S A Y I 4 8 0 4 H A Z İ R A N 1 9 9 5
HVUdl
U
Oyunun ilk
kuralı
göz göze
gelmektir.
Kadın,
bakışlardan
emin
olduktan
sonra
gözlerini
kaçırmaya
başlar.
Belirli bir
gülümseyiş
vardır, hem
çok şey vaat eder hem de hiçbir
şey. Erkek bunu o anda bilmez.
Ama ikinci aşama budun Sonra
ortalığı bir elektrik kaplar ve
ardından ilk dokunmalar gelir.
Eyuboğluların küçük kızı Mualla Eyuboğlu o. Köy Enstitüleri’nin mimarı,
Topkapı Sarayı Harem Dairesi’nin restoratörü. Hayatı, bir dönemin anlatıcısı.
ANADOLU, SENİNLE BUYUDUM
■
£_
[! J J L
cS t.xi'pv-
-U
n a
__
BERAT GÜNÇ1KAN
E J W W
V Kadının adı, Mı
j avi gözlerinde binlerce yılın, onlarca kültürün süz- | geçinden geçmiş hoşgörünün parıltısı var. Gülüşü | yaşanmışlıkların, her şeye rağmen insana inanmış- İığın işaretini taşıyor. Bir evden çok müzeyi andı ran duvarlar arasındaki her nesne yaşadığı yetmiş altı yılın ete ğinden çekiştiriyor: “Biz tarihi taşıdık sana, insanı... Hayatı bi zimle öğrendin, bizimle büyüdün...”
Mualla Eyuboğlu. Mimar ve restoratör... Bed ri Rahmi ve Sabahattin Eyuboğlu’nun küçük kızkardeşleri. Ba bası mutasarrıf Rahmi Bey’in Anadolu’daki duraklamaların dan birinde, Sivas’ın Aziziye’sinde doğduğunda tarih de başka zamanlara açılmaktaydı. Gemiler kalkmakta, gemiler yanaş maktaydı bilinmedik limanlara...
Annesi Lütfîye Hanım, eşraftandı. Eşraf deyip geçmemeli... On altıncı yüzyılda. Kanuni devrinde bir aralar et bulunmaz ol muş. Nedeni de şap hastalığı. Devamı 2. sayfada
2 İNSANLAR
CUMHURİYET DERGİMualla Eyuboğlu
Tarihe ve insana
adanmış 76yıl...
Mualla Eyuboğlu kocası Robert Anhgger’le birlikte... (Fotoğraflar: HATİCE TUNCER)
1. sayfanın devamı
Lütfiye Hanım’ın büyük büyük dedelerinden biri koyunlannı Pulathane’den (Şimdiki Akça abat) getirip deniz kıyısına salıvermiş. Padişa hın da etsiz kaldığını duyunca, dayanamamış her nasılsa hastalık bulaşmamış koyunlannı ar mağan etmiş. Padişah da bunun altında kalır mı, tutmuş Maçka’yı vermiş bu büyük büyük dedeye.
Aziziye’deki görevi bitip de Rahmi Bey Kü
tahya’ya tayin edildiğinde Mualla’nın çocuk gözleri savaşa tanıklık etti. Savaş sürüyordu. Kent bombalanıyor, ölenler, yaralananlar sed yelerle taşınıyordu. Bir bombardıman sırasın da evdeki herkes kaçışmış, lazımlıkta oturan Mualla evde unutulmuştu da Sabahattin abisi dönüp kurtarmıştı. İlkokulu yine Rahmi Bey’in görevi nedeniyle Artvin ve Trabzon’da bitirdi. Anne eşraftan, baba da halktan olunca anlaşmazlıklar yaşanmıyor değildi evde. Ço ğu kez Lütfiye Hanım utanan sıkılan tarafolur du.Çünkü Rahmi Bey, köy çocukları ne
giyi-4 HAZİRAN 1995. SAYI giyi-480
3
yorsa kendi çocuklarının da üzerle rinde o giysileri taşımalarından ya naydı. Bir gün birkaç köylü evlerine gelmiş, o arada temizlik yapmakta olan Lütfiye Hanım, ayaklarının değdiği yerleri gösterip, “Ay bas mayın” diye bağırmıştı. Köylüler daha sonra kaymakamlığa gitmiş ler, görüşme sırasında olanları anla- tıvermişlerdi:
“Karakaşlı kara gözlü Ne şirin verdi sözü Kaymakamın karısı trezil etti bizi”
Mualla iki buçuk yaşındaydı o ta rihlerde. Rahmi Bey, köylülere bi- rerçift ayakkabı armağan etmiş, ko nu da böylece kapanmıştı.
Rahmi Bey, Serbest Fırka’ya geçmiş, Sabahattin Eyuboğlu Fran sa’ya gitmiş, Bedri Rahmi Eyuboğ lu da ressam olmak için İstanbul ’u seçmişti. Ortaokulu bitiren büyük kızkardeş de lise çağına gelmişti ama Anadolu’da ona uygunbir okul
yoktu. Aile İstanbul ’a taşındı .Ö nce Şehzade- başı’ndaoturdular, Bozdoğan Kemeri ve So- ğanağa’da. İstanbul KızLisesi’ndeokuduMu- alla. 1941 -42 yıllarında Akademi’den mezun olduğunda artık bir mimardı...
ilk işi, Hasanoğlan’da, Yüksek Köy Enstitü- sü’ndeydi. Yapı Kolu Başkanı olarak görevlen dirildi. Ailesi, Ankara’ya yakınlığına rağmen Hasanoğlan’agitmesine karşıydı. Oaralar Sa bahattin Eyuboğlu da Ankara’da çalışıyordu. “Ağabeyim’e gidiyorum” dedi Mualla, “Onun yanında misafir olarak kalacağım”. Gitti de. Ama misafiri iğe değil, çalışmaya...
Pantolonlu bir mimar
Yine harp yıllarıydı. Devlet şantiyeleri yok tu ve Yüksek Köy Enstitüsü’nün eksik binala rı bir an önce tamamlanmalıydı. Mualla, hem eksikbinalann projelerini çizdi, hem de öğren cileriyle birlikte uygulamaya koyuldu. En bü yük yardımcıları da Macar ustalardı. Müzik bölümü için bina, öğretmen evleri, kantin... Müzikholümü için yapılan bina yuvarlaktı ve öğrenciler için tek tek odalar yapılmalıydı. Tecrit malzemesi bulmak zordu. Çözümü oda lar arasında boşluklar koymakta buldu. Ortaya çıkan görüntünün orak çekici çağrıştırdığı söy lendi önceleri. Söylenti komünist suçlamaları na dönüştü. Meclis’te bile tartışıldı. İnceleme yapıldı ve binanm görünümünün komünistlik- lebirbâğlantısı olmadığına karar verildi.
Aydın, Kayseri, Erzurum, Hamidiye... Nere deyse bütün köy enstitülerinde ders verdi, ara zi tayin edip, binalar inşa etti. Öyle köylere gi diyorlardı ki, yolunun yokluğu biryana, harita da bile görünmüyor. Çalışmak için gidilen köylerdeki kızlar isteniyordu ailelerinden. Kürt köylerinde aşiret reislerinin de baskılan yüzünden kızlara ulaşamıyorlardı bile. Türk- menler ise büyük kolaylık gösteriyor, neredey se istenmeden kızlannı çalışmaya gönderiyor lardı.
Ayağında pantalon ve yün çoraplarla bir ka dından çok erkeği andınyordu ama köylülerin buna pek şaşırdığı söylenemezdi. Bir gün tren le Ankara’ya giderken önünde oturan kadının önce rengi sarardı sonra da öldü. Kadının koca sı biraz şaşkınlıktan, biraz da üzüntüden ne
ya-Merkez Bankası
Umum Müdürü ’nün
karşısına çıktığında da
ayağındaydı pantolonu ve
yün çorapları.Bir de
heybesi. Müdüre olup
biteni anlattı. Yetmiş iki
lira olan maaşını
istiyordu. Adama verecek,
karısının cenazesini
kaldırmasını sağlayacaktı.
Maaşı verildi.
pacağını bilemiyordu. Kurala göre kadının öl düğü yerde trenden indirilmesi gerekiyordu. Kocanın gözyaşlarına dayanamadı Mualla. Üstelik paralan da yoktu. Ankara’ya kadar gi dilmesini sağladı.
Merkez Bankası Umum Müdürü’nün karşı sına çıktığında da ayağındaydı pantalonu ve yün çoraptan. Bir de heybesi. Müdüre olup bi teni anlattı. Yetmiş iki liradan maaşını istiyor du. Adama verecek, karısının cenazesini kal dırmasını sağlayacaktı. Maaşı verildi. Müdü rün yanından çıktığında görevliler o giysilerle o odaya nasıl girdiğini sordular, birde müdürü nereden tanıdığını. Güldü. Parayı kocaya verdi ve kadının cenazesi kaldınldı.
Demircinin sevdası
O yıllar köylerde cami yoktu, imam da. Ölü nasıl gömülür, bilmezdi köylüler. Anlatır, yol gösterirlerdi. Yıllar sonra düşündüğünde, yo bazların cami ve imam olmaması yüzünden Anadolu’da kendilerine yer bulduklarını düşü necekti Mualla.
En çok başını ağrıtan konuysa ev lilik teklifleriydi. Tümünü geri çe viriyor, ısrarlar karşısında ise ne ya pacağını bilemiyordu. O belki de ağabeylerinin eve girip çıkan arka daşlarıyla kurduğu ilişkiler nede niyle kadın ve erkeğin dost olabile ceğine, aralarında ille de aşka ve cinselliğe dayandırılmayacak bera- berlikleryaşanacağma inanıyordu. Buyüzden yalındı,rahattı. Birak- şam, havanın da güzelliğinden etki- lejıip müdüre “Mehtaba bakalım” demişti. Müdür de, “Amaaan ba cım” deyip odasına gitmiş, kapısını kilitlemişti.
Köy Enstitülerinden ayrıldığında yıl 1947’diydi. Güzel Sanatlar Aka- demisi’nin Yüksek Şehircilik ve Mimarlık Bölümü’ne asistan ola rak girdi. Aynı yıl kurulan Türk Sa nat Tarihi Enstitüsü’ne geçti daha sonra. Artık bir restoratördü. Hafri yatlara katılıyor, kazılara eşlik edi yordu.
Küçük Yazılıkaya hafriyatı sırasında, işçiler yanına gelip, “Aman hocam” dediler, “Dikkat et, köyün demircisi seni bu akşam kaçıracak”. Birkaç arkadaşıyla birlikte demirciyi buldular. Efendiden bir adamdı, onları dinledi ve sevda sından vazgeçti.
Gittikleri yerlerde sadece kazılarla ilgilen miyor, yörenin otantik türkülerini de öğreni yordu. Hiç türkü sevmeyen Ahmet Hamdi Tan- pınar bile Diyarbakırtımarhanesinde yakılan birtürküyüMualla’nın sesinden dinlediğinde beğenmiş, her karşılaştıklarında söyletir ol muştu:
“Aşağıdan gelir sürüler Gine melullaştı gör ela gözler Haydi helallaşak gelinler kızlar...”
Onüçüncü asır kemerlerini nasıl farkediyor- sa, türküleri de öyle keşfediyordu Mualla. Ens trüman çalmıyordu ama sesinin güzelliğini an nesinden almıştı. Lütfiye Hanım, ilahilerokur, çocuklarına da dinletirdi. İlk OsmanlI eserleri üzerine çalışmış, namazgâhlar toplamışlardı. Tekkelertamir etmiş, mahalli inançları yakın dan görmüştü. Bu inançların mimari üzerinde ki etkilerine tanık olmuştu. Rakamların önemi büyüktü inançlarda. Bu mimariye de yansıyor du. Üç ve dört rakamları önemliydi, dokuz sembolikti, bütün süslemelerde, arabesklerde bu ilişkiyi görmek mümkündü.
İznik çinileri ve evlilik
Iznikçinileri üzerine çalışmayabaşladığın da biryardımcısı vardı. Dr. RobertAnhcgger.
1911 ’de Viyana’da doğmuş, Amsterdam, Zü- rih, Berlin ve Viyana’da hukuk, edebiyat ve ta rih öğrenimi görmüştü. Balkan tarihine ilgiliy di. Bu nedenle Türkçe öğrenmek üzere 1935 yılındaTürkiye’ye gelmişti. Biryıl kalmış, bu arada Gedikpaşa’da oturmuştu. Arkadaşları nın gözünde Türkiye’ye gittiği için bir aptaldı. Türklerin gözünde ise bir casus. Kimileri de soruyordu, “Sen bizimle alay mı ediyor sun?” Anhegger ikinci kez 1938 yılında Türki ye’ye geldiğinde yanında Türkolog Andreas Tietze de vardı. Birlikte Anadolu’yu dolaştılar. Türklerin değil üzerine yatırım yapmayı adını bile bilmediği bir kavramdı turist. Köylere izinsiz girilemiyordu. Görevlilere göre de, *•
DERGİDEN
Merhaba,
1995 yılının ilkbaharını da tükettik
ve yaz aylarına girdik. Çoğunuz yaz
tatili nedeniyle Cumhuriyet Dergi ’y i
değişik yerlerde okuyacaksınız.
Denizle, güneşle ve doğayla
birlikteyken de umarız dergimizden
aynı keyfi alırsınız.
Yeni bir mevsime girdiğimize göre,
dergimizde de bir iki minik yenilik
yapalım dedik. Zaman zaman
okurlarımızdan telefonlar geliyor,
sevdikleri yazılar üzerine
düşüncelerini aktarıyorlar.
Bazı okurlarımız da yazı ve
fotoğraflarıyla katkıda bulunuyor.
Ancak mektup gönderen okur sayımız
çok az (Bilmeceye gelen yüzlerce
mektubu saymazsak tabii).
Okurlarımız dergideki yazılara
ilişkin düşüncelerini 10-12 satırla
sınırlı kalmak kaydıyla bize
iletirlerse hep birlikte yeni bir köşe
açabiliriz: okur mektupları köşesi...
Yaz yeniliği olarak bir de değişik bir
bilmece düşündük. Onu da haftaya
sayfalarımızda bulacaksınız.
Güzel bir hafta sonu dileğiyle...
İpek Çalışlar
CUMHURİYET DERGİ İMTİYAZ SAHİBİ: BERİN NAD ■ BASAN VE YAYAN: YENİ GÜN HABER AJANSI BA SIN VE YAYINCILIK A Ş . ■ GENEL YAYIN YÖNETME Nl: ORHAN ERİNÇ ■ GENEL YAYIN KOORDİNATÖ RÜ: HİKMETÇETİNKAYA ■ YAZI İŞLERİ MÜDÜRLE Rl: DİNÇ TAYANÇ (SORUMLU), İBRAHİM YILDIZ I YAYIN YÖNETMENİ: İPEK ÇALIŞLAR ■ GÖRSEL YÖ NETMEN: AYNUR ÇOLAK ■ REKLAM: MEDYA C
KAPAK FOTOĞRAFI: HATİCE TUNCER
10 Haziran Cumartesi
TEKNEDE YAZA MERHABA (sabaha kadar) K A Ç K A R (1 7 -2 4 H a z ., 2 4 -3 1 H a z .) A y d s r , Ç a y m a k ç u r , A ş a ğ ı v e Y u k a rı K a v ro n M e z o v lt v e Z llk a le , Ç a t
ALADAĞLAR GEÇİŞİ (1-9 Tem m uz 1995) 6 gece çadır konaklamalı, zorlu dağ geçişi.
Y U N A N İS T A N (2 3 E y l ü l -8 E k im ) K a v a la , S e la n ik , A tin a , V o lo s, A d a la r. A y rın tılı b roşO r İste yin iz.______________
T E M E L F O TO Ğ R A F EĞİTİM İ B AŞLIYOR !
1 Temmuz Cumartesi gûnO, 8 hafta süreli seminerlerimiz başlıyor, hemen arayınl
G Ö Ç E R L E R
TEL: 0215-414 44 74 FAKS: 0215-347 62 97
4 İNSANLAR
Nikâhlarında Lütfiyc Hanım yoktıı. Kızını bir yıl sonra bağışlayabildi
köylülere göre de ya defineciydiler ya da tiyat rocu.
Her gittikleri kentte ancak bir gece konakla ma haklan vardı. İki gece kalmanın sonu ce zaydı. Jandarma, “Haydi ecnebiler” diyordu, “Sorguya.” Yine de naziktiler ve ikramlarını esirgemiyorlardı. Otobüse binip kent ya da ka sabadan aynldıklannda daha hareket etmeden gidecekleri yerin karakolu geleceklerinden ha berdar ediliyordu. Edirne’de şehir içinde fo toğraf çektiklerinde “Burada askerler oturu yor” diye engellenmişlerdi.Aynı şeyi Kon ya’dan Aksaray’a giderken de yaşamışlardı. Fotoğraf makineleri ellerinden alınmak isten miş, karşı çıkınca da emniyet müdürlüğüne gö türülmüşlerdi. Bir başka engellemeyle de İs tanbul’da, Bostancı Köprüsü’nün üzerinde karşılaşmışlardı.Fotoğraf çektikleri için tutuk lanmışlar, olaydan haberdar edilen Küçük Va- li’nin (Fahrettin Kerim Gökay) sayesinde salı verilmişlerdi.
Mualla Eyuboğlu’yla Robert Anhegger’in beraberlikleri önceleri bilgi alışverişine daya lıydı. Anhegger Mualla’ya Almanca öğretiyor, Mualla da inşaat terimlerinin Türkçesinde An- hegger’eyardımcı oluyordu. Mualla’nın İznik çinileri üzerine çalıştığı dönemde İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölü- mü’nde öğretim görevliliği yapan Anhegger, kütüphanelerde ona kaynak arıyordu. Arka daşlıkları onuncu yılını doldurduğunda Rahmi Bey öldü. Yalnız kaldığını hisseden Mualla Anhegger’in evlilik teklifini geri çevirmedi ama ailede çok yabancı olmasına karşın Lütfi- ye Hanım kızına izin vermedi. 6. Şube Müdürü Orhan Eyuboğlu’nun Ayaspaşa’daki evlerinde kıyıldı nikâhları. Lütfiye Hanım’ın dışındaki bütün akrabalar, kardeşler katıldı nikâha. Kızı nı bir yıl sonra bağışladı Lütfiye Hanım. Da madıyla da dost oldu.
Artık Yüksek Anıtlar Kurulu’ nun raportörü olan Mualla Eyuboğlu durmaksızın çalışıyor du. Rumelihisan’nın restorasyonu sırasında emrine bir asker ve jip vermişlerdi. Aynı za manda Harem Dairesi’nde de çalışıyordu. As ker Hisar’la Topkapı Sarayı arasında getirip götürüyordu onu. Bir gün saraya taksi tutup gitmek zorunda kaldı Mualla Eyuboğlu, çünkü asker ortalıkta görünmüyordu. Sonradan tu- uklaııdığını öğrendi. Asker, “Kral geçecek” liye trafiği kapattırmış, şehir içinde gönlünce >ir tur atmıştı, tş ortaya çıkınca da yakalanıp
Emniyet Müdürlüğü’ne götürülmüştü. Bu arada Robert Anhegger’in Amsterdam’a tayini çıkmıştı. Mualla Eyuboğlu’nun izin iste ği geri çevrilmiş, o da istifa ederek kocasıyla birlikte gitmişti. Anısterdam’da kaldıkları beş yıl süresince radyolarda, üniversitelerde kon feranslar vermiş, HollandalIlara Türkiye’de kadını, Cumhuriyet dönemi Türkiyesi’ni an latmıştı. Dönüşte yeniden göreve alınması zor oldu. Bu kez atandığı bölüm, röleve’ydi. Yine oradan oraya koşturuyordu. En büyük yardım cısı Anhegger’di. Sonraları, “Onun yardımıyla ayakta durabildim. Maddi bakımdan onun yar dımı olmasa bu işi yürütemezdim” diyecekti. Üstelik devlete kırk yıl çalışmasına karşın si gortası on beş yıl ödenmişti. Yani o da devletin çalıştırdığı kaçak işçilerdendi.
Aşk mı? Hastalık
İlişkilerine uyumlu denilebilirdi. Düşünce tarzları aynıydı amaküçük şeyler üzerine yap tıkları kavgalarçevrclerini ürkütüyordu. Ağa beyi Sabahattin Eyuboğlu, “Artık size gelme yeceğim” demişti bir gün, “Çok kavga ediyor sunuz”. Aşk mıydı? Galiba pek denemezdi.
Öğrenciliği sırasında sevdiği birarkadaşı var dı Mualla’nın. Platonik bir aşktı. Gri pantalon, beyaz ceket giyerdi Celal. Birgün yolda karşı laştıklar. Konuşurken karşı kaldırımda yürü yen gri pantalonlu, beyaz ceketi i bir erkek gör dü Mualla. Heyecanlandı. O zaman anladı ki, bu aşk değil, bir hastalık. Üstelik Celal, çok sevdiği birkız arkadaşına aşık olmuş, onunla beraber Amerika’ya gitmişti.
Anhegger’le aile yapılan nedeniyle de anla şıyorlardı. Onun ailesi de muhafazakârdı. Eği tim ve terbiyeleri aynıydı, inançlara ve büyük lere karşı o da saygılıydı. Evlilikleri süresince alıştı Anhegger’e. Hem eşiydi, hem de ağabe yi... Çocuk da istememişlerdi. O yapmak iste diklerinin önünde bir engel olacaktı. Mesleğin ilk yıllannda sokakta bulduğu birçocuğu, sa hiplenmiş, Hasanoğlan’agötürmüştü. Meffc- li’ydi adı. Son sınıföğrencisi bir başka öğrenci daha vardı, Mustafa Barış. Babası ölmüş, ha- bertelgrafla bildirilmişti. Mualla öğretmen de Mustafa Banş’ın ertesi gün gireceği sınavı dü şünerek telgrafı gizlemiş, Mefreli’yi de tem- bihlemişti, “Sakın söyleme, sınavdan sonra öğrensin”. Mefreli ise dinlememiş, Musta fa’ya babasınırı öldüğünü söyleyivermişti. Si nirlenmişti Mualla Eyüboğlu, Mefreli’ye “Gü le güle” demişti, “Geldiğin yere dön”.
Komünistlikle suçlanmıştı ya neydi Mualla Eyuboğlu’nun politikası? “Bizden memleketi sevmek” diye yanıtlayacaktı bu soruyu, “Geri si boş”. Parti öyle diyor diye düşüncelerinden vazgeçmekten yana değildi, partizan olmaktan da. Bu yüzden Köy Enstitüleri ’ ne de yüzde yüz hayran olmamış, hep eleştirecek birşeyler bul muştu. Ama hâlâ 17 Nisan’larda Köy Enstitü- leri’nin kuruluş yılını kutlamaktan da vazgeç medi.
Şimdi geriye dönüp baktığında, her şeyin ge riye gittiğini düşünüyor Mualla Eyuboğ lu. Anadolu o artık, kaç göçün olmadığı, sevgi nin alabildiğince sunulduğu Anadolu değil. Et nik kavgalar, yobazlık bu geriye gidişin suçlu su. Kendine, kendi yaşamına ait tek yakınması ise “Hiçbir şeyin sonunu getirememesi”... Ama vazgeçmeyecek, bir gün, yaşadıklarını kitaplaştıracak. Çünkü bir dönem için, bu ülke için onun da anlatacakları var...