A K 9 A M
Melih C evdet Anday diyor ki:
“3izden öncekiler, zaman zaman hoşa giden eğlen
celik yazılar yazmışlardır. Ama hiç birinde Batılı
anlamında gerçek fikir yoktur. Böyle olduğu halde
biz, bizden öncekileri okumaktan, güle ağlaya
okumaktan geri durmuyoruz.„
| A n k e ti yapan: Sadeddin GÖKÇEPINAR
Genç şairlerimizden Melih Cevdet Anday ile anketimiz hakkında görüştüm. Yeni ede biyatçıların müşterek şikâyet lerine o da işaret ederek şunla rı söyledi:
Muharrir neden
yetişmiyor?
Demek yurdumuzda bir za mandan beri yazar, sanatçı yetişmediği herkesçe kabul e- dilmiş de şimdi bunun neden leri araştırılıyor, öyle mi? Ba na kalırsa sanatın bizim ku şakta gösterdiği gelişme dünya anlayışı bakımından, memleket gerçeklerini kavrayış bakımın dan, dil bakımından bizden öncekileri kıskandıracak du rumdadır- İnadına böyle söylü yor demeyin. Önce, «Bizden | sonra yazar yetişmedi.» diyen- j ilere bir bakın: Çoğu, çoluk ço-j | cuk saydıkları bizleri okumu-
j
yor; içlerinde, «Yeni bir yazar,
j
yetişseydi bana haber verirler-j di» diyenler bile var. Oysakij
okumak, yalnız hoşça vakit g e - 1 | girmek için değil, bir çağı, o | çağm kişilerini, düşünlerini anlamak için gereklidir. Bizden öncekiler, zaman zaman, hoşa giden, eğlencelik yazılar yaz mışlardır. Ama hiç birinde, ba tılı anlamında, gerçek fikir yoktur. Böyle olduğu halde biz, bizden öncekileri okumaktan, güle ağlıya okumaktan geri durmuyoruz. Bu hesapça hangi yanın savı inanılmaya değer, siz biçin. Ama, ne o1 ursa olsun, kuşaklar arasındaki sen-ben kavgasından şimdiye kadar di şe dokunur bir sonuç çıkma mıştır. Okuyucu bu çeşit tar tışmaları sanatçıların gevezeli ği sayıyor. Haklıdır da. Onun için bence meseleyi başka tür lü ortaya atmak, yurdumuzda sanatçıların ne gibi sııkntılan var, biçiminde ele almak daha iyi olur,
inamşındayım-Melih Cevdet Aııday ucuza mal ettiği tercüme ro manları, yahut da bayağı yerli hikâyeleri basmaktan başka bir düşüncesi yoktur. Ya gazete ler? Aralarına sokulabilene ne mutlu. Sürgünden dönmüş bil mem ne bey, bugünkü altmışlık, yetmişlik ihtiyarlan çocukluk- lannda ağlatmış, güldürmüş eski bir üstat ortada dururken bizim yüzümüze kim bakar. Ya tiyatrolarımız ne güne duruyor? diyeceksiniz. O da başka bir âlem.
Piyesinizde rakı içilen bir aile sofrası varsa «aileyi yık mak» gibi korkunç bir suçla suçlandırılırsınız- Kim kimden korkar? O da açıkça belli de ğildir. Konuştuklarınız size, el leriyle meçhul bri semti işaret le «kızdırmıyalını.» derler. K ı sacası ikmin karşısına çıksanız, nereye gitseniz karşılaşacağınız durum şudur: Bizde sanatçının yurt sevgisinden de, samimiye
tinde» de, namusundan da şüp he edilmektedir. Sanki sanatçı bu yurdun çocuğu değilmiş gi bi. Başka bir yerde de söyledi ğim gibi, bir haritacımız çıksa da, yurdumuzun bilmem kaç ölçümünde haritasını yapmaya kalksa ona «Aman, sakın ha bataklıkları, çölleri gösterme.» diyemezler. Bunun bilime aykı rı olacağını düşünürler.
Ama siz «benim yazdıklarım da gerçek değil mi? diye sorar sanız karşılık hazırdır: «Dosta
«Arkası 5 inci sahifede)
Edebiyatımızın
bugünkü vaziyeti
— O halde edebiyatımızın bu günkü vaziyeti nedir?
— Bugünkü yazarlar çeşit çe şit baskılar altında. Onu önce evinde, masasında, kâğıdı ka lemiyle başbaşa iken bulalım. Göreceğiz ki bu yazar, konusu-[ nu, hürriyet içinde, korkusuzca
işliyemiyor. Diyelim, bir hırsız memuru anlatmak istiyor, de ğil mi? Yazamaz. Devleti tah kirden yakasına yapışırlar. Ya j aç kalan bir köylü? Olamaz, millî birlik var. Şimdi bu yazar bu çeşit göze görünmez baskı lar altında kıvrana kıvrana yazdığı hikâyesini, romanını,1 piyesini, şiirini nereye g ötü r-] sön? Kitapçıya gitse yüz bul-
Muharrir neden
yetişmiyor
(Baştarafj 4 üncü sahifede) düşmana karşı aile meseleleri mizi açığa vurmak doğru ol maz.» derler. Hiç bir çağda böyle şey görülmemiştir. Namık Kemal piyeslerini istibdat dev rinde oynattı; Moliere, çevresi ni kızgınlıktan deliye döndüren
eserlerini kiralın karşısında oynadı; Gogol’ün, hemen bü
tün Rus memurlarını hrısız gösteren Müfettişti çarlık reji minde sahneye kondu. Ş'mdi kalkıp da, zaten yarı aç yarı tok yaşıyan bugünkü genç ya zara «Zarar yok, basılmasa da, oynanmasa da sen yazmana bak.» diyebilir miyiz? Ama genç yazarlar gene de duymu yorlar. Cilt cilt romanları kol tuğunun altında kalmış kaç ki şi biliyorum. Ortaya çıkamı- yanları bir yana bırakalım.
Bugünkü hikâyemiz, şiirimiz, romanımız bence batılı anlam-j da ileri bir konağa varmıştır^ Yukarıda anlattığım yayım t
güçlüklerinden ötürü belki ro man biraz yavaş gidiyor. Ama
i bir derginin küçücük yaprağın
da kendine küçücük bir köşe bulabilen hikâye ile şiir alabil diğine yol alıyor.
Değişen dilin tesiri
— Değişen dilin edebiyatımı za tesiri oldu mu?
— Tabiî. Bu yüzden ilk defa bizde de, gerçek anlamında, bir millî edebiyat doğmaya başlı yor. Yazar elindeki bu yeni aletle geniş halk yığınlarına gidebiliyor; o yığının meselele rini ele alabiliyor. Yeni dil o - nun, dumanlı bir kafadan kur tulup arık, çıplak düşünceyi; bulmasına yardım ediyor- Sa natçıların da, bilginlerin de
yeni meseleleri, yeni fikirleri ortaya atmak zamanı gelince, dillerini yeni baştan gözden geçirdiğini, hattâ yeni bir dil kurduğunu bilmiyenler işi, «Yeniler Türkçe bilmiyor.» de meye kadar vardırıyorlar. Biz bilmiyorsak Halit Ziya Bey mi biliyor?
Söz buraya varmışken şunu söyliyeyim: Her yerde, her za man yeniliğe karşı gelen dü şünce tabiatın, toplumun, in san kafasmm donmuş bir dü zen olduğuna inanan, tabiattaki
toplumdaki, insan kafasındaki değişme, tazelenme gücünü gö- remiyen kafalardan gelir. Şiiri, hikâyeyi kuş seslerinin, Ada sevdalarının tasvirinden ibaret sayanlar ellerine geçen yeni bir sanat eserinde veremli balga mından bahseden bir satır gördüler -mi yüzlerini buruştu-! ruyorlar? Bunun gibi, yalın kat Avrupa hayranlarının uydur duğu nokta-i nazar deyimini | oldum bittim Türkçe sayanlar yeni bir deyimle karşılaştılar m» «uydurma» deyip geçiveri- yorlar.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi