Mutluluğun
resmi
Abidin
Dino
hayatını
anlatıyor
Andre Velter (France Culture Radyosu / Paris 1991) konuştu, Ferit Edgü yazdı, Güzin Dino özel fotoğraf arşivini açtı
Güzin ve Abidin Dino. 1950 başlarında, Tosun Paşa Köşkü'nün bahçesinde. Sovyetler Birliği nde film stüdyolarında 3 yıl çalışan Abidin Dino, havanın gittikçe ağırlaşması sonucu ülkeden aynlıyor.
dizi
Rus kadınlarının
kanatları altında
ünlük işiniz neydi o sıralar?“Günlük işim çok ça buk ve heyecan verici bir uğraşa dönüşmüş tü. Bunu Yutkeviç’in bir buluşuna borçluy dum. Belki biraz be nim de katkım oldu bu buluşta. Yutkeviç, bir filmi, bugün halen yapıldığı gibi bölüm bölüm çekmeyi bırakıp, tıpkı bir tiyatro oyunu gibi hazırlamayı düşledi. Yani filmin ba şından başlayıp sonuna değin, kesin tisiz, bölüntüsüz provalar yapıyor duk. Bu amaçla çok büyük bir me kanda bu iş için gerekli herşeyi, per de, döner sahne vb. gerçekleştirme görevi bana düştü. Benim işim, nasıl söyleyeyim ‘kadrajı’ hazırlamaktı..
Provalar sırasında filmi resimliyor dum. Sonunda tüm bunlardan ortaya çıkanları, değişik sosyal gruplardan kişilere gösteriyorduk. Bir filmin olu şum süreci üzerine anlatacak o kadar çok şey var ki. Çünkü sürekli değişi yordu, adı bile. Filme ‘Bahçevan’ adı veriyorduk. Bir de bakıyordunuz ‘Bahçevan’ ‘Madenci’ olmuş. Sonra unutmamak gerekir ki politik Doıı- baz’a yani maden bölgesine gidiyor
duk. Donbaz’da harika bir parti sek reteri vardı. Ama çok geçmeden Moskova’ya çağırıyorlardı, sonra da adam ortadan yok oluyordu. Böylece senaryo sürekli değişiyordu. Ve film de. Tabii halk düşmanlarına yer ver mek gerekiyordu filmlerde. Ama bu kavram pek berrak değildi. Herhangi biriydi halk düşmanı. Troçkistlerdi, her tür sözümona casuslardı, değişik görüşleri olan insanlardı. O sıralar halk düşmanı tarifine kimler giriyor sa senaryoyu ona göre değiştirmek gerekiyordu...”
-Peki nasıl sona erdiriliyordu bir yapıt?
“Çok basit; orkestraya, ‘Yeter çal ma artık’ deniyordu.”
-Peki s konusu bir film olduğun da?
“O da basit. Stüdyo yöneticisine, 'Kredileri kesin, çalışanları kapı dı şarı edin’ deniyordu. İşler böyle olup bitiyordu. ” (...)
Aylar süren çekimler
-Sizin görev aldığınız, bitirilmesi başarılan hangi filmler var?
“Bahçevan diye başlayıp sonunda Madenciler adını alan film. Diğerle rini böyle tek tek saymak olanaksız. Çünkü bir Sovyet filmi öyle birkaç haftada çekilemezdi. Aylar, aylar bo yunca devam ederdi, hatta yıllar bo yunca. Tabii Batıda olduğu gibi bu nun nedeni para değildi, tahmin ede ceğiniz, burada saydığım ve saymadı
ğım diğer güçlükler. Birincisi, ön ha zırlık dönemi ve senaryo sonrası. D ü zeltmeler, eklemeler, çıkarmalar. Müthiş bir zaman kaybıydı bu. Yut keviç’in yöntemi biraz da ondan doğ muştur. O, söz konusu yöntemle, fil mi daha çekmeden görünür kılmak istiyordu. Sürekli provalar yapıyordu. Bir başka sanatçıya gelecek olursak, (sanırım o daha da önemli biriydi sa nat alanında) onun yöntemi baş kaydı. Büyük tiyatro adamı Meyer- hold'tan söz ediyorum. Size Meyer- hold’ün büyük oyuncusu G arin’le olan dostluğumdan bahsetmiştim.
Meyerhold günün birinde Lenin grad’a geldi, ilk kez bir opera sahne ye koymak için. ‘Maça Kızı’ opera- sıydı bu. Ben, çok çabuk çizdiğim için aklıma bir fikir geldi. Mizanseni sap tamak için bir tür resimsel bir dil bul mayı denemeyi önerdim kendisine. Meyerhold, bana, ‘Çok güzel bir fi k ir/ dedi, ‘ben de zaman zaman dü şünmüşümdür. Bir mizanseni notla- mak için bir tür alfabe gerektirir.’
Çevremizdekiler. her provada bu lunma iznimi şaşkınlıkla karşıladılar. Böylece provalarda Meyerhold’ün yanı başında çalışmaya başladım. Madenciler’den sonra, Yutkeviç ilk kez, içinde Lenin’in bulunduğu bir film tasarısı geliştirdi. Filmin adı Tü fekli Adam’dı. Filmin baş kahramanı bir köylüydü. Ama Lenin’in kendisi de film süresince varlığını duyuruyor du. Yutkeviç bana Lenin’le ilgili tüm film ve fotoğraf belgelerini toplama
görevini verdi ve Lenin rolünü oyna yacak oyuncuya, Lenin kişiliğini ya ratmada yardımcı olmamı istedi. Y e niden Meyerhold’e dönüyorum. Bi raz oradan oraya atlıyorum ama ne yapalım bellek dediğimiz, bu yaşta böyle çalışıyor.
Meyerhold özel olarak bir konfe rans vermek üzere, Moskova'dan Le ningrad’a geldi. Yüzlerce kişinin önündeki konuşmasında, Verlaine’in bir dizesini Fransızca olarak okudu:
"La musique avant toute chose"
(Her şeyden önce müzik)
Bu cümle başlı başına bir progra mın işaretiydi. Kamuoyu önünde Jdanovizm'e kafa tutuyordu. Tabii bunu ağır ödedi. Daha önce vermiş olduğum Babel örneğinde olduğu gi bi, Meyerhold örneği de, inançlı bir komünistin sanat konusunda inandığı düşüncelerden ödün verme- yişinin bir örneğiydi. Hayatının son döneminde karısına ve kızına yazdığı bir mektup vardı ki, büyük bir cesa retle olup bitenleri bu mektupta dile getirmektedir.”
-Peki, bu arada Ayzınştayn ne ya pıyordu?
“Birçok konuda o belki diğerlerin den daha az dayanıklıydı. Ayzınştayn da büyük aydın cesareti olan biriydi. Ama öte yandan o mutlaka, ne paha sına olursa olsun bir şeyler yaratmak istiyordu.”
-Ayzınştayn’la birlikte çalıştınız mı?
Annemle babam
çok bağlıydılar
birbirlerine
A
nnemiz Saffet Hanım, çok sakin, biraz kibirli bir “İs tanbul hanımefendisi”.
Yüzü ciddi, güzel değil ama sanırsın kraliçe ya da bir Türkmen, boyunun anası (yoksa sahiden Ga zi Turhanlardan mıydı?) Ne olursa olsun enfes bir İstanbul Türkçesi ile [ konuşur, ucu incecik ve boş cigaralar içerek bal
landıra ballandıra hikayeler anlatır, incelikle konuşur, acelesiz. Dehşetli
güzel elleri, ayaklan, bacakları ve genç kız bedeni çelişir, baş rahibe ciddiyeti taşıyan yüz çizgileriyle. (...) Nazlı büyümüş, besbelli. Ne var ki, çocukluğu kısa sürmüştür. Onüç yaşında evlenmiş, ondört yaşında ilk çocuğunu doğurmuş. Çocuk ölmüş. Arkasından büyük aralıklarla beş çocuk daha dünyaya getirmiş: Ali, Arif. Leyla. Ahmet, bir de ben. (Er keklerin adları hep A ile başlar, Ley la için “A" sona konmuştur.) “A" tutkusu neden? Bilmiyorum. Rasih Bey’le Saffet Hanım çok bağlıydılar birbirlerine.
Annem, misafir yoksa akşamüstü
a.
Tular defterinden
kopuk sayfalar /
4
Y A Z A N
A B İ D İ N
piyano başına oturur, fasıldan fasıla geçerek keder)i alaturka havalar ça lar, hoş bir hüzün sarar hepimizi.
En sevdiği şey misafirliğe gitmek ya da misafir ağırlamak. İri taşlı yü zükleri vardır, rengarenk. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, yakuttan başlayarak iri pırlantaya kadar pey derpey satılacaktı hepsi.
Babam Rasih Dino
Kimi gün babamı, kütüphaneye dayalı, burada, küçük defterlerin üs tüne alt alta bitmez tükenmez ra kamlar dizdiğini, hesaplar yaptığını görür, sıkılıp çabucak çıkardım oda dan. Evin masraflarını mı hesap edi yordu? Yoksa bir gece önce gazino da rulette uğursuz çıkan sayıların sırrını mı araştırıyordu? Kim bilir? Birçok aşırı cömert gibi, babam, bir denbire aşçının pırasa satın alırken, görünüşe göre iki santim fazla sar- fettiğine kızar, bütün evde kıyamet kopardı, koridordan koridora, oda dan odaya... Sanırsın “divanı muha sebat” kontrollerinde.
Sait Paşa’nın İngiltere'den getir diği muhteşem atlı arabaya, gereğin
den iki misli para veril miş...
Pırasanın fiyatı bir yana, evin, çocukların, kendisi nin en çılgın masrafları na aldırış etmezdi as lında. (...)
Genellikle sinir lidir, bununla be raber gözleri tatlı, belki biraz acıklı. Kah fazla iyimser, kah fazla karamsar dır.Bıyıkları uzunca ve sarı.
Divan-ı Muhasebat R eis-« fiği yapmış olduğundan mı ne, kumarda nadiren ka zandığı, genellikle kaybettiği parayı kuruşu kuruşuna bilir? Hesap defterini cebinde taşır. H er oyunda dağıtılan kağıtları günlerce aklında tutar, rulet ma sasında. siyahla kırmızının şaşırt macalarını çözmeye çalışır, bir takım sonuçsuz, çarpacık hesap lara girişir böylece.
Yarın:
Dünyaya gelm ek gitmek kadar zor“Tanıyordum Ayzınştayn’ı, ama birlikte çalışmadık. O da benim eli min çabuk olduğunu bildiği için, kimi zaman belli bir konuyu seçip onun resmini yapıyorduk. Bu ortak çalış malarımıza ait Ayzınştayn, kendi elinden çıkma bir deseni adıma imza layıp bana armağan etmişti. Hala du rur. Altın Gözlü Kız adını taşıyor bu desen. ”
-Tüm bu anlattıklarınızda hemen hiç kadınların yeri yok.
“Doğru.”
-Peki, Leningrad'ta, Moskova’da çevrenizde hiç kadın yok muydu?
“Olmaz olur mu. doluydu. Eğer Rusya tüm felaketlere, bunların ara sına Stalin terörünü de katıyorum, karşı koymuşsa, bunu kadınlarına borçludur. Siz, böyle birdenbire ka dınlardan söz edince, birden ‘hamasi' bir cümleyle yanıtladım. Çünkü itiraf etmeliyim ki, kadınlar olmasaydı, o yıllarda başım binbir belaya girerdi Rusya'da. Çevremde bir tür koruyu cu melekler oluşmuştu. Çok garip ve açıklanması imkansız bir olgu. Biliyor musunuz tüm bunlardan, o günlerde söz ederken sanki bir başkasını anla tıyorum size.”
-Yirınibeş yaşlarındaki birinden... “Evet, hemen hemen.”
-Çevresindeki herkesin en genci, öyle mi?
“Evet, sanırım.”
-Öyle konuşuyorsunuz ki, sanki tüm hayatınız boyunca birilerinin koruması altındaymışsınız...
“Ama doğru bu. Kendiliğinden oluşan birşey bu. Bir şeyleri kabullen mekle, ‘itaat’ ile ilgisi yok. Belki tam tersi, çok bağımsız olduğum için. Öy le sanıyorum ki. bağımsızlık bu tür il gileri çeker.”
-Peki, resim çalışmalarınız, kişisel çalışmalarınız, orada, Leningrad’ta tüm bu görüp yaşadıklarınızdan son ra bir değişikliğe uğradı mı?
“Öyle sanıyorum ki. film çalışmala rında, çok sayıda kişiyi aynı anda gör meyi öğrendim. Kalabalık, büyük kompozisyonlar, devinim... Tüm bunlar arasında özellikle devinim bende öne çıktı. O sıralar çok az renkli resim yaptım, ama çok desen çizdim. ”
Ayrılık kararı
-Ne zaman ayrıldınız Sovyetler Birliği’nden?
“Hava gün geçtikçe ağırlaşıyordu Rusya’da. Önünde sonunda orada bir yabancıydım ve birtakım sanatçı ların dostuydum. Bunlardan birçoğu ortadan kaybolmuştu. Orada kal mam hem kendim hem çevrem için tehlikeli olabilirdi. Sovyetler Birli ği’nden böylece ayrılmaya karar ver dim. Ve 1938 yılında kendimi Paris’te buldum. Rusya’dayken tanıştığım Şu- tişkin adında biri vardı. Tüm dünyada resim koleksiyonu bilinen ve bugün Rus müzelerinin baş tacı ettikleri Pi- casso’ları, Matisse’leri Rusya’ya ka zandıran adam. Şutişkin'in bir yeğeni vardı ki, Doğu minyatürleri özellikle de Türk minyatürleri konusunda uz mandı. Ve Picasso'nun, G ertrude Steiıı'in ve bizim Ayasofya’daki Pro fesör Withemore'un büyük dostuydu. Paris’te beni ünlü kişilere gönderince bir kez daha kolaylaştı hayatım.
Yarın:
Çevre ünlü, cep delikT ah a T o ro s Arşivi