• Sonuç bulunamadı

İlk delikanlılar:devlet sanatçısı, Kültür Bakanlığı ve S. Simavi ödülleri sahibi, 88 yaşındaki ressam Ali Çelebi şöhretten kaçıyor, sanki kabahatmiş gibi:sanat ve spor

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İlk delikanlılar:devlet sanatçısı, Kültür Bakanlığı ve S. Simavi ödülleri sahibi, 88 yaşındaki ressam Ali Çelebi şöhretten kaçıyor, sanki kabahatmiş gibi:sanat ve spor"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

\

15 EYLÜL 1992 SALI

Devletsanatçısı,KüitürBakanlığıveS.Simaviödülleri sahibi, 88yaşındaki

ressam AHÇelebişöhrettenkaçıyor,sankikabahatmişgibi.

Sanat ve spor

D İZ İ Y A Z I

13

• A li Celebi'

da alt

vede oluşunu ters buluyor,

natlara ilgisizliğini eleştiriyor

• Y e n i ressamları pek beğenm eyen Ali Ce­

lebi, "Blr-lki renkle arm oni kurm a davası-

ndalar. O da eşarplara benziyor. Bu, bir

plastik sanat değildir" diyor

N o i l G Ü R E L İ

T

ÜRK resminin ünlü isimlerin­den Ali Avni Çelebi 88. yaşını dört-beş ay önce Ankara’da açtığı son sergisiyle kutlu­ yor. Seksen sekiz yaşına kar­ şın hâlâ fırçayla paleti elin­ den bırakmayan Ali Çelebi, geçtiğimiz yıl 1991 Sedat Simavi Plastik Sanatlar ödü- lü'nü aldı ve Devlet Sanatçısı unvanına değer görüldü. Kültür Bakanlığı Onur Plaketi’ne de sahip olan Ali Çelebi, 30 yıl emek verdiği ve birçok öğrenci yetiştirdi­ ği Güzel Sanatlar Akademisi’nden 1968’- de emekli olmuştu. Emekliliğinden 19 yıl sonra 1987’de Mimar Sinan Üniversitesi Senatosu’nun kararıyla kendisine “ Fahri Profesör” unvanı da verildi.

Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraş­ lar Birliği'nin kurucularından olan Ali Çe­ lebi, sanat dünyasındaki saygın ve seç­ kin yerine, ününe karşın alabildiğine bir alçakgönüllülük içinde yaşayagelmiş. Ali Çelebi'nin adeta şöhretten kaçar haline örnek olarak dostlarının anlattığı bir kah­ vehane öyküsü var.

Ali Çelebi yıllar önce Topkapı'da bir

kahvehanenin “ müdavlm” lerindendir.

Kahvehanenin sürekli müşterileriyle dostluk kurmuştur, oturup konuşurlar, şakalaşırlar, ama hiçbiri Ali Çelebi’nin ressam olduğunu bilmez. Birgün bir TV programına çıkar, kendisiyle bir söyleşi yapılır. Programı kahvedeki dostları da İzler. Konuşan ressamı dostları Ali Çe- lebi’ye benzetirler ama, yine de pek kon­ durmazlar. AH Çelebi kahvehaneye gel­ diğinde, “ Yahu" derler, “ Geçen gün tele­ vizyonda bir ressam çıktı, ne kadar sana benziyordu.” Ali Çelebi “ Yaaa, öyle mi?”

der, geçer.

Bu öyküyü kendisi de doğruluyor ve şunları söylüyor.

- “ Ben, gittiğim yerlerde kim olduğu­ mu söylemem, saklarım, sanki bir kaba­ hatmiş gibi. Düzce’de hanımın köyüne gittiğim zaman köylü gibi giyinirdim. Fötr şapkamı çıkarıp atardım bir yana, kasket geçirirdim kafama. Sırf muhitime İntibak etmek İçin. Çünkü, İnsanın muhutlne uy­ ması lazım. Onun İçindir ki, gittiğim kah­ vehanelerde beni bilmezlerdi, ressam olduğumu bilmezlerdi."

5 7 YAŞINDA EVLİLİK

Ali Çelebi 57 yaşında evlenmiş ve 33 yıl yaşamını palaştığı eşini iki yıl önce yi­

tirmiş. Şimdi onun yokluğunu da yaşıyor.

