10 Kasım 1989 Cum a
Yıl- 29 Sayı: 9956
500 TL. (KD V dahil)
Her sabah dünya yeniden kurulur. Her sabah taze bir başlangıçtır
'
illetin ira d e
ve em elin e
u ym ayan ların
ta lih i
h ü sra n d ır
izm ih la ld ir
(çöküştü r)
Y>
VYANKILAR
eçen haftaki hadiselerden en fazla
G
ağınma gideni:
—Maalesef bir işçi toplantısında,
Devlet Bakanı sayın Cemil Çiçek’e yapı
lan saygı dışı bağırmalar oldu. Türkiye-
de daima herkese nizam ve terbiye öğret
miş ve anarşiye yüz vermemiş olan işçile
rimizin
to p la n tısın d a ,
“ bakan
yuhalamak’’ gibi bir şenaate başvuracak
iki tıynetsiz kişi dahi bulunmamalıydı...
—Ama, bundan da daha beteri; bu olay
sırasında sayın Baykal’ın ettiğidir.
Onlar Çiçek’i terbiyesizce üzüp, toplan
tıyı terk etmesine sebep olurken, SHP Ge
nel Sekreteri sayın Deniz Bay kal da: “Al
lah hiçbir bakanı bu hale düşürmesin!”
demiştir.
Deniz Baykal, 1960’ta, Kızılay’da, Baş
bakan Menderes’in yakasına yapışıp yır
tanlardan biri miydi? Kendisi inkâr edi
yor, inşallah doğrudur.
“ İnşallah yalandır” derim, ama: Çiçek
hakkında, bütün gazetecilere işittirecek
şe-A H M E T Kşe-ABşe-AKLI
kilde söylediği o söz beni tekrar düşün
dürdü. Sakın o söz, başbakan yakası yır
tan birinin sırıtışı olmasındı...
GORBAÇOV TÜRK MÜ?
e Monde gibi ciddi gazete, “
Gorba-L
çov’un babası Türk’tür” diye bir ri
vayete uzun uzun yer verdi.
Güya Gorbi’nin annesi bir Türk’le ev
lenmiş, ondan (belki de Mikâil adında) bu
çocuk olmuş. O Türk ölmüş. Bu sefer o
hanım bir Rus’la evlenmiş de oğlanın- so
yadı Gorbaçov olmuş.
Biraz da A. Duma-Per’in “ Üç Silâhşor-
lar” mı andıran bu hikâye, meğer, bu ye
nilikçi lidere kızan Ermeniler’in rivayeti
imiş. Çünkü, bütün dünyanın baskıları
na rağmen, Erivan haydutlarını yeteri ka
dar yüze çıkarmıyor.
Fakat ben, Türkler’e hiç değilse düşman
olmayan bu sevimli Mıhail Gorbaçov’un,
nâm-ı diğer: Mikâil Gariboğlu olmasını ne
çok isterdim. Ayrıca suratının hiçbir ta
rafı bildiğimiz “ Molotof-sal M o sk o f’la
ra benzemiyor. Ayrıca bu zatın yüzü sa
hiden Türk’e benziyor.
Sakın bu Gorbaçov, Kırgız Türkleri’nin
kahramanı “ Er Manas” ın torunlarından
birisi olmasın ki... Allah onu, komüniz
min ve istilâcı Moskofluğun dağıtılması
na memur etmiştir.
MEHMET BİLGÎNOĞLU
Kasım Cumartesi çıkan Konya’ya
4
ilişkin yazımda, İstanbul’da oturan
Konyalı bir zenginin, milyarlar sarfı
ile, Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi için,
yeni bir hastahane binası yaptırdığım yaz
mıştım. O zat, meğer benim çok sevdiğim
Mehmet Bilginoğiu değil miymiş? Mem
nuniyetim kat kat oldu. Allah razı olsun,
dedim.
ALÎ EMÎRÎ EFENDİ
• stanbul’a, “ Fatih Millet Kütüphanesi”
I
gibi bir yazmalar ve kaynaklar hâzi
nesi kazandıran Ali Emîrî Efendi,
Türk Edebiyatı Vakfı’nda, Muhtar Tevfi-
koğlu tarafından, inanılmaz güzellikle an
latıldı...
Bunun üzerine, Zaman’dan Fethi Gün
gör arkadaşımız, “ Fâtih semtini şöyle ge
zeyim hele” demiş, Diyarbekirli Ali Emî
rî Efendi’den iz eser kalmış mı?”
Bakmış ki bir sokak ismi... Ama hey
hat “ Efendi” liğini almışlar... Üstelik de
Ali Emini Sokağı diye yazmışlar. Daha
neler: “ Sürre Emîni Sokağı” Süre Emi
ni, “ Başimam Sokağı” Başimam “ Muh
zır Sokağı” Muzbir Sokağı.... oluvermiş.
Bu cehalet bizi daha nerelere götüre
cek? Meraktayım. Belediyelerimiz bari
“ resmî cehalet” in bu teşhirinden sakın
salar. Bir bilene sorsalar...
ATATÜRK’ün
1
Akşam Sohbetleri
Hazırlayan: İsm et BOZDAG
i
]
.-il r«k
□
Cumhuriyet’in onuncu yıldönümü bütün yurt
ta coşku içinde kutlanıyor. Ankara’da balolar
tertiplenmiş. Atatürk de bu coşku seline katı
lıyor ve baloda eğlenenlere sesleniyor. “ Ba
na soracak bir şeyi olan var mı?"
Salonda çıt çıkmıyordu. Atatürk’ün yüzü
altından mavi ateşler gibi yanan gözlerini
C
Bir yüzbaşı söz istiyor: “ Gazi Hazretleri siz 34 ya
şındayken Anafartalar komutanıydınız. Ben bugün
36 yaşımdayım. Bir gemiye kumandan olabilmem
için daha yirmi yıl beklemem gerek. Buna bir çare
bulunuz. Gençler iş başına geçsin"
kırışmış, başı öne düşmüştü. Çatık kaşlarının
yüzbaşıya dikerek şunları söyledi:
D
A ta tü rk şöyle devam etti: “ Sen sadece be nim yaşım a b akm ışsın. Yaşım a b ak ac a ğ ı na, iç in d e yaşad ığ ım ü lk e m d e k i hercü- m e rc e b aksan a... Bir d e b u g ü n kü o rtam ı d ü şü n se n e...”yılının2 9 Ekimge- l « / 0 0 cesini yaşıyoruz. Cumhuriyet'in onuncu yıldö nümü şenlikleriyle Türkiye ye rinden oynuyor. Hele Ankara
•Atatürk’ün yeni baştan kur
duğu şehir- taşıyla toprağıyla ayakta. Bu büyük günü kutla mak için dost ülkelerden he yetler gelmiş. Oteller, büyükel çilikler bu konuklarla dolup taşıyor.
Ankara Palas’ın koca salon ları konuklar için yetmemiş.de Ziraat Bankası’ nın giriş holün de de ayrı bir balo düzenlen miş... Bunun dışında o zaman ki Türk Ocağı, bugünkü Etnog rafya Müzesi salonu da hazır lanmış, orada Atatürk kordip lomatiğe bir yemek veriyor.
Atatürk, kendi eserinin
onuncu yılını iliklerine kadar yaşıyor. Türk Ocağı salonunu dolduran yabancı ülke temsil cileri ile şakalaşıyor, konuş malar yapıyor, şereflerine ka dehler kaldırıyor. Masal gibi akıp giden saatler bunlar... Geceyarısından sonra yaban cı diplomatlar birer ikişer Ata
türk’ün iznini alarak çekiliyor
lar. Sonunda çevresine bakı yor, yaverleri var. Dışişleri Ba kanı Dr. Tevflk Rüştü Araş ve
Emniyet Genel Müdürlüğü: nün Atatürk’ü korumakla gö
revlendirdiği ekipten genel mü dür yardımcıları Ihsan Sabri
(Çağlayangil), Sebat! (Ataman)
var. Ayrıca Dışişleri Bakanlığı’n- dan bazı daire müdürleri...
Gece çok neşeli geçmiş, yenilmiş içilmiş, konuşulmuş tur. Atatürk, hâlâ diri, hâlâ ko nuşmaya hevesli... Etrafında kilere:
“ B iz im k ile r nerde?..”
diyor.
Bu sözün anlamını hemen kavrıyor Tevflk Rüştü Araş... Yakın arkadaşlarını, her za man sofrasını ve fikirlerini paylaştığı Salih (Bozok), Kı
lıç Ali, Nuri Conker, Recep Zühtü’yü aramaktadır. Dr. Tevflk Rüştü Araş, hemen:
"Ziraat Bankası salonunda ki baloda Gazi Hazretleri” di ye karşılık veriyor.
“Hadi öyleyse”, diyor, “Ne duruyoruz burada? Biz de oraya gidelim...”
Bir yayla gecesinin serinli ği içinde arabalara biniliyor ve bir süre sonra Ziraat Bankası1 nın önünde iniliyor...
Balo salonu öylesine hınca hınç dolu k i, yarm anın- girmenin kolayı yok... Koruma görevlileri biraz zorluyorlar, ama ne yapsalar boşuna... Başaramıyorlar... İlgililer, yol g ö s te rip Z ira a t Bankası Umum Müdürü'nün odasına alıyorlar Mustafa Kemal Pa-
şa’yı... Gazi oturuyor Umum
Müdürlük masasına... Berabe rinde gelenler de koltuklara yerleşmişler. Ayakta kalanlar da var... Atatürk bir süre otur duğu koltuğun arkasına kon muş bir tabloya gözlerini diki yor. Bu tabloda yaşlı bir köy lü, elinde orak, dinleniyor... Ya nında da buğday saçlarıyla b r köylü kızı, bir kucak başağı kolları arasına almış, gülüm süyor... Sonra, sonsuz ufukla ra kadar, üstlerine yel vurmuş sarı buğday başakları...
Atatürk bakıyor bakıyor,
sonra yanındakilere soruyor:
— Nedir bu resim?..
Cevap veriyorlar: — Ziraat Bankası’nı sembo lize ediyor, Gazi Hazretleri... Banka çiftçiye kredi dağıtıyor da...
Atatürk yergili bir espri
içinde konuşuyor:
— Hadi canım sen de!.. Ben de çiftçiyim... Şimdiye kadar Ziraat Bankası’nın if lâs ettirdiği çok çiftçi gör düm, ama ihya ettiğine rast lamadım!..
Hafif bir gülümseme dola şıyor odada... Atatürk ko nuşuyor:
— Hem beni buraya niye getirip kapadınız bakalım? Buraya bu resmi görmeye gelmedik, baloya geldik...
Etrafındakiler, balo salonu nun çok kalabalık olduğunu, yol açmanın güçlüğünü anla tıyorlar, insanlar içki sebe biyle fazla neşelendikleri için olay çıkabileceğini ima ediyor lar... Atatürk, oralı değil:
— İyi ya, tamam!.. Aradı ğımız bu değil mİ?.. Ne de diniz? Kalabalık dediniz!.. Kalabalık ne demek?.. Mec lis demek!.. Meclis ne de mek?.. Konuşulacak yer de mek!.. Biz ne yapacağız?.. Konuşacağız!.. Elbette ne şeli olacaklar; benim vatan daşlarım orada Cumhuri yet’in onuncu yılını kutlu yorlar!.. Elbette İçkili ola caklar. Çünkü orası balo sa
lonu... Onların bana sora- caklan vardır, benim onlara söyleyeceklerim var... Yürü yün, gidiyoruz!..
ATATÜRK BALOYA ~ GİRMENİN ÇARESİNİ
BULUYOR
Koruma görevlileri, hemen davranıp aşağıya iniyorlar, sa lonu dolduranlara Atatürk’ün gelmekte olduğunu söyleye rek yol açmaya çalışıyorlar; oradakiler de Atatürk’ün adı nı duyunca, yol açmak şöyle dursun, kapı önünü doldura rak, yarılmaz bir insan barikatı kuruyorlar... Bir alkış, bir kıya mettir gidiyor...
Atatürk, gülümseyerek ba
kıyor, olup bitene... Sonunda yanındakilere:
“ Bana bir sandalye geti rin!..” diyor. Getiriyorlar... Ata türk, kapı ağzına konan san
dalyenin üstüne çıkıyor; çık masıyla bütün salon bir anda
Atatürk’ün yüzünü görüyor...
Caz, çaldığı parçayı yarıda ke sip, “ Dağ Başını Duman Al
mış...” marşını çalmaya baş
lıyor. Salon, havaya kalkan el lerin alkışlarıyla çın çın öter ken, “Yaşa Gazi Paşam”,
“ Yaşa C u m h u riy e t’ lmln Babası” sesleri, duvarlarda
yankılanıyor...
Atatürk, iki elini havaya kal
dırarak susturuyor salonu:
—Teşekkür ederim!.. Te şekkür ederim!.. Beni dinle yin bakalım şimdi...
Sesler, bıçak yemiş gibi ke siliyor bir anda.., Caz susuyor, insanlar susuyor... Atatürk, başlıyor konuşmaya:
—Cumhuriyetimizin 10. yı lını kutlamak İçin toplan mışsınız... Görüyorum, hepi niz neşe İçinde, mutluluk İçindesiniz... Ben de sizden biri olarak neşenizi, mutlu luğunuzu paylaşmak İçin geldim. Bu büyük günde, devlet başkanınız olarak si zin bana soracaklarınız var dır, benim size söyleyecek lerim olabilir!.. Fakat görü yorsunuz, bu şartlar İçinde konuşmak mümkün değil.. Bu Meclls’ln verimli olabil mesi için, önce aranızdan bir başkan seçmenizi teklif ediyorum.
ATATÜRK BAŞKAN ADAYI
Salondakiler, kadınlı erkek li, bir ağızdan ve karmakarışık bağrışıyorlar:
— Başkanımız sîzsiniz!.. Başkanımız sîzsiniz!..
— Böyle olmaz... Bunu söyleyerek, siz beni başkan adayı göstermiş oluyorsu nuz demektir... Peki, adaylık teklifini kabul ettim. Oyunu za sunuyorum: Adaylığımı kabul edenler ellerini kal
dırsın!..
Bir anda salonu, havaya uzanan eller dolduruyor... Ata
türk devam ediyor:
—Adaylığımı kabul etme yenler!..
Derin bir sessizlik...
— İttifakla kabul edilmiş tir. Gösterdiğiniz güvene te şekkür ederim!..
Salon yeni baştan kulakla rı sağır eden alkış sesleri ile doluyor...
— Şimdi, seçilmiş başka nınız olarak sizden yapılma sını istiyorum: Benim hi zamdan itibaren sağ tarafta kiler, gidebildikleri kadar geri çekilsin!.. Yine benim hizamdan sol taraftakiler de çekilebildikleri kadar geriye çekilsinler...
Salon öylesine dolu ki, in sanlar santim santim gerileye rek ve birbirlerine gömülerek, ortada 3 metrelik bir boşluk açabiliyorlar. Atatürk, etrafın dakilere:
“Şimdi bana bir masa, bir de sandalye getirin” diyor.
Getiriyorlar... Oturuyor ma sanın başına ve gözlerini sa- londakilerin üstünde gezdire rek soruyor:
— Bana soracak bir şeyi olan var mı?..
Bir beyaz el kalkıyor hava ya. Bu, bir deniz yüzbaşısı dır1 ’...
— Gel bakalım, otur!..
• •
şim d i
MERCEDES
ZAMANI
Tukai n
i z
Otomotivde
• Otomobillerimiz gerçek (0) km’dir. • Daimler-Benz Fabrikasından Tır’a
yüklenmiştir. • Bütün aksesuarları Daimler-Benz Fabrikasında orijinal
olarak takılmıştır. • Kilometre sınırlamasız, 1 yıl Daimler-Benz
garantilidir. •
1990
Model MERCEDES’in bütün çeşitleriniımüessesemizden temin ed e
bilirsiniz. 190’dan 5 6 0 SEL’e kadar ister mevcut tip ve değişik akse-
suarlı otomobillerimizden seçin, ister dilediğiniz tip ve aksesuarlı
siparişlerinizi verin derhal getirelim.
SATIŞLARIMIZ PE ŞİN , VADELİ VE
FİNANSAL KİRALAMA “ LEASING’’LÎ OLARAK YAPILMAKTADIR.
OTOMARSAN A.Ş. İstanbul Bölgesi Yetkili Bayii:
HAS OTOMOTİV TİCARET VE SANAYİ A.Ş.
Merkez: Şişli, 19 Mayıs Cad. 4 Nova Baran Plaza Kat: 19, İstanbul Tel: 146 10 15 (4 Hat) Mağaza: Bağdat Caddesi No: 409 Tel: 360 91 86 - 360 91 87 Suadiye-îstanbul
45-50yaşlarında görünen, iyice sarhoş bir vatandaş ileriye çıktı, kutluyoruz burada. .. İçiyoruz, eğleniyoruz, dans ediyoruz. Ama İçkiden dili peltekleşmişti: " Benim aziz Paşam!.. Cumhuriyet’i sen geldin, burasını Meclis'e çevirdin, Gazi Paşam benim!..”
Atatürk, eli ile önündeki
sandalyeyi gösteriyor, yüzba şı oturuyor.
SİZ 34 YAŞINDA BAŞKOMUTAN, BEN 36 YAŞINDA YÜZBAŞIYIM
"Gazi Hazretleri!.. Siz 34 ya şındayken, Anafartalar komu tanıydınız... Emrinizde bir or du vardı. 35 yaşında, başınız da büyük bir zafer tacı taşıyor dunuz! Ben, bugün 36 yaşım- dayım... Gördüğünüz gibi yüz başıyım... Benim, değii bir fi loya, bir gemiye kumandan olabilmem için, daha yirmi yıl beklemem lâzım!.. 20 yıl son ra, yani 56 yaşımda benden ne hizmet beklenebilir?.. Bütün enerjimi tüketmiş olacağım... Kazandığım kumanda mevki inde kaç yıl kalabilirim?.. Siz, Cumhuriyet'i Büyük Nutuk'u- nuzda gençliğe emanet diti niz. Ben, bir Cumhuriyet gen ciyim!.. Bir Cumhuriyet yüzba- şısıyım... Emanetini korumak ve yaşatmak istiyorum!.. Fa kat bunu en iyi biçimde yapa bilmem için, yetkim olması ge rekli... Bu sebeple sizden istir ham ediyorum: Ordu terfi ba reminde yeni bir ayarlama ya pılabilmesi için emir buyuru nuz!.. Gençler, iş başına geç sin!.. Sizin elde ettiğiniz hiz met fırsatlarını, sizin eserini zi koruyacak gençlik de elde etsin!..."
Yüzbaşı sustu. Salonda çıt çıkmıyordu. Atatürk’ün yüzü kırışmış, başı öne düşmüştü. Çatık kaşlarının altından, ma vi, ateşler gibi yanan gözlerini yüzbaşıya dikerek sordu:
— Başka?..
— Başka yok Paşam!..
— Demek bu kadar?..
— Evet, Gazi Hazretleri!.. Gözlerini salondakilerin üs tünde gezdirdikten sonra yüz başıya döndü:
— Bak, dinle yüzbaşı!.. Benim, 34 yaşımda kuman dan olmam, yanlış!.. Senin 36 yaşında yüzbaşı olman yanlış değil... Sen, olağa nüstü günlerle sıradan gün leri birbirine kanştınyorsun. Bir ihtilâl ortamı İle bir dü zen ortamının ne demek ol duğunu bilmiyorsun!.. Be nim kumandan olduğum yıl larda, bir imparatorluk ça tırtılar içinde batıyordu... Va tan, hercümerç içindeydi... Dünyanın en büyük devlet lerinin gemileri, askerleriy le Çanakkale Boğazı’na da yanmış, m illi haysiyetimizi zorluyordu. Sen, ana-baba gününün ne demek olduğu nu bilir misin? Ana-baba gü nüydü o günler işte... O gün lerde rütbe, mevki düşünül mez. O günlerde her fert, bulunduğu yerde ölüme ka dar, he yapması gerekliyse, onu yapar!... Ben, böyle bir
ortamda kumandan oldum, zafer kazandım... Sen benim sadece yaşıma bakmışsın... Yaşıma bakacağına, İçinde yaşadığım hercümerce bak sana!.. Sen, hangi ortamda sın, bunu düşündün mü?.. Sen, elbette bir filo komuta nı olabilmen için, daha yir mi yıl bekleyeceksin!.. An cak, o zamana kadar elde edeceğin bilgi ve tecrübe den bu memleket İstifade edebilir!.. Gençlik, pazuda değl, kafadadır... Sen bunu kavramamışsın... Teklifiniz re d d e d ilm iş tir!.. Buyrun efendim yerinize!..
Yüzbaşı, süklüm püklüm yerinden kalktı, Atatürk’ten özürler dileyerek, kalabalığın arasına karıştı. Salonda çıt çıkmıyordu.
“ SEN GELDİN, BURASINI MECLİS’E ÇEVİRDİN”
■Atatürk, gülümseyerek sa- londakilere baktıktan sonra sordu:
— Başka?.. Başka konuş mak isteyen!..
Kalabalığın arasından uzun boylu, 45-50 yaşlarında görü nen, iyice sarhoş bir vatandaş ileriye çıktı... Durduğu yerde, uzun boyu ile sallanıyordu... İçkiden dili peltekleşmişti...
— Paşam!.. Büyük Paşam!.. Benim aziz Paşam!.. Gazi Pa şam!.. Elini ayağını öpeyim Paşam!.. Hık...
Görüntü komikti... Salonla birlikte Atatürk de gülüyordu. Fakat, insanlara hâkim olma sını bilen, tecrübeli sesiyle konuştu:
— Bırak şimdi bunları!.. Ne söylemek İstiyorsun?..
İçkili vatandaş, bu söz üze rine biraz toparlanır gibi oldu... Ama yine o peltek dili ile konuştu:
— Cumhuriyet verdiniz bi ze... Ne demekCumhuriyet?.. Hık!.. Fazilet demek, adam ol mak demek!.. H ık.iB unu kut luyoruz burda işte).. İçiyoruz, eğleniyoruz, dans ediyoruz... Hık... Ama sen geldin, burası nı Meclis'e çevirdin Gazi Pa şam benim!..
Atatürk’ün patlattığı kahka
haya salon da katıldı. Herkes gülmekten kırılıyordu. Ata
türk, tekrar konuştu... Kızma
dığı belliydi; gülümsüyordu:
— Dur, anladım, tamam... Sen demek istiyorsun ki, burada gülüp eğleniyor, Cumhuriyet’in tadını çıkarı yorduk. Sen geldin, Meclis’e çevirdin burasını, ağzımızın tadı kaçtı. Bu işten vazgeç, yine eğlenelim... Teklifin bu değil mi?..
içkili vatandaş, kendi kendi ne söyleniyor ve sallanıyordu: — Her şeyin iyisini sen bi- , lirsin, Paşam!.. Sen bilirsin
dedin mi, kavga çıkmaz.
Atatürk gülüyordu: — Bakın, bu arkadaşımı zın bir teklifi var... İşittiniz... Teklifi kabul edenler, .elleri ni kaldırsın...
H içkim se kımıldamıyordu.
—'Teklifi reddedenler?..
Eller, havayı doldurdu.
Atatürk:
- T e k lif reddedilm iştir. Hadi bakalım yerine...
içkili vatandaş, yerdâhüte- mennalarla kalabalığın arası ma karışıp kayboldu.
(1) Olay tanıkları, bu deniz yüz başısının adını kesin olarak bil miyorlar. Ancak bazılarına gö re adı "N e jat" olabilir. I.B. (2) Bazı kimselerin söyledikle rine göre, bu yüzbaşı, bu ko- nuşmadanlşonra istifa etmiş ya da hizmetten uzaklaştırıl mış ve böytece sivil hayata ge çip ticaret yaparak iyi bir hayat sürmüştür. I.B.
■R
TAM ER
10 KASIM’DA
10 SUAL
D
ün, Efeni çok duygulandıran, aynı zamanda
da çok düşündüren bir şey oldu.
Tarabya «.Atatürk Lisesi
Türkçe öğretme
ni Sayın
Nursel Arıkan,çocuklara bir 10 Kasım
ödevi vermiş.
Demiş ki:
—“Atatürk’ü bugün yaşıyor farzedin. Ve ona 10 tane sual sorun.”
Sonra da ilâve etmiş:
—“ Cevaplarını istemiyorum. Sadece 10 sual soracaksınız.”
Ç
ok duygulandım. Çünki çağdaş bir dünyada
Türk çocuklannın Atatürk’le tekrar kucak laşmalarını
seyrettim.
Çok düşündüm. Çünki çocukların
51 yıl son ra, Büyük Ata’ya neler sorabileceklerini,me
rak ettim...
Öyle ya...
Yüce önder,
televizyonve
videogörmemiş
ti.
Bilgisayarlatanışmamıştı. Bu
köprüler,bu
ba rajlar,bu
yollar, fabrikalar,51 yıl evvel yoktu.
Öldüğü zaman
nüfus17 milyondu, bugün 55
milyon...
Bu nüfusun %23'ü şehirlerde yaşıyordu, bu
gün %53'ü...
Fert başına gelir artışı (reel olarak) tam
8 katfazla.
20 bin
üniversite mezunuvarken, şimdi 1.5
milyon...
Turizm, ihracat, ithalât, döviz, kambiyo, sağlık, eğitim, spor, san’at, ticaret, siyaset, ce miyet...
ayrıca
Mülkiye, Mâliye, adliye...Bütün
bunları da koyarsak,
tanınmaz bir Türkiye...Büyük mesafeler kat’etmiş bir Türkiye.
Ama acaba Atatürk’e göre
yeterli bjr Türki yemi?
Gösterdiği
çağdaş hedefler,tam olarak ya
kalanmış mı?
Açıkçası, eğer yaşıyor olsaydı, bugünkü tab
lo,
Atatürk’ü tatmin ve mutlu eder miydi?işte bütün mesele burada.
Çocuklarımıza Atatürk’le ilgili
yeni ufuklaraçtığı için, bu şahane
ev ödevi’ndendolayı
Nur sel öğretmenitebrik ediyorum.
10 sual,
çok duygulandırıcı ve çok düşündü
rücü bir ödevdir.
Aynı zamanda da çok eğitici.
B
ana kalırsa, sırf çocuklar değil bizim gibi bü
yükler, özellikle
aydınlarda bir
10 sualha
zırlamalıdırlar kafalarında.
Bu 10 suali, tıpkı bugün yaşıyormuşçasına
Atatürk’e
sormalıdırlar.
Bu, Türk insanının, 51 yıl sonra
bir nev’iay
naya bakması
gibi,bir
kendine geliş, bir silkiniş,yeniden
bir yüceliş’tir.Sorun, korkmayın.
En sivri sualleri sorun ona.
Atatürk kızmaz, hiç çekinmeyin.
Çünki o,
müsamahakârdır. Sevgive
şefkatdoludur.
Müthiş bir
bilgi hâzinesive ileriyi gören kor
kunç bir
önsezisivardır.
0, Başöğretmen’dir.
Öğretmekten, yol göstermekten bıkmaz.
Sorun ve öğrenin.
B
en şahsen öyle yaptım.
Nursel öğretmenin verdiği ışık’ta yürüye rek,
bu sabah, Ata'nın huzuruna çıkıp, 10 sual so
racağım. Hazırladım bile.
Aldığım cevapları da
2 binli yılların bir kut sal kılavuzuolarak ruhumda saklayıp, yola öyle
devam edeceğim.
Siz de öyle yapın.
Sınav’dan geçecek olan o değil, bizleriz. Bu
nu unutmayın.
Lâik
veya
lâyıkolup olamadığımızı ancak
böyle anlarız.
\ *CADDEBOSTAN
MfiKSiM
SİBEL CAN
.
IH IN SIBlf
«
OSNUUDHU
— J — Ï Ï --- Ï Ï---r
NİLÜFER OZ
m
. DENİZ EREN
YARIN:
“ Ü lk ü le r d evlet tara fın d a n açık lanm az, m illetç e y aş an ır”rı*
İBRAHİM TATLISES
SAMİ ÖZKANLI İdaresinde ÇARŞAMBA BAYANLARA
MEYDAN FASLI PAZAR UMUMA MATİNE
Saat: 20.30 da Yemekli 40.000
* Fiks Menü Servisimiz Vardır *
Rez 385 15 55 (4 hat)
Taha Toros Arşivi