Vâ-Nu
D
Ü N K Ü gazetelerde elem li bir haber okudum:B ir müddettenberi Cerrahpaşa Hastahanesinde yatmakta olan V â ■ Nû Allahın rahmetine kavuşmuştur.
Bu acı haberi hemen hemen tesadüfi olarak gördüm. Zavallı arkadaşımızın vefatı birinci sahifeye konmuş olma- ; sına rağmen birkaç satırla ifade olunmuş, küçücük bir haber- j
den ibaretti. Bizim M illiyet yine basma olan hizmetinden bah sediyor, ve bu yolda saçım süpürge eden bir kalem erbabı hak- i
kında cemilekâr tevcihler yapmak kadirşinaslığında bulunuyor du, diğerlerinde o da yoktu.
V â - N û ’nun çok kıvrak bir üslûbu vardı, kaleminin ucuna I gelen bir mevzuu okutacak, okuyanda merak ve alâka uyandı racak bir şekle sokmak hususunda müstesna bir kudreti vardı.
Vâ - Nû ile çok kalem muarazalarımız vardır. Daima edebî
f
sahada olan bu muarazalarda âdeta bir bilgi müsabakası ya- I pardık.B ir gün Akşam’daki fıkrasında (Z eh iy) kelimesi (Z ih ey) \
şeklinde çıkmış ve meşhur m ısra’
Zihey tasavvuru bâtıl, zihey hayâli muhal
olmuştu. Bu nihayet makalenin eski yazı ile yazılmış olmasın- | dan ileri gelen b ir tertip ve tashih hatâsı idi.
Ben rahmetli arkadaşıma bir mugalâta yaparak hatânın kendisinden çıktığı zannını verecek imada bir yazı yazdım.
Sesini çıkarmadı, fakat iki gün sonra Galatasaray yangını nın yıldönümü münasebetiyle Muallim Feyzi’nin:
Dediler yandı bu şeb m edresei Sultanî Olamaz bence dedim bu kazanın imkânı,
başlangıçtı şiirinin ikinci mısramdaki takdim tehir hatâsını bir yazısında düzelterek mısraın doğrusu olan
Bu kazâmn olamaz bence dedim imkânı, şeklini koydu ve ufacık da b ir telmih yaptı:
«H erhalde Muallim Feyzi Efendi bu hatâyı yapmamıştır.» § B öyle muarazalardan sonra birbirim ize Bâbıâli’nin kestir- § me yokuşunda rastladığımız zaman tatlı târizler yapardık:
— Mukabeleni pek beğendim, elbet yakında bir pundunu | yakalarım.
— Hay hay bekliyorum.
B ir gün de aramızda, bir Ömer Hayyam meselesi çıktı. Avrupadan yeni gelmiştim, (T a n ) da fıkra muharrirliği yapıyor dum. Büyük İran şairinin bir rübaîsim ele alarak Hayyam’m
m illiyeti hakkında bir fıkra yazdım, bu fıkrada Hayyam’ın is
minin Ömer olduğunu ve İranlIların, Caferîlerin, Önıeri sevme- %
dikleri için, hiçbir zaman bir İranlıya Ömer ismi vermiyecek- lerini, bundan dolayı Hayyam’m Türk olduğunu iddia ettim.
Benim iddiam zayıf, fakat (m illî egoizm ) bakımından kuv- | vetli idi, Hayyam gibi bir şairi Türk yapmak istiyordum, son ra elimdeki koz, nihayet bir isimden ibaret idi, böyle olmakla I beraber V â - N û ’dan başka hiç bir kimse itiraz etmedi. V â - N û ’- | ya:
— Hayyam’m Türk olmasını gönlünüz istemiyor mu? Diye sorduğum zaman verdiği cevabı hâlâ unutmam: Sen m eclise geldikte sana yer m i bulunmaz. Baş üzre yerin var.
Sonra koluma girdi:
— Ulunay, dedi, sen bu makaleyi Atatürk’ün hayatında yaz saydın, sana yok yoktu.
Allah ona rahmet eylesin ve mağfiretine nâil etsin! N O T: Dünkü tiyatro tenkidimde İstanbul Tiyatrosunda oyna
nan «M art K edisi» adlı piyesin adı dalgınlık eseri olarak «K ara K e d i» çıkmış i ’tizar ederim.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi