CUMHURİYET
9
* A )1
H8
|
Kaybettiğimiz
ïïM û h iiiiiim m w iw m u u ifm
Milli D eğerler
})}M ûü)ïihm hnu)nnrÆ )
1
' "
" 1
r
Büyük mütefekkir ve büyük
vatanperver Sabahaddin Bey
■^
.ıw w Yazan :
Dr. Nitmd
JR
eşaâ Beiger
*B*K Ben onu kırk beş
çene evvel 'Par i s te tanıdım. O tarihte Abdülhamidin gaza bına uğrıyarak Bey rut askerî hastanesi
ne hapsedilmiştim. Beyruttan kara yo lu ile Erzurııma nefycdilmek üzere iken cıvanmeıd bir dostumun (Birinci Dünya Harbinde Kafkas cephesinde ölen feda kâr doktor Hüseyin Hulkinin) son ne fesime kadar unuiamıyacağım paha bi çilmez yardımile hapisaneden Parise
kaçmağa muvaffak olmuştum. O za
manlar Parise kaçanların hepsince ma lûm bir isim vardı: Kafe Sufle. Kartiye latenin merkezinde ve Tıb Fakültesi İle Sorbon’un arasında bulunan bu k.ıhve Jöntürklerin ve o zaman sayısı çok mahdud Türk talebenin buluştuk- yer olduğunu bilirdim. Beni Mar- siiyadan Parise getiren tı-enden çıkıp Odeon tiyatrosu civarında bir otele in dikten beş on dakika sonra ilk işim Kate Sufleye koşmak oldu. Kahveye girer girmez kapıdan bir kaç masa ötede o - turan ve yüzünün çizgileri üzerimde kuvvetle bir vatandaş tesiri yapan bir gencin yanma giderek cesaretle esiz Türk değil misiniz?» dedim. Bakışında kuvvetle beliren bir memnuniyet ve tebessümle «evet, ismim Murad» ceva bım verdi ve adımı sordu, söyledim. Gurbet ve felâket insanları birbirine ne çabuk yaklaştırıyor. Biraz sonra ara
mızda bugüne kadar devam edegelen
tatlı bir dostluğun temeli atılmıştı. Süvari zabiti iken Erziııcana sürülerek ora dan kaçıp Parise gelen ve Enstitü A g- ronomiye devam eden Murad (Menteşe) Beyden vatandaşlarımıza dair malûmat istedim. Ahmed Rıza Beyin Pariste
bu-üstün kuvvetli bir şahsiyet olduğuna hükmetmekte bir dakika bile tereddüd etmedim: Fikrî yüksekliği o derecede bariz ve müessirdi.
Mülakat bitti, gazeteci gitti. Biz de başbaşa kaldık. Niçin ve nasıl kaçtığımı anlattım. Müşahhas bir nezaket olan Sabahaddin Bey zemin ve zamana uy gun cesaret ve ferah verici güzel söz lerle maneviyatımı düzeltti. Memleke- timiizn haline ve istikbaline aid bir çok meselelerden bahsettik. «Vatanımızın
bugünkü acıklı durumdan kurtulması
için ne düşünüyorsunuz? Îstanbulda
münevverler ne düşünüyorlar?» dedi. Herkes Abdülhamidin ya bir ihtilâl ne ticesinde hal’ini, veyahud eceli mev’u - dile vefatını bekliyor, diliyor. O, siyaset sahnesinden çekilirse zaten şahsı ile
kaim menhus rejiminin sona ermesi
mukadderdir, muhakkaktır. Onun mut lak ve müstebid rejimi yerine idarei meşruta ikame edilince vatan kurtulur ve millet saadete kavuşur kanaati umu midir cevabını verdim ve Paristekiler de öyle düşünüyorlar m ı?» dedim.
Şimdi fikirlerini izah sırası Sabahad din Beye gelmişti. Yarım saatten fazla konuştu ve hulâsatan dedi ki:
Şüphesiz ilk adım Abdülhamidi ba şımızdan atmak, mebusan meclisini a ç mak ve can ve mülk emniyetini her tür
lü tecavüzden kurtarmaktır. Ondan
sonra muhtaç olduğumuz esaslı ısla hatı tatbik ile medeni ve Avrupai bir
idare tesis etmek, bil tün evlâdına adalet, emniyet, refah ve sa adet vaid ve temin eden müterakki ve müteali bir devlet kurmaktır. Bugünkü hükümeti uaıdar, mevkiinden uzaklaştırdıktan sonra 1876 kanunu esasisini ilân etmekle bu mak- sad asla temin edilemez. Büyük Mitha- tın hayatile ödediği o tarihî eser her vakit takdire, takdise şayandır. Fakat bir çok sene evvel zamanın vaziyet vo ihtiyaçlarına göre tanzim edilen o ka nun bugünün icablarına göre tadil e- dilmek lâzımdır.
İtikadımea en mühim mesele ahaliyi yavaş yavaş hükümet idaresine teşrik etmek, yani hükümetle milleti yekdi ğerine muarız iki kuvvet olmaktan kur tarıp birleştirmektir. Bu idarenin behe mehal ademi merkeziyete' istinad etti- riimesile kabil olur. Millet hükümet için değil, hükümet millet içindir. Mademki vergi ile askeri millet veriyor, bu iki kuvvetin istimal tarzını da millet tayin ve teftiş etmelidir. Adil ve medenî bir idare ancak ciddî bir teftişle temin e- diie bilir. Teftiş ne kadar münevver, ne kadar müessir olursa ona dayanacak millî hâkimiyet de o nisbette metin o- lur. Bunun için teftiş memleketin her tarafına teşmil edilmelidir. Bunun da en amelî vasıtası vilâyetlerde meclisi umumilerin tam serbesti içinde açılma sıdır. Eğer halk vilâyetlerin mahallî idaresine iştirak ederse o zaman millet meclisi vatanın her tarafında çalışma ğa ve hürriyetle meşrutiyet her tarafta kökleşmeğe başlar.
— A rkası Sa. 4, Sü. 6 da — lunduğunu ve Meşveret gazetesini neş
rettiğini daha İstanbulda Mektebi Tıb- biyede tahsilde iken bilirdim. Fakat on dan başka kimlerin bulunduğu ve A b- dülhamid rejimi aleyhinde çalıştıkları meçhulümdü.
Hoca Kadri ile Mısırlı Prens
Mehmed Ali Fazıl Paşanın, Sami Paşa zade Sezai Bey, Prens Sabahaddin ve Fazlı Beylerin isimlerini ilk defa Mu rad Beyden işittim. Şüaradan Hüseyin Siret ve üdebadan Abdülhalim Memduh Beyleri de bir kaç gün sonra gene Kafe Suflede tanıdım. Evvelâ Ahmed Rıza Beyi ve arkadaşlarını, aonra diğer va tandaşları ayrı yarı ziyaret ettim; her biri ile görüştüm. Memleketimizin is tikbaline dair ne düşündüklerini sor dum ve anladım. Nihayet sıra Sabahad din Beyi ziyarete gelmişti.
Sabahaddin Bey süt kardeşi Fazlı Beyle beraber Paris civarında Süren den geçilip gidilen Monvaleriyen tepe sinde ikamet ederdi. Haftada bir defa Kafe Sufleye uğr yan Fazlı Beyin de- lâletile Sabahaddin Beyden bir müiûkat rica ederek mukarrer gün ve saatte kendisini Nonvaleriyende ziyaret ettim. Şimdi, kahrına uğradığım Abdülhamidin yeğenini, fakat onun zulmüne ve istib dadına karşı isyan bayrağını açmış ve Imücahidler cephesinde yer almış yeğe- ¡nini görecektim. Fakat her ne de olsa sa
rayda yetişmiş olan bu zatta bir fev kalâdelik bulunacağını bir tjirlü tasav vur edemiyor, hattâ Paristeki diğer va tandaşlar derecesinde bir tahsil ve irfan hamulesine sahib olacağına bile ihtimal veremiyordum. Kötümser bir derutıî kanaatle yola çıkmıştım. Tahminimde ne kadar aldanmışım....
Süren istasyonunda beni bekliyen
Fazlı Bey refakatinde Monvaleriyen yo kuşunu tırmanarak Sabahaddin Beyin ikamet ettiği 96 numaralı küçük bir villâya girdim. Bir kaç saniye sonra mütevazı bir salonda Sabahaddin Beyin Karşısında idim. Yanında bir misafiri de vardi. Oturduğu berjerden kalkarak e - limi sıkmak üzere bana doğru ilerliyen Prens, kısa boylu .nahif bünyeli, geniş ve açık alınlı, tatlı ve derin bakışlı, ne- cib şimali bir zattı. Beni çok nazikâne kabul ettikten sonra Fransız misafiri ile tanıştırdı. Bu zat zamanın Bahriye Na zırı M, de Lanessan’m ve partisinin na şiri efkârı olan Le Siècle gazetesinin baş muharriri imiş. «Gazeteci ile beş on da kika daha devam edecek olan miikâle- meden sonra sizinle uzun uzadıya gö rüşürüz doktor» diyerek beyanı mazeret ettikten sonra Fransızla konuşmaya de vam etti. Ben gittikçe artan bir dikkat ve alâka ile mükâlemeyi takib ediyor dum. Lâkayıd kalmak mümkün değildi.
Çünkü konuşmanın mevzuunu Make-
donyada komitecilerin faaliyeti Bulgar larla Ermenilerin siyasî mutalebeleri, Abdülhamidin menfur rejimi, seneler- denberi ağızlardan düşmiyen, fakat bir türlü tatbik mevkiine konamıyan çeşidli ıslahat projeleri gibi mili mese leler teşkil ediyordu. Gazetecinin su allerine birer birer cevab veren Saba haddin Beyin Fransız lisanına tam vu kufu derhal nazarı dikkatimi çekti. Ne güzel, ne dürüst fransızca söylüyordu, hele ne kadar seçme kelimeler ve ta birler kullanıyordu. Cevablart mukni
ve müskit idi. Siyasî propaganda, dini
taassub, tarihî cehalet ve garb emper yalizminin müşterek tesirlerinden do ğan bir çok ithamları red ve cerh et tikten sonra Türkiyede en ziyade mağ dur ve mazlum olanların hıristiyanlar değil, fakat Türkler ve müslümanlar o l duğunu bir çok deliller ve misallerle ispat etti. Bahsettiğiniz miıtefessih res mî Türkiyenin arkasında tanımadığınız, fakat tanıtmağa çalıştığımız zinde ve gene bir Türkiye var. Birincinin kısa bir zamanda göçmesini müteakıb İkin cisinin yalnız şark için değil, fakat bü tün insaniyet için bir sulh ve medeniyet âmili olmağa namzed hür, âdil ve mü terakki bir devlet kuracağını kendine hâd bir talâkat ve beyan zarafetile an lattı.
Le Siecle gazetesi muharriri ile ya pılan bu mülâkat bende pek derin bir tesir icra etti. Frenkler önünde vatanî ve millî davamızın bu kadar vukuf ve belâğatle müdafaa edildiğini bugüne gelinciye kadar görmedim. Sabahaddin Beyin kültürü çok yüksek, zekâsı çok derin ve kavrayışlı, dirayet ve iktidarı
frr r-T
» Eylül 1948
Kaybettiğimiz M illî Değerler
— nnrnnmmîrmınnıııiriıın!^nmihiıııım'iinn,,,~ ‘
Büyük mütefekkir ve büyük
vatanperver Sabahaddin Bey
(İkinci sahifeden devam)
İktlsad* ıslahata son derece ve âcil en muhtarız. Bunu en muvafık şartlar da hilinde icra etmek ancak belediyelerle
vilâyet idarelerinin salâhiyetlerini ge nişletmek ve bunları muktedir ellere tevdi etmekle ihzar edilebilir. Erledi- [ yelerle vilâyet idareleri ahalimizi m Us
talı s il mesaiye meylettirmek için elle rinden gelen suhulet ve teşviki esirge memelidirler. Eğer yeni idare bu yolda yürümeğe kaşlarsa memleket esaretten yalnız, riyasetten değil, iktlsaden de kurtulmağa ytiztular. Türkiye az za manda müstesna bir terakkiye mazhar olur. Maişetimizi servetin esaslı kay naklarını teşkil eden ziraat, sanayi ve ticaret gibi meşru ve verimli, zeminler de temine koyulmaklığımız ahlâk sevi yemizi de yükseltir ve ademi merkezi yet idareten olduğu gibi iktisaden ve alılâkan da vatanımızı ihya eder.
Abdiilhamidin koca bir imparatorlu ğun başında uzun seneler saltanat sür mesi onun kuvvetinden ziyade cemiye- tifbizin zâtını ve İçtimaî noksanlarını ispat ediyor. Bu zaaf hep cehaletimize atfediliyor. Evet, cehalet de bir sebpb- dir. Fakat asıl sebeb istibdadı doğuran ve besliyen maişet tarzımızdır. Bu, aynı zamanda cehli de idame ediyor. Başka milletler hükümetleri haricinde veya hükümetlerine rağmen tenevvür ve te rakki ettikleri halde biz hükümetimize itlibaen cahil kaldık. Başkalarında mil letin memuru olan hükümet bizde â- miri mutlak kesildi. Maişetimizi kimse ye muhtaç olmadan temin edecek, tuttu ğumuz işi teşebbüsümüzle ilerletecek surette büyümüyoruz. Ömrümüzün en kıymetli zamanı, şahsiyeti ezen mek- teblerde tebah olduktan sonra oradan ekseriyetle her mahrumiyete katlana cak bir müstehlik, âciz bir memur ola rak çıkıyoruz. Eğer ahalimizin istihsal kabiliyeti artmaz ve artması için millî terbiyemiz görenek yerine teşebbüsü şahsinin gelişmesine hizmet etmezse memleket ne kadar serbest ve âdil ka nunlara malik olursa olsun gene sefa letle istibdadın daimî mahkumu olmak tan kurtulamaz. Hürriyetin yalnız si yasî veya İdarî kanunlarla temin edile
ceğine inanmıyorum. Esasen devama
kabiliyeti olan kanunlar mücerred, iç timai âdetlerden doğanlardır. Onun, için bu âdetleri tevlid eden hususî hayatı mızın ıslahına çalışmak mesaimizin te mel taşını teşkil etmelidir. İçtimaî nok- : anlarımızı idrak ve ıslan etmezsek memleketimizde yarın bir değil, bir çok
Abdülhamidler türeyeceğinden şüphe
etmiyelim. Çikııkü ahalisi manen ve maddeten kazanamıyan, kazanmak için icab eden esaslı hasletlerden mahrum o - lan bir memlekette hürriyet payidar ola maz. Siyasi hürriyet ikti ndî hürıiyetle kaim, o da istihsal kudretini arttırmak la kabildir. Ticarî rekabet, dünyanın bugünkü İktisadî şp Ularının tesiri al tında baş döndüren hır süratle ilerliyor. Çimdi yeni ihtiyaçlar ve yeni insanları ile büsbütün yeni bir filem karşısında yız. Bu yeni filem miistemlikenin çapası teşebbüsü şahsî, onu kullanacak iki kuvvet marifetle istikamettir.
