• Sonuç bulunamadı

Türk solunun yakın geçmişi:Mehmet Ali Aybar'ın anıları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk solunun yakın geçmişi:Mehmet Ali Aybar'ın anıları"

Copied!
12
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Gazetenin adı: Doğru Yol

İşçi liderlerini dinliyorum . İlk izlenim im yam an tartışm acı olduklarıy

Kurucular, “Seninle darağacına bile gideriz ”

deyince gülüşüyoruz,

Behice Boran'ın üyeliğine kurucular önce karşı çıktılar sonra

^ ■

kabul ettiler.

I y

İçişleri Bakanı Sükan, Çetin A ltan'a: “K im seN âzım H ikm et için

(en büyük şair) diyem ez ”

(2)

'Bir M İT ajanının tertibi

# D P ’nin tüzük çalışmalarına katılan solcular • Emekçi takımı,

aydınlarına alerji duyuyor # TÎP’e karşı şike parti: Çalışanlar

Partisi • Boran’ın TİP'egirişi, “müseccelsolculuğu’’nedeniyle

kolay olmuyor • Kozlu olayları ve Halil Tunç’un ihbarcılığı

# ‘ ‘Güleryüzlü sosyalizm' 'e karşı çıkanlar • Mihri ve grubunun

ayrılışı % Kıvılcımlı grubunun muhalefeti ve kopmalar % Av-

cıoğlu grubunun tepeden inmeci modeli • Ecevit, Deniz Gezmiş

ve arkadaşlarının kurtulabilmesi için yeni bir itiraza yanaşmıyor

sağcısı solcusu el ele

İnönü, neden 150 milyon dolar için ABD ile anlaştı?

(3)

YAZILAR:

TÜRK SOLUNUN YAKIN GEÇMİŞİ

MEHMET ALİ AYBAR’IN

A N IL A R I 1

Yayına hazırlayan:

K O R A Y DÜZGÖREN

B A Ş L A R K E N

Mehmet Ali Aybar, Türk p o litik yaşamı­

nın en re n k li kişile rin d e n biri. 80 yıllık yaşamının 45 yılı bağım sızlık, dem ok­ rasi ve sosyalizm m ücadelesi ile geç­ ti. Aybar d e n ild iğ i zaman bu üç kavram birden akla geliyor. Aybar, hem en her soruna bu açılardan yaklaşmış ve temel ilk e le ri iç in yılm adan m ücadele etm iş b ir eylem ve düşünce adamı. 1962 yı­ lında TİP'in başına g e ç tik te n sonra inandığı dü şü n ce le ri halka anlatm ak iç in T ürkiye’nin o yılla rd a ki p o litik ko ­ şullarında zorlu b ir uğraş verdi. Daha sonra gelişen TİP 1965 seçim inde Mec­ lis ’e İ5 m illetvekili sokabildi. TİP’in par­ lam entoya girm esiyle Türk siyasal ya­

şam ı renk kazandı. O güne dek ta rtış ıl­ mayan k o n u lar konuşulm aya başlandı. TİP, Türk siya si sahnesinde o yıllarda s ü re k li gündem de kaldı.

Mehmet Ali Aybar, iş te bu yazı d i­

z is i ile o dönem in zengin anılarını, il­ g in ç derslerini, bazı olayların b ilin m e ­ yen yanlarını bize aktarıyor. Aybar, yal­ nızca TİP’in ta rih in i anlatm ıyor. 1945’ ten bu yana T ürkiye’nin han g i aşam a­ lardan g e çtiğ in i, nereden nereye g e ld i­ ğini, ne g ib i sorunlar yaşadığını da göz­ le r önüne seriyor.

K.D.

ÇAKMAK'IN VE SERTEL’LERİN KURDUĞU İNSAN HAKLARI DERNEĞİ MUHALEFET YAPIYOR

Milli Ş e fe karşı

sağcısı, solcusu el ele

IH KİNCİ Dünya Savaşı’nın son günleri.

I

Türkiye’de tek partili “ Milli Şef” reji­minin sonu yaklaşıyor. Türkiye’yi sa­

vaşın dışında tutmayı başaran İnönü, belki de bu başarısından dolayı m üt­ tefiklerin gözünde makbul bir kişi sa­ yılmıyor. Gerçi ismet Paşa, Alman ge­ milerinin boğazlardan geçmesine göz yummuş, son anda Almanya ve Japonya ile diplomatik ilişkileri kesmiş, hatta savaş bile ilan etm işti ama bu jesti, Paşa’nın “demok­

rasi cephesine” hizmet aşkıyla yanıp tutuş­

tuğunu göstermiyordu.

İçerde de Paşa’nın durumu daha iyi sayıl­ mazdı. Halk savaş boyunca çok sıkıntı çek­ mişti. Ve haklı olarak bundan “Milli Şef” yö­ netimini sorumlu tutuyordu.

Ne var ki, İsmet Paşa şanslı insandı. Bel­ ki de şanslı oluşu fırsatları değerlendirmesini bilmesinden ileri geliyordu. Savaş sona erer­ ken, Amerika ve Ingiltere’nin Sovyetler Birli­ ği ile arası açılmaya başladı. Türkiye’nin sa­ vaş borsasındaki değeri birden bire arttı. Hele

Stalln’in boğazlarda üs ve Doğu’da sınır dü­

zeltmesi istemesi, İnönü’nün beklediği fırsat oldu.

MISSOURI ZIRHLISI GELİYOR

O günlerde Amerika da izleyeceği yeni po­ litikanın ilk adımlarını atmaya hazırlanıyordu. Savaş yıllarında pek yüksek bir düzeye ulaş­ mış olan ekonomisini, savaş bittikten sonra da aynı düzeyde tutmak ve daha üst düzey­ lere tırmandırmak yollarını aramaktaydı. Bu­ nun için iki yol planlamıştı. Birincisi, savaş­ tan bitkin çıkan Avrupa’nın kalkınmasına yar­ dım edilecekti. İkinci yol ise, Sovyetler Birti- ği’nin yayılmasına set çekilecek, askeri üs- lerle sarılacak olan Sovyetler’in savaştan ön­ ceki sınırları içine itilmesi için fırsat kollana- caktı. İsmet Paşa’nın Türkiye ekonomisi bit­ kin devletler arasındaydı. Üstelik Sovyetler­ le sınırı olan bir ülkeydi. Büyükelçi Ertegün’- ün naaşım getiren Missouri zırhlısı komuta­ nına, “Sizin gelişiniz, kuzey ufkunda biriken

kara bulutları dağıtıyor” biçiminde iltifa t et­

mesi, VVashington’da kulağa hoş gelen yan­ kılar uyandırmıştı.

Tek parti ve “Milli Şef” rejimi sürdürüle­ mezdi artık. Faşist ya da faşizan rejimlere kar­ şı dünya kamuoyu alerji duyuyordu. Bunca acı çekilmiş, bunca kurban verilm işti. Paşa, bunları bilecek durumdaydı. Önce bir nabız yoklaması yapmıştı. Falih Rıfkı, Ulus gazete­ sinde, Tarık Us Vakit’te kurulu düzeni savu­ nan yazılar yazdılar. Öteki gazeteler de göz­ leri Çankaya’da, kulakları kirişte, mevcut dü­ zeni eleştirmekten titizlikle kaçınıyorlardı. 1945’lerde Babıali Yokuşu’nda sadece iki ga­ zete Tan ile Vatan rejimi şurasından burasın­ dan eleştirmek cesaretini gösteriyordu. Va- tan’ın başında Ahmet Emin Yalman, Tan'da ise Zekeriya ve Sabiha Sertel vardı.

"KAĞIT ÜZERİNDE DEMOKRASİ"

O yıllarda İstanbul Hukuk Fakültesi’nde Devlet Hukuku doçentiydim. Sertel’lerle he­ nüz tanışmamıştık. Ahmet Emin Bey’i tanıyor­ dum. Vatan’da yazmamı önerdi. Yararlı ola­ bileceğini düşündüm, kabul ettim. Demokra­ sinin ne olduğunu, ne olmadığını anlatabilir­ dim. Hoş, bunu elbet baştakiler biliyordu. Ama yazılanlara, söylevlere, Falih Rıfkı’nın demagojilerine fena bozuluyordum. Toyluk. Bir yazı dizisi hazırladım. “Kâğıt üstünde

demokrasi” idi başlığı. İlki 24 Ağustos 1945’te

yayınlandı. Dostlar, “inşallah başına bir şey

gelmez” dediler. Fakülte çevresinde ise bir-

iki arkadaşın dışında tepki ile karşılandı. Ta­ bii sert karşı çıkmalar değil. İstanbul efendi­ lerinin bilmezlikten gelen suskun nezaketi bi­ çiminde bir tepkiydi bu... Ankara’dan sızan haberler de sert önlemlerin gecikmeyeceği merkezindeydi. Ankara’dan gelen bir dostu­

A s k e r l i ğ l s e v m e z d i Aybar’ın babası Tahsin Bey, asker olmakla birlikte güzel sa­ natlara yatkın b ir insandı. Resim yapar, keman ve ut çalardı. Kendi isteği ile emekli oldu.

| İsm et Paşa Missouri Zırhlısı’nın kom utanına, "Si­

zin gelişiniz, kuzey ufku nd a b irike n kara b u lu tla rı

d a ğ ıtıy o r" b iç im in d e iltifa t e d iy o r

■ 1 9 4 5 yılının Ağustos ayında Vatan gazetesinde

"Kâğıt üzerinde dem okrasi” başlıklı b ir dizi yayınla­

yan genç d o ç e n t Aybar'ın g ö re vin e son v e riliy o r

f D em okrat Parti kurucularından Refik Koraltan,

Kayseri'de askerlik yapan Aybar'ı ziya re t ederek

DP’ye girm esin i ö n e riyo r. Aybar kabul e tm iy o r

muz’ Saraçoğlu’nun, “ Hem maaş alır, hem aleyhimize yazar” dediğini, suyumun ısındı­

ğını söylemişti. Tam o günlerde Ankara’dan ilginç bir öneri almıştım. Dekan Sıddık Sami Onar’ı ziyaret eden Dışişleri Bakanı Haşan Sa­

ka Bey, “Sizi, Ankara’ya almak İstiyoruz. Dı- şişleri’nde size İhtiyacımız var, hukuk müşa­ virliğinde çalışırsınız, hocalığınızı da Ankara Fakültesi’nde sürdürürsünüz” dedi. Bu gibi

açmazlara alışık değildim. Ama saf da değil­ dim. Teşekkür ettim, İstanbul’da kalmak is­ tediğimi bildirerek dekanın odasından ayrıl­ dım.

GÖREVİNE SON VERİLİYOR

Dışişleri Bakanı ile görüşmemden kısa bir süre sonra, derse girmeye hazırlanırken, ha­ deme, “ Dekan Bey, sizi istiyor” dedi. Sıddık

Sami Bey hocamızdı. Galatasaray Lisesi’nde

de istatistik okutmuştu. Üzgün görünüyordu.

“Haşan Ali telefonla görevine son verdi” de­

di. O sıralarda yedeksubaylık yaptığım için, formalitelere falan da gerek olmadı. Çok geç­ meden Kayseri Tank Depo Komutanlığı em­ rine verildiğim tebliğ edildi.

Demokrasi savaşımı gittikçe kızışıyordu. Vatan gazetesine gönderdiğim yazılar yayın­ lanmıyordu. Ahmet Emin Bey askerken yazı­ larımın yayınlanmasının, gazete için sakıncalı olduğunu, demokrasi davasına zarar verece­ ğini anlatan nazik bir mektup yazdı. Tam o günlerde sakat bir genç adam beni buldu. Adı

Ösman Kavuncu’ydu. —Sonraki yıllarda une

kavuşacak Demokrat Parti iktidarının bakan­ larından olacaktı—. Haftada iki gün yayınla­ nan bir gazete çıkardığını ve benim bu gaze­ tede yazı yazmamı istediğini söyledi. Gaze­ tenin adı Doğru Y ol’du. “İmzasız mı?” diye sordum. “Hayır, imzalı” dedi. “Çekinmez mi­

sin?” dedim. “ Ç e k in m e m ” Herli Yakılarımı

Asker bir aile

5 Ekim 1908’de İstanbul’da doğdum. Oysa kim liğim ­ de 1910 yazar. Babam Tahsin, askerdi. Ama asker­ liğe pek ısınamamış. Aile geleneğine uyarak asker olmuş. GÖzel sanatlara yatkın b ir mizaca sahipti. Resim yapar, keman, ut çalardı. Çocukluğumun ilk anıları arasında kılıcı, nişanları, kalpağı ile hünkâr yaveri Tahsin Bey vardır. Boylu poslu yakışıklı b ir adamdı babam, Sultan Reşat’ın, Veliaht Yusuf İz­

zettin Efendi’nin yaverliklerinde bulunduktan son­

ra, Birinci Dünya Savaşı’nın başında Doğu Cephe- s i’ne atanmıştı. Savaş sona erince İstanbul’a dön­ dü. Konya'da 20. Kolordu emrine verildi. Ama irti­ bat subayı olarak b ir süre İstanbul'da kaldı. Yeşil­ kö y’de oturuyorduk. Babama Konya’dan şifreli telg­ raflar gelirdi. Bunlar Ali Fuat Paşa'nın (Cebesoy) şif­ releri idi. Babamla Ali Fuat Paşa kardeş çocukları­ dır. Şifreler, Mustafa Kemal Paşa'ya götürüldü.

sürdürme olanağı bulduğum için sevinçliy­ dim. Ama uzun sürmedi. Askeri mahkemeye verildim. DaHa sonra da beraat ettim.

DP VE SOLCULAR

Halk Partisi içinde muhalefet kanadının başını çeken, dört imzalı takririn sahipleri, Ba-

yar, Menderes, Koraltan ve Fuat Köprülü, Ata­

türk’ün Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Araş aracılığıyla Zekeriya ve Sabiha Sertel, Cami

Baykurt (Birinci TBMM’nin ilk İçişleri Baka­

nı) bir araya geliyor, yeni kurulacak partinin tüzük ve programı üzerinde çalışmalar yapı­ yorlardı. Şöyle bir soru akla gelebilir. Neden Sertel’ler Bayar ve arkadaşlarıyla işbirliğine yanaşıyorlardı?

O yıllarda hedef “Milli Şef” ve tek parti rejimi idi, bu rejimden kurtulmaktı. Herkes bunda birfeşfyordu. ikinci adım demokrasinin kurulmasıydı. Türkiye’nin çağdaş uygarlık yo­ luna girmesi için, öncelikle “ Milli Şef” reji­ mini noktalayacak adımların atılmasının zo­ runlu olduğuna inanılıyordu. Tan olayına ka­ dar Bayar ve arkadaşları, solculara karşı hoş­ görülüymüş izlenimi verdiler. Kimi solcular hatta Demokrat Parti’ye yazıldı.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

Mareşal Fevzi Çakmak, Zekeriya Sertel,

DP İstanbul İl Başkanı Kenan Öner, Tevfik

Rüştü Araş, Cami Baykurt’un kurucuları ara­ sında bulunduğu “İnsan Hakları Demeği” bu

işbirliğinin en canlı örneklerinden biridir. Tüm muhaliflerin tek bir cephe oluşturmaları gö­ rüşü DP için hazırlıklar yapıldığı günlerde yay­ gındı. “ Milli Şef’e karşı özgürlük savaşımı el

ele yürütülmelidir” gibi görüşler, daha çok

Demokratlardan geliyordu. Böyle bir öneri ba­ na da yapıldı. Kayseri’de askerlik yaptığım 1946 yılı başlarındaydı. Yazı yazdığım Doğru Yol gazetesinin sahibi Osman Kavuncu, Kay- seri’ye gelen Refik Koraltan’ın benimle gö­ rüşmek istediğini söyledi. “Buyursun ka­

rargâha” dedim. Tank Depo Komutanlığı’nın

bulunduğu Sivas O teli’ndeki küçük odada ağırladım müstakbel Meclis Başkanı ve De­ mokrat Parti kurucusunu. Koraltan heybetli gövdesi ile küçücük odaya zor sığınıştı der­ sek yalan olmaz. Tahta sandalye üzerinde ra­ hat olmadığı belliydi. Ama sesinin tonu gür­ dü ve nutuk çeker gibi konuşmasına karşın sempatikti. Refik Bey, “ Milli Şef” rejimine karşı tüm muhaliflerin işbirliği etmelerini, bu­ nun için de aynı çatı altında birleşmeleri ge­ reğinden söz ediyordu. Beni de Demokrat Parti’ye çağırıyordu. Kendisine özgürlükler re­ jim in i yaşatabilmek için, ayrı ayrı çatılar al­ tında olmamızın da şart olduğunu anlatma­ ya çalıştım.

YARIN: MİT

DÜZENLEDİĞİ

a i H ü i i f i t ş ı p

AJANININ

GÖRÜŞME

(4)

DİZİ YAZILAR!

TÜRK SOLUNUN YAKIN GEÇMİŞİ

MEHMET ALI AYSAR IN

A N IL A R I

Yayına hazırlayan:

_________ K O R A Y PÜZGÖ R EN

Fotoğraf : Yalçın ÇINAR

:1 n in D ü n k ü

4 *•**«*' -t44 £¿10?

a*ş„ ve V enidünya,, gazetelerile “G örüşler,»ck.

n asib aaîan ve 2 k ilab ev i nüm ayiş esnasında tahrik e hi ni

l e r g i î

I

[Mesele Parti Grupunan P i » * *

anlısında konuşuldu s

: ölçüleri nıpviuubabîs gazeteîerin .ketlerini olayda on büyük tahrik

vınfuru olarak mûtaloa ütüler

| ı -Xi ia »fl»et »**«* Ç

lia ra V î s“î ü« t a ¿ a t v a r i t r a f l Y « j â * w * '

<mn f»«ısa»*n4a*i H te fck m î

T o n Matbaası olayı 4 A ra lık 1945 sa b a h ı C H P ’n in y ö n le n d ird iğ i g e n ç le r, s o l­ c u o la ra k b ilin e n gazete, m a tb a a ve k ita b e v le rin i ta h rip e ttile r.

SOLCULARLA MAREŞAL ÇAKM AK İME GÖRÜŞEBİLİR?

SMET İnönü ve Halk Partisi çevreler

solcularla demokratların işbirliği yap malarından hiç hoşnut görünmüyorlar dı. Kalemşörleri gazetelerinde veryan sın ediyorlardı. İnönü, solcuların da ro alacağı bir muhalefete izin veremezdi El altından bir şeyler hazırlandığı söy leniyordu.

4 Aralık 1945 sabahı üniversite bahçesin de toplanan gençler yıkıp kırmak için gerek li araç gereçlerle donanmış olarak ve de yol boyunca “takviye kuvvetleri” alarak BabIali’ye akmaya başladılar. “ Komünistlere ölüm” di­ ye naralar atarak ilerliyorlardı. Doğru Tan Mat- baası’na saldırdılar. Bir kısmı büroları tahrip ederken, bir kısmı da balyozlarla makineleri kırdılar. Masalar, sandalyeler, daktilo maki­ neleri pencerelerden sokağa atılıyordu. Kâ­ ğıt ruloları yokuştan aşağı yuvarlanıyor ve yol­ lar denize kadar kâğıtla kaplanıyordu.

Saldırganlar daha sonra köprüyü geçip Beyoğlu’ndaki LaTurquie gazetesinin basıl­ dığı matbaayı tahrip ettiler. Bununla da ye­ tinm ediler sol kitaplar satıyor diye belledik­ leri bir-iki kitapçıyı kırıp geçirdiler... İstanbul’ da benzer bir olay yıllar sonra 6-7 Eylül’de ya­ şandı.

Devleti ellerinde tutan bey takımı, ancak denetimleri altında birdemokrasi(!)ye izin ve­ riyorlardı. Sola izin yoktu. Kurulacak sol par­ tile r kapatıldı. Demokrat Parti kurucularına ise İnönü, 12 Temmuz Bildirisi ile yeşil ışık yaktı.

DÜZENLENEN GÖRÜŞME

12 Temmuz B ildirisi ile sonuçlanan İnö­

nü - Bayar pazarlığı, demokrasinin sınırlarını

çiziyordu. Dış politikada birlik, teokratiıc sa­ ğa ve sola olanak tanımamak, ödün verme­ mek... Bu konularda Bayar’la anlaşan İnönü, Demokrat Parti’nin muhalefetini serbestçe yapabilmesinden yanaydı. Buna karşılık sa­ nırım İnönü’yü ve a ile sin i hedef alan

“yakışıksız” suçlamaların durdurulması bek­

leniyordu.

1946 seçimlerinde Mareşal Fevzi Çakmak da milletvekili seçilmişti. O yıllarda Mareşal’ in ağırlığını Demokratlardan yana koyması önemli bir olaydı. İnönü, Genelkurmay Baş­ kanı Fevzi Paşa’yı yaş sınırından önce emek­ liye ayırtmıştı. Buna fena halde bozulan Çak­

mak Paşa, politikaya atılmış ve Demokratla­

Aybar, er Yaşar

Kemal’le tanışıyor

LIK b ir bahar günü^Kayseri Ordu- evi’nin bahçesinde

güneşleniyor-___ dum. Posta, "Bir er seni görmek

istiyor” dedi. Ve az sonra uzun boylu, es­

mer, zayıf, buruşuk giysileri ile acemi bir er d ikild i karşıma. Merhaba ile asker se­ lamı arasında, e lin i kasketinin hizasına kaldırdı in d ird i ve gevşek b ir "esas vazi-

yeti”ne geçti. "Ne istiyorsun?" soruma

yanıt yerine koynundan b ir kart çıkartıp uzattı. Kart, Rasih lle ri’dendi. Ve karşım­ daki delikanlının adı Yaşar Kemal’di. Er­ tesi gün Niğde'ye sevkedilecekmiş, Kay­ s e ri’de kalmak istermiş. Neden Kayseri? Yürükler üzerinde b ir inceleme yapıyor­ muş da ondan. Pertev Boratav’ia çalışıyor­ muş.‘Hay di karargâha gidelim’ dedi m.Yol­ da beni şaşırtan b ir sürü laf etti. Kısaca özgeçmişini anlattı. Cin gibiydi. Çarıklı er­ kânı Harp... Karargâhta çayımızı içerken

Yaşar masanın üzerinde Yeni Gün dergi­

si gördü. O sayısında bir yazım vardı. Ya­ zının ortasına, çerçeve içinde b ir ş iir kon­ muştu. "Bahar indi Çukurova’nın düzüne” diye başlıyordu. Yaşar, "Bunu ben yaz­

dım” dedi. Güzel bir şiirdi.

Şehir kulübünde Yusuf Bey ve öteki arkadaşlarla o akşam da buluştuk. Yaşar’- dan söz etmedim. "Bahar indi Çukurova’­

nın düzüne" ş iirin i okudum ve "Bilin ba­ kalım bunu kim yazmış?” diye sordum.

Kimse bilemedi. Arkasından b ir tane da­ ha, bir tane daha okudum... Başta Yusuf

Bey, herkes çok duygulandı, çok merak

etti. Anlattım Yaşar Gökçeli’yi. Albay Yu­

suf Balkan, "Sabah viziteye yazılsın, ba­ na gelsin" dedi. Bu b ir komuttu. Yaşar’a

haber salındı. Yaşar viziteye çıktı ve Kay- se ri’de kaldı. Onu da aramıza aldık.

Yaşar titiz bir yazardı. Aynı öyküyü bir­

kaç kez baştan yazdığını bilirim . Yazdığı bir öyküyü okur, birkaç gün sonra aynı öy­ künün yeni biçimiyle gelirdi. “Böyle gider­

sen sen ortaya bir eser koyamayacaksın”

derdim.

M it alanının

düzenlediği

buluşma

lCHP'nin y ö n le n d ird iğ i gençler, 4 Aralık 1945 saba­

hı solcu gazetelere ve ya yın evle rin e h a d le rin i b il­

d iriy o r. M illi şef sola karşı sertleşiyor, buna karşılık

DP'ye yeşil ışık yakıyor

ı M e h m e t Ali Aybar, DP'nin m ille tv e k illiğ i ö n e rile ri­

ni sonunda kabul e d iyo r ve Bursa'dan bağımsız ola­

rak seçim lere katılıyor. Ama DP seçimi kaybediyor.

A yb ar da m ille tv e k ili o la m ıyo r

rın listesinde bağımsız aday olarak seçimle­ re katılmış ve milletvekili seçilm işti. Türk Or- dusu’nun bu ünlü Mareşali’nin, muhalefet saflarına katılmasının, tek parti rejimine karşı olmasından, demokrasiye olan bağlılığından ileri gelmediği biliniyordu. Kendisini erken emekli yapan kişiyi devirmek için politika ya­ pıyordu. Bunu biliyorduk.

12 Temmuz B ildirisi’ni izleyen aylarda bir gün Özdemir Evllyaoğlu, Mareşal’in bizleri Erenköy'deki evine davet ettiği haberini ge­ tirdi. Mareşal, Cami Bey’in sınıf arkadaşıydı. Kurtuluş Savaşı’nda Birinci Büyük M illet Meclisi’nde birlikte görev yapmışlardı. Zeke-

riya Bey’le de tanışıyordu. Ama 12 Temmuz

Bildirisi'nden sonra Mareşal'in bizlerle ne ko­ nuşacağını doğrusu merak ediyorduk.

Özdemir, Mareşai’e sık sık gider bizleri de

ihmal etmezdi. Tan olayından sonra tutukla­ nan Sertel’ lerve Cami Bey’i hapispanede zi­ yaret etm iş, yaşı ilerlemiş olan Cami Bey’i sonradan hemen hiç yalnız bırakmamıştı.

Sa-biha Hanım (Sertel) ve eşjm Siret, Özdemir

oğlumuzdan, (Cami Bey, Özdemir’e oğlumuz derdi), nedense kuşkulanırlardı. Biz ise bu genç irisine, politika heveslisi gözüyle bakar­ dık. Yassıada duruşmalarında hanımların sez­ gisi doğrulandı ve akrabası Menderes’e kar­ şı tanıklık yapan Özdemir oğlumuzun, MİT ajanı olduğu ortaya çıktı.

GARİP BİR BULUŞMA

Kararlaştırılan gün ve saatte Mareşal’in içerenköy’deki evine gittik. Bizi loş bir salo­ na aldılar. Biraz sonra Mareşal geldi. Hasta olduğunu söyledi ve sabahlıkla karşıladığı için özür diledi. Sonra uzun bir sessizlik o l­ du. Biz onun konuşmasını bekliyorduk. Son­ radan onun da bizim konuşmamızı beklediği anlaşıldı. Baktı bizden ses çıkmıyor, ev sahibi olarak önce havadan sudan söz etti ve

bizler-Annem ve ninem

M

USTAFA Kemal Paşa İstanbul’dan ayrılınca ba­bamın görevi sona erdi. Ve hemen o da Konya’ ya gitti. Zafere kadar heyecanla, umutla hep mek- tuplannı beklerdik. Dönüşte babam artık yarbay olmuş­ tu. Son görevi Bursa’da Harp Divanı Başkanlığadır. Ken­ di isteği ile emekliye aynldı. Bir Süre İzmir’de bir şirkette muhasebeci olarak çalıştı. Artık yaşı da ilerlemişti. Şirket­ ten aynldı, Kuzguncuk’a yerleştik. Babam, boyalan, fır­ çalan ve tuvallerine kavuştu. 31 Aralık 1952’de aramız­ dan aynldı.

Annem Aliye Hanım ince ruhlu, fedakâr bir insandı. Güzel bir hanımdı. 0 yıllann analan gibi, o da kardeşim N em in ile bana, hem analık hem babalık yaptı. Savaş yıl-

... ....

-larında her asker ailesi gibi zor geçinirdik. Babamın maa­ şı yetmezdi. Posta da düzenli değildi. Çoğu zaman geci­ kirdi. Annem, ninemle Kapalıçarşı’ya gider bilezik, küpe, yüzük gibi, takılanm satardı. Ama kardeşimle Fransızca öğrenelim diye, evde yaşlı bir madam kalırdı. Osmanlı ai­ lesi. Annemi 1961’de kaybettim.

Ninem Lebibe Hanım, ünlü matematikçi Geienbevi İs­ mail Efendi’nin torunu Aziz Efendi’nin kızıydı. Dedesine çekmiş olacak, akıllı mantıklı bir insandı ninem. Üstelik ahlaklı, etrafındakilerin yardımına koşan bir yaradılıştay­ dı. Ninemden, kardeşimle pek çok şey öğrendik. En başta insanları sevmeyi... Ninem uzun yaşadı, aklı başında ve eli ayağı tutarak. Bir gece yattı sabah uyanmadı. Yıl 1951.

OsmanlI allBSl Evlendikten sonra babası, annesi ve ninesi ile birlikte oturmak zorun­ da kalan Aybar, çok sevdiği ninesi ve (oturanlar, soldan sağa) eşi Siret Hanım, babası Tah­

sin Bey ve annesi Aliye Hanım’la birlikte Kuzguncuk’taki evlerinde.

den gene ses çıkmayınca Çanakkale Savaşı anılarını anlatmaya başladı. Savaş anılarından sonra da bizden ses çıkmadığını gören Ma­ reşal, “Ziyaretiniz beni sevindirdi, bir dileği­

niz mi var?” diye sordu. Şaşırmıştık. “Siz ça­ ğırdınız, biz de geldik” diyemedik. Çami 8ey

bir şeyler söyledi. Nezaket sözleri. Ve birden bana dönerek, “Genç arkadaşımızın bu fırsat­

tan yararlanarak, belki zatıalinizden soraca­ ğı, öğrenmek isteyeceği hususlar vardır” de­

mez mi? H iç beklemiyordum. Böyle bir şey hiç konuşulmamıştı. “ Hayır efendim, bir is­

tirhamım yok” dedim. Ama Mareşal bırakma­

dı, “O halde biz sizden soralım, durumu na­

sıl değerlendiriyorsunuz?” dedi.

12 Temmuz B ild iris i’ne Demokrat Parti içinde ciddi tepkiler vardı. “Sine-i millete” dönmekten söz ediliyordu. O doğrultuda bir­ kaç şey söyleyip, işi kapatmak istedim. “ De­

mokrasinin oyuna getirilmesine izin verilme­ meli, dürüst, yeni bir muhalefet cephesi kurulmalı” gibisinden... Ve Mareşal’in yeni

muhalefetin lideri olacağı yolundaki yaygın söylentilerden elbet haberi olduğu ve yeni bir şey söylemediğim düşüncesiyle, “Halkın ye­

ni muhalefet saflarına katılmasını, ancak za­ il devletleri sağlayabilir” anlamında bir şey­

ler söyledim. Mareşal birden doğruldu. Söz­ lerimden memnun olmadığı belliydi, işaret parmağı ile tetiğe basar gibi yaparak, “Ben

yokum bu işlerde” dedi. Donmuş kalmıştım.

Şiddete başvurulmasını asla kastetmediğimi, şiddet yanlısı olmadığımı, maksadımın sade­ ce dürüst bir muhalefetin kurulması olduğu­ nu söylemeye çalıştım. Nezaketen “ Elbet,

elbet” diye yanıtladı. Ve sonra Sovyetler Bir­

liği aleyhine atıp tuttu. En kaba türden anti- komünist bir nutuk çekti koca paşa. Söylev bitince izin istedik. Sokağa çıkar çıkmaz Öz­

demir oğlumuz, “Mareşal hasta, son günler­ de de üstelik sinirleri bozuk” diyerek Mare­

ş a lin aile yaşamına dair birtakım ipe sapa gelmez şeyler anlattı. Açık veren birinin üze­ rine gidemem. Huyum böyledir. Utanırım. Se­ simi çıkarmadım.

Sonradan bir komploya kurban edilmek istendiğim izi anladık. Bu işe Özdemir oğlu­ muz memur edilm işti. Bize gelip Mareşal si­ zi bekliyor demiş. Mareşal’e de Cami Bey,

Zekeriya Bey ve Aybar sizden randevu istiyor­

lar demiş ve buluşma sağlanmıştı. Bu ziya­ retler sürseydi, “Mareşal, komünistlerle işbir­

liği yapıyor” iddiası üzerine, istenen senar­

yo sahnelenebilecekti... Tahmin ediyorum ki, Mareşal'in Özdemiriin MİT ajanı olduğundan haberi vardı.

DP'DEN ÖNERİ

Gene geriye dönelim, Kayseri’de Şehir Kulübü’nde Doktor Albay Yusuf Balkan ve öteki arkadaşlarla akşam yemeği yiyorduk.

Osman Kavuncu geldi, Refik Koraltan’ın te­

lefon e ttiğ in i, benimle görüşmek istediğini haber verdi. Hep birlikte kalkıp postaneye git­ tik, Ankara’ya telefon açtık. Refik Bey, “Ar­

kadaşlarla sizi genel merkezden aday göster­ meye karar verdik” diyordu. Partiye Kayseri’

den kaydımı yaptırabileceğimi söylüyordu. Kendisine önceki konuşmamızı hatırlatarak, bağışlanmamı istedim. Ama Demokrat Par­ tilile r yakamı bırakmadılar. İstanbul il Örgü­ tü Başkanı Kenan Öneriden bir tel aldım. Par­ tiye girersem İstanbul’dan aday gösterilece­ ğimi bildiriyordu. Ona da teşekkürlerle “ Ha­

yır” dedik. Arkadan Bursa’dan Hulusi Köy- men’in teli geldi. Bağımsız olarak listede yer

almayı kabul ettim. M illetvekili olursam da­ ha e tkili çalışmalar yapabileceğimi sanıyor­ dum.

Nihayet seçim günü geldi çattı. Arkadaş­ larla sandıkları dolaştık. Her şey normal gö­ rünüyordu. ilk açılan sandıklardan Demokrat­ lara daha çok oy çıkmıştı. Halk Partili koda­ manların yüzleri asıktı. Gece yarısına doğru durum birden değişti. Uzak ilçe ve köylerden gelen oylar CHP’yi öne geçirdi. Demokratlar seçime hile karıştığını söylemeye başladılar. Kayseri’de seçimi CHP kazanmıştı. Türkiye genelinde de Demokrat Parti tahminlerin çok altında milletvekili kazanabildi. İnönü ve par­ tisi Meclis’te büyük farkla salt çoğunluğu el­ de etti. Ama genel kanı, seçimlerin dürüst ol­ madığı yolundaydı. Somut örnekler veriliyor­ du. Bunun üzerine İnönü’ye bir açık mektup yazdım. Vatan gazetesi yayınlamadığı için İz­ mir gazetesinde yayınlanan “CHP’nin değiş­

mez başkanına açık mektup” başlıklı yazıda

oldukça sert ve hırçın bir üslupla İnönü’yü eleştirdim. Romantizm dozu kaçırılmış, neza­ ket sınırlarını zorlayan bir mektup olmuştu. Tek mazeretim, eğer mazeret sayılırsa, “ Mil­

li Şef” li tek parti rejimine karşı duyduğumuz

kin ve nefretin sınırsız oluşuydu.

YARIN:

(5)

DİZİ YAZILAR

TÜRK SOLUNUN YAKIN GEÇMİŞİ

MEHMET AU AYBAFMN

A N IL A R I

Yayına hazırlayan:

K O R A Y DÜZGÖREN

" B a r d a ğ ı s tfS M t a ş ı r a n lu d a m l a l a r Vatan i J f Cephesi’nden sonra İ & B Demokrat Parti Tahkikat jj j/ r Komisyonu kurmuştu. Olağanüstü

yetkilerle donatılan bu kurula karşı, tepkiler gecikmedi, üniversite öğrencileri protesto gösterilerine başladılar.

İtalyan gazeteciyle konuşunca!..

^Sorgulamada polisler A ybar'ın İtalyan gazeteciye

neler anlattığını öğ re n m e k istiyor. Polis İtalyan ga­

zete ciyi kim in g ö n d e rd iğ in i m erak e d iyo r

^Birinci Şube'de gözaltına alınan CHP’li avukatlar Ay-

bar'ı "Siz solcusunuz, bizden uzak d u ru n ” diye ters­

liy o rla r. Oysa M enderes hepsini aynı kefeye

ko yu yo rd u

d e d e m

H

ü s e y i n

HÜSNÜ PAŞA

Dedem Hüseyin Hüsnü Paşa, babamın babası idi. Hürriyetçi görüşlerinden dolayı 2. Abdülhamit tarafından Kara- man’a sürülmüştü. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra, Selanik’te 3. Ordu’ya atandı. Ve bir süre sonra 31 Mart Ola­ yı patlak verince Hareket Ordusu Ko­ mutanlığına getirildi. Kurmay Başka­ nı Kolağası Mustafa Kemal Bey’di (Atatürk). Selanik’ten trenle Yeşilköy’e gelen Hareket Ordusu, önlemler alın­ ması için burada karargâh kurdu. Hüs­ nü Paşa, İstanbul halkını sükûnete ça­ ğıran bir bildiri yayınladı. Bir de tel çekti Selanik’e. İki gün sonra İstan­ bul’a gireceklerini bildirdi. İttihat ve Terakki merkezinde yeniden durum değerlendirildi ve İstanbul’a girecek kuvvetlerin başında Abdülhamit’e ya­ kınlığı bilinen Mahmut Şevket Paşa’ nın bulunması uygun görüldü. Musta­ fa Kemal Bey’in yerine de Enver Bey’ le İsmail Hakkı Bey atandı. (A. Bedevi'

Kuran, Osmanlı İmparatorluğumda ve Türkiye Cumhuriyetimde İnkılap Hare­ ketleri, S. 518) Bir süre Trablusgarp’ ta görev yapan Hüsnü Paşa daha son­ ra Ayan Meclisi üyeliğine getirildi. Dünya Savaşı Türkiye ve Almanya’nın yenilgisi ile sonuçlanınca, belli başlı ittihatçılar yurt dışına kaçtılar, topla­ nan kongre de partinin fesh edilmesi­ ne karar verdi. Ve Hüseyin Hüsnü Pa­ şa, kimi ittihatçı milletvekili ve sena­ törlerle Teceddüt Fırkası’nı (Partisi’ni) kurdu ve partinin genel başkanlığına seçildi. Ancak kısa süre sonra

kalaba-Hüseyin Hüsnü Paşa ve Mustafa Kemal. Iık bir ittihatçı grubu ile birlikte tutuk­ lanarak Bekirağa Bölüğü’ne kapatıldı. Nemrut Mustafa Paşa başkanlığında­ ki askeri mahkemede yargılanan de­ dem aklandı. Ve serbest kalınca Ana­ dolu’ya geçti. Zaferden sonra İstan­ bul’a dönen Hüseyin Hüsnü Paşa, 1926’da Kuzguncuk’ta öldü.

1

960 yılının 28 Nisan’ı. Günlerden per­şembe. Ilık bir bahar günü. Çekip kır­ lara gitme, averelik etme isteği uyan­ dıran yumuşak bir gün. Oysa sinirler gergin. Vatan Cephesi’nden sonra, şimdi bir de Tahkikat Komisyonu ku­ rulmuştu. 15 Demokrat milletvekilin­ den oluşan, olağanüstü yetkilerle do­ natılmış bir kurul. İşe başlar başlamaz parti çalışmalarını yasaklamış, ana muhalefetin eli­ ni kolunu bağlamıştı. Gazeteler, komisyonla ilgili haberleri veremiyorlardı.'Gazete kapa­ tabilir, toplatabilirdi. Evlerde arama yaptıra­ bilir, kişisel eşyalara, kâğıtlara elkoyabilirdi. Dilediğini tutuklatabilirdi. Demokrat Parti ik­ tidarı kaybetme korkusu içinde akıl dışı işler yapıyordu. Herkesi karşılarına almışlardı.

Menderes bir başbakanın ağzına yakışmayan

demeçler veriyordu.

ÖĞRENCİ GÖSTERİLERİ

O gün öğleye doğru adliye koridorların­ da bir haber dolaştı. Gösteri yapmak isteyen öğrencilerle polis çatışmış, ölü ve yaralılar varmış. Beyazıt'ta çatışmalar sürüyormuş, çok sayıda öğrenci gözaltına atınmış... Adli- yedeki işlerimi bitirip Beyazıt’a koştum. Söy­ lendiği gibi çatışma falan yoktu. Ama olağa­ nüstü bir durum olduğu görülüyordu. Üniver­ sitenin alana açılan kapısını polis tutmuştu, yan sokaklar sarılmıştı. Öğrencilerin dışarı çıkmalarına engel olunduğu anlaşılıyordu. Alan boştu. Halk alanın çevresine birikmiş, olayları izliyordu. Üniversiteye yaklaştırılmı­ yordu. Ben, yıktırılan Emin Efendi Lokanta- sı’nın önündeydim, olay yerinden oldukça uzakta. Üniversite kitaplığının bulunduğu so­ kakta bir grup öğrencinin polis kordonunu yarmak için, zaman zaman hamle yaptığı gö­ rülüyordu. Benim çevremdekiler, Kapalıçar- şı esnafı, civardaki dükkâncılar filan olmalıy­ dı. Gençlere karşıydılar. Üniversite bahçesin­ den “Menderes istifa” sesleri yükseldikçe, çevremde homurdanmalar oluyor, küfürler savruluyordu. Kuşkusuz gençleri tutanlarda vardı bir yerlerde. Bir aralık bir grup gencin, kordonu yarıp Belediye Kitaplığı’na doğru koştukları görüldü. Tam o sırada Divanyolu yönünden gelen atlı polisler dörtnala alana girdiler. Ellerinde uzun coplar vardı. Aksaray yönünden de büyük bir gürültüyle zırhlı araç­ lar belirdi. Alanda hemen mevzilendiler. Son­ radan öğrendik ki, Ankara ve İstanbul’da sı­ kıyönetim ilan edilmiş.

OLAYLAR SÜRÜYOR

Sıkıyönetim ilan edilmişti ama, gösteriler ertesi gün de sürdü. Bunlar baskın biçim in­ de gösterilerdi. On, on beş genç bir sokak­ tan fırlıyor, “Yaşasın hürriyet” ya da “Kahrol­

sun Menderes” diye bağırıp, polis yetişme­

den sokak aralarına dalıveriyorlardı. Ama, asıl Ankara’da kanlı olayların olduğu haberleri ge­ liyordu. Yayın yasağı konduğu için gerçeği öğrenemiyorduk. Sıkıyönetim komutanlığı bildirisinde, 11 gencin ve 11 emniyet görev­ lisinin hafifçe yaralandığı anlaşılmıştı. Vahim olayların cereyan ettiği kuşkusuzdu.

Sıkıyönetim komutanlığı sert önlemler alı­ yordu. İki kişiyi aşan topluluklara ateş açıla­ cağı ilan edildi. Ama protestolar, gösteriler durmadı. 1 Mayıs’ta sokağa çıkma yasağı kondu. 1 Mayıs Pazar’a rastladığı için işyer­ leri kapalıydı zaten. Çok sayıda gencin göz­ altında olduğu söyleniyordu. Gazeteler kapa­ tılıyordu. “Bizden olanlar, bizden olmayanlar” diye m illet ikiye ayrılmıştı. Demokrasi ve öz­ gürlük getireceğiz diye yola çıkanlar şimdi hak hukuk tanımıyorlardı. Eleştiriye taham­ mülleri yoktu. Muhalefet yok edilmek isteni­ yordu. İnönü boy hedefleriydi. Her şeyin al­ tında onun parmağı olduğunu söylüyorlardı. Başbakan, öğrenci gösterilerini bir ayaklan­ ma olarak niteliyor, fesat ocaklarının söndü- rüleceğinden söz ediyordu.

İTALYAN GAZETECİYLE KONUŞMA

2 Mayıs günü öğleye doğru İstanbul Ad- liyesi koridorlarında sinirli bir hava göze çar­ pıyordu. Bir grup CHP’li avukatın Taksim

Anı-tı’na cüppe bıracakları öğrenilmişti. Ardından da DP’li genç bir avukatın, CHP’lileri jurnal- lediği öğrenildi. Kısa bir süre sonra emniyet kuvvetleri Adliye Sarayı’nı sardılar. Giriş ka­ pısının önündeki bir grup avukat kapıları ka­ pattı. Emniyet kuvvetleri saldırınca camlar kı­ rıldı, içeriye giren polisler ele geçirdiklerini araçlara dolduruyodardı ki askeri birlikler gel­ di. Subaylar, polisin yakalayıp araçlara bin­ dirdiği kişileri salıverdi. Sanki devletin güç­ leri ikiye ayrılmış, birinin yaptığını öteki bo­ zuyordu. Bu, duyulanları doğruluyordu. Silahlı kuvvetlerin gençlere karşı yumuşak davran­ dığı, araçlara doldurulan gençleri kışlaya var­ madan salıverdikleri söylenmekteydi.

Adliye normal yaşama dönmüştü. Ama gergin hava sürüyordu. Bu kez yabancı gaze­ teciler geldiler. Adliyenin sarıldığını duymuş­ lar, o sırada İstanbul’da yapılmakta olan NATO toplantısından buraya koşmuşlardı. Bunlardan birini de dil bildiğim için arkadaş­ lar bana getirdiler. “ Corriere della Sera” nın muhabiriymiş. Türkiye'de neler olduğunu öğ­ renmek istiyordu. Biz de anlattık. Vatan Cep- hesi'ni, Tahkikat Komisyonu'nu, bunların na­ sıl bir rejime geçiş hazırlıkları olduğunu bir bir anlattık. Gazeteci ayrıldıktan sonra ben de

erkenden eve döndüm. '

Radyodan son haberleri dinlemiş yatma­ ya hazırlanıyorduk. Kapı çalındı. Bir polis, bir bekçi ve birkaç sivil... “ Evi arayacağız” dedi­ ler Arama iznini de uzattılar. Başına gelme­ yen bilmez. Bir kötü durumdur. Size tepeden bakan birtakım tanımadığınız, bilmediğiniz ki­ şiler, evinizin, ailenizin içe dönük ilişkilerini hoyratça çiğnerler. Mutluluğunuz için kapa­

lı kalması, sizlere özgü olması gereken, sev­ giden saygıdan örülmüş bağların içine girer­ ler bu yabancılar. Eşinizin, çocuklarınızın göz­ leri önünde odalara girip çıkarlar, dolapları çekmeceleri karıştırırlar, kâğıtlarınızı, mek­ tuplarınızı okurlar. Kitaplarınız darmadağın olur. Dilediklerini alır torbalara koyarlar. Ya­ bancı gözler, yabancı eller, yabancı ayaklar... O anda sizi yaşama bağlayan tek düşünce, tanımadığınız ve sizin varlığınızdan haberi ol­ mayan insanların mutluluğu için, hatta evi­ nizin mahremiyetini kirleten şu hoyrat me­ murların mutluluğu için bunlara katlandığı­ nızı bilmektir. İnsanlığın öldürülemeyeceği- ne inanmaktır... Evet yaşamayanlar bilmez, yaşamın böyle yanları da olduğunu.

Yatak odamızı ararlarken kızım Güllü’nün uyanmasından korkuyordum. Küçükçük bir çocuktu. Uykulu gözlerle odamızda birtakım yabancıyı görmesinden korkuyordum. Bunun yaşamı boyunca bir iz bırakmasından korku­ yordum. Uyanmadı. Zekeriya Sertel’in Bakû’ dan yazdığı bir mektubu aldılar. Zamanın, ik­ tidara bağlılığı ile tanınmış Birinci Şube me­ murlarından Tunçbilek arama tutanağını yaz­ dırdı ve “ Buyrun sizi de götüreceğiz” dedi.

SARSANYAN HANI

Boş ve karanlık sokaklardan Emniyet Mü- düriüğü’ne gidiyorduk. Ünlü Sarsanyan Ha- m’na. Mütareke yıllarında büyükbabam da bir süre orada tutuklu kalmış, Bekirağa Bölüğü denen Beyazıt’taki binaya sonradan nakledil­ mişti.

Birinci Şube Sarsanyan Hanı’nın en üst katindadır. Tahtadan yapılmış bölmeden içeri girdik. Koridor ayakta bekleşen gençlerle do­ luydu. Kapısı açık bir odada cüppe bırakma­ yı tasarlayan CHP’li avukatlar oturuyordu. Aralarında “Siz solcusunuz, uzak durun” di­ ye bizi tersleyen bayân avukat da vardı. Ga­ fil! Menderes’in hepimizi aynı kefeye koydu­ ğunu acaba şimdi farkedebilmiş miydi?

Sorguya çekildiğim oda kitaplık gibi bir yerdi. Sorguya çekenler üç kişi idi. Şefleri ol­ duğunu sandığım kişi hukuk fakültesinde öğ­ renci olduğunu söyledi. İtalyan gazeteciye neler anlattığımı sorup durdular. Gazetecinin başkasıyla değil de, neden benimle konuş­ tuğunu, kimin tarafından gönderildiğini so­ ruyorlardı. Çocukça sorular. Sonra Zekeriya

Sertel’in mektubuna sıra geldi. Neden mek­

tuplaşıyorduk? Zekeriya Sertel’in görüşleri­ ne katılıyor muydum? Bir dizi saçma sapan soru. Sorgulama saatlerce sürmüş olmalıy­ dı. Odaya döndüğümde ortalık ağarıyordu. Gece bizi önce Harbiye’ye daha sonra Rami Kışlası’na götürdüler. Harbiye’de bizim kafi­ leye katılan Ratip Tahir Burak ile birlikte be­ ni 88 nolu koğuşa verdiler. Koğuşta bizi Ali

Ulvi karşıladı. Menderes’e kanat takıp uçur­

duğu için, gözaltına alınmıştı. Geleceğimiz duyulmuş, yerlerimiz hazırlanmış. Ali Ulvi ev sahipliği yaptı. Benim ranzam üstteydi. Uy­ kusuzdum, yorgundum. Hemen yatıp uyu­ dum.

U-2 CASUS UÇAĞI

6 Mayıs günü gazetelerde, Ankara Kızı­ lay’da meydana gelen olayların dışında bir başka haber daha vardı. Sovyetler Birliği top­ rakları üzerinde bir Amerikan U-2 casus uça­ ğının düşürüldüğü haberini veriyor ve Sovyet- ler’in bu olayı bir saldırı olarak değerlendir­ diklerini bildiriyordu. Kruşçev yaptığı açıkla­ mada, “Bu gibi mütecaviz hareketler için top­

raklarını Birleşik Amerika’nın kullanmasına müsaade eden memleketlere çok cidd bir ih­ tarda bulunuyorum” demişti. Amerika ise,

uçağın Adana'dan kalktığını kabul ediyordu. Olay nedeniyle o günlerde yapılması planla­ nan zirve toplantısının erteleneceği haberleri dolaşmaya başladı. Eisenhover Moskova’ya yapacağı resmi geziyi erteledi.

Olaylar bu şekilde gelişirken bizim Dışiş­ leri talihsiz bir açıklama yaptı. Bildiride, Tür­ kiye’nin kendi hava sahası dışında ancak ken­ di uçaklarından sorumlu olduğu, daha önce kendi arazisinden geçmiş olsa bile “bu ge­

çiş ve tevakkulun Türkiye’yi hiçbir şekilde il­ zam etmediği” belirtiliyordu. Uçağın Adana’

dan havalandıktan sonra Pakistan’daki bir üs­ se uğramış olmasına dayandırılmak istendi­ ği anlaşılan bu savunmanın devletler huku­ ku bakımından ne derece geçerli olduğu ko­ nusu bir yana, her haliyle pek zavallı bir açık­ lamaydı.

Gazetelerin üzerinde günlerce durduğu bu olay, bizim koğuş arkadaşlarımızın ilg is i­ ni çekmemişti, istifaya davet ettikleri birhükü- metin dış politikasındaki bu tehlikeli ilişkiler gençlerimizde herhangi bir tepki yaratmamış­ tı. Bu da gençlerimizin henüz politik sorun­ lara derinlemesine nüfuz etmediklerini gös­ teriyordu.

Oysa U-2 olayı ile Türkiye'deki Amerikan üslerinin Türk hükümetinin denetiminde o l­ madığı anlaşılmıştı. Amerikalılar bu üsleri di­ ledikleri gibi kullanmakta serbesttiler. U-2 gi­ bi bir olay savaşın patlamasına neden olabi­ lir ve Türkiye ister istemez kendini bu sava­ şın içinde bulabilirdi. Tıpkı Birinci Dünya Sa- vaşı’na girişimiz gibi. Oysa bu olay Rami Kış- lası’nın 88. koğuşunda özel bir ilgi uyandır­ mamıştı. Bu düşündürücüydü. Yıllardır sür­ dürülen tek yanlı görüşler gençleri de, hükü­ mete karşı çıkacak kadar politize olmuş genç­ leri de etkilem iş, koşullandırmıştı. Kurtuluş Savaşı’nın yarattığı bağımsız Türkiye, artık bağımlı bir ülke, emperyalist Amerika’nın ileri karakolu durumuna düşürülmüştü.

YARIN: UNUTULAN

D A İM S İZLİK İLKESİ

(6)

D İ Z İ Y AZIT,A P !

TURK SOLUNUN YAKIN GEÇMİŞİ

MEHMET ALİ AYBAR’IN

A N IL A R I

Yayına hazırlayan:

K O R A Y D Ü ZCÖ R EN

Fotoğraf : Yalçın ÇINAR

[Cumhur Başkanı înönünün Beyan!

7ürkiye, sulhun sağlamlaştırılması için bütûnl

komşularile işbirliği yapmağa hazırdır

Haşan Mi- Kenan

davasına in ile te

Mahkemede dinler-«! mttdftİM «al

eski MHH Eğit«« Bakasın® komJ

himaye ettiğini «gyHiyori|

Çm dm r Mmit’mımn ta ı

| A m e r i k a n

yardımı askeri

s a h a l a r d a

kutlanılacak

fstrSi iyenin bütünlüğüne veya hâkimiyetine temas eden her hangi bir meselenin bahis mevzu«

dahi edilmesini arzu edemeyiz»

B i r i . « c n h

Yordun basında Am erika’nın yardımı zamanın b ir gazete kupüründe

ATATÜRK'ÜN TAM BAĞIMSIZLIK İLKESİ BOZULUYOR

İnönü, 150 milyon dolar

için

ABD ile anlaşıyor

İL 1947. Politik açıdan oldukça hareketli bir yıl. O yıl İnönü ik­ tidarı, ulusal bağımsızlığımıza ters düşen ve ulusal varlığımı­ zı ipotek altına koyan bir adım attı. Amerika Birleşik Devletle­ ri ile Askeri Yardımlaşma An­ laşm asını imzaladı. Sovyetler liği, Türkiye ile Dostluk Anlaşması’nı fes- ttiğ i için, Boğazlar, Kars ve Ardahan Öze­ de isteklerde bulunduğundan beri dirayetli smanlı sadrazamlarının izledikleri politika- anımsatan bir yol tutm uştu. Her fırsatta nerika’nın ilgisini çekmeye, Sovyetler’e kar- güçlü Amerikan şemsiyesi altına girmeye ılışıyordu.

Oysa bir yabancı devletin şemsiyesi altına irilince, başlangıçta tahmin edilemeyen bır­ akım gelişmeler başgösterir. Ve sadece dış olitikada değil, iç politikada da yeni denge­ ler kurulur. Truman doktrinine dayalı bir po­ litikaya ayak uydurmamız, bizi uzun yıllar ulu­ sal bağımsızlık savaş'ımı veren halklara ters düşürdü. İlk ulusal kurtuluş savaşımı vermiş Türkiye, Amerikan emperyalizminin dümen- suyunda, örneğin Birleşm iş M ille tle r’de, Üçüncü Dünya devletlerine sürekli karşı çık­ mak zorunda kaldı. En gerici önerileri destek­ ledi.

1947 yılında imzalanan ilk anlaşmayı, baş­ ka anlaşmalar izledi ve bilindiği gibi, Türkiye 1952 yılında NATO ittifakının üyesi oldu. Ar­ tık Türkiye, Amerika’nın bir ileri karakolu du­ rumundaydı. Bağımsızlık ve ulusal savunma konularındaki Atatürk ilkeleri rafa kaldırılmış­ tı. Neredeydi “Hattı müdafaa yok, sathı mü­

dafaa var” ilkesi. Neredeydi büyük devletlerle

askeri ittifak yapılmaması ilkesi? Başkent An­ kara’ya Amerikan asker ve sivil misyonları yerleşmişti. Amerikan Gizli Haberalma Örgü­ tü (CIA) içimize girmişti. Yıllar sonra eski dış­ işleri bakanlarından İhsan Sabri Çağlayangil, C lA ’nın devletin her yerine sızdığını açıklaya­ caktır.

AMERİKANCI BEYLERİN DÜZENİ

Amerika ile bu özel ve yakın ilişkiler, iç politika ortamını da olumsuz biçimde etkile­ di. Çok partili rejime resmen geçmemizi iz­ leyen günlerdeki canlılık, geleneksel akımlar karşısında solun da sesini duyurmaya çalış­ masından ortaya çıkan umut verici girişim ­ ler, ikili anlaşmaların sanki ön koşuluymuş gibi, bıçakla kesilir gibi noktalandı.

Gerçekten de Cemiyetler Yasası’nda ya­ pılan değişiklikten sonra, sosyalist ve sosyal demokrat partiler kurulmuştu. Gerçek adlı günlük sosyalist bir gazete yayımlanmaya başlanmıştı. Ç eşitli sol eğilim gösteren der­ giler çıkıyordu. Sendikalar kuruluyor, işçi top­ lantıları yapılıyordu. Bu özgürlük ortamı sa­ dece üç-beş ay sürdü. Sıkıyönetim komutan­ lıklarının aldığı kararlarla sosyalist partiler, sendikalar kapatıldı. Gazete ve dergiler yasak­ landı. İnönü iktidarı Amerika ile ittifak için ze­ mini hazırlamıştı. Sol partilerin, sol sendika­ ların, sol yayın organlarının varlıklarını sür­ dürdüğü birTürkiye, Amerika için güvenli bir müttefik sayılmazdı. Sol kanatsız birçok parti rejimi olmalıydı bizim demokrasi. Ve Truman doktrinini tüm siyasal partilerim iz coşkuyla karşıladılar.

SOL DÜŞÜNCEYE YER YOK

Bir toplumda düşünce özgürlüğü sınırlan­ dı, sol düşünce yasaklandı mı, uygarlık yolu tıkanmış demektir. Burjuva toplumunun en radikal eleştirisi soldan gelir. Bu eleştirilere olanak tanınmazsa, toplumun sorunlarına ge­ çerli ve aşamalı çözümler getirilemez. Salt düşünce açısından da belirli bir düşünce­ ye yasak konması, bir tüm olan düşünce öz­ gürlüğünü temelden yok eder. Toplumun düşünsel yaşamı, karşıt düşüncelerin varlı­ ğı ile canlılığını korur. Karşıt düşünceden ge­ len eleştirilerdir ki, düşünceyi tümüyle aşa­

>Aybar: "İsm et Paşa'ya sormak isterd im Am erika'nın

dayattığı ikili anlaşmaları nasıl imzaladığını, neden

im zaladığını sorm ak is te rd im , ama 8 yıl Meclis ça­

tısı a ltın d a o ld u ğ u m u z halde sora m ad ım "

Eşim Siret

Ay bar ve esi Siret Uncu Aybar, 1947

yılında çekilmiş b ir fotoğraflarında Eşim Siret’le kız kolejinde öğrenci ol­ duğu yıllarda tanıştık. 1947’de evlendik.

Arkadaştık, dost olduk.

Üniversitedeki görevime son verilmiş­ ti. Ayrı ev açacak halim yoktu. Siret bize, babamın evine gelin geldi. Ninem, annem, babam ve biz ikim iz iyice kaynaştık. Be­ nim kiler Siret’i çok sevdiler. O da onları çok sevdi. Derken davalar ve kesinleşen mahkûmiyetler. Kuzguncuk’taki evden, Üsküdar’da Paşakapısı Cezaevi'ne taşın­ dım. Siret, her ziyaret günü oradaydı. Ge­ nel af çıkmasaydı, daha çok yatacaktım. B ir kızımız oldu, adını Güllü koyduk. Ba­ bam, ninem ölmüştü. Bir annem kalmış­ tı. Birkaç yıl sonra o da g itti. Artık üç ki­ şiydik. Birbirine sımsıkı bağlı üç kişi... Ve

yıllar birbirini kovaladı; dost yıllar, düş­ man yıllar... Ve bu Mart'ın 19’u. perşem­ be, geceyarısı p ü f diye g itti Siret...

B ir torunum var. Adını Mehmet koy­ duk. Memo...

malı kılar. Politik yaşam ise temeldeki karşıt sınıf çıkarlarının karşıt düşünce biçim lerin­ de yansımasından başka bir şey değildir.

Amerika’nın ileri karakolu durumunda bu­ lunan bir ülkede genel olarak sol diyebilece­ ğimiz görüşlere yer olmaz. Örneğin, ulusal ba­ ğımsızlık konusunu işlemek dost ve m ütte­ fiklerim ize karşı saygısız bir davranış olaca­ ğından, ulusal bağımsızlığın çağ dışı bir kav­ ram olduğu gerekçesiyle onun yerine karşı­ lıklı bağımlılık (interdépendance) görüşü iş­ lenir. Kısacası, W ashington’u rahatsız eden tüm konular bozgunculuk sayılarak, yasakla­ nır. 1947’den beri Türkiye bu durumdadır.

BAĞIMSIZLIK SAVUNMASI

1947’de Zincirli Hürriyet’i çıkarmıştım. Amerika’nın Türkiye’ye el uzattığı günlerdi.

Zincirli Hürriyet’te şunları yazabiliyorduk: “Tarihimizin en kritik anlarından birini ya­ şıyoruz. istiklalimiz tehlikededir. Ve işin en korkunç tarafı şudur ki, istiklalimize kaste­ denler bu sefer ordularla değil de, bir yardım teklifinin yaldızlı paravanası arkasına gizle­ nerek üzerimize yürüdükleri için Türk milleti kuşkulanmıyor ve mahirane, mahirane olduğu kadar hainane bir propaganda da bu kuşku- suzluğu arttırmaya, hatta istiklalimize kaste­ denleri bir kurtancı gibi göstermeye çalışıyor. (...) Bilmeliyiz ki, Amerikan yardımı bir altın halka değildir. O, bedelini er-geç kanımızla ödeyeceğimiz bir esaret zinciridir. Amerika, 150 milyon dolar mukabilinde biliyor musu­ nuz bizden ne istiyor? 3’üncü Dünya Harbi’n- de Polonya’nın bu harpteki rolünü oynama­ mızı. Ve bunun için şimdiden Amerika’ya tes­ lim olmamızı... Hayret etmeyiniz! Evet, iste­ diği budur. Zaten Amerikan çevreleri bunu gizlemiyorlar.”

İnönü ile Türkiye Büyük Millet Meclisi ça­

tısı altında 8 yıl görev yaptık. Paşa’dan sor­ mak istediğim önemli şeyler vardı. Örneğin Lozan'da Lord Kurzon’un “Her isteğimizi geri

çevirdiniz. Oysa yoksul bir ülkesiniz. Savaş­ tan yeni çıktınız. Pek çok şeye gereksiniminiz var. Bunlar para ister. Para ise bir onda (ABD), bir de bizde var. Nasıl olsa bize geleceksiniz. O zaman, bugün burada reddettiklerinizi bir bir önünüze koyacağız” demesi üzerine ona “Gelirsek yaparsınız” yanıtını veren İsmet Paşa’nın 150 milyon dolar yardım karşılığın­

da çok ağır koşullar içeren Amerika’nın da­ yattığı ilk ikili anlaşmaları nasıl imzaladığını, neden imzaladığını sormak isterdim. Savaş­ tan bitkin çıkmış Sovyetler’in o yıllarda kim ­ seye saldıracak hali olmadığını bilemeyecek bir devlet adamı değildi İnönü. Nitekim işgali altındaki Kuzey Iran topraklarından çekilmek zorunda bırakılmıştı. Kaldı ki, Sovyetler'in Bo­ ğazlar, Ardahan ve Kars'la ilg ili istekleri 1945’te ileri sürülmüş, Amerika ile yardım an­ laşması ise 2 yıl sonra imzalanmıştı. Ve Sov­ yetler bu 2 yıl içinde bir tek adım atmamış­ lardı. Çünkü atacak durumda değillerdi. He­ nüz toparlanmamış olmaları bir yana, Türki­ ye’ye saldırmalarının üçüncü bir dünya savaşı demek olacağını pek iyi bilmekteydiler. Şu halde “Sovyet tehdidi karşısında Türkiye’ yi

yalnız bırakamazdık!” mantığı geçerli değil­

di. İnönü bunları bilecek deneyimlere sahip bir devlet adamıydı. O halde neden Türkiye’ yi Amerika’nın ileri karakolu durumuna düşü­ ren ikili anlaşmaları imzalamıştır? Paşa’dan bunu sormak isterdim.

MUHALEFET DE DESTEKLİYOR

Olurolm az şeyler için birbirlerinin gırtla­ ğına sarılan tüm siyasi partiler, Amerika ile imzalanan anlaşmayı hararetli bir şekilde des­ teklediler. Dış politikada iktidar ile muhale­

fet aynı görüşü paylaştıklarını ilan ettiler. Bu­ nun nedenini artık burjuvazinin kendi kanat­ larıyla uçabilecek hale gelmesinde, yani ege­ men bir güç olmasında aramak gerekir. Türk burjuvazisi Amerika'nın liderliğini yaptığı özel girişimce dünyaya açılmak, onunla ortaklık kurmak kararındaydı.

Amerika ile ikili anlaşmaların imzalanma­ sını izleyen yıllarda izlenen dış politika böy- lece bir ulusal politika haline getirildiğinden, Türkiye için başka seçeneklerin bulunup bu­ lunmadığı tartışılmadı. Ve Amerika’nın Tür­ kiye’ de mevzilenmesine 1950-1960 yılları ara­ sında kimse engel olmadı. Bu anlaşmaların bağımsızlığımıza gölge düşürdüğünü elbet

İnönü biliyordu. Nitekim Johnson’un mektu­

bu üzerine “Gerekirse kendimize yeni bir dün­

ya seçeriz” diyecektir, ama artık iş işten geç­

miştir. İnönü belki de Fransız ve İngilizlerle imzaladığı üçlü ittifak dolayısıyla izlediği po­ litikayı Amerika'ya karşı da izleyebileceğini, yani askeri yükümlülüklerden kurtularak, as­ keri ve ekonomik yardımlardan yararlanma­ yı düşünmüş olabilir. Ne var ki, Amerikalılar askeri, sivil misyonları, uzman ve eğiticileriy­ le ve de askeri üsleriyle içimize girdiklerin­ den ismet Paşa’ya manevra alanı kalmamış­ tı.

Amerika’nın ağırlığı her gün biraz daha duyuluyordu. Demokratlar iktidara henüz gel­ mişlerdi ki, Amerika bizden Kore’ye asker göndermemizi istedi. Dem okratlarda bu is­ teği Meclis’ten geçirmeden kabul ettiler. Ola­ yı protesto eden Barışseverler Derneği yöne­ ticileri tutuklandı, ağır hapis cezalarına çarp­ tırıldı. Bizim dostlarımızdı bunlar. Behice Bo­

ran, Adnan Cemgil, Muvakkar Güran... Genel

aftan yararlanarak Nazım Hikmet'le hapisten yeni çıkmıştık. Behice, barışseverlerin baş- kanıydı. Kuzguncuk’taki bizim evde toplan­ mıştık. Nazım da vardı. Bir ara barışseverle­ rin bildirisi de konuşulmuştu. Arkadaşlarımız iki gün sonra tutuklandılar. Bildiride yasala­ ra aykırı hiçbir şey yoktu. Tersine, alınan ka­ rarın bir savaş kararı olduğu ve bu nedenle Meclis’ten geçirilmesi gerektiği savunuluyor­ du. Aşağı-yukarı Halk Partisi’nin tezleriydi bunlar.

SOVYET CASUSU ARANIYOR

Demokratlar bir ara işbirliği yaptıkları solu kökünden temizlemeye kararlı görünüyorlar­ dı. 141 ve 142’nci maddeleri değiştirmişler, kanun metnini istedikleri olaya uygulanacak biçimde lastikli hale getirm işlerdi. Ve de ce­ zaları ölüme kadar artırmışlardı. Ardından o güne kadar yapılmış en büyük tutuklama ger­ çekleştirildi. Yasadışı Komünist Partisi’ne mensup oldukları iddiasıyla 100’den çok ki­ şi tutuklandı. Kovuşturma, soruşturma ve yar­ gılama yıllarca sürdü. Zeki Baştımar’la arka­ daşları ağır hapis cezalarına çarptırıldılar.

Sol nedir? Komünizm nedir? Sosyalizm nedir? Bu konuda suç nedir? Bilen yoktu. Yet­ kililer, basın her vesileyle solu kötülüyor, sol­ cuların Sovyet casusu olduklarını söylüyor, kamuoyu sürekli baskı altında tutuluyordu. Bir zaman geldi ki, savcılar başta, herkes her yerde orak-çekiç arar oldu. Dergi başlıkları, sergilenen resimler evriliyor-çevriliyor, her kıvrıltıda orak-çekiç görülüyordu. Kollektif bir çılgınlıklı bu. İhbarlar yapılıyor, insanlar sor­ guya çekilip tutuklanıyordu. Komünistlik suç­ lamasıyla tahliye davaları, boşanma davala­ rı açılıyordu. Hayır, abartma değil, gerçek. Ne 10 yıldı o yıllar... Solda ne bir ses, ne bir ne­ fes. Ama hiç kimse umudunu yitirm em işti... Güzel günlerin mutlaka geleceğine inanıyor­ duk. Aramızda toplanarak, insanlığa olan inancımızı tazeliyorduk.

YARIN: 27 MAYIS: EMİR

VE KOMUTA ZİNCİRİNE

Referanslar

Benzer Belgeler

As the bumup increases, the reactivity decrease in the standard fuel assemblies will be compensated by the positive reactivity addition of IFBA assemblies

Görüntüsü alınan cidar bölgesi ile film arasındaki mesafeden dolayı, boru cidar kesitinin film üzerindeki görüntüsü borunun gerçek cidar kalınlığından daha

Elde edilen sonuçlar göz önüne alındığında keman öğretim elemanlarının keman öğrencilerine göre çalgılı ve çalgısız hazırlayıcı çalışmalar ile

Sonuç: Alt oblik miyektomi cerrahisi uygulanan gözlerde geçici bir süre subfoveal koroid kalınlığı artışı olduğu tespit

İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Bedri Rahm i atölyesin­ den mezun olduktan sonra A m eri­ ka Wisconsin Üniversitesi’nde mas­ ter yapan ve Amerika, Tahran,

Çünkü zayıf takım- ların sayısının çok olduğu durumda, bu takımlardan biraz daha güçlü olan biri diğer zayıf takımların hepsinden pu- an alabilir ve

Bizce ~ehnâme, Ertu~rul Bey'in Horasan'da hanlanmas~, Merzikcend han~~ olmas~, Yeni~ehir, öteki kaynaklara göre Sultanönü sava~~ndan sonra ucbeyli~ine getirilmesi, bu

Geçen gün bir iki yaramaz arkadaş bana: “Tiirkiyede bu kadar Fenerli, Beşiktaşlı, Tstanbulsporlu, daha ne bileyim, GalatasaraylI olmıyanlar varken sen nasıl