• Sonuç bulunamadı

BAŞKANLIK: İSTİKRAR MI, KAOS MU?

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "BAŞKANLIK: İSTİKRAR MI, KAOS MU?"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ÖZET: “Türkiye’nin güçlü hükümetlerin olduğu

dö-nemlerde çok daha mesafe aldığını, koalisyon hükümetleri

zamanında yerinde saydığı veya geriye gittiği görülüyor.

Li-der de önemlidir ama asıl olan güçlü hükümetlerdir.

Örne-ğin Demirel güçlü liderdi ama sürekli koalisyonla yönetmek

zorunda kaldığı için Türkiye onun döneminde pek de

iler-leyememiştir. 1970’li yılların liderleri de güçlü idi: Demirel,

Ecevit, Erbakan, Türkeş... Ama Türkiye bu dönemde yetmiş

cent’e muhtaçtı. Ülkemizde önemli ölçüde yetişmiş insan

gücü vardır. Ancak bunlar iki temel nedenden dolayı, sahip

oldukları bu potansiyeli ülkeye hizmete çevirememektedir.

Bunlardan birisi politikanın kısır tartışma zemini

oluşturma-sı, bir diğeri ise yüksek potansiyele sahip olmasına rağmen,

sahip olduğu siyasi eğilimi temsil eden partinin neredeyse

hiçbir zaman iktidar şansının olmamasıdır.”

ANAHTAR KELİMELER: Başkanlık, kaos, hükümet,

istikrar, seçim.

ABSTRACT: “Turkey is seen to be far away from the

times when there are strong governments, counting the

coalition governments on time or going back. The leader

is also important, but they are powerful governments. For

example, Demirel was a powerful leader, but since he had

to govern with the continuous coalition, Turkey did not

progress much during his time. The leaders of the 1970s

were strong: Demirel, Ecevit, Erbakan, Turkes... But Turkey

needed seventy cent in this period. In our country, there

is a considerable amount of trained manpower. However,

for two reasons, they can not turn this potential into a

ser-vice to the country. One of them is that although politics is

the cornerstone of a vicious debate, and the other has high

potential, the party that represents the political trend has

almost never had a chance of ruling.”

KEYWORDS: Presidency, Chaos, Government,

Sta-bility, Election.

PRESIDENCY STABILITY OR CHAOS?

(2)

Malum olduğu üzere, Türkiye 24 Haziran’daki beklenmedik erken seçim kararı ile başkanlık sistemine fiilen geçmiş oldu. 16 Nisan referandumunda geçişin 2019 olması önerilmişti ama bu kararla tarih öne çekilmiş oldu. Ben kamu yöne-timi öğrencisiyken de (1989-1993) tartışı-lıyordu konu... Çeyrek yüz yıl sonra niha-yet hayata geçirilebildi. Şahsen o zaman da savunurdum sistemi… Çünkü sosyal doku ile uyuştuğunu düşünürdüm. Öyle ya da böyle halkın kültür yapısındaki dü-şüklük, okumuş kesimin de fevkalade ku-tuplaşmış olması ülkeyi kilitleyebiliyordu. Bu ihtiyaç nihai kararın nisbi olarak hızlı verilmesini gerektiriyordu.

Aslında daha yüz yıl önce bile bu halk bir başkan (padişah) tarafından yönetiliyor-du. Korkulan elbette “Türk Tipi” başkan-lıktır ama bunun zaten de böyle olması gerekiyor. Zira her ülkenin değişkeni di-ğerinden farklıdır. Sürekli ABD ve Fransa örnek verilir ama, Brezilya, Rusya, Ku-zey-Güney Kıbrıs, Azerbaycan, Arjantin, Şili, Venezüella, Peru, Orta Asya Cumhuri-yetleri, Afganistan, Endonezya, Ermenis-tan, Güney Kore, İran, Mısır… gibi bir dizi ülke de başkanlıkla yönetilmektedir. Bu ülkelerin hepsi de “kendi tipidir.” Ayrıca da Türkiye’de belediye başkanları da, elbette siyasi yetkileri yoktur, ‘başkan’ statüsünde çalışırlar.

İşin bir başka yanı da başkanlık sisteminin aslında cumhuriyetin ilk evre-sinde bizde, üstelik çok da katı bir şekilde uygulandığı gerçeğidir. Mustafa Kemal de İsmet İnönü de teknik olarak ‘başkan’ idi. Atatürk’ün vefatına kadar bu makamda kaldığını ve İnönü’nün milli şef (değişmez genel başkan) ilan edildiğini hatırlatmak isterim. Genel olarak Doğu toplumları bir miktar “lider” merkezli yönetimlere alışık-tır. Gerek Osmanlı gerekse de cumhuriye-tin ilk evrelerinde “lider” odaklı yönetim-ler etkili olmuştur. Parlamentonun daha hakim olduğu 1950 sonrası dönemde de lider öne çıkmaktadır.

Başkanlık sistemi siyasi partileri ister istemez halka ve birbirlerine yakın-laştıracaktır. Temsilde adalet elbette ki önemlidir, ancak yönetimde istikrarı bir tık ileride ele almak gerekir. Adil bulunmayan % 10 baraj bile bunu tam olarak çözeme-miştir. Yeni sistemde % 50’nin üzerinde bir oy almak gerektiği için temsilde de daha adil bir durum yaşanacaktır. Nitekim

it-tifak kurulmasına izin verilmesi böyle bir netice doğurmuştur. % 50’nin aşağısında iktidar olmak gibi bir seçenek hiç bir şe-kilde mümkün olmadığından statükodan beslenmek gibi bir durum da söz konusu olmayacaktır ki; bunu da pozitif sonuçlara dâhil edebiliriz.

1980 sonrası oluşturulan seçim sisteminde % 10 barajı temsilde sorun oluştursa da yönetimde istikrar bakımın-dan kazanımlar sağlamıştır. Zira çok kül-türlü ve farklı sosyolojik ve siyasi eğilimleri bünyesinde barındıran Türkiye’de onlarca parti seçime girmesi yönetimde istikrarı olumsuz etkilemektedir. Bunun somut ör-neği de koalisyon hükümetleri dönemidir. Koalisyon hükümetlerinin iktidarda oldu-ğu 1970 ve 1990’lı yıllar her açıdan felaket getirmiştir. Koalisyon ve uzlaşma kültürü-nün zayıflığı nedeni ile hükümetler güçlü kararlar alamamaktadır.

Başkanlık sisteminde halkın ikinci tercihine de müracaat edilerek koalisyon hükümetlerine izin verilmemektedir. Koa-lisyondan kaynaklanan gereksiz tartışma-lar azalacağından karartartışma-ların nisbi otartışma-larak hızlı bir şekilde alınması beklenmektedir. Türkiye’deki potansiyel sorun; muhalefet partisinin mecliste çoğunluğu elde et-mesi olacaktır ki; bu durumda sistem ki-litlenmeleri gene yaşanabilecektir. Böyle bir durumun yaşanılması olasıdır ve bu durum da erken seçim ihtimali tamamen ortadan kalkmamaktadır.

Başkanlık sisteminde ülkenin ba-şındaki kişinin halk iradesi ile seçiliyor olması, onu kararların verilmesinde çok daha güçlü kılacaktır. Halkın yarısında faz-lasının oyunu almış bir kişinin verdiği

ka-rarların toplum aleyhine olabileceğini dü-şünmek ise olayın doğasına aykırıdır. Bir de elbette yasal, siyasal ve sosyal denetim, medya denetimi var… Bu kadar güçlü bir medyanın olduğu ortamda tarafların yap-tıklarını kamufle etmesi de pek olası gö-zükmüyor.

Tabii en az sorunlu bir yönetim için en iyi bileşen başkanın partisinin par-lamento çoğunluğunun olması… 24 Ha-ziran seçimlerinde bu mümkün olmadı. Meclis en iyi birinci ile değil, en iyi ikinci bileşenle şekillendi. Nitekim ittifak oyları gerekli çoğunluğu sağladı. Zaten yeni sis-temde meclis devre dışı olmasa da Cum-hurbaşkanı kararnameleri ile daha da güç-lendirilen başkanın pek çok kararda son söz sahibi olduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Süreci birlikte şekillendiren iki partinin ülkeyi yönetmek konusunda da anlaşabileceği, dolayısıyla bu dönem için bu bileşenin bir sorun olmayacağı kana-ati baskındır. Ancak meclisin muhalefetin denetiminde olması durumunda aynı şeyi söylemek son derece güç… Anayasa de-ğişikliğinde bu ihtimal öngörüldüğünden, birlikte erken seçim opsiyonu konmuştur. Bizde son yıllarda MHP-AK Parti yakınlaş-ması dışında muhalefetin iktidarların işini kolaylaştırdığının pek de örneği yoktur. “Check and balance” sisteminin Ameri-ka’daki gibi etkin işleyebileceği konusun-da ise ciddi şüpheler vardır. Bu durumkonusun-da seçimin yenilenmesi mümkün elbette, ama Türkiye bu kronik sorundan, yani er-ken seçimden iddia edilenin aksine, kur-tulmuş olmayacaktır.

Bizde sağduyu yerine duygular öndedir pek çok zaman… Makul tartış-malar yerine düşüncelerimizi başkalarına

(3)

kabul ettirmenin hesabını yaparız pek ço-ğumuz. Kimisi başkanlık sistemini rejim değişikliği ile eş anlamlı değerlendirir, ki-misi de her derde deva olduğunu savunur. Bu yüzden gerçek hayata indirgendiğinde karşılaşacağımız sorunları pek hesap et-meyiz. İşleri başkalarına ihale etmek gibi kötü bir huyumuz da var.

Artık tarih oldu dediğimiz popü-lizm meğer uygun ortam bekliyormuş. Nitekim son seçimde adeta ‘hortladı.’ Maalesef buna itibar eden çok geniş bir kesim var hala bu ülkede… Son seçimde her şekliyle ve iktidar-muhalefet deme-den kamuoyu gündeminde sadece ‘seçim kazanma’ odaklı gündeme gelmiş olması toplum adına geriye gidişimizin sembolü oldu adeta… En çok da; ekonomik, siyasal ve sosyal çalkantıların zirve yaptığı 1970’li ve 1990’lı yıllarda kullanılmıştı. Bu yıllar aynı zamanda koalisyon hükümetlerinin iktidarda olduğu yıllardı. Beş Nisan karar-ları böyledir mesela… Bir anda fiyatlar ve döviz-altın gibi tasarruf araçları birkaç kat değer değişimine uğradı. Halkın aleyhine ve haksız bir şekilde… Şimdiki öyle olma-sa da ilerleyen süreçte bunun yansımala-rının olmayacağını söylemek son derece güç… Yine olayın doğası gereği…

Tabi dillendirilmeyen şey, cumhurbaşka-nının sürekli benzer eğilimlerden seçile-ceği varsayımı… Zira şöyle bir baktığımız-da, kabaca % 70’e 30 gibi bir oy dağılımı öz konusu… Bu sosyolojik ve siyasi bir gerçek… Ama şimdilik… Şöyle örneklen-dirmek isterim. Malum; bizde cumhurbaş-kanları hep güçlü yetkilerle donatılmıştır. Bunun esas amacı; herhangi bir şekilde müesses nizamın temsilcileri seçim kay-betmesi halinde kontrolü elde tutma dü-şüncesidir. Zira asker kökenli olması, asker değilse bile kraldan çok bir kralcı cumhur-başkanı olacağına göre kurucu irade her zaman iktidarda olacaktır. Bu teori çök-müştür.

Gelecekte şu ya da bu tarafa evri-lebileceği konusundaki tahminler yanıltı-cı olabilir. Doğal olarak da misyonu farklı bir cumhurbaşkanı, onca senelik kazanı-mın altını üstüne getirebilir. Bu büyük bir risktir, bu yüzden de bizde her bir seçim diğerinden önemli ve kritik olarak tanım-lanır.

Geçmişte yapılmış olanlar, gele-cekte yapılacak olanların da habercisidir.

Nitekim bunu dillendirmekte sakınca gör-meyen geniş de bir kesim vardır toplumu-muzda… Son seçimde ‘ben daha iyisini yapacağım’ iddiası yerine, mevcut olanları işlevsizleştireceğim düşüncesinin baskın olması da bunun göstergesi… Bu yüzden ülkede sanki bir seçim değil, asimetrik sa-vaş yaşandı. Böyle olunca, kimi kızgın ve kırgın taraflar, tarafı oldukları partilerin ‘hata’ olarak nitelendirilemeyecek pek çok icraatını görmezlikten geliyor.

Başkanlık sistemi sorunsuz değil elbet-te… Önce amacı ortaya koyalım: Amaç daha güçlü, istikrarlı ve müreffeh bir Türki-ye değil mi? Başkanlık ya da Cumhurbaş-kanlığı sistemi güçlü hükümet ve güçlü lider demektir. Türkiye’nin yakın tarihine baktığımızda, güçlü liderler zamanında çok daha ileri ve cesur adımlar attığı gö-rülür.

Birkaç örnekle açıklayalım. 1950-60 döneminde tek partili güçlü bir iktidar vardı ve dönem sonunda Türkiye ekono-mik ve siyasi olarak güçlenerek çıktı. O günü yaşayanların bir kısmı aramızda... Nasıl bir bolluk bereket yaşandığını hala anlatırlar. Tek partili güçlü hükümetlerin olduğu diğer dönemler bakımından da benzer sonuçların olması etkinin bu ne-denle açıklanması gerekmediğini göster-mektedir.

Özallı yıllar da tek parti iktidarı ve güçlü liderler dönemidir. Türkiye bu dö-nemde adeta dünya ile bütünleşti. Hem Türkiye dünyaya açıldı hem de dünya Türkiye’yi keşfetti. Dönem sonunda ihra-catımız tam beş kat artmıştı. 2000’li yıllar-da nelerin yaşandığı ise hepimizin malu-mu… Anarşinin zirve yaptığı 1970 yıllar da, terörün zirve yaptığı 1990’lı yıllar ise koalisyon dönemleri idi…

Şimdi, toplu bir analiz yapalım: Türkiye’nin güçlü hükümetlerin olduğu dönemlerde çok daha mesafe aldığını, ko-alisyon hükümetleri zamanında yerinde saydığı veya geriye gittiği görülüyor. Lider de önemlidir ama asıl olan güçlü hükü-metlerdir. Örneğin Demirel güçlü liderdi ama sürekli koalisyonla yönetmek zorun-da kaldığı için Türkiye onun döneminde pek de ilerleyememiştir. 1970’li yılların liderleri de güçlü idi: Demirel, Ecevit, Er-bakan, Türkeş... Ama Türkiye bu dönemde yetmiş cent’e muhtaçtı. Her ikisinin birleş-tiği dönemlerde yani hem tek parti iktida-rı hem de güçlü liderliğin olduğu dönem-lerde Türkiye adeta ‘take off’ yaşamıştır.

Başkanlık sisteminin başka artı-ları da yok değil. Başkan ya da Cumhur-başkanı partisiyle ilişkisi devam etse de kabineyi esasen milletvekillerinden değil dışarıdan atayacağı için farklı eğilimlerde olan kişilerin de bakan olması mümkün olacaktır. Hali hazırda tek başına iktidar olma durumunda kolay kolay dışarıdan bakan atanmamaktadır. Dolayısıyla mu-halefetin hükümette fiili temsili mümkün olmamaktadır. Farklı partilerden bakan atama sadece koalisyon hükümetlerinde mümkün olmakta, Türkiye modelinde de koalisyon hükümetleri başarısız olmakta-dır.

Ülkemizde önemli ölçüde yetiş-miş insan gücü vardır. Ancak bunlar iki temel nedenden dolayı, sahip oldukları bu potansiyeli ülkeye hizmete çevireme-mektedir. Bunlardan birisi politikanın kısır tartışma zemini oluşturması, bir diğeri ise yüksek potansiyele sahip olmasına rağ-men, sahip olduğu siyasi eğilimi temsil eden partinin neredeyse hiç bir zaman iktidar şansının olmamasıdır. Son derece ‘ilkeli‘ olan böylesi insanlar parti değiş-tirmek gibi bir düşünceyi ilkeleriyle bağ-daştıramamakta, siyasetin kısır tartışma zeminine girmek istemediğinden de ‘keş-fedilememektedir.

Malum ülkemiz hem ekonomik hem de siyasi olarak hassas bir ülke… Si-yasette istikrar var diyorsak da 24 saat Tür-kiye’de siyaset için hala uzun bir süre… Ekonomi de öyle aslında… İstikrarsız bir ekonomiden bahsetmiyoruz elbet-te… Tam tersine yapısal olarak güçlü bir ekonomimiz olduğu söylenebilir. Ancak 2017’de enflasyonun 10’un üzerinde

(4)

çıkmış olması, döviz ve petrol fiyatların-daki dalgalanmalar, şer güçlerin hala ope-rasyonel kabiliyetlerinin de olduğunun göstergesi… Bu anlamda cumhurbaşkan-lığı hükümet sisteminin bir bütün olarak hayata geçirilmesi ülke lehine görülmek-tedir.

Türkiye’de maalesef yasama yü-rütme ve yargı arasında tam bir denge ku-rulamadı. Kimi zaman yargı diktası (jüris-tokrasi) oluşturuldu ve milyonlarca kişinin iradesi sayısı 10’dan az olan yüksek yargı mensuplarının kararı ile partiler kapatıldı veya kapatma davaları ile tedirginlik oluş-turuldu. Mecliste verilen yetkiler kötüye kullanıldı. Hükümetler (yürütme organı) zaman zaman bloke edildi. Cumhurbaş-kanının tasarrufları tartışmalı hale getirildi ve makamın itibarı zedelendi.

Başkanlık sistemi ya da bizdeki adıyla cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi iddia edildiği gibi rejim değişikliği de de-ğildir. Zira rejim değişikliği olabilmesi için Anayasanın ilk dört maddesinin değiştiril-mesi gerekir. Böyle bir şey söz konusu ol-mamıştır. Yapılan değişiklikle demokratik yönetimlerde zaten var olan parlamenter sistem ve başkanlık sisteminden birisi olan başkanlık sistemi benimsenmiştir. Rejim değişikliği değil, bir sistem değişikliğidir; ancak demokrasinin sınırları içerisinde taşları yerinden oynatacak çok köklü bir reformdur.

Türkiye’de başkanlık sistemi ile ilk aşamada cumhurbaşkanlığını halkın seçi-mine endekslenerek zaten yetkileri itiba-riyle güçlü olan cumhurbaşkanını fiilen de güçlendirmiştir. 1982 Anayasası deği-şik gerekçelerle güçlü cumhurbaşkanı modelini getirmiş, ancak halk tarafından seçilmediği için bu yetkilerini kullanması sürekli sorun olmuştur. En az % 50 ile se-çilecek bir cumhurbaşkanının kendisine verilen yetkileri kullanması da bu şekilde sorun olmaktan çıkmaktadır. Geçmişte hükümetler tarafından sıkıştırılan kimi za-man rencide edilen cumhurbaşkanı, fiilen de hükümetin başı olacağı için böylesine önemli bir sorun da ortadan kalkacaktır.

Başkanlık sistemi bünyesinde herhangi bir potansiyel sorun barındır-mamakta da değildir. Parlamenter sistem gibi başkanlık sistemi de tartışmaya açık-tır. Ancak Türkiye’deki 16 Nisan öncesi ikili yapı zaman zaman büyük sorunlara yol açmıştır. Türkiye’nin en büyük iç krizi olan 2001 krizi böyledir mesela… Cumhurbaş-kanı ile başbaCumhurbaş-kanın tartışmasının ağır

be-deller ödenmesine neden olmuştur. Böyle ikili suni bir yapının kalkmış olması başlı başına önemlidir.

Parlamenter rejimlerde kral, kra-liçe, cumhurbaşkanı gibi devletin başın-daki kişi ya da kurumun “ülkeyi temsil” dı-şında “koordinasyon” vazifesi de vardır ve bu durum iki başlılık oluşturmamaktadır. İngiltere’de kraliçe hükümetlerin icraatla-rına karşı çıksa neler yaşanır. Ama İngilte-re kraliçenin nezdinde temsili de olsa hala birçok ülkeyi yönetmektedir. Türkiye’de bu uzlaşma sağlanabilmiş değildir. Geç-mişteki örneklerini hatırlarsınız. Bunun asıl nedeni yetki alanlarının çatışması ya-nında siyasi eğilimlerdeki farklılıklardı. Zira bir tarafta yetkisi gayet geniş yetkili bir cumhurbaşkanı, diğer yanda parla-menter rejimden gücünü alan hükümetin varlığı, yaşanan ciddi sorunların da nede-nidir.

Demokrasi bir tahakküm rejimi değildir. Elbette gücünü bir araya getir-miş kesimler iktidar olacaktır ama bir de geri kalan % 49 vardır (son seçim için bu oran % 47.4). Globalleşen dünyada insan-ların eğitim düzeyleri bu kadar yükselmiş, sivil toplum kurumları önemli ölçüde oluşmuş, medya gücü dengelenmiş, milli geliri psikolojik sınırı aşmış bir Türkiye’de “fren-denge” sistemi kimsenin “diktatör-leşmesine” yol açmaz. Elbette muhale-fetin görüşleri önemlidir ama geçmişte birçok örnekte görüldüğü gibi demokrasi kültürü düşük muhalefet çeşitli şekillerde meclisi kilitlemiştir. Başkanlık bu kilidin de açılması demektir. Başkan hiçbir şekilde tek adam değildir. Bir taraftan kamuoyu dengesi, bir taraftan da kurumsal den-geler vardır. Ayrıca da meclis ve başkanın aynı anda erken seçime gitmesi söz konu-sudur ki, başkanın bunu göz ardı etmesi söz konusu değildir. Başkan artık ‘sorum-ludur’ da… Oysa parlamenter sistemde başkan yürütmenin ‘sorumsuz’ kanadını temsil ediyordu.

Başkanlık sistemini, istişare kültü-rü zayıf toplumlar için hızlı karar almanın da bir yolu olarak düşünmek gerekir. Unu-tulmaması gereken şey başkanlık siste-minin de meşruluğun kaynağı parlamen-ter sistemde olduğu gibi doğrudan halk iradesidir. Hükümet için meclis onayı da (güvenoyu) gerekmemektedir. Dolayısıyla yürütmenin başı parlamentoya karşı daha bağımsızdır. Bu ise hem kuvvetler ayrılığı bakımından hem de uzun vadeli strate-jiler bakımından önemdi bir değişimdir.

Hükümetin meclis dışından oluşturulması ya da bakan seçilen milletvekilinin parla-mentoyla ilişkisinin sona ermesi kuvvetler ayrılığı ilkesini güçlendiren diğer önemli bir değişimdir.

Elbette bütün bu değerlendir-melerin bir kısmı teoriktir. Diğer bir kıs-mı ise dünyadaki mevcut örneklerinden hareketle yapılmış değerlendirmelerdir. Uygulamada çıkabilecek bütün sorunları ve çözüm önerilerini öngörmek mümkün değildir. Parlamenter sistemin, bünyesin-de birçok sorunu barındırdığı bir gerçek-tir. Bu anlamda başkanlık yeni bir dene-yim olarak da düşünülebilir. Ancak şurası bir gerçektir ki; birey statüsü kazanama-mış, kendi başına düşünme yeteneği ol-mayan, düşük gelirli, okur-yazarlığın dü-şük olduğu ve toplumsal kutuplaşmaların çok belirgin olduğu toplumlarda; ‘insana dayalı’ bir sistem oluşturmadıkça, sorun-ların köklü bir şekilde bertaraf edilmesi son derece güç gözükmektedir. Masabaşı hesaplamalar her zaman netice vermeye-biliyor. Test de etmek gerekiyor. Zira test etmeden, yani gerçek hayatta karşılığını görmeden öngörüleri mutlak gerçekmiş gibi değerlendirmemek gerekir. Örneğin her hangi bir teknolojik aygıt uzun test ve denemelerden sonra kabule hazır hale gelmektedir. Test aşaması öngörülerdeki açıkları da ortaya çıkaracaktır. 24 Haziran seçimleri sonrası bu imkan doğmuştur.

Kim ne derse desin konu insan faktöründe düğümlenmektedir. Monar-şi ile yönetilen ve yazılı bir anayasası bile olmayan İngiltere gül gibi yönetilebilmek-tedir. Türkiye’ye ise adeta anayasa dayan-mamaktadır. Zira hukuk içselleştirilmiş değildir. 1982’den beri delik deşik olan anayasanın orijinalinden neredeyse hiçbir şey kalmamıştır ama, yeni bir anayasa da çıkarılamamıştır. Tabii çok önemli bir konu da o ki; başkanlık sisteminin bir takım çev-relerce “rejim sorunu” olarak görülmesi-dir. Aslında vesayetçi “oligarşik” düzenin devamıdır gizli gündemleri… Türkiye’de-ki bu “kurucu iradenin” diğer bir kaygısı Cumhurbaşkanlığı, asker, yargı, bürokrasi gibi kurumları bir emniyet sibobu olarak mutlak surette ve sürekli kendi uhdele-rinde kalacağı hesabının alt-üst olmasıdır. Yine de son seçimin muhalefet tarafından kabulü önemlidir. İnsan modeline dayan-mayan bir sistemi ‘nihai çözüm’ olarak gör-mek mümkün değildir. Başlıktaki sorunun cevabı da burada gizlidir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Türkiye Cumhuriyeti ile Ürdün Haşimi Krallığı Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Ortaklık Anlaşması.

Malzemeler: 2 adet kuru soğan, 10 adet mantar, 4 yemek kaşığı sıvı yağ, 1 yemek kaşığı tereyağı, 2 yemek kaşığı un, 1 litre sıcak su, 1 su bardağı süt, Yarım

KOSGEB tarafından Teknoloji Geliştirme Merkezi (TEKMER) isim kullanım hakkını ilk alan İstanbul Aydın Üniversitesi (İAÜ) TEKMER; İstanbul Aydın Üniversitesi akademisyenleri,

Buradaki temel düşünce, gelir dağılımı daha adaletsiz, gelir eşitsizliği daha yüksek olan ülkelerin politik açıdan daha istikrarsız ülkeler olduğu ve

“Eko sistemlerin neredeyse üçte ikisi çok ağır bir şekilde tahrip edildi” diyor, “Dolayısıyla insanlar, tüm canlı türlerini etkileyen ekolojik krizi, -küresel

Ama bu kez hepimiz öfkeli bir tartışmayla birbirimize girmiştik; birimiz birdenbire ayağa fırladığında, bu başka za- manlarda olduğu gibi nazikçe vedalaşmak

Küçük ve ona büyüklükteki firmaların büyük işletmelere göre daha yüksek performansa ulaşmalarında kayıtdışı ekonominin katkısı olduğu

- Covid-19 (Koronavirüs) salgınıyla ilgili tedbirlerden etkilendiği için nakit akışı bozulan firmaların bankalara olan kredi anapara ve faiz ödemeleri asgari 3 ay