinden Anadolu’ya göç eden leyleklerle beraber yolculuğa çıkan ispinoz larla sakalar yorulup denize düş mesinler diye, balığı malığı boş layıp, göç yolu üzerine denize açırum’da başlayan sürgünü ona yaşamanın yaratmak olduğunu öğretti. Bütün yaşamı boyunca paranın Özgürlüğü mülk haline getirmesine karşı çıktı. Sadece yaşamı için gerekli olanı kazandı. Onun için zenginliğin birimi para değil, özgürlüktü.
BU ŞEHİRDE NEŞE VE GÜLÜŞ VARDI:
Onun çevresinde herkes mutluydu. Masasında kahkahalar yükselirdi. Kalın ve gür sesi ile tüm evrene “M ERHABA” derdi balıkçı. Onu dinlemek herkese nasip olmayacak bir mutluluktu.
lan ve tüneyen küçük kuşlar ürk- mesinlerdiye de kayığın baş tara fında uyuyormuş gibi yapan Ah tapot Ahmet, benim Karun kadar zengin adamımdır. Bana hep “gerçek mi bunlar?” diye sormuş lardır. Ben de onlara sormuşum dur. Gerçek nedir? İyilik, güzellik ve özgürlükten uzak bir gerçek, gerçek midir? Bir balıkçı Mehmet vardı, şimdi Denizkızı Adası deni len adanın açığında bir gece ay ışığında dünya güzeli bir kızı gör dü. Bana sorarsanız o belki de bir Fok balığı idi ve cinsel içgüdüleri nin özlemleriyle Mehmet'e ayışı- ğında güzel bir deniz kızı gibi göründü. Bir güzellikle bütünleş meyi istiyordu genç adam, ve ara dığını buldu. Gerçek nedir şimdi? Deniz kızı yok mudur ve bu sevda aşk değil midir? İyilik, güzellik aşk ve özgürlük hepimize yetecek kadar yoksa, ve biz istiyorsak, özlüyor ve düşlerimizde görüyor sak, bu gerçek değil midir?
Neşe ve gülüş silahı
N
EYSE, yaşama yönelten dübeni yeni bir şüncelere dalmadan, önce, size,sürüldü-Î
ium doğa parçasını anlatmalıyım nsanları cezalandırmak için doğanın yaradılıştan beri süre gelen görkemli yalnızlığına atıyorlar. Oysa doğa ile bütünleşiyoruz ve bu sizin için bağışlanmış en bü yük armağan oluyor. Bodrum Ka lesini görünce büyülenmiştim. Kollarını Arşipel'e Takımadalar Denizine ve Sporad adalarına doğru açmış iki yarım ay’dan olu şan limanın ortasında, ay’ların denize doğru uzanmış ve birleş miş ucunda Kale vardı. Limanın arkasında vakarlı bir dizi dağ, en gine bakan bir tiyatro anfisi gibi duruyordu. Halikarnasta o zama nın mimar ustaları Fideas ve Praksitel’in ne kadar şaheseri var sa hepsini kırıp dökerek bu baleyi yapan Sen-Jan şövalyeleri, güzel liği bir başka güzellik yaratmak uğruna bozmuşlardı. İnsanoğlu, yaptığını bozmadan güzelliğe ye ni güzellikler katmasını öğrensey- dl, özgürlüğün ve mutluluğun bu kerte özlemini çeker miydik? Yine de şükürler olsun kİ, Sen-Jan şö valyeleri, barbarlığı güzelliğe dö nüştürmesini bilmişlerdi. Kalenin karanlık, izbe, dar, dolaşık ve ür kütücü geçitlerinden kulenin te pesine eriştiğim ilk gün, mavi gök ve mavi denizin ışıltısı altında bü tün süsleri beyazlıktan ibaret ka saba evlerine bakıp, bu şehrin mi marı ışıktırdedim ve dünyanın en
Dostları onsuz edemezdi. O bir kaynaktı. Esirgemeden kendinde ne varsa verirdi. Çevresini beynin deki, yüreğindeki güzelliklerle do yururdu. Söylediği her şey yeniydi. Bir başkaydı. Alışılmışın bir başka olduğunu ondan öğrenirdi dostları. Hüsamettin Bozok (solda), Santim Kocagöz (sağda).
sat, en koyu, en güzel mavisini seyre koyuldum. Uzakta, denizin ışıltısında, Helen’lerin deniz tan rısı Poseidon’un tahtı kurulmuş gibiydi. Afrodit’in o canım beyaz lığının bu denizin köpüğünden yaratıldığım düşünüyordum. De niz kıyısında çıplak ayaklı yoksul balıkçı çocuklarının oynarken çı kardıkları sevinçli sesleri duyu yordum. Kalafat yerlerinde yan yatırılmış şişman karınlı balıkçı teknelerinin gövdeleri çıra, katran ve tokmakla onarılıyordu. Porta kal ve mandalina bahçeleri, zey tinlikler, çıplak duvarlar, dar yol lar, yedi sekiz kişilik cep kadar kahvehaneler, hurma, firenk inci ri, harup ağaçlan, kaynana dilleri, Melengeç’ler, kaparis’ler, muzlar üst üste, iç içe, karmakarışık ama güzel, insana sevinç veriyordu. Halkın türkü söyler gibi bir ko nuşması vardı. Leleçler, Helenler, Fenikeliler, Lidyalılar, Karyalılar, Selçuklular öylesineharman olmuş ve öyle bir ağız yaratmışlardı ki, onları dinlerken, tarihin sesini du yuyordum. Uzun boylu, uzun kir pikli, uzun parmaklı kızlar, Akde- nizin sıpsıcak kam ve o canım güneşi ile birer Karmensita idiler. Musiki duvaulu. iniltili ama uvku- lu değildi.Hareketli ve çiğlikli mü zik, İnsanı otururken oyuna fırla tıyordu. Oyunlar tüm gövdenin çeviklik ve ahenk gösterisi idi. Hızlı dönüşler ve baş üzerinde parmakların şıkırtısı, gökteki yıl dızları bile sevinçle çıngırdatabl- lirdi.
Bu şehirde neşe ve gülüş var dı. Tüm zorlukları ve acıları yen mek İçin bu kadar silâh yeterdi.
Y arın : Yaşamın
gerçekleri dedikleri
şeylere hep gülüp geçtim
H A V A D U R U M U
A l i E s i n ' e g ö r e
M A R M A R A : Parçalı bulutlu, rüzgarlar güney batıdan hatif, sıcaklık 12 ile 28 derece
EGE Parçalı bulutlu, rüzgarlar güneybatıdan
K AR A D E N İZ: Parçalı bulutlu, rüzgarlar batı-■> dan orta, sıcaklık 12 ile 27 derece
orta, sıcaklık 14 ile 33 derece W batıdan orta, sıcaklık 15 ile 34 dereceAK DE N İZ : Parçalı bulutlu geçecek, rüzgarlar
İstanbul : P. bulutlu 25 Ankara : P. bulutlu 27 İzm ir : P. bulutlu 31 K ıbrıs Samsun : P. bulutlu 25 Diyarbakır : Az bulutlu 33 Antalya : A z bulutlu 32 P. bulutlu 32
İÇ A N A D O L U : Parçalı bulutlu, rüzgarla’ de- V K R»>»k yönden hafif, sıcaklık 8 ile 29 derece
ENGİNDE
ZATEN SEN
ÖLÜYORSUN:
Cevat Şakir an latırdı. Tarif eder di. Sözün yetme diği yerde hareket el kol işareti ile anlatırdı. Gene de yetmezse çizerdi, boyardı karalardı. Anlatmak İçin her çareye baş vurur du. Yüreğindeki gerçeği karşısın dakine iletmek için dans ettiği bi le olurdu.
j f c V DOĞU: Parçalı bulutlu, rüzgarlar güney ifa Sudan orta, sıcaklık 3 ile 30 derece
/ bulutlu, rüzgarlar doğudan hafif, sıcaklık 16 ile 3a derece. G Ü N E Y D O Ğ U : Az bulutlu, rüzgarlar güney
Gönlümün ve kafamın özlemlerini somutlaştırmak
istedim. Yaşanılan
hayatla düşünülen
hayatı birbirine
karıştırdım.
•• I •• f * * ••,
*Çunku tu mu
hayattı
Toprağa kök salmakla engine
açılmak düşüncelerinin salın
cağında gider gelirdi Barba
Paho. Bütün bir yaşam böyle
kararsızlıkların
tedirginliği
içinde yaşanmaz. Kim benden
bir yardım istediyse anladım
ki içi özlemlerle dolu.
v o ™ ' : ; : : T x r T l^
af(or.Aro^
R
Benden akd
isteyenlere
Sevginin ve güzelliğin ölmezliğine inanır insanoğlu.
Somut güzelliği de yaratır. Ama aynı insanoğlu, mülk
edinme tutkusuyla, güzelliğin ve sevginin ortak hâzi
nelerini yağmalamaktan da geri durmaz.
Yaşamın gerçekleri dedikleri şeylere hep gülüp geç
tim. Benim yaşamımda bağnazlığa, çirkinliğe kötülüğe
yer yoktu.
«
AĞAÇ DEĞİLSİN YAHU HER YERDE YAŞARSIN:
İnsanın kökü, toprak değil ekmektir yahu. Ekmeği sana vermezler, sen kazanırım. Yani sen köklerini ellerinde taşırsın. Ruhunun öldüğü yerden kaç, sevinçle yaşayacağın yeri ara. Enginden korkma, çünkü zaten ölüyorsan
B
ARBA dım. Kahvecilik yapardı. İçki Paho’yu burada tanı verirdi. Balığa çıkardı. Ber berdi. Ufak tefek ameliyatları yapardı. Keman ve tamburada ustay dı. Panayırlarda dört kol çengi, hem çalar hem söylerdi. Yaman da testi yapardı ha! Ayağı ile çarkı döndürüp eli ile çamura şekil verirken seyrine doyum olmazdı Barba Paho’nun. Testi, kumbara, saksı, küp, güveç, oturak şekline dönüştürdüğü çamu run görmüş geçirmiş bir toprağın tüm tarihini ellerine bulaştırdığını bi lirdi. Bura insanlarının filozof olma ması olanaksızdı. Geçmişte ne kadar saltanat, gurur, acı, şiddet sevgi; yani başarının ve yenilginin insana getirdiği ne varsa bu toprağın içinde, bu çamurun mayasındadır der gibi bir hali vardı Barba Paho’nun. Şu saksıyı yaparken, Keyhüsrevin elini çarka koyup ezdiğini, şu kumbarayı ihtiraslı Büyük İskender’in toprağın dan yaptığını düşünürdüm.U YG ARLIK TORTUSU
BARBA P 0 H 0 L
G
ÖZÜMDE, bir tutsağı gibiydi Barba Paikili yaşamın tam ho. Tam bir Akdeniz insanı. Toprağa bağlılıkla engine açılma duygularının salıncağında sallanan testi yaparken tambura ça larken, traş ederken engini özleyen balıkta, birdenbire patlayan fırtınada toprağa bağlı yaşamdaki güvenceleri arayan kararsız, içi kıpırdayan, doğru ile yanlışı kendi iç terazisinde dur madan tartan bir uygarlık tortusuy- du, dostum Paho. Ne özlediğini bi lirdim. Bir karar verse, bu tedirgin likten kurtulmanın yolunu bir bilse, "Yaşşa!” yı bastırıp denizin, enginin kollarına atılacağına kalıbımı basar dım. Sadece bu doğa İnsanlarının değil, uygarlık mirasına havadan konmuş aydınların da bütün bir ya şamı bu kararsızlık ve tedirginlik içinde geçirdiklerini öğrenecek kadar yaşamıştım bu dünyada. Adam edi yoruz diye insanlara ne yanlış şeyler öğretildiğini, onun yaratıcılığının na sıl öldürüldüğünü, insanı bozma sa natında nasıl bir olumsuz kültür bi rikimi sağladığımızı bilirdim. Onun için kim benden akıl istediyse, yar dım İstediyse, “ Bırak git, açıl” de dim. özlediğim bir işte çalışmadan, istediğin şeyi yapmadan, İçine doğ-w duğun şu dünyanın ötesini berisini
hiç görmeden taş üstüne taş koyma dan bir ağaçcağız olsun dikmeden bir günceğiz olsun şunun bunun ete ğini öpmeden yaşayamamak ve böy- lece şu dünyadan defolup gitmek Allahın emri değildir dedim. İnsanın kökü, toprak değil ekmektir be yahu! Ekmeği sana vermezler, sen kazanır sın. Yani sen köklerini ellerinde ta şırsın. Ağaç değilsin yahu, sen de her yerde yaşarsın. Ruhunun öldüğü yerden kaç, sevinçle yaşayacağın ye ri ara. Enginden korkma, çünkü za ten ölüyorsun!
S EV G İN İN ¿G Ü ZELLİĞİN
Ö LM EZLİĞ İ
A
NADOLUYU mdım. Arşipel’e doğru kollada sürgünde ta rını denizin altından engine uzatan bu eski toprak, denize ve güneşe kavuşmanın şükürleriyle başını ve saçlarını maviliklere göm müş görünürdü gözüme. Bir gün ba tımı saatinde Datça’ya, eski Knidos’a gitmiştim. Deniz kızarmıştı ve mor dalgalar kıyıya doğru koşuyorlardı. Isadan dört yüz yıl önceki deniz sa vaşında Knidos’lu Konon’un batırdı ğı gemilerden düşmüş som altın bir şarap kupası duruyor mu denizin di binde diye sulara bakıyordum. Bili yorum, devir deviri siler, vakit vakit’i söndürür, güzellik güzelliği unuttu rur, ama Datça’da Knidos harabeleri ne bu cennet güzelliğini veren nedir? Harabenin çatlak duvarlarının.kulele- rinin^ökmüş surlarının.devrilmiş sü tunlarının üzerinde güzellik gururu nun yalnızlığının nuru parlıyordu. Ev yıkıntılarının arasından bembeyaz yollar ağararak yokuş yukarı süzülü yorlardı. Mermerler sanki binlerce yı lın gurup ve şafaklarının pembelerini eme eme, kızarmışlardı. Dolmabah- çede o ziyafet pastasına benzeyen süslü sarayı yaptırırken, Sultan Aziz’ in, buradaki mermerlerin en güzelle rini acımadan kestirip biçtirmesi, ta rihin koynundan bir Çerkeş köle gibi çekip alması içimi acıtıyordu. Daha ötede, Afrodlt tapınağından dişinin o ölümsüz güzelliğini İmparator Teo- dos çalıp Bizans'taki sarayına götür memiş miydi ve sarayla beraber ya nıp kül olmamış mıydı bu güzellik?Düşünürdüm. Sevginin ve güzelli ğin ölmezliğine inanmak istemese insanoğlu, çıplak ve somut güzelliği yaratma çabalarını neden sürdür sün? Ama işte, aynı insanoğlu gü zelliği ve sevgiyi mülk edinme tut kusuyla, ortak hazînelerimizi yağma lamaktan da geri durmuyordu. Bizim
yarattıklarımızı öldürüyorlardı. İm parator Teodos çalmasaydı benim Knidos Afroditimi, Paros mermerine oyulmuş ve insan hayalinin o güne erişmiş olgunluğu ile yaratılmış o çırılçıplak kadının öpülesi dudakla rındaki sevda gülüşünü binlerce yılın özlemiyle seyredip mutlanacaktım. O ihtiyarlamayan ölümsüz güzellik, Asurluların Iştar'ından, Fenikeliler’in Astoret’inden, Suriyelilerin Atarga- tis’inden ve Babillllerin Melitta’sın- dan süzüle süzüle Doğudan Batıya, insan kuşakları ve uygarlıklarının ya ratma gücünün geleceğe armağanı olarak getirilip oraya dikilmişti. Onun varlığı hayatın tek tek yaşanan ama bir bütünü bir güzellik ve zen ginliği oluşturan bir süreç olduğunu insanlara hatırlatacaktı. O orada ol dukça, karanlıkları ve umutsuzlukları yenmek zor olmayacaktı insanoğlu için. Ne yazık ki insanlara sunulmak istenen güzellik, temizlik, açıklık kültürü yine insanlar tarafından bo
zuluyor ve tarihin ellerinde, bizi mut suz eden bağnazlık, bilgisizlik, kötü lük, kapalılık ve çirkinlik kiri
biriki-yor
YAŞAM IN BAŞKA
G ERÇ EKLER İ D E VARDIR
Y
ENİ yaşamımda bağnazlığa, çirkinliğe, kötülüğe yer yok tu. Dostlarım bana ders ver meğe kalktılar. Yaşamın ger çekleri dedikleri şeylere hep gülüp geçtim. Bir balıkçılık töresini öğren miştim o sıralar. Yunanlı balık ağala rı önceden kredi veriyorlardı bizim yoksul balıkçılara ve av zamanı bir adanın kıyısına kocaman bir buzlu sandık koyup bırakıyorlardı. Millet avladığı balığı getiriyor, oracıkta tar tıyor ve sandığın üzerine, isminin altına tebeşirle kilosunu yazıp yeni den ava çıkıyordu. Herkesin kısmeti bir olmuyordu. Balıkçılar, her dö nüşte isminin altında hala işe yarar bir rakam okunmayan arkadaşlarınakendi paylarından 20, 30 kilo diye yazıyorlar ve kimin kime yardım etti ğini bir O, bir Allah biliyordu. Doğa nın gökteki yıldızlar gibi ışıldattığı insan yüreklerini arıyor ve kötülükler çirkinlikler benim işim değil diye dü şünüyordum. Bana "Sen kocaman bir çocuksun” diyorlardı, “ kırılacak sın” diyorlardı. Yaşlılığımda çalış malarımın sağlığımı sarstığı günler de, “ bu günleri düşünmeden yaşadı” dediklerini de duydum. Oysa ben her günümü yaşadım, o güzelim yaşa mak işini bir başka güne hiç bırak madım. Kış ortasında ilkbahar mel temleri estiren güneşli günlerde elimde file ya da torba pazara çıkar dım. Monet’nin ve Dufy’nin tabloları gibi bir renk ve insan cümbüşü do lardı gönlüme yahu! Kendimden ge çerdim Develer, atlar, eşekler üzerinde köylüler akın ederler. Şalvarlık enta rilik basmalar ağ gibi enine boyuna oradan oraya çekilmiştir, öbek öbek portakallar, limonlar kız memeleri el malar, ayaklarından bağlanmış baş- aşağı götürülen besili mi diye yokla nırken gıdaklıyan tavuklar, yumurta dan lahanadan testiden soğandan piramitler arkalarında hademeleri kü- fecileri ile pazara çıkmış şehirli ha nımları ince belli nasırlı elli tatlı kara köylü kızları, bağırtı, çağırtı, hare ket, güneşin altında bir şenlik ki, hayat be yahu! Kimsenin kimseye afrası tafrası yoktur. Satıcı alıcıya sadece paranın karşılığını değil, gönlünden kopanı da verir. Zenginin fakirin hali bilinir. Büyük kent yaşa mımda zor duruma düşünce aydın katında sorgusuz sualsiz yardıma koşmak yoktur; keşke daha dikkatli davransaydın, sözümü dinleseydin vardır. Onun için kentli dostlarımdan sevdiklerim oldu sözlerini tuttukla rım olmadı.
ÇOCUK VE ALLAH
D
OĞRU gönlümün ve kafamın özlemlerini somutlaştırmak istedim, yaşanılan hayatla düşünülen hayatı birbirine karıştırdım; çünkü tümü hayattı. Hi kayelerimdeki romanlarımdaki in sanları yaşamış mı yaşamamış mı diye boşun^ aradılar. İnsanoğlu öz gürlük ve güzellik üzerine ne düşü nebiliyorsa bugün o hayatta vardır. Yani gerçektir. Bulamamışsan kavu şamamışsan yok demek değildir. Hep var olanı düşündüm, söyledim ve yazdım.Denizi ve denize açılan İnsanları sevişim; özgürlüğe, açılışa, arayışa yönelik bir yaşamın güzelliğine vur- gunluğumdandır. Allah çoğu kez ço cukların ağzından konuşurmuş. Ger dekleri ve bilgeliği bir sürgün kasa basının yoksul balıkçılarından öğ renmeğe başladığım da doğrudur.
Yann: Bu insanoğlu hiç mi
saygıya değmeyecek birşeyyapmaz
M
m
m
M A R M A R A : Parçalı bulutlu olacaktır. Rüz gârlar güney batman orta kuvvette esecektir. 12 ile 31 derece.
EGEl: Pa.rÇaİ1 bulutlu olacaktır. Rüzgârlar gü ney batıdan orta kuvvette esecektir. 16 ile 34 derece.
İÇ A N AD O LU : Az bulutlu olacaktır. Rüzgâr lar kuzey doğudan hafif kuvvette esecektir. 9. ile 31 derece.
K A R A D E N İZ : Parçalı bulutlu olacaktır. R üz gârlar kuzey doğudan orta kuvvette esecektir. 10 ile 29 derece.
m
i t A K D E N İZ : Parçalı bulutlu olacaktır. R ¡İzgar a l a r güneydoğudan hafif kuvvette esecektir 16
ile 35 derece
D O Ğ U : A z bulutlu olacaktır. Rüzgârlar do lgudan orta kuvvette esecek tir. 2 ile 31 derece.
G Ü N E Y D O Ğ U : Az ıgârlar güneydoğudan
15 ile 35 derece.
bulutlu olacaktır. Rüz- hafif kuvvette esecektir.
İstanbul : P.bulutlu 28 Samsun : P.bulutlu 27 Ankara : A z bulutlu 29 Diyarbakır : A z bulutlu 34 İzm ir : P.bulutlu 32 Antalya : P.bulutlu 33,
Kıbrıs : Az bulutlu 34
BİTTİ DEMEDİM BİLGELİĞE KALKIŞMADIM:
İnsanlardan, kitaplardan öğrenmeyi ömrüm boyunca sürdürdüm.
Belki de fazla sevgiden bana bilgelik yakıştıranlara şaşıp şaşıp kaldım İnsan karanbğı, bilinmezi gidip yoklamah, “Ne var?” diye sormalı. (Sağda Adalet Cimcoz)
Yazı
•.Sadun TANJU Fotoğraflar:Ara GÜLER
İnsan kendi içinde
sevince engin
meydan vermeli derim
Etrafa ne kadar neşe saçarsam
ben de o kadar keyiflenirim
# Saygı ne kadar gerekliyse saygısızlık da o kadar gerek
lidir, insanoğluna. Boyuna saygı gösterilip durulur mu
yahu? Bu insanoğlu hiç mi saygıya değmeyecek bir şey
yapmaz?
K
ENDİMİ tüm ortaya koymayı öğrendim. Beni ilk tanıyan da kırk yıllık dostum gibi bil melidir. Yüreğim açık, düşüncem açık olmalıdır. Balıkçılar gibi, sigara paketimi ortaya koyarken bile kutu sunu kâğıdını yırtar açarım, özgür olmalı sigaralar ve herkes uzanıp al malı. Yaşamam İçin gerekli olan pa rayı kendi ellerimle, katıksız olarak kazandığım için, varken harcamayı, yoksa dert edlnmemeyi öğrendim. Sıkıldığım olmadı değil. Küçük bir evim vardı, yol geçecek diye kamu laştırdılar, 14 bin lira değer biçtiler, başımı sokacak yeni bir ev aradım, eski evimin eline su dökemeyecek gibisine 30 bin lira istediler, çok sıkıldım, o on dört bin lirayı bile bin eziyetle alabildim, sonunda, engini görmeyen, gökyüzüne bile hasret bir küçük apartman dairesine sığındım. Bodrum'da değildi İzmir’deydi. Ço cuklar büyüyünce ikinci ömrümün diğer yarısını İzmir’de geçirmek zo runlu oldu. Okuyorlardı. Ben de do ğadan, tarihten pek kopmuş sayıl mazdım. Turist gezdiriciliğine başla dım ve mitolojiye daldım.Candanlık ve hoşgörü
İ
NSAN ister şah, ister padi şah ister hamal olsun, hep- sinle görüşüp konuşmam meşrebimcedir. insanlar arasında,konuşmanın candanlığını çıkar, nesi kalır konuşmanın, bunu öğrendim. Candan olmayan konuşmaya "Geç" dedim. Herkesi neşelendirmeyi sev dim. Etrafa ne kadar neşe saçarsam ben de o kadar keyiflenirdim. İnsan kendi içinde, sevince, engin meydan vermeli. Çok eski yıllarda, İstanbul’ da, Zekeriya’nın yanında çalışırken bir gün bana rötuş için bir fotoğraf vermiş, “ Şunun yüzünü güldür biraz Cevat” demişti. Ne yaptıysam ada mın yüzü gülmedi, öfkelendim. Ka pıyı ardına kadar açıp "Bu pezevenk ne yapsam gülmüyor vesselâm!” de dim. Bizim aydınımızda Frenkler’in humor dedikleri o hoşgörü ve alaycı lık azdır. Hatta yoktur. Wagner, ope ralarından birinde ihtiyar bir kompo zitörü iyice alaya almış, adam da oyun oynadığı her gece gidip keyifle seyretmiş. Böyle adamları çok sem patik bulurum. Doğa insanlarında bu vardır. Manevî şahsiyet, hakaret diye tutturmazlar. Sözünü esirgemeden, duygunu frenlemeden alabildiğine konuşursun. Yerinden fırlarsın, göz lerini açarsın, gülersin ya da köpü rürsün, oh be, içini dökersin, yanı insanca bir iş yaparsın, konuşursun. Gazetelerde ya da dostlarımdan, özellikle iktidardakilerin “ Şahsiyeti
maneviye” afra-tafralarını duydukça, adamların hoşgörüsüzlüğüne, dog macılığına ve konuşma düşmanlığı na acırdım. Saygı ne kadar gerekliy se, saygısızlık da o kadar gereklidir insanoğluna. Boyuna saygı gösteri lip durulur mu yahu! Bu insanoğlu hiç mi saygıya değmeyecek bir şey ■yapmaz?
Yaşamın gerçekleri
durmadan çoğalır
İ
NSANLARDAN ve kitaplardan öğrenmeyi ömrüm bo yunca sürdürdüm. Bitti de medim. Bilgeliğe kalkışmadım. Belki de fazla sevgiden bana bilgelik ya kıştıranlara şaşıp şaşıp kaldım, öğ renmek bitmez yahu! Bakan, arayan, soran insan zekâsı çok şey öğrenir, çok oluşun sırrını çözer, ama yaşam sürüyordur, hiç bir gerçek yaşamın üzerine kapanıp siftin sene kalamaz. Değişmeyen tek gerçek, özgürlüktür, güzelliktir. İnsan karanlığı, bilinmezi gidip yoklamalı, "Ne var?” diye sor malı. Ama bilineni de yoklamalı. İn sanoğlu kitaba ve düşünceye açık ol malı, ama hiç bir hazır düşüncenin egemenliğine de girmemeli. Tutsak lığın olumlusu olumsuzu yoktur. Kö lelik düşünceyi ve ruhu öldürür. Biz makine değiliz, insanız yahu! İnsan dediğin güneş ışığından yaratılmış tır. Topraktan hasıl, toprağa vasıl, yanlıştır. Yaradılış, doğrudan doğru ya topraktan bir şey yaratamadı. Gü neş ışığı olmazsa, bitki, buğday, şu bu, insanı besleyen, beyni geliştiren hiç bir şey bulamazsın. İnsan deni len ateş parçası, hayattan aldığını hayata verir. Bu bir devri daimdir. Yaşamın gerçekleri durmadan çoğa lır, değişir, parçalanır. Aklın ve bili min gözleriyle durmadan bakmalı, aramalı, sormalıdır.
Bir gün, balıkçının biri bana, “Tavşanla yengeç yarışa çıkmışlar, yarış bitmemiş, neden bitmemiş?" diye sordu. Ayrı ayrı yönlere koştuk tan sonra, git babam git! Kaç milyon yıldır süren insanlık macerasını dü şündürtmüştü balıkçı bana. Özgür lük, güzellik, İyilik, erdem bir yön dür. Kölelik, çirkinlik, kötülük, ben cillik de bir yöndür. İnsanlar ister is temez bir yönün yarışçısı olurlar. Ya rışa girmeyenlerin içinde öyle gidip gelmeler vardır ki, yarışa katılmasa lar da, içlerinde devam eder. Bu yön lerden birinde bir çıkmaz, bir aşılmaz engel gerekirdi. Yok ki, sürdü. Her ikisi de yaşamın içinde kaldı. Bütün umut, insandadır. İnsanlığın yeni kültürü ve tarihi bakalım alın yazısını bozacak mıdır?
Tırmanan insan ve kitap
Y
ENİ insanın, özgürlüğe, güzelliğe ve mutluluğa koşacak insanların değer yargıları üzerinde durmadan düşünmüşüm dür. Benim insanlarımın hiç
yaşama-VARKEN HARCAMAYI
ÖĞRENDİM:
Kendimi tüm ortaya koymayı, beni ilk tanıyana kırk yıllık dost gibi dav ranmayı şart bildim. Yüreğim açık, düşüncem açık olmalıdır. Balıkçılar gibi, sigara paketini ortaya koyarken bile kutusunu kâğıdım yırtar açarım.
mış ya da hiç yaşamayacak oldukla rını söylemişlerdir. İnsan niye yazar? Ben kitabı, tırmanmakta insana yar dım olsun diye uzatılan bir el’e ben zetirim. Yazarken, yaşayanlara ve ya şayacak olanlara kollarımı ve gönlü mü uzattım. Onlar tırmanacaklar, be ni de geçecekler. Şimdiye kadar ya zılmış hiç bir kitap hayatın üstünde, erişilmezde kalmadı. Ama onlar ol masaydı, geçmişten geleceğe insan lığın bu umutlu tırmanışı sürmezdi. Her gün onlarca yüzlerce kişiye gırtlak paralayıp, rüzgârın yağmurun güneşin altında insanlık hikâyesi an latarak kazandığım parayla, yazarlık için gerekli zamanımı satın alır, ya zarken tüm yorgunluklardan arının dım. Herkes benim önceki yaşamıma bakıp ne talihsiz adam, ne kara alın yazısı varmış demiştir. Oysa öyle se vinçler yaşadım kİ, bunları insanlara anlatmasam olmazdı. Hayattan kork madım, onu anamın ak sütü gibi helâl bildim. Benden sonra da insan lar yaşayacak, deniz, gök ve tüm güzellikler gözleri ve gönülleri ka maştıracak, sonsuza doğru yürüyüş sürecekti. Yazarkert, sonsuza doğru yürüyüşte kendi sesimi ve ayak tıkır tılarımı duyuyordum. Ölümsüzlüğe kavuşmak için değil, sonsuzluğun, enginin heyecanını duymak için yaz dım. Yazarken, denizi dinler gibi din lerdim geleceği.
Hayran olduğum dünya
K
u ş k u s u z, okoca Herodotoso düzyazının İlk ve en eski ustası, o ilk gezgin, o Bod rumlu - Hallkarnassos’lu bilge, görü
cü ve araştırıcı zekâ, insanlığın 25 asırlık geçmişi ötesinden beni yürek lendiriyordu yazmak için. Sağlığında Karadeniz kıyıları Anadolu Doğu Ak deniz Adalar Yunanistan, Mısır, Ara bistan, Sicilya, yani o zamanın tüm uygarlık dünyasını dolaşmış, dünya ya hayran kalmıştı Herodotos. Ben de onun gibi hayrandım yaşama; ve bulunduğum yerden geçmişe ve ge leceğe yolculuklara çıkıyordum. Eski yazarlara ödenmez borcu ben de ki tapla ödemeye sıvandım. Ne var ki, çok zaman kitap dururdu; ben Ameri kan filosunu, Krupp’u, San Giorgio ya da San Marco ile gelen yolcuları, sefir hazretlerini, bilmem hangi bi limsel kongre üyelerini Efes’e, Ber gama'ya filân götürür, onlara arkeo lojik, historik, anekdotik, torik ve tonik tarafından bir güzel ziyafet çe kerdim. Çok zaman geçmişe doğru bir gezi onları ilgilendirmezdi. Gözler uygarlıkların bir gelin gibi koynuna girdiği bu çok eski toprağın göğün de, denizinde dolaşırdı. İçimden “ Ulan doğa, müşterilerimi kaçırıyor sun!” derdim. Güneş tepemize diki lirdi. “Ulan güneş efendi bu kadar yakma, gözünü" seveyim insaf et bi raz!” diye yakarırdım. Sonra aklıma gelirdi ki, ezel ve ebed arasında bu güneş beni bir süre yakacak ve ısıta cak, istesem de onu göremeyece ğim, “ Yak be anasını satayım!” diye içimdeki sevinci büyütürdüm. Herke sin kaçacak gölge aradığı bir sırada kapıp koyverirdim kendimi, Sen Jan olurdum, Sen Pol olurdum, İskender olurdum; Lizimak, Scipio, Africa- nus, Mark Antuan, Terence olurdum, eh anasına yandığımın cins değiştirir Kleopatra olurdum; başlardı bizim dalgacılar fotoğraf makinelerini çı kartmaya, etrafın fotoğrafını çekme ye, keyiflenirdim, ölesiye yorgun döndüğüm evimde o keyifle kendimi yazıya vururdum.
İçimizdeki şeytan
Y
AZMAK, insanlarla konuşmanın aracıdır. Binlerce in san tanıdım. Onlarla kendi dilleriyle konuştum. Kendi toplum- larımn her sınıfından, kültürleri de ğişik, ilgileri değişik, anlayışları de ğişik insanlardı. Çoğu, uygar ve zen gin ülkelerden geliyorlardı. Ne kadar koşullandırılmış olduklarını, günlük tanışmalarımız ve konuşmalarımız içinde bile saptayabiliyordum. Do ğuyu barbarlığın kaynağı ve Anado lu’yu barbarlığın yolu, geçidi olarak biliyorlardı. Bir düşünceyi, bir duy guyu yaşatmak için, başkalarını öl dürmek ve lânetlemek geleneği, Ba- tı’nın “ Uygar” insanları karşısında beni dertli ediyordu. Zeus gelince Titanları öldürür, kalanları da şeytan sayar. Medusa ve kız kardeşi tanrıça iken şeytan olurlar. Burjuvaziye göre Aristokrasi şeytandır. Komünizm ge lir, burjuvaziyi şeytan ilân eder. Batı ya göre Doğu şeytandır, Doğuya gö re Batı dinsiz, ruhsuz ve ahlâksızdır. İnsanları seviyordum, ancak, on ların birkaç akılcı kuşak gelip geçme den özgür ve güzel bir toplum yarata mayacaklarını da düşünmeden ede miyordum.
Yarın: Gerçek özlenen
değilse bana ne o gerçekten
BENDEN SONRA DA İNSANLAR YAŞAYACAK:
Deniz, gök ve tüm güzellikler gözleri ve gönülleri kamaştıracak, sonsuza doğru yürüyüş sürecek. Yazarken, sonsuza doğru yürüyüşte kendi sesimi ve ayak tıkırtılarımı duyuyordum, ölüm sü zlü ğe kavuşmak için değil, sonsuzlu ğun, enginin heyecanını duymak için yazdım .