- “ Resim çalışmalarına devam ediyo­ rum ama, eski gibi değil” diyor. “ Benim asıl İşlerim, 30-35 yaşlarımda yaptığım İşlerdir. Tam zevkime göre, satılma kay- gusu olmayan resimler... Bugün maale­ sef aynısı olmuyor, zaruret İnsanı bir miktar kaydırıyor.”

Geçim kaygısıyla sanattan ödün ver­ menin acısını, yine de saklamak isterce­ sine bu kadarcık söylüyor.

İşsiz kaldığı 1931-34 yılları arasında geçim sıkıntısını aşabilmek için, akade­ miden sınıf arkadaşı ressam Zeki Koca- mem! ile birlikte kuş kafesi yaparak ya­ şamlarını sürdürmüşler.

Sanatçı olmanın başka sıkıntılarını da yaşamış Ali Çelebi.

Devlet bursuyla Almanya’ya giden

Ali Çelebi, Münih'te Hans Hoffman atöl­ yesinde Zeki Kocameml ve Mahmut Cü­ da ile birlikte çalışır. Beş yıl sonunda Hoffman kendisine asistanlık önerir, fa­ kat 1927’de bursun karşılığı olan “zorun­ lu hizmet” nedeniyle yurda çağrılır ve Konya Kız öğretmen Okulu'na resim öğ­ retmeni olarak atanır.

- “ Hiçbir zaman aklımdan geçmezdi öğretmen olacağım” dior. “ Bekledim. Devletin vereceği tarihi amaçlı resimler olsun, onları tesbit edelim, yaşatalım

istl-S O N istl-S E R G İistl-S İN D E Ali Çelebi (sağdan ikinci) son resim sergisini bundan 5 ay kadar önce Ankara'da açtı. Çelebi’nin "Maskeli Balo", "Vitrin” , “ Silah Arkadaşlarr ve “ Sebze Satıcısı" gibi tabloları, başyapıtları arasında sayılıyor.

yordum. Beni kız muallim mektebine tayin ettiler. Düşü­ nün, siz yüksek matematik okumuşsunuz ve bu konuda Avrupa’da doktora yapmışsınız, dönüşte bir ilko­ kula aritmetik dersi vermek üzere görevlendirilmişsiniz. Aynı şey bu. Sonuçta ne ben çocuklara uyabildim, ne on­ lar beni anladı. İstifa ettim.”

E

ş a r p g

I

b

I

RESİMLER

Daha sonra 1938-68

yılları arasında Güzel Sanat­ lar Akademisi’nde hocalık görevi yapan Ali Çelebi, bu­ gün genç ressamlara şu öğütte bulunuyor:

- “ Satış keyfiyetini düşünmeden re­ sim yapsınlar. Satışı temin etmek İçin, göze görünmek İçin, umulmadık şeyler yapıyorlar. Galerilere seyrek gidiyorum şimdi. Gittiğimde gençler etrafımı sarıp, tablolarının nasıl olduğunu soruyorlar. Methetsem, hakkı değil, yalancı olaca­ ğım. Zem etsem, o da doğru değil. E ne olacak? Onun için gitmemeyi tercih edi­ yorum.

Ressamın tabiatı tanıması, anatomi bilmesi şart. İnsanın, eşeğin, kedinin anatomisi başka. Bir resmin yapılması çok uzun etüdlere bağlı. Şimdiki gençler bunu yapmıyorlar. Bir iki renkle armoni kurma davasındalar. O da eşarplara benziyor. Bu, bir plastik sanat değildir.”

Ali Çelebi “ nü” çalışmaları konusun­ da şu yorumu yapıyor:

- “ İnsan vücudu tabiatın en olgun göstergesi, yansımasıdır. Tabiata alt bü­ tün özellikleri kendisinde toplamaktadır. İnsan vücudu utanılası bir anlam taşı­ maktan uzaktır. Asıl utanılası duygular yüzde yer alır. Bütün İhtiraslar, kinler, nefretler, arzular ve sevgiler yüzde oku­ nur. Yüz kapanınca vücut saf ve temiz bir tabiat parçasıdır.”

DEVLETİN İLGİSİZLİĞİ

Türk resim sanatında çağdaş çığır açan sanatçılardan biri kabul edilen Ali Çelebi, devletin resim sanatına ilgisizli­ ğinden de yakınıyor, öylesine yakınıyor ki, bu yüzden spora bile karşı.

