• Sonuç bulunamadı

Journal of Current Researches on Business and Economics

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Journal of Current Researches on Business and Economics"

Copied!
26
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

doi: 10.26579/jocrebe-9.1.7

Journal of Current Researches

on Business and Economics

(JoCReBE)

ISSN: 2547-9628

http://www.jocrebe.com

The Changing of Efficacy of Nanoelectronics, Education and

Human Capital in Economic Development and International Trade

and Industry 4.0 Revolution

Ali Osman BALKANLI1

Keywords Economic Development, World Economy, Nano-electronic and World Economy, Education and Competition, Human Capital and

Competition, Development Differency.

Abstract

The world economy has entered a period of stagnation in recent years. While this stagnation cause to trade wars, international economic relations entered problematic process, in effect of this development. It is evident that economic activities have slowed down, while the speed of technology development in the world economy has slowed down in recent years. In fact, this stagnation should be taken as normal, when we think to the development of the world economy in the process beginning with the second quarter of the 20th century. Because the period after 1947 is a period in which the world economy is experiencing rapid growth and major economic structure changes. At this point, in this article was investigated this process of development after World War II and why some countries are left behind in this development process and why some economies could moved to an advanced stage of development. This process reveals what have it's source of competition on today's international markets, too.

Together with the second quarter of the 20th century, while the products and the production processes in the world economy changed, the nature of competition in the markets also changed. It is also necessary to look in here, for understanding driving forces of the revolution in industrial production, called Industry 4.0. There are two important points in this change: The first one is the big change in nano-electronics in electronics and its importance in product and production. Electronics has to be viewed as general form of technical change affecting the supply characteristics of the economy. The second point is trend of the development of social and productive education which is also important in this (electronical-technological) change. The article is focused on these factors and examine how these factors affect economic processes and the world economy. In the research process, on the one hand, while the change in electronics (with relating with economy) and the effects of this change on the economy was tried to be determined, on the other hand, the effect of change in education-human capital relation on economic development and international trade was tried to be determined. Article History Received 19 May, 2019 Accepted 30 June, 2019

1 Corresponding Author. ORCID: 0000-0003-1074-9069. Dr., İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler

Fakültesi, İktisat Bölümü, aobalkan@yahoo.com Year: 2019

Volume: 9 Issue: 1

Research Article/Araştırma Makalesi For cited: Balkanlı, A. O. (2019). The Changing of Efficacy of Nanoelectronics, Education and Human Capital in Economic Development and International Trade and Industry 4.0 Revolution. Journal of Current Researches on Business and Economics, 9 (1), 107-132.

(2)

Ekonomik Gelişme ve Uluslararası Ticarette Nanoelektronik,

Eğitim ve İnsan Sermayesinin Etkenliğinin Değişimi ve Endüstri

4.0 Devrimi

Anahtar Kelimeler Ekonomik Gelişme, Dünya Ekonomisi, Nano-elektronik ve Dünya Ekonomisi, Eğitim ve Rekabet, İnsan Sermayesi ve Rekabet, Gelişmişlik Farkı. Özet

Dünya ekonomisi son yıllarda bir duraklama dönemine girmiştir. Hatta bu durgunluk ticaret savaşlarına bile neden olurken, uluslararası ekonomik ilişkileri de sıkıntılı bir sürece sokmuştur. Görülen odur ki, dünya ekonomisinde teknoloji geliştirme hızı son yıllarda yavaşlarken, ekonomik aktivitelerde de yavaşlamalar ortaya çıkmıştır. Aslında bu duraklama, dünya ekonomisinin 20. Yüzyılın ikinci çeyreği ile başlayan süreçte gösterdiği gelişme düşünüldüğünde, normal karşılanması gerekir. Çünkü dünya ekonomisi açısından 1947 sonrası dönem hızlı bir büyümenin ve büyük ekonomik yapı değişimlerinin yaşandığı bir dönemdir. İşte bu noktada, bu makalede, dünya ekonomisinin II. Dünya savaşı sonrasında sergilediği bu gelişim süreci ve bu gelişim sürecinde bir kısım ülkelerin neden geride kaldıkları ve bir kısım ekonomilerin de neden ileri bir gelişme aşamasına taşınabildikleri incelenecektir. Bu süreç esasen günümüzün uluslararası piyasalarında var olan rekabetin nelerden beslendiğini de ortaya koymaktadır.

20. Yüzyılın ikinci çeyreği ile birlikte, ortaya çıkan değişim sürecinde, dünya ekonomisinde ürünler ve üretim süreçleri değişirken, piyasalarda rekabetin doğası da değişmiştir. Endüstri 4.0 denilen sınai üretimdeki devrimin de itici güçlerini de burada aramak gerekir. Yaşanan bu değişimde iki önemli nokta vardır: Bunlardan birincisi, ürün ve üretimdeki etkinliği boyutuyla önem taşıyan elektronikte, nano-elektroniğe doğru büyük bir değişim yaşanmasıdır. Elektronik burada ekonominin arz karakteristiğini etkileyen teknik değişimin bir biçimi olarak görülmelidir. İkinci nokta ise bu değişimi de etkileme boyutuyla da önemli olan, toplumsal ve üretimsel eğitimin bu süreçte sergilediği gelişimdir. Makalede, bu etkenler üzerine odaklanılmış ve bu etkenlerin ekonomik süreçleri ve dünya ekonomisini nasıl etkilediği araştırılmıştır. Araştırmada bir yanda ekonomi ile ilgisi boyutuyla elektronikte değişim ve bu değişimin ekonomi üzerine etkileri saptanmaya çalışılırken, diğer yanda eğitim-beşeri sermaye ilişkisinde değişimin ekonomik gelişme ve uluslararası ticarete etkisi saptanmaya çalışılmıştır.

Makale Geçmişi Alınan Tarih 19 Mayıs 2019 Kabul Tarihi 30 Haziran 2019 1. Giriş

Dünya ekonomisi 2008 yılı ve sonrasında belirgin bir biçimde durgunluk dönemine girmiştir. Dünya ekonomisindeki bu durgunluk son yıllarda daha da artmıştır. Hatta bu durgunluk ticaret savaşlarına bile neden olmaktadır. Aslında bu olumsuzluklar 1900’lerin başlarındaki dünya ekonomisinin ve dünya siyasetinin yaşadığı olumsuzlukları da hatırlatmıyor değildir. 1900’lerin başlarında yaşanan olumsuzluklar sonrasında, dünyada, 1929 Bunalımı ile karşılaşmış ve 1936 yılına dek süren kriz sonrası bir toparlanma yaşanmışsa da, 1939 yılı ile birlikte II. Dünya Savaşına girilmiştir. II. Dünya savaşı sonrası dönem, dünyanın siyaset ve ekonomik düzlemde yeniden biçimlendiği bir dönemdir. Dünya ekonomisinin 2000’lere gelene dek yaşadığı sürecin arkasında, 1945 sonrasında gündeme gelen değişimleri görmek gerekir. Bu dönemin belirleyici değişimlerine baktığımızda, iki boyut vardır. Birinci boyutta, gelişmiş ekonomilerin döngüsü vardı. İkinci boyutta ise gelişmekte olan ekonomilerin yaşadığı döngü vardır. Gelişmekte olan ekonomiler 1950’li yıllarla birlikte sanayileşme sürecine girmişler, farklı stratejiler ile sanayileşmelerini ve dolayısıyla ekonomik gelişmelerini gerçekleştirmeye

(3)

yönelmişlerdir. Diğer yanda ise gelişmiş ekonomiler vardır ve bu ülkeler bu dönemde daha öncesinde sahip oldukları sınai yapılarını ve düzeylerini farklı bir boyuta taşıma sürecine girmişlerdir.

Bu değişim sürecinde gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ekonomilere, dünya ekonomisinde ürünler ve üretim süreçleri değişirken, piyasalarda rekabetin doğası da değişmiştir. Bir yanda tarımsal ürün ve hammadde üreten gelişmekte olan ekonomiler, sanayi malı üretme yönelişine girerken, diğer yanda gelişmiş ekonomiler ise, üretimde daha fazla bilginin etkili olduğu ürünler üretimine yönelmişlerdir. Gelişmiş ülkelerin yaşadığı bu değişimde iki nokta önemli bir role sahiptir. Bunlardan birincisi, ürün ve üretimdeki etkinliği boyutuyla elektronikte, mikro-elektroniğe (nano-elektroniğe) doğru büyük bir değişim yaşanmasıdır. İkinci nokta ise bu değişimi de etkileme boyutuyla da önemli olan, toplumsal ve üretimsel eğitimin bu süreçte sergilediği gelişimdir. Her iki öge de, bu dönemlerde dünya ekonomisinde trendleri de değiştirebilen bir değişim sürecini başlatmışlardır. Günümüzün küresel ekonomi olgusunda da bu iki faktörü zemin ögesi olarak görmek durumundayız.

2. Araştırma Kapsamı ve Sınırları

Dünya ekonomisinin gelişimi uzun dönemli incelendiğinde, bu gelişim sürecini teknolojik gelişme ve yapısal değişim noktasında 1947 öncesi dönem ve 1947 sonrası dönem olmak üzere ikiye ayırmak gerekir. Çünkü 1947 öncesi dünya ekonomisi koşulları ile 1947 sonrası dönemin koşulları, yapısal değişimleri ve büyük dönüşümleri ifade edecek biçimde büyük farklılıklar içermektedir. Öyle ki, Rönesans ile başlayan değişim sürecinde sanayi devriminin ortaya çıkması sonrasında, sanayi devrimi yavaş yavaş gelişim göstermiş ve 20. yüzyılın sonuna dek de bu gelişim, “madde ile oynama, maddeyi değiştirme” anlamında imalat sanayiinde büyük değişimleri getiren bir değişimi ifade etmiştir. Bu değişim özünde büyük ölçüde üretim sürecinde mekanik üretim bilgisinin meydana getirdiği makinaların “madde üzerinde” biçim değiştirme anlamında daha fazla önde olduğu bir süreç olmuştur.

II. Dünya savaşının bitişini de ifade eden 1947 sonrası dönem ise, yine üretim bilgisinin meydana getirdiği makinaların üretimde öndeliği olmakla birlikte, mekanik bilginin bir adım ötesinde “bilgi ile üretilmiş “bilgi”nin” makinaların etkenliğinden –adım adım, yavaş yavaş- daha fazla öne çıkmaya başladığı bir süreci ifade eder. Tüm bu süreç günümüzün dünya ekonomisinde ekonomik gelişme ve uluslararası ticaretin biçimlenmesinin de belirleyicisi olmuştur.

Açıktır ki, dünya ekonomisinin yaşadığı bu değişimi çözümleyebilmede, değişim unsurlarının öncelikle ortaya konulması ve bunların ekonomik yaşam ve dünya ekonomisi üzerinde etkilerinin araştırılması gerekir. Bu noktada bu çalışmada, birinci aşamada, ekonomiye etkisi boyutuyla elektronikteki değişim ve bu değişimin ekonomiyi dönüştürücü etkisi araştırılmıştır. Bu değiştirici, dönüştürücü etki –sağladığı desteklerin de kolaylaştırıcılığında- insan sermayesinin eğitim yoluyla geliştirilmesini de gündeme getirmiştir. Eğitim düzeyinin yükselmesi ve insani sermayenin geliştirilmesi ise bir adım sonra –bir sarmal biçiminde- üretimin, ticaretin ve dünya ekonomisinin de yapısını değiştirmiştir. Bu nedenle bu çalışmada, dünya ekonomisinin 21. yüzyıldaki değişimini çözümleme

(4)

noktasında bu üç öge üzerine odaklanılmış ve bu bağlamda da, uluslararası ekonomiye, rekabete ve ekonomik gelişmeye etkileri boyutuyla, 1947’den 2018’a geçen sürede elektronik-ekonomi ilişkisinin gelişimi ve değişimi araştırılmıştır.

3. Elektronik-Teknoloji Etkileşiminden Uluslararası Rekabet ve Ekonomik Gelişmeye Etki

Teknoloji ve teknolojik ilerleme, ekonomik ve sosyal refahın merkezinde olduğu için, mal ve hizmetlerin oluşumu ve yayılması, ekonomik büyümenin, artan gelirlerin, sosyal ilerlemenin ve tıbbi ilerlemenin de kritik nedenleridir. Ancak, böylesine önemli olan bir olguda, gelişmekte olan ülkeler çoğu zaman hem teknoloji benimseme konusunda yetersiz kalıyorlar, hem de var olan teknolojik ortamları da zayıftır (Ekekwe, 2010: 17). Burada bu durum neden böyledir sorusu aslında ilerleyen satırlarda gelişmiş ülkelerin yaşadığı deneyim ortaya konulduğunda daha net anlaşılacaktır.

Elektronik burada ekonominin arz karakteristiğini etkileyen teknik değişimin bir biçimi olarak görülmelidir (Eliasson,1982:2). Özellikle üretim sürecinde, elektronik mikro elektroniğe, nano-elektroniğe dönüştüğünde, (standart kontrol edilen üretim araçlarından mikro işlemci ile kontrol edilen üretim araçlarına geçiş) açıktır ki, üretimin doğası değişmektedir. Bu değişim ürünler boyutuyla da geçerlidir ve dolayısıyla tüketim kesimleri boyutuyla da geçerlidir. Bu boyutuyla bakıldığında, mikro elektronik, nano-elektronik ulusal ekonomilerde ve dünya ekonomisinde hem üretimde hem de tüketimde büyük değişimleri getirmiştir. . J. Hicks, 1977’de yayınladığı “A Theory of Economic History” adlı çalışmasında 19. Yüzyılda tekstil tezgahlarının gelişiminden söz ederken, bu üretim araçlarındaki değişimin üretim üzerindeki etkilerine vurgu yapar (Aktaran,Eliasson,1982:4). Açıktır ki, ekonominin arz boyutunda, üretim bantlarının değişimi, ekonomik hayatın da değişimini getirmiştir. Bu eskiden olduğu gibi günümüzde de aynıdır. Geçmişten günümüze gelen süreçte, gelişmekte olan ekonomilerin çoğuna baktığımızda, bunların genel olarak karşılaştırmalı üstünlük avantajına göre uygun maliyetli ürünler üretip ihraç ettikleri ve buradan elde ettikleri gelirler ile (ve borçlanma v.b. gibi diğer fonları da kullanarak) ithalat gerçekleştirdikleri görülür. Bu yapılanmanın mantığında, faktör donanımının getirdiği düşük maliyet avantajından faydalanma yer alır. Bu nedenle, gelişmekte olan ülkelerin dış ticaretinden söz edildiğinde, çok büyük ölçüde bu dış ticaretin geri planında bu yapıyı görmek gerekir. Bu ekonomiler için sanayileşme sürecinde, tarımsal ürün üreticiliği ve satıcılığından gelinen noktada (çok büyük ölçüde) faktör donanımına dayalı üretim ve ticaret yer almıştır. Gelişmekte olan ekonomilerde 1940’ların sonlarıyla birlikte başlayan süreçte, yaşanan gelişmenin özünde bu durum yer alırken, yine 1940’lar sonrasında gelişmiş ülkelerdeki değişime bakıldığında, değişimin birincil özü elektronikte yoğunlaşma ve mikro-elektroniğe-nano-elektroniğe geçiş iken, değişimin ikincil özü ise bu ülkelerde eğitimin daha öncesine göre (öncesinde de eğitim düzeyleri göreli olarak yüksektir) giderek hızla öne geçmesidir.

Günümüzün dünya ekonomisinde piyasalarda alım satıma konu olan bir çok ürünün üretiminde mikro-elektroniğin (nano-elektroniğin) etkenliği vardır. Bir bakıma mikro elektronik mimarisi, günümüzün dünya ekonomisinin değişiminin

(5)

zeminini oluşturur ve trendlerinin de itici gücü olmak durumundadır. Burada mikro elektroniğin merkez noktasında işlem yönetimi ve denetimi boyutuyla transistor yer alır. 20. yüzyılın ortalarında en önemli buluş olarak kabul edilebilecek transistör ilk olarak ABD'de 23 Aralık 1947'de Bell Laboratuarlarında Walter H. Brattain, John Bardeen ve William Shonkley tarafından icat edilmiştir (The Economist,1998; Jorgenson,2002:2).

Burada şu ayrımı yapmak gereklidir: 1947 öncesi dünya ekonomisine bakıldığında, elektrikten elektroniğe geçiş yaşanmıştır, ancak ekonomik hayatta elektronik etkinlik varla yok arası bir konumdadır. Bir bakıma bu dönemde elektronik elektriğin türevi konumundadır. Özellikle bu dönemin elektronik denilebilecek ürünlerine bakıldığında, 220 ya da 110 Volt şehir cereyanıyla çalışan büyük ve atıl ürünlerinden söz edilmiş olunur. Ve esasen de, dünya toplumları, ekonomik yaşamın özünü oluşturan mal ve hizmetler noktasında, oldukça düşük düzeyde elektrikle çalışan cihaza sahiptir. Oysa transistörün keşfi ile başlayan süreçte, hem elektronik ürün olarak ve hem de elektronik olmayan ürünlerde, gıda ürünlerinde bile, elektroniğin üretimde kullanılması süreci baş döndürücü bir biçimde gelişmiştir. Dolayısıyla, 1947 öncesi dünya ekonomisinde elektrikli (elekronik sayılabilecek ürünler) çok az ve sayılabilir durumda iken, günümüzün dünya ekonomisinde artık elektronik ürünler ve üretimde elektroniğin etkinliği her noktadadır. Elektroniğin olmadığı bir üretim etkinliğini tanımlayabilmek zor bir durumdadır. Bu nedenle bu değişimin başlangıç ögesini ifade eden transistör değişimin ilk noktası olarak düşünülmelidir.

Transistör esasen bir icattır ve transistörün devredeki rolü mantıksal düzlemde işlem gerçekleştimesidir. Transistörün öncülü (ki 220 Volt ile çalışan ve elektronik özelliği de zayıf olan) vakum tüp denilen ilkel elektronik aparattır. Transistör elektroniği, geçmişte kullanılan vakum elektroniği ile karşılaştırıldığında, vakum elektroniğinden tamamen farklı bir yapıya sahiptir (Çelebi, 2007:1). Ancak transistör ile vakum tüp arasında da (mantıksal bir bağlantı olmak noktasında) bir bağlantı olduğu da inkar edilmemelidir. Örneğin, vakum tüpleri triyot adı verilen üç tip terminal cihazı içerir ve bunlar aracılığıyla tüp işlevlendirilmiş olur. Transistörler de üç terminalden oluşurlar. Ancak aralarındaki ortaklık sadece bu kadardır. Her şeyden önce, transistörler katı hal elektronik cihazlarıdır, stabiliteyi içerirler. (Haviland, www.nobelprize.com,2002). Oysa vakum tüp için aynı şeyi söylemek zordur. Vakum tüp teknolojisi, 1970 öncesi dünya ekonomisinin piyasalarındaki çoğu ürünün üretiminde kullanılan bir ögedir. 1900’lerden başlayan süreçte (1950’lere ve dahi 1960’ların sonlarına) kadar var olan dünya ekonomisi trendlerini anlayabilmek noktasında, üretimin geri planındaki yapı vakum tüp ve bunun çağdaşı “elektriksel” yapıdır. Bu dönemin ekonomik döngüleri bunlar üzerine oturmuş ve bunlar üzerine yapılanmıştır. Burada ortaya çıkan değişim, tüm dünyayı ve dünya ekonomisini adım adım değiştirmiştir.

İşte bu nedenle 1950’leri dünya ekonomisinde değişimin başlangıç yılları olarak kabul etmek gerekir. Transistörlerden önce kullanılan vakum tüplerini açıp kapatırken, bu gücü açıp kapatmak, günümüz bilgisayar dünyasındaki temel elektronik mantık olan 0 ve 1 anlamına geliyordu. Ancak, bugün de düşündüğümüzde anlayabiliriz ki, “elektronik “bilginin bu düzeyi”” hiçbir şekilde etkili ve üretken değildi (Gaudin,2007:1). İşte bu nedenle Amerika’da geliştirilen

(6)

transistör büyük bir devrim anlamına gelmiştir. Ancak bunun hemen öncesini, Almanya’yı ve burada üretilen transistör-benzeri ögeleri de burada belirtmek gerekir. Amerikan tipi transistörün önceki biçimi –bir ara aşama olmak üzere- Alman mikrodalga dedektörleridir. Bu parçanın patenti 1899'da Alman bilim adamı Ferdinand Braun tarafından alınmıştır (The Economist,1998). Ancak, bu ürün transistör gibi işlevsel bir ürün değildir (Edmonson,2017). Günümüzün dünya ekonomisindeki ürünlerin hem üretimde, hem de ürün içeriğinde var olmaları boyutuyla, borçlu oldukları keşif, 1899’daki dedektörler değil, 1947'de, Bell Laboratuarlarında mevcut haliyle bilinen ilk transistördür ve bu ürün 1948 yılında da tüm dünya kamuoyuna ilan edilmiştir.

1947 yılında fizikçi bilim adamları tarafından katı hal fiziği unsuru olarak yarı iletken olarak icat edilen transistör, dünya ekonomisini değiştirici bir başlangıç adım olarak ticari yaşamın ürünlerine hızla uygulanmıştır. Bir bakıma Schumpeterian ifade ve mantık ile, transistörün keşfi yeni üretim sürecini anlatmak anlamında “yaratıcı yıkımın” da (Creative Destruction) ilk başlangıcını ifade etmiştir (Schumpeter,1994:83). Ancak bu uygulamada A.B.D.’yi değil, Japonya’yı görürüz. İşte tam da burada, Japonya'nın dünya ekonomisinde transistörün değiştirici, dönüştürücü ve yaygınlaştırıcı etkisi vurgulanmalıdır. Çünkü II. Dünya Savaşı'ndan hemen sonra Tokio Telekomünikasyon Şirketi'ni kuran Masaru Ibuka, 1953'te Amerika Birleşik Devletleri'ne gitmiştir ve transistör patentini Western Electric Company'den satın almıştır. Patent hakkını Western Electric'ten satın aldıktan sonra Ibuka, transistörle ilgili yarı iletkenlerle ilgili tüm bilgileri toplamak için de teknisyenlerini ABD'ye göndermiştir. Çünkü bu ithal edilen bir bilgi içerikli ürün durumundadır ve bilgi yetersizliği vardır. Bu uzmanlar, ABD'deki transistördeki hemen hemen tüm fizikçiler ve uzmanlarla görüşmeler yapmışlar ve bilgi toplamışlardır. Aslında bu durumu şöyle nitelendirmek olasıdır: Bir ülkede(A.B.D.) o ülkenin sahip olduğu eğitim ve bilgi birikiminin bir yansıması olarak bir ürün/teknoloji geliştirilmiştir ve bu teknoloji öğrenme yoluyla o ürünü geliştir(e)meyen bir başka ülkeye (Japonya) ithal edilmektedir.

Bu bilgileri toplayan Japon teknisyenler ekibi, bir adım sonra, bu bilginin desteğiyle kendi tansitörlerini üretmeye başlamışlardır. Bu firma (Tokio) gerçekleştirdiği araştırma süreci sonunda, ürettikleri bu transistörleri kullanan minyatür telsiz ve alıcı yapmaya ve dünya pazarlarına satmaya başlamıştır. Transistör bu aşamada üretim bantlarında üretimi örgütleyen ve sürdüren bir öge değildir. Bir ürün girdisidir ve sadece transistör ile nihai ürün yapılmaktadır. Aslında, bir ürün olarak bakıldığında, ilk transistör 1953 yılında Sonotone 1010 adlı bir işitme cihazı cihazında kullanılmıştır. Tokio şirketi gerçekleştirdiği bu üretimler ile yavaş yavaş piyasalarda güç kazanmaya başlar ve adını da Sony olarak değiştirir. Ve Sony ürünlerini artık Sony markasıyla pazara sunmaya başlar. İlk transistörlü radyo ABD Regency TR1'de üretilse de, Sony'nin şirket transistörü gerçek anlamda tam teşekküllü bir ürün olmuştur (Çelebi,2007,Milliyet) ve tüm dünya pazarlarına sunulmaktadır. 1960 yılına gelindiğinde, Sony ilk taşınabilir Transistör TV'yi (TV8-301) üretmiş ve pazara sunmuştur. Bu ürünler dünya piyasalarındaki (transisör kullanan) ilk elektronik ürünler arasındadır.

Sony’nin sağladığı başarı, dünya piyasalarında diğer firmaların da dikkatini adım adım transistöre ve transistörlü elektronik ürünlere çekmiştir. Sony'den hemen

(7)

sonra, öncelikle ilk aşamada diğer Japon elektronik şirketleri dünya piyasalarında hızla görünmeye başlamışlardır ve de aynı zamanda yeni kendisini göstermeye başlayan elektronik endüstrisine de (ve piyasalarına da) egemen olmaya başlamışlardır. Bunun öncesinde elektronik endüstrisi ya da piyasaları denildiğinde, büyük ölçüde lambalı (vacum tube) radyolar ya da lambalı tv’ler ya da lambalı v.b. diğer ürünlerden söz edilebilmek durumunda idi. Dünya ekonomisinde, 1960’lar ve 1970’lerde söz edilen “Japon Mucizesi”nin üretimsel zemini bu ve benzeri ürünlerden ve sınai gelişmelerden başlar. Dünya ekonomisinde, elektronik üretimde ve piyasalarda öne çıkarken, burada öncül (sınai-ticari) aktör konumunda olanlar Japonlar olmuştur. Ve yavaş yavaş diğer gelişmiş ekonomiler de üretim ve piyasa süreçlerine katılmışlar ve elektronik endüstrisi hızla güçlenmeye başlamıştır.

Transistörü icat etmeyen Japonlar, transistörü ticari bir ürüne dönüştürebildikleri noktada, ekonomilerini bir ileri aşamaya taşırlarken, transistör ile dünya ekonomisinde trendleri de değiştirmişlerdir. Çünkü transistör önce ürün üretiminde girdi olarak kendisini gösterirken, adım adım üretim bantlarında da üretimi biçimlendiren/değiştiren bir öge durumuna da taşınmıştır. Japonların 1950, 1960’lı yıllarda hızla gelişmelerinin ve 1970’lerde Amerikan şirketlerini satın alabilecek ekonomik güce ulaşabilmelerinin ardında (Ekonomilerinin hızlı büyümesiyle artan milli gelir düzeyleri bunu desteklemiştir), bir yanda 1940’lar sonrası, sona eren II. Dünya Savaşı koşullarında, yaşanan ulusal harabiyet, asabiyet ve “bir şeyler yapma arayışı” yer alırken, diğer yanda bu arayışta, elektroniği ve ekonomiyi değiştirici ve dönüştürücü gücü olan transistöre ulaşmaları ve onu yeniden önemli bir yere sahip olmuştur. Transistör sahip olduğu yapısıyla, bütün endüstrilerde üretilen bir çok cihazların içinde ve üretiminde temel öge durumuna gelmiştir. Günümüzün bilgisayarlarındaki, telefonlarındaki, akla gelebilecek her türlü cihazındaki ana öge transistörlerden oluşmaktadır ve eğer transistör olmasa idi, var olan haliyle (1970’ler sonrasından başlayarak) günümüzün dünya piyasalarında alım satıma konu olan ürünlerin bir çoğundan günümüzde söz etmek mümkün olmayabilirdi denilebilir.

Aslında 1940’ların sonu ve 1950’li yıllar, sadece mikro-elektronikte değil, bir çok alanda da büyük değişimlerin başladığı zaman aralığıdır. Bu durumu, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının artışında, bölgesel dağılımında, ekonomik ticari ilişkilerin seyrinde, diğer keşiflerin gerçekleştirilmesinde, bir çok noktada görmek durumundayız. Burada dikkati çeken olgu, transistör olgusunda, bu teknolojiyi Amerikalılar bulsa da, bunu öncelikle fark edenlerin Japonlar olması ve bu ürüne hızla ulaşarak, dünya piyasalarında dönüştürücü bir ticari ürün durumuna getirmeleridir. Ancak burada şunu da belirtmek gerekir. Bunun daha sonra (yaşanan gelişmelerle) farkına varan Amerikan sanayii bu alana hızla yönelmiştir. Ve hatta, transistör teknolojisinin Japonlar tarafından ithali sonrasında, ABD kendisini bir adım daha ileri taşımıştır. Ve aslında A.B.D.’nin transistör konusundaki geç uyanışı, onun bu alanda daha ilerilere taşınmasına da itki vermiştir. Burada ise açıktır ki, transistörü üretmeyi sağlayan bilginin oluşmasını sağlayan eğitim (ve bilgi üretim) zeminin korunmasının önemi ortaya çıkmaktadır. Ancak burada şunu da belirtmek gerekir. 1990’lara kadar elektronik üstünlüğünü elinde bulunduran A.B.D., bu yıllarla birlikte, bir yanda Güneydoğu Asya’ya dönük

(8)

yatırımlarıyla o bölgeye (bir biçimde) aktarılan bilgilerin etkisinde, diğer yanda bu bölge ekonomilerinin gelişmenin dinamiğindeki farkı yakalamalarının etkisinde mikro-elektronik ile ve ar-ge ile yoğunlaşarak, önce OEM/ODM (Orijinal ürünün birebir aynısının üretimi) yapısında ara malı ürünler üretiminde yoğunlaşmışlar ve bir adım sonra ise doğrudan doğruya ürün tasarlamaya ve üretmeye yönelmişlerdir (Hobday, 1995:1188-1189). İşte bu süreçte ise dünya ekonomisinde, bu ülkeler teknoloji geliştiren ülkeler konumuna yavaş yavaş taşınmaya başlamışlardır.

A.B.D.’de bu alandaki gelişmeler, araştırma ve geliştirme etkinliği açısından özellikle kayda değerdir. Çünkü, Japonlar transistörleri kullanarak yeni ürünler ile dünya ekonomisinin ticaret ağına yeni ürünleri katar ve dünya piyasalarını farklılaştırırlarken (transistörü piyasalaştırırlarken), A.B.D. transistörler ile yeni bileşenler üretmeye ve bu noktada. o dönemdeki çokuluslu şirketlerinin yükselen gücünün de desteğinde, bu ürünleri piyasalaştırarak, bizzat dünya ekonomisini dönüştürmeye yönelmiştir. Örneğin, 1958'de A.B.D.’li (Amerikan Teksas Elektronik şirketindeki) araştırmacı Jack Kilby icat edilmiş transistörleri birbirleriyle birleştirmiştir. Bu yeni ürün, aslında enerji aldığında hizmet sağlayan, iş yapan “bir mantık olarak tanımladığımız transistör”ün daha karmaşık hizmetleri, işleri görebilen, yapabilen “daha karmaşık bir mantık” durumuna dönüşmüş eskisinden çok farklı üst bir yapıyı (devreyi) ifade eder (Ekekwe,2010:11). Transistörlerin bir devreye dönüştürülmesinin, transistörleri daha gelişmiş bir aşamaya getirdiği unutulmamalıdır (The Economist, 1998, Haviland, www.nobelprize.com,2002). “Transistörlerden oluşmuş bütünleşik devre” transistörden çok farklı bir yapıdır. Transistörün entegre (bütünleşik transistör ağı) durumuna gelmesi, dünya ekonomisinde dönüşüme kapı aralanması anlamına gelmiştir. Çünkü, dünya ekonomisinin büyük dönüşüm gerçekleştirdiği yıllar 1960’lar sonrası olup, özellikle entegre transistör ağının bilgisayar ana işlemcisine doğru dönüştüğü 1970 ve sonrasıdır. Bu dönem ile birlikte, artık ne dünya eski dünyadır, ne dünya ekonomisi eski dünya ekonomisidir. Öyle ki, bilgisayar işlemcisi, milyonlarca transistörün bir arada olduğu bir bileşendir ve dünya ekonomisini, dünya toplumunu dönüştürmede en temel ögelerden en başta gelenidir.

Burada, ”transistör entengre ağı” olarak tanımlanan entegre devre, aslında aynı zamanda devrenin ve bileşenlerinin boyutunu çok büyük ölçüde azaltan bir çiptir. (Haviland, www.nobelprize.com,2002). “Çip”, transistörleri içeren ilk entegre üründür ve gelişmiş ve daha karmaşık şekli ise (bilgisayarlarda da kullanılan) işlemcidir. İlk bilgisayar işlemcisinin üretildiği tarih 1965 yılıdır ve (A.B.D.’li) İntel şirket çalışanı Gordon Moore tarafından dünyaya ilan edilmiştir. İntel şirketi, birinci işlemciyi ilanından 18 ay sonra çip içindeki transistörleri ikiye katlamayı başarmıştır. Transistörleri birleştiren çiplerden ilk mikro-denetleyici, 1970 yılında F14 Tomcat için uçuş kontrolü sağlamak amacıyla inşa edilmiştir. Busicom, 1971 yılında dünyada ilk defa transistörlerden oluşmuş denetleyici içeren hesap makinesini (LE-120A Handy) açıklamıştır. 1983 yılında, Motorola, transistörler tarafından desteklenen DynaTAC 800X cep telefonunu tanıtmıştır ve 1950’lerdeki, 1960’lardaki Japon deneyiminden itkiyle, bu keşfi hızlı bir biçimde ticari ürün durumuna getirmiştir. 1974'e gelindiğinde, Intel 1965’deki ticari gücü zayıf olan işlemcisinin ötesinde, gerçek ticari ürün ve piyasaları değiştirici bir ürün olmak

(9)

anlamında ilk 8086 ve 8088 bilgisayar işlemcilerini üretmiştir (Jones, www.softmachines.org,2017:1). Bu, günümüzün dünya ekonomisinin yaşadığı gelişimi açıklayan büyük bir yeniliktir.

1975 yılında kurulan Microsoft Şirketi de, bilgisayar işlemcileri gelişirken, 1981 yılında MS-DOS işletim sistemini sunmuştur. 1985 yılında gelindiğinde ise Microsoft (günümüzün işletim sistemlerinin atası sayılan) ilk grafik ara yüzlü ilk Windows-PC işletim sistemini duyurmuştur. Ve bu gelişmeden sonra, Microsoft (işletim sistemi) şirketi ve Intel (bilgisayar işlemci üreticisi) şirketi, teknoloji pazarlarında yükselmeye (devam eden bu işbirliği için Windows-Intel (Wintel) adlandırması yapılmıştır) başlamışlardır (Jorgenson,2002:5). İşte 1950’den 1970’lere kadar güçlü olarak süren “Japon Mucizesi”nin sonu ve “Amerikan Yüzyılı” diye tanımlanan dönemin başlangıcı 1965 sonrasına ( 1970’lere) ve bu gelişmelere bağlanabilir. Dünya ekonomisinde küresel ekonomi denilen sürecin oluşabilmesinde de buradaki gelişmeleri bir etken olarak görmek gerekir.

1970’li yıllar sonrasında değişim daha büyük hız kazanmıştır. Örneğin, 1960’ların sonlarında 40.000 transistörlü işlemcilerden söz edilirken, Intel, 2007'de 820 milyon transistörle 45 nanometre kalıba sahip Penryn çipini bir araya getirmiş ve dolayısıyla oldukça gelişmiş bir işlemci üretmeyi başarmıştır (Gauidin,2007). Bu gelişme değişim hızı yavaşlasa da, sonraki yıllarda da sürmektedir. Örneğin, 2018'de Intel, 10 nanometre yeteneğine sahip Cannon Lake işlemci üretmeye başlamıştır. Günümüzün dünya ekonomisindeki değişimin ana unsurlarından en başta geleni 1947'de bulunan o tek mimari yapıdaki transistöre dayanmaktadır. Dünya ekonomisine bakıldığında, nano elektronikteki bu değişimi yakalayabilen ve bunun peşisıra üretimini biçimlendirebilen ekonomiler, dünya piyasalarında göreli olarak talebin fiyat esnekliği düşük ürünler üretiminde yoğunlaşabilmektedirler, rekabetin göreli olarak daha düşük olduğu yeni ürünler geliştirebilme şansına sahip olabilmektedirler.

Dünya ekonomisine bakıldığında, gerçekten de, 1950'lere atıfta bulunan savaş sonrası dönem, dünya insanlığı açısından “Altın çağ” olarak da adlandırılabilecek bilimsel-teknolojik bilgi gelişiminin öne çıktığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde elektronikte, nano-elektronik alanında bir çok keşifler ve değişimler ortaya çıkarken, bu ürünlerin fiyatlarında da düşüşler ortaya çıkmıştır. Öyle ki, bu gelişme sürecinde, teknolojinin üretime uygulanmasının etkisiyle yarı iletken fiyatları 1959’dan 1962'de sadece 3 yıl içinde % 85 oranında düşmüştür. Üretim ise 1970’lere kadar geçen sürede (10 yılda) 20 kat artmıştır. (Bu üretimin % 50'si ise soğuk savaşın etkisi altındaki askeri projeler için kullanmıştır). Bu dönemde elektronik dönüşüm o kadar baş döndürücüdür ki fiyat değişiklikleri de bunu teyit etmiştir: Öyle ki; dünya ekonomisinde sanayileşmenin başlangıcında, İngiltere'de pamuklu kumaşın birim fiyat düşüşü 70 yıl iken, ortalama transistör fiyatı 1962'den 1971'e (9 yıl) daha büyük düşüş yaşamış ve birim fiyatı 1 dolara inmiştir (Çelebi, 2007). 1980'lerde ve 1990'larda da Japon, Amerikalı ve Avrupalı transistör üreticileri arasında ciddi bir rekabet gözlenmiş(Seavoy,2006:317-318; Jorgenson, 2001:3) ve 2000’lerde de birim fiyatları 5-10 “cent” düzeylerine düşmüştür.

Nano-elektronikde, işlemciler transistörün icadıyla başlayan süreçte ana aşamadır. Elektronikteki bu değişim, nano elektroniğin sunduğu dünya koşullarıyla, sanayileşme sürecinde insanlığın bilgi ekonomisine geçişini desteklemiştir.

(10)

Bununla birlikte, 1950'lerle başlayan süreçte, Moore Yasası olarak da adlandırılan transistörlerin 18 ayda iki katına çıkabilmesi olayının da sonuna gelinmiştir. Artık son 50 yılın minyatürleşmesine ve işlevselleşmesine bir bakış yapmak gerekirse, özellikle de 2010 yıllarından sonra, transistörlerin küçülmesinin de sona ermiş olduğu görülüyor (Worstall, Forbes, 2016). 2010’lu yıllarda dünya ekonomisinde de konjontürde duraklamanın olduğu göz önüne alınmalıdır.

Nano-elektronik gelişmenin dünya ekonomisini değiştirici etkisi, nano-elektroniğin bilgi teknolojisine sunduğu olanaklarla daha kolay kavranabilir. Çünkü, elektroniklerin gelişimi ve yaygınlaşması bilgi teknolojisine zemin oluşturmuştur ve elektronik cihazlarda yaşanan gelişmeler “yeni ekonomi”nin yolunu açmıştır. Sadece geçmiş dönem için değil, günümüzde bile, daha hızlı, daha iyi, daha ucuz elektronik cihazlar ile teknolojik değişim, bilgisel gelişimi ve dönüşümü hızlandırmaktadır. 21. Yüzyılın “Sayısal Çağ= Dijital Çağ” olarak tanımlanabilmesinin geri planında mikro-elektroniğin 1947’de başlayan bu değişimi yer almaktadır.

Elektronikte yaşanan gelişmeler, sadece çekirdek elektroniği endüstrisinde kalmamıştır. Eğer öyle olsa idi, elektroniğin değişimi ve gelişimi sadece bir üretim kesiminin gelişimi anlamına gelirdi. Oysa, elektroniğin değişimi ve gelişimi, tüm dünyayı ve dünya ekonomisini değiştirmiş ve yeni bir sürecin içine sokmuştur. Elektronik girdi fiyatlardaki düşüş, bilgisayarlar, yarı bilgisayar ürünleri ve telekomünikasyon cihazları gibi yarı iletken teknolojisine dayanan ürünlerin fiyatlarına aktarılmıştır. Dünya daha öncesine göre ölçülemeyecek derecede, daha fazla elektronik bir ortama girmiştir. Bu yeni teknoloji aynı zamanda uçak, araba, bilimsel alet ve bir dizi başka ürünün maliyetini de düşürmeyi desteklemiştir (Jorgenson,2001:2). Değişen ortam, ekonomileri ve piyasaları da değiştirmiştir. Örneğin günümüzün dünyasında, klasik, mekana dayalı pazarları büyük ölçüde zayıflatan “elektronik pazarlar” olgusunun arkasında da aynı gerçeği görürüz. Ürünlerde gördüğümüz bu etkenlilik, aynı biçimde üretim bantlarında da kendisini göstermiş, elektronik gelişme üretim süreçlerinin de belirleyicisi olmuştur. Bir bakıma, elektronik ekonominin arz boyutunun değiştiricisi bir faktör olmuştur (Eliasson,1982:2).

Çizelge 1: A.B.D. Japonya ve Güney Kore’de Ekonomik Büyümenin Kaynakları (%) Büyümenin

Kaynağı ABD (1948-1969) Japonya (1953-1972) G.Kore (1963-1982)

Teknolojik Gelişme 29.8 22.4 11.8 Emek 22.0 17.1 35.8 Sermaye 19.8 23.8 21.4 Ölçek Ekonomileri 10.5 22.0 18.0 Hesap Hataları 17.9 14.7 13.0 Toplam 100.0 100.0 100.0

Kaynak: Sengupta, J.K. (1999), New Growth Theory: An Applied Perspective, Edward Elgar,

Cheltanham. s.23’den Akt., Demir,2002:11, Tablo 2.

Burada denilebilir ki, çağdaş bilgi teknolojisi, transistörün icadı ve gelişmesi ile kendini gösterebilmiştir (Jorgenson,2001:2). Örnek olarak, internet, tıp, eğlence gibi birçok endüstri bu teknolojiler olmadan var olamazdı. Mikro-elektronik teknolojisi ilerlediği için, küresel ekonomide hız, verimlilik ve kapasite açısından

(11)

bir değişim ortaya çıkmıştır (Ekekwe, 2010: 10). Dolayısıyla, modern dünya ekonomisinin değişen doğasını anlamak için elektronik ve elektroniğin yarattığı teknolojinin önemli bir faktör olduğunu, elektronik ve teknolojik gelişmenin ekonomik büyümeyi teşvik ettiğini ve modern uluslararası ekonomik düzende rekabeti belirlediğini belirtmek gerekiyor (Gurgul ve lanch,2012:3). Çağdaş uluslararası finansal sistemin varlığı da nano-elektroniğin sunduğu teknolojiye bağlıdır. Öyle ki, bu teknolojileri kullanan modern finansal piyasalar ve sistemler sayesinde uluslararası ticaret ve küresel ekonomi bu boyutlara ulaşabilmiştir. Ancak nano-elektronikte yaşanan bu değişim ve gelişimin ise geri planında ise ilgili ekonomilerdeki bilgi birikimi ve dolayısıyla eğitimin olduğu açıktır. Elektronik devrimini gerçekleştiren A.B.D.’de 1948’den 1969’a dek geçen sürede ekonomik büyümenin kaynaklarına bakıldığında, bu devrimin etkileri görülmektedir. Öyle ki, bu zaman zarfında ekonomik büyümenin kaynağı olarak sermaye yüzde 19.8 katkıya sahip iken, teknolojik gelişmenin büyümeye katkısı ise yüzde 29.8 olmuştur. 1950’lerin başında transistörü icat eden A.B.D.’den patentini alarak ithal eden Japonya’nın transistörü ticari ürünlere dönüştürdüğü ortamda, Japonya’nın ekonomik büyümesinde teknolojik gelişmesinin katkısı yüzde 22.4 olmuştur. Bu dönemde Kore sermayesinin büyümeye katkısı ise yüzde 23.8 olmuştur. Bu verilerde A.B.D.’nin 1958 yılı ile birlikte Japonya’nın önüne geçerek yeniden (entegre devre teknolojisini öne almasıyla) teknolojik gelişmede önde olmasının etkileri de görülmektedir.

4. Elektronik ve Bilginin Üretim, Ekonomik Büyüme, Uluslararası Ticaret, Rekabetin Gelişimi ve Endüstri 4.0’ün Oluşumu Üzerindeki Etkileri

Dünya ekonomisinde, bilgi, insan sermayesi ve teknolojik değişme, tarih boyunca iş ilişkilerini, üretim biçimlerini, gelir düzeyini, gelir dağılımını ve tüketim kalıplarını topluca (devrimsel bir biçimde ve/veya parça parça zaman içerisinde) değiştiren ögelerdir (Demir,2002:1). Bunlarda ortaya çıkan değişime ayak uyduramayan yapılar Schumpeter’in “yaratıcı yıkım”ında ifade gibi, varlıklarını sürdürememişler ve yok olmuşlarıdır. Gerçekten de burada bilgi, insan sermayesi ve teknolojik değişme, hem üretim sürecini ve hem de ürün çeşitliliğini değiştirme boyutuyla önem taşır. Dünya ekonomisi, 1947 sonrasında başlayan dönüşüm sürecinde, aşama aşama öncesinden tamamen farklı bir yapının içine doğru evrilmiştir. Günümüz itibariyle artık “Endüstri 4” de denilen ve “Karanlık fabrika” biçimini getiren bir üretim sürecinden söz edilmeye başlanmıştır.

Esasen “Endüstri 1.0” ya da 1. Sanayi devrimi de denilen ve 1700-1850 yıllarında varlık kazanan birinci aşamada üretim süreci, su ve buhar gücü kullanımına odaklı idi ve tamamen mekanik sistemler üretime egemendi. 2. Sanayi devrimi olarak tanımlanan “Endüstri 2.0” dönemi ise, 1850 sonrasında elektrik enerjisinin üretim süreçlerinin muharrik gücü, enerjisi olduğu bir dönemi anlatır. Burada da çok büyük ölçüde mekanik sistemlerin olduğu üretim sürecinden söz edilir. 3. Sanayi devrimi de denilen, “Endüstri 3.0” süreci ise, elektronikte 1958 yılında keşfedilen entegre devrelerin üretim süreçlerinde kullanıldığı, üretimin etkin olarak ancak adım adım işlemcilerle yönetilmeye ve denetlenmeye başladığı dönemi ifade eder.

Artık Endüstri 4.0 denilen süreçte, fabrikalarda üretim, nano-elektronik teknolojisi sayesinde öyle bir noktaya gelmiştir ki, artık üretimde tam otomasyona gidilmektedir. Ve üretim uzaktan izlenebilmekte, denetlenebilmekte ve insan

(12)

olmayan üretimde artık ışıklara da gerek olmadığından söz edilmektedir. 1947’de icat edilen ve öz olarak mantıksal işlem birimi konumunda olan transistör şu anda ulaştığı gelişim noktasında, Endüstri 4’ü yaratırken, üretim sürecinin tümünü yöneten ve denetleyen bir öge durumuna gelmiştir.

5. Elektronik Gelişmenin Beslediği Bilgi Büyümesinde, Bilginin Ekonomilerdeki Rekabetçi ve Geliştirici Öndeliği ve İnsan Sermayesi

Genel olarak “bilgi kapitalizmi” kavramı, “bolluk ekonomisi, bilgi ile insanların arasındaki uzaklığın yok edilmesi nitelendirilebilecek “bilgi ekonomisine” geçişi tanımlamak için ortaya çıkmıştır (Peters ve Humes,2003:5). Aslında bilgi ekonomisi içinde yer almakla, sadece bireyler, şirketler değil, devletler de (bilgiye sahip olabildikçe) daha güçlü duruma gelmenin de olanağına kavuşmuşlardır. Ve dolayısıyla da, 21. Yüzyıla girerken, bilgi ekonomisinin içinde yer alabilen devletler, içinde yer aldıkları toplumlarda, daha öncesine göre daha caydırıcı işlevlere sahip olabilir/ taşıyabilir duruma gelmişlerdir. Ve tabii ki, onların bu biçimde daha güçlü duruma gelmeleri, onların belli noktalarda toplumların özgürlüğünü genişletmelerine de gerekçe olabilmiştir.

Dünya Bankası ve OECD için, bilgi ekonomisine geçiş, eğitim, öğrenme ve iş arasındaki geleneksel ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesini, eğitim ve sanayi arasında yeni bir koalisyonun gerekliliğine odaklanmayı içermiştir. ‘Bilgi kapitalizmi’ ve ‘bilgi ekonomisi’, 1990’ların sonlarında OECD ve Dünya Bankası’nın ortaya çıkardığı bir dizi raporda ikiz kavramlar olarak kullanılmışlardır (Peters ve Humes,2003:5).

Günümüzde, 1990’lardan beridir, dünya ekonomisini tanımlamak üzere, küresel ekonomi kavramı kullanılmaktadır. Ancak, belirtmek gerekir ki, esasen küresel ekonomi dünya ekonomisini tam olarak nitelemez. Çünkü bir bütünsel ahenk (uluslararası düzen-ara bağlantılar olması) ve yapı anlamında, dünya ekonomisi olgusunun en azından on altıncı yüzyıldan beri var olduğu bilinmektedir (Braudel,1979’dan Aktaran Carnoy,2005:3). Küresel ekonomi olgusu, 1860’larda, Anglo-Franko Anlaşması sonrası kısa bir süre uygulamaya konu olmuş (denenmiş), ancak ülkeler arası erişimin zayıflığında (elektronik ağın olmadığı bir durumda) başarılı olamamıştır. Daha sonrasında ancak 1990’larda elektroniğin ve diğer gelişmelerin desteğinde yeniden varlık kazanmış ve var olabilmiştir. Artık günümüzün dünya ekonomisi, elektronik ve diğer gelişmelerin desteğinde, yenilik, finans ve kurumsal yönetim v.b. bir çok etkinliklerin dünya ölçeğinde gerçek zamanlı olarak işlediği küresel bir ekonomi konumundadır. Kabul etmek gerekir ki, bu küresellik ancak gelişmiş telekomünikasyon ağları, bilgi sistemleri tarafından sağlanan teknolojik altyapı (internet, mikro-elektronik makineler ve bilgisayarlı ulaştırma sistemleri) nedeniyle yakın zamanda mümkün olabilmiştir (Carnoy,2005:3). Eğer bu nano-elektronik gelişmeler, olanaklar olmasa idi, günümüzün küresel ekonomisinden de söz etmek mümkün olamazdı.

Küresel ekonomide bilgi ve yenilik sistemin dinamiğini oluşturmaktadır. Küresel piyasalarda ürünün yapısı, üretimin biçiminin belirleyicisi artık çok büyük ölçüde bilgi odağındadır ve hem ürünlerin üretiminde ve hem de üretim ağlarında yeni olma vasfı en önde yer alan ögedir. Günümüz dünyasında ürünü ve üretimi belirleyen bilgi tam serbest ulaşılabilir bir öge olmamakla birlikte, rızaya bağlı

(13)

olarak çok büyük ölçüde taşınabilirlik niteliğine sahip ögedir. Dolayısıyla da denilebilir ki, küresel bir ekonomide bilgi de küresel bir olgudur ve işlevlendirildiği durumda küreselleşmeye katkıda bulunur. Artık günümüzün dünyasında, dünyanın bir bölgesinde var olan bir bilginin dünyanın öbür tarafına taşınabilmesi saniyeler içinde gerçekleşmektedir. Ve bir noktada elde edilen bir bilginin etkileri sadece ilgili kesimlerde değil, aynı zamanda diğer kesimlerde ve özellikle eğitim kesiminde de hissedilebilmektedir. Artık küresel dünyada eğitim sistemi, doğrudan doğruya ekonomilerde üretimi, verimi ve refahı artırma yönelişinde toplumun ekonomik düzlemde bilgi kalitesini yükseltme işlevini görme noktasındadır.

Nano-elektroniğin desteğinde, üretimin milimetrik noktalarda yönetilebilir ve denetlenebilir duruma geldiği dünya ekonomisi koşullarında, bilgi, üretimde verimi artırma noktasında daha fazla seçici olarak öne çıkarken, toplumlar açısından da refahı arttırabilme noktasında eğitimin niteliğinin artırılması seçici olarak öne çıkmaya başlamıştır. Bu şaşırtıcı değildir. Çünkü eğitimde kalitenin arttırılabilmesi, özellikle yükseköğretim noktasında düşünüldüğünde, denilebilir ki, ulusal ekonomilerin ekonomik rekabet edebilirliğinde kritik bir rol oynarken (Lane,2012: 1), burada ortaya çıkan başarı kendisini toplumsal refahta da artış olarak göstermektedir.

Bilginin günümüzün küresel ekonomi koşullarındaki bu seçici önemliliğinin, hakim iktisat düşüncesi bağlamında, geç kavranıldığı görülür. Öyle ki, Neoklasik ekonomistler eğitimin üretimdeki bu “özgül” girdi özelliğini ve önemliliğini 1960’lara dek fark edememişlerdir (Aktaran Öztürk, 2001: 41-43). Fakat burada şunu da belirtmek gerekir: Adam Smith’in dünyasından beridir söz edilen işbölümü ve uzmanlaşma aslında bilginin de belirleyici olduğu bir yapılanmadır. Ancak burada bundan değil, bilginin seçicilikle öne çıkmasından söz edilmektedir. Ve bu durum 1960’lara dek Neoklasik iktisatçılar için söylenebilir. Sonrası için değil. Ve fakat yine belirtmek gerekir ki, bilginin ekonomi kuramlarında önemliliği, Kıta Avrupası’nda Frederick Von Hayek teslim edilmiştir. Hayek, daha 1936 yılında buna vurgu yapmıştır. Öyle ki, Von Hayek bir çalışmasında “ bilgiye dönük seçici ayrım yaparak” bilginin ekonomi için önemli olduğunu belirtirken ve [bilginin günümüz küresel ekonomideki önemliliğine de vurgu yapar biçimde] ekonomik büyüme sürecinde de büyümenin en önemli anahtarını 'bilgi' olarak tanımlamıştır. (Aktaran, Peters and Humes,2003:3).

Bilginin üretimdeki değerliliği konusunda Paul Romer neoklasik iktisada da alternatif bir yaklaşım içinde, içsel büyüme kuramını ortaya atmış ve burada neoklasik üretim fonksiyonu yerine, yatırım ve üretim sürecinde sadece fiziksel ürünün değil, “yeni üretim bilgisinin de ortaya çıktığı varsayımıyla, artan verimlere dayalı üretim fonksiyonlarını kullanmıştır. Üretim ve yatırım sürecinde bir yan ürün olarak çıkan bilgi, yalnızca ilgili işletme için değil, ekonomi genelinde de verimlilik artışı sağlayan bir öge olarak düşünülmeye başlanmıştır (Yülek,1997:1-2). Bu kuram, gelişmede geri kalmış ekonomiler için, bilginin ve öğrenmenin önemine vurgu yapan bir kuram olup, bu ekonomilerin gelişimlerini hızlandırabilmede önemli önermeleri yapısında barındırmaktadır. Romer 1994’de yayınladığı çalışmasında, neden gelişmekte olan ekonomilerin gelişmiş ekonomileri yakalayamadığının arkasındaki yanlışlığı yakaladığını söylüyordu: Bu yanılgı, Neoklasik iktisadın, iki temel varsayımı idi. Neoklasiklere göre teknolojik

(14)

değişim dışsal bir olgu idi ve dünyanın her tarafında aynı teknolojik fırsatlar vardı. İşte bu 2 neoklasik varsayım büyük bir yanılgıydı (Romer,1994:4).

Romer modelinde, Neo-Schumpeteryan bir bakışla, Schumpeter’in yaratıcı yıkım olgusundaki yeniliği yaratmadaki monopolcü güce gönderme yapar; günümüzün üretim süreçlerini “yenilikleri yaratma” açısından değerlendirirken de bu bakışın devamı olarak, monopol durumundan, eksik rekabetten söz eder (Romer,1994:14). Dolayısıyla, Paul Romer’e göre büyümenin kaynağı yenilik ve teknolojik gelişmedir. Burada ise Ar-ge önemli bir olgudur. Eğer yenilikler ve teknoloji geliştirme monopolistik güçlerle sağlanamıyorsa, burada devleti bir etken olarak görmek mümkün olabilir. Aslında burada Neoklasik iktisatçıları düşündüğümüzde, bu iktisatçılar (Paul Romer ve diğer içsel büyüme kuramcıları) ekonomik büyüme sorunsalına analitik çözüm getirebilen iktisatçılar konumundadırlar. Özellikle, teknoloji gelişmenin içsel bir faktör olduğu kabul edildiğinde, bunlar değiştirilebilir ögeler haline gelir. Bu değişimde değişimi gerçekleştirmede monopol güç yok ise (Romer piyasaların mükemmel işlemediğini, monopolistik güçlerin olduğunu söyler), kamusal güç de bu değişimde etken rol üstlenebilir. Ve burada da teknolojik değişimi belirleyen Ar-ge harcama bileşenlerinin değiştirilmesi önem taşır.

İçsel büyüme yaklaşımı (kuramı) sadece Paul Romer tarafından değil, başka kişiler tarafından da (S. Rebelo, R.Barro, K.J. Arrow, R. Lucas v.d.) ileri sürülmüştür.

Bunlar arasında R.Lucas’ın “insan sermayesi yaklaşımı” bilginin insan ögesi üzerindeki ve dolayısıyla ekonomik büyüme üzerindeki etkisini vurgulaması nedeniyle Romer’in içsel büyüme modeli kadar önemlidir. Genel olarak içsel büyüme kuramlarına bakıldığında, burada ekonomik büyümenin ana kaynağı olarak teknolojik gelişme, bilgi ve insan sermayesinin yer aldığı görülmektedir. Ki bu nedenle de, bu kuramlar günümüzün dünya ekonomisi gelişmelerini daha fazla çözümleyebilir durumdadırlar. Burada özellikle teknolojinin neoklasik iktisatçılar gibi, dışsal bir faktör olarak görülmemesi ve aksine teknoloji ve yeniliklerin (ve insan sermayesinin geliştirilmesinin) işletme içi ve/veya ülkelerin özgül koşullarından beslendiğini ileri sürmeleri önemli bir farklılıktır. Çünkü, onların bu bakış açıları, onlara ekonomik büyümenin 1950 sonrası motor gücü olan teknolojik gelişmeyi, yenilikleri ve onun geri planındaki elektronik devrimi öngörebilmelerini ve ekonomik gelişmeleri çözümleyebilmelerini getirmiştir.

Örneğin R. Lucas “Neden Sermaye Zengin Ülkelerden Yoksul Ülkelere Gitmez” adlı makalesinde mükemmel olmayan rekabet koşullarından söz eder ve burada insan sermayesi olgusuna vurgu yapar (Lukas,1990:92-94 vd.). Lucas’ın yaklaşımında, ekonomik büyümenin merkez noktasına insan sermayesine oturturken, mükemmel olmayan rekabet koşullarının olduğu dünyada gelişmekte olan ekonomilerde insan sermayesinin eğitim ve öğrenme yoluyla sağlanabileceğini ve geliştirilebileceğini belirtir (Lucas, 2015:85 vd.). Bu durumda bir ekonomi için, eğitimden söz ettiğimizde, ise açıktır ki, devleti ve devletin eğitimdeki rolünü öncelikle düşünmemiz gerekir. Çünkü bir ekonomide insan sermayesini arttıracak ana öğe eğitimdir ve diğerleri eğitimi peşinsıra izlerler. Dolayısıyla da, günümüzün aksak piyasalarında, devlet eğitimi öne alan politikalarla insan sermayesini de güçlendirmiş ve dolayısıyla “insan sermayesinden ekonomik büyümeye olan bağı” (lucas, 2015:85) kurmuş olur.

(15)

İşte bu noktadan bakıldığında, Neo-klasik iktisadın egemen dünyasında,F.Von Hayek’in vurgusu ve vurguladığı nokta önemlidir: Çünkü ekonomik büyüme, eğitimli işçilere, yöneticilere, girişimcilere ve vatandaşlara ihtiyaç duyar ve de bilişsel beceri ölçütleri ile ekonomik büyüme arasında güçlü bir ilişki vardır. Ekonomik büyümenin artırılabilmesi için, modern teknolojiler icat edilebilmeli, yenilikler artırılabilmeli, uygulamaya konulmalı ve sürdürülebilmelidir (Burgess,2016:9). Böylelikle ekonomik büyümenin daha da yukarılara taşınması olanaklı olabilecektir. Ancak bunların olabilmesi için de, çok büyük ölçüde eğilimin yüksek düzeyde olduğu bir ekonomiden söz etme gereği vardır. Gerçekten de, bir ülkedeki eğitim kalite düzeyi, o ülkenin üretiminin ve ihracatının bileşiminin ve büyümesinin temel belirleyicileri arasında yer alır. Ve hatta denilebilir ki, bir ekonomi var olan gelişme düzeyinde teknoloji geliştiremiyorsa da, toplumunun eğitim düzeyinin yüksekliği sayesinde ithal ettiği yabancı teknolojiyi etkin bir şekilde kullanabilme imkanına sahip olabilir.

Açıktır ki, ekonomik yaşamda üretim süreçlerinde bazı girdiler ile çıktılar arasında doğrusal bir ilişki daha kolay kurulur ve bu ilişkiler büyük öneme sahiptir. Örneğin, sağlık ve beslenme ve ilk ve orta öğretim, kırsal ve kentsel kesimdeki işçilerin verimliliğini nasıl arttırırsa, mesleki eğitim de dahil olmak üzere orta öğretim de, becerilerin ve yönetim kapasitesinin kazanılmasını kolaylaştırır; kaliteli bir yüksek öğretim, temel bilimin gelişimini, uygun teknoloji ithalatı seçimini ve teknolojilere uyumu ve yeni teknolojilerin geliştirilmesini destekler. Orta ve yüksek öğretimin ülkelerin ekonomik büyümelerindeki önemliliği sadece üretim ilişkileri itibariyle de geçerli değildir. Bu alandaki vasıf yüksekliği, ilgili toplumlarda, ekonomik büyüme için gerekli olan kilit kurumların, hükümetin, hukukun ve finansal sistemin geliştirilmesinde de önem taşır (Öztürk,2001:41/3). Ülkelerin ekonomik kalkınması (ve ekonomik büyümesi) ile ekonomik istikrar ve eğitim sistemi arasında güçlü bir ilişki vardır. Sonuçta, zayıf bir eğitim sistemi, ülkelerin becerikli insanların artmasını sağlayamadığı çerçevede, bu ülkelerin ekonomik olanaklarını da zayıflatır. Becerilerin zayıfladığı ortamda ise verim azalırken, sonuçta toplumsal refah da azalmış olur. Bu koşullarda ise açıktır ki, bu ülkelerin finansal sermaye ve doğrudan yabancı sermaye yatırımı çekebilme olasılıkları da azalır. Bu koşullar ise sonuçta, ekonomik büyümenin, ekonomik istikrarsızlığın ve sosyal barış ve refahın azalmasına neden olur (Byrd,2012:113). Bunun aksine, eğer eğitim sistemi yetenekli kişileri hızlı bir şekilde üretebilirse (en azından teknolojik ilerlemeden dolayı yetenekli insan talebinin artmasına bağlı olarak, talebi karşılayabilirse) ülkede gelirin de artışını desteklemiş olur. ABD'de yirminci yüzyılda 1950’lar sonrasında 2000’lere kadar yaşanan süreç bunu göstermektedir (Burgess, 2016:9-10).Türkiye için 1970-2012 yıllarını kapsayan bir araştırma sonuçlarına göre de, eğitim harcamalarının artışı ile ekonomik büyüme arasında pozitif bir ilişki bulunmuştur (Mercan ve Sezer,2014:925/929). Diğer taraftan 30 gelişmekte olan ekonomi için de yapılan bir çalışmada eğitim harcamalarında artış ile ekonomik büyüme arasında pozitif ilişki bulunmuştur (Bose, Haque ve Osborn,2007:550). Benzer sonuçlar 1973-2012 döneminde Asya ülkelerinde de ortaya çıkmıştır (Mallick,Das ve Pradhan,2016:183-184). Bu ülkelerde de eğitim harcamalarının artışı ekonomik büyüme üzerinde olumlu etkilere neden olmaktadır.

(16)

Bu ülkelerde eğitim harcamalarının yanısıra, Ar-ge harcamalarında da dikkate değer artışlar görülmüştür. Öyle ki, “sonradan katılanlar” olarak da tanımlanan ülkeler arasında yer alan Çin’in Ar-ge harcamalarının GSMH’ya oranı 1996’dan (%0.56) 2016’ya gerçekleştirdiği artış (%2.11), Kore’nin 1996’daki %2.44’lük Ar-ge GSMH oranının 2016’de ulaştığı %4.24’lük düzey bu farklılığı ve önemsemeyi göstermektedir. Bu yıllarda Türkiye’de de Ar-ge harcamalarının GSMH oranında dikkate değer artış vardır. Ancak dünya ortalamaları ile karşılaştırıldığında (1996’da %0.45’den 2015’de %0.88’e) oldukça düşük bir düzeyi ifade etmektedir. İktisat yazınında araştırma-geliştirme harcamaları ile ekonomik büyüme arasında da olumlu ilişkilerin olduğu belirtilmektedir. Bu durum yapılan araştırmalarda da teslim edilen bir durumdur. Örneğin, OECD ülkelerinin 1990-2005 dönemi incelenmesinden görülen odur ki, ar-ge harcamaları, patent ve araştırmacı sayıları ile GSYİH büyüme oranları arasında pozitif ve yüksek oranlı bir ilişki olduğu saptanmıştır (Özer ve Çiftçi, 237). Bu ilişki başka araştırmalarda da saptanan bir durumdur 1990-1998 döneminde Avrupa Birliği ülkelerinde Ar-ge ekonomik büyüme ilişkisi incelenmiş ve benzer ilişki burada da saptanmıştır (Bılbao-Osorıo And Rodríguez-Pose,2004:452).

Ve yine 1996-2010 dönemini kapsayan ve Estonya, Finlandiya, Fransa, Almanya, Hong Kong, Irlanda, Israil, Italya, Japonya, Kore, Kuweit, Latviya, Lithuanya, Hollanda, Norveç, Polanya, Portekiz, Rusyan, Singapur, Slovakya, Slovenya, İspanya, Trinidad Tobago, Birleşik Krallık and ABD, Arjantin, Ermenistan, Azerbeycan, Belarus, Bulgaristan, Çin, Kolombiya, Kosta Rika, Küba, Mısır, Macaristan, Kazakistan, Meksika, Moğolistan, Panama, Romanya, Tayland, Tunus, Türkiye ve Ukrayna olmak üzere, 32’si gelişmiş ve 20’si gelişmekte olan 52 ekonomi üzerinde gerçekleştirilen bir başka araştırmada da, Ar-ge harcamaları ile ekonomik büyüme arasında güçlü ve olumlu bir ilişki bulunmuştur (Gümüş ve Çelikay,2015:215). Çoğu araştırmadan da görüldüğü üzere, ülkelerin ar-ge harcamaları ile ekonomik büyümeleri arasında genelde olumlu bir ilişki vardır. Buradan çıkarsama olarak da denilebilir ki, ülkelerin Ar-Ge harcamalarını artırmaları, onların ekonomik büyümelerini olumlu etkileyecektir. Çizelgede görüldüğü üzere, özellikle 2000’ler sonrası bir çok ülke bu yönde bir yöneliş içindedir. Dolayısıyla da, ülkeler ar-ge yatırımlarına giderken, ilgili ülkelerde insan sermayesinin düzeyi de artmış olmaktadır.

(17)

Çizelge 2: Dünyada Ar-Ge Harcamaları/GSMH Oranları (%,Ülkeler ve Grup Olarak)

Yıllar/Ülke Çin A.B. İsrail Japonya Kore Türkiye ABD Dünya

1996 0,56 1,68 2,6 2,69 2,24 0,45 2,44 1,97 1997 0,64 1,7 2,81 2,77 2,29 0,49 2,47 1,97 1998 0,65 1,68 2,92 2,87 2,15 0,37 2,5 1,98 1999 0,75 1,76 3,33 2,89ş 2,06 0,47 2,54 2,06 2000 0,9 1,72 3,93 2,9 2,18 0,48 2,62 2,06 2001 0,94 1,79 4,18 2,97 2,34 0,54 2,64 2,08 2002 1,06 1,76 4,13 3,01 2,27 0,53 2,54 2,04 2003 1,12 1,78 3,9 3,05 2,35 0,48 2,56 2,03 2004 1,21 1,75 3,87 3,03 2,53 0,52 2,48 1,98 2005 1,31 1,74 4,04 3,18 2,63 0,59 2,5 1,97 2006 1,37 1,76 4,13 3,28 2,83 0,58 2,54 1,98 2007 1,37 1,77 4,41 3,34 3,01 0,72 2,62 1,96 2008 1,44 1,84 4,33 3,34 3,14 0,72 2,77 2,01 2009 1,66 1,93 4,12 3,23 3,3 0,85 2,82 2,05 2010 1,71 1,93 3,94 3,14 3,45 0,84 2,73 2,04 2011 1,78 1,97 4,02 3,25 3,75 0,86 2,77 2,02 2012 1,91 2,01 4,16 3,21 4,02 0,92 2,7 2,09 2013 1,99 2,02 4,14 3,32 4,15 0,94 2,74 2,06 2014 2,02 2,04 4,29 3,4 4,28 1,01 2,75 2,15 2015 2,07 2,05 4,27 3,28 4,23 0.88 2,74 2,13 2016 2.11 2.03 4.25 3.15 4.24 v.y. 2.74 2.31 Kaynak: http://data.worldbank.org/indicator/GB.XPD.RSDV.GD.ZS (Erişim:14.12.2018/07.04.2019).

Eğitim, sadece insan niteliğini artırmaz, aynı zamanda ekonomide teknolojik yeteneğin gelişimine ve ayrıca sektörlerdeki teknik değişime önemli bir katkıda bulunur. İşgücünün eğitim düzeyi ne kadar yüksek olursa, sermayenin toplam verimliliği o kadar yüksektir. Çünkü daha eğitimli olanların yenilikçiliği daha fazladır ve bu nedenle işgücünün eğitimliliği, sadece işgücünün verimliliğini etkilemez, aynı zamanda diğer faktörlerin verimliliğini de etkiler. Bir bakıma, bireylerin eğitiminin artması, yalnızca kendi üretkenliğini değil, aynı zamanda etkileşim içinde oldukları diğerlerinin de artmasını sağladığı için ekonominin bütününe yayılan bir dışsallık yaratır. Böylece toplam verimlilik, eğitim düzeyi yükseldikçe artar. Gelişmekte olan bir ekonomide işgücünün eğitimi ve eğitimin geliştirdiği becerileri, faktör donanımının doğasını ve sonuç olarak ticaretinin yapısını da etkiler. Modern bir fabrikada “vasıfsız” işçilerin bile normalde ilkokul ve ortaokulda edinilen okuryazarlıktan faydalandığını düşündüğümüzde, eğitimin üretimdeki etkisini en basit haliyle anlayabiliriz (Öztürk, 2001: 41-42).

Bu etki, sadece işgücü açısından değil, tüm üretim faktörleri açısından düşünüldüğünde, ve de eğitimin insan faktörünü yüksek vasfa taşıdığı da düşünüldüğünde, eğitimin ekonominin üretim ve tüketim yapıları üzerinde ve de spesifik olarak toplam büyüme oranını etkileyen ihracatın kalitesi üzerindeki etkisini çözümlemek kolaylaşır. Özellikle nano-elektroniğin belirleyici olduğu üretim süreçleri, eğitimli işgücüne, eğitimli girişimciye zorunluluk derecesinde gereksinim duyarlar. Ve özellikle ihraç ürünlerden söz edildiğinde, dış pazarlarda yüksek rekabete konu ürünlerden söz edilir ve dolayısıyla bu ürünlerin, vasfı

(18)

yüksek üretim faktörlerince üretilmesi, bu ürünlerin ve üreticilerinin rekabet gücünü de belirler.

Çizelge 3: Gelişmiş ve Gelişmekte Olan Ekonomilerde Eğitim Harcamalarının Toplam

Harcamalara Oranı (% Olarak)

Ülke Adı/Yıl 1981 1985 1990 1995 2000 2005 2014

Belçika 10,3 vy vy 5,827 vy 11,17 11,96

Bangladeş 6,63 8,389 11,19 vy 20,49 16.00 (1) vy Brunei Darussalam 13,1 vy 8,71 vy 8,921 vy 9,986 Orta Afrika Cumhuriyeti vy vy 11,14 vy 9,931 9,68 vy

Kanada 15,6 13,24 13,19 12,86 12,98 12,18 vy

İSviçre vy 15,65 17,33 15,48 14,64 15,82 15,46 Çin Halk Cumhuriyeti vy 10,69 vy 18,72 vy vy vy Euro Alanı vy vy 10,62 10,63 11,05 11,17 11,62 Finlandiya 12,5 11,56 12,08 11,9 12,17 12,25 12,32

Fransa 11,5 10,1 9,689 11,01 10,79 10,4 9,663

Birleşik Krallık 12,6 10,46 11,17 11,97 12,05 13,18 13,66

Yunanistan 8,38 vy 7,198 vy 6,958 8,7 vy

Hong Kong SAR, Çin vy 18,58 18,54 vy vy 22,48 17,62 Iran, Islam Cumhuriyeti vy vy vy 14,55 20,63 22,32 19,66

Japonya 16,1 vy vy 10,48 9,81 10,25 9,238

Latin Amerika

&Karibyen Ülkeleri vy vy vy vy 14,91 vy 16,53 Kuzey Amerika Bölgesi 15,6 13,24 13,19 12,86 12,98 12,18 13,45 Hollanda 11,9 10,56 10,97 9,72 11,08 12,19 11,98 Norveç 14,4 13,93 13,77 16,58 15,49 16,75 17,05

OECD Üyeleri vy vy vy 11,94 12,1 12,25 13,01

Portekiz vy vy 10,26 11,65 12,1 10,86 9,897

Türkiye vy vy vy vy 6,346 vy 13,13

Üst-Orta Gelirli Ülkeler vy vy vy vy 17,17 vy vy

A.B.D. vy vy vy vy vy vy 13,45

Dünya vy vy vy vy 13,36 13,78 13,97

Kaynak: https://data.worldbank.org/topic/education, (Erişim:14.12.2018/08.04.2019),vy: Veri

Yok (1)2004 verisidir.

Küresel bir dünyada, ihraç pazarı ile iç pazar arasında büyük bir fark yoktur ve sadece iç pazara değil, dış pazarlara da üretim gerçekleştiren işletmeler, ölçek büyürken, ölçek ekonomilerinden yararlandıkları ölçüde uluslararası ticarette daha fazla avantajlara sahip olabilirler. Büyük ölçekler, seri üretimin doğası gereği daha kalifiye, daha fazla ölçülebilir ürün kalitesini getiren üretim bantlarını getirdiği çerçevede, büyük ölçeklerde, daha fazla eğitilmiş ve eğitimle beceri kazanmış işgücü önem taşıyacaktır. Bu nedenle uluslararası ticaretin bilgi birikimini ve eğitilmiş becerili üretim faktörlerini daha fazla öne alacağı söylenmelidir. Özellikle, uluslararası ticaretin, ölçek ekonomisinin etkisinde iş bölümü ve uzmanlaşmayı daha fazla desteklediğini düşündüğümüzde, eğitim-bilgi-üretim ilişkisi daha net kurulacaktır.

Bu durum gelişmekte olan ekonomilerde de, eğitime dönük harcamaların arttırılmasını getirmiştir. Öyle ki, 1990’lar öncesinde bu ülkelerin çoğunda eğitim harcamalarının toplam kamu harcamalarına oranı düşük düzeylerde iken,

(19)

Çizelgede de görüleceği üzere, son yıllarda dikkate değer artışlar sergilemişlerdir. Örneğin Türkiye’ye de bakıldığında, 2000 yılında eğitim harcamalarının toplam harcamalar içerisindeki payı yüzde 6.34’den 2014’de yüzde 13.13’e yükselmiştir. Aynı yıl A.B.D.’de aynı oranın yüzde 13.45 olduğu ve dünya geneli itibariyle de yüzde 13.9 olduğu düşünüldüğünde değişimin boyutları daha kolay anlaşılabilir. Dünya ekonomisinde eğitimin ekonomik büyüme üzerindeki olumlu etkisi, ülkelerin eğitime daha fazla kaynak ayırmasını doğurmuştur (Hanushek ve Wöbmann,2007:4 vd.).

Uluslararası ticaret-eğitim-eğitilmiş işgücü ilişkisinde, ölçek ekonomileri önemli bir yere sahiptir. Ayrıca, uluslararası ticaret döngüsünde, yeni makine ve tekniklerin varlığı, işgücünü eğitime zorlayacaktır ve el becerisinin artmasına destek olacaktır (Reinhard, 2012: 16). Öyle ya da böyle, ister ulusal işletmeler olsun, ister uluslararası işletmeler olsun, üretimde eğitimin geliştirilmesi sonuçta işgücünün üretim kapasitesini destekler ve verimliliği etkiler(Öztürk,2001:41/3). Bu ise toplumsal refahı olumlu etkileyen bir faktördür.

Dünya toplumlarının gelişme süreçlerinden görülen odur ki, ülkeler daha fazla refaha ulaştıklarında ve daha ileri ekonomik aşamalara geçtikçe, yüksek öğretim daha önemli hale gelmektedir. Bu toplumlarda eğitime, bilgiye daha fazla kaynak ayrıldıkça da, artan araştırma geliştirme harcamalarının desteğinde, bu toplumlarda teknolojik gelişmenin de arttığı görülüyor. Bu ise bu ekonomilerin dünya piyasalarında daha fazla teknoloji yoğun, bilgi yoğun ürünlerle var olabilmelerini ve dolayısıyla da ürünlerinin dünya piyasalarında göreli olarak daha düşük talep esnekliği ile karşılaşmasını destekliyor. Bu nedenle de günümüzün dünyasında, bir ekonomi için küresel rekabeti belirlemede, en önemli ölçütler arasında, kaliteli ve erişilebilir yüksek öğretim kurumlarının var olup olmadığı ve yaygınlığı ve teknolojiyi etkin bir şekilde kullanma yeteneğine sahip olmak ilk başlarda sayılmaktadır (Lane,2012:5).

Aslında yüksek öğrenimin ekonomilerin rekabet edebilirliğini desteklemedeki kritik rolünün kabul edilmesi son yirmi yılda söz konusu olmuştur. Yoksa, bilinen bir gerçektir ki, İngiltere ve ABD, yüksek öğrenim sektörlerinde önemli kaynaklara yatırım yapma konusunda çok uzun bir geçmişe sahiptir ve bu yüksek öğrenime olan bağlılık (sadakat) sayesinde, bu ekonomilerde gelişmiş eğitim sistemlerinin geliştirilmesi söz konuş olabilmiştir. Bu eğitim sistemleri ise bu ekonomilere yüksek vasıflı emekçiler sağlamış ve araştırma yeteneklerini yükseltmiş ve ekonomilerin yenilik ekonomisi vasfını sürdürmesini desteklemiştir. Birçok yönden, yüksek öğretim sektörü, bu ülkelerin çeşitli endüstrilerde (ortak çalışmalarla ya da doğrudan üniversite etkinliği olarak) rekabet avantajlarını yaratmalarına ve sürdürmelerine olanak sağlamıştır (Lane,2012:7-8/12).

Aslında ekonomide faktör olarak işgücünün ve insan faktörünün eğitimi, “insan sermayesi eğitimi” olarak düşünüldüğünde, denilebilir ki, işletmelerin üretkenliği artırmak ve rekabet avantajını sürdürmek noktasında kilit bir unsur durumundadır. OECD'ye göre, insan sermayesine “kişisel, sosyal ve ekonomik refahın oluşturulmasını kolaylaştıran bireylerde somutlaşan bilgi, beceri, yeterlilikler ve planları ile rekabette önde olabilmeleri için onların daha fazla çaba sarf etmelerini gerektirmektedir ve bu bağlamda, insan kaynakları girdisi firmaların rekabet edebilirliğini arttırmada önemli bir role sahiptir. Ve sonuçta,

Referanslar

Benzer Belgeler

Birden çok medya platformunun kombinasyonunun etkileşimli şekilde bir arada kullanılmasını ifade eden yeni bir anlatı stratejisi olarak ortaya çıkan

Иранское кино после революции Революция коренным образом изменила строй иранского общества, что не могло не отразиться

Bunla­ rın kitaba da adını veren ilki, va­ zifesinden atılm ış b ir m em urun işi ayyaşlığa dökerek kendilerine sokaklarda gazete sattırdığı iki oğ lunun

Köprülü gibi tarihi, sosyal gerçekler çerçevesi içinde bir tüm olarak görmek isteyen ve bu bakımdan Türk tarih bilimi açısından önemli bir adım atmış

Bu çalışmada medya metinlerinin ideolojik analizi bağlamında Kırgız belgesel filmi incelenmiş, incelenen film, ideoloji ile ilişkilendirilerek Sovyet ideolojisi ve

[r]

Başlıca eserleri: Eshabı Kehfimiz, Efruz Bey, Yüksek Ökçeler, Gizli Mâbet, Bahar ve Kelebekler,

The Council of the Baltic Sea States is an overall political forum for regional inter-governmental cooperation. The Members of the Council are the eleven states of the Baltic