TÜRKOLOJİ BAHİSLERİ
Atalarımızın
===== telâkkisi
i
İsm ail Hami Banişmend
Yazan:
1
i
— i —
Eski Anadolu Türk lerinden kalan tarih
vesikaları muhtelif
Şelçuknâmeler, Da- nişmendnâmeler, Ka
raman, Tavâif-i-
mülûk ve Osmanlı tarihleri gibi türkçe, acemce ve arabca yazılmış bir takım ha nedan tarihlerine münhasırdır. Her bin bir hanedanın menâkıbinden bahseden bu eserler, bize eski Türklerin dünya tarihi ve bu umumî tarihte Türk ırkının etnolojik vaziyetiyle kültür ve medeni yet sahalarındaki rollerine aid telâkkile rini gösterecek mahiyette şeyler değildir. (İbn-i Bibi) ve yahud (Aksarayî) gibi en mühim Selçuknâme müelliflerinden birinin eserini açacak olsak, başından sonuna kadar nazarlarımız hep Anadolu çevresi içinde dolaşır ve nihayet askerî ve siyasî münasebetler bakımından biraz
Bizansa, biraz Suriye ve Iraka, biraz
İrana ve biraz da cenubî Kafkasyaya çevrilir. Selçuknâmelerde Avrupa bile yoktur: Anadolu ile etrafındaki mi'ıslü- man ve hıristiyan devletlerine münhasır daracık bir çevre vardır.
Osmanlılar daha ilk zamanlarından itibaren Kümeliye geçip dünyanın iki kıt’ası üzerinde devlet kurdukları ve yeni yeni milletlerle temasa başladıkları halde, ilk Osmanlı müelliflerinde de esaslı bir dünya görüşü ve yahud bütün dünyaya aid bir tarih telâkkisi yoktur.
Vakayinâme tarzında yazılmış umumî
tarihlerde bile böyle bir telâkki buluna maz. Hattâ Oğuz türesiyle umumî Türk ananelerinin Selçukî ve Osmanlı tarih lerine tatbiki da (İkinci Murad) devrin
den itibaren başlar. Müsteşrik (Paul Wittek) «De la de'faite d’Ankara â la
prise de Constantinople» ismindeki ese-
1 rinde (İkinci Murad) m türkçülüğünü
şöyle anlatır (1938 Paris tab’ ı, S. 27):
«Unutmıyalım ki Onbirinci asır Türk istilâsı esnasında bütün Anadoluda ilk Türk Gaziler hükümetinin, yâni Daniş- mend Gazi devletinin kurulduğu saha Amasya kıtasıydı. Bu Gaziler devleti bilâhare yüksek İslâm medeniyetini tem sil eden Rum Selçuk! sultanlığıyla kay naşmış olmakla beraber, Danişmendi sahası ilk zamanlardaki hususiyetiyle Türklük ve Gazilik an’anelerini muha faza etmişti. Gene Osmanlı şehzadesi (İkinci Murad) için, Türk hayatının gö çebelik şekliyle çok geniş bir mikyasta mahfuz kaldığı bu dağlık mıntakada on sene mütemadiyen yaşamak demek, milliyet şuûriyle millî anânelerden kuv vet alarak yetişmek demekti. (Birinci Mehmed) bu şark mıntakasmm o hayatî kıymetini bizzat takdir etmişti: Onun için oğlunu, yâni müstakbel (İkinci Sultan Murad) ı da sonraları valilikle oıaya gönderdi... (İkinci Murad) daha ilk gençliğinden itibaren fikir hayatının bile tamamiyle millî olduğu bir muhitte yetişti. Bu sebeble saltanat devrinde (İlk Türk romantizmi) denilebilecek bir edebi hareket inkişaf etti. Oğuz efsa nesine karşı olan alâka işte o zaman başladı ve Osmanlı devleti bir millî şiir ocağı haline geldi.»
ibni Kızıl-Boğa) şeklinde tespit eden ilk Osmanlı müverrihi (Şükrullah-ı Ru mî), «Behcet-üt-tevârih» ismindeki ese rini (Fatih) devrinde ve İstanbulun fethinden üç sene sonra, yâni Hicretin 861 ve Milâdın 1456 tarihinde yazmış ol makla beraber, bu esası (Fatih) ten ev vel (İkinci Murad) devrince tespit etmiş olduğundan da gene bizzat kendisi bah
seder (1) Bu vaziyete göre (Wittek)
OsmanlIlarda Türkçülük cereyanını O- ğuz efsanesiyle beraber (İkinci Murad) zamanında başlamış göstermekte haksız sayılamaz. Fakat bu vaziyet nihayet Osman oğullarının nesebi ve bu neseb münasebetiyle Oğuz efsanesinin Osmanlı kültürüne aksetmesi gibi iki tnahdud
esasa münhasır kalmaktadır: (Paul
Wittek) in bahsettiği «İlk Türk Roman tizmi» bize Türk ırkının dünya tarihin deki ehemmiyetiyle medeniyet ve kül tür sahalarındaki rolleri hakkında hiçbir
vesika bırakmamıştır. Halbuki (İkinci
Murad) devrinden çok evvel, daha (Bi rinci Murad) devrinde bile bu mahiyette vesikalar vardır. Bu mühim vesikalar bize Anadolu Türk kültüründe (Birinci
Murad = Hüdavendigâh) zamanına
müsadif bir millî rünessans devri bulun duğunu ve Türk ırkının dünya kültür tarihindeki büyük ve parlak rollerine aid ilk millî tezin işte bu devirde tedvin edilmiş olduğunu ispat edecek kadar
kuvvetlidir.
Konyada kıymetli bir ilim adamı var:
«Konya» mecmuası sahibi ve Memleket
Kütübhanesi Müdürü (Mes’ud Koman). Yukarıda bahsettiğim vesikalar bu kıy metli adamm hususî kütübhanesindedir: 1 — «Aksaray» daki Keyhusrev camii müderrisi (İsmail ibn-is-seyyid Mehmed
Şerif ibn-i İbrahim) tarafından Hicrî
765 ( = Milâdî 1363)' tarihinde telif edil miş olan «Tezkiret-ül-iberi v e -l-a ’sâr
fı bahs-il-ıimemi ve-l-emsâr» ismindeki
arabca eserin Hicrî 858 (=M ilâdî 1454) te (Osman-ı Sivasî) talebesinden (İb rahim ibni Mahmud ibni Edhem ibni Süleyman) tarafından istinsah edilmiş nüshası.
2 — (Mehemmet Küşterî ibni Haşan
ibni Alımed) tarafından Hicrî 773
( = Milâdî 1371) tarihinde telif edilmiş olan «Şeceret-ül-beşer fi
hakikat-il-haber» ismindeki
türkçe eserin Hicrî 913 ( = Milîdî 1507) de «Gürcü» köyün den (Haşan Hüseyn ibm Ali Dagî) tara fından Konyada «Sahib Ata» medrese sinde (Serdar Kurt Bey) namına istin sah edilmiş nüshası: Bu nüshanın so nunda zamanm padişahı (Murad ibni
Orhan ibni Osman) diye zikrolunup
duâ edilmektedir.
3 — Konya müsellimi (Hacı FePah
Ağa) nın oğlu Konya â’yam (Zülfikar Ağa) namına yazılmış muhtelif eserler den mürekkeb bir mecmua içinde Hicrî 1163 ( = Milâdî 1749) tarihli «Kitâbu Ayn-il-urefâ’ min ensâb-il-etrâk» ismin deki araoca eser.
Bu üç yazmanın birincisiyle İkincisi (Birinci Murad) devrinde ve üçüncüsü de (Birinci Mahmud) zamanında telif edilmiştir. İstinsah tarihleri itibariyle birincisi (Fatih) ve İkincisi de (İkinci Beyazıd) devirlerine müsadiftir. En eski si olan birincisiyle en yenisi olan üçün cüsü bozuk bir arabcayla ve İkincisi de temiz ve sade bir türkçeyle yazılmıştır. Birincisiyle İkincisinin telif tarih eri arasında sekiz ve İkincisiyle üçüncüsü arasında da üç yüz yetmiş sekiz sene geçmiştir. Bu üç eserin muhteviyatına nazaran birincisinin diğer ikisine mehaz olduğu ve yahud her üçünün de nüshası rnevcud olmıyan müşterek bir mehaza istinad ettiği anlaşılmaktadır. Bilhassa türkçe nüsha, ilk arabca nüshanın ter cümesi gibidir.
(Kâtib Çelebi) nin «Keşf-üz-zu-nun»u ile (Bursalı Tahir Bey) in «Osmanlı müellifleri» gibi eski ve yeni bibliyog rafya menbâlarmda hiç birinin bahsi geçmiyen bu üç eserin en eskisi olan «Tezkiret-ül-iber» in yazısı «Nesta’lik» dir.
Bunların her üçünde de bundan son ra sırayla gözden geçireceğimiz şu üç esas ileri sürülmektedir:
1 — Dünya tarihinin en büyük rolle rini oynıyan ırk, Türk ırkıdır;
2 — Gerek Milâddan, gerek Hicretten evvel ve sonra dünya kültürünü yapan adamların en mühimleri Türk irfandan dır;
3 — Hind - Avrupa milletleri Türk ırkından çıkmıştır.
Eski Anadolu Türklerinin tarih tezin de işte bu üç büyük esas var.
İsmail H am i D A N ÎŞ M E N D
(1) Nuruosmaniye kütübhanesindeki
yazma nüsha, No. 3059, S. 307.
Gene ayni sahifenin bir numaralı ha şiyesinde (Yazıcıoğlu A li Efendi) nin
(ikinci Murad) devrinde (İbn-i Bibi)
den tercüme ettiği Anadolu Selçuknâ- mesine Oğuz menâkıbiyle Büyük Sel- çukîlerin tarihini de ilâve ettiğinden, Osmanlı meskûkâtma bu devirden iti baren «Kayı» damgası konulmaya baş
ladığından, nihayet (Fatih) devrinde
Oğuz efsanesinin moda olduğundan ve hattâ şehzadelere bu efsaneden alınmış isimler takıldığından bahsedilmektedir.
(Wittek) in 1938 tarihinde Londrada basılan «The rise of the ottoman empire» ismindeki kitabiyle (S. 10-11) gene o sene Brükselde basılan «Le Sultan de Rûm» ismindeki eserinde de (S. 386)
OsmanlIlarda Türkçülük fikrinin ve
bilhassa Osmanlı nesebini (Kayı Han) a
çıkaran Oğuzluk an’anesinin (İkinci
Murad) devrinde başladığından bahse dilir.
Osman oğullarının nesebini Oğuz nes line bağlayıp klâsik tarihlerdeki Osman- lı şeceresinin esasım «Osman ibni Er- tıığrul ibni Süleymanşah ibni Kaya-Alp
TÜRKOLOJİ BAHİSLERİ
Atalarımızın tarih
=
=
=
=
=
te lâ k k is i —
Eski Türklerin ta lih telâkkisini gös terdiğinden bahsetti ğimiz üç vesikanın her üçü de Türk eseri olduğu halde
ikisi arabca, yalnız biri türkçedir: Bun lardan «Tezkiret-ül-iber» le «A yn-ül- urafa» nm arabca yazılmış olmalarının sebebi İslâm âleminde Arab dilinin ilim
ve bilhassa medrese lisam olmasıdır.
Zaten her üç eserin de mehazi vazi yetinde bulunan «Tezkiret-ül-iher» in müellifi (İsmail ibni Mehmed Şerif) «Aksaray» medresesinde müderristir ve Hicretin sekizinci ( - = Milâdın on dör düncü) asrında yaşamış bir müderrisin Türk ırkına aid tezini o zamanın klâ sik İlim dilile izah etmesi pek tabiidir. Gene o devirde yaşıyan (Mehmed Küş- teri) nin yaptığı iş de müderris (İsma il) in arabca eserindeki esasları Türk halkına en sade bir türkçe ile anlata cak bir eser telifinden İbarettir.
Her üçünde de ayni eserler müdafaa
edilen bu eski yazmalarda en fazla
ehemmiyet verilen nokta, Türk ırkının askerî ve siyasî tarihten ziyade kültür ve medeniyet tarihindeki büyük ve
par-—e-
1-Yazan :
y
»A«-yetle tesbitine mecbur olduğumuz bir nokta var: Bundan altı asra yakın bir zaman evvel yazılmış olan bu çok eski vesikalarda ilmin mütemadi terakki
lerde son telâkkilerine uymıyan birçok noktalar bulunabilir ve bulunması da pek tabiidir. Fakat bizim İçin ve bil hassa Türk milliyetçiliği tarihi için bü yük bir ehemmiyeti haiz olan nokta bu
değildir: Bizim için fevkalâde mühim olan nokta, atalarımızın medeniyet ta rihi karşısındaki millî telâkkilerini bu mühim vesikalar sayesinde kendilerin den öğrenebilmemizdedir.
■Ri- -i-»««*! t>n telâkkileri o
vesikala-İsmail Hami Danişmend
— 2 — [ * ]
Empédocle), Bokrat (== Hippokratis/ Hippocrate), Aristokles ( = Aıistoklis/ Aristoclès), Aristos ( — Aristotelis/Aris tote), Afrodis (? ), Sokrat ( = Sokratis/ Socrate), Zinon ( = Zinon/Zénon), Ok- lidis ( = Efklidis/Euclide), Arşemid ( = Arkhimidis/ Archimède), Amosyos ( =
Ammonios/Ammonius). Bokros (■— Pro-
riikos/Prodicus?) Calinus ( = Ğalinos/ Galien). Diskorides ( - - Dioskuridis/Di- oscoride), Yuhannâ. İbni-Heytem Ebu- Ali Basıî. Ketke (? ), Ebu-Nası-ı Fara- tî, Yusuf-ı Kindi, Ebu-Ali Sina, Ah med Serahsî, Kosta ibni Lûka. Sabit ibni Kıırra’dır. Dahî emsalleri çoktur.»
Bu isimlerin birçokları vesikalar ara sında muhtelif imlâ tahavvüllerine uğ ramaktadır: Meselâ (Anaksimandros) un ismi «Şeceret-ül-bcşer» de (Kismandi- ros) ve «Tezkiretri’ î-iber» de (Anaksi- mandires), (Thali|)in adı her ikisinde (Kales) şeklinde olduğu halde «A yn-ül- ıırafâ»da (Taies) ve (Talis) şekillerini almakta ve hatta ayni bir vesikada, ya
ni «Şeceret-ül-beşer» de (Amosyos) is mi (Amonyos) tahavvülünü de göster mektedir.
Müslümanlıktan evvel ve sonraki de virlere ait olarak ikiye ayırabileceği miz bu listedeki şahsiyetler gerek «Tez
kiret-ül-iber» de, gerek «Şeceret-ül-
beşer» de doğrudan doğruya Türk ırkı na mensub gösterilmektedir.
Müslümanlıktan evvelki devre aid isimlerden (Aristoklis) şekli (Platon = Eflâtun) un hakikî ismidir ve bu isimle onun kasdedildiği her iki vesikada da musarrahtır. «Şeceret-ül-beşer» de (A f rodis) ve (Afridos), «Tezkiret-ül-iber» de (Afroris ismindeki şahsiyetin kim olduğu anlaşılamıyor. Tıpkı bunun gibi bir de «Şeceret-ül-beşer» de (Ketke) ve (Ketke ibni Huret) şeklinde zikre- dildiği halde «Tezkiret-ül-iber» de (Ket le) ismile anılan şahsiyetin de hüviyeti belli değildir. (Amosyos) tahrifine uğrı_ yan (Ammonios) un Milâdî üçüncü asır
da «Néo-platonisme» esaslarını kuran (Ammonios Sakkas) olması lâzım gelir.
.İslâm devrine aid şahsiyetler içinde Türk ırkına mensubiyetinin altı asırlık
vesikalarla sabit olmasını büyük bir
memnuniyetle karşıladığımız (İbni Si- nâ) nm milliyeti hakkında şimdiye ka dar bulunamıyan sarahat artık elde edil miş demektir. Bizce bu vesikaların en büyük kıymeti bilhassa bu noktasında dır.
Türklerin İslâm kültüründeki rolleri hakkında Tanzimattan sonra bizde ya pılmış tetkiklerin en mühimleri. (Ali
Suâvi) merhumun Pariste çıkardığı
«Ulûm Gazetesi» nin birinci nüshasında ki «Türklerin mesâi-i zihniyyeleri» baş lıklı ilk etüdle bunu mehaz ittihaz eden
(Bursalı Tahir Bey) merhumun 1914 te
1
i
neşrettiği «Türkle rin ulûm ve fiinuna
hizmetleri» ismin
deki risale, (Şem- seddin Günaltay) m 1932 de toplanan B i rinci Türk Tarih' Kongresinde «İslâm medeniyetinde Türklerin mevkii» ismile verdiği konferans ve Dr. (Süheyl Ün- ver) in Türk Tarih Kurumu Belleteni nin birinci nüshasmda çıkan «İslâm ta rihinde Türk hekimlerinin mevkii ve İbni Sinâ’nm türkli’ ğü» gibi her birinin ayrı bir kıymeti olon birkaç etüdden ibarettir. Fakat «Tezkiret-ül-iber» le onu mehaz ittihaz eden «Şeceret-ül-beşer) de Tanzimattan sonraki tetkiklerde te sadüf edilmiyen isimler de görüyoruz: Meselâ (Şemseddin Günaltay) m yuka rıda bahsettiğimiz konferansında (Ebu- Yusuf-iil-Kindî) nin Türk olmadığı m u. sarrah bulunduğu halde (Kongre zaptı, s. 299), «Tezkiret-ül-iber» in 17 nci ve «Şeceret-ül-beşer» in 31 inci sahifelerin- de (Kindi) nin de Türk olduğundan bah sedilmektedir.
Bu kıymetli vesikaların en mühim hu susiyetlerinden biri de türklüklerinden bahsettikleri kültür adamlarının kaç ba tında yunanlaşmış veyahud başka bir camiaya temessiil etmiş oldukları hak
kında efsanevî olmakla beraber hususî bir ehemmiyeti haiz bir takım izahat vermek lüzumunu hissetmiş olmalarm- dadır. Meselâ «Tezkiret-ül-iber» müel lifi Sicilyada doğduğundan bahsettiği
(Empedoklis) hakkında «min derecet- is-sâniyeti min ensâl-it-Türk = ikinci derecede Türk neslinden», (Efklidis) hakkında «ve hüve min derecet-is-sâli- seti min ensâl-it-Türk = Üçüncü de recede .Türk neslinden» ve (Kosta ibni Lûka) hakkında da «ve hüve min en sâl-it-Türk fi batn-il-hâmis = Beşinci
batın Türk neslindendir» gibi bu şah siyetlerin Türk ırkma yakınlık derecele rini nesil adedlerile izah etmektedir.
Bu vesikaların en çok hayret edile cek noktalarından biri de (Anaksiman dros) un nesebi münasebetile «Hitit» 1er- den bahseden fıkralarında gösterilebilir; meselâ «Şeceret-ül-beşer» in 32 nci sa- hifesinde bu şahsiyetten şöyle bahse dilir:
«Hitit kabilesinden olup dağlarda ge zer, kendi höcresinde olurdu. Hendese ve hisab ilimlerinin mucidi olup kitab ve yazı ihdas eylemiştir.»
Bu fıkradaki «Hitit» kelimesi «Terki- let-ül-iber» in 17 nci sahifesinde Arab alfabesindeki kalın (T = Tâ) harfile ya
zılmıştır.
Bundan altı asır evvel yaşıyan Ana
dolu Türk müelliflerinin tarih tezine
göre, bütün bu büyük adamları yetiş tiren Türk ırkı yalnız askerlik ve dev letçilik itibarile dünyanm en mümtaz
ırkı olmakla kalmayıp ayni zamanda
tababet, hey’et, hendese, felsefe, musi ki vesaire gibi en mühim ilimlerle san atların ve bilhassa yazının kesif, icad ve tamimile bütün dünya kültür ve me deniyetinin temellerini kurmuş olan mü barek ve mübeşşer bir soydur.
TÜRKOLOJİ BAHİSLERİ
-* ÍW <Jj- ç.A " U '
Atalarımızın tarih
telâkkisi
(Birinci M u r a d) devrindeki ırk te lâkkilerini anlıyabil- rrıek için «Japhe- tisme = Yâfesçilik» tarihini kısacagöz-Yazan :
İsmail Hami Danişmend
1
i
den geçirmek mecburiyetindeyiz.Eski ve yeni ilim sahalarında iki «Yâ fesçilik mektebi = Ecole Japhetiste» var dır: Bunların birincisi Tevrat etnoloji sine dayanan eski şark müelliflerinin kurdukları sistem, İkincisi de bundan yedi sene evvel vefat eden Rus lisa- niyatçısı (Marr) m temsil ettiği cere yandır.
Eski sistemde dünyanın bütün ırkla- rile milletleri (Nuh) un (Hâm), (Sâm) ve (Yâfes) ismindeki üç oğlundan tü remiş gösterirler. Bunlardan (Hâm) si yah ırkın, (Sâm) bugün «Sâmîier = Se- mites» dediğimiz milletlerin ve (Yâfes) de Hind-Avrupa camiasının babası sa yılır. Yalnız burada dikkat edilecek bir mesele vardır: Tevratın beşer ırkların dan bahseden «Gençse = Tekvin) fas lında esas itibarile yalnız beyaz ırk ele alınmış ve diğer renkli ırklar hesaba katılmamıştır (1). Fakat buna rağmen yahudi, hıristiyan ve müslüman müfes- sirlerile şarihleri gittikçe bütün ırkları (Nuh) un üç oğluna bağlıyarak hiç bir kavmi bu tasniften hariç bırakmamış lardır! Bunun sebebi ilimlerine din his lerini karıştıran eski âlimlerin bütün beşeriyeti (Nuh) nesli vasıtasile (Adem»
ile (H awâ) ya bağlamak gayretinden
başka bir şey değildir. Bu halin en tu haf tecellilerinden biri Amerikanın keşfi üzerine ortaya çıkan ve itibarî olarak
«Kırmızı ırk = Race rouge» denilen
insanların tâbi tutuldukları İlmî mua melede gösterilebilir: Amerikanın keşfi üzerine Yeni-Dünya yerlilerinin nesebi hususunda hıristiyan âleminin tereddü dünü gören Papa (İkinci Jül — Jules II) Milâdın 1512 tarihinde bir beyanname neşrederek «Kırmızı ırk» ı da (Adem) le (Havvâ) nesline nisbet etmiş ve niha yet 1574 tarihinde (Arius Montanus) is minde bir İspanyol müellifi de işte bu esas üzerinde işliyerek bu yeni keşfe dilen ırkı (Nuh) un (Sâm) ismindeki oğluna bağlamıştır (2)!..
«Kırmızı ırk» meselesinde gördüğü müz garabet, ondan evvel Milâdın on üçüncü asrındaki Mongol istilâsı üze rine «San ırk» m tâbi tutulduğu mua melede de görülür: Eski (Tekvin» mü elliflerinin bilmedikleri bu ırkı (Yâfes) nesline nisbet ederek bu nesli genişle tenler, bilhassa miis’ üman müellifleri
dir. Onüçüncü asırdan evvelki İslâm
müelliflerinde Mongol bahsi yoktur: Me selâ Hicretin 3-4 üncü ve Milâdın 9-10 uncu asırlarında yaşamış olan (Taberî) nin türkçe tercemesinde «Yâfes nesli» şöyle anlatılır (3):
«... ve Yâfes’ten Türk ve Saklâb ve Ve’cûc ve Me’cûc oldu.»
Bu fıkrada «Saklâb» dan maksad İs lâv ırkı ve «Ye’cûc ve Me’cûc» dan mak sad da din kitablarmda bahsi geçen ve hüviyeti hakkında içinden çıkılmaz na- zariyeler serdedilen meçhul ırktır.
«Yâfes nesli» nin (Taberî) de görülen bu dar çerçevesi, Hicretin 6-7 ve Mi lâdın 12-13 üncü asırlarında, yâni Mon
gol istilâsı devrinde yaşıyan meşhur
Arab müverrihi (İbn-ül-Esir) de biraz daha genişlemiştir: «El-kâmil» isminde ki büyük vakayinâmesinin birinci cil dinde (Nuh) neslinden bahsederken (Ta berî) nin yukarıda gördüğümüz ifade sini mehaz ittihaz eden bu' müellif (4), son cildinin «Hurûc-üt-Tatar» faslında Mongol istilâsından bahsederken, tıpkı Türkler gibi Orta-Asya’ dan çıkan ve es kiden muhtelif Türk camiaları içinde yaşıyan bu san taifeyi «kalabalık bir Türk cinsi» diye tarif etmiş (5) ve işte bu coğrafî tariften itibaren san Mon- gollar da beyaz Türklerle beraber «Yâ fes» tasnifine girmiştir. (Ibn-ül-Esir)
— 3 [ * ]
den sonra bu esas üzerinde ilk îşliyen müellif, «İlhanîler» denilen İran Mon gol imparatorlarının meşhur yahudi ve ziri (Reşidüddin) ve daha doğrusu (Re- şidüddevle) dir: Onaltmcı asırda İspan yol müellifi (Arius Montanus) un kır mızı ırkı (Sâm) nesline bağlaması ka bilinden bir el Çabukluğu yapan (Reşi düddin), Hicretin Sekizinci ve Milâdın Ondördüncü asrında yazdığı «Câmi’üt- tevârih» ismindeki büyük eserinde Türk lerle Mongollarm neseblerini birbirine
karıştırıp hepsini birden Türklerin
(Abulca Han) dedikleri (Yâfes) e çıkar mıştır (6)! Bu vaziyetten anlaşılacağı gibi sarı ırkı temsil eden Mongollarm (Yâfes) tasnifine girmesi, neseblerinin Türk ensabma karıştırılmasından mü- tevellid ve muahhar devirlere aid bir el çabukluğu neticesidir! Yoksa yuka rıda söylediğimiz gibi eski şark Yâfes- çilerince bu tasnif yalnız «Hind-Avrupa» yahud «Ârî =Ariens» milletlerine aid- air. Hatta (Reşidüddin bile «Yâfes» gru- punu esas itibarile «Türkân = Türkler, «Hâtâyân — Halaylılar», «Saklâb— İs- lâvlar», «Kıfcak = Kıpçaklılar» ve «Ru- miyân = Romalılar, yâni Avrupalılar» dan ibaret gösterir (7).
(Reşidüddin) i mehaz ittihaz edip «Yâ fes» nesli hakkında biraz daha fazla iza hat vermiş ve (Reşid) İn muakkıbları sayılmış diğer bir takım müellifler da ha vardır: Hicretin 9 uncu asrile 10 uncu asrının İlk senelerinde eserlerini yazan bu müelliflerden (Hamdullah-ül-Kaz- vinî) «Tarih-i güzide» sinde, (Şerefüd-
din Ali-l-Yezdî) «Zafemâme» sinde,
(Hâfız Abrû) «Zübdet-üt-tevârih» inde, (Abdürrezzak-ıs-Semerkandî) «Matla’ -
us-sa’deyn» inde, (Mirhond) «Ravzat-
us-safâ» smda ve (Hondmir) de «Habib- • s-siyer» inde hep ¡(Reşidüddin)i tâ-
kib etmişlerdir. Şimdi bunlardan her
hangi birini ve meselâ Kazvinli (Ham dullah) ı ele alacak olursak, bunda (Yâ fes) in şu sekiz oğlu olduğunu görürüz:
«Türk», «Huz = Guz/Oğuz», «Saklâb», «Rus», «Misek», «Çin», «Gomari», «Ma- rih»... Müellif bu muharref isimlerden «Marih» şekli hakkında şu izahatı ve rir (8):
«Yunâniyân u Firengân u ba’zi Rumi- yân et tohm-i (o ) end — Yunanlılar ve Fiıenkler ve bazı Romalılar onun nes- lindendir.»
