8 TÜRKİYE TURÎNG ve OTOMOBİL KURUMU
TT~5ooQ
M evlânâ ihtifali
Bir Mevlevi dervişi
Un derviche tourneur d’après une vieille gravure
Tel ve film devrinde fotografyayla tarif ne kadar geri kalmıştır. Fotografya, hareketler serisinin bir amm, görünüşler oluşunun bir lâh zasını, oluşlar seyrinin bir halkasını ancak tes- bit edebilir. Tarif, galiba bu kadar da güçlü - kuvvetli değil. Bilgi ne kadar derin, ne kadar sı nırsız olursa olsun, lojik ne kadar müsbet, ne ka dar canlı bulunursa bulunsun, hattâ tarif eden ne kadar artist, ne kadar canlı bir hüviyete bü rünürse bürünsün, değil mi ki karşısmdakilerin duyuş, görüş, anlayış seviyeleri bir değil; değil mi ki kimisi, söylenen sözü alelâde bulacak, ki misi, hiç mi hiç anlamıyacak; değil mi ki, Mol- yer’in dediği gibi, ne güzel söyledi diyenlerin içinde, ne söyledi sorusuna hiç anlamadım diye cevap veren çıkacak, değil mi ki bu soruya, söz mü söyledi ki diye gülenler bulunacak, faydasız dır, faydasız.
Hem bu kadar söze ne lüzum var zaten? Sesi tıpkı tıpkısına alan tel, hareketlerle oluşları, gö rünüşleri, olduğu gibi tesbit eden film var, ne lüzum var bu kadar söze?
Doğru, doğru amma) insan oğlu söyleyen
ya-ve haklı bir istek
ratık, söylemeden duramıyor ki. Söylüyor, söy leme alanını, başıboş dolamyor. Hattâ «Söz gü müşse susmak altın», hattâ, «Başım esen kalır dilim durursa» Ata sözlerini, hattâ çok yeni de virlere ait, «Lâfla peynir gemisi yürürse Kadı köy denizi kadar yağ benden» sözünü, bu, belki de unutulacak, belki de bir zaman sonra izinin tozu belirmiyecek sözü bile söylerken söylüyor, söylemek için söylüyor, söyletmemek için söy lüyor, söylememek için gene söylüyor.
Büyük mütefekkir Mevlânâ’nm mahlası, «Sus, susan» anlamına gelen Hâmûş. O büyük insan bile «Sus, çünkü susmak, bal şerbeti iç mekten de iyi» derken bile söylüyor... Onun bü yük çağdaşı Yunus,
Söz vardır keser savaşı, söz vardır kestirir başı, Söz vardır ağılı aşı bal ile yağ eder bir söz derken gene söylüyor. Söylemesin de ne yapsm?
XVII. yüzyılın canlı mütefekkirlerinden, per vasız erenlerinden, gerçek şairlerinden Kütah yalı Gaybî Sun’ullah’ın dediği gibi
Bir ağaçtır bu âlem, meyvası olmuş âdem, Maksûrî olan meyvadır, sanma ki ağaç ola. Bu âdem meyvasınm çekirdeği sözündür, Sözsüz bu âdem, alem, bir anda târâc ola. Hak denilen özündür, özündeki sözündür, Gaybî özün bilene rubûbiyet tac ola.
işte ben de söylüyorum; yazı, sözün bir müd det için kalması, söylenenin, yalnız sayılı dinle yenler tarafından işitilmesi için değil, mümkün olduğu kadar çoğunluğun gözden duyup özden anlaması için insan oğlunun icat ettiği Tanrıca bir kudret örneği değil mi?
Söylüyorum; söylüyorum; çünkü ben de göz den duyurmak, uzun anlatmak istiyorum.
İMMÜ
İstanbul Mevlevlhanesinde semahane L’Auditorium des Derviches Tourneurs à Istanbul
OCAK 1956 9
İstanbul Mevlevihane*!
Bir aydan daha az bir zaman kaldı büyük mütefekkir, insan, şair Mevlânâ’nın 681 inci yıl dönümüne (1).
Mevlânâ, insanlığın gönlünde ebedileşen in sanlık babalarmdandır. Evet, insanların kimisi, dinde, teşride, kimisi, zamamndan, ileriyi gö rüşte, bu görüşü anlatışta, kimisi teknik saha da, kimisi taşa, tunca can verişte, boyaya, fır çayla dil bağlayışta, kimisi, sese âhenk, nağ meye duygu sağlayışta sarsılmaz bir kudret ol muş, insanlığın gönlüne taht kurmuştur. Dün yaya ışık, maddeye sür’at, hareket verenler, nasıl teknik sahada insanlığa kılavuz olmuşlar sa, nasıl dünü bugüne bağlayıp yarma atlamış lar, öbür günü hazırlamışlarsa, söze, sese, boya ya, taşa, tunca can verenler, ifade bağışlayanlar da insanlığa kılavuz olmuşlar, zamam aşmışlar dır. Zaten Mevlânâ, bu çeşit erenleri bir görür, der k i:
«Tanrı sarhoşlan binlerce kişi bile olsalar bir sayılırlar, birdirler. Nefis sarhoşlarıysa daima iki kişidir, üç kişidir, sayılıdır.»
Mevlânâ’ya göre gerçek erenler, «Gönül gibi alt - üst olmuş bir topluluktur, can gibi başsız ayaksız bir topluluk. Bahçeden de daha neş’elidir gönülleri, gülden de; hattâ selviden de daha hürdür onlar; akıldan, fikirden de üstün, âbıhayattan da tertemiz. Tiken içindedir onlar, fakat gül gibi. Bir yere kapanmışlardır onlar, fakat şarap gibi. Balçık içindedir onlar, fakat gönül gibi. Gece içinde kalmışlardır, fakat seher gibi. Zerreler gibi havadadır onlar, güneş kaf tandır onlara. Balçığa ayak basmışlardır, gön lün içinden baş göstermişlerdir.» «Denizleri içer ler de diyarlar gibi coşarlar. Susarlar amma bil gi sahibidirler onlar, bilirler. Padişahlardır, fa kat yoksul. Bayrak sahibi padişahları bir pula bile almazlar. Beğenilmeden, övülmeden bezmiş
lerdir, alkış istemezler. Zühre gibi, Ülker gibi kendi başlarına buynık olan padişahlardır.»
Evet, benim güzel, benim tatlı, benim insan, benim hür, benim canlar cam Mevlânâ’ma ger çek erenler, böyledir; bizse gene onun dediği gi bi gölgeleriz ancak, «Gölge sayıya alınmaz. Çün kü başkasının caniyle hareket eder, bizde gölge sahibi diye iki elceğizini çırpar durur.»
Sözü uzattım, hoş görün okuyucular, sevgüi- yi andım mı sözün sonu gelmiyor; söylüyorum çünkü gözden duyurmak, özden anlatmak isti yorum.
Gazetelerden duyduk, Mevlânâ’nın altı yüz seksen birinci yıldönümü için hazırlık başlamış. Bu yıl ihtifal, bir kaç gün sürecekmiş. Geçen yıl- ki film gösterilecekmiş, kendimizi görecekmişiz; bu, çok güzel.
Ancak, evet, ancak... Önce de yazmıştım, «Korkuyorum» demiştim, aziz kardeşlerim bile gücendiler, fakat sonra hak verdiler,
10
TÜRKİYE TURİNG ve OTOMOBİL KURUMU ma uğradım. Mukabele başarılı olmadı. Ben, ar-şivik bir film istiyordum, onun içinse, gerekli hazırlık yapılmamıştı. Hırkalar kısaydı, azdı. Sikkeler noksandı, yoktu, hattâ dest — gülsüz semâ’ — zen bile vardı.
Geçen yılki film, turistik bir film olabilir; eğer Sâhıb — Ata medresesi, Şems türbesi, eğer Alâeddin tepesi, camii, Âteş — bâz zaviyesi, eğer Meram bağı, Dedebağı, eğer Konya’mn ba harı, yazı, eğer Konya’nın karı, kışı, kervan sarayı, yolu, treni, otobüsü de alındıysa. Yer yer tabiî manzaralar, tarihî anıtlar, arada bir ney taksimi, ölmez Na’t-ı Mevlânâ, âyin, Devr-i Veledî, semâ’, post duası, yahut gül-bang görü lür, duyulursa, bu kompozisyon, bilir kafalar dan, anlar ellerden çıkarsa elbette çok değerli, alımlı bir film olur; ancak... Geçen yıl da yazdı ğım gibi ben Mevlevi mukabelesinin, baştan sona kadar çok mükemmel bir dekor içinde, aslına tam uygun olarak tarihe mal olmasını istiyorum. Bu, benim isteğim değil yalnız, tarihin, tarihe bağlüığın, sağ duyunun, estetiğin isteği. Bunun la kalmıyorum, evvelce de yazdım, bilenler ta rihe karışmadan öbür tarikatların mukabeleleri ni de tarihe mal etmek, tarihî bir vazifedir. Çün kü Mevlânâ’mn dediği gibi, «Eski satanların
sı-tstanbul Mevlevihanesindo senrahane kenan Galerie de l’Auditorium des anciens Derviches Tourneurs
à Istanbul
İstanbul Mevlevihanesinde yatan Mevlevi büyükleri Les Tombes des principeaux chefs Mevlevis
rası geçti, biz yeni mallar satıyoruz, bu pazar, bizim pazarımız şimdi.»(2)
Evet, gene söylüyorum, söylüyorum, çünkü gözden duyurmak, uzun anlatmak istiyorum. Bu yıl mukabele yapümıyacakmış. Fakat dört başı mâmur bir mukabele, hiç olmazsa gelecek yıl lâ zım. Hattâ bu mukabelenin hazırlığına hemen başlanmalı, arşıvik film, hiç olmazsa gelecek sene tesbit edilmeli, bir film müzesi kurulmalı. Bu çeşit filmler, oraya mal edilmeli.
Bu yıla gelince:
Madem ki mukabele yapılmıyacak, sayın ter tip heyetinden bir ricam var; haklı ve yerinde bir rica:
Bir kaç gün sürecek ihtifalin bir gecesi, mey dan evinde, bir Mevlevi aynicem’ine ayrılsa. Fa kat bütün usuliyle, erkâniyle. İkişer yanda do kuzar şamdandan on sekiz şamdan. Şeyh postu. Na’t, taksim, sonra hırkayla semâ’, aşiru ayni- cem gül-banki.
Bu yapılırsa Mevlevi aynicem, filme alınır, arşivik filmlerin ilki olur, yerinde bir hizmet gö rülür, konuklara da tarihin bir perdesi açılır, gösterilir. Bunun için fazla külfete de lüzum yok tur.
İhtifalin başka gecelerinde gene söyliyecekler söyler, dinleyecekler dinler.
Dilek benden, kabul, bu işe ön-ayak olanlar dan, saygı değer tertip heyetinden.
Abdulbaki GÖLPINARLI
(1) Mevlânâ, 1273 Aralık ayının on yedinci giinü, gön batarken vefat etmiştir. O yıl, hesaplanamaz, çünkü ilk vefat yıldönümü, 1274 Aralığının on yedisidir; bu bakım dan yılımızın 17 Aralığı, onun vefatının tam altı yüz sek sen birinci yılıdır,
(2) Bu yazıya alman Mevlânâ’nın sözleri «Divân-ı Ke bir» dendir.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi