• Sonuç bulunamadı

[Yusuf Ziya Ortaç'ın kendinden bahsettiği yazısı]

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "[Yusuf Ziya Ortaç'ın kendinden bahsettiği yazısı]"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TT-e

>'ı(sl'l%

jen anlatayım!

odam-yazdınız, diyorlar- 0.unuzu bile... Bizim Yokuş sizinle bitmeli.. Okurlar, sizi de dinlesin kendi kaleminizden...

Düşündüm biraz: Olur mu? diye... Şair:

Münferit vasıta-i rü’yet iken Göremez kendisini dîde bile! Demiş... Ama o başka, bu baş­ ka... Beni, benim kadar kim gö­ rür? Yatak odamda bile kendim­ le beraberim...

Önce bizim Bülent Şeren’e: — Çiz öyle ise karikatürümü, dedim...

Görüyorsunuz zalimin çizdiği­ ni!.. Galiba onu kadeh elde tez­ gâh başı anlatışıma fena içerle­ miş. Fırsatı yakalayınca, ense­ me bir ense, gerdanıma iki ger­ dan, burnuma üç burun ekliye- rek öciinü aldı... Eh, hakkıdır. Gık diyemem: Kırküç yıllık Ak- baba’cı kendi karikatürüne daya­ namıyor diye tefe koyarlar adamı...

İnsafınıza inanarak dayandım'. Bakalım, kalemim bana ne ka­ dar kıyacak:

Beylerbeyinde doğmuşum, bos- tanlara karşı bir evde.. Yıl, 1895... Babam, mühendis Süley­ man Sami bey. Yalnız çizgi ada­ mı, rakam adamı değildi, kafa ve kalb adamı idi de.. Ne güzel bir kalemi vardı.

Bir kere eli kalkmadı bana.. Bir kere öfke ile bakmadı göz­ lerime.. Bir kere kaşları çatıl­ madı dargın dargm...

İy i yetişmemi isterdi. İlkokulu bitirir bitirmez, Kuzguncuk’ta Alyans İsrailit mektebine yaz­ dırdı beni: Fransızca öğreneyim diye. .

Türkçeyi evde, özel öğretmen­ ler okutuyordu. Dikkat ettiniz mi: Öğretmen demedim, öğret­ menler dedim. Çünkü türkçenin adı Osmanlıca idi benim çocuk­ luğumda ve iki yabancı dil karı­ şığı idi: Arapça, Farsça!

Ne kadar genç öldü babacı­ ğım: Kırkyedi yaşında.. Benden daha boylu, benden daha çaplı, yapısı sağlam bir güzel erkekti. İçki içmezdi hiç. Yalnız sigara, günde otuzu, kırkı aşardı sanı­ rım.

Annem sağ değil. Söylemekte korku yok: Yaman çapkmlar-d anmış!

Ben, Vefa İdadisinde öğrenci idim o zaman. Öldüğü gecenin ertesi gün hendese imtihanına girecektim. Bedros efendi idi ho­ camız. Onun gibi hoca var mı­ dır acaba?.. Bir dâvayı çözsün de anlamayalım, imkânsız...

En gözde talebesi idim Bedros efendinin. Üçgenin yüz ölçüsünü mü anlattı?

6

^el 121, derdi, tekrar et! _,ee, mühendis oğlu idim, mü­ hendis olacaktım.

İmtihana, cenaze dönüşü, sap­ sarı bir yüzle girdim ve kıpkır­ mızı gözlerle çıktım: Hocamı ve mümeyyizleri de ağlatarak.

Fen’den Edebiyata kayışım bir inatlaşma yüzünden olmuştur: Sınıf arkadaşım Salâbattinden birinciliği almak için...

Ben ondan Edebiyat birincili­ ğini almıştım ama, edebiyat da beni bir daha geri vermemesiye almıştı.

Halit Fahri Ozansoy’un Keh­ keşan dergisinde yarışmayı ka­ zanan şiirim, armağan edilen bir ipek kıravatla, beni, boynum­ dan bağlamıştır Bizim Yokuş’a!

Arûz’u kulaktan öğrenmiştim: Ses tonlarını bütün incelikleri ile sezen bir işitme gücüm vardı. Edebiyat Fakültesinde imtihan verirken, üç büyük profesörü­ müz, Ali Ekrem, Ferit Kam, Fuat Köprülü, Bakî’nin Kanunî Sultan Süleyman’a mersiyesini, önümdeki kitabı kapayıp gürül gürül ezbere okuyuşuma şaş- mıştdar!

Ali Ekrem’in:

— Çocuk, sen galiba Arûz bi­ liyorsun? sorusuna:

— Evet efendim, der demez, âdeta öfke ile:

— Ne münasebet?..

Deyişine, kendisi de, öteki profesörler de, ben de gülmüş­ tük...

Ama, bir gün Ziya Gökalp ile tanışınca, bu saltanatlı bandoyu bırakıp hecenin sazını aldım ele...

Beğendiğim işler vardır genç­ liğimde. Bugünün çocukları bel­

ki okurlar, belki örnek alırlar diye yazacağım:

Yaşım yirm i idi, yaşların en güzeli... Mevsim bahardı, mev­ simlerin en tatlısı...

Bir sabah, elimde defter, ka­ lem, eriklerin beyaz beyaz, şef­ talilerin pembe pembe çiçekler açtığı bostana karşı odamda ma­ saya kapandım...

Bir ay, iki ay, üç ay, beş ay... Ağaçlarda yaprakların kızıllaş­ tığı bir eylül akşamı çıktım bu odadan... Elimde üç defterle.

Bu üç defter, üç perdelik bir manzum piyesti. Üçüncü Ahmet devrinde geçen bir trajedi: Bin- naz...

Şöhretin büyük kapısından onunla girdim. Şehir Tiyatrosu­ nun ışıklı kapısından onunla girdim. Edebiyat tarihinin dar kapısından onunla girdim.

Ben ona, yirmi yaşımın dört, beş ayını vermiştim. O bana, sa­ nat dünyasında kimliğimi verdi!

Bu bir...

Akbaba’yı çıkardık Orhan Sey- f i ile.. Bunu, biraz anlatmıştım sîzlere...

Sonra kötü günler geldi: H arf inküâbı, o zaman için büyük ba­ şarı sayılan onsekiz bin okuyu­ cumuzun onbeş binini almıştı elimden...

O geçti, Serbest Fırka çıktı karşıma.. C.H.P.’nin daha o yıl­ larda başlayan bugünkü kaderi­ ne, Akbaba’yı kurban ettim...

Bir acı komediyi hiç unut­ mam: Zarara dayanamamak yü­ zünden kapalı kaldığımız bir yı­ lın kazanç vergisini istemişler­ di benden!

Sonra, 1946 da milletvekili

se-u’dan.. Daha doğrusu vo-maya’dan!

Sahiden mebusluk ettim dört yıl. Bunun bir mutlu hâtırasmı yazmadan duramıyacağım:

Guraba hastanesinin üçüncü iç hastalıkları kliniğinde elektro­ kardiyografim i yaptırmıştı pro­ fesör Ekrem Şerif Egeli... Bana, sıcak bir yakıldık gösteren genç asistana teşekkürle elimi uzatın­ ca, gözlerinde nerde ise iki dam­ la olacak bir sevinçle:

— Asıl ben size teşekkür ede­ rim, dedi.. Eğer siz olmasaydı­

nız Ordu lisesi olmıyacaklı. Or­ du lisesi olmasaydı, ben doktor olmayacaktım!

1950 seçimlerinde, meydan meydan, şehirde, köyde nutuk­ lar çekerek oy çoğunluğunu sağ­ lamıştık listemize. Ama artık usanç vermişti bu seçmen efen­ dilerimize dalkavukluk... H er oy sahibi vatandaş, sizi kendi özel vekili sayıyordu: Bakanlık ba­ kanlık koşturmak için...

Bu bıkkınlıkla, möre baştan dedim ve geldim Bizim Yokuşa: Artık ölmek vardı, dönmek yoktu!

Bu yeni baştanın üstünden on- dört yıl geçmiştir, okurlarınım sevgisi arta arta...

Başarımızın iki nedeni var: İşim izi hem biliyoruz, hem sevi­ yoruz.

Ben, kırküç yıl sonra, hâlâ son sayıya, tıpkı ilk sayıya bakan âşık gözlerimle bakıyorum!

Gece, başucumda mutlaka not defterimle kalem vardır. Saba­ hın dokuzunda evden çıkarım. Cumartesileri bile...

Aşk acaba bulaşıcı mıdır der­ siniz?.. Akbaba’da herkes işini sever.

Kusurlarım mı?.. Eskiden ça­ buk kızardım, çok kızardım. Şimdi sağlığım böyle gençlik gösterilerine izin vermiyor!

Ama hâlâ, her yazının üstünde kalem oynatmaktan vazgeçeme­ dim.. Hâlâ, her karikatür benim elimden gider klişeciye.. Hâlâ sayfalar şekillenirken masa ba­ şında ayaktayım.. Hâlâ makine­ den çıkan ilk prova benim gö­ zümden geçer.. Ve hâlâ faturala­ rın rakamlarım dikkatle didik­ lerim!

Benimle dargm olanlar var. Ben mi?.. Kimseyle dargın deği­ lim... Üşeniyorum darılmaya!

Haaa, yirm i yaşm o beni oda-Fransa NATO’dan ayrılıyor. — Gazeteler —

JStM

Bu kadar erkeğin içinde ne işsı VERKserfn?

(2)

lara kapayan şiir sevdası m ı ne oldu?.. Haydi kusurumu affedin de bizim nesle yakışmayan bir yeni kuşak ağzı ile cevap vere­ yim: Boşver!

Şair dostum Feyzi Halıcı’msı çıkardığı bir antolojiye yazdığım önsözde şu satırlar vardı:

Güzel resim, güzeldir. Salonu­ nuzun duvarına asarsınız. Gö­ renler beğenir.

Güzel musikî, güzeldir. Piyano­ nun tuşlarından, kemanın telle­ rinden uçan sesler, insana, insan elmanın mutluluğunu tattırır.

Ama güzel bir şiir, güzel de­ ğildir. Şiirin çok güzeli güzeldir ancak!

Ben, şiirin çok güzelini yaza­ madım. O büyük soluk yok içim ­ de... Öyle ise vazgeçerim, dedim. Vazgeçtim!

Hırs.. Haset... Öyle duyguların kırıntısını bulamazsınız içimde... Parmaklarım arasındaki şu ka­ lemi, elmas, zümrüt kakmalı, som altın hükümdar asâsma de­ ğişmem!

Yalnız üç istek var gönlümde: Biri, her hafta kendi rekorumu kırmak!.. Bu sevinci tattıran sîz­ lersiniz bana sevgili okurlarım. Geçen yd 150 bin liraya yaklaşan Akbaba’nm gelir vergisi, bu yıl, ikiyüz elli binin kapısında!

Uçlarından göz nurlarımız damlayan kalemlerimiz, fırçala­ rımız, devlete ikiyüz elli bin lira vergi vermekle sahiden mutlu­ dur.

İkinci arzu, kafamda ve gön­ lümde yatıyor kaç yüdır: Bu bir roman, yaşanmış bir roman.. Adı, Bekârlarm Evi!

Üçüncüsü mü?.. O da bir pi­ yes: Mezat... Bütün sahneleri ile kaç yüdır başımın içinde oynu­ yor... Onu tek başıma seyredi­ yorum!

Niçin m i yazmıyorsun dedi­ niz?.. Bana, iki şeyden birini ve­ rebilirseniz hemen masamın ba­ şına otururum: Y a günün yir- midört saati dışında birkaç saat veriniz, ya omuzlanma çöken yetmiş yüdan hiç olmazsa yir­ misini alınız!

Sevmediklerim mi?.. Yalnızlı­ ğı sevmem. Dağda, denizde tek başıma tabiat güzellikleri ile başbaşa kalmak çddırtır beni... İnsan isterim, dost isterim. K o ­ nuşacak insan, konuşacak dost!

Y a sevdiklerim?.. Güzeli seve­ rim: Güzel bir seccadeyi, güzel bir vazoyu, güzel bir kitabı, gü­ zel bir aynayı... Güzel bir kuş kadar güzel bir sıpaya da okşa­ yan gözlerle bakarım.. Güzel el­ bise, güzel gömlek, güzel çorap, güzel kadın... Hele bu sonuncu­ sunu sevmem diyen yalancıya selâm bile vermeyiniz!

Güzel sanatlar mı?.. Adı üs­ tünde, hepsi güzel... Ama musi­ kî, resimden de, şiirden de gü­ zeldir benim için. Bazı geceler, bir solo keman, bir piyano ya­ kalarım radyoda. İçim anlatü- maz bir hazla dolar. B ir gök ka­ tında Tanrıyı dinler gibi olu­ rum...

Başka mı?.. Yazıdan anladığım ölçüde yemekten, içmekten de an­ larım doğrusu... Ama çoktaaatı geçti o tabakları ve kadehleri saymadığım günler... Artık:

Aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın!

Yusuf Ziya ORTAÇ

Referanslar

Benzer Belgeler

Dolayısıyla, ait olduğu kültürün dışına taşıp, başka kulvarlar­ da kulaç atmasına yol açan nedenler, yabancı kimliğinden değil, bu disiplin ve bitmeyen

Raif çok değerli bir arkadaşımızda Kendisi bizim kuşağın en duyarlı, en namuslu, en yiğit insanlanndan biriydi?. Sorunlann çözümünde ve değerlendirilmesinde önsezisiyle

Yaşa bağlı dejenerasyonla oluşan ektatik, tortoz veya anevrizmatik aortanın özefagusa dışarıdan basısı disfaji aor- tika olarak tanımlanır.. Barium swallow

Ancak yine de grupların bu boyut bağlamında toplandıkları ortalama değerler ele alındığında, Riya Odaklı İGA boyutunu iş yaşamında en çok temsil eden

Bu inceleme, demokratik eksiklik konusunda teorik 235 tartışmalara girmeden, konunun daha ziyade siyasi saiklerini ele almakta ve Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP) ile

Bunu müteakıb, pro­ fesörler kurulu, meseleyi yeni baş­ tan tetkik etmiş ve Hukuk fakül­ tesi profesörler kurulunun profe­ sör Kübalının raporunu tasvib edip

Ama artık bu göç durdu, onarı­ lan, tertemiz olan hatta sabahları sokakları yı­ kanan Beyoğlu gittikçe daha güzelleşiyor!.. Ama bu, iş bitti

Hele İstanbul'daysak, Boğaz'da rakıyla balığın, Beyoğlu’nda karidesle börülcenin tadına vardıysak; biraz daha ayrıntıya girelim, Nevizade Sokağı'nın akordiyon-