için
Yakup Kadri Karaosmanoğlu hâtıralarım
Hayat
bir deırrin gençliğini bu sayıdan itibaren Yakup Kud
İ
LK gençlik çağımda, beni en derin b ir tesir altında bırakan kitaplardan başlıcası, Edebiyatı Cedide romancı larından Mehmet Rauf'un « E y lü l» roma nı olmuştur. Bunun sebebi de — şimdi yaptığım ruh tahliline g ö re — hayalim de yaşattığım büyük aşklardan birinin en tipik örneğini bu romanda buluşumdur. Kaldı kİ, Halit Ziya ve Hüseyin Cahit gibi üstatlar Eytül'ü b ir şaheser ve ya zarını b ir dâhi olarak ilân etmekte blr- biriyle âdeta yarışa girmiş idiler.Burada b ir «m azi sıygası» nı kullanı yorum ; çünkü, ben bu yazarları okumaya başladığım zamanlarda onların sesleri şa dalar!, Sultan Ham it'in b ir iradesiyle, çoktan işitilmez olmuştu ve bu hale gi rişleri ise benim gözümdeki itibarlarını büsbütün artırm ıştı. Başta Mehmet Rauf olmak üzere, her biri bana birer efsane kahramanı gibi görünüyordu. Onun için, İstanbul'a ilk gidişimde, ilk işim kendi lerini, hiç değilse uzaktan görmek İm kânını aramak olmuştu. Bu imkânı da ancak İzm ir İdadisi arkadaşlarımdan Şa- habettin Süleyman'ın yardımıyla bulabi leceğimi düşünerek hemen ona başvur muştum.
Şahabettin Süleyman o sıralarda M ül kiye Mektebinde yüksek tahsilini yap makta idi ve kendisi de benim gibi Ede biyatı Cedide'nin bu üç kutbunun hay- ranlarırtdandı. Hattâ, biliyordum ki, İki, üç yıl önce, Halit Ziya'ya bu hayranlığını ifade eden b ir mektup yazıp göndermiş ve büyük üstat tarafından pek nezaketli bir cevap almıştı. Buna rağmen, kendisi ne arzumu söyler söylemez yüzünü bu ruşturmuş ve «Ç o k zor b ir İş bu, çok z o r . . .» diye mırıldanmıştı. Şahabettin Sü leyman'a göre, hepsinin peşinde bir ha fiye varmış. Bu yüzden şehirde serbest çe dolaşmaktan çekinirler ve kimseyle temas etmek istemezlermiş.
Lâkin, — ne garip tesadüf I — ço cukluk arkadaşımla bu görüşmemizin üs tünden birkaç gün geçmiyecekti ki, Te- pebaşı anfitlyatrosunda verilen bir ope ret matinesinde tıknaz ve cüce denile cek kadar kısa boylu b ir adam gelip bizim önümüzdeki sıraya oturacak; Şa habettin Süleyman da kulağıma eğilerek: «İşte bak, Mehmet Rauf b u l . . . » diye cekti.
Hangi Mehmet Rauf? Eylül romanını yazan Mehmet Rauf m u? O benim ha yalimde, bu romanın kahramanından, Edebiyatı Cedide deyimlerine göre, «lâ tif, zarif, müstesna ve m utarra» Suat Ha nımın âşıkı, ince duygulu Necip'ten baş ka biri değildi ve o Necip’in, Suat Hanım gibi iffetli, temkinli bir genç kadının gönlünü çelebilmesi için ruhî asaleti ka dar birtakım bedenî meziyetlere de sa hip olması lâzım gelirdi. Oysa, önümüz de oturan adamda bu meziyetleri boş ye
yazdı. Dir devrin edebiyat âlemini,
ri’nin kaleminden okuyacaksınız
G e n ç lik ve E d e b iy a t
H â t ı r a l a r ı
Muharriri Mehmet Rauf la
Nasıl Tanıştım?
Yazan: YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU
re arıyor ve ona arkadan, enseden, yan dan her bakışımda hayalimdeki Mehmet Rauf'tan uzaklaştıkça uzaklaşıyordum.
Bununla beraber, onda aradığımı bul maktan henüz umudumu kesmiş değil dim . Belki yüzünün ifadesinde, bakışla rında, konuşmasında zekâdan gelen bir şarıltı, b ir çekicilik va rd ır diye düşü nüyordum. Netekim, bu düşüncenin sev- kiyiadir k i, tiyatrodan çıkar çıkmaz onun peşine düşecek ve Şahabettin Süleyman'ın girginliği sayesinde. Tünel başında onun la birkaç dakika görüşmek fırsatını ya kalayacaktım. Ama, asıl o zaman ben kendi hesabıma tam b ir hayal kırıklığı na uğrıyacaktım. Mehmet Rauf, dudak larının arasından anlaşılmaz bezi sözler m ırıldanm ış, kalın güzlük camlarının ar kasından bize hiçbir şey ifade etmeyen bakışlarla bakmış, sonra, âdeta bizden kaçarcastna sıvışıp gitmişti.
Acaba, Şahabettin Süleyman'ın tahmin ettiği gibi bizi «h a fiye » mi sanmıştı? Benim, henüz terleyen bıyıklarım ve on yedi yaşımın bütün toyluğu, sıkılganlığı ile böyle b ir tesir yapmama imkân yok tu ama, benden en az dört yaş büyük olan Şahabettin Süleyman burm a bıyık ları, burundan takma güzlüğü, cerbezeli tavırlarıyla zavallı Mehmet Rauf'ta belki b ir hafiye ürküntüsü uyandırmış olabi lirdi.
Fakat, şu da var ki, Şahabettin Sü leyman yalnız bu nitelikleriyle göze çar pan b ir kimse değildi. Eylül yazan ona dikkatle bakmış olsaydı, Lavailier kravatıyla kırm ızı yeleğini de görecek ve b ir hafiyenin ne kader zıddı b ir tip karşısında bulunduğunu sezecekti. Zira, bu biçim kravatların ve bu renkte yelek lerin o devir Batı âleminde bohem ar tistler veya anarşist gençler tarafından takılıp giyildiğini onun da en az bizim kadar bilmesi (âzım gelirdi. Çünkü, Meh met Rauf. Edebiyatı Cedideciler içinde Batı kültürüne ve Batı âdetlerine en çok yaklaşmış olanlardan biriydi. Fransızca- dan gayrı İngilizceyi de bilmesi (M e h met Rauf, Bahriye Mekteb inden yetiş m iş tir) ona, bu kültürün ışığını öbür leri gibi yalmz U r değil, İki pencere den almak imkânını vermişti. Bundan başka Mehmet Rauf soluğunu Batı müzi ğinden alan b ir meiomandı. Netekim, Ha lit Ziya «R igoletto» operasından eşindiği •Mösyö Kanguru» adlı b ir uzun hikâye sini — hatırımda kaldığına g ö re — «B u eserimi, hayranı okluğum dehayı sana
tına ithaf ed iyorum » sözleriyle ona ada m ıştır.
B ir vakitler. Eylül yazarında sanat da hası bulan ve ona hayranlığını ifade eden yalnız Halit Ziya değildi. Başta bu ya zarın en yakın arkadaşı Hüseyin Cahit olmak üzere, Edebiyatı Cedide okulunun kurucusu ve önderi Tevfik Fikret de onu aynı derecede beğenip överlerdi. Sonra dan ne olmuş bilm iyorum ; zavallı Meh met Rauf'un yıldızı birdenbire sönme ye başlamıştır. Bunun sebebim ise, özel hayatındaki derbederlikte ve averefikte arayıp bulmak m üm kündür sanırım.
Netekim, Şahabettin Süleyman'ın bana anlattığına göre Mehmet Rauf, türlü gö nül maceraları içinde çalkanıp duran b ir adammış. Tevfik Fikret'in delâletiyle kurduğu b ir aile ocağını İlk yılından itibaren b ir harabeye çevirmiş, genç ka rışım küçücük çocuğuyla ortada bıraka rak o kadından bu kadının peşinde do laşmaya başlamış ve bu sıralarda İstan bullun güzelliği, zarifliği, kibarlığı ile ta nınmış hanımlarından birine âdeta ka rasevda denilecek b ir aşkla tutulup me ramına eremeyince intihara kalkışmıştır. Bu intihar teşebbüsünü, gene Şahabet tin Süleyman bana şu şekilde hikâye et mişti : Mehmet Rauf, kendini öldürmeye karar veriyor; fakat, bu kararını yerine getirmeden b ir gün önce dost ve arka daşlarına veda etmeyi unutmuyor. Bunun üzerine kendisine henüz ilgi göstermek te olan Hüseyin Cahit'le Serveti Fürıun dergisi sahibi Ahmet İhsan ( 1 ) koşup Büyükadadaki evine geliyorlar ve Meh met Rauf'u pencereleri sımsıkı kapalı, havas» köm ür kokularıyla zehirlenmiş b ir odada yatağına uzanmış buluyorlar.
Bundan ötesini anlatmaya hacet yok. Bittabi, hemen pencereleri açıyorlar, oda nın ortasındaki yarı yanmış kömürle do lu mangalı dışarıya çıkarıyorlar ve bu
( 1 ) Çak hesaplı ee işini UNr bir edam
geriye kalanla bir pfym o
ai-ım ş; daha s a n » piy en ay da satıp han-
* » şık U r kostüm ysp lirse ıştır.»
suretle Mehmet Rauf da ölümden kurtul muş oluyor.
Fakat, sert b ir ahlâk hocası olan Tev fik Fikret'le hayatını b ir kronometre gibi kurmayı kendine prensip edinmiş Uşa- kizade Halit Ziya Beyefendi için baştan karaya vurm uş bu eski dostun ölümden kurtuluşu pek muttu b ir hâdise teşkil etmemiş olsa gerektir. Zira, her ikisi de, gene Şahabettin Süleyman'ın bana anlat tığına göre, yukarda yazdığım sebepler dolayı»!';!! or.Iar Mehmet Rauf'tan zati selâmı, sabahı kesmiş bulunuyorlardı.
Çok geçmeyecek, geriye kalan birkaç arkadaşı da onu kendi haline, kendi ka derine bırakıp birer birer yanından uzak laşacaklardı. Netekim, onu. Tünel başın da tanıdığım tarihten b ir, iki. üç yıl sonra, bu kaderin karartısı içinde yolu nu büsbütün şaşırmış, nereye gideceği ni, ne yapacağını bilmez b ir adam du rumunda bulacaktım.
Meşrutiyet ilân edilmiş; basın, hürriye tine kavuşmuş, Mehmet Rauf'un eski dost ve arkadaşlarının her biri kendine göre refah veya ikbal merdivenlerini çık maya başlamış ve meselâ b ir vakitler, ondan hep «Kardeşim Rauf» diye bahse den Hüseyin Cahit, iktidar partisinin or ganı Tanin gazetesinin başına geçmiş Halit Ziya Beyefendi, Padişahın Başkâtibi olm uş; Tevfik Fikretin mânevi otoritesi memleket çapında genişlemiş v e ... evet, ve onun diğer b ir yakın arkadaşı olan Selânik Mebusu Cavlt Bey Maliye Neza retinin en gözde namzetlerinden biri mer tebesine erişmiş bulunduğu halde Meh met Rauf, vaktiyle «dehayı sanatı» bun ların hepsini hayran etmiş. Eylül ve Si yah İnciler yazarı Mehmet Rauf, basın âlemine henüz ayak basmış b ir edebiyat heveslisi gibi, yazılarını yayınlayabilmek için, Babıâli caddesindeki gazete ve der gi idarehanelerinin önünde sıra bekliyor du ve buna muvaffak olamayınca, kim bilir nerelerden tedarik ettiği beş, on lirayla ö m rü birkaç ay bile sürm eyen dergiler çıkarıyordu.
işte, bu çaresizlik ve yoksunluk için dedir ki. Edebiyatı Cedide'nin en temiz, en «h is s t» aşk romanını yazan Mehmet Rauf, günün birinde «Z a m b a k » adlı yarı pornografik b ir roman neşretmek zorun da kalacak ve bu roman, edebiyat dışı büyük b ir rağbet kazanacaktı. O zaman işittiğime göre, Mehmet Rauf da bun dan kendine epeyce m ühim b ir maddi fayda sağlamıştır. Fakat, çok geçmeden
MEHMET RAUF
Zambak Ira m a ahlâkına aykırı görülerek toplattırılmış, yazarı da — bunu anonim olarak yayınladığı halde — yakalanıp mahkemeye verilmiş ve hapis cezasına mahkûm edilmiştir.
Mehmet Rauf, ne kadar zaman hapis te kaldı, hatırlamıyorum. Ama, o sıra larda eski arkadaşı Hüseyin Cahit'in ona, b ir yardım olsun diye, Tanin'de Mehmet Nafiz imzasıyla birtakım edebi yazılar yazmak imkânını verdiğini biliyorum .
Bu eftm hâdise üstünden birkaç za man geçerek, ona, b ir gün, Izmirde Frenk Mahallesinde, Abajoii denilen bir Fransız kitapçısında rasgetecek ve ha linden, tavrından, itinalı giyinişinden iyi b ir durumda olduğunu sezecektim. Me ğer, bu sezmişimde pek haklı im işim. •Zambak» romanını okuyan zengince b ir aile kızı Mehmet Rauf'a mektupla ev lenme teklifinde bulunmuş. O da kal kıp hemen Izm ire gelmiş, şimcfi baş üs tünde tutulan b ir içgüveyisi olarak r a hat b ir ö m ü r sürmekte imiş.
Fakat, ne yazık ki, bu nispi rahatı ve refahı çok uzun sürmeyecek ; düzenli
(Lmtfmn rmrfmjl ç e v irin iz )
9
O d o ğ d u ğ u z a m a n ,
N a p o l y o n daha i kt i dar daydı .
D
Ü N YAN IN en yaşlı adamı, Azerbaycan'ın ulu dağlarında, küçük bir köyde yaşıyor. Köyün adı Barzavu. Asırlık insan oğlu ise, b ir T ü r k : 159 yaşındaki Şirall Müslimof!Köyün küçük postanesi şu günlerde Müslimof'un doğum gününü kutlamak İçin dünyanın dört bir tarafından gelen mektupların, tebriklerin akınıyla, fazla mesai yapmak zorunda kaldı.
Müslimof 1806'da dünyaya geldiği zaman, İmpara tor Napolyon daha iktidardaydı. Avrupa'yı kasıp ka vuruyordu. Rusya'da Çarlık İdaresini deviren ihtilâl sırasında da 100 yaşında olmuştu bile!
Asırlık ihtiyarın başından üç evlilik geçmiş. Son karısı, 84 yaşındaki köylüsü Hatun Nine. Tab iî bu evlilikler münasebetiyle Şiraii'nin tam 150 çocuğu, torunu, torununun torunu olmuş! Şükür ki böyle, yoksa doğum gününü kutlamak için gönderilen mek tupların ve tebriklerin hepsini cevaplandırmak, Şirali için hiçbir zaman m üm kün olamayacaktı. Şimdi ise torunlarının torunları, kendisine bu konuda yardım etmektedirler.
Tebriklerin çok şeşitli ülkelerden geldiğini öğren diği zaman, Şirali b îr hayli şaştı. Görmüş geçirmiş başını sallayarak, «N e kadar da tanınm ışım ,» dedi.
Şirali’de yaş 159! Ata hâlâ bir delikanlı gibi biniyor!
Uzun ömrünün sırrı, çalışmak, temiz hava, iyi yemek.
Kendini bildiğinden beri muntazam yemek yi- Şirali'ye göre uzun ömürlü olmanın
şartların-yen Şirali için, sebzenin büyük
önemi var.
dan biri de, alkol, sigara içmemek ve bol uyumak.
“ Ey l ü l ” Muharriri Mehmet
Rauf’ la Nasıl T a n ı ş t ı m ?
b ir aile hayatından tekrar derbederliğe dönecekti. Ama, bu sefer kabahat onda değildir. Ayrılmayı karısı istemiştir.
Tekrar derbederliğe dönmek. Bu, ge
çim dertleri içinde kırkını boylamış bir adam İçin pek hoş olmasa gerektir. El verir ki, genç ve vefalı b ir arkadaş ona destek olsun. Netekim, Mehmet Rauf, böyle b ir arkadaşı, böyle bir desteği — eserlerini okumak suretiyle ona gö nül vermiş — yirm i iki, yirm i üç yaş larında bir öğretmen kızda bulmuştur. Bu kız güzel m iydi? Ç irkin m iydi? Bil miyorum . Bir gün, Kadıköyü'nün b ir so kağından, onu Eylül yazarının kolunda mutlu bir eda ile geçerken görmüştüm. Bu çifte, bir müddet, başımı çevirip ar kadan baktım. Her ikisi de birbirleri ne öylesine sokulmuştu kİ, nice genç sev dalılar onların haline imrenebilirdi.
Oy-Oençlik yıllarında Mehmet Rauf
sa, ben, yalnız derin b ir hayrete kapıl mıştım. Zira, son zamanlarda, Mehmet Rauf'un inmeli olduğunu işitmiş bulunu yordum .
Netekim, hasta Eylül yazarı, b ir gün, yeni bir romanını tefrika ettirmek için yanında taze eşiyle «A k ş a m » idarehane sine gelmiş ve onu «B u , benim yalnız karım değil, aynı zamanda sağ kolum- d u r » diye takdim etmişti ve bu sözüyle inmeli tarafının sağ kolu olduğunu an latmak istemişti. Demek kİ, o durum un da, karısının yardımıyla hâlâ çalışmakta devam ediyordu.
Mehmet Rauf, bu zorlu yaşama şartına kaç zaman dayandı, hatırlamıyorum . Fa kat, Ankara'da kendisinden aldığım İki mektup, bana, denize düşmüş b ir kimse nin imdat işaretleri gibi görünmüştü. Ay nı mektupları Falih Rıfkı ile Ruşen Eş- ref'e de yazdığını sanıyorum. Zira, hü kümetten dilediği yardım ı rica etmek için İsmet Paşanın yanına girdiğim zaman bu iki arkadaşımın aynı maksatla orada bu lunduklarını görmüştüm. İsmet Paşa vak tiyle Mehmet Rauf'un Eylül'ünü okuyup pek beğendiğini söylemiş ve bu sözüne « O Zambak diye b ir fena eser de yazdı ama, Eylül bu günahının kefaretidir» mütalâasını ekleyerek Mehmet Rauf’un
son günlerini nispî b ir rahat içinde ge çirebilmek çaresini sağlamıştı.
Ondan sonra, «lâ tif, zarif, müstesna ve m uttarra» Suat Hanımın «şeydâ» âşı- kını artık hiç görmedim ve herkes gibi ben de ölüm haberini Ankaraya gelen iki günlük İstanbul gazetelerinden aldım. Bu haber beş, on satırı geçmiyordu. Cenaze töreninde ise kaç kişi bulunduğunu bil m iyorum . Yalnız, edebiyat meraklısı İz m irli Hüseyin Rifat'ın o törene ait bir müşahedesi hiç hatırımdan çıkmamıştır. Mehmet Rauf'un ölümünden b ir yıl son ra rasgeldiğim bu zat bana demiştir k i : «G e n ç karısı, gözleri tabuta dikili ola rak tâ önde yürüyordu ve o tabutu sanki bu gözlerden çıkıp uzanan bir sevgi ışığı taşıyor gibiyd i.»
Gelecek hafta:
SAHABETTİN SÜLEYMAN
ve
F E C R İ Â T İ
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Ta h a To ro s Arşivi