• Sonuç bulunamadı

Edirne'de Selimiye

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Edirne'de Selimiye"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

EDİRNE'DE SELİMİYE

P ro f. D r. S e m a v i EY İC E

O

smanlı İmpara­ torluğuna bir «altın devir» yaşatan Kanunî

Sultan Süleyman kırk altı yıllık hükümdarlıktan

sonra Macaristan’da Ziget- var Kalesi fethi sırasında 1566 yılında hayata göz­ lerini yumduğunda, Hür- rem Sultan’dan doğan Şehzadesi Selim 42 yaşın­ da bulunuyordu.

II. Selim adıyla tahta geçen Şehzade çocukluk ve gençliğini, Kanunî Süley­ man gibi bir babanın göl­ gesinde geçirmiş, artık de­ likanlılık ve gençliği çok arkalarda bıraktığı bir yaşta Osmanlı İmparator- luğu’nun sahibi olmuştu. Bu sıralarda Almanya’da II. Maximilian (1564 - 1576), İngiltere’de Kraliçe Elisabeth (1558 - 1603), Fransa’da IX. Charles (1560 - 1574) hükümdar­ dılar. Papalık ise V. Pius

(1566 - 1572)’un idaresin­ de bulunuyordu. II. Se- lim’in saltanatı kısa sür­ dü. Ancak sekiz yıllık Pa­ dişahlığında hiç bir sefere çıkmayan Selim'i modern tarihler «içkiye, eğlenceye düşkün, bilgisi, değeri kıt bir padişah» olarak tarif ederler ve ona Sarı, Sar­ hoş gibi lâkapları yakıştı­ rırlar. Hattâ «ele alınacak hiç bir meziyet ve değeri olmayan» bu padişahın, hamamda «cariyeleri ko­ valarken ayağı kayıp düş­ tüğünü» ve ölümünün bu yüzden olduğunu yazan ciddî (!) tarihçiler de var­ dır. Bir büyük eseri iyi an­

layabilmek için onu yapa­

nı ve yaptıranı da tanımak gereklidir. Ne yazık ki, Türk Sanatının eserlerini

incelerken bu hususlara dikkat edilmemekte ve bilhassa yaptıranlar üze­ rinde hiç durulmamakta- dır. Halbuki dünya çapın­ daki bir büyük eserin mu­ hakkak yaratılışında onu istemiş olan kişinin de pa­ yı vardır. Onun için bu ya­ zımızda biraz Selimiye’nin kurucusu Sultan II. Se- lim’den de bahsedeceğiz. II. Selim’in at üstünde sa­ vaştan savaşa koşan bir bahadır olmadığı bir ger­ çektir. Her hükümdarın iyi bir asker olması da za­ ten beklenemez. Ancak onun hükümdarlık yılla­ rında Kıbrıs (1570), ve Kuzey Afrika’da Tunus alınmıştır (1574). İnebah- tı (Lepanto)’da Türk donanmasına indirilen bü­ yük darbenin de intikamı­

nın alınması için gereken­ ler yapılmıştır. II. Selim’in içkiyi gece gündüz içecek kadar sevdiği de bir ger­ çektir. Bu onun sonunda hayatına mal olacak olan zayıf tarafıdır. Nitekim 1574'de birdenbire verdiği bir kararla içkiyi bırakmış ve bu da onun ölümüne yol açmıştır. Hekimlerin hiç değilse azar azar bı­ rakması tavsiyesine rağ­ men yemininden dönme­ yen Padişah, belki de bu perhizin verdiği baş dön­ mesi ile düşmüş ve kısa süre sonra da, Edirne’de yaptırttığı şaheserin açılı­ şını göremeden ölmüştür. iyi bir avcı olduğu bilinen II. Selim, aynı zamanda Selimi mahlası ile güzel şiirler ile dolu yazdığı bir

Divan meydana getirecek

kadar güçlü bir şairdir. Bu onun bir sanat zevki olduğunu gösterir. Nite­ kim hayatı ve davranışla­ rı yakından araştırıldığın­ da tarihe nedense sadece içki sevgisi ile geçen bu Padişahın, başka tarafları­ nın hiç anılmayışı şaşırtı­ cıdır. Sekiz yıllık saltana­ tında Osmanlı devletini tek Sadrâzâm ile idare eden, ve muhakkak ki bu Sadrâzamın aleyhine ken­ disine yapılan nice baskı­ lara göğüs germesini bi­ len bir hükümdarın bu tutumu da onun irade gü­ cünün bir delili olsa gerek­ tir. Yine II. Selim’in Kı- zıldeniz’i Akdeniz’e bağla­ mak üzere Süveyş Kanalı­ nı açtırmayı düşündüğü, ayrıca Don ile Volga ır­ makları arasını bağlamayı tasarladığı da onun yapıcı tarafına delil sayılabilir. Bu projeler gerçekleşme­ miş, fakat II. Selim, Kon­ ya’nın doğusunda, kervan­ ların büyük sıkıntı ile ge­ çebildikleri boş kurak ge­ niş bir arazi ortasında kendi adına bir mamure kurdurmuştur. Sultaniye olarak adlandırılan bu menzil yeri, Mimar Sinan’ m yaptığı bir külliyenin etrafında bugün bir ilçe haline gelmiş olan Karapı­ nar’dır. Kanunînin son yıllarında yapımına başla­ nan Büyükçekmece Köp- rüsü’nü de Mimar Sinan ancak II. Selim’in yılların­ da tamamlamıştır. Yine II. Selim’in Türk kaynak­ larına geçmeyen bir dav­ ranışı onun karakterini göstermesi bakımından çok ilgi çekicidir. 1567 yazı sonlarında bir Cuma namazı için Ayasofya’ya geldiğinde burada duvara

Edirne Selimiye Camii 16. y.y. ortalan. Edirne Selimiye Mosque, middle of 16th century.

(2)

yapıştırılmış mermer lev­ halarda Bizans İmparato­ ru I. Manuel’in 1166 tarih­ li bir Konsil fermanım görmüş ve bunların ne ol­ duğunu sormuştur. Kendi­ sine Hazret-i Ali’nin tılsım­ lı sözleridir» demişlerdir. Niçin Türkçe değil diye sorması üzerine de «eğer bizim yazımızla olursa, herkes bu tılsımları öğre­ nir» cevabını vermişlerdir. Bunun üzerine II. Selim «hiç değilse herkes değil, bari biz bunları öğrene­ lim» diyerek, yazıyı okut­ mak üzere Patrikhaneden birisini getirtmiş ve bu yazılanların anlatılan ile ilgisiz olduğunu böylece öğrenmiştir. Bunun üzeri­ ne II. Selim bu taşları ye­ rinden çıkarttırmış ve ba­ bası Süleyman’ın türbesi­ ne götürmüştür. Bu ola­ yın tamamen doğru oldu­ ğu, 1959'da Kanunî Süley­ man türbesi tamir olurken meydana çıktı. Burada beş levha bulundu. Bunların alçı kopyaları şimdi yine Ayasofya’da eski yerlerin­ de duvardadır.

Kısacası, II. Selim sanıldı­ ğı gibi kabiliyetsiz, zekâsız ve zevksiz değildi. Onu böylece tarif etmek büyük haksızlıktır. Ayrıca yapılı­ şının her anında yakından ilgilendiği ve Türk Sanatı­ na hediye ettiği Selimiye camii de onun sanat zev­ kinin başlıca delilidir. Bu muhteşem anıt Osmanlı devri Türk mimarisinin büyük ustası Mimar Si­ nan’ın bir eseri idi. Fakat onu yaptırtan ve birçok hususlarda fikir veren II. Selim olmuştur.

Padişah II. Selim’in emri ile o sıralarda 79 yaşında olan başmimarı Sinan, Edirne'de Selimiye camii- nin yapımına H. 976 ( = 1568)’de başladı. Yer ola­ rak Osmanlı İmparatorlu­ ğunun İstanbul'un yanı sı­ ra ikinci başkent (Rezi-

denzstadt) durumunda olan Edirne seçilmişti. Mi­ mar Sinan, şair Sâi Çelebi­ ye yazdırdığı hayatını an­

latırken, «Sultan Selim’in dünyada misali olmayan bir cami yapılmasını em­ rettiğini...» Ayasofya kub­ besi gibi kubbenin islâm- da yok dediklerini ve bu sözün... bu hakirin kal­ binde bir azim ukte olup kaldığını...» bildirir. Fa­ kat Sinan, «...Sultan Selim Han’ın verdiği kudretle bu kubbeyi Ayasofya'dan 6 zi­ ra kaddin ve 4 zîra derin­ liğin ziyade olan Edirne’ nin eski sarayının yerini seçmişti. Burası bir tepe halinde idi. Sarayın kalın­ tıları kaldırılmış yalnız bugün harabeleri duran bir hamamı kalmıştır. Mi­ mar Sinan ile Sultan Se­ lim arasında, inşaat süre­ since yazışmalar olmuş­ tur. Bunlardan anlaşılan şudur ki, Padişah, adını taşıyacak bu eserin her şe­ yi ile yakından ilgilidir. Sinan her hususda onun fikrine başvurmakta ve telkinler yapmakta, fakat

Sultan da mimarın işine lüzumsuz olarak karışma­ maktadır. Nitekim dört büyük kemer bitirilip di­ ğer dördü de bitmek üzere iken Mimar Sinan Padi- şahdan «şahnişin kubbe ve duvarlarının nasıl olması istendiğini» sorar. II. Se­ lim 2 Rebiülahir 980 ( = 12 Ağ. 1572) tarihli yazısı ile cevap verir: «Pencerele­

re kadar kâşi (çini) olsun, üstü kâşi ile sure-i fati- hâyı münasip gördüğün şekilde yazdırasın». Sinan yazıların hattat Karahisa- rî’nin evlâtlığı ve yetiştir­ mesi Molla Hassan’a yaz- dırılmasını teklif eder. Pa­ dişah bunu uygun bulur. Yazıların kalıplarının ha­ zırlanması iki yıl sürmüş ve bunlar çini olarak ya­ pılmak üzere İznik’e gön­ derilmiştir. II. Selim, mi­ marın bütün tekliflerini olumlu karşılamakta ve hiç bir hususda israf ya­ pılmamasına dikkat olun­

masını da bilhassa hatır­ latmaktadır: «...cümlesi­ ni arz eyledüğün üzere yaptırıp itmama erüştüre- sin, amma itlâf ve israf olunmak ihtimali olma­ ya...». Padişahın 13 Zilka­ de 980 ( = 1572) tarihli bir yazısında da, şadırvan avlusunun ve dört tarafa açılan kapıların döşeme­ lerinin küfeki taşından ol­ masını uygun gördüğünü bildirmesi de onun bu ese­ rin en ufak ayrıntısına ka­ dar her şeyi ile yakından ilgilendiğini gösterir. Ay­ rıca Padişah, Selimiye ca­ mimin yapımında görev­ lendirilenlerin başka işler­ le uğraşmaları veya boş durmalarının şiddetle ya­ saklanmasını isteyen bir yazı yazdıktan başka sık- sık camiin bir an önce ta­ mamlanmasını istediğini de belirtmiştir.

Bu muhteşem eserin yapı­ mı için harcanan paranın

(3)

Edirne Selimiye Camii, bütün bir tarihi gelişmenin doruk noktası. Selimiye M osque Edirne The climax of an entire historical development.

Kıbrıs fethindeki ganimet lerden derlendiği yolunda esası Evliya Çelebiye ka­ dar inen bir söylenti var­ dır. Ancak şunu gözönün- de bulundurmak yerinde olacaktır ki, Selimiye ca­ miine 1568’de başlandığın­ da daha Kıbrıs alınmamış­ tı. Herhalde bu çapta bir eserin yapımı kararlaştırıl­

dığında, onun masrafı için henüz fethedilmemiş bir yerin sağlayacağı ganime­ te güvenilmiş olamaz. Biz­ ce bu söylenti esassızdır. Sinan camiin etrafına sa­ dece iki medrese ile alt ta­ rafına bir çarşı, daha doğ­ rusu bir meyva kapanı (yemiş kapanı) yapmıştı. Camiin avlusu büyük bir bahçe olarak düzenlenmiş ve bu işle 90 kişilik bir eki­ bin başı olarak Recep Ağa görevlendirilmişti. Mimar Sinan büyük bir gayretle, Türk sanatının bu şahese­ rini tamamlamaya çalışır­

ken II. Selim bir taraftan da H. 981 ( = 1573) de Ayasofya'nın etrafını açtı­ rıyor ona bir minare ilâve ettiriyor, büyük camilerin bitişiklerine inşaatı yasak­ layan ve evlerin en az 5 zira ( = 3 m. 80) uzakta yapılmasını şart koşan bir ferman yayınlıyordu. Yine bu Padişahın saltanatı sı­ rasında II. Selim’in sevgili zevcesi Nurbânû Sultan için Üsküdar’da Eski Vali­ de (veya Atik Valide) adıyla tanınan büyük gü­ zel cami ve onun etrafın­ daki yapıları (medrese, darüşşifa) meydana geti­ rilmişti. Ancak II. Selim birdenbire bıraktığı içki­ nin bünyesinde yaptığı sarsıntı ile öldüğünde, yaptırdığı büyük eseri de aynı günlerde tamamlanı­ yordu. Padişah, adını ya­ şatacak olan bu muhteşem anıtı bitmiş haliyle hiç bir vakit göremedi, ve içinde namaz kılamadı. Şair

Em-rî’nin yazdığı tarihten ca­ miin H. 982'de bittiği öğ­ renilir.

Camii Sultan Selim Han bin Süleyman Han mıdır, Yokla bu mısraı tarih

anladım çok olmasın Hatmine bu camiin tarihi mısradan çıkar Hem çıkar tarihden giru

esası kalmasun Dikkat ister bu muamma mislidir gafil mebaş Kim hisab itse bunu

yanlış sanup yanılmasını

Bu çok ince hesaplara da­ yanan ve âdeta bilmece gi­ bi olan tarih, ebced hesa­ bına göre yapımın başlan­ gıcını H. 975, bitimini ise 982 olarak verir. Evliya Çelebi, Sultan Selim’in ca­ miin bittiğini öğrenince Cuma namazını orada kıl­ mak üzere yola çıktığında hastalığının artarak Çor­ lu’da öldüğünü yazar. Bu­ nun ne dereceye kadar

doğru olduğunu bilmiyo­ ruz. Padişah II. Selim, Türk yapı sanatının şahe­ seri olacak ve kendi adını taşıyacak olan bu anıtın bir an önce bitmesini he­ yecanla ve merakla bekli­ yordu. Belki bu söylentide bir doğruluk payı vardır. Kubbenin kapatıldığı ha­ beri İstanbul’a eriştiğinde II. Selim, camiin ancak Kurban Bayramına bitece­ ğini öğrenmiş ve içinde na­ maz kılmanın mümkün olup olmadığını sormuştu. Edirne Kadısına yazılan 16 Recep 982 ( = 1 Kas. 1574) tarihli bir hüküm ile II. Selim’in öldüğü ve ilk Cu­ ma namazının camide 12 Şaban

{—21

Kasım 1574) günü kılınmasına izin ve­ rildiği öğrenilmektedir. Böylece II. Selim’in, Seli­ miye’nin açılışından önce hayata veda ettiği kesinlik kazanmaktadır. II. Selim’ in içkiyi birdenbire bırak­ ması ile, Türk Sanatının

(4)

Edirne Selimiye Camii İç Görünüş.

Selimiye Mosque Edirne, View of the interior.

bu en büyük ve en güzel eserinin tamamlanması arasında belki de bir bağ­ lantı kurmak ve bu harika eserin sahibi olan Padişa­ hın bu vesile ile dünya zevklerine veda etmek is­ tediğini ve bunun da haya­ tına malolduğunu iddia et­ mek de mümkündür. Sinan, Selimiye’yi Edirne şehrine hâkim bir tepeci­ ğin üstüne kurmuştu. Bu yer, dâhi mimarın başka eserlerinde olduğu gibi, kurulacak anıtın dış este­ tiğine uygun olarak seçil­ mişti. İstanbul’dan Rume­ li’ye uzanan büyük men­ zil yolunda çok uzaklar­ dan muhteşem silueti ile Selimiye beliriyor ve uzun süre yolun ekseni üzerinde kaldığından iki minare ile

çerçevelenen kubbesi

görülüyordu. Bu Özellik XVII. yüzyılda Evliya Çe- lebi’nin de dikkatini çek­ miştir: «Garabet bunda ki Edirne’ye girmek için dört tarafından dört adet bü­ yük cadde vardır. Herhan­ gisinden Edirne’ye girer­ sen bu Selimiye Camiinin dört minaresini iki ve şe­ refesini de altı görürsün, yakınına gelsen bile...» sözleri ile bu özelliği açık­ lamıştır. Boyları 71 m. (külâh ve âlemi ile 85 m. ye yakın) kadar olan her biri üçer şerefeli bu dört minare Islâm âleminin en uzun ve en zarif minareleri olmuştur. Her ne kadar Hind’de Delhi’de XIII. yüzyılda yapılan Kutup

minar 72 m. 50 lik boyu

ile daha uzun ise de en alt­ ta çapı 14 m. olan bu mi­ nare tepeye doğru incelir. Böylece estetik bakımdan Kutup minar’in göze hoş görünen bir dış tesiri ol­ duğu söylenmez. Halbu­ ki ikisinde içlerinde üç ay­ rı yoldan üç şerefesine çı­ kılan Selimiye minareleri en aşağıda gövdede sadece 3 m. 80 çapındadır. Geniş­ lik yukarı yükseldikçe ha­ fifçe daralır. Bu minareler camiin aynı zamanda dış estetiğini tamamlayan un­ surlardır. Camiin büyük

kubbesinin örttüğü ana kitlesi, onların yardımıyla sanki göğe doğru yükselir. Sinan, Selimiye'de bir iba­ det yeri için ideal olan, mekânın tek kubbe ile ör­ tülmesi prensibini en mü­ kemmel biçimde çözümle­ miştir. Bu kubbe’nin Aya- sofya'dan daha yüksek ve daha büyük olduğunu ya­ zan Sinan'ın bu hususda aldandığı söylenebilir. Herhalde Ayasofya kubbe­ sinin, o sıralarda ölçüleri alınırken ufak bir yanlış yapılmış olmalıdır. Zaten Selimiye kubbesinin Aya- sofya’nmkinden bir iki metre fazla veya eksik olu­ şu önemli değildir. Asıl önemli olan Selimiye'nin bir ibadet yeri olarak este­ tiğinin en ideal biçimde düzenlenmiş olmasıdır. Bunu tamamlayan bir un­ sur olan kubbe yapının haşıpet ve güzelliğinin bir parçası olurken, bu hey­

betli örtünün statik ba­ kımdan, yapı kitlesi üzeri­ ne rahatça oturması ve baskısının dengeli bir bi­ çimde bölünmesi de sağ­ lanmıştır. İşte Sinan'ın mi­ mar olarak dehası burada­ dır. Bu ibadet yerinin her parçası harcanmış hiç bir köşe ve mekân kalmaksı­ zın mihrabı görmekte ve bu mekânın bütünü, tek kubbenin örtüsü altında toplanmaktadır. Bu mima­ ride lüzumsuz hiç bir ele­ man olmadığı gibi hariku- lâde bir nisbet ahengi bü­ tün kitlenin şaşılacak bir hafiflikle yükselmesini sağlamaktadır.

Sinan’ın bu üstadlığının eseri olan anıt, dünya mi­ marlık tarihinin de geli­ şim halkalarından biridir. Şaşırtıcı hassaslıkta bir geometrik düzen, ve âdeta terazide tartılarak yapıl­ mış bir nisbetler ahengi, hiç bir tarafında gözü yo­

ran, ağır kitleler olmayan bu dev ölçüdeki eserin başlıca vasıflarıdır. Her tarafda büyüklük, haşmet ve bütünlük hâkimdir. Ve bu kadar mükemmel dü­ zenlenmiş bu eserin içi gü­ zel ayarlanmış pencereler ile bol ışıkla aydınlanmış­ tır. Bütün bu özellikleri ile Mimar Sinan’ın Selimiye’ si dünyanın en üstün ya­ pılarından biri olmuştur. Her şeyi gerekli olduğu ka­ dar kullanan ve böylece mimarî çizgilerin sakinli­ ğini bozmayan ölçülü de­ korasyon da burada dikka­ ti çeker.

Osmanlı devri Türk çini sanatının en mükemmel ölçülere eriştiği bir çağda yapılan çiniler büyük bir dikkatle ve gerekli olan yerlerde kullanılmıştır. Bunlar arasında Hünkâr mahfelindeki elmalı çini pano, başka bir benzeri ol­ maması bakımından

(5)

bil-Edirne Selimiye Camii 16. y.y. ortaları.

Edirne Selimiye Mosque, middle of 16th century.

hassa önemlidir. Bu çini­ lerde XVI. yüzyıl Türk çi­ ni sanatının, iç mimariye bir bahar tazeliği getiren güzelliğini açıkça görmek mümkündür. Aynı dikkat ve zarif sanat zevki, taş iş­ çiliğinde ve mermerden yapılan organlarda da gö­ rülür. Bu hususda bilhas­ sa mermer işçiliğinin en zarif örneklerinden olan minber bir şaheser olarak anılabilir. Mermer işçiliği­ nin zarif örnekleri, Seli­ miye camiinin eki, Yemiş kapanı olarak yapılan arasta (çarşı)mn dua kub­ besindeki pencerelerdeki şebekelerde de görülmek­ tedir. Camiin ağaçtan olan kısımlarının da bunlara paralel bir biçimde renkli ve yaldızlı nakışlar ile be­ zenmiş olduğu tahmin edi­ lir. Nitekim Hünkâr mah- feli altındaki tavanda ve camiin ortasındaki ahşap müezzin mahfelinin tava­ nındaki süsler bu hususda bir fikir vermektedir. Ya­ pıldığından bu yana Seli­

miye camiinin üzerinde onun güzelliğini bozan ba­ zı müdahelelerin olduğu da görülür. Nitekim XIX. yüzyıl içlerinde duvarlar, eserin üslubuna çok aykırı düşen bazı nakışlar ile kaplanmıştı. Atatürk’ün emri ile bu nakışların kal­ dırılmasına girişildiğinde altta olan tabakalar araş­ tırılmamış ve bütün duvar satıhları raspa edilmiştir. Halbuki iç ve dış galeriler­ deki duvar satıhlarında sadece köşelerde kalabilen bazı işlerden, buralarda XVI. yüzyılda yapılmış «malakâri» denilen ka­ bartma ve renkli bir beze­ menin varlığı anlaşılmak­ tadır. Büyük kemerlerde ve kubbede ise XVI. yüz­ yıl kumaşlarındaki desen­ lerin benzeri zengin bir ka­ lem işi süslemenin kalıntı­ larını bulmak mümkün­ dür.

Selimiye Camii, Edirne' nin tarihinde gördüğü ba­ zı felâketlerin izlerine sa­

hiptir. 1877-78 Türk-Rus savaşında Edirne’ye giren Rus ordusu, Selimiye’nin Hünkâr mahfelindeki çini­ lerin bazılarını yerlerin­ den söküp götürmüştür. 1912’de Balkan Savaşı sı­ rasında Edirne’den çekilen

Bulgar ordusunun, bu ese­ ri havaya uçurmak için ge­ rekli hazırlıkları yaptığı, fakat son emrin Sofya’dan Çar Ferdinand’dan beklen­ mesi üzerine, onun «Hayır, tarih karşısında böyle bir sorumluluğu üzerime- ala­ rak böyle bir emri vere­ mem» dediği meşhurdur. Ancak Balkan savaşı so­ nunda sulh anlaşmaları yapılırken, Osmanlı hükü­ metine Edirne'nin verilme­ si hususunda baskı yapan Fransız elçisi Bompard’ın bir sözü de şaşırtıcıdır. Elçi, Türklerin Edirne’ye muhakkak sahip olmak is­ temelerini anlamamış ve Cemal Paşaya, «Edirne’yi Adaları muhafaza etmek için neden dolayı bu kadar ısrar ediyorsunuz?.. Beş

on tarihî kubbeden baş­ ka bir şeye malik olmayan Edirne’yi...» elde tutmak için harcayacağınız gayreti başka işlere ayırınız» de­ miştir.

Edirne’de Selimiye, Türk- ler için «beş on tarihi kubbeden» biri değildir. O, bütün bir Türk medeni­ yetinin ulaşabildiği doruk noktasını işaretleyen bir anıttır. Her vakit ve her şartta onun bir «fırın kub­ besi» ile bir tutulamaya­ cağı ve hiç bir Türkün onu yâd ellerde bırakmağa gönlünün râzı olmayaca­ ğından emin bulunuyoruz.

(6)

th e SELİMİYE M O S Q U E or

EDİRNE

Prof. D r. S e m a v i EYÍCE

S

elim whom this mas­II, for terpiece was built, succeeded

his father Suleyman the magnificent in 1566. He

was destined to reign for only eight years, during which time he acquired a reputation for drunken­ ness and debauchery which won him the title of Selim the Sot. He is even said to have met his death as a result of a fall while chasing a concubine in a Turkish bath in a fit of drunkenness.

This unenviable reputa­ tion was not altogether deserved. It is true that he drank excessively, but his death was the result of his giving up alcohol too suddenly, against the advice of his doctors. It is true, too, that he was not a great warrior, but one cannot expect every ruler to excel in this field. On the other hand, it was du­ ring his reign that Cyprus was conquered (1570) and Tunisia occupied (1574), and at the same time pre­ parations were begun for a revenge for the defeat of Lepanto.

Selim II is also known to have been no mean poet, and produced a Divan (collection) of very fine poetry. His creative ima­ gination is also to be seen in his plans to connect the Red Sea to the Mediterra­ nean by means of a canal

through Suez and in a project to connect the Don and the Volga. Neither of these projects were reali­ sed, but they testify to the liveliness of his intelli­ gence and imagination, while the fact that he ruled the country for eight years through a single Grand Vizier suggests that he must have had the strength of character to withstand very powerful political pressures and intrigues.

The greatest testimony to his aesthetic judgment, however, must remain the magnificent mosque at Edirne which bears his name. Sinan, the head architect, was seventy-nine years old when he recei­ ved an order from Selim II to build a mosque that 'should have no peer in the world', and whose dome should surpass that of St Sophia. During the building of the mosque there was a continual correspondence between the architect and the Sul­ tan, the latter being con­ sulted on many details of the construction and the decoration. The Sultan always accepted the great architect's suggestions, though at the same time insisting that there should be no unnecessary expen­ se. He also insisted that those employed on the construction of the mos­ que should not be allowed to work elsewhere, and that every effort should be

made to complete the work as soon as possible.

Selim also added a mina­ ret to the Mosque of Aya- sofya and cleared the area in its immediate vicinity, at the same time issuing a decree that forbade any buildings to be erected within a certain distance of any of the great mos­ ques. It was also during his reign that the Eski Va­

lide Mosque at Uskudar,

which was dedicated to his beloved wife Nurbanu Sultan, was erected, together with its medreseh and hospital.

Unfortunately Selim died just as his great mosque at Edirne was nearing completion, and he was never to fulfil his ambi­ tion of performing the ritual prayers in the buil­ ding on which he had lavished so much care and attention. The Sultan died on 1st November 1574 and the first prayers were per­ formed there on 27th No­ vember of the same year. Sinan erected the mosque on a small hill overlooking the city of Edirne, and it is positioned in such a way that when approaching the city from Istanbul the mosque appears from afar off with its dome framed between two minarets, and it is only when one is very near that the four minarets appear as sepa­ rate elements. These mina­

rets are 71 metres in height - 85 metres if we include the conical cap and standard - and thus constitute the highest and most elegant minarets in the world if we except the

Kutup minar at Delhi

which indeed measures 72.50 metres but with its thick base and tapering body presents a far from pleasing silhouette.

The mosque is roofed by a single dome which, altho­ ugh it fails to exceed in size the dome of St Sop­ hia, is of exquisite propor­ tions, with the whole of the interior space gathe­ red beneath it. The whole structure is of the most amazing lightness and harmony.

The tiles employed belong to a period when tile-ma­ nufacture in Turkey had achieved its ultimate per­ fection, and are used with great economy and with most exquisite effect. The marble work is also of exceptional beauty and workmanship, and the same can be said for the

carved woodwork and

what remains of the origi­ nal painted decoration. The whole forms a monu­ ment representing the summit of Turkish civili­ sation, and although it has suffered at the hands of invading armies, it is a monument that no Turk would ever allow to pass into foreign hands.

16

Referanslar

Benzer Belgeler

2 onluk 3 birlikten oluşan sayı ile, onlar basamağı 3 olan en küçük sayının çarpımı kaçtır.

#more 超級電腦教父陳世卿博士訪北醫大,闊談醫療雲端願景 -TMU Today:

In women who choose to take advantage of the program, the average annual incidence of previously undetected breast cancer is found to be about 100 per 100,000 on follow-up..

Fakat Milczarek ve Inganäs farklı lignin türevlerinin katodun kullanılacağı amaca bağlı olarak farklı performans gösterebile-

Gabricl, Monuments Turcs d'A n atolie, II... Ulu-Câmi, şimal

Burada daha ilginç olan, kurald›fl› yüklemlerin en ilginçlerinden biri olarak tüm zaman kipleri hep ayn› olan olan (read) yükleminin de normale dönüflü anlam›na gelmesi!.

O rhan Kemal, 1970 yılının 2 haziran günü Sof ya’da ölmüş.. Ardında bir sürü gözü yaşlı dost ve okur