• Sonuç bulunamadı

Tanıdıklarım:Ubeydullah Efendi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Tanıdıklarım:Ubeydullah Efendi"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SAHAF

M«şru tîyetin ilân ın d a Londrayı ziyar et e d e n T ü rk Metuısan H eyeti, soldan it ib aren : F u a t Hulûsi, U b e y d u lla h Efendi, Dahiliye nazırı T alât, İngiliz h a r i c i j e n asırı Lord G ıey , L o n d ra sefiri T evfik paya, A ğ a han, Ingiliz haricîy e nazırın ın arkasında

a y a k t a d u r a n b ü y ü k v a t a n p e r v e r Ebüzzly a T evfik dir

T A N ID IK L A R IM : V

J

UBEYDULLAH EFENDİ

Y a z a n : H ü s e y in C a h it Y a lçın

ENÜZ pek gençtim. Büyük babamın, Mithat paşa vakası münasebetile Mektebi Harbi- yeden çıkarılarak Rodosa sürül­ müş ve orada on beş senesini bitirerek îs- tanbula dönmüş olan dayıma haykırdığını işitiyordum:

- Hâlâ akıllanmıyacak mısın? Ben sana o serseri herifle görüşme demiyor muyum?

Bu “serseri” herif de kimdi acaba? Ubeydullah efendi.

Dayım bana Ubeydullah efendinin hür­ riyet taraftarı olduğunu söylemişti ve bu söz, Ubeydullah efendiyi de hayalimde takdis ettiğim büyükler arasında sevmek için kâfi gelmişti.

Sonra bu “serseri”yi Serveti Fünunda tamdım. Hiç de korkunç bir adam değildi. Onunla konuşmak, hikâyelerini ve şakala­ rım dinlemek çok zevkli idi.

Abdülhamidin zulmünden kaçarak di­ yar diyar dolaşırken, Amerikaya kadar git­ mişti. Şark kültüründen ve dillerinden başka birşey tanımıyan bu sarıklı adam orada İngilizce öğrenmiş, ketenhelvası, yü­ zük halkası ve şu bu yaparak ve satarak ya­

şamıştı.

İnsan, akıl ve mantığa ne kadar hürmet etse ve harekederini ona uydurmıya çalışı­ yorum hülyasına kapılsa, karşısında böyle akıl ve mantığa isyan etmiş ve bu isyanına rağmen açlıktan ölmiyerek zorlukların içinden neşeli bir sıçrayışla kurtulmuş ma­ ceracıları görünce hayran olmaktan kendi­ sini alamıyor.

Serveti Fünun muharrir ve şairleri böyle neşeli, cevval bir arkadaş ele geçirince, he­ men bir seyran tertip ettiler. Yuşa tepesine çıkmak Fikretin aklına gelmişti. Bir cuma günü oraya Beykoz tarafından tırmandık. Rumelihisarındaki yalısında oturan Fikret yiyeceğimizi de getirmişti. Fakat sade yiye­ cek değil, tava vesaire gibi birtakım mutfak takınılan da Yuşa dağına yükseliyordu. Çünkü aramızda Ubeydullah efendi vardı ve Ubeydullah efendi yemek pişirmek hu­ susundaki maharetile maruf idi.

O gün kimler vardı! Hepsini hatırlıya- mıyorum. Fakat Halit Ziya, Rauf, Siyret, Fikret gözümün hâlâ önünde.

Ubeydullah efendi ateşi yaktı, tavasının yağını cızırdattı ve yassı kadayıflarını yu­

murtaya bulayarak güzelce kızarttı, ılık ılık öğle yemeğine yetiştirdi.

O gün hayatımız daimî bir kahkaha içinde geçti denilebilir. Ubeydullah efendi­ nin anlattığı hikâyelerden biri hiç hatırım­ dan çıkmadı.

Suriyede bulunuyordu. Abdülhamide sövmüştü. Tabiî, jurnal edilmiş ve nasılsa İdarî bir muameleye tabi tutulmadan, cina­ yet mahkemesine verilmişti. Ubeydullah efendi inkâr ediyordu. Fakat şahitler vardı. Bazıları Ubeydullah efendiyi yakmak iste- medilerse de bir tanesinin herşeyi anlatmı- ya başladığını görünce, işi bitti. Fakat Ubeydullah efendi çarçabuk mahkûmiyeti kabul edecek adamlardan değildi. O anda bir tedbir düşündü ve düşündüğünü der­ hal tatbik etti: Oturduğu yerde avaz avaz gazel okumıya başladı.

Hâkimler şaşırdı, samiler şaşırdı, fakat şahidin de sözlerini işitmiye imkân kalma­ dı! Ubeydullah efendiyi susturmıya uğraş­ tılar, sustu. Fakat şahit ağzını açınca o eski­ sinden şiddetli surette tekrar gazele başla­ dı. Şahit dinlenemedi. Fakat Ubeydullah efendi sekiz on ay hapse mahkûm oldu..

(2)

SAHAF

Sonra bu “serseri” tekrar gözden kay­ boldu. Meşrutiyette onu meclisi mebusan- da gördük. Bir gün, muhalifler kendisine şiddetli hücumlarda bulunuyorlardı. Lûtfi Fikri bağırıyordu:

- Ubeydullah, sen jurnalcisin!

O, patırdıların, kapak gürültülerinin velvelesi arasında kürsüye çıktı, sesini işit­ tirmek imkânını bulduğu zaman:

- Canım, dedi, ne telâş ediyorsunuz? Durunuz bakalım. Ben jurnalci değilim mi diyeceğim, ne biliyorsunuz? Gürültüyü ondan sonra edersiniz.

Bu sözler, fırtmaya dökülmüş zeytinyağ­ ları gibi bir tesir hasıl etti ve ortalık kahka­ halar içinde yatıştı..

Onu da îngilizler Maltaya göndermişti. Başına bir Afgan serpuşu sararak kahve­

rengi tesbihile azametli bir yürüyüşü vardı. Salâh Cimcoz ve Süleyman Sudi ile bir odada idiler.

Oda halkı yemeklerini kendileri pişiri­ yorlardı, yani Ubeydullah efendi pişiriyor­ du. Fakat o, yemekten ziyade Sudiyi pişir- miye çalışıyordu. O neşeli adam şimdi çok titiz ve aksi olmuştu. Hepsini haşlıyor, azarlıyordu. Kendisine isterseniz sövünüz, fakat pişirdiği yemeğe ufak bir kusur bul­ mak onun nazarında küfre girmek kadar affedilmez bir cürüm idi.

Onun hakkından Rahmi geliyordu. Tek­ lifli konuştuğu kimselerin yarımda iken, Rahmi eğilerek kulağına hafifçe fısıldardı:

- Hoca, söyliyeyim mi?

Ve Ubeydullah efendi çıldırırdı! Yalnız kaldığımız zamanlar dert yanardı:

- Be adam, ne yapıyorsun böyle? Ya A- sıldadığm sözleri işitseler? Bu herifin aca­ ba yüz karası nedir ki, demezler mi?

îngilizler onu zindandan salıverdikleri gün esef ediyordu:

- Şunun şurasmda rahat rahat oturuyor­ duk.. Şimdi nereye gitmeli?

Diyordu.

Sonra geldi “Çöp çatardık” sandalyasına oturdu. Ömrünü bekâr olarak geçirmiş bu adam, hayatm garip bir istihzası, kendi kaçtığı derdi başkalarının başma sarmakla yaşıyordu.

Nihayet, tekrar Millet Meclisine girdi ve yerini buldu.

Yedigün

, no 151, 29 İkinci Kanun, 1936

Ubeydullah Efendi’nin Amerika Hatıraları

U

beydullah Efendi (1858-1937), çeliş­ kili, renkli ve ilginç kişiliğiyle ön pla­ na çıkan bir Jön Türk. Sarıklı ve cübbeli kıyafetiyle bildik “Jön Türk” imajına hiç uymayan Ubeydullah, kimilerine göre “Abdülhamid’in casusu bir maskara”, ki­ milerine göreyse “kalemiyle sultanların is­ tibdadına karşı çalışmış bir kahraman”.

ittihat ve Terakki tarafından üç kez me­ bus seçtirildiği halde Abdülhamit’e jurnal­ ler veren Ubeydullah Efendi, Jön Türklere karşı sert eleştirilerde bulunmuş, “devletin bekası” söz konusu olduğunda Abdülha- mit aleyhtarı olmasına rağmen devletten yana tavır almayı seçmiştir.

Ubeydullah Efendi 1893 yılında, gazete­ lerin boyuna yazıp durduğu meşhur Chi­ cago sergisini görmek arzusuna kapılır. İçindeki macera aşkıyla bulup buluşturur, vapura biner gider. Fransa’dan İngilte­ re’ye, oradan Amerika’ya geçer vapurla. Oradan da Küba’ya kadar uzanır... İstan­ bul’a beş buçuk yıl sonra dönecektir. 1 Mayıs 1893 tarihinde Chicago sergisinin açılışında oradadır: “Amerika’da ben ke­ ten helvası da sattım. Lokantacılık da et­ tim. Yapılarda ırgatlık da yaptım. Sanat öğrenip onu da işledim. Hele panorama ile şark manzarası seyrettirerek dört ay kadar bununla geçindim. En birinci sanatımın da

Ahmet Turan Alkan Sıradışı Bir Jön Türk

Ubeydullah Efendi'nin Amerika Hatıraları iletişim Yayınları, 1989, 231 s.

gazetecilik olduğunu unutmayalım. Bu iş­ leri yapmakla beraber aç kaldığım da olu­ yordu. Fakat az müddet sonra bir mahreç bulup müzayakadan çıkıyordum.” (s. 100)

Kitap, Ubeydullah’ın 1925 yılında

Re­

simli Gazete

'de yirmi beş sayı boyunca tef­ rika ettiği “Geçirdiğim Günlerin Hesabına Ait Dağınık Yapraklar” adlı yazılarına da­ yanıyor. Ahmet Turan Alkan’ın yazdığı uzun ve ayrıntılı “Sunuş” ise hatıratın “ek­ santrik bir Osmanlının seyahatleri” gibi okunmamasını sağlayacak zenginlikte...

Yan sayfadaki fotoğraf ise Ubeydullah Efendinin Ingiltere’ye yaptığı başka bir se­ yahat sırasında çekilmiş. 1909 yı­

lında Talat Paşa önderliğinde Ingiltere’ye yapılan resmî ziyarette Kral Edward ta­ rafından kabul edilen he­ yetin bir üyesidir Ubey­ dullah Efendi. Hatırala­ rında bu heyecanlı kabulü şöyle anlatır: “işte hayatımın garaib-i füsûlu böyle acaib

manzaralar arzeder. Mesela birgün Ingilte­ re kralıyla böyle mülakat ederiz. Bir gün de Küba’da hallerde alışveriş ederken (...) ha­ lin bütün zerzevatçıları beni üzerime attık­ ları bamya, patlıcan, çürük domates, koruk salkımları yağmuruyla mükemmelen ısla­ tırlar, pazar yerinden kaçırırlar.” (s. 111)

Ubeydullah Efendinin îngilizlere mu­ habbeti aslında biraz daha eskilere gidiyor: Abdülhamit aleyhtarı ittihatçılar, Sultanın Îngilizlere karşı güvensizliğinden yola çı­ karak, Güney Afrika’daki Boer savaşının Ingilizlerin lehine sonuçlanmasını kutla­ mak, böylelikle istibdada karşı “muhalefet yapmak” arzusuna kapılırlar, İstanbul’a dönen Ingiliz elçisini omuzlara alırlar: “Sirkeci istasyonunu baştanbaşa doldur­ muştuk; elçiyi candan ve gönülden alkışlı­ yorduk. Sonunda coşkun gençler elçinin arabasını çeken atları söktüler, arabayı kendi kollarıyla çektiler.” (Ahmet Ih­ san Tokgöz, Matbuat Hatıralarım)

O sırada tam ellinci yaşım sür­ mekte olan Ubeydullah’ın ele- başlardan biri olduğu kesindir; Ingiliz elçisinin arabasını çeken “gençler” arasında olduğu da ri­ vayet edilir! ♦

K E R E M Ö N C Ü L

Taha Toros Arşivi V İR G Ü L 7 1 M A YIS'2001

Referanslar

Benzer Belgeler

Nazlı Ecevit’in resimlerinde İstanbul özlemi var Türk resim tarihindeki özgün kimlikleri göz önüne alınarak belirlenen Türk Resminin Öncü Kadınlarımda 12 kadın

Konuyla ilgili bir örnek verebilirim: “Erzurum’un Tortum ilçe- si dolaylarında 11 m’lik yılan bulundu” ha- beri sanırım Haziran ayı içinde İnternet’te çok hızlı

[r]

Tout en respectant ces inappréciables souvenirs d’un glo­ rieux passé, synthèse de trois civilisations, en les dégageant pour les mettre en relief, la

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini 1933 yılında bi­ tiren Kudret, Kayseri ve Ankara Atotürk Liselerinde, An­ kara Devlet Konservatuvarında edebiyat

Yükselen astronomi araştırmaları İbn el- Şâtır gibi bireysel olarak çalışan bilginlerce daha da ileri götürülürken, hem yönetici hem de astro nom olan Uluğ Bey

Cilt kanserlerinde en önemli aşama klinik ve his- topatolojik verilerin korelasyonun sağlanarak, tü- mörün rekürrens ve/veya metastaz için yüksek veya düşük risk

Hakiki bir üder ise, değişen şartlara uyum sağlayan kişidir.. Bu arada kendilerinin çok değiştiğini iddia eden iki