• Sonuç bulunamadı

İbrahim Alaatin Gövsa

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İbrahim Alaatin Gövsa"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

O

RTADA bir yaratma yanlı­ şı vardı galiba: Bu büyük baş bu küçük vücudun o- lamazdı. Büyük baş dedim, koca kafa değil!

İsviçre’de okumuştu: Profesör doktor Sedat Tavaflar, Hakkı Hayri’lerle beraber ve Saraçoğ­ lu'ların, Esat Mahmut Bozkurt’- tann yetiştiği yıllarda...

Ortanın az altında bir şairdi, ortanın çok üstünde bir yazar. . ilk gençlik kitabı «Güftü - Gû» dur: Küçük, tatlı manzumeler... Sonra, çocuk şiirleri çık tı:

Ertuğrul’ıın ocağında uyandım, Şehitlerin kanlariyle boyandın, Nice düşman kalesine uzandın, Sana selâm ey Osmanlı bayra

ği-' Yıllar yılı, bütün mektepler bu mısraları ezberlemiş ve bütün bir kuşağın çocukları bu mısra- iara selâm durmuştur.

İbrahim Alâeddin, edebiyat hocalığından Muallim Mektebi Müdürlüğüne kadar çeşitli kül­ tür hizmetlerinde çalıştı. Canlı, hareketli, yorulmaz bir insandı, öğrencileri arasında, genç yaşın­ da ölen şair Kemaleddin Kamu­ nun da bulunduğu, ondan ışık almış bir aydınlar kalabalığı şim­ di yurdun her tarafına dağılmış tır.

Uzun yıllar Akbaba’da yazı ar­ kadaşlığı da ettik, ince, zekî bir kalemi vardı. Eski harflerin kol- leksiyonundaki «Kıvılcım» imza­ lı hikâyelerin hepsi onundur ve hepsi hoş sürprizlerle biter. Yal­ nız bu kadar da değil. Yine o yıl­ lardaki «Akbaba» imzalı başya­ zıların da birçoğu onundur. Ha­ lil Nihat Boztepe ile beraber me­ bus seçildikten sonra. Meclis ha­ yatında da gürültüsüz bir çalış­ ma ile uzun yıllar hizmet etti. Bütçe tartışmalarında Maarif Ve kâletine haksız yere çullanan bir Çanakkale mebusuna, komisyon sözcüsü olarak İbrahim Alâed­ din cevap vermişti. Baştanbaşa mantık ve güzel nüktelerle süslü bu cevap, alkışlarla sona erer­ ken, Gövsa, kürsüden şu son cümle ile inmiş ve yeniden kopan alkışları arkasından sürüklemiş­ ti:

— Ne yapayım, Çanakkale Me­ busu çanak tuttu!

İbrahim Alâeddin, geniş kül­ türlü, zengin hafızalı, eşi az bu­ lunur bir yazardı. Yedigün der­ gisinde çalışırken, her konuda hünerle kalem oynatmıştır. Sedat Simavi, yazıya resim yaptırmaz,

*

resme yazı yazdırırdı. Bakardı­ nız, bir gün güzel bir fotoğraf bulmuş: Elindeki gümüş çerçe­ veli aynada kendisine âşık göz­ lerle bakan bir genç kadın... Er­ tesi hafta, bu resmi mecmuanın baş sahifelerinde seyrederdiniz. Altında şu zarif satırlarla:

«Her kadının en mahrem, en samimi dostu odıır. Hiçbir kadın aynaya açıldığı kadar kimseye açılmaz.

«Bazı bedbin filozoflar: Aşk, başkasında kendisini sevmektir, derler. Ayna, sevginin şu tarifine, hele kadın sevgisine tam bir mi­ sal sayılabilir. Kadın aynaya â- şıktır, içinde her an kendini bul­ duğu için...

«Eski harem dairelerindeki en­ dam aynalarının, şimdiki tuvalet odalarındaki boy aynalarının hâ­ tıralarında duran hayalleri hangi sinemada, hangi romanda bula­ bilirsiniz? Fakat ne yazık ki, ay­ na kadın gibi değildir, sırlıdır!» İbrahim Alâeddin’i yalnız böy­ le hafif ve tatlı fanteziler yazan sanmayınız. Ancak bir bilginler topluluğunun başarabileceği bü­ yük bir iş, dört ciltlik «Meşhur Adamlar Ansiklopedisi» tek başı­ na onun büyük sabrından doğ­ du.

Bunun üstüne bir hâtıramı an­ latayım: Atatürk, kendisine ar­ mağan edilen eseri karıştınrken, hem kendisinin, hem de

Çakırca-lı’nın bulunduğunu görünce kö­ pürmüştü. Akşam, Anadolu Ku­ lübünde, nâzik ve ürkek mizaçlı Alâeddin’i hırpalamaya başladı:

— Maşallah efendim, doğrusu takdir kudretinize bayıldım : Hem ben varım eserinizde, hem ÇakırcalıL

Bu haksız öfke karşısında, o, tutuk bir dille kendisini savun­ maya çalışmış:

— Paşam, demişti, bu «Büyük Adamlar Ansiklopedisi» değil, «Meşhur Adamlar Ansiklopedi­ si»... Müsbet, menfî, iyi, kötü her şöhret var!

Ama sesini duyuramamış, mü dafaasını dinletememişti. Yalnız, Parti Genel Sekreteri Recep Pe- ker onu teselli etmişti:

— Üzülme, büyüklerin bazı böyle cezbe anları olur!

Aradan bir kaç gün geçmiş, Re­ cep Peker Atatürk’ün fırtınasına tutulmuştu. Bu sefer, aynı keli­ melerle o, C. H. P. Genel Sek­ reterini tescili etti:

— Üzülmeyiniz, cezbeye geldi­ ler... Geçer!

Alâeddin, son yıllarda gittikçe ağır işitmeğe başlamıştı. Niha­ yet büsbütün işitmez oldu. Bun­ dan çok memnundu o :

— insan ne rahat çalışıyor, diyordu. Kıyamet kopsa farkın­ da değilim!

Bir gün, ismet İnönü, Çanka­ ya’da, ağır işiten Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu’nu sağı­ na, İbrahim Alâeddin’i soluna a- lıp konuşmuş. Bunun taklidini ince bir zarafetle yapar:

— Üç kulakdaş ne güzel anlaş­ tık, diye gülerdi.

Son zamanlarda bir işitme âle­ ti almış, küçük düğmeyi kulağı­ na iliştirmiş, pili ceketinin üst cebine koymuştu. Beni görür görmez, bir kahkaha attı:

— Yusuf Ziya, hiç böyle kula­ ğını cebinde taşıyan adam gör­ dün mü?...

Altısı tercüme, otuz cildi aşan basılmış eserlerinden başka, gaze teler, dergiler dolusu toplanmış yazısı vardır. Bunların arasında, hiciv edebiyatımızın en güzel kıt'alarını da bulursunuz. Bun­ lardan bir tanesi hâlâ ezberim­ de: En yakın dostu Halil Nihat’­ ın «Evlen» başlıklı mizah şiirine kızan biri, onu eskilikle, gerilik­ le suçlandıran ağır bir cevap yaz­ mıştı. Alâeddin, bu kaba hücuma su zehir gibi mısralarla karşı koymuştur:

Niye «Evlen» diye manzumene aldın onu da? M ister F a la n g e ld i!...

(2)

Ş e h ir M e clisi top la n tısın d a : v

B aşk an — D o lm a b a h ç e d e k i sahanın y o la çe v rilm e sin e o y b ir liğ i ile k a ra r v e r ild i... Y a rın b u k a ra rın d e ğ iştirilm e si için top la n m ak ü zere o tu ru m a son v e r iy o ru m . . .

ma

usiM emeci,

Geçen gün gazetede, hem de

Dünya gazetesinde

bir fotoğraf

gördük: Kara, kuru biri, ceketi çı-

karmış, kolları sıvamış, hattâ pa­

çaları da sıvamış, ayağında nalın­

lar, abdest alıyor!

Biz bu resmi bir kere daha gör­

müştük galiba... Evet, evet, A.b-

dünnâsır!

Mısır’ın meşhur lideri, sık sık

böyle fotoğraflar çektiriyordu:

Namaz kılarken, dua ederken, ab­

dest alırken...

Ama bir de resmin altını oku­

yunca, ağzımız

hayretten açık

kaldı: Bu, Mısırlıların Abdünnâsı-

rı değil, C. H. P. lilerin Abdüika-

sım’ı imiş!...

Meğer Kasım Gülek, son pro­

paganda gezisinde kendi köyüne

gitmiş ve bir de hemşehrileriyle

beraber cuma namazı kılmış... iş­

te o ibadetin hazırlığı imiş bu fo­

toğraf!

Yaaa, demek böyle?... Demek

biz, parti toplantılarında yirmi

bin cami yaptırdık diye dini poliJ

tikaya karıştıran Rauf Onursal­

ları beyhude ayıplıyormuşuz. De­

mek biz Adnan Menderes’e pey­

gamberlik pâyesi veren Birant’la-

ra haksız yere kızıyormuşuz.

Hayır, hayır, hacı Abdülkasım’-

ın, yahut

Hacı Nâsır Gülek’in

Halk Partisinden istifası kâfi de­

ğildir. Yerli yerinde gerek: Hay­

di, Vatan Cephesine ya tîaciiii!...

Nükte isrâf-ı zekâdır şakadan anlamaza. Mürtecidir diye cıırnal yazarak

cerre çıkan Böyle bir yongası üstünde su­ ratsız yobaza! Kaleminin denemediği yazı çe­ şidi, romandan başka yoktur sa­ nırım: Hikâye, fıkra, şiir, mizah, hiciv, psikoloji, çocuk psikoloji­ si, ruhiyat ve terbiye... Hattâ bir de tercüme piyes: Jean - Marie...

Ondan, birer damlalık tebes­ sümler hatırlıyorum:

«Kâğıdı güzel öyle kitaplar var­ dır ki, ah keşke yazısız olsaydı, diyorum.»

«Güzel kitap güzel kadın gibi­

dir: Emeksiz tasarruf edilemez.»

«Düşenin dostu olmaz sözü yal­ nız güzel kadın hakkında doğru değildir.»

Abdülhak Hâıftid'in, Süleyman Nazif'in, Mehmet Akif’in Mehmet Emin’in üslûbiyle yazılmış man­ zumeleri arasında da bakınız ne kadar başarılıları var:

Abdülhak Hâmid gibi: Lüsyen, bana yaz diyorsun

amma, Yazsam bugün eskisinden âlâ, Farzet ki, zuhura meh getir­ dim, Herkes diyecek ateh getirdim! Mehmet Emin gibi:

Elli yıldır Altayların türküsü­ nü çağırdım, Bangır bangır bağırdım. H om er oldum, saz elimde dört

bucağı dolaştım,

Çoban oldum, yol açarak dağ başına ulaştım. Hani benim çığırım, Kuzum, keçim, sığırım? Manzum şakaları severdi. Onun için bir sanat eğlencesiydi bu. Bakardınız, bir fotoğraf üstünde iki mısrağı, iki zekâ kıvılcımı gi bi parlıyor. Bakardınız, yeni ev­ lenmiş bir gence, yahut yeni doğ muş bir çocuğa nükteli bir tarih düşürmüş.

Soyadı kanunu çıkınca, İbnül Emin Mahmut Kemal üstadımı­ za da bakınız ne güzel bir kıt’a yazmıştır:

Bahri irfanü zekâ hasreti Mah­ mut Kemal

Nesebi pâkine lâyık adı keşfetti:

İnal

O demektir ki, eğer talibi şeh- dane isen Ka’rı deryayi kemalâtına gark

ol da in, al! Onun en sevdiği iki şey vardı: Evi ve kitapları... Son yıllarda az dinleniyor, çok çalışıyor, bü- Vük Türk Lügati ve Ansiklopedi­ sini hazırlıyordu.

Bir gece, ansızın ölüvermiş: İstırap çekmeden ve ıstırap çek­ tirmeden... Eğer bahtiyar keli­ mesi ölüme yakışırsa, buna «Bah tiyar bir ölüm» diyebiliriz: Çok sevdiği evinde, çok sevdiği kitap­ larının arasında!

Yusuf Ziya ORTAÇ

H a fıza -i b eşer Radyo gazetesinde meşhur bir ses, milletin hangi par­ tiye itibar ettiğini son gün­ lerde şurda burda yapılan muhtar seçimleriyle ölçüyor. Diyor ki:

«Son aylar içinde yapı­

lan muhtar seçimlerinde de­ mokratların aldığı oy topla­ mı yüzde 19, Halkçıların al­ dığı oy toplamı ise, yüzde 13 tür. Buna göre milletin itiba­ rı kimledir siz tâyin ediniz.»

Olur iistad-ı âzam, olur. Yalnız ufak bir nokta var. \Her ne ‘kadar zahmetse siz

de hâlâ ilân edilemiyen şu 1951 genel seçimlerinin kesin sonuçlarını bildirseniz de işi­ miz, daha kolaylaşsa!

%

H ayh a y

Ulus gazetesinde bir yazar: «İngiltere seçimleri bize ör­ nek olmalıdır» diyor.

Biliyorsunuz Ingilterede 3 devreden beri seçimleri Mu­ hafazakârlar kazanmaktadır. 1959 seçimleriyle de 4 üncü devreye girmiş oldular.

İngiltere seçimleri bize ör­ nek olacaksa, ‘ bizim Demok­ ratlar yaşadı demektir, ö y le ya Demokratlar da 1961 se­ çimlerini kazanıp 4 üncü dev­ reye girerlerse, İngiliz seçim­ leri bize örnek olur.

5

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

• Resim Yapmak için dış mekanda daha çok zaman geçiriyorlar?. • Bu tabii resimle ilgili bir çok şeyin

Görsel imge edebiyatçıların da kabul ettiği sosyal sınıflandırmaları tarif etmekte öne çıktı... Tapınak

(?) Fotografi sanayi, öğrenimlerini tamamlayamayacak kadar yeteneksiz ya da tembel, bütün başarısız ressamların sığınağı olduğundan, bu evrensel düşkünlük

• Fotoğrafın sanatsal olanaklarını erken görenlerden… • İnsan elinden daha keskin bir biçimde gerçeğin resmedilmesi • Gerçeğin temsilinde kusursuz bir sanat doğuyor..

• Sanat görüngüyü olduğu gibi yansıtır (Yüzey gerçeklik) • Sanat geneli ya da özü yansıtır.. • Sanat ideal

William Henry Fox Talbot: The Pencil Of Nature 1844 ilk fotografik kitap • Talbot : The Pencil of Nature in 1844 ile tanımlıyor.. ilk fotoğraflar

• Victorian romanın kendisi, modernizasyon sürecinin bir parçası, sanattaki parsellerinden biridir artık.. • Düz yazı-Roman, resimsel ifadelerle

• “Fotoğraf kendimin bir başkası olarak ortaya çıkmasıdır…” bunu çeksek neler çekerdik. • Öznenin