Efsanevî ve muharref isimlerle yapı lan bu târife göre «Yâfes» grupu «Türk- İslâv», «Rus», «Yunan», «Frenk — Cer men vesaire» ve «Roma — Lâtin» kol larından mürekkebdir. (Reşidüddin) de
gördüğümüz «Hatay» ve (Hamdullah) da görülen «Çin» tâbir leri Ortazaman mü elliflerinin bilhassa şimalî ve şimali-gar bî Çinle etrafındaki araziye tatbik ettik leri coğrafî isimlerdir ki buralarda tari hin en eski devirlerinden itibaren beyaz ırka mensub kumral cemaatler tespit edil miştir (9). Diğer isimlerden «Misek» şekli «Maşek» den ve «Gorrtari» de «Gö mer» den muhaı-reftir: Avrupalı Tevrat müfessirleri «Maşek» neslini şarkî Ana dolu ile Gürcistan arasmda ve «Gömer» neslini de orta ve garbî Anadoluda yer leşmiş gösterirler (10). Tabiî «Hitit» 1er işte bu son kısma girebilir.
Bu izahatımızdan çıkacak neticeye gö re, gerek isrâiliyyatta, gerek isrâiliyyata istinad eden yahudi, hıristiyan ve müs- lüman Yâfescilerin kurdukları etnolojik sistemde* «Yâfes nesli» demek, beyaz ır kın bilhassa «Hind - Avrupa» milletle rinden mürekkeb en büyük kolu de mektir. O sisteme göre bu kola mensub milletler arasında müşterek bir ceddin temsil ettiği ırkî bir karabet vardır ve
Türk ırkı işte bu etnolojik karabet
manzumesinin en başında gelir.
Bu vaziyete göre şark müelliflerinin eski «Japhetisme — Yâfesçilik» siste minde Türk ırkı, bugün «Hind - Avrupa câmiası» dediğimiz büyük zümrenin esa sını teşkil ediyor demektir.
İsmail Hami D A N İŞ M E N D
(1) Bunun için bk.: (de Gobineau), «Essai sur l’inégalité des races humai nes», beşinci tab’ı, c. 1, s. 120, 231 ve 235. — (Fr. Lenormant), «Histoire an
cienne de l’Orient», 1881-1887 Paris
tabi, c. 1, s. 110.
(2) (Eugène Pittard), «Les races et l’histoire», 1924 Paris tab’ i, s. 534.
(3) (Mustafa ibni Yahya) nm Hicrî 851 tarihli «Taberî tercümesi», Ayasofya kütübhanesi, No. 3150, (Nuh) nesli bah si.
(4) (İbn-ül-Esir), «El-kâAil», 1303 tabi c. 1, s. 27.
(5) Ayni eser, c. 12, s. 139.
(6) Reşidüddin-il-vezir), « Câmi-üt- tevârih», c. 1. Arabca nüsha, Ayasofya kütübhanesi, No. 3034, s. 44.
(7) «Câmi’üt-tevârih» in «Tarih-i â- Iem» cildi, Farisî nüsha, Topkapı sarayı kütübhanesi, No. 2475, yaprak 2.
(8) Hamdullah-il-Kazvinî), «Tarih-i güzide», Ayasofya kütübhanesi, No. 3072, s. 14.
(S) (de Gobineau, «Essai», c. 1, s. 468-
469. — (Klaproth), «Tableaux histo
riques de l’Asie», 1826 Paris tabi, «Kum ral ırk» faslı, s. 163.
(10) (S. Cahen), «La Bible, traduction nouvelle, avec l'hébreu en regard», 1845 Paris tabi, c. 1, s. 24 ve müteâkip.
[* ] Bundan evvelki yazılar 1 ve 6 birincikânun tarihli sayılarımızda çık-nıştır.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi