• Sonuç bulunamadı

Başlık: Bir Tasavvufî Terâcim-i Ahvâl Müellifi İmamzâde Salih Sâim (Unar) ve Terâcim-i Ahvâl-i Evliyâ'sıYazar(lar):GÜNAYDIN, Yusuf TuranCilt: 46 Sayı: 2 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000015 Yayın Tarihi: 2005 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: Bir Tasavvufî Terâcim-i Ahvâl Müellifi İmamzâde Salih Sâim (Unar) ve Terâcim-i Ahvâl-i Evliyâ'sıYazar(lar):GÜNAYDIN, Yusuf TuranCilt: 46 Sayı: 2 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000000015 Yayın Tarihi: 2005 PDF"

Copied!
21
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Bir Tasavvufî Terâcim-i Ahvâl Müellifi

Ýmamzâde Salih Sâim (Unar) ve

Terâcim-i Ahvâl-i Evliyâ'sý

YUSUF TURAN GÜNAYDIN

Doktora Öðrencisi, ANKARA Ü. SBE Ýslâm Tarihi ve Sanatlarý (Türk Ýslâm Edebiyatý) e-mail: ytgunaydin@yahoo.com

abstract

A Sufic Biographier Ýmamzada Salih Saim (Unar) and His Work Called the Teracim-i Ahval-i Avliya (Biographies of Sufis). Imamzada Salih Saim (Unar) is a man

of letters who lived in between 1867-1965 in Istanbul. His work called the Teracim-i Ahvâl-i Avliya implies sufi biographies. This working is about the life of Ýmamzada Salih Saim, his books and Teracim’s transcription.

key words

Ýmamzada Salih Saim (Unar), Teracim-i Ahval-i Avliya, Literature of the Turkish, Biographies of sufis.

Osmanlýca matbu kitaplarýnda “Ýmamzâde Sâlih Sâim” imzasýný kullanan Salih Sâim Unar 1284/1867’de1 Ýstanbul’da Gümüþsuyu’nda doðdu.2

Ba-basý ilmiyeden Hafýz Hüseyin Efendi, annesi Hafize Ayþe Haným’dýr. Medi-ha, Mükerrem ve Þair Ali Rýdvan Unar (1900-1976)’ýn3 babasý, yayýncý

Mit-1 Emekli Sandýðý Arþivi, Askerî Tasnif (NT): Mit-18496.

2 Cemal Kutay, Sebilden Bir Avuç Su/Zamanýmýzýn En Yaþlý Fikir, Þiir, Nesir Üstadý Salih Saim Unar’ýn Doksan Dört Yýllýk Mâneviyat ve Edebiyat Hazinesinden Mütevazý Derlemeler, Yeni Savaþ Matbaasý, Ýstanbul, 1960, s. 7. Türk Dili ve Edebiyatý Ansiklopedisi (c. VII)’nde “Salih Saim” maddesi bulunmakla birlikte bu madde okuyucuyu “Unar, Salih Sâim” maddesine gön-dermekte fakat son ciltte yer alan U harfi bölümünde söz konusu madde yer almamaktadýr. 3 A. R. Unar’ýn Biyografisi için bkz. Ýbnülemin Mahmud Kemal Ýnal, Son Asýr Türk Þairleri-IV,

Millî Eðitim Bakanlýðý Yayýnlarý, Ýstanbul, 1969, s. 1413-1474 (Ýbnülemin, Sâlih Sâim’i eserine almamýþsa da oðlu Ali Rýdvan Unar’a ayýrdýðý bölümde Sâlih Sâim’den de bir cümleyle söz etmiþtir. Bkz. a.g.e.-IV, s. 1473); Murad Uraz, Türk Edip ve Þairleri-3. Kýsým, Ýstanbul, 1940, s. 154-155.Urazburada doðum tarihini 1902 olarak veriyor. A. R. Unar’la ilgili bir hatýra için bkz. Abdullah Satoðlu, “Dr. Ali Rýdvan Unar”, Edebiyat Dünyamýzdan Hoþ Sedâlar, Akçað Yayýnlarý, Ankara, 2004, s. 65-67. Unar’ýn bu kaynaklarda söz edilmeyen bir þiir kitabý

(2)

Kubbe-hat Sadullah Sander’in amcasýdýr.4 21 Kasým 1965’te Ýstanbul’da öldü. Kabri

Edirnekapý Þehitliðindedir.5

Tahsili

Ýlk tahsilini anne ve babasýndan aldý. Peþinden Tophane Feyziye Mektebini bitirdi. Arapçayý babasýndan ve Nusretiye Camiinde “ulûm-ý Arabiyye” ted-ris eden Huzûr-ý Hümâyun mukarrirlerinden Kazasker Tophaneli Hoca Ha-þim Efendi’den öðrendi. Döneminin meþhur simalarýndan Abdülmecid Þirvânî’den Farsça dersleri aldý.6

Meslek Hayatý

Ýlk vazifesi, “Memûrîn ve Ketebe-i Aklâm-ý Askeriyye ve sâir Mensûbîn-i Cünûdiyyeye Tahsîs Olunan Tekâüd ve Eytâm ve Erâmil Maâþýna Mahsûs Hesâb Müzekkeresi”ne göre 1 Aðustos 1299/1883’te7 16 yaþýndayken

baþ-ladýðý Tophâne-i Âmire Rûznamçe Kalemi Harcýrâh ve Tedkîk-i Hisâbât me-murluðudur. Daha sonra yine burada Muhassesât-ý Zâtiye Evrâk, Riyâset ve Mâruzat, Topçu Dâiresi Yoklama ve Kuyûdât, Mekteb-i Harbiye’de tahrîrât, Sýhhiye Dâiresi Birinci Þubede istihbârat ve Þûrâ-yý Askerîde Mühimme ve Muâmelât iþlerinde görev yapmýþtýr.8 1908’de ilga edildikten sonra Îmâlât-ý

Harbiye Müdîriyyet-i Umûmiyyesi adýný alan Tophâne Harbiye Nezâreti Müþîriyetinden9 2 Aralýk 1339/1923’te emekli olmuþtur.1 0 1323/1907’de

Karadeniz Ereðlisi’nde bulunduðu sýrada kendisine “rütbe-i sâniye sýnýf-ý

de Bâkî Kalan adýný taþýmaktadýr (Ajans-Türk Matbaacýlýk, Ankara, 1970). Mektep Þiirleri (Yeni Tarih Dünyasý Yayýnlarý, Ýstanbul, 1954) adlý kitabý daha sonra Okul Þiirleri adýyla da basýlmýþtýr (Ersa Matbaacýlýk, Ýstanbul, 1963). Týp doktoru olan þairin Dirim dergisinde yayýn-lanmýþ meslekî makaleleri de vardýr.

4 Uraz, a.g.e., s. 154; Kutay, a.g.e., s. 7-8. Salih Saim’le ilgili Sander’in Ali Rýdvan Unar’la birlikte hazýrladýðý bir kitap için bkz. “Salih Saim”in Yazý Hatýralarý ve Hayatý, Sulhi Garan Matbaasý, Ýstanbul, 1954.

5 Ölüm ilâný: Cumhuriyet, 21.11.1965. Üsküdar adlý bir eserinin olduðu, oðlu Ali Rýdvan Unar’ýn Ýbnülemin’de biyografisinin bulunduðu bilgilerinden sonra Sâlih Sâim hakkýnda ilk ulaþtýðým bilgi bu oldu. Bu bilgileri Prof. Dr. Ali Birinci Hocamýza borçluyum ve kendisine müteþekkirim. Uraz’ýn kitabýndaki ilgili bölümün fotokopisini gönderen Ýsmail Kasap’a da bu katkýsýndan dolayý teþekkür ederim.

6 Kutay, s. 8.

7 Emekli Sandýðý Arþivi, Askerî Tasnif (NT): 18496.

8 Mithat Sadullah Sander, “Pek Deðerli Üstadýmýz Salih Saim Unar’ýn Hâl Tercümesi”, a.g.e., s. 6-10; Kutay, a.g.e., s. 15-20.

9 Tophane Müþiriyeti için bkz. M. Zeki Pakalýn, Osmanlý Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüðü-III, Millî Eðitim Bakanlýðý Yayýnlarý, Ýstanbul, 1993, s. 514-515.

10 Emekli Sandýðý Arþivi, Askerî Tasnif (NT): 18496. Emeklilik tarihini diðer kaynaklar da vermek-tedir. Bkz. Sander, Unar, s. 7; Kutay, s. 17; Uraz, s. 154.

(3)

mütemâyizliði” tevcih edilmiþtir.1 1 Mensûbîn-i askeriyeye mahsûs tekâüd

maâþý hesap cetvelinde emekliye ayrýldýðýnda rütbesinin “Ketebe-i Askeriy-yeden Kýsm-ý Sânî Mümeyyizi” olduðu kayýtlýdýr. Fakat Salih Sâim’in Maliye Vekâletine verdiði bir dilekçeden anlaþýldýðýna göre Ýstanbul Muhassesât-ý Zâtiyye Ýdâresince tanzim edilen 572726 esas ve 2738 muamele numaralý 12 Nisan 340 (1924) heyet ve mûcibince tekâüd maaþý “Kýsm-ý Sâlis Mü-meyyizi” rütbesi üzerinden hesaplanmýþtýr. Salih Sâim dilekçesinde bu du-rumun düzeltilmesini isteyerek þöyle demektedir: “(…) tam 40 senelik hayât-ý resmiyyemde nashayât-ýlsa “Khayât-ýsm-hayât-ý Evvel Mümeyyizliði”ni elde etmiþ iken garîb ve hayret bir cilve-i tâli’ ile son terfîimin 336 (1920) senesine müsâdefetin-den dolayý umûm meyânýnda bir derece tenzîl-i sýnýfa uðramýþtým. Þu hâlde resmiyetin bana tevcîh edeceði sýfat-ý hizmet ve memuriyet -velev mütekâid de olsam- bieyyi-hâlin “Kýsm-ý Sânî Mümeyyizliði”dir. Ýstanbul Muhassesât-ý Zâtiyyesine keyfiyeti ifade ve beyân eylemekliðime mukâbil; “Ankara’dan gelen sened-i resmîde o yolda yazýlmýþtýr, biz de ona göre tanzîm eyledik. Tashîh ve buraya iþ’ârýný oraya yazmalýsýnýz!...” cevâbý dermeyân edildi ki, pek haklý bulduðum þu tecvîb-i resmîyi iþte makâm-ý saâdetlerinize bildiri-yorum. Maâþýmýn da sehven Kýsm-ý Sâlis Mümeyyizliði maâþý üzerinden hesâb edildiði takdîrde maðdûriyyetim bihakkýn tezâhür eder ki, bu da bilhâssa cây-ý teemmüldür ve dikkat-i nazarý câlibdir.”

Sâlih Sâim’in bu dilekçesinin altýna memurlar tarafýndan düþülen kayýt-larda adý ve unvâný “Üsküdar Ahz-i Asker Þubesinde müsâfir Kýsm-ý Sâlis Mümeyyizi Sâlih Sâim Bey” þeklinde geçmektedir. Ayrýca burada verilen adresinde “Üsküdar’da Vâlide-Atik Câmi-i Þerîfi karþýsýnda” oturduðunu öðreniyoruz. Salih Sâim’in düzeltilmesini istediði bu “Kýsm-ý Sâlis Mümey-yizliði” rütbesi hakkýnda bir dizi yazýþma yapýldýðýný yine belgeler göster-mektedir. Bunun sonucunda 22 Haziran 341 (1925) tarihli T.C. Müdafaa-i Milliye Vekâleti Muâmelât-ý Zâtiye Dairesi Mütekâidîn Þubesinden yazýlan yazýda maaþýnýn evvelâ 1750 kuruþ olarak hesaplandýðý belirtilmiþ, bu du-rumun düzeltilerek rütbesinin “Kýsm-ý Sânî Mümeyyizliðine” tahsîs ettiril-mesi” istenmiþ, böylece Salih Sâim dilekçesinin sonucunu almýþtýr.

Sâlih Sâim 1 Aðustos 1299/1883 ile 2 Aralýk 1339/1923 tarihleri arasýn-da ifa ettiði 40 yýl, 2 ay ve 1 günlük meslek hayatýný yaþ haddi dolayýsýyla yahut hizmet müddetini gösteren belgenin ifadesiyle “25 Aðustos 339 (1923) Tarihli Kanunun 113. maddesi mûcibince” doldurup 1263 kuruþ tekaüd maaþýyla emekliye ayrýlmýþtýr.1 2

11 Bu tevcihle ilgili Fuad Hulûsî Demirelli’nin manzum bir tebriki için bkz. Kutay, s. 14. 12 “Müddet-i Hizmeti”ni gösteren belge, Emekli Sandýðý Arþivi, Askerî Tasnif (NT): 18496.

(4)

Emekli olduktan sonra ayný yýl Tefeyyüz Kitaphanesi sahibi tarafýndan yapýlan teklifi kabul ederek 1339 Temmuzunda bu müessesenin müdürlü-ðüne geçmiþ ve bu iþi 1927’ye kadar sürdürmüþtür.1 3 Bu tarihten itibaren

ise çok sevdiði Ýstanbul’un “bedîî manzaralarýný tavaf etmek maksadýyla bu emsalsiz þehrin bin bir köþesini dinî bir pýrlanta ihtiþamiyle süsleyen camile-ri ve mescitlecamile-ri dolaþarak girânbahâ Ýslâm abidelecamile-rinde tetkikler yaparak” vaktini deðerlendiren Sâlih Sâim, rahatsýzlýðý sebebiyle ömrünün son gün-lerini evinde geçirmiþtir.1 4

Edebî Yönü

Sâlih Sâim Unar, Ýbnülemin’in deyiþiyle “Memleketin irfânýna hizmeti seb-keden erbâb-ý kalemin kýdemlilerinden”dir.1 5 Cemal Kutay da hakkýnda

hazýrladýðý kitabýnýn alt baþlýðýnda “Zamanýmýzýn En Yaþlý Fikir, Þiir, Nesir Üstadý” tavsifini kullanmýþtýr.

Servet-i Fünûn dergisinin kurucusu Ahmed Ýhsan Tokgöz (1868-1942)’le Tophane Harbiye Nezaretinde mesai arkadaþý olan Sâlih Sâim, onun çýkardýðý ilk dergi olan Umran (1887)’a katkýda bulunmuþ, edebiyata hevesli bir genç olarak Ahmed Ýhsan’la birlikte bu yayýnýn dizgisine kadar ilgilenmiþtir.1 6

Hafýzasýnýn kuvvetiyle anýlan Sâlih Sâim’in edebî müktesebâtý çok geniþ-ti. Divaný 1937’deki yangýnda yanan þair Üsküdarlý Talat’ýn bir beyti bile bulunamadýðý için Ýbrahim Alâettin Gövsa’nýn Meþhur Adamlar Ansiklope-disi’ndeki Üsküdarlý Talât maddesine þiirlerinden örnekler alýnamamýþken, yangýndan 23 sene sonra bir sohbetinde bu þairin birçok beytini hafýzasýn-dan nakledebilmiþtir.1 7

13 Sander’in verdiði bu bilgiler için bkz. Sander-Unar, s. 8; Kutay, s. 18.

14 Bkz. Sander, Unar, s. 9; Kutay, s. 18. Ev adresi Emekli Sandýðýn belgelerinde “Üsküdar’da Valide Atik Camii Þerifi karþýsýnda sâkin” ifadeleriyle verilmektedir. Bkz. Askerî Tasnif (NT): 18496. Ayný adres, Servet-i Fünûn’un kuruluþunun 75. yýldönümü dolayýsýyla yazýlan imzasýz bir yazýda þöyle belirtilmektedir: “Üsküdar, Atik Valde, No. 56.” Bkz. “Yaþýyan Hatýra”, Tarih Konuþuyar, c. III, Mart 1965, S. 14, s. 1150.

15 Ýbnülemin, IV, 1473.

16 Kutay, Sâlih Sâim’le Ahmed Ýhsan arasýnda geçen bir muhavereyi naklediyor. Bkz. a.g.e., s. 8. Buna raðmen Ahmed Ýhsan, Servet-i Fünûn hatýralarýnda Sâlih Sâim’den hiç söz etmemiþtir. Bkz. Ahmed Ýhsan Tokgöz, Matbuat Hatýralarým, Hazýrlayan: Alpay Kabacalý, Ýletiþim Yayýn-larý, 1. baský, Ýstanbul, 1993. Bunun sebebi, genellikle yazýldýðýnýn aksine Salih Saim’in Ahmed Ýhsan’la Servet-i Fünûn döneminde deðil, Umran ve Þafak döneminde mesai arkadaþý olmasý olmalýdýr. Ahmed Ýhsan bu dönemde Tophane Müþiriyyetinden gazetecilik ile memurluk ara-sýnda kesin tercih yapmasý teklifiyle karþýlaþýnca birinciyi tercih etmiþtir. Bkz. Orhan Koloðlu, “Tokgöz, Ahmet Ýhsan”, Yapýtlarý ve Yaþamlarýyla Osmanlýlar Ansiklopedisi-II, Yapý Kredi Ya-yýnlarý, Ýstanbul, 1999, s. 625.

(5)

Sâlih Sâim’in edebî mektuplarý da vardýr. Çok mektup yazar ve kendisi-ne de çok mektup gelirdi. 1959’da gözleri görmez oluncaya dek mektup yazmayý sürdürmüþtür. Bir gözü tamamen görmez ve diðeri de ancak onda bir görme kabiliyetine sahip olduðu hâlde yine de okuyup yazmayý býrak-mamýþtýr.1 8 Bir kitap dostu olan Sâlih Sâim’in zengin bir kitaplýðý vardý.

Çok okumakla beraber yazardý da. En çok yazý yayýnladýðý dergilerin Maârif ve Saâdet dergileri olduðu söylenmesine1 9 raðmen bu yayýnlar üzerinde

yaptýðýmýz incelemede Sâlih Sâim’in makalelerine rastlayamadýk.2 0

Edebî ve Tasavvufî Çevresi

Evi sürekli ziyaretçilerle dolup taþan Sâlih Sâim’in gittikçe geniþleyen edebî bir çevresi olmuþtur. Her Cuma günü çoðunlukla evinde, bazen de dönemin þairlerinden Halil Edib Bey (1863-1912)’in2 1 Bakýrköy’deki evinde toplanýlýr;

Sander’in deyimiyle bu toplantýlar “edebî bir encümen” mahiyeti arzeder, her-kes yazdýklarýný okur, takdir ve tenkitlerle deðerlendirmeler yapýlýrdý.2 2

Tefeyyüz Kitaphanesi müdürlüðü yaparken Kitaphanenin Babýâli yoku-þuna nâzýr idarehanesindeki odasý “bir ilmî mahfel” ve “edebî bir

akade-mi”2 3 hâline gelen Sâlih Sâim geniþ bir edebî-tasavvufî çevreye sahipti.

Sü-leyman Nazif (1870-1927), Hakký Süha Gezgin (1895-1963)24,

Tokadîzâ-de Þekip (1871-1932)25, Fuat Hulûsî Demirelli (1877-1955)26, Üsküdarlý

þair Ahmed Talat (1858-1926), Ýzmirli Þair Ali Þefik (?), kimyager ve þâir Hüseyin Rifat (Iþýl, 1878-?)2 7 gibi edebiyatçýlarýn yaný sýra o zamanlar

Üs-18 Kutay, s. 14. BuradaFuat Hulûsî’ye ve Mithat Sadullah Sander’e yazdýðý iki mektup bulunmak-tadýr. Sâlih Sâim’in tüm mektuplarýnýn derlenmesi edebiyat ve yakýn dönem tasavvuf tarihi açýsýndan gereklidir.

19 Bkz. Sander, Unar, s. 10; Kutay, s. 18-19.

20 Maarif dergisinin Ali Birinci’nin kütüphanesinde bulunan ilk cildiyle Millî Kütüphanede mikro-filmi bulunan diðer ciltlerinde Salih Sâim imzalý yazýlara rastlayamadýk. Millî Kütüphanede bulunan Saâdet adlý süreli yayýn ise bir dergi deðil bir gazetedir ve içinde yine Salih Sâim imzalý bir yazýya rastlanmaz.

21 Biyografisi için bkz. Ýbnülemin, I, 410-414. 22 Bkz. Sander, Unar, s. 10; Kutay, s. 19-20.

23 Sander’e ait bunitelemelerin yer aldýðý yazý için bkz. Sander, Unar, s. 9-10; Kutay, s. 18. 24 Bkz. Behçet Necatigil, Edebiyatýmýzda Ýsimler Sözlüðü, Varlýk Yayýnlarý, Ýstanbul 1985, s. 146. 25 Bkz. Necatigil, a.g.e., s. 326.

26 Ýbnülemin Mahmud Kemal Ýnal, Son Asýr Türk Þairleri, c. I, Atatürk Kültür Merkezi Baþkanlýðý Yayýnlarý, Ankara 1999, s. 667-670; Feyzi Halýcý, Parlâmenter Þairler, TBMM Kültür, Sanat ve Yayýn Kurulu Yayýnlarý, Ankara, 1990, s. 80-81. Bu kaynaklarda sadece doðum tarihi verilmekte-dir. Ölüm tarihi ve bir þiir kitabýnýn tanýtýmý için bkz. Veli Recai Velibeyoðlu, Þiir Kitaplarý Antolojisi-II, Ýstanbul, 1975, s. 1036.

(6)

küdar Mevlevîhânesi þeyhi olan Remzi Dede (Ahmed Remzi Akyürek: 1872-1944)2 8 , Tâhirü’l-Mevlevî (Olgun: 1877-1951) ve Ýstanbul’daki ilk büyük

Mevlevîhane olan2 9 Kulekapýsý Mevlevîhânesi postniþîni Celâleddin Efendi

(?) gibi tasavvuf erbâbý bu kitaphanedeki odasýna sýk sýk uðrarlardý. Bu isim-leri sayan Mithat Sadullah Sander þu deðerlendirmeyi yapmaktadýr: “Onun cevval zekâsý, güzel ve güler yüzü, mütevazý odasýnda öyle bir pertev-i câzi-bedar teþkîl etmiþti ki, devrin en sayýlý erbab-ý edebi o civara yollarý düþtük-çe bu hücre-i irfana uðramadan gedüþtük-çemezlerdi.”3 0

Çevresindeki tasavvuf erbabýnýn genellikle Mevlevî olmasý, Sâlih Sâim’in de Mevlevî olabileceðini akla getiriyorsa da ulaþabildiðimiz kaynaklar onun tasavvufî yönü hakkýnda hiçbir bilgi vermemektedir. Eserlerini tanýtýrken de görülebileceði gibi 15 eserinin çoðu tasavvufî terâcim-i ahvâle dairdir ve bunlardan biri de Mevlânâ ve Þems-i Tebrîzî’yi konu almaktadýr. Bu eser, diðerlerinden bir farklýlýk gösterir: Eserlerinde çok kýsa bir þekilde birçok sûfîden menkýbeler aktaran Sâlih Sâim, Mevlânâ ile ilgili eserinin tümünü bu mutasavvýfa ve Þems-i Tebrîzî’ye ayýrmýþtýr. Bu da onun Mevlevîliðe daha yakýn olduðuna dair bir ipucu sayýlabilir.

Üsküdar’da yaþayan, tasavvuf çevreleriyle irtibatý bulunan ve tasavvufî terâcim yazan bir müellifin Üsküdar’a dair yazýlan son hatýrat kitaplarýnda adýnýn geçmediðini belirtmeliyiz. Özellikle Ahmed Yüksel Özemre’nin Üs-küdar’ýn tasavvuf çevrelerinden söz ettiði eserlerinde3 1 Salih Sâim’in adý

geçmez. Bunun sebebi de Üsküdar’ýn birbirinden farklý birçok tasavvufî çev-reyi bünyesinde barýndýrmasý olmalýdýr.

Eserleri

Tasavvufî terâcim-i ahvâle dâir eserleri, ilki hariç sadece bir sûfînin adýný taþýmakla birlikte her birinin içinde birçok sûfîden çok kýsa çizgilerle bahse-dilmektedir. Müellifin, ilk sýrada yer alan sûfînin adýný kitabýna verdiðini görüyoruz. Basýlýþ itibariyle ilk eseri olan Terâcim-i Ahvâl-i Evliyâ, aslýnda bu tür eserlerinin hepsinin ortak adý hükmündedir. Bâyezid-i Bistâmî adlý

ese-28 Akyürek hakkýnda bkz. Ahmet Cahid Haksever, Son Dönem Osmanlý Mevlevîlerinden Ahmet Remzi Akyürek, T.C. Kültür Bakanlýðý Yay., Ankara, 2002.

29 Þeyh Gâlib de Galata Mevlevîhanesi olarak da adlandýrýlan bu Mevlevîhanede þeyhlik yapmýþ-týr. Bkz. Sezai Küçük, Mevlevîliðin Son Yüzyýlý, Simurg Yayýnlarý, Ýstanbul, 2003, s. 79-88. 30 Bkz. Sander, Unar, s. 8, Kutay, s. 18.

31 Bkz. Özemre, Üsküdar’da Bir Attar Dükkâný, Kubbealtý Neþriyatý, Ýstanbul, 1997; Geçmiþ Za-man Olur ki…, Kubbealtý Neþriyatý, Ýstanbul, 1998; Portreler, Hâtýralar..., Kubbealtý Neþriyatý, Ýstanbul, 2001; Üsküdar, Ah Üsküdar!, Kaknüs Yayýnlarý, Ýstanbul, 2002; Üsküdar’ýn Üç Sýrlýsý, Kubbealtý Neþriyatý, Ýstanbul, 2004.

(7)

rinin sunuþunda belirttiðine göre bu kitabýnýn çok ilgi görmesi; 1000 adet bastýrdýðý Terâcim’in tükenmiþ olmasý Müellifi yeni kitaplar hazýrlama ko-nusunda teþvik etmiþtir. Bundan duyduðu memnuniyeti dile getiren Müel-lif, ayrýca kitapçýlarda dolaþýrken gözünün önünde kitaplarýnýn sorulup sa-týldýðýný belirtmektedir. Terâcim’i yeniden bastýrmaktansa bu ilk kitabýnda-ki tercüme-i hâllerden birçoðunu da yeni kitabýnda-kitaplarýna serpiþtirerek her biri-nin “yeni baþtan bir Fâtiha ile ervâh-ý þerîfesi þâd ve kendileri rahmet ve maðfiretle yâd olunur”3 2 düþüncesiyle yeni kitaplar hazýrlamýþtýr.

Hazýrla-dýðý bu tür kitaplarýnda Nefehâtü’l-Üns’ü kaynak olarak kullanmýþtýr. Aslýnda Ýmâmzâde Sâlih Sâim’in, bir bütünün parçalarý sayýlabilecek ta-savvufî tercüme-i hâllere yer veren tek formalýk küçük kitaplarý, ilk kitabý-nýn adýyla (Terâcim-i Ahvâl-i Evliyâ) ve tercüme-i hâli tekrar edilenler ayýk-lanarak tek kitap hâlinde basýlabilir. Böylece müellifin edebî yönden kuv-vetli bir üslûpla kaleme aldýðý bu eserleri bir arada tasavvuf okuyucusunun dikkat nazarlarýna sunulabilir. Böyle bir giriþim, Bâyezîd-i Bistâmî adlý ese-rinden yukarýda iktibas ettiðimiz ifadesiyle, bu kez kendi ruhu da “Bir Fâti-ha-i Þerîfe ile þâd ve rahmet ve maðfiretle yâd edilmek” bakýmýndan güzel olacaktýr.

Tasavvufî Terâcim-i Ahvâle Dâir Eserleri

1. Terâcim-i Ahvâl-i Evliyâ, Kasbar Matbaasý, Ýstanbul, 1307, 29 s. 2. Ýmâm-ý A’zam ve Eimme-i Selâse, Bâbýâlî Caddesinde 25 Numaralý baa, Ýstanbul, 1314, 24 s. (Ýlk baský); Bâbýâlî Caddesinde 38 Numaralý Mat-baa, Ýstanbul, 1317/1901, 24 s. (2. baský).

3. Hüccetü’l-Ýslâm Ýmâm Gazâlî, Þirket-i Mürettibiyye Matbaasý, Ýstanbul, 1315, 22 s.

4. Bâyezîd-i Bistâmî, Þirket-i Mürettibiyye Matbaasý, Ýstanbul, 1315, 18 s.3 3

5. Muhyiddin-i Arabî ve sâir Bâzý Efâhim-i Ýslâmiye, Þirket-i Mürettibiyye Matbaasý, Ýstanbul, 1315, 18 s.

6. Emir Buhârî, Âlem Matbaasý, Ýstanbul, 1315, 20 s.

7. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Þemseddîn-i Tebrîzî, Mahmud Bey Matba-asý, Ýstanbul, 1317/1901 (Ýkinci baský), 22 s.

8. Muhadderât-ý Evliyâ, Asýr Matbaasý, Ýstanbul, 1317/1901, 24 s.

32 Bkz. Ýmâmzâde Sâlih Sâim, Bâyezîd-i Bistâmî, Þirket-i Mürettibiyye Matbaasý, Ýstanbul, 1315, s. 2-3.

33 Eserin çevrimyazýsý için bkz. Yusuf Turan Günaydýn, “Ýmâm-zâde Sâlih Sâim’in Tasavvuf Târî-hine Dâir EseriI-II”, Özlenen Fark, S. 37-38, Aðustos-Eylül 1999, s. 22.

(8)

34 Sâlih Sâim bu eserinde kendisini “câmî ve muharrir” olarak nitelemiþtir. 35 A.g.CD (Özege: 744). Son iki eseri Millî Kütüphanede bulunmamaktadýr.

36 Bkz. Eski Harfli Türkçe Basma Eserler Bibliyografyasý (Arap, Ermeni ve Yunan Alfabeleriyle) 1584-1986, Millî Kütüphane yayýný CD (Özege: 14910).

37 Latin harfleryle matbu olan bu eserin Prof. Dr. Ali Birinci’deki nüshasýnýn son sayfasýnda Arap harfleriyle ve el yazýsýyla “Okadar takayyüdâta ve mükerrer tashîhâta raðmen, mürettiblerce yine beþ on yerde imlâ ve terkîb hatâlarý vukûa getirilmiþtir. Ý’tizâr olunur.” notu vardýr. Yayýn-cýlýkla da uðraþan ve Cemal Kutay’ýn ifadesine göre (a.g.e., s. 10) okuduðu her kitabýn “hayýr-hah niyet ve babacan eda ile”tashihini de yapma itiyadýna sahip olan Müellifin bu notu, kitabý-nýn bir hediye nüshasýna veya belki de bütün nüshalarýna yazmýþ olabileceði hatýra geliyor. 38 Kutay, s. 10.

39 Sâlih Sâim’in hatýralarý konusunda kendisine vefatýndan önce internet sitesi (www.cemalku-tay.com) aracýlýðýyla ulaþmaya çalýþtýðýmýz Cemal Kutay’dan herhangi bir cevap alamadýk.

Hikem Tarzý Eserleri (Edebî Seçmeler ve Ahlâkî-Tasavvufî Hikmetler) ve Mektuplarý:

1. Cümel-i Hikemiyye, Kasbar Matbaasý, Ýstanbul, 1306, 20 s.

2. Altýn Küpe ve Mecmûa-i Nesâyih, Âlem Matbaasý, Ýstanbul, 1308/1892, 30 s.

3. Mahfûzât-ý Edebiyye, Kasbar Matbaasý, Ýstanbul, 1318, 40+1 s. 3 4

4. Ana Baba Nasîhatleri, Kasbar Matbaasý, Ýstanbul 1307/1890, 14 s.3 5

5. Mürâselât, Tophâne-i Âmire Matbaasý, Ýstanbul 1306/1889, 23 s.3 6

Hâtýrat Türü Eserleri:

1. Üsküdar – Þaþý Hâfýz ve Mâruf Nüktedanlar, Tefeyyüz Kitaphânesi, Kültür Matbaasý, Ýstanbul, 1941, 24 s.3 7

2. Hâtýralarý: Sâlih Sâim’in ziyaretçilerinden olan ve hakkýnda bir derle-me hazýrlayan Cemal Kutay, Sâlih Sâim Unar’ýn hatýralarýný kalederle-me aldýðýný; “Hatýralarýný, kendisinden sonraki nesilde, hayatýn en basit görülen safhala-rýnýn bile, derinliðine inebilmiþ engin dimaðlarda nasýl berceste tesbitler olabileceðinin ölmez misâli olarak gün gün kaydeden Üstad (…)” 3 8

diye-rek belirtmekte ve Müellifin Kastamonu yolculuðuna dair bir bölümünü de iktibas etmekteyse de, bu hâtýrat basýlmamýþtýr. Yayýnlanmasý yakýn dönem edebiyat ve tasavvuf tarihine ýþýk tutacaktýr.3 9

Metin

Terâcim-i Ahvâl-i Evliyâ Sâlih Sâim’in yayýnlanmýþ ilk eseridir. Bu eserinde yer verdiði sûfîlere daha sonra basýlan eserlerinde de serpiþtirilmiþ olarak rastlýyoruz. Görünen o ki Ýmâmzâde, diðer eserlerini de bu ilk eserini model alarak telif etmiþtir. Bâyezîd-i Bistamî adlý eserinin önsözünde de ilk eserin-den söz etmekte ve çok ilgi gördüðünü vurgulamaktadýr. Bu sebeplerin yaný sýra söz konusu eserlerinin muhtevasýný ve telif metodunu yansýtmasý açý-sýndan bu metni seçtik.

(9)

Metin, verdiði bilgiler açýsýndan deðil dili ve terâcim-i ahvâl yazýmýnda kullandýðý popüler diyebileceðimiz üslûbu açýsýndan dikkat çekicidir. Yaza-rýn döneminin okur yazar kesimine kolay okunan tasavvufî terâcim-i ahval kitapçýklarý sunmayý hedeflediðini söyleyebiliriz. Dili ise Servet-i Fünûn dö-nemi edebiyatçýlarýnýn kullandýðý Türkçeye yakýndýr.

Burada metne, verdiði bilgiler açýsýndan yaklaþmýyoruz, çünkü bu bilgi-lerin bir kýsmý bugün eskimiþ ve tartýþýlabilir durumdadýr. Bu hususlara dip-notlarda yeri geldikçe iþaret ettik. Orijinal metnin sayfa numaralarýný köþeli parantez içinde gösterdik. Metinde geçen Hicrî tarihleri Milâdî tarihe çevi-rerek parantez içinde belirttik. Metin içinde Türkçeye tercüme edilmemiþ Arapça ve Farsça ifadeleri tercüme ederek dipnotlarda verdik. Yazýmda hafif-letilmiþ bir transkripsiyon kullandýk.

TERÂCÝM-Ý AHVÂL-Ý EVLÝYÂ40

[3] MUKADDÝME-ÝFTÝTÂH Cenâb-ý Hakk’a çok þükür.

Sâye-i meâlî-vâye-i Hazret-i Pâdiþâhîde Kütübhâne-i Osmâniyye vü Ýslâmiyyemize bir eser daha vaz’ u ilhâk ile hisse-yâb-ý fahr ü sürûr oldum. Bu eser-i fakîrânemin de az bir zamânda mevki’-i enzâr ü intiþâra vaz‘ý mahzâ erbâb-ý iktidâr u maârifin teþvîkât-ý terakkî-cûyâne ve himem-per-verâneleri eseridir.

Evet! “Emr-i teþvîk”in âdetâ bir “emr-i hayr” makâmýnda telâkkîsine her sâhib-i vicdân kâil olabilir. Matbûât-ý Osmâniyemiz tarafýndan görülen bu teþvîkât-ý mütevâliye ve âciz-nüvâzâne bugün hemen her eline kalem alan-larý kâðýt üzerinde yürütmeðe cesâret-yâb etmektedir. Ne âlî-cenâbâne bir himmet, ne terakkî-küsterâne bir gayret!..

Hele âsâr-ý matbûanýn ciddiyyâta âid ve sahîhen menâfi’-i umûmiyyeye müsâid olanlarý hakkýnda edilen idâre-i kelâm u efkâr ise o misillü eserlerin muharrir ve mütercimlerini -muvaffakiyetlerinden dolayý- el-hak þükrân-ý azîm ile karýþýk bir meserrete gark etmekte ve onu müteâkib bir eser-i nâfi’ daha vücûda getirmek için þiddetli bir ârzû ve ikdâma maðlûb, mecbûr eyle-mektedir.

Ezcümle, neþriyât-ý evveliye-i âcizânemin bir ikisi evlâd-ý vatanýn [4] tehz-îb-i ahlâk ve tenvîr-i efkârýna hâdim olmak ve içindeki nesâyih-i pederâne 40 Künyesini ilgili yerde verdiðimiz bu kitapçýðýn kapaðýnda þu ifadeler vardýr: “Pîþüvân-ý erbâb-ý tarîkat ve muktediyân-ý râh-ý hakîkat olan evliyâ-yý izâm hazerâtýndan ba’zýlarýnýn câlib-i hayret ve mûcib-i ibret ve herkesçe bâdî-i imtisâl ü riâyet olacak ef’âl ve ahvâl ve menâkýb-ý âlü’l-âllerini þâmildir. / Fiyatý 4 paradýr. / Maârif Nezâret-i Celîlesinin ruhsatiyle tab’ olunmuþ-tur.”

(10)

ve hayr-hvâhâne ile âdetâ bir “mürebbî-i etfâl” sýfatýnda bulunmak

hasebiy-le ashâb-ý âdâbdan bâzý zevât ihasebiy-le cihet-i matbûâttan -me’mûlün fevkinde-raðbet ve kütübhâne-i millîmizde kendilerine münâsib bir mahal görmüþ, âcizleri de teþvîkât-ý lutf-kârî terakkî-sâzîye mahzar buyurulmuþ idi.

Ýþte bu sebeble evvelki cesâretim gereði gibi kesb-i kuvvet eylediðinden þu eseri vücûda getirmeðe -Hamden li’llâhi Teâlâ- muvaffak oldum. Bu kitâ-b, isminden de anlaþýldýðý üzere evliyâ-yý izâm efendilerimizden bâzýlarýnýn ahvâl ü kerâmât-sâdire ve vâkýalarýnýn tercemesidir.

Binâen-aleyh, o hâllerle hem-hâl olmaða, o kerâmetleri ihrâz ve ihzâr etmeðe, hîç olmazsa ýslâh-ý ahvâl ve ahlâk ile dâreynini îmâr eylemeðe gay-retli bir muâvin bulunduðu için neþrini münâsib gördüm. Ve mina’llâhi’t-tevfîk.

Ýbtidâ-yý Recebü’l-Ferd 307 Cuma Kabataþ

[5] TERÂCÝM-Ý AHVÂL-Ý EVLÝYÂ

Ýbrâhîm Edhem Kaddesa’llâhu sirrehû

Müþârün-ileyh, tabaka-i ûlâdandýr. Künyesi Ebû Ýshâk’týr. Nesebi Ýbrâh-îm b. Edhem b. Süleymân b. Mansûr el-Belhî’dir. Ebnâ-i mülûktandýr. Genç iken terk-i mâl ü câh etmiþtir.

Bir gün sayde çýkmýþtý. Hâtiften bir sadâ, hemân gûþ-ý intibâhýna vâsýl oldu. O sadâ “Yâ Ýbrâhîm! Seni bu iþ için halketmemiþlerdir.” cümlesinden ibâret idi. Bu tenbîh-i hâtifâne, kendisine o kadar te’sîr etti ki; gönlü gözü açýlýp muhkem tarîkate yapýþtý. Ve Mekke-i Mükerreme cânib-i þeref-câline azm-i râh ile o makâm-ý mübârekte Süfyân-ý Servî ve Fudayl b. Iyaz ve Ebû Yûsuf Gusûlî hazerâtiyle sohbet eyledi. Ba’dehû Þâm-ý Þerîf’e gidip bir kâr u kesb ile meþgûl olmak niyetinde bulunarak taleb-i helâl için nâturluk etti. Ya’nî bað bekçisi oldu.

Tarîkatte çok kelâmý vardýr. Kendisi kerâmet ehlinden idi. Hicretin 166’sýn-da (M. 783)4 1 terk-i baðçe-i hayât ve azm-i ravza-i cennât eylemiþtir.

Seriyy-i Sakatî Kuddise sirruhu’l-‘âlî

Tabaka-i ûlâdandýr. Künyesi Ebü’l-Hüseyn’dir. Cüneyd-i Baðdâdî [6] ve sâir Baðdâdîlerin üstâdýdýr. Hâris-i Muhâsibî, Biþr-i Hafî akrânýndandýr. Ma’rûf-i Kerhî’nin þâkirdidir. Kendisine çok kiþinin nisbeti vardýr.

41 Kesin olmamakla birlikte 161/778 olmalýdýr. Bkz. Reþat Öngören, “Ýbrâhim b. Edhem”, DÝA, XXI, 293.

(11)

Cüneyd-i Baðdâdî hazretleri demiþtir ki: “Ben Serî’den ziyâde ibâdet ehli görmedim. Yetmiþ sene hîçbir kimse onu yaný üstüne yatar görmedi. Ancak hâl-i mevtte görebilirler.”

Ve yine Cüneyd-i müþârün-ileyh buyurmuþtur ki: “Bir gün Serî’nin hâne-sine gittim. Gördüm ki, hânesini süpürüyor; hem bu beyti okuyup aðlýyor-du. Beyt:

Lâ fi’n-nehâri ve lâ fi’l-leyli lî ferec Fe lâ-ubâlî etâle’lleyle em kasar.4 2

Dîðer:

Ne þeb tehîm ne rûz ez nâle vü âh Hvâhî þeb men dirâz u hvâhî kûtâh.

Tercümesi:

Çü rûz u þeb iþim oldu cihânda nâle vü âh Bana ne geceler olsa dirâz yâ kûtâh.

Þu “Bidâyetü’l-ma‘rifeti tecrîdü’n-nefs li’t-tefrîdi li’l-Hakk.”4 3 kelâm-ý âlî,

Hazret-i Serî’nindir. Yânî “Ma’rifetin evveli mahzâ Cenâb-ý Hakk’ý murâd edinip nefsi mâ-sivâdan pâk eylemektir.”

Hicretin 253. senesi (M. 867) Ramazân-ý þerîfin bir gününde ale’s-seher imsâk-ý hayât ile azîm-i dâr-ý berîn olmuþtur.

Bâyezîd-i Bistâmî Kaddesa’llâhu Te‘âlâ sirrehu’s-sâmî

Müþârün ileyhin ismi Tayfûr b. Îsâ b. Âdem’dir. Vefâtýna [7] karîb bir zamânda “Benim kabrimi hvâcemin dahmesinden aþaðý bulundurunuz!”

(Üstâdýna hürmet için) demiþtir. Üstâdý bir Kürd idi.4 4

Rivâyet edilir ki; Bistâmî Hazretleri her ne zamân namâz kýlsa herkes göðsünün kemiklerinin ka‘ka‘asýný yânî âvâz-çýtýrtýsýný iþitirlerdi. Bu hâl, Hak Teâlâ’nýn heybet ve azameti ve þerîat-ý Ahmediyyeye olan hürmeti eclden idi. Zamân-ý vefâtýný hissedince; “Ýlâhî mâ zekertüke illâ ‘an gafletin ve mâ hademtüke illâ ‘an fitretin.”4 5 dedi. Þu yolda tercüme edildi: “Yâ Rab hergiz

seni yâd etmedim; meðer gafletle ve sana ibâdet etmedim, meðer fitretle!” Böyle deyip teslîm-i rûh eyledi.

Ebû Mûsâ, Hazret-i Bâyezîd’in þâkirdi idi. Bâyezîd, Hak Teâlâ’yý rüyâsýn-da görüp “Yâ Rab! Sana nasýl yol olur?” diye suâl eyledi. Cenâb-ý Bârî ve Tekaddes dahi “Vücûdundan geçenler bana eriþir.” buyurdu.

42 “Gündüz ve geceleyin bana rahat yoktur.Gecenin uzamasý da kýsalmasý da umurumda deðil.” 43 “Ma’rifetin baþý tefrîd sebebiyle Hakk için nefsin soyutlanmasýdýr.”

44 Süleyman Uludað, Bistamî’nin 100 küsur üstaddan istifade etmiþ olmakla birlikte asýl olarak Ebû Ali es-Sindî adlý bir sufîyi üstad edindiðini belirtir. Bkz. Süleyman Uludað, “Bâyezid-i Bistâmî”, DÝA, V, 238-239.

45 “Allahým, seni gafletten uzak bir þekilde zikredemedim ve sana uyuþukluktan baþka bir tavýrla hizmet edemedim.”

(12)

Bâyezîd vefât ettikten sonra vâkýada görüp “Hâlin ne oldu?” diye sordu-lar. Cevâben; “Bana ‘Ey pîr! Buraya ne getirdin?’ dediler. Ben de ‘Bir dervîþ bir pâdiþâhýn kapýsýna gelince ona ne getirdin demezler. Belki ne istersin derler.’ dedim.” buyurmuþtur.

Müþârün-ileyh Hicretin 261. senesinde (M. 875)4 6 tekmîl-i hayât-ý

müs-teâr ile reh-rev-i bârgâh-ý dârü’l-karâr olmuþtur. Ebû Sâbit er-Râzî Kaddesa’llâhu rûhahû

Müþârün-ileyh ulemâ, fukarâ, kurrânýn meþhûrlarýndan idi. Bir gün bir mescide oturmuþ, bir oðlancýða Kur’ân-ý Kerîm ta’lîm eylemekte idi. Yûsuf b. Hüseyn nâmýnda bir zât-ý sâhib-i kerâmât o aralýk mescid-i þerîfe duhûl ile “Utanmaz mýsýn ki bir muhannese Kur’ân Ta’lîm eylersin!” dedi. Sâbit Haz-retleri kalbinden “Subhâna’llâh, bir cennetlik oðlancýða böyle dedi” dedi. Çok geçmedi, o çocuðu muhanneslerle hem-bezm-i ülfet gördüler.

Meymûn el-Maðribî Kaddesa’llâhu Te‘âlâ sirrehû

Müþârün-ileyh Maðrib kavmindendir. Seyâhat ehlinden idi. Meþâyýhýn kudemâsýndan idi. Ebû Mâsâ-yý Deybelî’ye seferde yoldaþ olmuþ idi. Âyât ve kerâmât ýssý idi. Çehre-i mübâreki siyâh idi.Her gâh semâ eylerdi. Kendisi-nin bir daðarcýðý vardý ki; câný her ne istese içinden elini sokup o nesneyi çýkarýrdý.

Ebû Bek el-Vâsýtî Kuddise sirruhû

Ýsm-i âlîleri Muhammed b. Mûsâ’dýr. Meþâyýh-ý kavmin âlimlerinden idi. Hîç kimse usûl-i tasavvufta onun gibi söz söylememiþtir. Usûle ve ulûm-ý zâhireye âgâh idi. Horasan’da Vâsýtî’nin zebânýndan sâdýr olan tevhîd gibi[-si] hîçbir kimsenin lisânýndan sâdýr olmamýþtýr.

Hicret’in 320’sinde (M. 932) Merv’de bi’l-irtihâl vâsýl-ý rahmet ve âzim-i cennet olmuþtur.

Ebü’l-Abbâs Seyyârî Kaddesa’llâhu sirre-hu’l-âlî

Ýsm-i þerîfi Kâsým b. Kâsým el-Mehdî’dir. Ahmed b. Seyyâr’ýn hemþîre-zâdesidir. Ehl-i Merv’dendir ve onlarýn þeyhidir. Hakâyýk-ý ahvâle âlim ve fakîh idi. Mübârek hâtýrýnda pek çok hadîs-i þerîfler vardý. Peder-i vâlâ-gü-herinden hadden efzûn mîrâs kalmýþtý. Cümlesini verip Peygamber-i Zî-þâ-nýmýz, sebeb-i duhûl-i [10] cinânýmýz efendimiz hazretlerinin mû-yi saâdet-lerinden iki tel-i mübârek satýn aldý. Hak celle ve alâ (Azze þânuhû) ol mû-yý hôþ-bû-yi risâletin berekâtiyle þeyh-i müþârün-ileyhe tevbe müyesser oldu. 46 Kesin olmamakla birlikte 234/848 olmalýdýr. Bkz. Uludað, DÝA, V, 238.

(13)

Ve Ebû Bekir Vâsýtî’nin sohbetine mahzar olduðu gibi mutasavvifeden bir sýnýfýn imâmý olmak ile dahi kadr ü menzileti i’lâ edildi.

Vefâtýna yakýn ettiði vasiyet üzerine mezkûr mû-yi saâdeti ba‘de’l-vefât aðzýna koydular. Merv’de medfûndur. Kâffe-i nâs -ki ora ahâlîsi- kabrini zi-yaret eder ve diledikleri hâcete mazhar olurlar. Cenâb-ý Kâsým tevhîdi; “Hâ-týra Hak Teâlâ’dan gayri bir þey gelmeye” ile tefsîr buyurmuþlardýr.

Hicret’in 342’sinde (M. 953) rahmet-i Rahmân’a karîn ve füyûzât-ý gufr-âna rehîn olmuþtur.

Ebü’l-Kâsým el-Hakîm es-Semerkandî Kaddesa’llâhu Teâlâ sirrehû Ýsm-i mübârekleri Ýshak b. Muhammed b. Ýsmâîl’dir. Vasf-ý þerîflerinde demiþlerdir ki; “Ebu Kâsýmarþtan topraða varýnca Hak Teâlâ’nýn gayriye na-zar etmezdi.” Halk ile muâmele ve mükâlemesi kendisinin deðil, onlarýn hazzý ve hâtýrlarýnýn hoþ olmasý için idi. Ebû Bekir Verrâk hazretleri ile hem-sohbet idi.

[11] Hicret’in 342’sinde (M. 953) Muharremin onuncu (Yevm-i Âþûrâ) günü irtihâl-i dâr-ý âhiret eylemiþtir.

Gaylân el-Mevsûs Kaddesa’llâhu Teâlâ rûhahû

Irâk meþâyihinin mütekaddimlerindendir. Harâbelerde sâkin olur idi. Kimseye karýþmaz, kimse ile ihtilât etmez, kimseden bir þey almazdý. Taâm ettiðini bir kimse görmemiþtir.

Ebü’l-Abbâs b. ‘Atâ Kuddise sirruhû

Cenâb-ý Abbâs, Baðdâd meþâyihinin ulemâsýndan, sûfîlerinin zarîflerin-dendir. Sözleri pek parlak idi. Zebâný gâyet fasîh, meânî-i Kur’ân’da sâhib-i tasnîf idi.

309 (M. 922) senesinde mâh-ý Zi’l-ka‘dede terk-i daðdaða-i hayât eyle-miþtir. Ýbn-i Atâ’ya sordular ki; “Tâatlerin efdali nedir?” “Sûret-i dâimede Hak Teâlâ’yý mülâhaza eylemek, hâtýrýndan çýkarmamaktýr” buyurdu.

[12]

Ebû Bekr er-Râzî Kaddesa’llâhu rûhahû

Müteverri‘ ve müctehid bir zât-ý a‘le’d-derecât idi. Meþâyih içinde kendi-sinden gözü yaþlý kimse görülmemiþtir. Her mürîd ve mübtedî onu gördük-leri vakit esîr ü giriftârý olurlardý. Ýbâdetinin, giryesinin, sabýrsýzlýðýnýn, hir-katinin ve semâ‘da ýztýrâbýnýn kesretinden nâþî ibtidâ-ý kârýnda sefer edip Mekke-i Mükerreme’ye azm-i râh ile meþâyýh-ý sûfiyye ile mülâkât etti. Bir yýl kadar o mahall-i mübârekte mücâvir oldu.

(14)

Ebü’l-Kâsým er-Râzî Kaddesa’llâhu rûhahû

Ýsm-i âlîleri Ca‘fer b. Ahmed b. Muhammed’dir. Nîþâbûr sekenesinden idi. Çok mâla mâlik idi. Cümlesini bezl ederdi. Âkýbet dervîþ olup dünyâdan gitti. Kendi þeyhlerinden birkaçý demiþlerdir ki; “Ebü’l-Kâsým’da dört nesne cem‘ olmuþtu ki, kimsede yok idi: Cemâl, mâl, sehâvet, zühd ü kemâl”.

Bir gün sûfîler ile bir dâvete hâzýr olmuþ, cem’iyette bulunmuþ idi. Ca’-fer-i Huldî hazretleri dahi o mecliste bulunmuþtu. Sofra baþýna oturduðu hâlde taâma el sunmadýðýný [13] hâzirûn görünce muvâfakât etmesini, taâm eylemesini söylediler. “Sâimim” dedi. Huldî-i müþârün-ileyh “Eðer orucunun sevâbý sence kardaþlarýnýn ibtihâcýndan, þâdîliðinden sevgili ise savmýný açma!” buyurdu. Cenâb-ý Kâsým ol sâatte orucu bozarak taâma baþladý. Hicret’in 378’inde (M. 1085) târik-i libâs-ý hayât, lâbis-i câme-i memât olmuþtur.

Ebû Abdullâh es-Sencerî Kaddesa’llâhu sirrehu’l-azîz

Tabaka-i sâniyedendir. Horasan meþâyihinin ulularýndan idi. Derece-i sehâsý nihâyete varmýþ, bezûl, sâhib-i himmet, ehl-i mürüvvet idi. Demiþtir ki; “Velîlerin alâmeti üçtür: Þunlardýr ki; rif’atte iken tevâzu’, kudrette iken dünyâdan perhîz, kuvveti varken insâf etmek.”4 7 Ve yine demiþtir ki: “Her

vâiz ki onun meclisinde ganîler fakîr, fakîrler ganî olup kalkmayalar; o vâiz deðildir. Mürîdlere ziyâde fâideli nesne Sâlihler ile sohbet etmek, onlarýn ef‘âl ve harekât ve ahlâk ve ahvâline iktidâ eylemektir. Ve Allah Teâlâ Haz-retlerinin dostlarýnýn kabirlerini ziyâret etmektir. [14] yârânýnýn, fukarânýn hizmetinde bulunmaktýr.” Kendisine sordular ki; “Niçin sûfîlerin resmi üze-re hýrka giymezsin!” “Münâfýklýktýr” cevâbýnda bulundu.

Þeyh Hacý Halîfe el-Kastamonî Kuddise sirruhû

Mübârek ismi Abdullah b. Hâcý’dýr. Seccâdeniþîn-i irþâd, postniþîn-i sâ-hib-i i’tikâd idi. Ýlm ü ma’rifet ehli idi. Hulk ve tevâzu‘da zamânýnda vahîd, ta’bîr-i vekâyi’de ferîd idi. Menba’-ý lutf u ihsân ve mâil-i vücûh-ý hisân idi. Bünyede cesîm, hilyede besîm idi. Zamânýnda merci-i ekâbir-i ulemâ ve mürebbî-i fukarâ vü fuzalâ idi.

Hazret-i Þeyh, Hicretin 894 senesinin (M. 1488) Cemâziye’l-Âhiresi nihâ-yetinde âzim-i gülistân-ý cennet olmuþtur.

Þeyh Muhyiddîn Abdülkâdir el-Geylânî48 Kuddise sirruhu’l-âlî

Abdülkâdir-i Geylânî Hazretleri, mâder-i þefkat-küsterinden doðduðu zamân Þehr-i Ramazân-ý Þerîf idi.

47 Müellif tercümesini vermeden önce bu sözün Arapçasýný vermiþtir. 48 Metinde “el-Cîlî” þeklinde yazýlmýþtýr.

(15)

Süt emmedi. O gün Ramazân-ý Þerîfin ibtidâsý olduðunu [15] dahi kâ-ffe-i nâs Hazret-i Þeyh-i müþârün-ileyhin bu hâl-i sâimânesinden istidlâl eylediler. Hicretin 471. sene-i mübârekesinde tevellüd eylemiþlerdir.

Bir gün Cenâb-ý Abdülkâdir ilme meþgûl olmak ve Sâlihleri ziyâret et-mek emeliyle Baðdad’a gitet-mekliði vâlide-i muhteremelerine hikâye ve bu bâbdaki müsâade-i mâderânenin þeref-vâki’ olmasý niyâz ve istirhâmýný ifâ-delerine ilâve eylediler.

Vâlide-i mes‘ûdeleri dahi izin verdiði ve pederlerinden kalan 80 Lira mîrâsýndan kýrk adedini [40 adedini dîðer oðluna alýkoymuþtu] giyeceði kaftânýnýn koltuk altýna diktiði gibi cemî’-i ahvâlde sâdýkâne hareket etme-sini, sadâkatten ayrýlmamasýný emir ve tenbîh eylediler. Rýzâ-yý mâderîye nâil olan Geylânî Hazretleri o günlerde Baðdâd’a giden cüz’î bir kâfileye arkadaþ olarak tevcîh-i râh-ý azîmet eylediler.

Epeyce bir mesâfe kat edildikten sonra önlerine altmýþ atlý kimseler çýka-rak kâfileye dist-i dirâz-ý sirkat ü cinâyet olmaða baþladýklarý hâlde hîçbiri Abdülkâdir Hazretlerine taarruz etmediler. Nâ-gâh içlerinden biri gelip müþârün-ileyhe hitâben “Ey fakîr! Senin nesnen var mýdýr?” dedi. Cevâben 40 altunu [16] olduðunu söyledi. “Nerendedir!” suâline “Koltuðumun altýn-da” mukâbelesiyle kaftânýna dikilmiþ olduðunu dahi ilâve-i kelâm eyledi. Sâil, bu sözleri istihzâ olarak telâkkî birle def’ oldu. Bunu ta’kîben dîðeri gelerek o dahi bu cevâblarý alýnca kezâ istihzâya haml ile terk edip gitti.

Ba’dehû bu iki sâil, baþlarý olan kimseye ifâde-i hâl eylediklerinde reîs-i kâfile olan þahýs Hazret-i Þeyhi taleb ile deminki suâl îrâd edildi. Alýnan cevâb yine o cevâb idi. Reîs-i merkûmun verdiði emr üzerine kaftâný kesip mahfûz olan kýrk aded altunu vaz’-ý meydân eylediler.

Sonra merkûm þu vechile bir suâlde bulundu: “Sana ne oldu ki, böyle i’tirâf ettin!” Cenâb-ý Abdülkâdir’in; “Vâlidem sýdk u sadâkatten ayrýlma-maklýðýmý sûret-i kat’iyyede ahd ü emreyledi de onun için!” cevâb-ý savâb-ý hayret-bahþâsýný iþitir iþitmez, mihter-i merkûm hüngür hüngür aðlamaða, maiyeti olan efrâd-ý sâire dahi bu bükâ-yý nedâmet-kârâneye iþtirâk ile gir-ye-bâr-ý teessür olmaða baþladýklarý gibi o sâatte o zamâna kadar ettikleri cinâyet ve hýyânete tevbe ve Þeyh-i müþârün-ileyhin bulunduðu kâfileden her ne aldýlarsa derhâl iâde eylediler.

[17]

Vaktâ ki Abdülkâdir Hazretleri Hicret’in 488’inde Baðdâd-ý bihiþt-âbâda muvâsalatla tahsîl-i ulûm ile eyyâm-güzâr olmaða ve kýrâat-ý Kur’ân-ý Kerîm ile fýkýh, hadîs, ulûm-ý edebiyyeye ettiði sa‘yü ikdâm cehd ü ihtimâm ile az zamânda akrânýna gâlib gelmeðe baþladý. Emsâlinin mütehayyizânýndan

(16)

ahâlî-i asrýn mütemeyyizânýndan oldu. Hicret’in 521’inde (M. 1127) vâiz-i mecâlis oldu. Ve ba’dehû ârif-i ef‘âl-i Samedânî ve vâkýf-ý esrâr-ý Sübhânî olmaða baþladý.

Zâhir kerâmâtý, ahvâl ve makâmâtý âlî idi. Sâmiîni engüþt ber-dehân-ý tefekkür edecek, veleh-resân-ý ezhân ü tasavvur olacak daha pek çok hâ-lât-ý ihtirâm-gâyâtý vardýr. 561 senesinde (M. 1165-66) vâsýl-ý rahmet-i Mevlâ ve dâhil-i sâye-i þecer-i Tûbâ olmuþlardýr.

Seyyid Ahmed b. Ebü’l-Hasan er-Rifâî Kaddesa’llâhu Teâlâ sirrehû Makâmât-ý aliyye ve ahvâl-i seniyye ýssý, sâhibi idi. Hak celle ve ‘alâ Haz-retleri Cenâb-ý Rifâî’nin elinde pek çok havârik-ý niam izhâr buyurdu. Ve onun için a‘yâný telkîb eyledi. Kendisinden [17] acâyib nesneler çok zâhir oldu. Ashâbýnýn içinde “ceyyid” ve “reddâ” yani iyi ahlâklý ve fâsid kimseler var idi. Ba’zýsý âteþler içine girer, yýlanlarla mülâabe ederlerdi. Bunlar, Þeyh-i müþârün-ileyhin ma‘rûf ve mahbûbu olanlardan ve ashâbýnýn Sâlih-lerinden deðil idi.

Bir gün ashâbýndan iki kimse sahrâya gidip yekdîðeriyle hikâye ve ifâde-ye baþladýlar.

Þu muhâvere de o esnâda vukû’ buldu:

Biri; “Sana bu kadar müddet içinde Seyyid Ahmed’in mülâzemetinden ne hâsýl oldu?”

Dîðeri; “Sen her ne dilersen iste!”

-“Ey Seyyidim! Dilerim ki cehennemden âzâdlýðýmý mübeþþir bir nâme, þu sâatte âsümândan nâzil ola!”

-“Hak Teâlâ’nýn fazl u keremi hesâbsýzdýr”.

Bunlar bu vechile söyleþmekte, arz-ý efkârda devâm eylemektelerken nâgâh gökyüzünden bir beyâz kâðýt bunlarýn arasýna [19] indi. Baktýlar ki, hîç yazý yok! Doðru Hazret-i Pîr-i muhteremin huzûr-ý feyz-nüþûruna gele-rek keyfiyyeti bi’l-ifâde ol varaký takdîm eylediler. Hazret-i Rifâî -radiye an-hü’l-Bârî- varak-ý mezkûra nazar eder etmez Hâlýk-ý Lem-yezel’e secde-ber-þükrân u ubûdiyyet oldu. Bir müddet sonra secdeden baþýný kaldýrýnca mübâ-rek aðýzlarýndan þu kelimât-ý hamd-gâyât sâdýr oldu: “Cenâb-ý Bârî Teâlâ’ya þükürler olsun ki; ashâbýmýn cehennemden âzâdlýðýný bana âhiretten evvel gösterdi.”4 9

Dediler ki; “Ey Pîr-i pâk-i‘tikâd ve Þeyh-i sâhib-i irþâdýmýz, bu varak ak-týr.”

(17)

Cevâben; “Kudret eli kara ile yazmaz; bu varak-ý mübârek nûr ile yazýl-mýþtýr.” buyurdu.5 0

Hazret-i Seyyid Ahmed kuddise sirru-hu’l-ahad, ibâdete kemâl-i iþtigâli olduðuyla berâber latîf þiirler tertîb, tanzîm ederdi. Þu þiirin -esâsen- þâir ve nâzýmý müþârün-ileyhtir:

[20]

Þiir51

Kararsa geceler cânâ olup zikrinle dil hayrân Kýlur tâ subha dek yanup ciðerden ney gibi efgân Durup ebr-i gam o semtten belâlar yaðdýrýr her dem Çýkup bahr-i dem altýmdan gayyâlar kaynatýr5 2 her ân

Üsârâ-yý gam u mihnet halâs oldukda ser cümle Niçin bu ben giriftârý koyalar âciz ü nâlân Ne katledüp beni korlar ki olam bir nefes râhat Ne minnet eyleyüp âzâd ederler rûz u þeb ey cân.

Hicret’in 578. senesi (M. 1182) Cumâde’l-ûlâsýnýn yirmi ikinci pencþen-be günü bi’l-irtihâl Cum’a gecesi azm-i nüzhet-serâ-yý cinân etmiþ ve Cuma günü vedîa-i hâk-i gufrân edilmiþtir.

[21]

Þeyh Muhyiddîn Muhammed b. Alî b. Muhammed el-Arabî Kuddise sir-ruhu’l-âlî

Þeyh-i müþârün-ileyh vahdet-i vücûda kâil olanlarýn kýdvesidir. Kendile-rine ulemâ ve fukahâ-i zâhireden çok kimse ta‘n etmiþ, fukahâ ve cemâat-i sûfiyyeden az kimse ta‘zîm eylemiþtir. Zât ü þânýný tebcîl edenler hakkýyla tevkîr etmiþler ve kelâmýný medheylemiþlerdir. Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri-nin latîf, garîb eþ‘âr-ý âbdârý, nâdir, acîb ahbâr-ý veleh-âsârý vardýr. Musannefâ-tý pek çoktur. Meþâyýh-ý Baðdâd’ýn kibârýndan idi. Hakk-ý âlî-i reþâdetlerinde bu kitâbýn me’hazý olan Nefehâtü’l-Üns’te pek çok tafsîlât verilmiþ ve ona bile az nazar ile bakýldýðý mütâlaât-ý muharrere hitâmýndan anlaþýlmýþtýr.

Cenâb-ý Muhyiddîn, Hicret’in 560. senesi Ramazân-ý Þerîfi on yedisinde (M. 28 Temmuz 1165) Endülüs bilâdýndan Mürsiye’de tevellüd, 638 sene-50 Bu tür ifadelerin söz konusu zâtlara duyulan güçlü sevgiden kaynaklandýðýný, bunun dýþýnda

bir anlam ifade etmediðini vurgulamalýyýz.

51 Arabî olarak nazmetmiþler ise de tercüme edilerek nakledilmiþtir. (Müellifin dipnotu) 52 Renc ve eleme dûçâr eder demektir. (Müellifin dipnotu)

(18)

si (M. 1240) Rebîü’l-âhirinin 22. Cuma gecesi Dýmaþk’ta rýhlet eylemiþtir ki, bu sûretle ömr-i mübârekleri 78 sene devâm eylemiþtir.

[22]

Þemseddîn Muhammed Hâfýz eþ-Þîrâzî -Kaddesa’llâhu Teâlâ sirrehû Müþârün-ileyh lisânü’l-gayb ve tercümân-ý esrârdýr. Nice esrâr-ý gaybiy-yeyi, meânî-i hakîkiyyeyi sûret kisvetinde ve mecâz libâsýnda göstermiþtir. Dîvân’ý hakkýnda silsile-i hvâcegân azîzlerinden biri “Dîvân-ý Hâfýz’dan

mahb-ûb dîvân yoktur.” buyurmuþtur. Eþ‘âr-ý âbdârý ol derece meþhûrdur ki, beyâ-na ihtiyaç yoktur. Þîrâzî-i müþârün-ileyh Hâfýz Muhammed -Aleyhi rahmeti Rabbi-hi’l-Ahad-‘ýn “Her bir beyti bir humhâne-i aþk u hâlettir. Ve bir bezm-gâh-ý zevk-ý ma’rifettir ki, cür‘asýndan ukûl-i âlemiyân âþüfte ve neþvesin-den efkâr-ý âdemiyân firîftedir. Sýyt-i fezâili vü hasâili elfâz-ý nâdire gibi zemîne münteþir olmuþ”tur.

Hicret’in 792’sinde (M. 1390) rûh-ý pür-fütûhu hadîka-i kemâl-i cihâ-ndan ravza-i irfân-ý cinâna uçmuþtur.

Mevlânâ Zahîrüddîn Halvetî Kaddesa’llâhu rûhahû

Bu zât-ý þerîf, ulûm-ý zâhiriyyeyi vü bâtýniyyeyi câmi idi. [23] Hakk-ý mübârekinde Mevlânâ Zeynüddîn Hazretleri “Tâs-ý felek altýnda Zahîrüddîn gibi kimse görmedim.” buyurmuþlardýr ki; bu sözleriyle müþârün-ileyhin ulvî derecât bir zât-ý memdûhu’s-sýfât olduðunu anlatmýþlardýr. Fahr-i Âlem (Sal-la’llâhu aleyhi ve selem) Efendimiz Hazretleri Þeyh-i müþârün-ileyhe bir gece âlem-i ma’nâda “Zahîrüddîn, Kur’ân’ý benden oku!” buyurmuþlardýr. Ol dahi þeref-sâdýr olan bu emr-i peygamberî üzerine Zât-ý Hazret-i Risâlet-penâhîlerinden taallüm eylemiþtir. Hazret-i Zahîrüddîn her ne vakit ki er-baîne oturur idi, bu zamânlarda buðdayla kaynamýþ su ile her on günde bir def’a olmak üzere dört kere iftâr ederdi. Hicret’in 800. senesinde (M. 1397) âlem-i ebedîye rýhlet eylemiþtir.

Mevlânâ Câmî -Kuddise

sirru-hu’s-sâmî-Ýsm-i mübârekleri Abdurrahmân, peder-i bâbâ-menziletlerinin adý Ah-med’dir. Câmî tahallüs ederlerdi. Bu tahallüsün sebebini þu [24] kýt‘a-i âb-dâr ile beyân buyurmuþlardýr:

Mevlidem Câm der þemme-i kalemem Cür’a-i câm-ý þeyhü’l-islâmîst

Zeyn-i sebeb der cerîde-i eþ’âr Bedr-i ma‘nâ tehallusem Câmîst.5 3

53 “Doðum yerim Câm þehridir. Kalemimden (sadýr olan) az bir þey Þeyhülislâmýn kadehinden bir yudumdur. Sebebin süsü þiir derlememin içinde mânâ dolunayýdýr ve mahlasým Câmî’dir.”

(19)

Vefâtýna yakýn þu þi‘r-i bihteri söylemiþlerdi: Câmî ki bûd mâyil-i cennet mukîm þüd Fîravza-i mükerreme-i “Arzuhe’s-semâ” Kilk-i kazâ nûþet revân-ber der-i bihiþt. Târîh-i dey “Ve men dehalehû âminen”.5 4

Müþârün-ileyh meþâyih-i izâmdan nice kimse ile musâhabet eylemiþ-tir. Kendisi fuzalâ-yý dehrden ve ulemâ-i asrdan idi. Zamânýnýn ferîdi ve fünûn-u maârifin vahîdi idi. Âvâze-i maârifi etrâf-ý âleme o derece münteþir olmuþ idi ki, Sultân-ý Rûm, surreler ile sýlalar gönderip kudûm-i þerîflerini tevakku‘ ederlerdi.

Sâhibü’l-Hind Hvâce Cihân ile latîf mürâsele ve muhâvereleri vardýr.

Letâ-fet ü þîve vü üslûb u ifâde bunlarýn münþeâtýnda görünmüþtür. Hazret-i Câmî manzûm, mensûr resâil-i müteaddideye sâhibdir. Üç aded -mükemmel hurûf üzerine- Dîvân’ý vardýr ki el-yevm makbûl-i urefâ ve üdebâ, mahbûb-i zürefâ [25] ve þuarâdýr. Þuarâ-yý eslâfýn kasîdelerine ayrý ayrý cevâblar vermiþtir.

Tarîk-ý nazmda üslûb-ý acîbi ve tarz u tavr-ý garîbi vardýr. Belâðat ve fesâ-hati müsellem, ilm-i hakîkat ve esrâr-ý tarîkatte cidden makbûl, hakîkaten memdûh müellefât-ý güzîde-i kesîresi ma‘lûm-ý âlemdir. Fünûn-ý muammâ ve kâfiyede ve arûzda ve sanâyi-i þi’r ile ilm-i hesâbda behre-i kâmilesi var idi. Kur’ân-ý Azîmü’þ-þân’ýn evâiline Arabî tefsîr yazmýþ, Kâfiye’yi bi-tamâmi-hâ þerh eylemiþtir. Fezâil ve mebi-tamâmi-hâsin-i ahlâka mâlik bir zât-i vâcibü’l-hürme idi. Sâhibü’l-i‘tibâr bir hvâce-i zî-iktidâr ve el-hak üstâd-ý nâdire-kâr idi.

Hicret’in 898’inde (M. 1492) mürð-i rûh-ý pür-fütûhlarý tâir-i ravza-i fir-devsü’l-berîn olmuþtur.

Kabr-i müteberrikleri Herât’tadýr.

Þeyh Ebû Abdullah es-Savmaî Kaddesa’llâhu rûhahû

Geylân meþâyihinin ulularýndan ve zâhidlerinin reîslerinden idi. Âlî ahvâli ve zâhir kerâmâtý var idi. Acem meþâyýhýnýn da efdal ve a‘zamlarý sýrasýna geçmiþ idi. Müstecâbü’d-da‘ve idi. Hak celle ve alâ hazretlerinden ne dilerse ihsân eder idi. Bir vakit gazab eyledi idi; Hak Teâlâ kendisinden ötürü hemân intikâm aldý. Müþârün-ileyh her ne olacaðýný haber verse vâki‘ olurdu. 54 “Câmî cennete yöneldi ve orada mukim oldu; “Geniþliði gökler kadar...” âyetinde geçen en keremli bahçededir o. Sen cennet içinde yürüyüp giden kaza kamýþýndan çek. (Ölüm tarihi) kýþ mevsiminde / güneþ yýlýnýn onuncu ayýnda (Ekim) “Oraya giren emniyette olur” (Âl-i Ýmrân 3/ 97) âyetindedir.” Þiirde iktibas edilen ilk ayetin tamamýný tercümesi þöyledir: “Rabbinizin baðý-þýna ve takvâ sahipleri için hazýrlanmýþ olup geniþliði gökler ve yerler kadar olan cennete ko-þun.” (Âl-i Ýmrân 3/131). Yalnýz söz konusu iktibas, bu âyette “Arzuhe’s-semâvât” þeklinde geçmektedir. Ýkinci âyette ise “âminen” kelimesinden önce “kâne” kelimesi vardýr.Âyet ebced hesâbýyla Câmî’nin ölüm tarihini vermektedir: H. 898/M. 1492.

(20)

Ashâbýndan bir cemâat, ticâret kasdiyle Semerkand’e gitmiþlerdi. Ora kurbünde bir sürü atlý kimseler bunlarý tehdîd ve mâllarýný yaðma etmeðe baþlayacaklarý esnâda Hazret-i Þeyh; “Ey süvârîler, uzak olun bizim içimiz-den!” hitâb-ý hâifânesiyle cümlesini darmadaðýn etti. Bir hâlde ki, cümlesi atlardan düþerek pek çoðu daðlara kaçtý. Bir kýsmý da dereler arasýna karýþ-týlar. [27] Ýki kiþi bir yere gelmeðe kâdir olamadý. Ashâb da o hâinlerin þerrinden bu vechile kurtuldular.

Yazýcýzâde Ahmed ve Muhammed Çelebiler Kaddesa’llâhu Teâlâ ervâhahümâ ve esrârehümâ5 5

Müþârün-ileyhimâ kurb-i asrýmýzda iþtihâr eden azîzândandýr. Bu iki zât-ý kardaþ-zât-ý mübârekten Ahmed Çelebi Envârü’l-Âþzât-ýkîn nâm kitâb-zât-ý müþgîn-nikâbýn sâhibidir. Bu zât-ý a‘le’d-derecâta “Ahmed-i Bîcân” derler. Muham-med Çelebi ise kitâb-ý âlî-i MuhamMuham-mediyye’nin sâhibidir. Ýkisi dahi yek-dî-ðerine rekâbet ve müsâbakat edercesine sâhib-i fazl u kemâl ve sülûkunu itmâm etmiþ zâteyn-i muhteremeyn-i hamîdü’l-hisâldir. Gelibolu’da medf-ûndurlar. Kerâmât ve fezâilleri müellefât-ý aliyye-i kâinât-pesendânelele-rinden ma‘lûmdur. Hele kitâb-ý müstetâb-ý Muhammediyye, âzâde-i beyân olduðu [28] üzere Türkî lisânýn faslü’l-hitâbý, erbâb-ý mevâizin kemâl-i sýh-hat üzerine güzel bir kitâbýdýr.

Yûnus Emre Kaddesa’llâhu rûhahû

Rûm’da iþtihâr edenlerdendir. Meþhûr ve ma‘rûf sözleri vardýr. Cümlesi makbûl-i tavâiftir. Serâser esrâr-ý tevhîd ve etvâr-ý tefrîddir ve rumûz u iþâ-rettir. Dîvân’ýnda “Çýktým erik dalýna anda yedim üzümü / Bostan ýssý kakýdý der ne yersin kozumu” ile baþlar gâyet latîf bir þi‘ri vardýr. Þeyhi olan Tapduk Emre’ye nice seneler arkasýnda odun götürdü. Taþýdýðý yüz binlerce odun-dan bir dâne eðri görülmedi.

Þeyhi -Kaddesâllâhu sirrehû-; “Yûnus, hîç bu odunlarýn içinde bir eðri aðaç göremiyorum!” deyince; “Þeyhim, sultâným! Bu kapudan eðri sýðmaz.” cevâbýyla kendisinin ne derece ehl-i kemâl olduðunu göstermiþtir.

[29] Hazret-i Yûnus, Kütahya’da vaz‘-ý hâk-i gufrân ve vedîa-i vâdî-i hâ-mûþân kýlýnmýþtýr.5 6

55 Metinde “ervâhehû ve esrârehû” yazýlmýþsa da “ervâhehümâ ve esrârehümâ” þeklinde düzelttik. 56 Yunus Emre’nin kabri konusunu Mustafa Tatcý geniþ bir biçimde araþtýrmýþtýr. Verdiði yer adlarý arasýnda ise Kütahya’ya rastlanmaz. Dolaysýyla Sâlih Sâim’in verdiði bu bilginin sýhhati tartýþmalýdýr. Bkz. Tatcý, Yunus Emre Divaný I: Ýnceleme, Kültür Bakanlýðý Yayýnlarý, Ankara, 1990, s. 34-43.

(21)

Hâcý Bektaþ-ý Velî Kaddesa’llâhu Teâlâ sirrehu’l-‘âlî

Müþârün-bi’l-benân olanlardan biri de Hazret-i Bektâþ-ý Velî’dir. Türk-men vilâyetinde medfûndur. Sâhib-i velâyet ü kerâmet idi. Türbe-i þerîfe ve münîfeleri ziyâretgâh-ý hâss u ‘âmm ve mutâf-ý âlemiyândýr. Zât-ý þerî-fine mensûbiyyetle ekseriyâ ribka-i Ýslâm’ý boyunlarýndan ihrâc edip ibâ-hat otlaðýnda halî‘u’l-‘izâr gezenlere zât-ý mübâreki ile fezâil ve ulüvv-i ahlâk sâhibleri o kimselere mensûb demezler.

Referanslar

Benzer Belgeler

İmlak, Ömer Ferit, Sicill-i Ahval Defterlerine Göre Osmanlı Bürokrasisi’nde Eğinli (Kemaliyeli) Devlet Adamları (1820-18549), Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler

Bu çalıĢmada, Osmanlı memurlarının sicil iĢlemlerini yürüten ve son dönem Osmanlı memurlarının biyografi yazımı için birinci elden kaynak malzemesi olan

Kitap olarak kullanılan bazı kaynaklar; Gülden Sarıyıldız- Sicill-i Ahvâl Komisyonun Kuruluşu ve Faaliyetleri (1879-1909), Mehmet Akif Terzi-Türk Devlet

[r]

“Ayrıcalıklı bilgi” ifadesiyle kastettiğimiz şey, keşf, ilham ve rüya yoluyla elde edilen, her ne kadar sadece sahip olan kişiyi bağlayıcı olduğu kabul edil- se de,

DCC-GARCH sonuçlarına göre, Kocaeli endeksi hariç, tüm seriler için ARCH ve GARCH etkilerinin istatistiki olarak anlamlı olduğu görülmektedir.. Şehir endekslerinin

Çeşitli nedenlere bağlı olarak meydana gelen akarsu yatağı boyundaki eğim kırıklıklarından1, suların hızlı düşüm yaptığı yerler olan şelaleler (çağlayanlar)

Bir fikir adamı vc hakiki bir münevveri ve ba­ husus her türlü zorluk ve im­ kânsızlıklar içerisinde kendisi ni yetiştirerek, bütün ömrünü milletine,