Seksen sekiz yaşına değin sağlıklı bir yaşamı sürdürmesinin sırları arasında spor yapmasının da payı bulunup bulunmadığını sorduğumuzda, nerdeyse öfkeyle:

F IR Ç A Y I B IR A K M IY O R

Bugüne kadar iki bin dolayında tablo yaptığını söyleyen Ali Çelebi, hâlâ fırçayı ve paleti elinden bırakmıyor. Seksen sekiz yaşına rağmen yeni bir tablo üzerinde çalışan sanatçı, zaman zaman tualinin karşısına geçip fırça sallıyor. Sigarası da ağzından düşmüyor. (Fotoğraf: Tuncer BAHÇEVAN)

- “ Spora karşıyım” diyor. “ Alt yapısı olmayan bir ülkede sporun zirvede ol­ ması ters. Olmaz bu. Diyorlar ki, Av­ rupa’da da böyle. Hiç de öyle değil. Ora­ da güzel sanatlar da önde, eğitim de ön­ de, sağlık da önde. Bizde spora milyarlar harcanıyor, ortada olumlu bir sonuç yok. Sanata, kültüre ise önem verilmiyor. Bu yüzden ben spora karşıyım.

Hayatımda hiç de spor yapmadım. Kendiliğimden yürürdüm bol bol. Fatih’­ te otururken Fındıklı’ya, akademiye yü­ rüyerek gider, gelirdim. Emekli oluncaya kadar da bütün gün ayaktaydım.”

Peki, bu sağlıklı ve uzun yaşamın kendine göre başka nedenleri de yok muydu?

- “ Ben, sağlıklı ve uzun hayatımı bi­ raz da parasızlığa bağlıyorum” diyor.

“Para beni abartmamıştır, yoldan çıkar- mamışbr. Hızlı bir yaşamım olmadı. Maz­ but kalmamı temin etmiştir.”

- "Hocam, sanatçıların bohem hayatı meşhurdur. Siz bu bohem hayata girme­ diniz mi?”

- “ Pek girmedim. Ben zaten gösterişli hallerden uzaktım. Bence bir gösteriştir bohem hayatı.”

Bohem hayata “ pek” girmemişti,

ama gönlünce de keyifli bir yaşam sür­ müştü Ali Çelebi.

- “ iki-üç akşamda bir ufak rakıyı İçer­ dim rahatlıkla. Şimdi arada bir, bir kadeh içiyorum. Eskiden de fazla içmezdim. Çünkü, fazla İçtiğimde yüzüme gözüme bulaştırırdım.”

R

ü y a y a g ir e n s ig a r a

Sigaraya 18 yaşında başlayan Ali Çe­

lebi, günde bir paketle yıllarca sürdür­ müş tiryakiliğini. Ülser olunca 1958-68 yı­ llarında, on yıl süreyle sigarayı bırakmış. Emekliliğinden sonra tekrar başlayışını anlatıyor:

- “ Rahatlıkla bırakmıştım sigarayı. İyileştikten sonra, baktım, sigara rüyama girmeye başladı, rüyamda sigara İçiyo­ rum. Onun üzerine, bu böyle olmaz de­ yip, tekrar sigaraya başladım. Şimdi yine günde bir paket İçiyorum.”

- "Doktorlar ne diyor bu işe? Doktor­ lar pek izin vermez sigaraya."

Tatlı tatlı gülüyor: - “ Doktor kendi de İçiyor.”

Sigaranın yanında günde dört fincan kahvesi de var Çelebi Hoca’nın. Ya ye­ mek?

- “ Yemek yemekten korkarım. Çok az yiyorum. Ama canımın çektiği her şeyi yerim. Yarın dokunur mu diye bir düşün­ cem olmaz. Sebzeyi çok yerim. Balık da severim ama, şimdi oltada balık kalmadı. Akşam yemeğini gece on birde yerim. Sonra saat ikiye kadar televizyon seyre­ derim, yeğenimle birlikte. Sabah da do­ kuzda kalkarım.”

Seksen sekiz yaşındaki Ali Çelebi,

sağlıklı ve uzun yaşamı aslında hiç kafa­ sına takmamış, ne yaptıysa kendiliğin­ den, içinden geldiği gibi yapmış. Ama geriye dönüp baktığında, birtakım ne­ denler bulup çıkarmak gerekirse, sağlıklı ve uzun yaşamın başlıca sırrını şöyle noktalıyor:

- “ Bedenen ve fikren sürekli faal ol­ mak gerek.”

YARIN: ULVİ YENAL

KIRCA

Milletvekili, Emekli Büyükelçi

D Ü Ş Ü N E N L E R İ N D Ü Ş Ü N C E S İ

Dış güçler ve Güneydogu-lll

TEDBİRLER

I

Batı'nın basitleştirilmiş insan hakları ide­ olojisi yüzünden içine düştüğü çelişki­ lerin hem insan hakları kuramı açısından yanlış olduğu, hem de kendi gerçek çı- H karlarını zedelediği, Batıklar karşısında aşağılık duygusuna ve yersiz korkulara kapılmaksızın bilgiyle ve sebatla anlatılabilir veTürkiye'nin İyi ilişki­

ler içinde olma gereğini bilen seçkin zümrenin, bu ko­ nuda daha dikkatli olması sağlanabilir.

2. Bu amaçla, özellikle Amerika'da büyük etkisi olan Musevi lobisini yanımıza almamız ve bunun için de, zaten öteden beri özellikle Suriye'den gelen tehdi­ de karşı aynı çıkarları paylaştığımız İsrail'le ilişkileri­ mizi her alanda hızla geliştirmemiz lazımdır. Her ne kadar Demirel hükümeti diplomatik ilişkilerimizi bü­ yükelçi seviyesine çıkarma basiretini göstermişse de, bu ülkeyle yakınlaşmamız yavaş yürümektedir. Oysa İsrail, özellikle Suriye’ye karşı tabii müttefikimiz olmaktan da ötede, Amerika'nın askeri teknoloji ala­ nındaki desteğini azaltması veya esirgemesi ihtimali­ ne karşı başvurulabileceğimiz en emin ülkedir.

3. Türkiye, Irak’ın parçalanması tehlikesini yapı­ sında taşıyan tedbirlere karşı sesini açıkça yükselt­ melidir. Türkiye, kendi ülkesinde üslenmiş olan "Çe­ kiç Güç"ün görevi ve statüsünü gözden geçirmelidir. Alınması zorunlu ilk tedbir, Irak’tn kuzeyinde yeterli genişlikte bir tampon bölge kurmamızdır. Türkiye, bu bölgeyi ilhak niyeti taşımadığını ilan etmeli ve Irak'ın mülki idaresi İle polisinin bu bölgeye girmesini engel­ lememelidir. Türkiye, Irak dahilinde üçüncü devletle­ re ait uçak ve helikopterlerin, kendi ülkesinden hare­ ket ederek uçmasına artık izin vermeyeceğini de ilan etmelidir. Türkiye, meşruluğunu zaten tanımadığı Irak Kürt federe devletinin fiili varlığına derhal son ve­ rilmesini istemelidir. Aynı anda, Türkiye, Kuzey Irak

ahalisine karşı kimden gelirse gelsin her çeşit hun­ harca davranışı engelleme görevini kendisi üstlen­ melidir. Irak’ın çekirdeksel gücünün ve füze kabiliye­ tinin ortadan kaldırılması ve denetim altına alınması konusundaki BM tedbirlerine karşı çıkmamalıyız. Fa­ kat, Türkiye, Irak'a karşı -zaten yeterince yürümeyen- iktisadi ambargonun geniş ölçüde hafifletilmesini ve özellikle Irak-Türkiye petrol boru hattının açılmasını açıkça savunmaya başlamalıdır. Nihayet, Türkiye’nin Irak'tan PKK'ya destek vermemesini istemesi ve bun­ dan emin olursa, Irak egemenliği Kuzey Irak'ta fiilen kurulunca tampon bölgeden çekileceğini bildirmesi de uygun olacaktır. Böyle bir politika sayesinde, hem Kuzey Irak'ı kullanan PKK çeteleriyle kendi arazimiz­ de değil, sınırımızın ötesinde çatışmayı kabul etmek avantajını kazanmış olacağız; hem de -Saddam düş­ sün veya düşmesin- İra k la karşılıklı güvene dayanan ilişkiler kurmak yolunda ciddi bir adım atmış olacağız. "Çekiç Güç'ün ülkemizde üslenmesi konusu da böylece nitelik değiştirecektir. Bu yeni politikaya gö­ re, Kuzey Irak’taki hunharlık hareketlerini önleme gö­ revini bizzat Türkiye üstlenmiş olacağından, "Çekiç Güç” bu konudaki asli sorumluluğu artık taşımayacak demektir. Böyle olunca bu güç ülkemizi terk edecek­ tir. Bununla beraber, kesinlikle Türk askeri komuta ve denetimi altına girmesini sağlayacak, usulüne uygun bir antlaşmaya dayanarak "Çekiç Güç"ün ülkemize bu görevimizde bize yardım etmek için istemimiz üze­ rine tekrar gelmesine izin verilebilir. (1)

4. Türkiye, Suriye’ye nehirlerinden verdiği suyu, bir misliyle mukabele tedbiri olarak, teknik bakımdan mümkün olanın asgarisine indirmelidir. Suriye'nin PKK’ya destek vermekle su konusunda Türkiye'yi baskı altında tutabilme umudunu bu konuda bir ant­ laşma akdeden resmi Cumhurbaşkanı yaratmıştır. Bu umut söndürülmelidir. Türkiye, ayrıca, bu devlete, PKK’ya verdiği desteğe kendi ülkesinde ve Lübnan’­

da nüfuzu altındaki arazide son vermediği takdirde, Türkiye’nin gerekli askeri tedbirleri alacağı bildiril­ melidir. Bu tedbirler arasında, Suriye sınırı üzerinde bir tampon bölge kurmamız da düşünülebilir.

5. Türkiye, İran’a da, ülkesinde barındırdığı PKK kamplarına karşı gerekil askeri tedbirleri alacağını bildirmelidir. Iran, buna karşılık, Türkiye'yi hedef tu­ tan köktenci propagandasını artırmakla cevap verme­ yi tasarlayabilir. Türkiye, bu takdirde, Iran Türkleri üzerinde karşıt bir propaganda yürütme imkânlarına sahiptir.

6. Barzani ve Taiabani’yle ilişkiler, asgari ölçüde ve gizli servisler eliyle yürütülmelidir.

7. Türkiye, herhalde Irak'a da, İran’a da, Suriye’­ ye de, Sadabad Paktı'nın ruhuna uygun olarak, hiçbi­ rinin toprak bütünlüğüne karşı olmadığını ve aslında teker teker hepsini hedef alan ayrılıkçı hareketi birbir­ lerine karşı desteklememeleri yönündeki geleneksel Türk siyasetine katılırlarsa, Türkiye’nin'kendileriyle sınırlara saygı ilkesine dayanan iyi komşuluk, dostluk ve işbirliği ilişkileri yürütmekten bahtiyar olacağı da anlatılmalıdır.

8. Türkiye, böyle bir politika uygulamaya başlar­ sa, Batı devletlerini de, konuyla daha ciddi biçimde il­ gilenmeye ve komşularımızın bize karşı düşmanca tutumlarını engellemeyi amaçlayacak bir siyaseti komşularımız nezdinde gütmeye sevk edebilecektir.

ASAL OLAN KEMDİ İRADESİZDİR

Ne var ki, en önemli tedbir, kendi kendimizle ilgi­ lidir. Evetl Batı ülkelerinin nesnel çıkarı, Türkiye’yi bölmek olamaz. Ancak, eğer bizzat kendimiz Güney- doğu’yu asla terk etmeyeceğimiz konusunda kimse tarafından en ufak bir kuşkuyla karşılanamayacak açıklıkta bir kesin irade sergilemeyi başaramazsak; Batı’nın, Güneydoğumuzun er veya geç bizden

ayrıla-Devamı 15. sayfada

S Ö Z O K U R U N

Hastanelerimiz ve doktorlar

Bugün Türkiye’deki

hangi hastanelere giderse­ niz gidin göreceksiniz ki, doçent ve profesör odasın­ dan geçilmiyor, hastalar

atıp tedavi olarak hasta oğuşu bulamıyor, fakat

doktorum uz m aalesef

hastanenin en güzel odala­ rını m akam odası yapmış

tek başına içerde oturup duruyor, hasta ise yatacak yer olmadığından evine gönderiliyor.

Bizim doktorum uz ne­ den hep birlikte tek bir odada oturm uyor ki? Gi­ dip Avrupa ülkelerinin hastanelerini görsünler, bütün doktorlar hastane

girişindeki açık yerde hep birlikte oturuyorlar.

Bu caka kime? Eğer hastanelerimizden Avru­ p a menşeli alet ve edavat geri verilirse veya Avrupa­

lI, aletlerini hastaneleri­ mizden geri alırsa, ortada bir Türk malı sadece masa ve sandalye kalır, kime sükse yapıyoruz.

Türk hastanelerinin

m utlaka hepsini çok kısa zamanda özelleştirin, aksi halde bilgili ve hastasını seven doktorla, bilgisiz ve ilgisiz doktor ve hemşire de ay başında devlet bord­ rosundan aynı maaşı alıp gider, özel sektör, hastası­ nı sevmeyen ilgisiz ve bil­ gisiz doktordan um ut ke­ ser ve işlerine son verir.

Geceleri, lütfen ba­ kanlarımız gizlice hasta­ nelere bir girsinler, doktor ve hemşirelerin nasıl kendi odalarında çay içip, gazete okuyup, gece boyunca uyuduklarını görecekler­ dir, yoğun bakım hemşire ve doktorları dahil. H.D.-Ankara

Ankara’da

Migros

istiyoruz

Neden Ankara’da yaşayanlara bir Migros ■layık görülmez?

Uzun yıllar Anka­ ra’da yaşadıktan sonra 1.5 yıl İstanbul’da bu­ lunarak yeniden baş­ kente dönünce, Mig- ros’tan alışveriş yap­ manın bir ayrıcalık olduğunu fark ettim. İstanbul’da çok sayıda şubeleri bulunan Mig­ ros, İzmir’de, İzmit’te mağazalar açarken, ne­ den başkent Ankara’­ dan esirger?

Filiz Ozankaya- TV ' yapımcısı

Okurlarımıza

İsim ve adresi yazılı ol­ mayan m ektuplar yayın­ lanmaz. Okurlarımız ister­ lerse, kimlikleri saklı kalır.

M ektuplarınızı, lütfen

, “ M illiyet Gazetesi - Söz 'O k u ru n Köşesi, Cağaloğlu - İstanbul” adresine gön­ derin.

Protokolde yakışıksız öpüşmeler

Cumhurbaşkanlığı, yüzü, gözü şapur şupur öpüle­ cek bir makam değildir.

özellikle son yıllarda, Türk milletinin asalet ve saygı geleneğine saygısızlık mahiyetinde bir laubalilik, protokol mercilerinde üzüntüyle izlenmektedir.

Cumhurbaşkanı veya Başbakan hatta bakanlar, resmi karşılama ve uğurlamalarda, resmi kişiler tarafı­ ndan şapur şupur, yüzünden, gözünden öpülmekte ve ortaya gayri ciddi ve Türk asaletine yakışmayan bir görünüş ortaya çıkmaktadır.. Hatta yabancı bazı tem­ silciler de bu saygısızlığa uymuş görünmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı veya ba­ kanlan, ona buna yüz, göz, el öptürecek kişiliğe sahip rastgele kimseler değiidir.Bu cumhuriyetin kurucusu yüce Atatürk, ve ondan sonra gelen tüm cumhurbaş­ kanı veya başbakanlann, onla, bunla şapur şupur öpüştüğünü bilen gören var mı?..

Protokolün bu hafifliği, sayın büyüklerimize saygı değil, tam tersi büyük saygısızlıktır.. Aynı zamanda, Türk milletini hafife alan bir dalkavukluğun gösterge­

sidir.. ö zer Berkay-lst

A V U K A T I N I Z

Çok ümitsiz olmayın

B ir apartm an dairem var kirada. K i­ rada ama, neler çe ktiğ im i b ir ben bilirim . A ldığım k ira rayicin dörtte biri. Bu para da b ir işe yaram ıyor, iy is i m i satayım de­ dim . Ancak içindeki kiracı ya ge lenleri ge zdirm iyor veya aleyhte propaganda yapıyor. B a ri kiracıyı çıkartayım da öyle satayım dedim, açtığım davada tanıklar gelm eyince dava düştü. Şim di bana ne önerirsiniz? E.M .-A nkara

Doğrusunu İsterseniz size önereceğim İşe yarar bir çözüm olsa, bundan istltade edecek binlerce kişi olacak am a doğrusu size bir tavsiyede bulunamayacağım. Zira:

Dairenizi satacağınız için kiracıyı tahliye etmeniz mümkün değil. Kanunlarımızda sayılan tahliye nedenleri arasında böyle bir tahliye nedeni yok. Hatta ihtiyaç nedeni İle tahliye davası açtığınızda sizin gerçek amacınızın evinizi boş olarak satmak olduğu anlaşılırsa, davanız reddolunur. Bu nedenle evinizi sat­ ma amacı İle tahliye Bitiremiyorsunuz.

Sair tahliye nedenleri var mı bilemiyorum ama, mesela ki­ racınızın kiraları geç ödemesi nedeni İle temerrüde düşmesi veya iki haklı İhtara muhatap olması talan bahis konusu İse bunu kullanabilirsiniz. Bunlar da yoksa tahliye sevdasından vazgeçeceksiniz.

Kiracınız gelenlere evi göstermiyorsa, doğrusu bir meske­ ne de zorla girmek mümkün değil. Ancak mahkemeye başvurup haftanın belli günü ve belli saatler arasında evi alıcılara göster­ mek üzere bir tedbir kararı alabilirsiniz. Bu tedbir uygulanırken, siz de bulunacağınız İçin kiracının olumsuz propagandasına da mani olabileceksiniz.

Daha önce açtığınız davada şahitlerin gelmeylşl yüzünden dava düşmüş. Bunu da pek anlamadım, şahit bu celse gelmez­ se İkinci celse İhzar edilir, yine gelmezse icabında polis marifeti İle getirilir. Bunda bir terslik var. Aslında yeni malikin kiracıyı çıkarmada daha avantajlı durumda olduğunu da hatırlatmak İs­ terim, ayrıca kira bedelinizin rayice göre tespiti de mümkün, yani sandığınız kadar çaresiz değilsiniz.

Itaner

Heper

Sosyal dem okratlar dönüm

noktasında

B

ATI toplumları, son iki yüzyıl

boyunca, tarihin hiçbir döne­ minde görülmeyen atılımları peş peşe gerçekleştirdiler, önce herkesin yasalar karşısı­

nda eşit olduğu fikri yayıldı.

Daha sonra sanayi devrimi, ekonomik büyü­

meyi olağanüstü

hızlandırdı ve milletlere zenginlik getirdi. Nihayet

çoğulcu demokrasinin

gelişmesi sayesinde

eşitlik fikri, insan hakları

kavramına dönüşerek

evrenselleşti.

Ancak bu evrimin arı­ zasız ve düzgün bir bi­ çimde geliştiği söyle­ nemez. Bu yüzyılın başı­ nda bile Batı toplum- larının hâlâ en büyük der­ di gelir ve servet dağılımı adaletsizliği idi.

Bu adaletsizlik yü­

zünden eşitlik, özgürlük ve insan hakları kavramları büyük çoğunluk için uzun bir süre yalnızca kâğıt üzerinde kaldı.

★ ★ ★

1929 dünya bunalımının yol aç­ tığı yaygın işsizlik, refah devleti

kavramını gündeme getirdi. Yani devlet, eşitlikçi ve ’özgürlükçü bir toplumun yaratılması için halka mi­ nimum bir refah seviyesini garanti etme işlevini yüklendi.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle sosyal demokrat partiler ve hükümetler bu fikrin en hararetli savunucuları ve en etkin uygulayı­ cıları oldular.

Ancak Batı demokrasilerinde kısa dönemli iktidarların uzun dö­ nemli sorunlara çözüm getirmeleri mümkün olamadı. Ne refah devleti­ nin giderek büyüyen yükünü, ne de periyodik bunalımların boyutlarını algılayabildiler.

Böylece 1974 yılında, ilk petrol bunalımından telaşa düşen çoğu hükümet, toplumsal harcamaları kısmak zorunda kalıp refah devleti­ ni askıya aldı. Altı yıl sonra gelen ikinci petrol şoku, bu eğilimi daha da hızlandırdı.

★ ★ ★

Sosyal demokratlar ise bütün seçim platformlarında yılmadan re­ fah devletini savunmaya devam et­ tiler ama yakın tarihlerde yapılan bütün seçimlerde hep oy kaybetti­ ler. Neden?

Nedenlerden biri, Sovyetler Birliği'nin dağılmaya başlaması ve

Doğu Avrupa’da sosyalizmin iflası olabilir. Ancak özellikle Batı Av­ rupa'da çoğunluğu oluşturan sade vatandaşın incelikli bir ideoloji-sis- tem analizi yaparak sol politikalardan yüz çevir­ diğini söylemek de aşırı bir iddia olur.

Bugün zengin Batı topiumlarında, hâlâ işsiz ve fakir kitleler var. Muhafazakâr iktidarlar, bu mutsuz insanların so­ runlarını çözemedi. Sos­ yal demokratlar ise çöze­ ceklerini söylüyorlar, ö y ­ leyse neden sürekli oy kaybetmekteler?

Çünkü inandırcı de­ ğiller. Sade vatandaş, in­ celikli bir ideoloji-sistem analizi yapamazsa dahi, yoktan var etmenin müm­ kün olamayacağını artık algılayabiliyor.

Onun için, sosyal de­ mokratlar yerine muhafazakârlara oy verip sonu olmayan maceralar­ dan kaçınmayı yeğliyor.

itHık

Fakir ülkelerde ise durum pek

karışık. Çünkü bu ülkelerde

muhafazakâr partiler de, sosyal demokratlar gibi yoktan var etme­ ye söz verip toplumun mutsuz­ larını, ulaşılması imkânsız hedefle­ re inandırmaya çalışıyorlar.

Sosyal demokratların devletçi­ lik tutkusuna görünüşte karşılar ama işsiz yandaşlarını kamu kuru­ luşlarına doldurarak göz boyamayı tercih ediyorlar.

Devletin küçülmesini savunu­ yorlar ama işçiden-çiftçiye üretici- den-tüketiciye, esnaftan-sanayici- ye kadar uzanan her gruba ödün vererek devleti sürekli büyütüyor­ lar.

Kısacası fakir ülkelerde hem sol, hem sağ partiler ekonominin if­ lası pahasına, ülkenin ve ulusun sı­ nırlı imkânlarını savurganca har­

cayarak itibar kazanma yarışında­

lar.

Acaba sosyal demokratlar, bu sonuçsuz yarıştan çekilip ideoloji­

lerinden fedakârlık ederek

muhafazakârları köşeye sıkıştıra­ bilirler mi? İdeolojinin amaç değil, araç ve amacın mutsuzların yüzü­ nü güldürmek olduğuna karar ve­ rebilirlerse, um ul var. Aksi takdir­ de savundukları ideoloji ne olursa olsun, muhafazakârlardan farklı bir hüviyetleri olamayacak.

Erdoğan

ALKİN

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

ENKA'nın bölgede kurmak istediği termik santralle ilgili izinleri yargı kararıyla iptal edilen Enerji Piyasası Düzen'eme Kurulu'nun (EPDK), bu kez izdemir Enerji Elektrik

Öte yandan köy halkına destek olmak üzere Maden köyüne gelen Ulukışla Belediye Başkanı, Darboğaz Belediye Başkanı, Niğde Çevre Eğitim Çevre Kültür Derneği ve İç

Taş atan, sisteme muhalefet geliştiren çocukların kendi evlerinin, kendi mahallelerinin nasıl olması gerektiği konusunda fikir sahibi olmas ı gerektiğini söyleyen Metin

lojik olmayan inorganik yapıtaşları üretiminde (örneğin çok küçük yalıt- kan, yarıiletken ya da metal parçaları) kullanılarak işlevsel malzemeler elde edilmesi,

Görme engelli oldu¤um için, yaflanmas› do¤al baz› sorunlarla karfl›laflm›fl olmama ra¤men kampüs ve Da¤c›l›k Kolu’nun ortam› benim için

Öykü ve Şiiri, ’bir düşün­ ceyi, bir duyguyu en güçlü biçimi ile veren sanat” olarak tanımlayan Sabahattin Kud­ ret, ilk şiirlerinde yalnızlık, tedirginlik,

BİR

Yeni İstanbul’un başmakale sütununu, ö- lüm yıldönümü münasebetiyle, Tiirk düşünce­ sinin büyük imzası merhum Peyami Safa’,ya ayırıyoruz. Ben bugün bu