Pazar mahalIÎricİe
köylülerle hasbıhal
İzmir gibi büyük şehirlerin nab zım yoklamak güç. İzmir Vilâyeti nin Tire, Ödemiş, Bergama gibi yir mi bini aşan, yirmi binlik, yirmi bine yakın kaza merkazleri de b i rer küçük şehir heybetinde. Tor balı kazasının ismi bana bir köy munisliği veriyordu. Sanıyordum ki orası küçük bir kasabadır. İki saatlik otomobil seyahatinden sonra kaza merkezine vardık. Meğer o - rası, ne şehir, ne kasaba, ne de köymüş. Torbalı, Tepekey, Ertuğ-
\ rul isimlerinde üç köy dizisinin bir araya gelmesinden doğan bir kaza merkezi. Kazanın belediye hududu beş buçuk kilometre boyunda ve iki kilometre eninde olduğu için
İsm a il Habib
_____ Y a z ıy o r______
belediye sekiz kilometre karelik bir sahaya hükmediyor. Anlı şanlı bir şehir sahası.Oraya perşembe günü kuşluk vakti varmıştık. Meğer perşembe Tepeköyün pazarı imiş. Yakın u
2
« C U M H U R İ Y E T »i n B Ü Y Ü K R Ö P O R T A J I :
Pazar mahallinde
köylülerle hasbihaî
t — Baştarafı 1 inci sahifede —
i zak elli kadar köyden beş altı bin
. köylünün toplandığı bir pazar yeri. Vaktin henüz erken olmasına rağ- . men kalabalığın çokluğu işittikleri- ( min doğruluğunu ispat ediyor. U - , zak köylerden gelenleri otobüs
lerle trenler taşımaktadır.
Oraları iyi bilen arkadaşımla p a zar mahallinin Gösterişlice bir kah- f vesine gittik. Kahvehanenin içi de,
İsmailÎHabib
_____ Y a z ıy o r
-dış çevresindeki saçak altları damasa masa, öbek öbek köylülerle dolu. Biraz uzaktaki bir kümenin i-inde bir delikanlı dikkatimi çek ti. Yirm i beş yaşlarında, sempatik, temiz yüzlü, sırtındaki cepkeni yepyeni. Arkadaşımı görünce ya- nmrza geldi. Birbirimize takdim e -
i dildik;
Adı Mehmed Emin Koyuncu. Sağlık istasyonu taraflarında 700 [ hektarlık bir çiftliği varmış. Asıl I işi- koyunculuk yapmak. . Arkada
şım ; «Gençliğine bakma, her şeyi kendi cehdile kazandı» diyor. «Han gi partidensin?» diye sorduğum za man: «Ben askerim, bir kaza g e- . çirdiğim için bir yıllık hava deği
şimi verdiler, askerler siyasete ka rışmaz, şimdi tarafsızım» dedi.
Bizim K oyuncu belli ki askerlik şerefini her şeyin üstünde gören bir şuura sahih.
«Şimdiye kadar yapılan işlerden en çok memnın olduğun nedir?» diye sorduğum zaman, «hepimizi en çok sevindiren şu uçsuz bucak sız bataklıkların kurtuluşudur» de di ve bütün bir gönül ferahlığı ile anlatıyor; «Bu yerler bize eskiden sadece sıtma veriyordu. Şimdi dö nüm başına iki yüz kilodan fazla pamuk veriyor. Beş para etmiyen toprakların dönümü üç yüz liraya yükseldi.»
— Ama ve lâkin...» durakladı. Belli hoşa gitmiyecek bir şey söy- liyecekti. «Çekinme, dedim, ben de senin gibi tarafsızım. Ne partiler denim, ne devlettenim, kendi başı ma sîzleri dinlemek için dolaşıyo rum.» Arkadaşım da hakkımda te minat verinae derdini açıkladı: «— Büıtün bu topraklar kazanıldı ama, dedi, kazananlar göçmenler oldu. Halbuki bizler ömürlerimizce bu bataklıkların sineğini çekmiştik. Topraktan istifade hakkı sineği çe kenin mi olmalıydı, yoksa buraya yeni gelenin m i?»
Mehmed Emin Koyuncu, yalnız sempatik değü, zeki de. İyi konu şuyor. Son suali ile karşısındakini haptettiğine emin bir tavır aldı. Bereket arkadaşım sayesinde evvel den bu mevzuda epeyce aydınlan mıştım: «İyi ama Koyuncu, dedim, senin 700 hektarlık toprağın var. Devlet, vatanımıza gelen bu za vallı göçmenlere böyle bataklıktan kazanılmış toprağı vermesin de top rak sahihlerinin elinden alıp da mı versin?»
En yakın masadakiler de sohbete karışarak içlerinden biri: «Beyim onun da hakkı var ,senin de, dedi: o bataklıkların kurutulmasile ne siller sıtmadan kurtuldu. Bundan büyük nimet olur mu? Sonra bu göçmenler yerlileri ortak alıyorlar. Bu suretle kısmen bizim de istifa demiz oluyor. Bütün biz rencberle- rin asıl memnunluğumuz bankalar dan istediğimiz gibi yardım görme mizdir. Allah razı olsun bu yüzden her güçlüğü kolaylıkla yeniyoruz.»
Kırklık gibi görünen bu babacan adamın yaşmı sordum. * Ellilikmiş. Adı Cemal Girgin. Çaybaşı
kövün-den. Çiftçilik yapıyor. Yanında alt mışlık gibi görünen arkadaşile ko nuşmağa başlıyorum. Yaşı elli beş. Adı Ömer Veliş. Mevzuu partilere naklediyoruz. Kendisi Demokrat Partiden. Ama öyle körü körüne partici değil: «Bize iş görecek a- dam lâzım, dedi, elime verilen lis tede bir şeye yaramıyacak adama rastlarsam onu siler, yerine güven diğimi yazarım» dedi.
Etrafımdakilere partilerin vazi yetini sordum: Hepsi bir ağızdan anlatıyorlardı. Kardeşlerin biri Demokrat, diğeri Halkçı. Ama gene can ciğer kardeş. Hattâ karı koca arasında da bu hal görülüyormuş. Hele bu son nokta dikkatimi çekti ği için «isimleri ve soy adlarile m i- ■şal verir misiniz?» dedim. Güldü
ler: «Aman beyim, bunu hem sor mayın, hem biz söylesek yazma yın, karısını kendi partisine geçi- remediğinden kılıbık diye adam cağızı sonra herkes alaya alır!»
iki gün sonra Tireden Ödemişe trenle giderken kompartımanda Ö - demiş Halkevi reisi Kaya Bengû- soya rasladım. Ağabeyisi Galata saray lisesinden talebemmiş. Huku ku bitirip avukatlığa yeni başlıyan bir gene. Kompartımanda dört köylü daha var. Alâkalarını çeke cek Zeybek hikâyeleri anlatarak çabucak kaynaştık. Partiler arasın daki dostluk veya düşmanlık cihe tini inceleyip duruyorum. Tren Derebaşı köyü istasyonunda du runca hepsi birden yanyana iki evi gösterdiler. Köyün en ileri gelen iki kardeşe aid iki ev. İki karde şin biri Demokrat, öteki Halkçıymış. Ödemişin Adagide köyünden Be kir Çevik önce köylerinin ehem miyetini anlattı. Beş bin nüfuslü köyün elektriği, belediyesi, posta nesi, şehir suyu var. «Bizim köy hep Halkçı, dedi, Demokratlar an cak 50 kadar.» Aynı köyden Mus tafa Özel; «Evvelce Demokratlar biraz daha fazla idi, dedi, yüz ka dardılar, yarısı istifa etti.» 2500 nüfuslu Adagüme köyünden olan diğer arkadaşları da kendi köyle rinde Demokratların 20 kadar ol duklarını söyledi. Bizim Kaya Ben- gûsu: «Evet köylerde bizim Halk Partisi kuvvetli, fakat Ödemiş mer kezinde yarı yarıya gibiyiz» dedi.
Kendilerine dedim ki: «Bunun e- hemmiyeti yok, şurada biri fazla, ötede biri eksik olur. Mesele ara larında düşmanlık var mı yok mu bundadır.» Kaya dedi ki «Ödemiş te eczacı Necdet Incekara Demok rat Partinin idare heyetindendir. Halbuki babası Halk Partisinden.» Kompartımanda benim karşıma Tas layıp o zamana kadar hiç ses çıkar- mıyan zat kendini tanıttı: «Benim adım Said Sağlam. Ben Halkçıyım. Oğlum Mustafa Sağlam Demokrat ların gazetesi olan İlk Kurşun’u çı karır. Baba oğul aramızda tatlı tâtlı münakaşa ederiz.»
Bu milletteki asil gövdenin ne sıhhatli bir olgunluğu olduğunu iyi bilmeliyiz.