• Sonuç bulunamadı

Kadınlarda benimsenen cinsiyet rollerine göre kişilik özelliklerinin incelenmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kadınlarda benimsenen cinsiyet rollerine göre kişilik özelliklerinin incelenmesi"

Copied!
102
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

İSTANBUL BİLİM ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

Psikoloji Anabilim Dalı, Psikoloji Yüksek Lisans Programı

KADINLARDA BENİMSENEN CİNSİYET ROLLERİNE

GÖRE KİŞİLİK ÖZELLİKLERİNİN İNCELENMESİ

Burcu ALTIN

Yüksek Lisans Tezi

(2)

KADINLARDA BENİMSENEN CİNSİYET ROLLERİNE GÖRE

KİŞİLİK ÖZELLİKLERİNİN İNCELENMESİ

Burcu Altın

İstanbul Bilim Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Psikoloji Yüksek Lisans Programı

Tez Danışmanı: Yrd. Doç. Bayhan Üge Yüksek Lisans Tezi

(3)
(4)
(5)

ii

TEŞEKKÜR

Bu çalışma sırasında gerek manevi gerek de akademik desteğiyle beni her zaman motive eden, yol gösteren danışmanım Yrd. Doç. Dr Bayhan ÜGE’ye teşekkür ederim.

Tezimi inceleyerek çok değerli katkılarda bulunan ve eleştirel düşünmeyi öğreten hocam Doç. Dr. Sevda BULDUK’a, istatistiksel analiz konusunda yardımlarını esirgemeyen ve sabırla beni dinleyen hocam Yrd. Doç. Dr. Arkun TATAR’a, teorik bilgilerimi engin deneyimleriyle pratiğe dönüştürmemi sağlayan hocalarım Prof. Dr. Fatma Betül AYDIN ve Yrd. Doç. Dr. Duysal Aşkun ÇELİK’e; tez sürecimde desteği ve yardımları ile birlikte, hep yanımda olan dostlarım Buğse DİNDAR, Hilal GÜLER, Emin ERSÖZ, Erdi BAHADIR ve Batuhan GÖREN’e; beni her daim yüreklendiren ve desteklerini hissettiğim sevgili aileme sonsuz teşekkürler.

(6)

iii

ÖZET

ALTIN Burcu. Kadınlarda Benimsenen Cinsiyet Rolüne Göre Kişilik Özelliklerinin İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2014.

Cinsiyet ile kişilik özellikleri arasındaki ilişkiye dair araştırmalar literatürde bulunmasına rağmen, özellikle ülkemizde cinsiyet rollerine ilişkin kişilik özellikleri ile ilgili araştırmalar çok sınırlıdır. Günümüzde cinsiyet rollerinin yalnızca biyolojik temelli değil, aynı zamanda toplum tarafından cinsiyete atfedilen özelliklerle şekillendiği görüşü hakimdir.

Bu araştırmada kadınların kişilik özelliklerinin benimsedikleri cinsiyet rollerine göre incelenmesi amaçlanmıştır. Bu doğrultuda kadınların cinsiyet rollerinin kişilik özelliklerini ne kadar yordadığı incelenmiştir.

Araştırmanın örneklemini, İstanbul’da yaşayan, yaşları 20 ila 36 arasında değişen 239 kadın katılımcı oluşturmaktadır.

Katılımcıların kişilik özellikleri ile benimsedikleri cinsiyet rollerini belirlemek için ölçüm araçları olarak, “Bem Cinsiyet Rolleri Envanteri (BCRE)” ve “Beş Faktör Kişilik Envanteri (5FKE)” kullanılmıştır. Bu envanterler gönüllülük esas alınarak, kişilere ard arda uygulanmıştır.

Araştırma sonucunda benimsenen cinsiyet rollerine göre kişilik özellikleri arasında farklılıklar belirlenmiştir. Genel olarak kadınsı cinsiyet rollerini benimseyen kadınlar hoşgörü, sakinlik, yumuşak başlılık/geçimlilik, uzlaşma, duygusal dengesizlik ve kendine güvensizlik puanları daha yüksek; erkeksi kadınların dışadönüklük, girişkenlik ve heyecan arama puanları daha yüksek ve yumuşak başlılık, uzlaşma, sakinlik, hoşgörü puanları daha düşüktür. Androjen cinsiyet rolünde olan kadınların ise öz-denetim/sorumluluk, yumuşak başlılık, düzenlilik, analitik düşünme, duyarlılık alt boyutlarından aldıkları puan diğer cinsiyet rollerini benimseyen kadınlardan daha yüksek, kendine güvensizlik puanı ise daha düşüktür.

(7)

iv

Çalışma, kişilik özelliklerinin kadın ve erkek ayırımı dışında, benimsenen cinsiyet rollerine göre de etkilendiğini gösteren önemli bir argümandır. Bulgular, cinsiyet rollerine göre sahip olunan kişilik özellikleri açısından tartışılmıştır.

(8)

v ABSTRACT

ALTIN Burcu. The Investigation of Personal Traits In Terms of Adopted Gender Roles in Females, Master Thesis, İstanbul, 2014.

Although there are some researches in literature about relationship between sexuality and personality traits, researches upon personality traits related to gender roles are very limited, especially in our country. That gender roles are not only originated from biologically but also they are shaped by society in the context of traits that are ascribed to sexuality is a dominant idea nowadays.

This study is aimed at investigating of individuals’ personality traits in terms of gender roles they adopted. In this direction, it was investigated that to what extent can individuals’ gender roles predict their personality traits.

The sample of research contains 239 female participants living in İstanbul, whose ages varying from 20 to 36.

Personality traits of participants were measured by The Five-Factor Personality Inventory (FFPI) and their perceptions about their own gender roles were measured by The Bem Sex-Role Inventory (BSRI). The Five-Factor Personality Inventory (FFPI) and The Bem Sex-Sex-Role Inventory (BSRI) were used as measurement devices.

In consequence of reasearch, the differences between personality traits in terms of adopted gender roles are defined. In general, the women adopting feminine gender roles have higher scores in tolerance, calmness, agreeableness, reconciliation, emotional instability, lack of self-confidence; masculine women have higher scores in extraversion, assertiveness and sensation seeking, however they have lower scores in agreeableness, reconciliation, calmness, tolerance. The women adopting androgen gender roles have higher scores than women adopting other gender roles in conscientiousness, agreeableness, orderliness, analytical thinking, sensivity subdimensions; on the other hand, these women have lower scores in lack of self-confidence.

(9)

vi

Consequently some personality traits in the gender roles that are adopted independent from sexualities are also defined. Out of female and masculine discrimination, working is an important argument showing that sexuality affects personality traits in respect of adopted roles.

(10)

vii

İÇİNDEKİLER

SAYFA NO

TEŞEKKÜR i ÖZET ii ABSTRACT iv İÇİNDEKİLER vi ŞEKİL ve TABLOLAR DİZİNİ ix KISALTMALAR DİZİNİ xii 1. GİRİŞ 1

1.1. Cinsiyet Rolü ile İlişkili Kavramlar 2

1.1.1. Cinsiyet ve Cinsel Kimlik 2

1.1.2. Toplumsal Cinsiyet Rolleri 2

1.1.3. Cinsiyetçilik ve Cinsiyet Kalıpyargısı 4 1.2. Cinsiyet Rolüne İlişkin Kuramsal Yaklaşımlar 5

1.2.1. Psikanalitik Kuram 5

1.2.2. Biyolojik Açıklamalar 7

1.2.3. Sosyal Öğrenme Kuramı 8

1.2.4. Bilişsel Gelişim Kuramı 8

1.2.5. Toplumsal Cinsiyet Şeması Kuramı 9

1.3. Kişilik ve Kişiliği Açıklayan Kuramlar 12

1.3.1. Psikanalitik Kuram 13

1.3.2. Bilişsel Kuram 14

1.3.3. Sosyal Öğrenme Kuramı 14

1.3.4. Hümanistik Kuram 15

(11)

viii

1.3.5.1.Kişiliğin Beş Temel Faktörü 20

1.4. Kişilik Özellikleri, Cinsiyet ve Cinsiyet Rollerine İlişkin Araştırmalar 22

1.5. Araştırmanın Amacı ve Hipotezler 24

1.6. Araştırmanın Önemi 25

2. YÖNTEM 27

2.1. Örneklem 27

2.2. Verilerin Toplanmasında Kullanılan Araçlar 27

2.2.1. Demografik Bilgi Formu 27

2.2.2. Bem Cinsiyet Rolü Envanteri (BCRE) 27

2.2.3. Beş Faktörlü Kişilik Envanteri(5FKE) 29

2.2.4. Uygulama 32

2.2.5. Verilerin Analizi 32

3. BULGULAR 33

3.1. Örneklem Grubunun Genel Yapısına İlişkin Kişi Sayısı ve Yüzdeleri 33 3.2. Örneklem Grubunun Bem Cinsiyet Rolü Grupları Temelinde Demografik

Özellikleri

36

3.3. Örneklem Grubunun Bem Cinsiyet Rolü Grupları Temelinde Cinsiyetlerinden Ötürü Karşılaştıkları Durum, Cinsiyetlere Yönelik Kalıp Yargı Değerlendirmeleri

43

3.4. Bem Cinsiyet Rolü Grupları ile Beş Faktör Kişilik Envanteri Faktörlerinin ve Alt Boyutlarının Karşılaştırılması

50

4. TARTIŞMA 62

(12)

ix

KAYNAKÇA 69

EKLER

EK I – Demografik Bilgi Formu 83

(13)

x

ŞEKİL ve TABLOLAR DİZİNİ

Şekil No.

Sayfa No.

Şekil 1. Beş Faktör Kuramına Göre Kişilik Sisteminin İşleyişi 17

Tablo No.

Tablo 1. Beş Faktör Kişilik Envanterinin 17 Alt Boyutu ve Özellikleri 30 Tablo 2. BEM Envanteri Bağımsız Değişkenlerinin Betimleyici İstatistiksel Tablosu 33 Tablo 3. Kişilik Alt boyutlarının ve Faktörlerinin Betimleyici İstatistiksel Tablosu 34 Tablo 4. Beş Faktör Kişilik Envanteri Faktörleri ve Alt Boyutları İçin Güvenirlik

Değerleri

35

Tablo 5. BEM Cinsiyet Rolü Gruplarına Göre Yaş Değişkeni Gruplarının Dağılımları 36 Tablo 6. BEM Cinsiyet Rolü Gruplarına Göre Eğitim Değişkeni Gruplarının Dağılımları 37 Tablo 7. BEM Cinsiyet Rolü Gruplarına Göre Kız Kardeş Durumu Değişkeni

Gruplarının Dağılımları

38

Tablo 8. BEM Cinsiyet Rolü Gruplarına Göre Erkek Kardeş Durumu Değişkeni Gruplarının Dağılımları

38

Tablo 9. BEM Cinsiyet Rolü Gruplarına Göre Çalışma ve Meslek Durumu Değişkeni Gruplarının Dağılımları

39

Tablo 10. BEM Cinsiyet Rolü Gruplarına Göre Çalışma Süresi Değişkeni Gruplarının Dağılımları

40

Tablo 11. BEM Cinsiyet Rolü Gruplarına Göre Gelir Durumu Değişkeni Gruplarının Dağılımları

40

Tablo 12. BEM Cinsiyet Rolü Gruplarına Göre Medeni Durum Değişkeni Gruplarının Dağılımları

41

Tablo 13. BEM Cinsiyet Rolü Gruplarına Göre Çocuk Sayısı Değişkeni Gruplarının Dağılımları

(14)

xi

Tablo 14. BEM Cinsiyet Rolü Gruplarına Göre Evlilik-İlişki-Bekarlık Durum Değerlendirmesi Değişkenleri Gruplarının Dağılımları

42

Tablo 15 BEM Cinsiyet Rolü Gruplarına Göre Cinsiyetin Çalışma Hayatındaki Zorluğu Değişkeni Gruplarının Dağılımları

43

Tablo 16. BEM Cinsiyet Rolü Gruplarına Göre Cinsiyetin Sosyal Hayattaki Zorluğu Değişkeni Gruplarının Dağılımları

44

Tablo 17. BEM Cinsiyet Rolü Gruplarına Göre Cinsiyetin Özel Hayattaki Zorluğu Değişkeni Gruplarının Dağılımları

44

Tablo 18. BEM Cinsiyet Rolü Gruplarına Göre Cinsiyetinden Dolayı Ayrımcılığa Uğrama Değişkeni Gruplarının Dağılımları

45

Tablo 19. BEM Cinsiyet Rolü Gruplarına Göre Kadın Olmanın Zayıflık Olduğunu Düşünme Değişkeni Gruplarının Dağılımları

46

Tablo 20. BEM Cinsiyet Rolü Gruplarına Göre Erkek Olarak Doğmanın Avantaj Olduğunu Düşünme Değişkeni Gruplarının Dağılımları

46

Tablo 21. BEM Cinsiyet Rolü Gruplarına Göre Erkeklerin Kadınlardan Üstün Olduğunu Düşünme Değişkeni Gruplarının Dağılımları

47

Tablo 22. BEM Cinsiyet Rolü Gruplarına Göre Kadın Olarak Doğmaktan Pişman Olma Düşüncesi Değişkeni Gruplarının Dağılımları

48

Tablo 23. BEM Cinsiyet Rolü Gruplarına Göre Ev İşlerinin Yerine Getirilmesine Yönelik Beklenti Değişkeni Gruplarının Dağılımları

48

Tablo 24. BEM Cinsiyet Rolü Gruplarına Göre Tartışmalarda Alttan Alan Tarafın Kim Olduğu Değişkeni Gruplarının Dağılımları

49

Tablo 25. BEM Cinsiyet Rolü Gruplarına Göre Evin Maddi Giderlerinin Kim Tarafından Yerine Getirildiği Değişkeni Gruplarının Dağılımları

50

Tablo 26. Faktörlerin Toplam Puan Ortalamalarının BEM Cinsiyet Rolü Grupları Açısından ANOVA ile Karşılaştırılma Sonuçları

53

Tablo 27. Canlılık, Girişkenlik ve Etkileşim Alt boyutları Toplam Puan Ortalamalarının BEM Cinsiyet Rolü Kategorileri Açısından ANOVA ile Karşılaştırma Sonuçları

(15)

xii

Tablo 28. Hoşgörü, Sakinlik, Uzlaşma ve Yumuşak Kalplilik Alt boyutları Toplam Puan Ortalamalarının BEM Cinsiyet Rolü Kategorileri Açısından ANOVA ile Karşılaştırma Sonuçları

56

Tablo 29. Düzenlilik, Kurallara Bağlılık, Sorumluluk/Kararlılık ve Heyecan Arama Alt boyutları Toplam Puan Ortalamalarının BEM Cinsiyet Rolü Kategorileri Açısından ANOVA ile Karşılaştırma Sonuçları

59

Tablo 30. Duygusal Değişkenlik, Endişeye Yatkınlık, Kendine Güvensizlik Alt boyutları Toplam Puan Ortalamalarının BEM Cinsiyet Rolü Kategorileri Açısından ANOVA ile Karşılaştırma Sonuçları

61

Tablo 31. Analitik Düşünme, Duyarlılık ve Yeniliğe Açıklık Alt boyutları Toplam Puan Ortalamalarının BEM Cinsiyet Rolü Kategorileri Açısından ANOVA ile Karşılaştırma Sonuçları

(16)

xiii

KISALTMALAR DİZİNİ

5FKE: 5 Faktör Kişilik Envanteri

ANOVA: Analysis of variance (varyans analizi) BCRE: Bem Cinsiyet Rolleri Envanteri df: Serbestlik Derecesi

F: Frekans

N: Örneklemdeki toplam katılımcı sayısı Ort.: Ortalama

p: Probability (olasılık seviyesi) SS: Standart Sapma

___

X : Aritmetik Ortalama X2: Ki-Kare

(17)

1

1. GİRİŞ

Bireyler daha doğmadan önce üreme organlarına göre kadın ya da erkek cinsiyetine ait

olarak kimliklenirler (Dökmen, 2010). Bireyler arası hiçbir demografik değişken, kişinin kadın veya erkek oluşu kadar yaygın ya da belirgin değildir. Cinsiyet biyolojik özellikleri ifade etmenin dışında, ayrıca bireylerin bir cinsiyet rolüne sahip olmasına da olanak sağlamaktadır (Lips, 2001). Biyolojik özelliklere göre atfedilen roller, bireyin doğduğu andan itibaren oynadığı oyuncakların niteliğinden, seçmesi gereken mesleğin cinsiyetine uygun olup olmayışına kadar tüm hayatına yön vermek üzere toplum tarafından işlenmeye başlar.

Böylelikle cinsiyet zaman içerisinde bireyin sadece biyolojik bir yönü olmaktan çıkarak, kendisine oluşturması gereken davranış kalıplarını belirleyen bir etikete dönüşür.

Bireyin cinsiyetine göre toplum tarafından oluşturulan etiketler, toplumun o cinsiyet ile ilgili beklentileri, kişinin nerede nasıl davranacağına, nerede susup nerede konuşacağına karar vermesinde büyük bir etken olarak yer almaktadır. Fakat toplumun cinsiyetlere karşı oluşan kalıp beklentileri, her iki cinsiyet mensubu kişilerin sosyal yaşantılarında avantaj sağlamasının yanı sıra, sorun oluşturan durumlar da yaratmaktadır.

Birçok araştırmada kadınlar ile erkekler birbirleriyle karşılaştırılmış ve çeşitli farklılıklar bulunmuştur. Araştırma sonuçlarının bir kısmı biyolojik farklılıklara işaret ederken, önemli bir kısmı sosyo-kültürel farklılıklardan kaynaklı olduğunu göstermektedir (Demirtaş & Dönmez, 2006). Lott (1996), cinsiyet farklılıklarının bireylerin yaşantısal farklarına ve durumsal faktörlere göre değişebileceğini belirtmiş ve bu durumun yalnızca cinsiyetler arası değil aynı cinsiyet içinde de gözlemlenebileceğini belirtmiştir. Günümüzde, toplum tarafından bireye atfedilen cinsiyet rollerinin, biyolojik cinsiyete göre daha iyi bir yordayıcı olduğu düşünülmek ile birlikte; birçok araştırmada (örn. Geary, David & 1998) kadın ve erkek cinsiyetine sahip bireylerdeki farklılık, kültür başlığı altında ele alınmıştır.

Bu araştırmada toplumsal cinsiyet rolleri kişilik özellikleri bağlamında ele alınarak, kadınlarda cinsiyet rollerinin kişilik özelliklerine etkisi incelenmiştir. Ek olarak yaş, eğitim,

(18)

2

medeni durum gibi bazı demografik değişkenlerin ve cinsiyet rolleri ile ilişkili olduğu düşülen bazı kalıpyargıların cinsiyet rolleri ile ilişkisi ele alınmıştır.

1.1.Cinsiyet Rolü ile İlişkili Kavramlar

1.1.1. Cinsiyet ve Cinsel Kimlik

Cinsiyet kavramı; kadın ya da erkek olmanın biyolojik yönünü temsil eder (Lips, 2001). Normal koşullarda üreme organlarına göre kadın ya da erkek olarak ikiye ayrılan cinsiyet (Gentile,1998); bireylerin demografik kategorilerinden birini oluşturmaktadır (Franzoi, 2008).

Kadın ve erkek, biyolojik cinsiyetlerine bağlı olarak kromozomal, cinsiyet organları ve hormonal alanlarda farklılık göstermektedir. Bu farklılıklar öğrenilmemiş ve doğuştan getirilen özelliklerdir.

Bireyin kadın ya da erkek oluşuna göre cinsiyetine dair geliştirdiği öznel algısı ve duygusal deneyimleri o bireyin cinsel kimliğini oluşturur (Carlson & Heth, 2010). Bireyler cinsiyetlerini tanımlarken cinsiyetleri ile ilgili edindikleri bu geçmiş deneyimlerden yararlanırlar.

Bireylerin cinsel kimlik gelişimlerinin hormon düzeyleri ve genetik tarafından etkilendiği görüşü tek başına bu kavramı açıklamakta yetersiz kalmaktadır (Money, 1994). Cinsel kimliği etkileyen faktörler arasında sosyal faktörler, aile tarafından iletilen cinsiyet rollerine dair fikirler, otorite figürleri ve bireyin hayatında etkisi olan medya ya da diğer iletişim mecralarında gördüğü insanların hayatı yer almaktadır (Henslin, 2001).

1.1.2. Toplumsal Cinsiyet Rolleri

Biyo-psikososyal bir tanım olan toplumsal cinsiyet kavramı, bireyin biyolojik cinsiyeti ile aynı anlamı taşımamaktadır. Toplumsal cinsiyet, kadınsı ya da erkeksi olma ile ilişkili psikolojik, sosyal, davranışsal ve kültürel özellikleri ifade eder (Press, 2011). Toplum tarafından şekillenerek, bireylerin kendini kadınsı ya da erkeksi olarak tanımlamasına imkan

(19)

3

sağlar (Rice, 1996). Toplumsal cinsiyet açısından rol kavramı ise, sosyal yapının içerisinde bulunan bireyin sorumlulukları, ayrıcalıkları ve çevresindeki insanlarla etkileşimini yönlendiren pozisyonunu tanımlamaktadır (Spence, 1985).

Kadın ve erkek olmanın getirdiği sorumluluk ve beklentilere karşılık olarak birey, cinsiyetini uygun davranışlarla sosyal ortamlarda ifade eder. Cinsiyete bağlı olarak oluşan davranışlar, öncelikle aileden başlayıp toplumun yüklediği anlamlar ile bulunduğu toplumun kültüründen süre gelen beklentileri ifade eder. Bir kadına özgü olduğu düşünülen davranışlar kadınsı (feminen), erkeğe özgü olduğu düşülen davranışlar ise erkeksi (maskülen) cinsiyet rolleri olarak adlandırılmaktadır (Rice, 1996). Bu kadınsı ve erkeksi rollerin, cinsiyetten bağımsız olarak bireylerin bulunduğu ortama göre değiştiği de bildirilmektedir (Echabe & Castro, 1996).

Toplum kadın ve erkeğe farklı görevler, davranışlar, özellikler atfeder. Kadınlardan ve erkeklerden beklenen roller, davranışlar, duygular, faaliyetler farklıdır. Örneğin, özellikle ataerkil toplumlarda kadınlar ağlamakta erkeklerden daha özgürdürler (Hofstede, 1998). Ancak, üstlenilen sorumluluklara göre benimsenen rollerin değiştiğine dair araştırmalar mevcuttur. Örneğin, çocukları ile birlikte yaşayan babaların evli babalara göre daha çok anne rolünü üstlendikleri belirtilmiştir (Risman, 1987). Yapılan başka bir araştırmada, erkeksi cinsiyet rolünü benimseyen erkeklerin, diğer cinsiyet rollerinden birini benimseyen erkeklere göre ev işi yapma konusunda daha az sorumluluk almış oldukları belirtilmiştir. Kadınsı cinsiyet rolüne sahip kadınlar ile kadınsı cinsiyet rolünü benimsememiş olan kadınlarda ise bu farkın görülmediği ancak; kadınsı cinsiyet rolünü benimsememiş kadınların ev işinde harcadıkları süre açısından daha çok çeşitlenme gösterdikleri belirtilmiştir (Denmark, Shaw & Ciali, 1985).

Cinsiyet rolleri kavramının tanımı ilk olarak 1955 yılında Parsons ve Bales tarafından kadınsı ve erkeksi cinsiyet rolleri olarak sınırlandırılmıştır. Uzun yıllar boyunca bireylerin kadın ya da erkek rolüne sahip oldukları ve bu iki rolün bireyde birlikte bulunmayacağı kabul edilmiştir (Bem, 1974). 1973 yılında Anne Constantinople tarafından eleştirilen iki uçlu ancak tek boyutlu olan kadınsı ve erkeksi cinsiyet rolleri kavramının aksine, günümüzde bireylerin her iki cinsiyet rolünü birden gösterebilecekleri belirtilmektedir (Helgeson, 2012).

(20)

4

Bireylerin her iki cinsiyet rollerini de benimsemesini mümkün kılan Bem’in yaklaşımına göre (1974) kadınsılık ve erkeksilik, birbirinden bağımsız iki boyuttan oluşmaktadır. Bem’e göre (1974) hem kadınsı hem erkeksi cinsiyet rolüne sahip olmak mümkündür. Androjen cinsiyet rolü adını verdiği bu kavrama göre; kadınsı ve erkeksi özellikleri birlikte yüksek düzeyde gösteren bireyler bu tanımı karşılamaktadır (Bem, 1993). Bem’in bu yaklaşıma göre geliştirdiği ölçek ise; kadınsı, erkeksi, androjen ve her iki grubun özelliklerini de belirli derece taşımayan bireylerin bulunduğu belirsiz cinsiyet rolü olarak dört gruba ayrılmaktadır.

1.1.3. Cinsiyetçilik ve Cinsiyet Kalıpyargısı

Cinsiyetçilik kavramı (sexism), cinsiyetler arası biyolojik veya sosyal sınıf farklılıklarının abartılması ve sonucunda cinsiyetlerden birinin uğradığı ayrımcılıktır. Bu ayrımcılık toplumda genellikle kadına karşı olumsuz davranış ve kalıpyargılar olarak görülmektedir (Glick & Fiske, 1996; Fiske & Lindzey, 1998).

Cinsiyet kalıpyargıları sosyal olarak kadın veya erkek cinsiyetine karşı toplumda paylaşılan ortak inançlardır. Bireyler cinsiyete yönelik kalıpyargıların devamlılığını, toplumun cinsiyetlerine göre belirlediği rolleri istemli veya istemsiz şekilde yerine getirerek sağlarlar (Lips, 2001). Bu kalıpyargılardan dolayı kadın olmak, zayıflık olarak algılanabilmekte; sosyal, ekonomik ve politik alanlarda ayrımcılığa uğrayan ve ötelenen cinsiyet olabilmektedir.

Erkek üstünlüğüne göre normlarını yapılandırmış olan birçok toplum, erkekleri kişilik özelliklerine göre daha güçlü ve toplum tarafından kabul edilebilen kalıpyargılarla (örn., kendine güvenen, korkusuz, hür, gerçekçi) (Benson & Vincent, 1980; Glick & Fiske, 1996), kadınları ise daha zayıf olarak nitelendirilen kalıpyargılarla (örn., çekingen, bağımlı, kararsız, hassas) tanımlamaktadır (Deaux, 1984; Chapman & ark., 2008).

Kadın cinsiyetine ait olumsuz kalıpyargı ve tutumlardan dolayı, kadınlar sosyal, ekonomik, siyasal alanlarda üst konumlara erkeklere nazaran daha fazla çaba harcayarak gelmektedirler (Dryler, 1998). Örneğin, iş başvurularında aynı eğitimi almış ve akademik başarısı yüksek adaylar arasından, erkek adaylar kadın adaylara göre daha yüksek oranda “işe

(21)

5

uygun” olarak değerlendirilebilmektedirler (Rosen & Jerdee, 1974). Toplum tarafından kadın ve erkeğe yönelik oluşturulmuş kalıpyargılar kadın ve erkeğin çalışacakları iş alanlarını, performanslarını, akademik alanda alacakları eğitimlerini, sosyal ortamlarda kurdukları ilişkilerini, hemcinsi ve karşı cinsiyetle kuracağı iletişimi ve karşı cinsle evlilik hayatında üzerine düşen görevlerini ve nasıl bir kişiliğe sahip olacağını belirlemektedir (Dökmen, 2010).

Toplum tarafından kadınlar için öğretmenlik, sekreterlik, hemşirelik gibi hizmet alanlarında çalışmak uygun görülürken; erkekler için polis, mühendis ve politikacı gibi daha bağımsız görünen, güç ve liderlik isteyen işler uygun görülmektedir (Kandiyoti, 1982; White ve diğ., 1989).

1.2. Cinsiyet Rolüne İlişkin Kuramlar

Psikoloji literatüründe, cinsiyet rollerine ilişkin farklı kuramsal açıklamalar mevcuttur. Bu bölümde toplumsal cinsiyetin kazanımı ve cinsiyetler arasındaki farklılıkları açıklamaya çalışan kuramlardan en yaygınları olan psikanalitik kuram, biyolojik açıklamalar, sosyal öğrenme kuramı, bilişsel gelişim kuramı ve cinsiyet şeması kuramına yer verilecektir.

1.2.1. Psikanalitik Kuram

Cinsiyet rollerinin kazanımına ilişkin ilk kuramsal açıklamalardan biri Freud’un kuramıdır. Freud, her bireyin hayatının başlangıcından itibaren bazı psikoseksüel aşamalardan geçerek kişiliğini şekillendirirken; cinsiyet rolleri kazanımının bu gelişimin temeli olduğunu savunmaktadır. Freud cinsiyet rollerinin oluşmasını içselleştirme ve özdeşleşme gibi bilinçaltı süreçlerle açıklamıştır.

Psikanalitik kurama göre toplumsal cinsiyet rollerini benimseme (kadınların kadınsı, erkeklerin erkeksi davranması), bireyin küçük yaşlardan itibaren hem cinsi olan ebeveyni ile kurduğu özdeşleşme sürecinin nasıl geliştiğine bağlıdır. Karşı cinsiyet ile kurulan iletişimdeki davranışlar ise, karşı cinsiyetteki ebeveyn ile kurulan özdeşim şekli ile açıklanmaktadır. Kız ve erkek bebekler başlangıçta annelerinin bir parçası olduğuna inanırlar. Ancak 3 ila 5 yaş arasında bu değişir. Çocuk kendini kendi cinsiyetindeki ebeveyn ile tanımlamaya başlar (Chodorow, 1978). Freud’a göre birey, çocuk yaşta kendi cinsiyetindeki

(22)

6

ebeveyniyle kurduğu özdeşim sonucunda onun özelliklerini alır. Bu sayede erkek nasıl bir erkek olması gerektiğini; kadın da nasıl bir kadın olması gerektiğini ebeveyni aracılığı ile öğrenir (Golombok & Fivush, 1996). Bireyin toplumsal açıdan uyum içinde ve psikolojik açıdan sağlıklı olması için kendi cinsiyeti ile cinsel kimliğinin uyumlu olması gerekmektedir (Sarıbay, 2001; Dökmen, 2010).

Toplumsal cinsiyetin kazanımına ilişkin psikoseksüel gelişim sürecinde cinsiyet ve cinsiyetler arası farklılıkların bilincinde olunmayan dönem (oral ve anal dönem), cinsiyetler arası farklılıkların kavranmaya başladığı fallik dönem (ödipal dönem) ve latent dönem olarak üç dönem görülmektedir. Fast’e (1993) göre bu dönemin özellikleri aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

Oral dönem (0-18 ay) psikoseksüel gelişimin ilk basamağıdır. Bu dönemde her iki cinsiyetteki bebekler için de cinsiyet ile ilgili deneyimler belirgin değildir. Erkek bebekler hayata erkek anatomisi ile başlarken, kızların odağı klitoristir. Yani her iki cinsiyet grubunda olan bebeklerin de cinsiyet algıları bu dönemde erkektir.

Anal dönemde (1,5-3 yaş arası) ilgi anüstedir. Tuvalet eğitimi bu yaşlarda başlar. Dışkılama ve dışkılama ile ilgili tüm süreçler önem kazanmıştır. Bu dönemde tuvalet eğitimi ile ilgili çatışma yaşanır ve anal kontrolden haz almasıyla çözülür.

Fallik dönemde (3-5 yaş arası) ilgi, yetişkinlik düzeyindeki kadar olmamakla birlikte penis veya klitoristedir. Fallik dönemin başında kadın ve erkek cinsiyetinin farklılığı anlamaya başlanır ve 5 yaş civarında cinsiyete dair cinsel kimlik ve algılar oluşmaya başlar.

Latent dönemde (5-13 yaş arası) cinsiyete dayalı fark anlayışı tekrar kaybolmakta ve cinsel güdüler azalmaktadır. Çocuklar ağırlıkla bu dönemde kendi cinsiyetleri ile ilgili toplumsal cinsiyet rollerini öğrenir.

Psikanalitik kuramın cinsiyet rollerinin gelişimini açıkladığını destekleyen çok az kanıt bulunmaktadır. Aynı cinsiyetten ebeveynler ile çocuklarının cinsiyet rollerinin benimsenmesi ile ilgili net bir ilişki ortaya konulmamıştır (Kagan, 1964; Hetherington, 1967).

(23)

7 1.2.2. Biyolojik Açıklamalar

Biyolojik faktörlere göre cinsiyetin öne çıkan kavramlarından ilki nörolojik farklılıklar olmuştur. Cinsiyetler arası farklılıkların nörolojik altyapısı ile ilgili araştırmalar 19. yüzyılda hız kazanmıştır. 1887 yılında George j. Romanes’ın yazdığı kadınların beyin ağırlığının erkeklerin beyin ağırlığına oranla daha hafif olduğu ile ilgili makale, beyin ağırlığı ile zekanın ilişkisi olmadığı kanıtlanıncaya kadar ilgi görmüştür (Fine, 2010).

Biyolojik açıklamaların cinsiyetler arası farklılıkları açıklamaya çalışan görüşlerinden bir diğeri de; erkek ile kadın davranışlarının hormonların etkisi altında olduğundan dolayı farklılaştığını ileri sürmektedir. Fakat, cinsiyetler arası farklılıkları biyolojik yönden açıklama yaklaşımı günümüzde artık savunulmamaktadır (Winstead & Derlega, 1993).

Temelde beynin yapısını ele alan biyolojik açıklamalar, kadın ile erkek beyin yapılarının birbirinden farklı olduğunu ve bu sebeple bilişsel işlevlerinin de birbirlerinden ayrıştığını ileri sürer. Açıklamalardan ilki, kadınların bilişsel gelişimlerinin erkeklere göre daha zayıf olduğu yönündedir. Bu görüşe göre, kadınların bilişsel işlevlerde beyin hemisferleri daha az özelleşmektedir (örn. Erkekler görsel mekânsal uyaranları işlerken, sağ yarıkürelerini kadınlardan daha geniş bir biçimde kullanmaktadırlar) (Fine, 2010). Bu sebeple bilişsel performanslarının erkeklere nazaran daha zayıf olduğu ileri sürülmektedir (Star, 1979; akt., Nielsen, 1990). Ancak diğer bir görüşte ise, kadınların beynindeki korpus kallosumun daha kalın olduğu ve bu durumun kadınlara erkeklerden daha etkin ve daha hızlı konuşma imkanı sağladığı savunulmaktadır (Bleier, 1986; akt., Fine, 2010).

Nielsen (1990) araştırmalarda ortaya konan kadın ile erkeğin bilişsel işlevleri arasındaki farklılığın (karşılıklı konuşma, matematik problemi çözme vb.) aslında fazla olmadığını, bu araştırmaları yapan kişilerin cinsiyet kalıpyargılarının etkisinde kalmalarından dolayı belirgin farklılıklar saptadıklarını belirtmiştir.

(24)

8 1.2.3. Sosyal Öğrenme Kuramı

Kurama göre cinsiyet rollerinde öne çıkan iki kavramdan birincisi davranışsal süreçler, ikincisi ise bilişsel etkenlerdir (Lott & Maluso, 1993). Sosyal öğrenme kuramı Bandura (1977) tarafından, öğrenmenin üzerindeki sosyal etkileri açıklamak amacıyla ortaya konmuştur. Sosyal öğrenme kuramı cinsiyet farklılıklarını, bireyin başka insanların davranışlarını model alması, taklit etmesi ve gözlemlemesi ile pekiştirme ve ceza yönteminin şekillendirdiğini ileri sürmektedir (Bussey & Bandura, 1999).

Çocuk cinsiyetine uygun davranışlarda bulunduğunda toplum tarafından ödüllendirilirken; cinsiyetine aykırı davranışlarda bulunduğunda, cezalandırılır. Böylelikle toplum tarafından çocuğun cinsiyetine göre uygun olarak görülen davranış çocuk tarafından tekrar edilirken, kabul görmeyen davranışlardan ise kaçınılır. Cinsiyet rolleri öğrenilirken genellikle aynı cinsiyetteki ebeveyn ya da bakım veren kişinin davranışları dikkate alınır. Ayrıca televizyon, kitap, dergi ve diğer kaynaklardaki betimlemeler de çocuk tarafından model olarak alınabilmektedir (Bandura, 1977). Cinsiyet rollerin öğrenilmesinde ebeveynler, akranlar, medya ve öğretmenlerin önemi büyüktür.

Sosyal öğrenme kuramına göre, çevre tarafından cinsiyet rol beklentilerinin çok net olarak tanımlandığı ve uygulandığı toplumlarda cinsiyetlerden birine sahip olan kişilerin cinsiyetlerine özgü tüm model davranışları arasında büyük tutarlılıklar vardır. Bu davranış modellerin oluşması ve uygun davranışın pekiştirilmesi sayesinde gelenekselleşen cinsiyet rolleri bir kuşaktan diğerine aktarılmaktadır (Bandura, 1977).

1.2.4. Bilişsel Gelişim Kuramı

Piaget’nin kuramına dayanan Kohlberg’ün bilişsel gelişim kuramı cinsiyet rollerini çocukluk çağından itibaren süregelen bilişsel süreçlerle açıklar. Kohlberg’e göre cinsiyet rollerinin gelişimi üç ayrı dönemden oluşmaktadır. Cinsiyet etiketleme dönemi (2-3,5 yaş), cinsiyet rolleri kazanımının ilk basamağıdır. Bu dönemde çocuk cinsiyet ayrımının farkına varmaya başlar fakat, cinsiyetin devamlı ve değişmez olduğunu henüz kavrayamaz. Cinsiyetin kararlılığı dönemi olan ikinci basamakta (3,5-4,5 yaş) cinsiyetin devamlı ve

(25)

9

değişmez oluşu kavranmaya başlar. Üçüncü dönem olan cinsiyetin değişmezliği basamağında (4,5-7 yaş) ise cinsiyetin değişmez ve fiziksel görünümden bağımsız olduğu kavramı kazanılmıştır. Son dönemde çocuklar cinsiyetlerine uygun hobiler geliştirir ve aktivitelere katılırlar (Kohlberg, 1966).

Kendi sosyalleşmesine aktif olarak katılan çocuk, kendi cinsiyet rollerini biçimlendirir. Cinsel kimliğini bu dönemde oluşturmaya başlayan çocuk, kadın ve erkek olarak kategorilere ayırdığı insanların arasından kendisi ile aynı cinsiyete sahip olan bireylerin davranışlarını taklit eder.

1.2.5. Toplumsal Cinsiyet Şeması Kuramı

Sandra Bem tarafından geliştirilmiş olan kuram, sosyal öğrenme ve bilişsel gelişim kuramlarını kapsamaktadır. Bilişsel gelişim kuramında olduğu gibi toplumsal cinsiyet rolü şeması kuramında da toplumsal cinsiyet ile ilgili bilişler cinsiyet gelişiminin merkezinde yer almaktadır. Özellikle de çocuklukta oluşan, bilgi sürecini ve davranışı etkileyen cinsiyet rolü şeması; kişi ile çevresi arasındaki etkileşimin bir fonksiyonu olarak görülmektedir. Cinsiyet rolü üzerine yapılmış olan araştırmalar, bilişsel yaklaşımların içinde yer alan şema gelişimiyle ilgili kavramların desteklenmesine katkıda bulunmuştur (Martin, Ruble & Szkrybalo, 2002).

Kurama göre çocuk, yetiştirildiği toplum içindeki kadın ve erkek tanımlarını öğrenir. Kendi cinsiyetiyle ilgili her yeni bilgiyi de öncesinde öğrenmiş olduğu cinsiyet tanımlarına bağlı kalarak değerlendirir ve özümser (Bem, 1981). Kadın ve erkek arasındaki farkın açık bir şekilde vurgulandığı bir kültürde büyüyen çocuklar, kendi kimlikleri ve diğer cinsiyete sahip kişilerin kimlikleri, hatta cinsiyetten bağımsız olan nesne ya da olaylar hakkındaki bilgileri, kendi cinsiyet algılarına göre öğrenmektedirler (Bem, 1981, 1983). Çevre toplumsal cinsiyeti önemli kılınca, birey kendini toplumsal cinsiyeti üzerinden düşünmeye başlamakta ve kalıpyargılarla toplumsal beklentiler daha önemli hale gelmektedir. Bu durum, benlik algısını, ilgi alanlarını ve kişilik özelliklerini değiştirebilmekte, yetkinlikleri azalta ya da çoğaltabilmekte ve istençsiz ayrımcılığı tetikleyebilmektedir (Fine, 2010).

Bireyin algılarını yönlendiren ve organize eden bilişsel bir çağrışım ağı olan şema kavramına göre cinsiyet bilgileri işlendiğinde, kişiye özgü özellikler ve davranışlar “kadınsı”

(26)

10

ve “erkeksi” olarak kategorilere ayrılmaktadır (Dökmen, 2010). Şema geliştirildikten sonra çocukların toplumsal cinsiyet rollerine uygun şekilde davranmaları beklenir (Martin & Halverson, 1981). Kurama göre şemalar çocukları yönlendirir, böylece çocuklar cinsiyet rollerini araştırma ve cinsiyetlerini tanımlama konusunda daha istekli olabilirler. Dahası kendilerini bir cinsiyet rolü grubuna dahil ettiklerinde, bu grubun özelliklerini daha detaylıca araştırıp, kendi grubundakilerle kaynaşarak iki grubun özelliklerini kavrama noktasında daha özenli olabilmektedirler (Martin, Ruble & Szkrybalo, 2002). İleriki yıllarda da kendi cinsiyetleriyle ve kendileriyle ilgili yazılı bilgilere daha fazla dikkat eder ve bunları daha fazla hatırlarlar. Böylece kendi cinsiyet rollerinin normlarıyla daha uyumlu hareket etme noktasında daha bilgili olurlar (Ruble & Stangor, 1986).

Kişinin şemasında cinsiyete dair bilgiler geldikçe cinsiyet ile ilgisi olmayan kavramlar da kadınsı ya da erkeksi kategorisine göre şemalaştırılabilir (Bem, 1983). Bu tür şemalaştırmaların temelinde pek çok alt faktör olduğu düşünülmektedir.

İlki, insanlar çevrelerinden edindikleri bilgileri sınıflamak ve organize etmek için, cinsiyet rolü gibi önemli ve dikkat çeken kategorileri fonksiyonel olarak kullanma eğilimindedirler. (Bem, 1981; Martin & Halverson, 1981). Örneğin; çocuklar yeni bir ortama girdiklerinde sosyal kategorilerin işaretlerini ayırt ederler ve bir grup, belirli davranışları daha sık olarak yapma eğilimine girdiğinde bunu fark ederek onu diğer grup davranışları ile karşılaştırabilirler. Bu tür göreceli olarak zayıf ilişkili değişimleri fark etme eğilimi gençlerin ses ve ton algılarında ve yetişkinlerin görsel algılarında doğrulanmıştır (Fiser & Aslin, 2001; Saffran & diğ., 1999).

İkincisi, sosyal kategoriler gibi pek çok kategoride temel bir tutarlılık algısı bulunmakta (Taylor, 1996) ve tümevarımsal düşünme bilgi yapılarının gelişmesine yardımcı olmaktadır (Gelman, 1989). Kategorilerin tutarlılığının arkasındaki itici güç, kişilerin, bir kategoriye ait üyelerin farkında olmadan da olsa aynı benzerliği ve “öz”ü paylaştıklarına inanıyor oldukları varsayımıdır (Martin, Ruble & Szkrybalo, 2002). Bu inanç ve grup olma bilinci, gruplar arasındaki fiziksel farklılıklar (Dasgupta, Banaji, & Abelson, 1999) veya farklı gruplardaki kişilere çeşitli etiketler yapıştırma (Gelman, 1989; Gelman & Markman, 1987) yoluyla daha da ileriye götürülebilmektedir.

(27)

11

Çocukların kategorileri, doğal kategorilerin üyeleri hakkında tümevarımsal sonuçlar çıkarmak ve cinsiyet rolü bilgisini diğer grup üyelerine genelleştirmek için bir temel olarak kullandıklarına dair güçlü deneysel kanıtlar saptanmıştır (Lobel & diğ., 2000). Örneğin, kendisine iki kız hakkında, kanında östrojen olduğu söylenen bir çocuk bu özelliğin diğer kızlarda da bulunduğu ama erkeklerde bulunmadığı sonucuna varır. Benzer şekilde, okul öncesi çocuklar grup üyelerinin paylaştıkları özelliklerin bu üyelere has olduğunu varsayar ve özelliği grup dışındakiler için genellemezler (Martin & diğ., 1995).

Çocuklar “uzaylı” yaratıklardaki cinsiyet farklılığıyla ilgili varsayımlarda bulunmak için kendi cinsiyet rolü bilgilerini kullanabilirler. Bir çalışmada (Martin & Rose, 1991), çocuklara bir grup yaratık gösterilmiş ve iki deneme yapılarak onlardan, gösterilen yaratıkların hangisinin “erkek” hangisinin “kız” olduğunu seçmeleri istenmiştir. Birincisinde yaratıkların başları farklıdır. Burada çocukların, yaratıklar arasında gerçek hayattakine benzer bir farklılık olmasa bile yaratıkları erkek ve dişi olarak ayırıp ayırmayacakları test edilmek istenmiştir. Kafa yapıları ve cinsiyet rolü grup etiketleri arasında çocukların atfettiği tutarlılıklar, onların fiziksel olarak farklı olan cinsiyetlerle ilgili geliştirdikleri ve uyguladıkları soyut fikirlerden kaynaklandığı görülmüştür. Pek çok farklı kafa yapısı gösterildikten sonra, çocukların farklı görünen yaratıklara farklı cinsiyet rolü etiketi vererek güçlü bir tutarlılık sergiledikleri görülmüştür (Martin & Rose, 2001).

Çocuk şema çerçevesinde, kendi tutumlarını, tercihlerini ve kişilik özelliklerini oluşturduğunda cinsiyeti tipleştiren (sex-typed) bir birey haline gelmektedir (Bem, 1983). Cinsiyetlerini tipleştirenler toplum tarafından kadın ise kadınsı, erkek ise erkeksi olarak tanımlanmaktadırlar. Ancak bazı çocuklar, öncelikle kendine özgü (idiosyncratic) ya da kendi cinsiyetlerinden ziyade karşı cinsle eşleşen şemalar geliştirebilir ve her ne kadar kolaylıkla fark edilmese de bunlar çocuğun davranışlarını yönlendirebilir (Martin, Ruble & Szkrybalo, 2002). Örneğin; erkeksi kızlar (“tomboy”) tipik kız imajından farklıdır ve bu “tomboy” şema ona daha esnek davranma ve düşünme imkanı tanır. Aynı şekilde çocukların çekici aktivitelere veya gelecekte prestijli yüksek mesleklere ilgisi şemalarını değiştirebilir; çocukların karşı cinse ait aktivitelere güçlü ilgisi de şemalarını daha esnek hale getirebilir (Liben & Bigler, 2002). Dolayısıyla, davranışlar ve düşünceler üzerindeki cinsiyet rolü şemalarının etkisi, çocuğun ve çevrenin de içinde olduğu pek çok faktöre bağlıdır.

(28)

12

Kuram, çocukların bilgileri sosyal çevrelerinden nasıl aldıkları ve bunu sosyal gruplara ve kendilerine nasıl uyguladıkları gibi geniş bir konu yelpazesini kapsamaktadır. Ayrıca, toplumsal cinsiyet şeması kuramı, çocukların hafızayı organize etmek için bilgi yapılarını nasıl kullandıklarının anlaşılmasının önemine vurgu yapmakta ve bu bilgi yapılarının çocuklarının dikkatini, motivasyonunu, kendilerini nasıl algıladığını ve davranışını nasıl etkilediğini betimlemektedir. Toplumsal cinsiyet rolü şema kuramının zayıf yönleri ise; cinsiyet şemalarının anlaşılması ve tanımlaması zorluğu ve ölçmenin güçlüğüdür.

1.3. Kişilik ve Kişiliği Açıklayan Kuramlar

Kişilik; bireylerin duygu, düşünce ve davranış gibi psikolojik tepki farklılıklarını ortaya koyan; yalnızca yaşanan an, biyolojik durum ya da bireyin sosyal çevresi ile açıklanamayacak şekilde devamlılık arz eden özellikler ile eğilimlerin bütünü olarak açıklanabilir (Berens & Nardi, 1999). Burger (2006) kişiliği, bireyin hayatına yön vermesini sağlayan bilişsel, duygusal açılardan tutarlılık gösteren ve bireyleri birbirinden ayıran davranışlarının bütünü olarak tanımlamıştır.

Günümüze kadar kişilik ile ilgili birbirinden farklı birçok kuram geliştirilmiştir. Bu kuramların içinde güncelliğini koruyan 5 kişilik kuramı öne çıkmaktadır. Bunlar psikanalitik kuram, bilişsel kuram, sosyal öğrenme kuramı, hümanistik kuram ve ayırıcı özellik kuramlarıdır. Psikanalitik kuramlar kişiliğin, bilinç dışı ve cinsel kaynaklı güdülerden ortaya çıkan çatışmalar ile geliştiğini belirtirken; Bilişsel kuramlar bireylerin birbirleri arasındaki dünyayı algılayış biçimlerindeki farklılıklarından kaynaklandığını öne sürmektedir. Hümanistik kuram kişiliğin şekillenmesinde, bireyde bulunan içsel motivlerin gerçekleştirilmesine bağlı olduğunu savunurken; sosyal öğrenme kuramı, bireyin sosyal ortamlarda diğer bireyler aracılığı ile edindiği deneyimler sayesinde kişiliğini oluşturduğunu öne sürer. Ayırıcı Özellik (Treyt) kuramı ise bireylerin kendilerini ve diğer bireyleri tanımlarken kullandıkları ifadeler arası farklılıkların üzerine odaklanmaktadır.

(29)

13 1.3.1. Psikanalitik Kuram

Psikanalitik kuram kişiliği bilinçdışı güdülerin yönlendirdiğini savunmaktadır (Atkinson ve diğ., 2006). Psikanalitik kurama göre bilinçdışı güdüler, yaşamın ilk birkaç yılında kişiliğin gelişimi açısından büyük rol oynamaktadır. Psikanalitik kuramın öncüsü Sigmung Freud’a göre kişilik üç yapıdan oluşur; id, ego ve süperego.

İd, kişiliğin biyolojik sistemidir. Sadece doyum arayan id; haz ilkesine göre hareket eder ve içgüdüler bu basamağa yerleşir. İd, enerjisini bedensel süreçlerden alır; bilinçdışı olmasının yanı sıra ısrarcıdır, içgüdüsel gereksinimlerin tatmin edilmesine odaklıdır ve gerginliği kaldıramaz. Bu sebeplerden dolayı mantık dışıdır ve hiçbir şeyin farkında değildir (Freud, 1964).

Ego, dış dünya gerçekliğiyle ilgilidir. Bireyin kişiliğini yönetmek, kontrol etmek ve düzenlemekten sorumludur. Yani “dengeleyicidir”. Hayatın uyum sağlanması gereken zorunlu noktalarında uyum sağlamakta ve id’den gelen istekleri daha kabul edilebilir alternatiflere dönüştürmektedir. Bu sebeple ego’nun bilinçli ve bilinçdışı yanları bulunur. Ego, dış gerçekliğe göre id’den gelen istekleri ertelemektedir.

Süper ego, kişiliğin yargı sistemidir. Çocukluk çağında oluşan otorite figürlerini temsil eder. Freud’a göre (1962) birey süperegoya sahip olarak doğmaz. Ebeveynlerinden, ona bakım veren kişiden ya da toplumdan öğrendiği ahlak anlayışıyla birlikte süperego da gelişir. Süperego bireyin kendine saygı göstermesi ve suçluluk duygusunun kaynağıdır. İd’den gelen içgüdüsel dürtüleri bastırarak ego’yu ahlak anlayışı doğrultusunda yönlendirir. Kusursuz olmaya çabalar. Freud, idin bütününün, ego ile süper egonun ise büyük kısmının bilinçdışına gömüldüğünü savunur. Ego ve süper egonun sadece küçük bir bölümü bilinçte ya da ön bilinçtedir (Atkinson ve diğ., 2006).

(30)

14 1.3.2. Bilişsel Kuram

Bilişsel kuram, bireyin kendi öznel deneyimlerine odaklanmaktadır (Cloninger, 2004). Bilişsel kurama göre kişilik, bireyin düşünsel yanı ile birlikte gelişmektedir (Beck, Freeman & Davis, 2004). Kurama göre kişiliği oluşturan temel kavram, bireyin yaşantılarını anlamlandırma şekli ve düşünsel olarak yapılandırışı, bu doğrultuda kendini nasıl hissettiği ve nasıl davrandığıdır. Bilişsel kurama göre kişiliği oluşturan yapılar; bilgi işlemleme, kendilik şemaları ile temel inançlardır.

Biliş düşünmenin yanı sıra algılama, yorumlama, hatırlama, tahmin etme ve farkındalık anlamlarına atıfta bulunan genel bir terimdir. Birey ilk önce algıları yoluyla edindiği bilgileri biliş düzeyinde işler (Larsen & Buss, 2008). Önceki deneyimlerinden oluşan algılar bütünü bireyin kendine özgü şemalar oluşturmasını sağlamakta ve gelecekte yaşayacağı deneyimler ile ilgili inançlar oluşturmaktadır.

Kişiliği oluşturan özellikler, bireyin yaşadığı olayların ve karşılaştığı durumların geçmiş yaşantısı ile etkileşime girmesi ile ortaya çıkmaktadır. Kelly (1955), kişilikler arası farklılıkların, insanların “dünyayı yapılandırma” şekillerindeki çeşitlilikten kaynaklandığını belirtmiştir (Burger, 2006). Bilişsel kurama göre dünyayı yapılandırırken birey, kendisi dışındaki dış çevre ile ilgili yorumlar yapmaktadır. Yapılan yorumlardaki dış dünya ile ilgili oluşan algı; bireylerin gerçekliğini oluşturmaktadır. Birey gerçeklikle başa çıkmak için “saydam kalıplar ve şemalar” oluşturmakta ve dünyayı anlamlandırma için kullanılan bu bilişsel yapıyı kendilik şemaları olarak adlandırmıştır (Kelly, 1955).

Kelly insanların hepsinin bir bilim adamı olduklarını belirtmektedir. Kelly’e göre (1955) birey sürekli olarak kendi gerçeklik algılarıyla ilgi hipotezler geliştirerek deneyimleri doğrultusunda sınamaktadırlar.

(31)

15 1.3.3. Sosyal Öğrenme Kuramı

Sosyal öğrenme yaklaşımı, insanın kişilik oluşumundaki farklılıkların öğrenme sürecindeki deneyim çeşitliliğinden kaynaklandığı görüşünü savunmaktadır. Geçmiş yaşantılardaki deneyimler, bireyin hayatının sonraki döneminde kişiliğinin bir parçasına dönüşmektedir. Bu deneyimler; başkalarının hayatını gözlemleyerek öğrenilen dolaylı öğrenme, insanların olaylara karşın beklentilerini geliştirmesini sağlayan karşlıklı belirleyicilik ve çevresel faktörleri içeren rastlantısal olaylar ve karşılaşmalardır (Bandura, 2001).

Sosyal öğrenme yaklaşımına göre, bireylerin kişilikleri arasındaki farklılıklar, genellikle çocukluk çağından itibaren yaşanılan deneyimler arası farklılıklardan oluşmaktadır. Bu sebeple bireyin kişiliği; içinde bulunduğu ortama, karşılaştığı durumu nasıl değerlendirdiğine veya diğer bireylerin benzer durumlara yaklaşımları ile tepkilerini gözlemleyerek, bunları ne kadar model aldığına göre değişir (Atkinson ve diğ., 2006).

1.3.4. Hümanistik Kuram

Hümanistik kuram, bireyin özünde iyi olduğunu ve pozitif yönde gelişmeye açık olduğunu savunur. Bu yaklaşıma göre kişisel farkların asıl sebebi; kişinin kendine güveni ve kişisel sorumluluk duygusudur. Bu yüzden hümanistik kuram kişileri, yaşam içindeki tutumlarından ve sonrasında yaşanacak olaylardan sorumlu tutar (Morris, 2002).

Hümanistik yaklaşımın başlıca isimlerinden Rogers benlik kuramını, afektif yaşantı bozukluğu olan bireyler üzerindeki çalışmalarından oluşturmuştur (Atkinson ve diğ., 2006). Rogers çocukluk döneminde karşılaşılan durumların yetişkin kişiliğini yapılandırmada önemli bir rol oynadığını inkar etmemekle birlikte, daha çok şimdiki gereksinimlerimiz ve gerçekleştirme yönündeki hedef odaklı uğraşlarımız üzerinde durmuştur. Rogers, davranışın geçmişte meydana gelmiş olaylar nedeniyle oluşmadığını belirtmektedir. Organizmanın karşılamaya ya da en makul düzeye indirmeye çalıştığı gerilimler yalnızca şimdi var olan gerilimler ve gereksinimlerdir (Rogers, 1959).

(32)

16

Hümanistik kurama göre bireyler sadece bir olumlu güçle motive edilirler. Gerçekleştirme eğilimi olarak adlandırdığı bu güç, organizmanın kendi becerilerini yetkinleştirmesi doğrultusunda gelişmesi ve üretimde bulunması için doğuştan getirdiği katılımcı bir süreçtir (Rogers, 1959, 1961).

1.3.5. Ayırıcı Özellik Kuramı

Ayırıcı özellik, kişinin belirli bir kişilik özelliğini ne oranda yansıttığına göre kişiyi kategorilendiren bir kuramdır. Ayırıcı özellik kuramının vurguladığı hipotezlerden birincisi kişilik özelliklerinin geçen süre içinde değişmediği, ikincisi ise olaylar karşısında istikrar gösterdiğidir (Roberts & Del Vecchio, 2000).

Kişilik ile ilgili tanımlamalar yaparken bireylerin birbirlerinden ayrılan yanlarına ve gözlemlenebilen davranış kalıplarına yoğunlaşan kavram; “özellik” olmaktadır. Özelliğin barındırdığı en dikkate değer kavram “eğilim”dir. Bireydeki özellikler, istikrarlı düşünce, his ve eylem biçimlerinde eğilimlere neden olurlar (McCrae & Costa, 1996).

Şekil 1.’in sol kısmında bireyin biyolojik yönünü temsil eden temel eğilimler yer almaktadır. McCrae ve Costa’ya göre kişilik; tutumlar, alışkanlıklar, değerler, dürtüler, roller ve kişiler arası uyumlar ile çevresel etkiler sayesinde şekillenir. Bireyin davranış ve beklentilerini içeren yaşam öyküsünün gerisinde, karakteristik uyumlar ve dolaylı olarak biyolojik kaynaklı kişilik özellikleri bulunur. Kişilik özelliklerini içeren temel eğilimler ve özgül davranışları içeren yaşam öyküsü arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Eğer bir ilişkiden bahsedilecekse, kişilik özelliklerinin, karakteristik uyum aracılığıyla, yaşam öyküsünü etkilemesinden bahsedebilir. Biyolojiye dayalı olan kişilik özellikleri, belirli bir süre sonra çevreyle etkileşim kurmakta ve kültüre bağlı ve anlam dolu tutumlar ve ilişkiler ortaya koyarak özgül davranışları oluşturmaktadır (McCrae & Costa, 1996).

(33)

17

Şekil. 1 Beş Faktör Kuramına göre Kişilik Sisteminin İşleyişi (McCrae & Costa, 1996) (Operation of The Personality System According to Five Factor Theory.)

Biyolojik Temeller Temel Eğilimler Hipotetik yapılar Dışadönüklülük, Yumuşak Başlılık, Öz-Denetim, Duygusal Tutarsızlık, Gelişime Açıklık Karakteristik Uyumlar Kültüre dayanan olaylar

Kişisel çabalar Tutumlar Yaşam Öyküsü Duygusal Tepkiler vb. Dış Etkenler Kültür Normları Yaşam Olayları Öznel Algı

Özellik yaklaşımında insanlar, belirli bir biçimde davranmaya meyillidirler. Kimileri dışadönük, kimileri dostça, kimileri ise baskındır. Ayırıcı özellik kuramcıları, bireyin kişiliğini yapılandıran özellikleri tanımlamakta birbirlerinden ayrılsalar da, özelliklerin, kişiliği ortaya çıkaran önemli yapılar olduğu fikrinde birleşmektedirler.

Özellik kuramcılarından Allport (1967), kişiliği ana, merkezi ve ikincil olarak üç grupta incelemiştir. Ana özellikler, insan hayatında yaygın ve kolayca fark edilen eğilimleri kapsar. Merkezi özellikler, sadece bağlamla ilgili özelliklerdir. İkincil özellikler ise, bilinebilir, saklı olmayan, genel ve tutarlı eğilimlerdir. Allport, bu ayırıma giderek, bağlamın önemini göstermiş ve insanların niçin her zaman aynı biçimde davranmadıklarını açıklamıştır. Catell ise özellikleri, beceri, mizaç, devinimsel, yüzeysel ve kaynak şeklinde gruplandırmıştır. Kaynak özellikler, kişiliği oluşturan özelliklerdir (Pervin, 1993).

Eysenck (1990) dışadönüklük, nevrotizm ve psikotizmin genetik yolla şekillendiğini savunmuş ve çevresel etkenlerin çok önemli olmadığını ifade etmiştir. Eysenck’e göre kişilikte ve toplumsal davranışta kalıtımsal etkenler belirleyici bir rol oynamaktadır (Pervin,

(34)

18

1993). Dışadönükler, çevresi geniş, sosyal, durağanlıktan hoşlanmayan, dürtüsel bireylerdir. İçedönükler ise aksine, düşünceli, sessiz ve utangaç özelliklere sahiptirler. Psikotik bireyler ise, yalnız ve duyarsızdırlar; toplumsal kurallara aykırı davranışlarda bulunma eğilimindedirler (Eysenck,1990).

Özellik yaklaşımında, kişilik özellikleri sınıflandırılırken dile özel bir önem atfedilmiştir. Dil hipotezininden ilk kez bahseden kişi olan Galton, bireyler arasındaki ilişkilerde ortaya çıkan önemli farklılıkların, bütün dünya dillerinde tekil ifadelerle ile kodlanabileceğini belirtmiştir (Goldberg, 1993). Dil hipotezini referans alarak kişilik özelliklerini sınıflama fikrini destekleyen ve çalışmalarını bu alanda yürüten araştırmacılar vardır (John & Srivastava, 1999).

Allport ve Odbert (1936), sözlük tarayarak kişilik ile ilişkili terimleri bir araya getirip, bir ön çalışma hazırlamışlardır. Bu isimler, bir kişiyi diğerinden farklı kılan tüm terimleri bu çalışmanın içine yerleştirmişlerdir. Tamamladıkları liste 18.000 kelimeyi içeren, kapsamlı bir liste olmuştur. Sonrasında bu binlerce kişilik özelliğini sınıflara ayırmış ve sonuç olarak dört kategori bulmuşlardır. Uyguladıkları metot, terimleri sözlükten seçip, ortak kategorilerde bir araya getirmektir. Catell (1943) de, Allport ve Odbert’in oluşturduğu listeden 4500 terimi, kendi kişilik sisteminin çok boyutlu örneğinde kullanarak yaptığı analizde, 16 faktör olduğu sonucuna ulaşmıştır (John & Srivastava, 1999).

Cattel’in faktörlerini esas alarak, yaptığı analizlerde faktör sayısını beşe indiren Norman ve onun bu çalışması, beş faktör kişilik kuramının temelini oluşturmuştur. Norman, bulmuş olduğu faktörleri dışadönüklük, yumuşak başlılık, öz-denetim, duygusal denge ve kültür olarak adlandırmıştır (McCrae & John, 1992).

McCrae ve Costa (1987) beş faktör kişilik modelinden yola çıkarak çalışmalarını sürdürmüş ve benzer biçimde beş faktörlü kişilik sistemine ulaşmışlardır. Diğer sonuçlar ile tutarlılık gösteren çalışmada kültür faktörü değil gelişime açıklık (opennes to experience) bulunmaktadır.

Özellik yaklaşımını çıkış noktası olarak alan birçok araştırma, kişiliğin beş boyutu konusunda fikir birliğine varmışlardır. Goldberg (1990, 1992), kişiliği açıklamada beş faktör

(35)

19

modelini kullanan yaklaşımların dayanak noktalarını sağlamlaştırmak amacıyla yürüttüğü araştırmalarında, bu modeli pekiştiren bulgulara ulaşmıştır. Somer ve Goldberg (1999) de, kişilik özelliklerinin Türkçede karşılığı olan sıfatları ele aldıkları çalışmalarında, beş faktör kişilik yapısını destekleyen saptamalarda bulunmuşlardır.

Kişiliği konu edinen çalışmalarda, kişilik özelliklerin sayısı değişiyor olsa bile, kişilik özelliklerinin tanımlanmasında kullanılan beş faktör kişilik modelinin, yeterli ve inandırıcı bir teorik çerçeve sağlamış olduğu görülmektedir (Digman, 1990).

McCrae ve Costa (1987), kişilik yapısını en doğru izah eden modelin, beş faktör kişilik modeli olduğunu belirtmektedir. Bu model kişiliği, beş boyutun hiyerarşik örgütlenmesi şeklinde tanımlar. Günümüzde bu modelin, kişilik yaklaşımları ve bunların psikoloji bilimindeki pratikleri için daha verimli bir altyapı oluşturduğu ve özelliklerin yapısını daha tutarlı bir biçimde yansıttığı görüşü yaygındır. Söz konusu model, farklı kültürlerden gelen psikologlara ortak bir dil imkanı sunmaktadır (McCrae & John, 1992).

Benet-Martinez ve John’un (1998), İspanyol örnekleminde uygulanan kişilik ölçeğinde dışadönüklük; dinamizm, enerji, başatlık, sosyallik, etkileyicilik ve pozitif duygularla ilintili şekilde tanımlanmıştır. Johnson ve Ostendorf (1993), kişiliğin yapısını oluşturan bu beş faktör ile ilgili farklı görüşlere açıklık getirmeyi amaçlamışlar ve bu doğrultuda bir çalışma yürütmüşlerdir. Sonuç olarak iki araştırmacı, dışadönüklük özelliğinin pozitif duygular ile bağlantılı olduğunu bulmuşlardır. Bu faktörün eğlenceden hoşlanan, sosyal, konuşkan, içten özelliklerinden yük aldığı sonucuna varılabilir. Dışadönüklük ve yumuşak başlılık faktörlerinin her ikisinden de yük alan şefkatli, hayat dolu, heyecanlı, dostça gibi özellikler, dışadönüklüğe kıyasla daha yüksek faktör yükü almışlardır. Eli açıklık ve sıcaklık özellikleri, her ne kadar dışadönüklükten de faktör yükü almış olsalar da yumuşak başlılıktan aldıkları faktör yükünün daha yüksek olduğu görülmektedir. Dışadönüklüğü simgeleyen özelliklerin, olumlu karakter, sosyallik, baskınlık, girişimcilik ve içtenlik olduğunu bildiren araştırmalar mevcuttur (Simms, 2009). Somer ve Goldberg (1999), yaptıkları araştırmada, dışadönüklük kapsamına, hayat dolu, dinamik, konuşkan, aldırmaz, zinde, lider, cesur, esprili, mutlu gibi nitelikleri almışlardır. Dışadönük bireyler, dost canlısı, dinamik, enerjik ve başatken; içedönük bireyler, az konuşan, çekingen, enerjiden yoksun, başkalarını izlemeye meyilli kişilerdir (Caspi, Roberts & Shiner, 2005).

(36)

20 1.3.5.1.Kişiliğin Beş Temel Faktörü

I. Dışadönüklük. (Extraversion) İddiacı, sosyal, atılgan, canlı, coşkulu, neşeli, hareketli

ve konuşkanlık dışadönüklüğün en belirgin özelliklerindendir. Dışadönüklük, esas olarak dış dünyaya açık olmayı ifade eder. Bu özelliği yüksek düzeyde barındıran kişiler diğer kişilerle iletişim kurmakta zorlanmazlar, kaynakların kullanılmasına liderlik ederler (Zel, 2001).

Pek çok araştırma dışadönüklerin pozitif duyguları yaşamaya daha meyilli ve mutlu kişiler olduklarını ortaya koymuştur (Costa & McCrae, 1980). Kişiliklerinde barındırdıkları bu tür özelliklerin bir sonucu olarak dışadönüklerin karşılaştıkları durumlara karşı daha pozitif yaklaşımlar sergiledikleri ve stresle mücadele ederken işlevsel başaçıkma yöntemlerini daha fazla kullandıkları (başkalarının desteğini alma, olaylara olumlu yönden yaklaşma gibi), işlevsel olmayan yöntemleri kullanma konusunda daha az istekli oldukları (suçu kendinde arama veya kaçınma gibi) saptanmıştır (Watson & Hubbard, 1996).

II. Yumuşak Başlılık. (Agreeableness) Bu kişilik özelliğinin pozitif ucunda yer alan

bireyler mütevazı, sevecen, uysal, kibar, saygılı, güvenilir, katı kuralları olmayan, açık yürekli, şefkatli, iyi huylu, hoşgörülü ve barışçı gibi niteliklerle tanımlanırlar (Somer, Korkmaz ve Tatar, 2002). Bu boyutun diğer ucunda yer alan kişilerin ise katı yürekli, menfaatçi, geçimsiz, bencil, vefasız, kindar gibi niteliklere sahip olduğu belirtilmiştir (Somer, 1998). Son yıllarda yürütülen bazı çalışmalar affedicilik özelliği ile yumuşak başlılık boyutu arasında bağlantı bulunduğunu ortaya koymuştur (örn, Berry ve diğ., 2005).

Bu özellik kişinin içinde yer aldığı ortamlarda başka kişilerle sorunsuz bir biçimde anlaşabilmesini, bu kişilerce kabul edilmesini, çevresiyle iyi geçinmesini, kendi kimliğinden ödün vermeden başka kişilere anlayışla yaklaşabilmesini gerektirir. Bu bireyler karşı çıkmaktan çok dinlemeyi ve yargılamaktan çok yardımcı olmayı tercih ederler (Şencan, 2003). Uyumluluk düzeyi yüksek olan kişiler sosyaldirler; bulundukları ortamdaki kişilerle daha az çatışırlar; birlikte çalışmayı rekabete girmeye tercih ederler (Burger, 2006) ve bir hayat felsefesi oluştururlar (Costa, McCrae & Dye, 1991).

III. Öz-Denetim. (Conscientiousness) Öz denetim boyutunda yüksek düzeyde yer alan

(37)

21

iradeli, özenli, ilkelerine bağlı gibi niteliklerle tanımlanırlar. Düşük düzeyde yer alanlar ise çaba göstermeyen, tembel, kayıtsız, sorumsuz, istikrarsız, yeteneksiz, iradesiz, düzensiz, dalgın, özensiz, savruk, dengesiz gibi nitelikler taşırlar (Somer, 1998).

Sorumluluk bilinci olan yöneticilerin görev aldıkları önemli rollerde büyük oranda başarılı oldukları saptanmıştır (Zel, 2001). Yapılan çalışmalar sorumluluk özelliğinin iş yaşamındaki başarı kavramıyla ilişkili olduğunu göstermiştir. Yine aynı çalışmalardan çıkan bir başka sonuç da sorumluluk özelliğinin hemen hemen tüm işlerde aranan bir nitelik olduğu yönündedir. Bütün kişilik boyutları arasında performansla en güçlü bağı bulunan boyutun, öz-denetim/ sorumluluk boyutu olduğu tespit edilmiştir (Ones, Viswesvaran, & Schmidt 1993; Organ, 1994).

IV. Duygusal Denge. (Emotional Stability) Duygusal yönden dengesiz kişiler tedirgin,

sinirli, öfkeli, kötümser, sorunlu, depresif, kaygılı, kuşkucu, gergin, sert, güvensiz, kolay uyum sağlayamayan ve anksiyeteye eğilimli gibi niteliklerle tanımlanmaktadır. Bu nedenle yeni bir durumla karşı karşıya kaldıklarında bağımlılık ve çaresizlik duygularını diğer bireylere oranla daha fazla hissettikleri belirtilmiştir. Nörotisizm olarak da nitelendirilen bu kişilik faktörünün öbür ucunda bulunan bireyler için ise neşeli, sabırlı, dingin, olumluya odaklı, huzurlu gibi sıfatlar kullanılmaktadır (Somer, 1998). Bu kişilerin negatif duyguları yaşamaya daha meyilli (Watson & Clark, 1984) olduklarının üzerinde özellikle durulmaktadır. Nörotisizm faktöründe yüksek puana sahip bireyler, sık aralıklarla karmaşık duyguların üstesinden gelmek zorunda kaldıklarından, yersiz düşünceler ve düşmanca tepkiler gibi onaylanmayan başa çıkma mekanizmalarını kullanabilmektedirler (Amirkhan, Risinger ve Swickert, 1995; Matthews, Derryberry & Siegle, 2000; akt: Somer, Tatar & Korkmaz; 2002).

Duygusal anlamda dengesiz olarak adlandırılabilecek kişiler, çevrelerini daha olumsuz bir bakış açısıyla gözlemlemektedirler; bu kişiler aynı zamanda belirsiz özellikteki uyaranları da olumsuz veya tehditkar olarak görmeye meyillidirler (Watson & Clark, 1984). Çalışmalar duygusal tutarsızlık gösteren bireylerin hayattaki değişikliklerin üstesinden gelmeye çalışırken stres yaşadıklarını (Ormel & Wohlfarth, 1991); anksiyete, depresyon ve öfke gibi duygularla daha sık karşılaştıklarını, stres yaratan durumları uğraşılacak olaylar olarak değil de tehdit olarak gördüklerini (Gallagher, 1990; akt: Bardavit, 2007) ortaya koymaktadır.

(38)

22

V. Gelişime Açıklık. (Openness) Gelişime Açıklık boyutunda yüksek puan alan bireyler

özgün, sanatçı yönleri gelişmiş, cesur, ilgi alanları geniş, özgür, değişiklikten hoşlanan, kültürlü, araştırmacı, liberal, yeniliğe açık, düşüncelerini özgürce ifade eden gibi niteliklerle tanımlanırlar (Somer, Korkmaz, Tatar, 2002). Bu grupta yer alan bireyler üretken, yenilikçi ve araştırmacı gibi sıfatları da barındırırlar. Daima kendilerini yenilemeyi, geliştirmeyi ve bir şeyleri araştırıp bulmayı amaçlarlar. Değişimler karşısında direnmezler; tersine, onları anlamaya, onların üstesinden gelmeye çalışırlar. Ayrıca bu kişiler yaratma ve keşfetmenin haricinde, diğer kişilere kıyasla daha fazla okurlar, gezme eğilimleri daha yüksektir ve farklı olanı denemekten hoşlanırlar (Şencan, 2003). Bu kişilik özelliğinde, başat bireylerin aynı zamanda sezgilerine güvenen bireyler oldukları saptanmıştır (McCrae, 1994).

1.4. Kişilik Özellikleri, Cinsiyet ve Cinsiyet Rollerine İlişkin Araştırmalar

Benimsenen cinsiyet rolleri ile kişilik özellikleri arasında fark bulunup bulunmadığını tespit etmek amacıyla çeşitli çalışmalar yürütülmüştür. Maccoby ve Jacklin (1983) tarafından yapılmış olan tarama çalışmasında, erkeksilerin kaygı düzeyinin daha düşük olduğu, iddiacı yönlerinin ise yüksek olduğu (Costa, Terrecciano ve McCrae, 2001) sonucuna varılırken; Feingold’un (1994) benzer konudaki meta-analiz çalışmasında kadınsıların iddiacı yönünün daha düşük, buna karşılık kaygı düzeylerinin ve dışadönüklük özelliklerinin daha yüksek olduğu görülmüştür.

Kişiliğin duygusal denge boyutuyla ilgili yürütülmüş araştırmalarda genel olarak kadınların aldıkların puanların erkeklerden daha düşük olduğu saptanmıştır (Costa, Terrecciano & McCrae, 2001). Cinsiyet farklılıklarının gelişime açıklık ile dışadönüklükle ilişkisi konusunda kesin bir sonuca ulaşılamamıştır (Feingold, 1994). Kadınlar ve erkekler arasında bu iki boyutla ilgili farklılık daha ziyade alt boyutlarda kendini göstermektedir. Örnek vermek gerekirse, erkekler yeniliğe açıklık boyutunda yüksek puan almışlardır. Yeniliğe açıklık ise gelişime açıklık faktörünün alt boyutunda yer almaktadır. Benzer şekilde kadınlar da estetik boyutta ve duygulara açıklık boyutunda erkeklere kıyasla daha yüksek puanlar almışlardır. Yine aynı biçimde dışadönüklüğün alt boyutlarından yoğun bir duygusal durum yaşama isteğinde erkekler, sakinlikte ise kadınlar yüksek puana sahiptirler (Costa, Terrecciano & McCrae, 2001). Sorumluluk boyutunda da kadınlar ve erkeklerin

Şekil

Tablo 1. Beş Faktör Kişilik Envanterinin 17 Alt Boyutu ve Özellikleri
Tablo  2.  BEM  Cinsiyet  Rolü  Envanteri  Bağımsız  Değişkenlerinin  Betimleyici  İstatistiksel  Tablosu
Tablo  3.    Beş  Faktör  Kişilik  Envanteri  Alt  boyutlarının  ve  Faktörlerinin  Betimleyici  İstatistiksel Tablosu     N = 239  Alt boyutlar  ___ X SS  Küçük En  Değer  En Büyük       Değer
Tablo  4.  Beş  Faktör  Kişilik  Envanteri  Temel  Faktörler  ve  Alt  Boyutları  İçin  Güvenirlik  Değerleri
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

This study was therefore conducted to obtain information on how elderly residents in institutional care perceive falls.. M ATERIALS AND

Öz Bu çalışmanın amacı çalışanların karanlık kişilik özelliklerinin (narsisizm, Makyavelizm ve psikopati) tükenmişliğe etkisinde genel

Ek 9: Kahramanı erkek olan kızgınlık senaryosunda kız öğrenci tarafından çizilen ve juriden 3 puan alan resim

İçinizden bir öğrenci tahtaya bu meslekleri yazsın”. (Sosyal Bilgiler 5, Öğrenci

Heslop et al., (2001) developed the "Cloverleaf Model'' with Market, commercial, management and Technology readiness as scores for assessing the readiness of

Tablo 73: Yaş ile “Bir İş Sahibi Olmak Kadın İçin Olduğu Kadar Erkek İçin De Önemlidir.” İfadesine Katılım Düzeyi Arasındaki İlişki..

Üniversite öğrencilerinin cinsiyetlerine, ailenin ortalama aylık gelirine, anne- babanın eğitim durumuna, aileden algılanan sosyal destek düzeyine, aile içi şiddete maruz kalma

Bulgular: İstatistik analizler sonucunda, erkek ve bayan sporcuların Mantıksal Matematiksel ve Kişilerarası Sosyal Zekâ özellikleri arasında 0,05 düzeyinde