• Sonuç bulunamadı

Genel anestezi altında elektrokonvülsif tedavi uygulanımında verapamil ve esmolol kullanımının nöbet süresi ve hemodinamik parametreler üzerine etkileri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Genel anestezi altında elektrokonvülsif tedavi uygulanımında verapamil ve esmolol kullanımının nöbet süresi ve hemodinamik parametreler üzerine etkileri"

Copied!
64
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

GENEL ANESTEZİ ALTINDA ELEKTROKONVÜLSİF

TEDAVİ UYGULANIMINDA VERAPAMİL VE

ESMOLOL KULLANIMININ NÖBET SÜRESİ VE

HEMODİNAMİK PARAMETRELER ÜZERİNE

ETKİLERİ

(Uzmanlık Tezi)

Dr. Sanem DEMİREL

EDİRNE 2007

T.C.

TRAKYA ÜNİVERSİTESİ

TIP FAKÜLTESİ

ANESTEZİYOLOJİ ANABİLİM DALI

Tez Yöneticisi

(2)

TEŞEKKÜR

Uzmanlık eğitimim boyunca bilgi ve becerilerimi geliştirmemde bana emeği geçen değerli hocalarım Prof. Dr. Zafer Pamukçu, Prof. Dr. Işıl Günday, Prof. Dr. Beyhan Karamanlıoğlu, Doç. Dr. Dilek Memiş, Doç. Dr. Ayşin Alagöl, Yrd. Doç. Dr. Cavidan Arar, Yrd. Doç. Dr. Gaye Kaya, Uzm. Dr. Sevtap Hekimoğlu, Uzm. Dr. Alkin Çolak, Uzm. Dr. Mehmet İnan’a, uzmanlık eğitimimle geçen bu zorlu yıllarda tüm sıkıntılarımı benimle paylaşan sevgili çalışma arkadaşlarıma, özellikle Dr. Bilge Üstün’e ve eşim Tuğrul Demirel’e teşekkürü

(3)

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ………...

1

GENEL BİLGİLER………...

3

ELEKTROKONVÜLSİF TEDAVİ

………...

3

EKT İÇİN GENEL ANESTEZİ UYGULAMASI

……..………...

6

ELEKTROKONVÜLSİF TEDAVİDE GENEL ANESTEZİ UYGULAMASINDA KULLANILAN İLAÇLAR

…...

8

PROPOFOL VE ELEKTROKONVÜLSİF TEDAVİ ………... 12

NÖROMÜSKÜLER BLOKE EDİCİ İLAÇLAR………... 12

KARDİYOVASKÜLER CEVABI KONTROL İÇİN KULLANILAN İLAÇLAR………... 17 ESMOLOL………..…... 22 VERAPAMİL……… 24

GEREÇ VE YÖNTEMLER………...

26

BULGULAR………...

28

TARTIŞMA………...

36

SONUÇLAR………...

41

ÖZET………...

SUMMARY………...

43 45

KAYNAKLAR………...

47

EKLER

(4)

SİMGE VE KISALTMALAR

A-V : Atrioventriküler

DAB : Diyastolik arter basıncı EEG : Elektroensefalogram EKG : Elektrokardiyografi EKT : Elektrokonvülsif tedavi EMG : Elektromiyelografi HBÜ : Hız basınç ürünü

ISE : İntrensek sempatomimetik etkinlik İv : İntravenöz

KOAH : Kronik obstrüktif akciğer hastalığı KTA : Kalp tepe atımı

MH : Malign hipertermi N2O : Azot protoksit

NMS : Nöroleptik malign sendrom NTG : Nitrogliserin

OAB : Ortalama arter basıncı SAB : Sistolik arter basıncı

(5)

GİRİŞ VE AMAÇ

"İnsanoğlunun tüm zincirlerinden kurtulmasını ve koşulsuz özgürlüğe ulaşmasını sağlayan delilik değil midir ?". Erasmus (1) “Deliliğe Övgü” adlı eserinde bu ilginç soruyu

sorar ve bu çerçevede delilik kendini övmeye başlar eserde… Yüzyıllar boyunca insanlık kabul edilebilirin dışına çıkan duygu dışa vurumlarını ne yazık ki o yüce hümanistin tam tersine şeytani addetmiş ve en ağır işkenceler ile cezalandırmış, toplumdan yalıtma yolunu seçmiştir. Neden ise sadece bilinmeyenin verdiği korkudur. Rönesansın getirdiği aydınlanmanın tıp sanatını kıskıvrak sarmalayıp içine nüfuz etmesiyle bilimsel yöntemler ve disiplin alabildiğine geniş bir alanda serpilme olanağı bulmuştur. Tıp bilimindeki bu aydınlanma ile günümüz tıbbının ulaşabildiği nokta için sağlam temeller atılmaya başlanmıştır.

Psikiyatri biliminin gelişmesi ile ‘içine şeytan girmiş ucubelerin’ aslında bipolar kişilikli, şizofren veya depresif uyum bozukluğu taşıyan hastalar oldukları anlaşılmıştır. Psikolojik bozuklukların yavaş yavaş tanınmaya başlanması ile birlikte bu hastalarda çeşitli bitkisel ilaçlar, nazar duaları, örnekleri Osmanlı imparatorluğu’nda yaygın olarak görülen musiki ile tedavi gibi çeşitli yöntemler denense de, 20. yüzyılda kullanılan çeşitli antidepresan ilaçlar ile tedavi, sistematik ve bilimsel hale gelmiştir. Tedaviye dirençli depresyon, manik bozukluk, psikoz, bipolar manik bozukluk, duygulanım bozukluğu veya katatonik semptomları olan şizofreni hastalarında medikal tedaviye destek olmak amacıyla 1938 yılında ilk kez genel anestezi olmaksızın uygulanan elektrokonvülsif tedavi (EKT) ile yaygın epileptik nöbet oluşturulmuş ve yaklaşık otuz yıl boyunca tedavi bu şekilde uygulanmıştır. İlaçla tedavinin yetersiz kaldığı durumlarda tedaviye destek olarak halen kullanılmakta olan EKT yetmişli yıllardan bu yana genel anestezi altında uygulanmaktadır (2-4).

(6)

EKT, tek ya da her iki beyin yarımına elektrokonvülsif şok verilmesidir. Uyarı modeli, amplitüdü ve süresi işlemden işleme değişebilir. Etkili olabilmesi için 30-60 saniye (sn) süreli yaygın bir Grand mal tipinde konvülsiyonun olması gerekmektedir. Genel olarak EKT haftada en fazla 3 seans olmak üzere 6-12 seans arasında uygulanır. Aynı günde birden fazla seans uygulanamaz. Tedavinin bu akut fazından sonra hastanın durumuna göre haftada birden ayda bire kadar azalan sıklıklarla tedavi bitimine kadar seanslar uzatılabilir (2-4).

EKT esnasında hastalara verilen elektriksel akım ile oluşan jeneralize motor konvülsiyon ve kardiyovasküler istenmeyen yanıtlar sonucunda hastalarda meydana gelen ağır kas-iskelet sistemi hasarları, kalbin oksijen ihtiyacındaki ani ve aşırı artış sonucu oluşan miyokardiyal iskemi hatta enfarktüsler ile benzeri ağır morbidite nedeniyle yıllar içinde hastaların stabilizasyonu ve yeterli monitörizasyonu ihtiyacı gündeme gelmiştir. Bu nedenle yetmişli yıllardan bu yana EKT işlemleri genel anestezi altında uygulanır hale gelmiştir (5-8).

EKT uygulaması sonrası, başlangıçta bradikardi, hatta asistoli ve sekresyonlarda artışa neden olan parasempatik bulgular ile taşikardi, hipertansiyon, elektrokardiyografi’de T dalgası değişikliklerine neden olan sempatik deşarj olur. Serebral kan akımı ile, intrakraniyal, intragastrik ve intraoküler basınçlarda artış olur. Bu hiperdinamik yanıtın önlenmesi için nitrogliserin, nitroprussid, nifedipin, nikardipin, beta adrenerjik blokerler, klonidin, diltiazem gibi birçok ilaç denenmiştir (5-8).

Çalışmamızda, EKT için yaygın kabul gören ve propofol üzerinden devam eden standart bir genel anestezi uygulaması sırasında esmolol ve verapamil kullanılmasının EKT nöbet süresine, uygulanımı sırasında ve sonrasında sempatik aktivite artışına bağlı oluşan istenmeyen kardiyovasküler sistem yanıtları üzerine olan etkilerini araştırmayı amaçladık.

(7)

GENEL BİLGİLER

ELEKTROKONVÜLSİF TEDAVİ

Elektrokonvülsif tedavi, farmakolojik yaklaşıma yanıt vermeyen ağır depresyonlarda uygulanan, temeli elektriksel uyarı yoluyla yaygın konvülsiyon oluşturmaya dayanan etkin ve yaşam kurtarıcı bir yöntemdir. Şizofreni, katatoni, Parkinson hastalığı, nöroleptik malign sendrom ve epilepsi, EKT’nin uygulandığı diğer hastalıklardır (9).

Yaş, EKT için kısıtlayıcı bir değişken değildir. Çocuk, ergen ve ileri yaştaki hastalarda EKT başarıyla uygulanabilmektedir. Gebeliğin tüm dönemlerinde ve doğum sonrasında uygulanabilir, hatta ilk seçenek olduğu ileri sürülmektedir (10-12). Kontrendikasyonları arasında serebrovasküler hastalıklar, yakın zamanda geçirilmiş miyokard enfarktüsü, servikal vertebra hastalıkları, feokromasitoma ve aort anevrizması sayılabilir. Amerikan Psikiyatri Birliği ise EKT’nin kafa içi basınç artışı ile seyreden beyin tümörü dışında mutlak kontrendikasyonu olmadığını kabul etmektedir (9,13,14).

Başarılı bir EKT için konvülsiyon oluşturmak gerekmektedir. Tedavinin etkinliği ve konvülsiyon süresi arasındaki ilişki tartışmalı olmakla birlikte önerilen en kısa süre 25 saniyedir (sn) (15). Konvülsiyon süresinin işlemin etkinliğinde rol oynaması, anesteziklerin bu süreyi etkilemesi, hastaların eşlik eden diğer sistemik sorunları ve kullandığı ilaçlar EKT’nin başarı ve güvenliğinde önemli rol oynamakta, bu nedenlerle uygulama öncesi dikkatli bir değerlendirme önem taşımaktadır (9).

Çağdaş EKT uygulamaları ile ilaç tedavilerini karşılaştıran çalışmalar yetersizdir. Elektrokonvülsif tedavi her ne kadar ilaçtan hızlı sonuç verse de, hastalığın yinelenmesini engellemek için ilaçlarla birlikte uygulanması ve EKT işleminin yenilenmesi gerekebilir.

(8)

Elektrokonvülsif tedavi genellikle güvenli bir yöntem olarak kabul edilmektedir. Ortalama mortalite % 0.02-0.04 olarak bildirilmektedir. En önemli morbidite ise bellek bozukluğu ve konfüzyondur ki; bu durum kendiliğinden ve tamamen düzelir. Hastada konfüzyonun olması, konvülsiyon süresinin uzaması, iki taraflı elektrot yerleştirilmesi, eski ve yüksek enerji veren makinaların kullanılması, morbiditeyi artıran başlıca nedenlerdir (9). Günümüzde düşük enerji ve kısa uyarı veren sabit akımlı araçlar kullanılmakta, hedef seçerek uyarı verebilen yeni araçlar denenmektedir. Engellenmeden dokudan geçebilen manyetik uyarıyla korteksteki hedef bölge seçilebilmekte, uyarının bilişsel yan etkilerden sorumlu orta temporal bölgelerden uzaklaştırılması sağlanabilmektedir. Minör morbidite ise baş ağrısı, kas ağrıları, bulantı, dalgınlık, yorgunluk, iştahsızlık ve amenoredir. Tedaviye bağlı hiçbir yapısal beyin hasarı gösterilememiştir (16).

Dünyada yaygın olarak kullanılan EKT’de, anestezinin yeri ve kullanılması öngörülen izlem yöntemleri henüz belli kurallara bağlanamamıştır. Ancak genel görüş, bu uygulamada uzman bir anestezi doktoru gözetiminde deneyimli bir anestezi ekibinin psikiyatri ekibine eşlik etmesi gerektiği doğrultusundadır (9).

Elektrokonvülsif Tedaviye Fizyolojik Cevap

EKT uygulamasında; cilde yerleştirilen elektrodlar ile beyine elektrik akımı gönderildiğinde ortaya çıkan elektroensefalografik (EEG) vuru ve dalga aktivitesine, jeneralize bir motor nöbet ile intraserebral kan akımının artması sonucu intrakraniyal basınç artışına neden olan akut kardiyovasküler cevap eşlik eder. Maksimal kan akım hızı taban değere kıyasla % 133 düzeyine çıkar. Bununla birlikte EKT nedeniyle oluşan akut hiperdinamik cevabın büyüklüğü motor ve EEG nöbet aktivitesinin süresinden bağımsızdır (17-19). EKT’ye hiperdinamik cevap sonucu miyokardiyal iskemi hatta enfarktüs ortaya çıkarabildiği gibi, geçici nörolojik iskemik kayıplar, intraserebral kanamalar ve kortikal körlüklere de sebep olabilir (20-22). Kısa süreli hafıza kayıpları EKT sonrasında sıklıkla görülmekte, hatta daha ciddi kognitif bozukluklar bildirilmekle birlikte literatürde nöronal hasarı gösterecek bilimsel kanıt ortaya konulamamıştır (2, 4,23).

EKT’ye tipik kardiyovasküler cevap otonom sinir sisteminin uyarılmasıyla, ilk olarak parasempatik sistem uyarımı sonucu olan ve yaklaşık 10-15 sn süren bradikardiyi takiben geçici taşikardi ve 5 dakika (dk) ya da daha uzun sürebilen hipertansiyon ile kendini gösteren çok güçlü ve hızlı bir sempatik cevap bütününden oluşmaktadır. Kardiyovasküler cevabın oluşumunda katekolaminlerin salınımı ve arada görülen kardiyak aritmilerin rolü vardır

(9)

Sistolik arter basıncı (SAB) tedricen % 30-40 ve kalp tepe atımı (KTA) % 20 ve üzerinde artarak, miyokardiyal oksijen tüketiminin bir göstergesi olan hız-basınç ürününde (HBÜ) iki ile dört kat kadar artışa neden olmaktadır (24-26). İki taraflı EKT HBÜ’nde tek taraflı EKT’ye kıyasla daha fazla artış ortaya çıkarmaktadır (27). Yaşlı hastalarda HBÜ cevabı daha fazla olur. En yüksek KTA ve SAB değerlerine elektriksel uyarıdan 3-5 dk sonra ulaşılır ve EEG nöbetinin kalitesi ile orantılı olarak değişiklik gösterir, böylece uyarı dozunun ayarlanması için faydalı klinik bilgi edinilmesini sağlar (28). Hiperventilasyon ile tetiklenen hipokapni normokapnik durumlara kıyasla KTA (%47-%28) ve HBÜ (%82-%60) cevaplarını daha güçlendirir. İlginç olan nokta KTA ve HBÜ cevaplarının hiperventile edilen hastalarda nöbet süresi ile uyumlu olmasına karşın, normal end-tidal CO2 değerlerine sahip hastalarda

aynı uyumun izlenmemesidir (29).

Kardiyak fonksiyonları bozuk olan hastalarda EKT miyokardiyal iskemi ve enfarktüs ile sonuçlanabilir (20,30). Akut hemodinamik yanıtın sonucu olarak EKT sonrasında ciddi ventriküler taşikardiler (31) ve hatta kardiyak rüptür bile görülebilir (32). Kardiyak hastalıkları olan olgular EKT sırasında ve sonrasında kardiyak komplikasyonlar açısından yüksek risk altındadırlar. Sol ventrikül sistolik ve diyastolik işlevlerinin EKT sonrası 20 dakika ile 6 saate kadar azaldığı, normal kişilerde sorun yaratmayan bu azalmanın özellikle yaşlı ve kardiyak sorunu olanlarda ciddi sonuçlara yol açacağı unutulmamalıdır. Bu nedenle EKT süresince olguların hemodinamik verileri, elektrokardiyografi (EKG), sistolik ve diyastolik kan basıncı ölçümü aracılığı ile izlenmelidir. Özellikle beyin tümörü, kalp ileti bozukluğu, aritmi, hipertansiyon, geçirilmiş miyokard enfarktüsü, kalp kapak hastalığı, serebrovasküler olay, aort ve beyin anevrizması öyküsü olan hastalarda, ani hemodinamik yanıtın baskılanması veya önlenmesi gerekmektedir (33-35).

Elektrokonvülsif tedavi, sistemik dolaşımda olduğu gibi beyin dolaşımında da ani bir artışa yol açar. Bu artışın orta serebral arterde normalin iki katından fazla olduğu ileri sürülmüştür. Böyle belirgin bir artış, EKT’nin yol açtığı katekolamin salınımına bağlı vazokonstrüksiyona veya artan serebral oksijen gereksinimini karşılamak üzere tetiklenen serebrovasküler düzenlemeye bağlanabilir. Sistemik hemodinaminin düzeltildiği durumlarda bile beyin dolaşımının değişebildiği görülmüştür. Kan basıncını düşürmeleri ve güçlü bir vazodilatatör olması nedeniyle sodyum nitroprussit ve β-blokerlerin birlikte kullanımının bu ani artışı kısmen engelleyebildiği gösterilmiştir (9). EKT’ye bağlı doğrudan nöron hasarı gösterilmemekle birlikte, geçici nörolojik iskemik bulgular, kafa içi kanama ve kortikal körlük bildirilmektedir. Kısa süreli bilinç kaybı ve ciddi bilinçsel işlev bozuklukları da tanımlanmaktadır (14).

(10)

Nörolojik ve kardiyovasküler etkilere ek olarak EKT ile ortaya çıkan nöbet aktivitesine fraktür – dislokasyonlar ve kas ağrıları ile sonuçlanan jeneralize konvülsiyon eşlik eder. EKT’nin diğer komplikasyonları arasında başağrısı, ciddi ajitasyon ve ani ölümler sayılabilir (36-40). Deri yoluyla elektriksel sinir uyarımı, EKT sonrasında görülen migren benzeri başağrısı tedavisinde serotonin agonistlerine ve diğer ağrı kesicilere, alternatif bir seçenek olarak bildirilmiştir (41). Fenotiyazin, trisiklik antidepresan veya antiparkinson ilaçların uzun süre kullanılması midriyasis ve dar açılı glokoma yol açabilir. EKT sırasında göz içi basınç artışı yönünden dikkatli olunmalıdır (14).

EKT İÇİN GENEL ANESTEZİ UYGULAMASI

EKT için uygulanan genel anestezide olması istenen önemli bileşenler bilincin hızlı kaybı, elektriksel uyarıya verilen hiperdinamik yanıtın hafifletilmesi, hastada meydana gelebilecek ani hareketlenmelerin önlenmesi, nöbet aktivite ve süresiyle minimal etkileşim, spontan solumanın ve bilincin hızla geri dönmesidir. Bu yüzden hızlı ve kısa etkili anestezik ilaçlar (ör., metoheksital, propofol, süksinilkolin, esmolol ve labetalol gibi) EKT prosedürünü hızlandırır.

Her ne kadar hastalara işlemden bir gece önce katı gıda almamaları gerektiği bildirilmekte ise de işlemden bir saat öncesine kadar almaları gereken ilaçları az su ile alabilcekleri de hatırlatılmaktadır. Özellikle kronik kardiyovasküler hastalıkları olan hastalar işlem sabahı tüm ilaçlarını almaları konusunda hasasiyetle bilgilendirilmeli ve kontrol edilmelidirler. EKT sonrası oluşabilecek kas ağrıları ve kramplarını azaltabilmek için hastalara barsakta açılan aspirin (650 mg oral) ya da asetaminofen (650 mg oral) preperatları verilebilir. EKT sonrası oluşabilecek kas ağrıları ve krampları açısından yüksek riskli genç hastalara anestezi öncesi ketorolak 30 mg iv verilebilir. Propofol ve metoheksitalin enjeksiyonu ile oluşabilecek ağrı için bu ilaçların injeksiyonunun hemen öncesinde iv olarak 0.5-1 mg lidokain uygulanabilir (42).

Genel olarak EKT 3-4 hafta süresince ve haftada sadece üç defa olarak yalnız birkaç dakika süresince uygulandığı için geç gebelik dönemi ve midenin dolu olduğu düşünülen çok acil durumlar haricinde hastaların entübe edilmesi önerilmemektedir. Son yıllarda yapılan iki merkezli bir çalışmada obez olguların yer aldığı 650 kişilik bir EKT grubunda hiçbir hastada regürjitasyon ya da aspirasyon bulgusuna rastlanılmadığı bildirilmiştir (42). Anestezi protokolü çerçevesinde indüksiyon sonrası ventilasyon standart bir maske ile asiste edilerek işlem yürütülmektedir. Uyku apne sendromu olan obez olgularda maske ventilasyona

(11)

laringoskop, trakeal tüp, laringeal maskenin olmaz ise olmaz olduğu resüsitasyon çantasının işlem esnasında hazır tutulması gerekmektedir. Serebral anevrizmalı hastalarda gereken invaziv arteryel monitörizasyonun, genel hasta popülasyonunda böyle özel durumlar haricinde yeri yoktur. Standart EEG ve elektromiyelografi (EMG) monitorizasyonu (ya da kas gevşetici uygulanmadan önce bir ekstremitenin turnike ile sıkılarak kısmen sistemik dolaşımdan ve dolayısıyla kas gevşeticinin etkisinden ayrılması) ile motor ve EEG nöbet aktivitesinin süresi takip edilebilir (43).

Postanestezi döneminde en sık karşılaşılan yan etkiler konfüzyon, ajitasyon, amnezi ve başağrısıdır. EKT sonrasında % 45 hastada başağrısı saptandığından dolayı, ketorolak profilaksisine rağmen başağrısı olan hastalarda 5-hidroksitriptamin-1 agonisti olan sumatriptan intranazal olarak uygulanabilir (43). Bulantı, kusma ve baş dönmesi EKT uygulanımı sonrası nadir görülen komplikasyonlardır. EKT sonrası çok nadir de olsa ortaya çıkabilen komplikasyonlar arasında kardiyovasküler ve nörolojik komplikasyonlar ile splenik rüptür ve pulmoner ödem yer almaktadır (20-22,34,44,45). Standart non invazif hemodinamik parametre takibi ve oksijen saturasyonu EKT işleminin bitiminden sonra 15-30 dakika kadar daha takip edilmelidir (46). EKT sonrasında ortaya çıkan ani ajitasyon, küçük doz midazolam (0.5-1 mg iv) ile kontrol edilebilir. Ancak nöbetin sonunda süksinilkolinin dozunun arttırılması (ya da azaltılması) ve küçük bolus dozunda (10 mg iv) metoheksital eklenmesi de bu sorunu kolaylıkla halledelebilir (47).

Akut depresyonda EKT’nin etkinliği, indüklenen nöbetin süresi ile doğru orantılıdır (2-4) ve 25 sn ile 50 sn süren EEG nöbet aktivitesinin optimal antidepresan cevabın oluşturulmasında etkin olduğu iddia edilmektedir. İlk nöbet süreleri 15 sn’nin altında ya da 120 sn’nin üstünde olan olgular EKT’ye daha az kabul edilebilir şekilde cevap vermektedirler (48). Anestezik ilaçların birçoğu antikonvulsif özellikler taşıdığından, bunların EKT ile uyarılmış nöbet aktivite sürelerini doza bağımlı olarak kısaltmaları beklenir. Gereğinden yüksek dozda kullanılan genel anestezik ilaçlar nöbet aktivite sürelerini kısaltarak EKT’nin etkinliğini de azaltabilirler. Bundan dolayı yeterli anestezik durumun elde edilmesi ile optimal EEG nöbet aktivite süresine ulaşılması arasında çok hassas bir denge söz konusudur (14).

(12)

ELEKTROKONVÜLSİF TEDAVİDE GENEL ANESTEZİ UYGULAMASINDA KULLANILAN İLAÇLAR

Genel Anestezikler

Genel anestezik ilaçlar, inhalasyon anestezikleri (uçucu sıvı ve gazlar) ve intravenöz genel anestezikler diye iki ana gruba ayrılırlar.

1-İnhalasyon anestezikleri: İnhalasyon anestezikleri oda ısısı ve basıncındaki fizik durumlarına göre gaz ve sıvı olarak ikiye ayrılabilir. Bu durumda anestezik gaz ve volatil sıvıların buharlarından söz etmek daha doğrudur. Gaz anestezikler içinde; siklopropan, etilen ve azot protoksit, sıvı inhalasyon anestezikleri içinde; kloroform, eterler (dietil, divinil ve etilvinil eter), trilen, etil klorür, fluroksen, halotan, metoksifluran, enfluran, izofluran, sevofluran ve desfluran sayılabilir. İnhalasyon anestezikleri arasındaki başlıca farmakolojik farklar indüksiyon hızları, anestezik etki güçleri, analjezi yapma dereceleri ve çizgili kaslar üzerine olan etkileri bakımındandır (49).

İnhalasyon anestezikleri, alveol membranından pasif difüzyon yoluyla perialveolar kapilerler içindeki kana geçerler. Vücutta düşük oranda metobolize edilirler, genellikle büyük kısımları değişime uğramadan, geldikleri yol olan alveollerden dışarı atılırlar (49).

Sevofluran: % 50 Oksijen içindeki nitröz oksit ile kombine olarak kullanılan sevofluranın (%1.7) EKT esnasında oluşan hemodinamik yanıtı baskılamadaki etkinliği tiyopental ile eşittir (44). Sevofluranın % 3.4 gibi konsantrasyonda kullanıldığında kardiyak aritmi oluşturmaksızın hemodinamik yanıtı baskılama gücü tiyopentalden belirgin olarak fazladır. Nöbet süresi ve derlenme değerleri tiyopental ile sevofluranda eşdeğerdedir. Her ne kadar bu volatil anestezik ile EKT için yeterli anestezik durum elde edilebiliyor olsa da, hem zaman kaybı olmakta hem de diğer intravenöz anesteziklere göre avantaj sağlanmamaktadır; ancak hamileliğinin son dönemlerinde EKT uygulanması gereken gebe hastalarda EKT sonrası uterin kasılmaları belirgin olarak azaltması nedeniyle tercih edilmektedir (50).

2- İntravenöz anestezikler: İntravenöz yoldan uygulandıkları için bunlara intravenöz anestezikler adı verilir. İndüksiyon yapmak amacıyla sık kullanılırlar, daha seyrek olarak da cerrahi anestezinin idamesi için kullanılırlar. Anestezinin kısa sürmesi beyinden ilacın redistribüsyonla uzaklaştırılmasına bağlıdır; beyinden uzaklaşan ilaç geçici bir süre çizgili

(13)

redistribüsyon fazının yarılanma ömrüdür. Bu ilaçların eliminasyonu, etki süresinden bağımsız bir hızda karaciğerde biyoinaktivasyon şeklinde olur (49).

a) Çok kısa etkili barbituratlar b) Etomidat

c) Propofol

d) Benzodiazepinler e) Ketamin

f) Kısa etkili güçlü opioidler

Metoheksital: Metoheksital EKT için kullanılan ilaçlardan olup önerilen dozlardan ( 0.75-1.0 mg/kg) daha yüksek (1.5±0.3 mg/kg) doz kullanıldığı gösterilmiştir (51-53). Hastaların, EKT uygulanan dönemde devam eden medikal tedavilerini almaları, yüksek alkol tüketimi ve anestezik gereksinimini artıran santral etkili ilaçların kullanımı nedeni ile (ör. benzodiazepinler) yüksek doz metoheksital kullandığı saptanmıştır. Metoheksital’in minimal etkili dozları nöbet aktivite süresine etkileri açısından diğer iv anestezikler ile rahatlıkla kıyaslanabilmektedir. Metoheksital dozlarının bölünerek verilmesinin nöbet aktivitesi üzerine olan depresan etkilerini en aza indirerek EKT’nin etkinliğini arttırdığı bildirilmektedir (53). EKT sonrası kognitif fonksiyonların düzelme hızı açısından bakıldığında propofol ve etomidatın metoheksitale kıyasla hiçbir üstünlüklerinin olmadığı gösterilmiştir (51). Bundan dolayı akut intermittan porfirya gibi barbituratlara karşı bir kontrendikasyon yoksa metoheksital anestezi indüksiyonu için EKT yapılacak hastalarda tercih edilebilir.

Tiyopental/Tiamilal: Metoheksital ile kıyaslandıklarında hem tiyopental, hem de tiamilal EEG nöbet süresini kısaltmakta, sinüs bradikardisi ve prematür ventriküler atımlarda artışa neden olmaktadır (54). Propofol ile kıyaslandığında EKT sonrası orta serebral arter akım hızında tiyopental ile belirgin artış olduğu gözlenmektedir (55). Bu nedenlerle tiyopental ve tiamilal’in EKT uygulanmasında kulanımı yoktur.

Etomidate: Etomidat (0.15-0.3 mg/kg) ile oluşturulan anestezi indüksiyonu metoheksital, tiyopental ve propofole kıyasla daha uzun nöbet zamanı sağlar; bu da maksimal elektriksel uyarıya rağmen çok kısa süreli (<20 sn) nöbet oluşturulabilen hastalarda yardımcı olur (51,56,57). Etomidatın kardiyovasküler depresan etkisindeki düşüklük ve nöbet aktivitesini artırma özelliği nedeniyle barbitürat ve propofole göre EKT’ye bağlı

(14)

hemodinamik cevap daha güçlü olur. Etomidat sonrasında erken derlenme, metoheksital ve propofole kıyasla artmış bulantı-kusma nedeniyle daha geç ortaya çıkmaktadır.

Propofol: Propofol tiyopental ile birlikte en yaygın kullanıma sahip parenteral anesteziktir. Kimyasal adı 2,6 diizopropilfenol olan propofol fiziksel bileşim olarak bir sıvı yağdır ve anestezide sadece intravenöz olarak %1’lik emülsiyon şeklinde kullanılır. Formülasyonu % 10 soya fasulyesi yağı, % 2.25 gliserol, % 1.2 arıtılmış yumurta fosfolipidi içinde %1’lik emülsiyondan (10 mg/ml) oluşmaktadır (49).

Propofolün farmakokinetiği barbitüratlar ile aynı prensiplere dayanmaktadır. Tek bolus dozundan sonra anestezinin ortaya çıkışı ve süresi tiyopental ile benzerdir. Ancak, tiyopental hatta metoheksitale kıyasla, çok sayıda doz ya da infüzyon sonrasındaki derlenme propofol ile çok daha hızlı olmaktadır. Propofolün derlenmesinin bu kadar hızlı olmasının altında yatan nedenin periferden santral kompartmana geçişinin çok yavaş olması ve buna eşlik eden hızlı temizlenme süreci olduğu düşünülmektedir. Propofol esas olarak karaciğerde konjugasyon ve oksidasyon ile inaktif glukuronid ve sülfatlara metabolize olur. Metabolitleri böbreklerden atılır. Propofol vücutta proteinlere yüksek düzeyde bağlanmış olarak bulunur ve farmakokinetiği, vücut protein düzeyinden yüksek oranda etkilenir (49).

Propofol indüksiyonda, anestezinin devamında diğer ajanlarla birlikte veya tek başına, yoğun bakımda veya bölgesel anestezi sırasında sedasyon amacı ile kullanılabilir. Etkinliği tiyopentalin iki katıdır. Premedike edilmemiş erişkinde indüksiyon dozu % 1’lik solüsyondan 2.0-2.5 mg/kg’dır, 25-50 mg’lık dozlarda tekrarlanabilir. Altmış yaş üzerinde doz gereksinimi giderek azalır. Çocuklara biraz daha yüksek doz vermek (2.5-3.5 mg/kg) gerekir. Premedikasyon verilmediğinde bu dozu 4 mg/kg’a kadar çıkarmak gerekebilir. Başlangıç dozunun 1/3- 1/4’ü dozlarda tekrarlanabilir. Ancak tekrarlanan dozlar yerine infüzyon şeklinde vermek daha uygundur. Yüzde birlik solüsyonu, cerrahinin tipi ve birlikte kullanıldığı ilaca bağlı olmak üzere, 3-15 mg/kg/saat hızda infüze edilebilir. Sadece % 5 dekstroz ile ve 1/5’ten fazla olmamak üzere dilüe edilebilir ki bu solüsyon 8 saatten fazla bekletilmemelidir. İnfüzyon hızı, premedikasyon ve birlikte verilmekte olan ilaca göre ayarlanmalıdır. Propofol lokal/bölgesel anestezi veya tanısal girişimler sırasında sedatif, amnezik ve anksiyolitik olarak da kullanılabilir (49).

Propofolün yan etkileri şöyle sıralanabilir;

Kardiyovasküler sistem etkileri: Propofol, kardiyovasküler sistemi deprese eder, kardiyak output ve sistemik vasküler direnç azalması ile kan basıncını düşürür. Buna, santral

(15)

sayısındaki hafif azalmanın da katkısı olabilir. Sistolik ve diyastolik basınçlardaki düşme bir dakika içinde belirginleşir, en az beş dakika sürer, kontrol değere göre % 25 – 30 oranında olabilir. Bu etki özellikle tekrarlanan dozlardan sonra ve yaşlı hastalarda belirgindir. Vagatonik etkisi indüksiyondan önce verilen atropin ve glikopirolat ile önlenebilir (49).

Solunum sistemine etkileri: Propofol ile tidal volümde azalma, daha sonra da 30-60 saniye süren apne gelişebilir. Apne olasılığı premedikasyon ile artar.

Propofol, çene ve farinks kaslarını gevşetir; laringeal refleksleri deprese eder; laringospazm, öksürük, hıçkırık görülmez ve airway iyi tolere edilir. Tek başına ya da opioid analjeziklerle birlikte kullanıldığında entübasyona olanak verir. Entübasyona karşı oluşan hemodinamik yanıtı deprese eder (49).

Diğer etkileri: Normal serebral dolaşım ve metabolizma korunur. Propofol, histamin salınımına neden olmaz. Kas gevşeticilerin etkilerini güçlendirdiği ya da etkilemediği yönünde veriler elde edilmiştir. Propofol, göz içi basıncını düşürür. Hepatik, renal veya hematolojik paremetrelere olumsuz etkisi görülmemiştir. Postoperatif bulantı-kusma olasılığı çok düşüktür (49).

Benzodiazepinler: Benzodiazepinlerin kullanımı hem EKT nöbetinin yaygınlığını hem de nöbet aktivitesinin süresini değiştirebilir. Lorezepam sonrası EKT nöbetinin yaygınlığında değişiklik olmamasına karşın nöbet süresi belirgin derecede azalmıştır (58). Katatonik hastalarda ise eş zamanlı lorezepam kullanımı, EKT tedavisine daha üstün bir cevap ile ilişkilendirilmektedir (59). İntravenöz midazolam, tiyopental ile kıyaslandığında nöbet aktivitesini önemli derecede azaltmaktadır (60). Bir vaka sunumunda yüksek doz lorezepam ve midazolam ile oluşan antikonvülsif etkinin EKT öncesi verilen flumazenil ile başarılı olarak ortadan kaldırıldığı gösterilmiştir (61). Belirgin antikonvülsif etkileri nedeniyle benzodiazepinler EKT öncesinde uygulanmamalıdır.

Ketamin: Sedatif, hipnotik ve analjezik özellikleriyle intravenöz anestezikler arasında benzersiz olan ketamin, EKT için hipnotik durum oluşturmada kullanılmıştır (14). Diğer iv ilaçlar ile kıyaslandığında intrensek sempatomimetik aktivitesi nedeniyle ketamin kullanımıyla birlikte hemodinamik değişkenlerde artış olmaktadır. Şaşırtıcı olarak metoheksital ile kıyaslandığında EEG nöbet aktivite süresi de belirgin olarak kısa olmaktadır. Her ne kadar hiçbir psikolojik yan etkisi olmasa da, hemodinamik cevabın tetiklenmesi ve bununla bağlantılı olarak intrakraniyal basınçtaki artış nedeniyle ketamin rutin EKT uygulanımında metoheksital ve propofole kıyasla çok daha az tercih edilmektedir (62).

(16)

PROPOFOL VE ELEKTROKONVÜLSİF TEDAVİ

Diğer iv anesteziklere göre EKT esnasında propofolün daha fazla antikonvülsif etkisi var gibi görünmektedir (51,63-67). Bununla birlikte propofolün minimal hipnotik dozu (0.75 mg/kg), nöbet süresi açısından metoheksitalin standart hipnotik dozu ile karşılaştırılabilir düzeydedir (51). Daha yüksek propofol dozları (1.0-1.5 mg/kg) sonrasında ortaya çıkan nöbetlerin süreleri metoheksital, etomidat ve tiyopentale göre önemli derecede kısalmaktadır (51,55). Bununla birlikte en yüksek dozlarında (1.5 mg/kg) bile propofol, klinik olarak kabul edilebilir EEG nöbet aktiviteleri oluşturabilmektedir (64,65). Dahası propofol anestezisi sonrası yapılan nöbet kalitesi ölçümleri (postiktal supresyon indeksi ve ortalamaya integre amplitüd gibi) metoheksitale ait sonuçlardan anlamlı derece farklılık taşımamaktadır (64).

Propofolün nöbet süresini ciddi olarak kısaltmasından dolayı, EKT üzerine yapacağı antikonvülsan etkisi göz önünde bulundurulması gereken bir noktadır (66-68). EKT’nin antidepresan etkinliği, depresyon için Hamilton Oranlama Cetveli (depresyonun vegetatif ve kognitif semptomları, mood ve ko-morbid anksiyete semptomlarını içeren 17 başlıklı bir cetvel) ve Beck Depresyon Listesi (karakteristik özellikler ve depresyon semptomlarını hastanın kendisinin değerlendirdiği 21 kalemlik bir liste) ile yapılan iki çalışma tarafından esas anestezik olarak propofol ve metoheksital kullanılarak kıyaslanmıştır (67,68). Her ne kadar propofol ile elde edilen nöbet süresi metoheksital ile kıyaslandığında önemli derece kısa olmakta ise de depresyon için Hamilton Oranlama Cetveli skorları, standart bir seri EKT uygulaması sonrasında her iki ilaç için de benzer düzeylere çıkmaktadır. Hastaların depresyon semptomlarındaki düzelme oranları, oluşturulan nöbetlerin süreleri ya da beraberinde alınan trisiklik antidepresan ilaçlarla ilişkili değildir (51,54).

Propofol bilinen kardiyovasküler depresan etkileri nedeniyle etomidat, metoheksital ve tiyopentale kıyasla EKT sırasında oluşan akut hemodinamik yanıtı daha çok baskılamaktadır (51,54). Bununla birlikte propofol anestezisinden çıkış diğer anesteziklere göre çok az farkla daha hızlıdır (51,67,69) ve erken derlenme evresinde kognitif fonksiyonların toparlanması metoheksital ile benzerdir (51,70).

NÖROMÜSKÜLER BLOKE EDİCİ İLAÇLAR

Nöromüsküler bloke edici ilaçlar etki mekanizmaları ve etki kalıpları bakımından iki gruba ayrılırlar.

Kompetitif blok yapanlar: Bunlara depolarizasyonsuz blok yapanlar adı verilir. Bu gruptaki ilaçlar kasın motor son plağındaki reseptörlere karşı, nörotransmiter asetilkolin

(17)

molekülleri ile yarışırlar (kompetisyon). Böylece kompetitif antagonizma ile asetilkolinin motor son plak üzerindeki depolarizan etkisini azaltırlar veya tamamiyle engellerler.

Depolarizasyon suretiyle blok yapanlar: Bu ilaçlar nöromüsküler kavşaklardaki etkileri bakımından asetilkoline benzerler. Son plakta kolinerjik reseptörleri etkilemek suretiyle, onun gibi lokal depolarizasyon yaparlar. Ancak bu ilaçların yaptığı depolarizasyon, bir impulsun açığa çıkardığı asetilkolinin normalde yaptığı birkaç milisaniyelik depolarizasyonun aksine, uzun süreli olur ve dakikalarca devam eder. Bunun sonucu olarak motor son plakta desensitizasyon gelişir; asetilkolin molekülleri bu durumdaki kas motor son plağına etki yapamayacakları için kas paralizi edilmiş olur (49).

Nöromüsküler bloker kullanılmadan EKT yapıldığında, hastanın fiziksel olarak kontrolü gerekir ve işlemden sonra ciddi kas ağrısı gelişir. Bunu ve kas-iskelet komplikasyonlarını önlemek için nöromüsküler bloker kullanılabilir. En sık kullanılan ajan süksinilkolindir (36-38), (Tablo 1).

1-Depolarizan kas gevşeticiler; a)Dekametonium iyodür, b)Süksinilkolin Klorür 2-Non depolorizan kas gevşeticiler; a)D-Tubokürarin klorür, b)Dimetil tubokürarin iyodür, c)Gallamin triiyodür, d)Alkuroniyum klorür, e)Fazadinium, f)Pankuroniyum bromür, g)Vekuroniyum, h)Atrakuriyum besilat, ı)Mivakuriyum, i)Dokzakuriyum, j)Rokuroniyum, k)Sisatrakuriyum

Tablo 1. EKT ve nöromüsküler blokerler (4)

En Sık Kullanılan Süksinilkolin Ender Kullanılan Mivakuriyum EKT Uygulamasında Tercih Edilmeyen Atrakuriyum, Sisatrakuriyum,

Vekuroniyum, Rokuroniyum, Rapakuroniyum

Süksinilkolin

Süksinilkolin EKT’ye bağlı aşırı kas kasılmalarını azaltmada en sık tercih edilen kas gevşeticidir (52). Süksinik asidin dikolin esteridir. Halen kullanılan nöromüsküler bloke ediciler içinde etkisi en çabuk başlayan ilaçtır. İntravenöz yoldan verilen 20 mg'lık ufak bir dozunun etkisi 1 dakikada başlar ve 1.5-2 dakikada (dk) maksimuma ulaşır; yüksek dozda (1-2 mg/kg iv gibi) verildiğinde bu süreler daha da kısalır. Optimal dozda verildiğinde etkisi 5-10 dk kadar sürer (49).

(18)

Süksinilkolin, plazmadaki psödokolinesteraz tarafından süratle süksinilmonokoline çevrilerek inaktive edilir. Sonuncu maddenin zayıf derecede ve kompetetif tipte nöromüsküler bloke edici etkisi vardır; yavaş olarak süksinik asid ve koline hidroliz edilir. Süksinilkolin, nöromüsküler kavşaktaki asetilkolinesteraz tarafindan etkilenmez (49). Süksinilkolin ve diğer depolarizan ilaçlar enjekte edildikleri zaman çizgili kaslarda, özellikle göğüs ve abdomen kaslarında, önce fasikülasyon biçiminde kasılmalar görülür. Daha sonra boyun, kol ve bacak kasları felç olur (49).

Süksinilkolin endotrakeal entübasyon, endoskopi, laringospazmın çözülmesi, ortopedik manipulasyonlar ve EKT tedavisi gibi kısa süreli girişimler için tercih edilen bir ilaçtır. Bu gibi durumlarda ilacın tek doz halinde enjeksiyonu yeterlidir (49). Her ne kadar Kraliyet Psikiyatri Okulu (Royal Collage of Psychiatrists) tarafından önerilen doz 0.5 mg/kg ise de pratik kullanımda daha yüksek dozlar (0.75-1.5 mg/kg) tercih edilmektedir (71).

Artmış laktat seviyesine bağlı post-EKT ajitasyon öyküsü olan hastalarda süksinilkolin ani ortaya çıkan deliryumu azaltmaktadır (72). Ancak bradiaritmisi olan hastalarda yüksek doz kulanmaktan kaçınılmalıdır (73). Süksinilkolin, Malign hipertermiye (MH) yatkınlık, Nöroleptik Malign Sendrom (NMS), katotonik şizofreni ve organofosfat zehirlenmesi hikayesi olan riskli hastalarda, küçük dozlarda bile uygulansa ciddi yan etkilere (kas ağrıları, hipertermi ve hiperkalemi gibi) yol açabilir (74-76).

Yan etkileri: Süksinilkolin kardiyovasküler sistemde, asetilkolininkine benzeyen bir etki yapar. Bu etki iki fazlıdır: a) Başlangıçta kısa süreli bradikardi meydana gelir. Halotan anestezisi altındaki hastalarda daha belirgindir ve atropin ile önlenebilir. Bazen atriyoventrikuler blok ve geçici bir asistoli olabilir. b) Daha sonra uzun süren bir taşikardi ve hipotansiyon dönemi olur. Öte yandan, tekrarlanan dozlar halinde uzun süre verildiğinde, muhtemelen sempatik gangliyonlar üzerindeki stimulan nikotinik etkisi sonucu kan basıncında yükselme yapar (49).

Süksinilkolin enjeksiyonundan 3 dk kadar önce, depolarizasyonsuz blok yapan bir ilacın, etkin dozunun 1/10-1/5'ine eşit ufak (subparalizan) dozda verilmesi fasikülasyonları ve daha sonra ortaya çıkacak ağrının sıklığını azaltır. Bu işleme prekürarizasyon denilir. Bu amaçla vekuronyum 0.01 mg/kg iv pankuronium 0.015 mg/kg iv, d-tubokürarin 0.05 mg/kg iv verilebilir. Daha önce, kompetetif tipte blok yapan ilaç verilmesi süksinilkolin gibi depolarizan bir ilacın etkinliğini kısmen antagonize ettiğinden, böyle bir ön uygulama yapılmışsa başlangıç süksinilkolin dozunu % 50 artırmak gerekir. Önceden 0.05-0.15 mg/kg i.v. diazepam injeksiyonu böyle bir artırmaya gerek kalmaksızın postoperatif rijidite ve ağrıyı azaltabilir (49).

(19)

Süksinilkolin çizgili kas hücrelerinden potasyum iyonu salıverilmesine ve bu nedenle hiperkalemiye neden olur. Bu olayın meydana gelmesinde hiperkapninin de katkısı olur. Hiperkalemi süksinilkolinin yaptığı bloğu artırabilir. Bazı patolojik durumlarda (ağır yanıklar, yaygın travma, ayrıca inmede olduğu gibi yaygın yukarı motor nörön zedelenmesi, yaygın aşağı motornöron hastalıkları ve tetanoz gibi) zaten çizgili kaslardan potasyum salıverildiği için ve süksinilkolin ile salıverilme potansiyalize edildiği için hiperkalemi oldukça belirginleşir; buna bağlı olarak ciddi ventriküler aritmiler ve kalp durması meydana gelebilir. Süksinilkolin çizgili kas hücrelerinden potasyumdan başka kreatin fosfokinazın da salıverilmesine neden olur; ilacın injeksiyonundan sonra plazmada bu enzimin düzeyi yükselir (49).

Süksinilkolin enjeksiyonuna başlandığında ortaya çıkan fasikülasyonlar sırasında intraabdominal basıncın artması sonucu intragastrik basınç yükselir ve bu durum kusma refleksini başlatabilir; ancak süksinilkolin alt özofageal sfinkteri kastığı için mide içeriğinin kusma ile akciğere aspire edilmesi riski düşüktür. Genel anestezi sırasında kusma; boğulma ve aspirasyon pnömonisine neden olmasından dolayı sakınılması gereken bir komplikasyondur. İntragastrik basınç üzerindeki etki prekürarizasyonla önlenebilir (49).

Süksinilkolin anestezi altındaki olgulara enjekte edildiğinde, baslangıçta kaslarda fasikülasyonların görüldüğü birkaç dakika süresince göz içi basıncını yükseltir. Bunun nedeni bu sırada ekstraoküler kaslarda kontraksiyon yapması ve böylece göz küresinin sıkılmasıdır; sonra kaslar gevşer ve artan göziçi basıncı normale döner. Geniş açılı glokomda kontrendike değildir; dar açılı glokomda ise süksinilkolin, injeksiyonundan hemen önce göze pilokarpin solüsyonu damlatılmak suretiyle kullanılabilir. Süksinilkolin intrakraniyal basınçta da yükselme yapabilir (49).

Genetik yapı ile ilgili yan etkiler: Süksinilkolin verilenlerde genetik bozukluğa bağlı olarak seyrek görülen, fakat tehlike arzeden iki onemli yan etki oluşabilir.

a) Uzun süren apne: Plazmasında süksinilkolini geç parçalayan atipik psödokolinesteraz bulunan kimselerde süksinilkolin'in yaptığı apne ilaç kesildikten sonra bir veya birkaç saat sürebilir. Hasta atipik kolinesteraz geni bakımından homozigot ise plazmada kolinesterazın büyük kısmı atipik şekildedir ve uzun süren apne bunlarda belirgin bir biçimde ortaya çıkar. Hastanın soygeçmişinin bilinmesi ve ailesinde böyle bir komplikasyonu daha önceden geçirmiş bir kişi varsa plazmanın dibukain sayısının saptanması ile söz konusu istenmeyen durumlardan sakınılabilinir (49).

b) Malign hipertermi: Özellikle 3-10 yaş arasındaki çocuklarda, süksinilkolin verildiğinde nadiren, rabdomiyoliz, myoglobinüri ve uzun süren kas rijiditesi ile birlikte

(20)

vücut ısısında süratli ve aşırı bir yükselme meydana geldiği görülmüştür. Tedavi edilmediği takdirde malign hipertermi ölümle sonuçlanır. Bu yan etki görülen kimselerde ve yakın akrabalarında serum kreatin fosfokinaz düzeyi yüksek bulunur. Malign hiperteminin spesifik antidotu intravenöz dantrolendir (49).

Mivakuriyum

Mivakuriyum çoğunlukla EKT esnasında süksinilkoline alternatif olarak kullanılan bir ilaçtır (71,74,77-79). EKT için süksinilkolin verilmesini takiben MH-benzeri tabloya giren NMS’li bir hastada, takip eden uygulamalarda mivakuriyum kullanılmış ve kas enzimlerinde artışa yol açmadan kas kasılmalarını etkili şekilde azaltmıştır (74). Başka bir yayında mivakuriumun ağır osteoporozlu, amyotrofik lateral sklerozlu ve kardiak aritmili üç yaşlı olguda başarıyla kulanıldığı bildirilmiştir (79). Mivakuriyum (0.08 mg/kg) süksinilkolin (0.5mg/kg) ile kıyaslandığında, EKT esnasında oluşan kas kasılmalarını azaltmada süksinilkolinin daha etkili olduğu gösterilmiştir (71). Fredman ve ark. (71) NMS’li bir hastada mivakuriyum için doz ayarlı bir değerlendirme protokolü oluşturmuş ve mivakuriumun sadece entübasyon dozunun (0.2 mg/kg) EKT sırasında olan kas kasılmalarını önleyebildiğini göstermişlerdir. Gitlin ve ark. (79) ise 0.15-0.25 mg/kg dozundaki mivakuriyumun myastenia gravisli hastalarda etkili olduğunu göstermişlerdir. Üzerinde durulması gereken bir husus da, mivakuriyum entübasyon dozunda kullanıldığında ortaya çıkan histamin deşarjı ve bununla bağlantılı hipotansiyon nedeniyle EKT sonrası gelişen bloğun düzeltilmesi için antikolinesteraz ilaçların kullanılması gerektiğidir.

Atrakuriyum/Sisatrakuriyum

0.5 mg/kg iv atrakuriyum alan hastalarda 0.3 mg/kg iv dozunda alanlara kıyasla daha seyrek olarak EKT’ye bağlı kas kasılmaları saptanmıştır (80). Bu nedenle eğer EKT esnasında süksinilkolin ve mivakuriyum kullanmaktan kaçınılmak isteniyorsa atrakuriyumun küçük dozlarda kullanılması önerilmektedir. Bununla beraber atipik plazmakolinesterazına sahip bir hastada küçük doz (10-15 mg) atrakuriyum ile etkinin ortaya çıkışı 6 dakika ve (üstelik edrofonyum ve atropin ile döndürülmesine rağmen) %90 ilk hareket anına kadar geçen süre 16 dakika olmuştur (81). Her ne kadar klinik uygulamada atrakuriyum yerini cisatrakuriyuma bırakmış olsa da, EKT uygulaması için bu gelişmiş formülün kullanımına dair henüz yeterli çalışma yoktur.

(21)

KARDİYOVASKÜLER CEVABI KONTROL İÇİN KULLANILAN İLAÇLAR EKT’ye bağlı akut kardiyovasküler yanıt ciddi komplikasyonlara neden olduğu için (20,21,33-35), akut parasempatik ve sempatik aktiviteyi azaltmak amacıyla çeşitli ilaçlar kullanılmıştır (24-26). EKTnin parasempatik etkileri sıklıkla tükrük salgısında artış, geçici bradikardi ve hatta özellikle nöbetin sınırlarını belirlemek için tekrarlayan uyarılar verildiğinde zaman zaman ortaya çıkan asistoliyi içermektedir (82). EKTnin sempatik etkileri daha önce de vurgulandığı üzere taşikardi, hipertansiyon ve zaman zaman miyokard iskemisi ve enfarktüsü içermektedir. Antikolinerjik ilaçlar parasempatik yanıtı engellemek için sıklıkla tercih edilirken, sempatik yanıtın azaltılmasında β-blokerler, kalsiyum kanal blokerleri,

α

2

agonistler ve direkt etkili vasodilatatörler kullanılmaktadır. Hızlı etkili ve kısa etki süreli opioid analjezikler sempatolitik etkilere sahiptirler ve son zamanlarda EKT’de adjuvan olarak kullanılmaları araştırılmaktadır. Bu ilaçlardan bazıları EKT ile oluşturulan nöbetin süresine yönelik bir takım yan etkiler ortaya çıkarmaktadırlar. Bu nedenle adjuvan ilacın seçiminde her hastanın ihtiyacı ayrı olarak değerlendirilmelidir (33-35).

Antikolinerjik İlaçlar

EKT öncesinde premedikasyon amacıyla atropin verildiğinde önemli derecede yüksek HBÜ değerleri ortaya çıkmıştır (83). Ancak Mokriski ve ark. (54). Anestezi indüksiyonu öncesinde iv olarak verilen 0.6 mg atropin ile prematür atrial kontraksiyonlar ve bradikardi sıklığının azaldığını fakat EKT sonrasında taşikardi sıklığının artığını bildirmişlerdir

Glikopirolat merkezi sinir sistemi aktivitesine sahip olmayan bir antikolinerjik ilaçtır. İşlem sonrasında yan etki oluşturmaksızın, EKT sırasında oluşan oral sekresyonu ve bradikardiyi azaltabilme özelliği nedeniyle glikopirolat, EKT için seçilecek antikolinerjik ilaç olmuştur. Yaşlı olgu grubunda yapılan bir çalışmada, olgular glikopirolat ile premedike edildiklerinde EKT sonrasında hiçbir ciddi komplikasyon olmadığı bildirilmiştir (84). Plasebo kontrollü bir çalışmada EKT sonrası kognitif fonksiyonlar glikopirolat (0.2 mg iv) ve salin alan hastalarda benzer bulunmuştur (85).

Antihipertansif İlaçlar

EKT sırasında hemodinamik fonksiyonda anlamlı değişiklikler olur. EKT ile indüklenen nöbet sırasında, kalp hızı (140-160 atım/dk) ve kan basıncında (sıklıkla 220-260/120-140 mmHg) belirgin artışlar olur. Bu artışlar, nöbeti takiben 20dk veya daha fazla sürebilir ve generalize nöbet esnasında katekolamin salınımına bağlı olduğuna inanılmaktadır.

(22)

Hemodinamik değişiklikler, antihipertansif ilaçların kullanımıyla kontrol edilebilir (7,9,14,24,26,28,34).

Beta-adrenerjik reseptör blokerleri (Beta-blokerler): Kalbin beta (β1)-adrenerjik reseptörlerini bloke ederek kalp üzerindeki sempatoadrenal tonusu azaltırlar veya ortadan kaldırırlar. Böylece kalbin atım hızını, kontraktilitesini, debisini ve ayrıca arteriyel kan basıncını da düşürerek miyokardın oksijen tüketimini önemli derecede azaltırlar; kalp hızındaki azalma sonucu koroner arterlerin diyastolde dolma süresini uzatırlar ve miyokardın perfüzyon olanağını artırırlar. Belirli bir latent periyoddan sonra patolojik arteryel hipertansiyonu karmaşık mekanizmalarla azaltırlar (49).

Esmolol dışındaki Beta blokerler genellikle sindirim kanalından iyi emilirler. Plazma proteinlerine değişik oranda bağlanırlar. İçlerinde en fazla bağlanan propranololdür. Ester yapısında olan esmolol eritrositlerdeki esteraz tarafından hızla parçalanır. Dağılım hacimleri fazladır, yani tümüyle dokulara dağılırlar. Oldukça kısa etki sürelidirler (49). Atenolol, nadolol ve sotalol gibi suda çözünenlerin sindirim kanalından absorbsiyonları daha az ve düzensizdir. Karaciğerde az metabolize olurlar, plazma proteinlerine düşük düzeyde bağlanırlar. Değişmemiş şekillerde genellikle böbreklerden elimine olurlar. Sınırlı bir dağılım hacmine sahiptirler, uzun bir plazma yarı ömürleri vardır (49) .

Beta blokerler kardiyovasküler hastalıklar (hipertansiyon, koroner arter hastalıkları, supraventriküler aritmiler, hipertrofik kardiyomiyopati), hipertiroidizm, migren, esansiyel tremor, kronik alkolizm, feokromasitoma, glokom ve portal hipertansiyon gibi birçok hastalığın tedavisinde kullanılırlar (49).

Kalp yetmezliğini ağırlaştırabilirler; miyokard kasılma fonksiyonu yetersiz hastalarda yetmezliği yol açabilirler. Anaflaktik şoka karşı reaksiyonları inhibe ederek tabloyu ağırlaştırabilirler. Özellikle β1- β2 blokerler, astım tablosunun ağırlaşmasına neden olabilir

(49).

Metabolik bozukluklar: Beta bloker kullanımı ile trigliseridlerde artış, kolesterol ve çok düşük dansiteli lipoproteinlerde artış; açlık döneminde ve hipoglisemik ilaç kullanan diabetlilerde hipoglisemiye, seyrek olarak da immünolojik bozukluklara sebep olabilirler (49).

Ani kesilme sendromu: Uzun süreli beta bloker tedavisinden sonra ilacın birden kesilmesi anjina ataklarının şiddetlenmesine ve ani ölüm riskinde artmaya neden olabilir. Bu ilaçların aniden kesilmesinden sonra ilk iki gün içinde kesilme sendromu belirtileri olan

(23)

hipertansiyon ve kardiyovasküler morbidite ortaya çıkmaktadır. Bu durum 2-3 hafta devam edebilmektedir. Ayrıca tedavinin kesilmesiyle renin anjiotensin aktivitesinde önemli artış meydana geldiği gösterilmiştir. Bu durumun kesilme sendromu sırasında ortaya çıkan kontrol edilemeyen hipertansif krizlerin nedeni olabileceği belirtilmektedir. Bu sendromun oluşmasını engellemek için en az 2-3 haftalık bir süre içinde her iki üç günde bir doz azaltımı yapılıp tedavi sonlandırılarak reseptörlerin duyarlılığının normale dönmesi sağlanmalıdır (49).

Astım ve kronik obstrüktif akciğer hastalıkları (KOAH), kontrol edilemeyen ağır konjestif kalp yetmezlikleri, ağır atrioventriküler bloklar, ağır karaciğer yetmezliği ve ensefalopatilerde kullanımı kontrendikedir. Gebelikte uterus kasılmalarını kolaylaştırırlar ve prematüre doğuma neden olabilirler. Laktasyon döneminde kullanılmamalıdırlar (49).

Çalışmalarda EKT’ye akut sempatik yanıtı azaltmada hem esmolol (kısa etkili bir β1

-reseptör blokeri) hem de labetalol (α ve β-bloker) en yaygın olarak kullanılmış ilaçlardır. Esmolol (1-1.3 mg/kg) ya da labetalol (0.1-0.2 mg/kg) anestezi indüksiyonu öncesinde verildiklerinde her ikisi de EKT’ye akut kardiyovasküler yanıtta önemli bir azalma meydana getirirler. Ancak premedikasyonda labetalol kullanıldığında SAB değerleri (esmolol ile kıyaslandığında) erken derlenme döneminde önemli derecede düşük bulunmuştur (49).

Plasebo kontrollü, çift kör bir çalışmada fentanil (1.5 µg/kg) ya da lidokain (1.0 mg/kg) ile karşılaştırıldığında anestezi indüksiyonu öncesinde premedikasyon için esmolol (1.0 mg/kg) ya da labetalol (0.3 mg/kg) kullanıldığında EKT’ye bağlı hemodinamik yanıtın önemli derecede azalmakta olduğu gösterilmiştir (86).

Labetalolün nöbet süresine olan yan etkisini en aza indirmek için labetalol elektriksel uyarının hemen önünden ya da arkasından verilebilir (86).

Kalsiyum kanal blokerleri :Gerek koroner damar düz kas hücrelerinin ve gerekse miyokard hücrelerinin membranındaki voltaja-bağımlı kalsiyum kanallarından ekstraselüler Ca+2’un, depolarizasyon sırasında hücre içine girişini bloke eden ilaçlardır. Damarların özellikle arteriollerin düz kaslarını gevşeterek güçlü vazodilatatör etki yaparlar. Kalsiyum kanal blokerleri selektif ve non-selektif antagonistler diye iki ana gruba ayrılırlar. Selektif olanlar da, kimyasal yapılarına ve diğer özelliklerine göre iki gruba ayrılırlar. Birinci gruptaki ilaçlar nifedipin, nikardipin, nizoldipin, isradipin, lerkanidipin, nitrendipin, amlodipin ve felodipin gibi 1,4-dihidropridinler’dir. İkinci gruptakiler; verapamil ve gallopamil adlı fenilalkilaminler ile benzodiazepin türevi olan diltiazemdir (49).

Bunlar kalp kası, iletim sistemi ve vasküler düz kasta benzer derecede inhibitör etkinlik gösterirler. Kalsiyum kanal blokerlerinin damar genişletici etkileri arteriollerde

(24)

belirgindir; venüller üzerindeki etkileri ise önemsiz derecededir. Hipertansiyon ne kadar ağırsa bu ilaçların vazodilatatör etkileri o kadar fazla belirgin olur. Arteriyel kan basıncını düşürmelerine rağmen serebral kan akımında ve glomerüler filtrasyon hızında azalma yapmazlar. Kalsiyum kanal blokeri ilaçlar, hafif ve orta derecedeki hipertansiyonun tedavisinde tek ilaç olarak kullanılabilirler (49).

Hepsi ağız yolundan alındıklarında iyi absorbe olurlar ve absorbsiyon oranları %90’ın üstündedir. Ancak, uzun etkili olanlar hariç diğerleri, absorbsiyondan sonra karaciğerde ilk geçişte belirgin derecede biyoinaktivasyona uğradıklarından sistemik biyoyararlanımları düşüktür. Kronik olarak verildiklerinde sistemik biyoyararlanım oranları yükselir. Hepsi de plazma proteinlerine %90 dan fazla bağlanırlar. Renal itrahın, eliminasyonlara katkısı önemsiz derecededir. Bu nedenle ağır böbrek yetmezliğinde bile dozlarının ayarlanması genellikle gerekmez. Karaciğerde esas olarak CYP3A4 enzimi ile metabolize edilirler. Karaciğer yetmezliği olan hastalarda eliminasyon yarılanma ömürlerinin uzadığı görülmüştür.

Bir çok ilaç ile farmakokinetik etkileşme gösterirler, Örneğin: digoksinin kullanan hastalarda bazı kalsiyum kanal blokerleri digoksin plazma düzeyini artırmaktadır (49).

Kalsiyum kanal blokerlerinin antihipertansif olarak klinik etkililiği diüretik ve beta-blokerlerinkine yaklaşık olarak eşittir. Diüretiklerin ve beta-blokerlerin aksine, kalp, beyin ve böbrek kan akımını ve diğer yerlerdeki doku perfüzyonunu azaltmazlar; karbonhidrat ve lipit metabolizmasını olumsuz yönde etkilemezler, hatta lipit metabolizması üzerinde olumlu etki yapabilirler. Sempatolitik ilaçlara göre daha seyrek ve daha az ortostatik hipotansiyon yaparlar. Ekzersize toleransı azaltmazlar (49).

EKT’ye bağlı akut kan basıncı yanıtı labetalol ile yeterince kontrol altına alınamaz ise, özellikle yaşlı hastalarda nifedipin, labetalol ile kombine edildiğinde hemodinamik yanıtta çok etkin ve güvenli kontrol sağlamaktadır. Hipertansif hastalarda EKT işleminden 20 dakika önce dilaltı olarak uygulanan 10 mg nifedipin ortalama arteryel kan basıncındaki (OAB) akut artışları azaltmaktadır (5).

Nikardipin de hem tek başına hem de labetalol ile kombine olarak EKT’ye akut hiperdinamik yanıtı kontrol altına alabilme özelliği yönünden araştırılmıştır (6). Hızlı infüzyon şeklinde verildiğinde nikardipin (5 mg iv) OAB’de önemli azalma ile birlikte refleks olarak kalp hızında artış ortaya çıkarmaktadır. Bu yüzden EKT’ye bağlı akut hiperdinamik yanıtın en iyi kontrolü 1.25-2.5 mg nikardipinin bolus dozu ile 10 mg iv labetalolun kombinasyonu ile sağlanmaktadır. Bu kombinasyon ile tek başına labetalol kıyaslandığında EKT’nin hemen öncesinde OAB’de % 20 azalma olmakta ve derlenme alanından çıkış

(25)

anında OAB daha düşük bulunmaktadır. Önemli bir başka nokta ise düşük doz nikardipinin nöbet süresi üzerine kısaltıcı hiçbir yan etkisinin olmamasıdır (6).

Plasebo kontrollü bir çalışmada diltiazem (10 mg iv) anestezi indüksiyonundan sonra kalp hızı ve OAB’yi belirgin olarak düşürmüş ve EKT uyarısı sonrasında bu değişkenlerde meydana gelen artışları hafifletmiştir (7).

α2 agonist/antagonistler: α2 adrenerjik agonist deksmedetomidinin EKT uygulanan

olgulardaki akut hemodinamik etkileri araştırılmıştır (87). Anestezi indüksiyonundan 10-30 dakika önce 0.5-1.0 µg/kg iv olarak verilen deksmedetomidin hastanın EKT öncesi sedasyon düzeyinde doz ile ilişkili artış oluşturmuştur. Ancak deksmedetomidin EKT sonrasında kalp hızı ve OAB değerlerini azaltmamış ve EKT sonrası derlenmeyi uzatmıştır. Nöbet süresi üzerine hiçbir yan etkisi olmamasına karşın deksmedetomidin EKT sonrası oluşan hiperdinamik yanıtın kontrol altına alınmasında yetersiz kalmaktadır.

α2 adrenerjik agonist/antagonist klonidinin de EKT kullanımındaki yeri açısından

araştırılmıştır (8). Anestezi indüksiyonundan 60-90 dakika kadar önce oral olarak verilen klonidin (0.05-0.3 mg) elektriksel uyarı verilmeden hemen önce doza bağımlı olarak OAB’de düşme sağlayarak antihipertansif etki ortaya çıkarmaktadır. Bununla birlikte klonidin, uyarı verildikten sonra kalp hızında ya da OAB artış miktarında önemli bir değişiklik ortaya çıkartamamaktadır. Klonidin, motor ve EEG nöbet aktivitesinde ya da derlenme zamanının uzunluğunda hiçbir değişiklik oluşturmamıştır.

En son olarak bir post – sinaptik α1 adrenerjik antagonist olan uradipil (25 mg iv) ile

yapılan bir çalışmada, ilacın EKT ile ilişkili kan basıncı artışını kontrol altına almada labetalol (0.2 mg/kg iv) ile aynı etkinlikte olduğunu ancak kalp hızındaki artışı engelleyemediğini gösterilmiştir. Bundan dolayı bir karma etkili α2 adrenerjik agonist/antagonist olan klonidinin

EKT esnasında stabiliteyi sağlama konusunda bu grup içindeki en etkili ilaç olduğu görülmektedir (88).

Direkt etkili vazodilatörler: Esmolol (2 mg/kg iv) ile kıyaslandığında nitrogliserin (NTG) (3 µg/kg iv) EKT’den 2 dakika önce verildiğinde EKT sonrası hemodinamik değişkenlerin tamamında belirgin azalma izlenmektedir (89). Önemli olan ne NTG’nin ne de esmololün nöbet süresini değiştirmediklerinin bilinmesidir. Başka bir çalışmada 0.4 mg NTG’nin EKT öncesinde sprey olarak dilaltına uygulamasının EKT sonrası oluşan hiperdinamik yanıtı önemli düzeyde azalttığı gösterilmiştir (90). EKT’den 45 dakika önce cilde konulan % 2’lik NTG bandı ile EKT sonrası ortaya çıkan kalp hızı ve OAB artışında

(26)

etkili azalma elde edilmiş olup, bu form özellikle miyokard iskemisi riski taşıyan hastalarda önerilmektedir (91).

Bir başka periferik etkili vazodilatatör olan nitroprüssid ise EKT alması gereken intrakraniyal anevrizmalı, dissekan aort anevrizmalı ve kritik aortik darlığı olan hasta grubunda kullanılmıştır (92-94). Beta-bloker ile nitroprüssid infüzyonu kombine edilerek kullanıldığında taşikardi ve hipertansiyon önlenmiş ve EKT sonrası orta serebral arterde beklenen akım hızında artma hafifletilmiştir (17). Dahası nitroprüssidin EKT nöbet süresini azalttığına dair bir bulgu bulunamamıştır (95).

ESMOLOL

Esmolol hidroklorür kısa etki başlangıcı, kısa eliminasyon yarı ömrü olan kardiyoselektif beta adrenerjik reseptör blokerleridir (96). Esmolol esas olarak -1 kardiyoselektiftir fakat bu tercihli etki kesin değildir ve yüksek dozlarda esas olarak bronşiyal ve vasküler kas yapılarında yerleşmiş olan 2 reseptörleri de inhibe etmeye başlar. Bu

kardiyoselektivitesi, KOAH olan kimselerde ve astımlı hastalarda gösterilmiştir (97,98).

Şekil 1. Esmololün kimyasal formülü (99)

Esmolol hidroklorid (CHNO); 331,8 kD molekül ağırlığına sahip bir fenoksipropandamin çekirdeğinden oluşmaktadır (Şekil 1). Suda çözünürlüğü çok fazla olan ve alkolle serbestçe çözünen esmolol hidroklorür, hidrofilik bir bileşiktir ve pH 7.2’deki partisyon kat sayısı (oktanol/su) 0,42’dir (100). Esmololün yapısındaki ester bağları kardiyoselektiviteden sorumludur ve eritrositlerde bulunan esterazlar tarafından hidrolize edilmesi ile hızla metabolize olur. Esmolol hidroliz yolu ve hızlı yıkımı hariç metaprolol’e benzer (101).

(27)

300 g/kg/dakika dozunda uygulanan esmolol’ün kan düzeyleri beş dakika içerisinde kararlı duruma ulaşmaktadır (102). İnfüzyon sonlandırıldığında esmolole bağlı oluşan beta blokaj 10-20 dk içinde ortadan kalkar. Hemodinamik parametrelerin tümü infüzyonun sonlandırılmasından 30 dakika sonra normale döner (101). Esmololün propranalol ile karşılaştırıldığı çift-kör bir çalışmada esmolol ile oluşan blokajın hızla geri döndüğü gösterilmiştir (103). Çok kısa etki süresi olan bu bloker sayesinde, yan etkiler azaldığından bu ilacın acil vakalarda kullanım için ideal bir selektif antagonist olduğu gösterilmiştir (104).

Metabolizma ve Eliminasyon

Esmolol, eritrositlerde bulunan sitozol esterazlar ile birlikte hızlı bir şekilde metanol ve bir asit metabolite (ASL-8123) metabolize olur (104). Bu esterazın cinsi tam olarak netleştirilememiş olmakla birlikte arilesteraz olabilir (104). Esmololün metabolizması ve atılımı karaciğer ve böbrek fonksiyonlarından bağımsızdır. Esmololün % 1-2 den daha az bir kısmı idrarla değişmeden atılır, % 71-83’lük kısmı ise asit metabolite dönüşerek idrarda atılır (104,105). Asit metaboliti, esmololden 1500 kat daha az bir -bloker aktivitesine sahiptir (106). Asit metaboliti idrar yolu ile atıldığından böbrek yetmezliğinde birikir (101). Esmololün 150-300 g/kg/dakika dozunda 6-24 saat süreli infüzyon uygulanan hastalarda metanol konsantrasyonu normal vücut metanol seviyelerinde bulunur (106).

Endikasyonlar ve Uygulama

a) Supraventriküler taşikardiler (Atriyal fibrilasyon, atriyal flatter ve sinüs taşikardisi), b) Perioperatif dönemde oluşan taşikardi ve hipertansiyon (96,103,107,108)

Kontrendikasyonlar

Ciddi bradikardi, birinci dereceden ileri kalp bloğu, kardiyojenik şok, belirgin kalp yetersizliği (109).

Hemodinamik Yanıt

İskemik kalp hastalığı, diabet, hipertansiyon ve periferik damar hastalığı gibi risk faktörlerine sahip olan hastalar cerrahi işlemin neden olduğu stres ile miyokardın oksijen ihtiyacının artması nedeniyle perioperatif dönemde miyokard iskemisi riski taşırlar. Adrenerjik strese bağlı yanıt anestezinin ve cerrahi işlemin çeşitli safhalarında ortaya çıkabilir. Bu adrenerjik stresin nedenleri arasında preoperatif anksiyete, indüksiyon, entübasyon, insizyon, cerrahi işlem, ekstübasyon ve derlenme dönemlerini saymak

(28)

mümkündür (110,111). Miyokardiyal iskemiyi yeterince tolere edemeyeceği düşünülen hastalarda en iyi anestezi, kalbi en az strese sokandır (112).

VERAPAMİL

Koroner arter genişletici olarak çıkarılan ilk kalsiyum kanal blokörüdür. Yavaş kalsiyum kanallarından kalsiyumun hücre içine girişini bloke eder. Daha sonra atrioventriküler (A-V) düğüm üzerinde depresyon yapıcı etkisi bulunmuş ve antiaritmik ilaç olarak intravenöz yoldan da kullanılmaya başlanmıştır. Periferik vazodilatör etkinliği nifedipininkinden azdır. Kan basıncında daha az düşme yapar. Buna karşılık kalp üzerindeki depresyon yapıcı etkileri in vivo durumda nifedipininkinden daha güçlüdür. Koroner kan akımını artırır ve myokardın oksijen gereksinimini düşürür. Negatif inotrop etkisi, kan basıncını düşürmesinden doğan refleks sempatik etkisi ile kısmen tamponlanır. Genellikle sinoatrial düğümü deprese eder ve bradikardi yapar. İzole kalpte belirgin negatif kronotrop etki gösterir. Yavaşlatır; yüksek dozda A-V blok oluşturabilir. Verapamil’in zayıf alfa adrenerjik reseptör blokörü etkisi vardır; bu etkinin kan basıncını düşürücü etkisine katkısı vardır.

Şekil 2. Verapamilin kimyasal formülü (113)

Metabolizma ve Eliminasyon

Verapamil, mide-barsak kanalından çabuk ve tam olarak absorbe edilir; fakat ağızdan verilen verapamilin sistemik biyoyararlanımı oldukça düşüktür. Çünkü karaciğerden ilk geçişi sırasında ileri derecede inaktive edilir. Bu nedenle antiaritmik olarak parenteral dozu, oral dozunun yaklaşık 1/10’u kadardır. Akut verilişten sonra eliminasyon yarılanma ömrü 3-6 saattir; kronik tedavi ile 9 saatin üzerine çıkar. Sirozlu hastalarda biyoyararlanımı ve yarılanma ömrü belirgin şekilde artar (49).

(29)

Endikasyonları

Verapamil stabil anjinada ve vazospastik anjina olgularında anjina krizlerinin sayısını azaltır, egzersize toleransı artırır ve sublingual nitrat alma gereğini azaltır. Stabil olmayan anginada kısıtlı da olsa tedavi edici değeri vardır. Verapamil’in zayıf -adrenerjik reseptör bloker etkisi vardır; bu etkinin kan basıncını düşürücü etkisine katkısı vardır. Negatif inotrop etkisi nedeniyle hipertrofik kardiyomiyopatinin tedavisinde kullanılır (49).

Kontrendikasyonları ve Yan Etkileri

Sinüs bradikardisi, A-V blok, kardiyomegali, kardiyojenik şok, kalp yetmezliği ve hasta sinüs sendromunda kontrendikedir. Verapamilin en sık görülen yan etkisi konstipasyondur. Nifedipin gibi ciltte vazodilatasyon, yüzde kızarma, başağrısı, baş dönmesi, ayak bileğinde ödem ve ortostatik hipotansiyon yapar. Ayrıca mide bozukluğu ve pruritus yapabilir. Pankreas beta hücrelerinden insülin salıverilmesinde rol oynayan Ca+2’un girişini az da olsa inhibe edebildiklerinden verapamil ve diğer kalsiyum kanal blokerleri glukoza toleransı azaltabilirler (49).

(30)

GEREÇ VE YÖNTEMLER

Çalışmamız, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı`nda, Fakülte Etik Kurulu`nun onayı ve çalışmaya katılan tüm hastaların imzalı oluru alınarak yapıldı (Ek I-II).

Psikiyatri Anabilim Dalı tarafından EKT yapılması planlanan, ağır ve tedaviye dirençli depresyon, mani, psikoz, bipolar mani, duygulanım bozukluğu veya katatonik semptomları olan şizofreni tanısı alan rastlantısal 24 olgu çalışmaya alındı. Beta adrenerjik bloker veya kalsiyum kanal blokeri kullanan, atriyoventriküler blok, aritmi, hipotansiyon, sinüs bradikardisi olan unstabil kardiyovasküler hastalık, KOAH, böbrek ve karaciğer yetmezliği olan olgular çalışma dışı bırakıldı.

Çalışmaya alınan olgular 3 gruba ayrıldı. Grup I Esmolol, grup II Verapamil, grup III kontrol olarak belirlendi. EKT uygulamaları, aralıklı, çift yönlü, kare dalgalı uyarı ile 0.9 Amper ile 500 ohm arasında sabit bir akım oluşturan Thymatron DGx cihazı ile her olguya, haftada 3 kez sırasıyla her ilaç grubuna iki kez dahil edilecek şekilde iki hafta boyunca uygulandı. .

Olgulara premedikasyon uygulanmadı ve EKT öncesi en az 8 saat süreli açlık ve susuzluk sağlandı. Ameliyathanedeki hazırlık odasına alındıklarında sol el sırtından 22G venöz kanül yerleştirildi. Operasyon odasına alındığında tüm olgularda üç yollu EKG ile kalp ritmi ve KTA, non invaziv olarak sistolik arter basıncı (SAB), diyastolik arter basıncı (DAB), pulsoksimetre ile periferik oksijen satürasyonu (SpO2) monitörizasyonu uygulandı (Drager/Cato, PM8040 Lubeck, Germany). Başlangıç KTA, SAB, DAB, SpO2 değerleri kaydedildi.

(31)

Genel anestezi indüksüyonundan önce, Grup I (n=48)’e esmolol (brevibloc, flakon, 10 mg, Eczacıbaşı/Baxter, İstanbul, Türkiye) 10 mg/ml’lik preparattan 1 mg/kg dozda, 10 dakikada infüzyon şeklinde verildikten sonra toplam volümü 100 ml’ye tamamlamak için ayrıca % 0.9 NaCL’den gerektiği kadar verildi, Grup II’ye (n=48) verapamil (İsoptin, ampul,5 mg, Knoll Alman İlaç ve Ecza Tic. Ltd. Şti., İstanbul) 0.1 mg/kg dozunda 100 ml % 0.9 NaCl içinde 10 dakikada gidecek şekilde infüzyon olarak, kontrol grubu olan Grup III’e (n=48) % 0.9 NaCI’den 100 ml infüzyon 10 dakikada uygulandı. İnfüzyon bitiminde, KTA, SAB, DAB ve SpO2 değerleri ölçülerek kaydedildi. Ameliyat odasına alınan olgulara uygulanan rutin monitörizasyona ek olarak EKT uygulaması için elektrodlar alnın her iki yanında, saçsız deri üstüne yerleştirildi.

Tüm olgulara 0.7-1 mg/kg dozunda propofol uygulandıktan sonra maske ile %100 O2

solutulmaya başlandı. Sağ kola pnömotik turnike uygulanarak 200 mmHg olacak şekilde şişirildi. Bu uygulama ile kolun kan dolaşımını izole edip motor kasılmanın değerlendirilmesi sağlandı. Kas gevşemesi için süksinilkolin 0.08 mg/kg dozunda iv olarak uygulandı. Kas gevşemesinin sağlanmasının ardından EKT ile uyarı verildi. Turnike uygulanmış olan sağ kolda önce tonik sonra klonik kasılma gözlendi. Olguların propofol ile indüksiyon sonrası, EKT pik değeri (konvülsiyonun klonik zamanında) ve izleyen (5 ve 15. dakikalarda) KTA, SAB, DAB, SpO2 değerleri ölçülerek kaydedildi. EKT sırasında oluşan konvülzyon süresi

kaydedildi (dakika). Olguların spontan solunumlarının geri dönme zamanı (dakika), göz açma zamanı (dakika) ve kooperasyon zamanı (dakika) kaydedildi. Olgular, ayılma odasında 30 dk süreyle takip edildiler. Genel durumu stabil olunca bu sürenin sonunda servislerine çıkarıldılar.

İstatiksel değerlendirme Trakya Üniversitesi İstatistik ve Çeviri Bürosunun AXA507C775506FAN3 seri numaralı ISTATISTICA AXA istatistik programı ile yapıldı. Ölçülebilir veriler için tanımlayıcı istatistik olarak aritmetik ortalama ve standart sapma (X±SD) verildi. Normal dağılıma uygunluk testi yapıldıktan sonra (tek örnek Kolmogorov-Smirnov testi) normal dağılanların gruplararası karşılaştırmaları için tek yönlü varyans analizi; diğerleri için Kruskal Wallis varyans analizi uygulanmıştır. Anlamlı fark çıkanlar için ANOVA ‘dan sonra ikili karşılaştırmalar için Bonferroni t testi; Kruskal Wallis Varyans analizinden sonra Mann Whitney U testi yapıldı. Grupların kendi içindeki kıyaslamaları için eşleştirilmiş dizilerde t testi uygulandı. Niteliksel veriler için (cinsiyet) tablolar yapılarak Pearson X2 analizi uygulandı. p< 0,05 istatiksel olarak anlamlı p< 0.001 ileri derecede anlamlı kabul edildi.

(32)

BULGULAR

Çalışmamıza Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nda takip edilen 24 olgu rastlantısal olarak dahil edilmiştir. Tüm olgular çalışma için oluşturulan ve esmolol, verapamil ve kontrol olarak ayrılan üç gruptan herbirine değişik EKT seanslarında ikişer kez dahil edilmiştir.

Çalışmaya dahil edilen olguların yaş ortalaması 39.81±15.05 yıl olarak bulunmuştur. Olguların 17 tanesi kadın, 7 tanesi erkektir. Vücut ağırlık ortalamaları 71.62±12.18 kg olarak bulunmuştur (Tablo 2).

Tablo 2. Olguların demografik özellikleri (ort ± SD)

Cins E/K 7/17

Yaş (yıl) 39.81 ± 15.05

Ağırlık (kg) 71.62 ± 12.18

HEMODİNAMİK VE SpO2 VERİLERİ

Kalp Tepe Atımı (atım/dk)

Olgulara ait KTA değerleri Tablo 3 ve Şekil 3’de gösterilmiştir.

Başlangıçtaki KTA değerleri Grup I’de ortalama 90.72 ± 12.74 vuru/dakika; Grup II’de ortalama 89.53 ± 15.82. ± 14.40 vuru/dakika; Grup III’de ortalama 89.27 ± 12.59 vuru/dakika bulundu. Gruplar başlangıçtaki KTA değerleri açısından karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p> 0.05). İlaç sonrası hemodinamik değerler Grup

Referanslar

Benzer Belgeler

Allah’ın (c.c), Peygamberler Dışında Bazı İnsanları Tercih Etmesi: يفطصا fiili, yüce Allah’ın iradesiyle bağlantılı olarak O’nun peygamberler dışındaki

Ondokuz çalışma ve 936 hastayı içeren sistematik bir derlemede intraoperatif esmolol kullanımının intraoperatif analje- zik ve anestezik gereksinimini azalttığı,

OAB’ larının grup içi karşılaştırmasında ise deksmedetomidin grubunda tüm ölçüm zamanlarındaki OAB değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir

Paralel ışık demetini dağıtma özelliği olan merceklere kalın kenarlı (ıraksak) mercek adı verilir.. İnce Kenarlı Mercek

Meyve suyunun pH değeri ile ilgili olarak uygulamalar arasındaki ve aşı kombinasyonları arasındaki farklılık istatistiksel olarak p≤0.01 düzeyinde önemlilik

Batmaz ve Tunca (2007) ise DYY‟lerin bölgesel belirleyicilerini 1992-2003 dönemi için VAR Modeli ve Eşbütünleşme Analizi ile tahmin etmeye çalışmış ve

Buna göre, her iki kesimde de kayıt dışı istihdamın yıllara göre artma ve azalmalar gösterdiği, ancak genel olarak, son dönemde tarım dışı sektörde

William Peleth ‘Cello’ isimli kitabında şöyle bahseder; “ Kendilerini “kemancı” olarak kabul eden viyolonsel icracıları ( her ne kadar ‘bass violin’ icracısı