o İ <
1Q11 de
Paris ten İstanbul'a dönen ■ ■ Yahya Kemal'in adını Yakup Kadri işitmemiştir bile. Sokakta karşılaştığı tık nazca genç adamı, kendisine “büyük edebiyat üstadı” diye tanıtırlar. Yakup Kadri
Bey de latife edildiğini sanarak, gülerek el sıkar ve sonra uzaklaşır gider. Ne var ki aynı günün akşamı, bir kez daha Yahya Ke mal'den söz açıldığında, o tıknazca genç adamın Fransa'dan yeni döndüğünü, her biri altın değerinde şiirlerle edebiyat evreni mizi altüst edeceğini işitir; çok şaşırır.
Yahya Kemal'in ünü birdenbire parlaya caktır zaten. 2 Aralık 1884'te Üsküp'te doğ muştur. Asıl adı Ahmet Agâh'tır. 1902 baha rında okuyup yazsın diye payitahta gönde rilmişse de, hürriyeti seçenler arasına ka rışmayı yeğleyerek Paris'e kapağı atar. İs tanbul'dayken, Mehmet Agâh imzalı şiirler yayınlamıştır. Bütün kaynaklar, Albert So- rel'in tarih derslerinden çok etkilendiği ko nusunda birleşir. Daha önce Korent'ten, Herkülyanom'dan, Akropol'den söz açan şair artık, “kendi memleketinin muhteşem
mazisine” eğilmek ihtiyacını duyacaktır.
Bu tarih tutkusu söyleşilerine yansır. Onunla görüşmek fırsatını bulanlar, Osmanlı tarihini ömre bedel bir anlatımla dile getirdi ğini ileri sürmüşlerdir. Münevver Ayaşlı bu konuda heyecana kapılır: “O yeni baştan
bir yanardağ gibi Osmanlı tarihini anlatı yor. Osmanlı tarihinde geçmiş en küçük hadise bile, onun dilinde bir destan, bir efsane, bir şehname oluyordu.”
Paris bulvarlarının sanat ve bohem ezgi lerini yıllar yılı dinlemiş, genç adamın sanat-Park Otel kuruluşu, öyküsü, salonları ve konuklarıyla, İstanbul'un birinci dereceden tarihi
eserleri arasındaydı bize sorarsanız. Oldu bitti sonucu yıkılan kunt yapıdan arta kalan eşyayı, çok tuhaftır, tarihi eserlerin korunması konusunda ses yükseltenler, haraç mezat satın almışlardır.
Ahmet Hamdı Tanpınar, Yahya Kemal'i neoklasik, hatta klasik bir tutum içinde görür ve “ Hakikatle o bizim klasiğimizdir“ der. Şair, pek çok yeniliği yansıtmasına rağmen, geleneğe bağlı kalmış, bir edebiyat mirasından yararlanmanın yollarım aramıştır.
Selim İLERİ
Kemal’i!
zffîff/ffm'/f/Mffffm;.
'smmmmimmssumsmMHmmmmmimmsm:
2 A ralık 1884’te Üsküp’te
dünyaya gelen Yalıya Kemal,
1 Kasım 1958 günü hayata
gözlerini, kapamıştı.
Ünlü şairin,
Hisar’daki mezarının
ziyaretçileri, bugün
yok denecek kadar az.
Park Otel yıkılm ış,
Beyoğlu’ndaki Büyük
Kulüp kayıplara
karışm ış; yapayalnız
şair hayatlarından da
saltanatlar, ebediyyen
el ayak çekmiş.
4 Hürriyet PAZAR-tâki, tarih yorumundaki bilgisi dilleri yormak
ta, kıskançlıklar uyandırmaktadır. O ki, ondan bir soyluluk anıtı gibi konuşulmak-ta, kıskançlıklar uyandırmaktadır. Ö kadar tadır. Gelgelelim, Yakup Kadri sonradan ya kın arkadaş olacağı şairimizi çekiştirmek ten kendini alamaz: ‘‘Tombul vücudu, gü
zel, ama çizgileri kalın başı ve tutuk, do nuk haliyle Paris'ten, Quartier Latin'den değil, Osmanlı ülkesinin uzak vilayetle rinin birinden gelmiş herhangi bir taşralı genci andırıyordu.”
O günlerde, Yahya Kemal edebiyat, tarih ve uygarlık tarihi okutmaktadır. Ulusçuluk çalışmalarıyla yakından ilgilenir, konferans çılar arasında boy gösterir, 1922'ye kadar İstanbul'da kalır. Milli Mücadele'ye katılışı da 1922'ye rastlayacaktır Eğil Dağlar'da derlenmiş yazıları, Kurtuluş Savaşı'nın ne denleri üzerine yetkin bir belgedir Şair önce Ankara'dadır, sonra müşavir sıfatıyla Lozan'a gider. 1923'te Urfa mebusudur. 1926'da Varşova, 29'da Madrid Elçlliği'ne atanır. Dış görünümü açısından renkli bir ha yata tanıklık ederiz.
1931'de hem Madrid, hem de Lizbon el çisi, 1934'te elçilikten ayrılış ve Tekirdağ me busu seçiliş; 42'de seçimi kazanamayan Yahya Kemal mebusluktan ayrılır. Bu kez Cumhuriyet Halk Partisi sanat danışmanlı ğına getirilmiştir. 43 ara seçimlerinde İstan bul mebusu olur. 46'da bir kez daha seçim leri kaybeder 48'de İnönü Şiir Mükâfatı'nı
Hayal Şehir'iyle kazanır ve Pakistan Büyü
kelçisi olur. Ertesi yıl emekliye ayrılır. Oysa, hep derbeder ve yalnızdır şair. Ya kup Kadri gençliklerinin para sıkıntısı içinde geçtiğini söyler. Tabii, bu sıkıntı o günlerin refah anlayışıyla koşutluk kurularak düşü nülmelidir. Yakup Kadri'nin annesinden sağ lanmış ufak tefek yardımlarla, o da arada bir olmak üzere, Belvü Oteli'nin “kazinosu”na gidilir, birkaç bardak bira içilir, Beyoğlu'na çıkılır, bir Fransız lokantasında bifteği ve şa rabıyla akşam yemeği yenilir. Bunlar pek lüks sevinçlerdir.
Yakup Kadri'miz, bir yandan da Çam- lıca'daki bir Bektaşi Tekkesi'ne devam et mektedir. Tekkedeki kıvrak sahneleri Yahya Kemal'e anlatmış, hatta bir gün de onu ya nına alıp Çamlıca'ya gitmiştir. Aksi gibi Nev ruz günüdür ve Nur Baba yazarı Yahya Ke mal'in Quartier Latin'de ömür sürüp sürme diğini de o an algılar. Nevruz ayini dolayısıy la tekkeye yaşı geçkin hanımlarla işçi, esnaf takımı da üşüşmüştür. Ürperiş
ler, göz süzüşler, gizli söyleşiler uman Yah
ya Kemal, neye uğradığını şaşırır. Üstelik ayağından kunduralarını çıkarmak zorunda kalmıştır. Hele bir de bağdaş kurmak gere kince, dayanamaz, arkadaşının kulağına şöyle fısıldar:
“Yakup'çuğum, bütün bir geceyi bura da nasıl geçireceğiz? Bu BizanslI kadın yüzleri, bu Yeniçeri döküntüsü adamların pos bıyıkları karşısında?”
Av partisinde
bir se fir
Neyse ki, Madrid'de ispanya Kralı XII Alfons, şairimizi yine alafranga havalara çe kecektir. Evet, kralın av partisi için dediko dular, hasetler, meraklar aylar öncesinden tezgâh kurmuştur. Bakalım bu sene, XII. Al fons kordiplomatikten yanına kimleri ala cak? Kimlere iltifat edecek? Trende masa sına kimi oturtacak? Ve benzerleri - ve ben zerleri...
Biz Münevver Ayaşlı'nın yalancısıyız. Kral hem gidişte hem dönüşte, masasına Yahya Kemal Bey'i davet ediyor. Bu kadarla kalsa yine iyi; Hariciye Nazırı'nı çağırıp, tı patıp şöyle diyor:
“Ben de böyle bir sefir isterim. Bu Türk sefiri gibi İspanya sefiri isterim. Bütün Türk tarihi Türk sefirinin başının içinde, vatanının aşkı da kalbinde...”
Kral iltifatları bile Yahya Kemal'e yetme miştir Yine Ayaşlı burada tüyler ürpertici bir açıklama yapar ki, şairimizin Paris'e hür riyeti seçmek isteğiyle gidip gitmediği iyice bulanık bir anlam edinir. Bayan Ayaşlı'nın hastası vardır ve Büyükada'da ikamet et mektedir. Bir sabah erken saat Ada'da Ku lüp bahçesinde oturan Hanımefendi, siyah kostümü ve siyah kenarlı şapkasıyla Yahya Kemal'in yaklaşmakta olduğunu görür. 1944 yazındayız; şair pek içtendir bu sabah. On yedi yaşındayken payitahta 500 altınla geldi ğini söyler. Lâkin İstanbullu paşazadelerin asaleti sinirini oynatmıştır. Bütün rahatı kaç mıştır. Kulak misafiri olalım şimdi:
“Oturmaları başka, konuşmaları baş ka, aralarında şakalaşmaları başka, gi yimleri kuşamları velhasıl her şeyleri ben den başka. Benden çok daha az zeki, fa kat ben onları çok zeki görüyordum; ben den çok daha parasız, adeta züğürt. Fa kat, ben onları çok zengin görüyordum. Terzilerini sordum, Bother dediler; gittim, Bother'den kostümler yaptırdım. Gömlek- çilerini sordum, Kolaro dediler, gittim, Ko- laro'dan gömlekler aldım. Olmadı, olmadı, onlar gibi, olamadım, olamadım... İyice an ladım ki, İstanbul'a Niş ten değil, Paris'ten
gelmek lazım imiş, ben de doğru Paris'e gittim.”
Ün aylasının çevresinde çekememezlik- ler her zaman başrol oynar. Şiirlerinin pek de öyle övgü toplamadığını fark eden Mithat Cemal Kuntay, kitapsız Yahya Kemal için söyler: “Adı var, ama eseri yok!” ikisi kar şılaştıklarında Yahya Kemal yanıtlıyor:
“İşte, senin en güzel eserin, bu sözdür. Bu sözü sakla, üst tarafını at."
Öfkesi geçmemiş olmalı ki, Mithat Ce- mal'in Üç İstanbul'u otuz günden beri tef rika edilmekte, artık tahammülümüz kal madı diye sesler yükselmekteyken, şairimiz bir kez daha sahneye fırlıyor: “Ben onun
şiirine otuz senedir tahammül ediyorum. Siz neşrine otuz gün tahammül edemiyor sunuz!”
Şiirleri bütün yurtta olay yaratır. Yahya Kemal'se bu şiirleri bir kitapta davşirmeye bir türlü razı olmaz. Yaşamı boyunca karar sız kalacaktır artık, öte yandan, bazı kurnaz kişiler, on beş yirmi şiirini bir araya getirip, sözüm ona şiir çözümlemesi, şiir tahlili adı altında Yahya Kemal kitapçıkları hazırlarlar ve kazancı da ceplerine indirirler. Yahya Ke mal çok kızmakla birlikte, bir şey yapamaz. Bunun üzerine hayranları eserin bir an önce yayınlanmasını isterler. Sabık Mısır Hı divi Abbas Hilmi Paşa'nın damadı Kıbrıslı Şevket Bey on beş bin adet kitabın kâğıt ve matbaa giderlerini karşılamak üzere avans vermek ister. Benzeri öneriler birkaç kez yinelenir. Görüşmeler, tartışmalar, düşünüş ler o kadar uzar ki, tasarı hep gerçekleş meden kalır.
Yahya Kemal şiirlerini üç cilt olarak top lamak düşüncesindedir, ilk ciltte gününün Türkçeşi'yle yazdığı eserleri Kendi Gök
Kubbemiz adıyla yayımlayacaktır. İkincisin
de Divan gazelleri tarzındaki verimleri yer alacak ve bu eser de Eski Şiirin Rüzgârıyla unvanını taşıyacaktır. Rübailer ise kendi rübaileriyle Ömer Hayyam'dan tercüme et tiklerini içerecektir. Ölümünden sonra bu ki taplar okura sunulur.
■ P ark Otel d e...
40'lı yılların sonlarında şairimiz Park Otel'de yaşamayı seçer. Evi barkı yoktur.
Adile Ayda, Böyle İdiler Yaşarken... inde Yahya Kemal'in Park Otel'de, “etrafına top ladığı geniş çevre üzerinde edebi saltanat sürmekte” olduğunu saptamıştır. Ayda, 2 Haziran 1947 tarihli Cumhuriyet Gazetesi' nde “ şairin kişiliği ve sanatı hakkında geniş bir etüd” yayınlamıştır; 11 Ekim 1947'de şairle araştırmacı Beyoğlu'ndaki Büyük Ku- lüp'te görüşürler...
İstanbul, kendisini çok sevmiş şairi bir heykelle anmak ihtiyacını duymuştur. Yahya Kemal, birçok şiirinde İstanbul'u dile getirdiği gibi, kentin mimarisiyle ilintili görüşlerini de yazmış, bu yazılar “ Aziz İstanbul” adıyla ı kitaplaştırılmıştır. * *
f t
X
“Şair beni büyük nezaketle karşıladı. Çok itinalı giyinmişti. Zarif giyinişi, zarif gülümseyişi ile çelişkili olarak, duruşunda ve hareketlerinde bir çeşit hantallık vardı. Çünkü hayli şişmandı ve göbekli idi. Tu haftır, büyük sopranolar ve büyük şairler çok defa şişman olur...”
Park Otel ziyaretçileri arasında yer almış Sermet Sami Uysal'ı unutmayalım. Uysal, ziyaretlerini bütün bir kitapta kaleme getirir. Yaşlı Yahya Kemal'i sözünü esirgemez bir tavır içinde görürüz, örnekse, ulu şair Ha- mit konusunda ilginç ididalar ileri sürer. Hp- mit'i Londra'da görmüşler:
“EveL cok zarifti. Fakat kafası hâlâ şarklı idi. konuşurken anladım ki, ne İngil tere'nin ne de Avrupa'nın büyük şairlerini tanıyor. Nitekim, İlhan Turhan (Hamit'in pi yeslerinin adları) bunun misalidir. Evet, Hamit Bey beni ısrarla içki içmeye davet etti. Gittik... Fakat Hamit Bey içki içince, çok değişiyordu. Bilhassa adi bar kızla rına fazla sataşıyordu. Ne ise bu bahsi kapayalım.”
Bahsi kapatmadan önce ekleyelim ki, Abdülhak Hamit'le Yahya Kemal'in perileri hiçbir zaman barışmamıştır. Hamit'in salo nuna devam eden Hayal Şehir şairi han diyse yok muamelesi görmüştür.
Vefakâr Abdülhak Şinasi, Hamit'in hoş lanmadığı şairi ömrünce saygıyla anmıştır. Son günlerinde de yanındadır. Yahya Kemal pek hastadır ve İstanbul'da Cerrahpaşa Hastanesi'ne yatırılmıştır. Ziyaretçileri ara sında Nihat Sami Banarlı'yı. Ahmet Hamdi Tanpınar'ı, Cahit Tanyol'u. Münir Nurettin'i sayabiliriz; herkes üzgün ve kaygılıdır. Yah ya Kemal nedense Bâki'yi anmaktadır. Dev rinin en saltanatlı şairi de ölüp gitmemiş midir?.. Bunalım kertesinde sıkıntı duyan şairimiz, “tekrar elbiselerini giymek ve po tinlerini giydirtmek” ister, hastaneden çıkıp Park Otel'deki odasına dönmek niyetin dedir. Derken durum ağırlaşır, Bâki'nin “Al
lahadır tevekkülümüz, itimadımız” dizesi
son kez dudaklarından dökülür ve Yahya Kemal de 1 Kasım 1958 Cumartesi günü bu dünyaya gözlerini kapar.
Belki de çoktan beri ölümü özlemiştir:
“Hülyası kalmayınca, hayatın ne zevki var?/Bitsin, hayırlısıyla, bu beyhude son bahar...”
Hisar'daki mezarının ziyaretçileri bugün yok denecek kadar azdır. Park Otel yıkılmış, Beyoğlu'ndaki Büyük Kulüp kayıplara karış mış; yapayalnız şair hayatlarından da salta natlar ebediyyeri el ayak çekmiştir.
“ Rindlerin ölü m ü ” şiiri yayınlan dığında, Abdülhak Şinasi Hisar, “ ölüm asude bahar ülkesidir ij bir rinde / Ruhu her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter / Ve serin serviler altında kalan kabrinde / Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter!” mısralanna vurulur. Şaire bu kıtanın “ sonuncu gün” mezar taşırfa hak ettirilmesi gerektiğini söyler... H ürriyet PAZAR 5
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Ta h a Toros Arşivi