Mekteblerlmiz kendilerine teslim edi len istikbali bu kuvvetle teçhiz etmeli, faaliyeti beşeri yenin bilcümle şubele rinde fütur ne olduğunu hilmiyen bir gayret ve azimle yürüyecek müteşebbis insanlar yetiştirmeli. Millî terbiyemizin istikameti görenekten teşebbüse, geç mişten geleceğe çevri İmalidir.
Sabahaddin Beyle konuşmamı müe- melen hikâye etmeğe çalıştım. Beni tes hir eden o konuşmanın hatırası hafı zamda el’an yaşıyor. Mülakatın sahnesi gözümün önüne geliyor. Sabahaddin Be yin ahenkli sesinin kulaklarımdaki tesifli akislerini işitir gibi oluyorum. Sabahad- cin Bey fikirlerini o kadar beliğ cümle ler ve ilrtıî delillerle, o kadar mantıkî bir teselsül ile ifade ve izah ediyordu ki onun geniş kültürü kadar talâkatine ve ifadedeki selâset ve suhuletine hay ran olmamak kabil değildi. Meğerse o eşine pek az tesadüf edilen kuvvetli bir hatib imiş de.. Münasebetlerimizin da ha sonraki safhalarında Molö Tocûue- vilie ve Dupleix komiteleri gibi siyasî cemiyetlerde fransızca verdiği bir kaç konferansta bulundum. Güzide devlet ve siyaset adamları öniyjde Tiirkiyeyi ve Türk milletini Fransızları bile hay ran bırakan bir hatib sanatı ile nasıl ve ne güzel müdafaa ettiğini görmek ne kadar göğüs kabartıcı ve ferah verici idi.
Sabahaddin Beyle bu mülakatımdan sonra Paristeki Jön Türklerin hepsiie tanışmış ve her birinin siyasî düşünce lerinin ana hatlarına az çok vukuf keş
fetmiş oldum. Bundan sonra yolumu
seçmekte tereddiid etmedim. Pariste iki siyasî zümre vardı. Ben, her fenalığın mesuliyetini yalnız Ahdülhamide ve re jimine yükliyen ve kanunu esasiyi .bü tün derdlerimize deva sayan zümreye katılmak istemedim. İlmî usullerle çalı şan ve musibetlerimizin sebebini bir veya bir kaç kişinin tegallüb ve tahak kümünde değil, fakat derin ve şümul lü İçtimaî ve ikil radı âmillerde gören büyük mütefekkirin ve arkadaşlarının yanında yer almağa karar verdim.
Yarım asra yaklaşan uzun yıllar b o
yunca gördüğümüz acıklı hâdiseler,
kanlı facialar, sonsuz sıkıntılar âdeta riyazî bir kat’iyetle gösterdi ki pek ileri görüşlü Sabahaddin Bey, elli sene evvel memleketin esaslı ve batini dcrdlorini mükemmelen tahlil ve teşhis etmiş, te davi çarelerini söylemiş ve vakaları vukuundan pek çok evvel haber veren bir peygamber gibi görmüş ve düşün müştür. Bu münasebetle Fransızların meşhur bir sözünü hatırlamamak kahll olmuyor. Fransızlar kimse kendi mem leketinde peygamber değildir, diyorlar. Ne doğru söz. Derdini pek iyi anladığı memleket, Sabahaddin Beyi anlamadı. Hakikat söylenmek icab ederse, onu ve fikirlerini olduğu gibi tanıttırmamak için çok çalışıldı, çok emekler ve gay retler sarf ve heder edildi. Hattâ... epeyce zulüm bile yapıldı. Sabahaddin Rey çapında müstesna kabiliyetli bir fikir adamından vatanımızın istifade e- dememiş olması ne kadar acınacak bir şeydir, cidden hazindir.
Şimdi, şükranla görüyoruz kİ, o anla şılmağa, takdir ve taziz edilmeğe baş landı. Güzide bir mütefekkirler zümre si, yazılarım fikirlerini tetkik« koyuldu. Büyük üstadın eserlerini Muallimler
Birliğinin bastırmağa karar vermiş ol duğunu büyük memnuniyetle öğrendik, isabetli görüşlerini tasdik ve hemen y a - ı rım asır evvel ortaya attığı teşebbüsü i şahsiyi ve ademi merkeziyet fikrinin ! bugün her vakitten ziyade tatbiki lüzu- i nurnu müdafaa edenlere tesadüf edili
yor.
Muhitine daima ilim ışığı saçan di mağı, yüzlerce façetalı, Sabahaddin Be yin şahsında müstesna fikir merkezi yetleri ve tefevvuklarile kalb ve ruh büyüklüğü ve vicdan necabeli birleş mişti. Sabahaddin Bey, çok cömeıd ve âiicenab idi. Düşkünlere daima el uza tır, yardım ederdi. Kendisi müzayakada olduğu zamanlarda bile sahave.tine hitab edenler elleri boş dönmezdi. Pek kü çük yaşında iken önünde kesilen bir k o yunun ölüm ihtilâçları kargısında kuv vetle ruhu sarsılan ve sızlayan Saba haddin Bey, ondan sonra bütün ömrün de hiç et yememiş ve tamamiie veja- tariyen bir gıda ile yaşamıştır. HİSSİ ve ruhi rikkati o kadar fazla ve heyecanlı idi ki bir gün Paris sokaklarında bera ber dolaşırken bir kasab dükkânında bacaklarından asılmış, boynundan kan lar akan bir hayvanı görünce yüzünde beliren elemli bir tiskinti ile kendisini tutamıyarak «doktor, insanlar hiç ür permeden bu manzaraları görmeğe de vam ettiği miidetçe birbirlerini boğaz lamaktan vazgeçebilirler mi?» demişti,
Daimî bîr tefekkür cihanı içinde ya şayan bu varlık, bayat muammasına bi gâne kalamazdı. Hayatın ve hilkatin manayı hatmisini derinden derine araş tırmak, onu senelerce dinlerin felsefesi ile iştigale «cvketmlşti. Hilkatin şerai tini, çok sevdiği ulûmu tabüyenin ve biyolojinin donnelerile tahlile ömrünün uzun senelerini vakfetti, Ulûhiyete, ru hun baka.sına derin bir imanla inanırdı. Dostlarından birine yazdığı bir mektııb- da «eğer felsefî tetkike, ilmi içtimadan başlanarak biyolojiye sonra fiziğe ve şimiye, mümkünse riyaziyeye kadar gi dilse yani en yüksek şuur mıntakası olan eemadata kadar oian İçtimaî ze
minden en alçak gayrişuur mın-
takası olan eemadata kadar inli
se dünyanın haricî simasında gizle nen tekâmülün manası ne harikavl bir merkezî kıymet, ne cihanşümul bir fikrî vahdet kazanmış olurdu.. Zekânın, akim ve tabiî şuurun aczini, ilhamı ruhaninin
hatikavî tefevvukunu müdafaa eden
Bergson, bu müdafaasile de müstesna bir felsefî paye ihrazına bence de bihakkin liyakat kazanmıştır» diyor. Bir diğer yazısında «bütün İlimler arasında bir battı vasıl bulmak, bunların heyeti u - mumlyeslnden yeni fakat tamamen ru hanî bir felsefe, bir mana çıkarmak, ya ni filozofik bir terkib (Synthèse philo sophique) viicude getirebilmek insani yeti miitefekkireye arzedilecek pek kıy mettar bir fikir gıdası olur. Çünkü ek seriyet yolunu şaşırmış bir halde... Bu
>]« b ir çok rr.uhWerde evvelâ m anevî,
sonra madî bir anarşi tevlid ediyor. Mesleki İçtimaî ve mesleki ruhaninin aynı şahsiyetlerde birleşmesi ne feyyaz, ne İlâhî bir sây ve saadet zemini hal- kedecek,. Hayatı içtimaiye İle hayatı ru hiye hakkında en salim ve semereli bir İdrak ile mücehhez şahsiyetler yetiştir mek, şüphesiz cehennemin yerine cen neti geçirmek.. Olum yerine hayat ika me etmek, âdeta fevkalbeşer bir sülâle vücude getirmek olacak. Hayatı dünye viye başlı başına bir gaye teşkil ederse manasız ve sefil olur. Fakat ruhun ve ruhların itilâsına, ulûhiyete fikren, his sen ve fiilen takarrüblerine bir vasıta addedilirse mukaddes bir nimet ölür» diyor.
Hayatın zahirî kanunları ve kâinatın pinesinde gizli kalan batini manası, Sa bahaddin Beyin mütefekkir ve araştırıcı ruhunu iptilâ ile sarmıştı. Ömrünün bü yük bir kısmını bu esrarengiz davanın tetkikine hasretmiş, tabiî ilimlerle tarih ve felsefeye ve bilhassa ilmi içtima, onun fikrî gıdasını teşkil etmiş yegâne zevki ve sevinci olmuştur,
Sabahaddin Bey, fıtralen halim, nik bin ve çok azimli idi. En muazzam me seleleri ele aldığı ve keskin zekâsının adesesinden geçirdiği zaman karşılaştığı zorluklardan hiç bir zaman cesaretini kaybetmez ve ruhunda her vakit yeni yeni irade ve azim kaynaklan bulurdu. Maalesef her çağı eza içinde geçen ha yatının bezdirici ve yıpratıcı mahru miyet. ve mihnetlerine fütursuz gögüs gererek bir stoïcien gibi yaşamakta gös terdiği şayanı hayret mukavemette belki mizacının bu hususiyetleri mühim bir rol oynamıştır. İlmi kanaat ve fikirlerini ve vatan davasını müdafaa yolunda azim bir servet ifna eden Sabahaddin Beyin hayatı hakikaten tahammülsüzdü. Ha yatı ve ölümü bir tefekkür faciası olan büyük mütefekkir, politikacıların ciha- let ve hasedine kurban oldu. O, haricî siyasetimizde Ingiltere (o zamanlar A v rupa siyaset âleminde Amerikanın ismi bile yoktu), Yunanistan ve Kumanya ile ittifak taraftarı idi. Hususî bayat ıs lahatında, üstünlüğüne iman etmiş ol duğu Anglo-Sakson terbiyesinin örnek tutulması fikrini hararetle ( tavsiye ve müdafaa ederdi. Şimdi Ingiltere ve Y u nanistan ile ittifak haricî siyasetimizin temel taşını teşkil ettiği ve millî terbi yemizin Anglo-Sakson usullerine uygun bir tarzda gelişmesi kanaati resmî mahfillerde bile tebellür ettiği bir sıra da. yani kendi en aziz fikirleri nihayşt memleketimizde tatbik sahasına g i m - ken o, ne yazık ki, vatan topraklarında değil, yabancı bir memlekette sönüp gitti.
Sabahaddin Bey, idealist bir ilini ve siyaset adamı idi. Ömrünün sonuna ka dar ideali için çalışmış, fikir mücahe- riesinden bıkmamış ve kanaatlerine sa dık kalmıştır. Hem hatib, hem edih olan S pim had d in Bey, iyi düşünen, ileriyi gören büyük bir sivaset adamı, mille tinin hürriyeti ve vatanının şerefli şanı irin uzun seneler mücadele eden, son nefesine kadar milletini düşünen büyük bir vatanperver idi. Onun ölümde mil letimiz ve insanlık ömrünü milletinin ve insanlığın itilâsına vakfeden büyük bir adam, fikrî ve ruhî büyük bir kıy met kaybetmiştir. Senelerce refakatinde çalışarak zekâsından ve irfanından pek eok istifade ettiğim biiyük üstadım ve azizler azizi dostumun hatırası önünde
sonjuz tazimle eğilirim,
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi