EDİRNE'DE SELİMİYE
P ro f. D r. S e m a v i EY İC EO
smanlı İmpara torluğuna bir «altın devir» yaşatan KanunîSultan Süleyman kırk altı yıllık hükümdarlıktan
sonra Macaristan’da Ziget- var Kalesi fethi sırasında 1566 yılında hayata göz lerini yumduğunda, Hür- rem Sultan’dan doğan Şehzadesi Selim 42 yaşın da bulunuyordu.
II. Selim adıyla tahta geçen Şehzade çocukluk ve gençliğini, Kanunî Süley man gibi bir babanın göl gesinde geçirmiş, artık de likanlılık ve gençliği çok arkalarda bıraktığı bir yaşta Osmanlı İmparator- luğu’nun sahibi olmuştu. Bu sıralarda Almanya’da II. Maximilian (1564 - 1576), İngiltere’de Kraliçe Elisabeth (1558 - 1603), Fransa’da IX. Charles (1560 - 1574) hükümdar dılar. Papalık ise V. Pius
(1566 - 1572)’un idaresin de bulunuyordu. II. Se- lim’in saltanatı kısa sür dü. Ancak sekiz yıllık Pa dişahlığında hiç bir sefere çıkmayan Selim'i modern tarihler «içkiye, eğlenceye düşkün, bilgisi, değeri kıt bir padişah» olarak tarif ederler ve ona Sarı, Sar hoş gibi lâkapları yakıştı rırlar. Hattâ «ele alınacak hiç bir meziyet ve değeri olmayan» bu padişahın, hamamda «cariyeleri ko valarken ayağı kayıp düş tüğünü» ve ölümünün bu yüzden olduğunu yazan ciddî (!) tarihçiler de var dır. Bir büyük eseri iyi an
layabilmek için onu yapa
nı ve yaptıranı da tanımak gereklidir. Ne yazık ki, Türk Sanatının eserlerini
incelerken bu hususlara dikkat edilmemekte ve bilhassa yaptıranlar üze rinde hiç durulmamakta- dır. Halbuki dünya çapın daki bir büyük eserin mu hakkak yaratılışında onu istemiş olan kişinin de pa yı vardır. Onun için bu ya zımızda biraz Selimiye’nin kurucusu Sultan II. Se- lim’den de bahsedeceğiz. II. Selim’in at üstünde sa vaştan savaşa koşan bir bahadır olmadığı bir ger çektir. Her hükümdarın iyi bir asker olması da za ten beklenemez. Ancak onun hükümdarlık yılla rında Kıbrıs (1570), ve Kuzey Afrika’da Tunus alınmıştır (1574). İnebah- tı (Lepanto)’da Türk donanmasına indirilen bü yük darbenin de intikamı
nın alınması için gereken ler yapılmıştır. II. Selim’in içkiyi gece gündüz içecek kadar sevdiği de bir ger çektir. Bu onun sonunda hayatına mal olacak olan zayıf tarafıdır. Nitekim 1574'de birdenbire verdiği bir kararla içkiyi bırakmış ve bu da onun ölümüne yol açmıştır. Hekimlerin hiç değilse azar azar bı rakması tavsiyesine rağ men yemininden dönme yen Padişah, belki de bu perhizin verdiği baş dön mesi ile düşmüş ve kısa süre sonra da, Edirne’de yaptırttığı şaheserin açılı şını göremeden ölmüştür. iyi bir avcı olduğu bilinen II. Selim, aynı zamanda Selimi mahlası ile güzel şiirler ile dolu yazdığı bir
Divan meydana getirecek
kadar güçlü bir şairdir. Bu onun bir sanat zevki olduğunu gösterir. Nite kim hayatı ve davranışla rı yakından araştırıldığın da tarihe nedense sadece içki sevgisi ile geçen bu Padişahın, başka tarafları nın hiç anılmayışı şaşırtı cıdır. Sekiz yıllık saltana tında Osmanlı devletini tek Sadrâzâm ile idare eden, ve muhakkak ki bu Sadrâzamın aleyhine ken disine yapılan nice baskı lara göğüs germesini bi len bir hükümdarın bu tutumu da onun irade gü cünün bir delili olsa gerek tir. Yine II. Selim’in Kı- zıldeniz’i Akdeniz’e bağla mak üzere Süveyş Kanalı nı açtırmayı düşündüğü, ayrıca Don ile Volga ır makları arasını bağlamayı tasarladığı da onun yapıcı tarafına delil sayılabilir. Bu projeler gerçekleşme miş, fakat II. Selim, Kon ya’nın doğusunda, kervan ların büyük sıkıntı ile ge çebildikleri boş kurak ge niş bir arazi ortasında kendi adına bir mamure kurdurmuştur. Sultaniye olarak adlandırılan bu menzil yeri, Mimar Sinan’ m yaptığı bir külliyenin etrafında bugün bir ilçe haline gelmiş olan Karapı nar’dır. Kanunînin son yıllarında yapımına başla nan Büyükçekmece Köp- rüsü’nü de Mimar Sinan ancak II. Selim’in yılların da tamamlamıştır. Yine II. Selim’in Türk kaynak larına geçmeyen bir dav ranışı onun karakterini göstermesi bakımından çok ilgi çekicidir. 1567 yazı sonlarında bir Cuma namazı için Ayasofya’ya geldiğinde burada duvara
Edirne Selimiye Camii 16. y.y. ortalan. Edirne Selimiye Mosque, middle of 16th century.
yapıştırılmış mermer lev halarda Bizans İmparato ru I. Manuel’in 1166 tarih li bir Konsil fermanım görmüş ve bunların ne ol duğunu sormuştur. Kendi sine Hazret-i Ali’nin tılsım lı sözleridir» demişlerdir. Niçin Türkçe değil diye sorması üzerine de «eğer bizim yazımızla olursa, herkes bu tılsımları öğre nir» cevabını vermişlerdir. Bunun üzerine II. Selim «hiç değilse herkes değil, bari biz bunları öğrene lim» diyerek, yazıyı okut mak üzere Patrikhaneden birisini getirtmiş ve bu yazılanların anlatılan ile ilgisiz olduğunu böylece öğrenmiştir. Bunun üzeri ne II. Selim bu taşları ye rinden çıkarttırmış ve ba bası Süleyman’ın türbesi ne götürmüştür. Bu ola yın tamamen doğru oldu ğu, 1959'da Kanunî Süley man türbesi tamir olurken meydana çıktı. Burada beş levha bulundu. Bunların alçı kopyaları şimdi yine Ayasofya’da eski yerlerin de duvardadır.
Kısacası, II. Selim sanıldı ğı gibi kabiliyetsiz, zekâsız ve zevksiz değildi. Onu böylece tarif etmek büyük haksızlıktır. Ayrıca yapılı şının her anında yakından ilgilendiği ve Türk Sanatı na hediye ettiği Selimiye camii de onun sanat zev kinin başlıca delilidir. Bu muhteşem anıt Osmanlı devri Türk mimarisinin büyük ustası Mimar Si nan’ın bir eseri idi. Fakat onu yaptırtan ve birçok hususlarda fikir veren II. Selim olmuştur.
Padişah II. Selim’in emri ile o sıralarda 79 yaşında olan başmimarı Sinan, Edirne'de Selimiye camii- nin yapımına H. 976 ( = 1568)’de başladı. Yer ola rak Osmanlı İmparatorlu ğunun İstanbul'un yanı sı ra ikinci başkent (Rezi-
denzstadt) durumunda olan Edirne seçilmişti. Mi mar Sinan, şair Sâi Çelebi ye yazdırdığı hayatını an
latırken, «Sultan Selim’in dünyada misali olmayan bir cami yapılmasını em rettiğini...» Ayasofya kub besi gibi kubbenin islâm- da yok dediklerini ve bu sözün... bu hakirin kal binde bir azim ukte olup kaldığını...» bildirir. Fa kat Sinan, «...Sultan Selim Han’ın verdiği kudretle bu kubbeyi Ayasofya'dan 6 zi ra kaddin ve 4 zîra derin liğin ziyade olan Edirne’ nin eski sarayının yerini seçmişti. Burası bir tepe halinde idi. Sarayın kalın tıları kaldırılmış yalnız bugün harabeleri duran bir hamamı kalmıştır. Mi mar Sinan ile Sultan Se lim arasında, inşaat süre since yazışmalar olmuş tur. Bunlardan anlaşılan şudur ki, Padişah, adını taşıyacak bu eserin her şe yi ile yakından ilgilidir. Sinan her hususda onun fikrine başvurmakta ve telkinler yapmakta, fakat
Sultan da mimarın işine lüzumsuz olarak karışma maktadır. Nitekim dört büyük kemer bitirilip di ğer dördü de bitmek üzere iken Mimar Sinan Padi- şahdan «şahnişin kubbe ve duvarlarının nasıl olması istendiğini» sorar. II. Se lim 2 Rebiülahir 980 ( = 12 Ağ. 1572) tarihli yazısı ile cevap verir: «Pencerele
re kadar kâşi (çini) olsun, üstü kâşi ile sure-i fati- hâyı münasip gördüğün şekilde yazdırasın». Sinan yazıların hattat Karahisa- rî’nin evlâtlığı ve yetiştir mesi Molla Hassan’a yaz- dırılmasını teklif eder. Pa dişah bunu uygun bulur. Yazıların kalıplarının ha zırlanması iki yıl sürmüş ve bunlar çini olarak ya pılmak üzere İznik’e gön derilmiştir. II. Selim, mi marın bütün tekliflerini olumlu karşılamakta ve hiç bir hususda israf ya pılmamasına dikkat olun
masını da bilhassa hatır latmaktadır: «...cümlesi ni arz eyledüğün üzere yaptırıp itmama erüştüre- sin, amma itlâf ve israf olunmak ihtimali olma ya...». Padişahın 13 Zilka de 980 ( = 1572) tarihli bir yazısında da, şadırvan avlusunun ve dört tarafa açılan kapıların döşeme lerinin küfeki taşından ol masını uygun gördüğünü bildirmesi de onun bu ese rin en ufak ayrıntısına ka dar her şeyi ile yakından ilgilendiğini gösterir. Ay rıca Padişah, Selimiye ca mimin yapımında görev lendirilenlerin başka işler le uğraşmaları veya boş durmalarının şiddetle ya saklanmasını isteyen bir yazı yazdıktan başka sık- sık camiin bir an önce ta mamlanmasını istediğini de belirtmiştir.
Bu muhteşem eserin yapı mı için harcanan paranın
Edirne Selimiye Camii, bütün bir tarihi gelişmenin doruk noktası. Selimiye M osque Edirne The climax of an entire historical development.
Kıbrıs fethindeki ganimet lerden derlendiği yolunda esası Evliya Çelebiye ka dar inen bir söylenti var dır. Ancak şunu gözönün- de bulundurmak yerinde olacaktır ki, Selimiye ca miine 1568’de başlandığın da daha Kıbrıs alınmamış tı. Herhalde bu çapta bir eserin yapımı kararlaştırıl
dığında, onun masrafı için henüz fethedilmemiş bir yerin sağlayacağı ganime te güvenilmiş olamaz. Biz ce bu söylenti esassızdır. Sinan camiin etrafına sa dece iki medrese ile alt ta rafına bir çarşı, daha doğ rusu bir meyva kapanı (yemiş kapanı) yapmıştı. Camiin avlusu büyük bir bahçe olarak düzenlenmiş ve bu işle 90 kişilik bir eki bin başı olarak Recep Ağa görevlendirilmişti. Mimar Sinan büyük bir gayretle, Türk sanatının bu şahese rini tamamlamaya çalışır
ken II. Selim bir taraftan da H. 981 ( = 1573) de Ayasofya'nın etrafını açtı rıyor ona bir minare ilâve ettiriyor, büyük camilerin bitişiklerine inşaatı yasak layan ve evlerin en az 5 zira ( = 3 m. 80) uzakta yapılmasını şart koşan bir ferman yayınlıyordu. Yine bu Padişahın saltanatı sı rasında II. Selim’in sevgili zevcesi Nurbânû Sultan için Üsküdar’da Eski Vali de (veya Atik Valide) adıyla tanınan büyük gü zel cami ve onun etrafın daki yapıları (medrese, darüşşifa) meydana geti rilmişti. Ancak II. Selim birdenbire bıraktığı içki nin bünyesinde yaptığı sarsıntı ile öldüğünde, yaptırdığı büyük eseri de aynı günlerde tamamlanı yordu. Padişah, adını ya şatacak olan bu muhteşem anıtı bitmiş haliyle hiç bir vakit göremedi, ve içinde namaz kılamadı. Şair
Em-rî’nin yazdığı tarihten ca miin H. 982'de bittiği öğ renilir.
Camii Sultan Selim Han bin Süleyman Han mıdır, Yokla bu mısraı tarih
anladım çok olmasın Hatmine bu camiin tarihi mısradan çıkar Hem çıkar tarihden giru
esası kalmasun Dikkat ister bu muamma mislidir gafil mebaş Kim hisab itse bunu
yanlış sanup yanılmasını
Bu çok ince hesaplara da yanan ve âdeta bilmece gi bi olan tarih, ebced hesa bına göre yapımın başlan gıcını H. 975, bitimini ise 982 olarak verir. Evliya Çelebi, Sultan Selim’in ca miin bittiğini öğrenince Cuma namazını orada kıl mak üzere yola çıktığında hastalığının artarak Çor lu’da öldüğünü yazar. Bu nun ne dereceye kadar
doğru olduğunu bilmiyo ruz. Padişah II. Selim, Türk yapı sanatının şahe seri olacak ve kendi adını taşıyacak olan bu anıtın bir an önce bitmesini he yecanla ve merakla bekli yordu. Belki bu söylentide bir doğruluk payı vardır. Kubbenin kapatıldığı ha beri İstanbul’a eriştiğinde II. Selim, camiin ancak Kurban Bayramına bitece ğini öğrenmiş ve içinde na maz kılmanın mümkün olup olmadığını sormuştu. Edirne Kadısına yazılan 16 Recep 982 ( = 1 Kas. 1574) tarihli bir hüküm ile II. Selim’in öldüğü ve ilk Cu ma namazının camide 12 Şaban
{—21
Kasım 1574) günü kılınmasına izin ve rildiği öğrenilmektedir. Böylece II. Selim’in, Seli miye’nin açılışından önce hayata veda ettiği kesinlik kazanmaktadır. II. Selim’ in içkiyi birdenbire bırak ması ile, Türk SanatınınEdirne Selimiye Camii İç Görünüş.
Selimiye Mosque Edirne, View of the interior.
bu en büyük ve en güzel eserinin tamamlanması arasında belki de bir bağ lantı kurmak ve bu harika eserin sahibi olan Padişa hın bu vesile ile dünya zevklerine veda etmek is tediğini ve bunun da haya tına malolduğunu iddia et mek de mümkündür. Sinan, Selimiye’yi Edirne şehrine hâkim bir tepeci ğin üstüne kurmuştu. Bu yer, dâhi mimarın başka eserlerinde olduğu gibi, kurulacak anıtın dış este tiğine uygun olarak seçil mişti. İstanbul’dan Rume li’ye uzanan büyük men zil yolunda çok uzaklar dan muhteşem silueti ile Selimiye beliriyor ve uzun süre yolun ekseni üzerinde kaldığından iki minare ile
çerçevelenen kubbesi
görülüyordu. Bu Özellik XVII. yüzyılda Evliya Çe- lebi’nin de dikkatini çek miştir: «Garabet bunda ki Edirne’ye girmek için dört tarafından dört adet bü yük cadde vardır. Herhan gisinden Edirne’ye girer sen bu Selimiye Camiinin dört minaresini iki ve şe refesini de altı görürsün, yakınına gelsen bile...» sözleri ile bu özelliği açık lamıştır. Boyları 71 m. (külâh ve âlemi ile 85 m. ye yakın) kadar olan her biri üçer şerefeli bu dört minare Islâm âleminin en uzun ve en zarif minareleri olmuştur. Her ne kadar Hind’de Delhi’de XIII. yüzyılda yapılan Kutup
minar 72 m. 50 lik boyu
ile daha uzun ise de en alt ta çapı 14 m. olan bu mi nare tepeye doğru incelir. Böylece estetik bakımdan Kutup minar’in göze hoş görünen bir dış tesiri ol duğu söylenmez. Halbu ki ikisinde içlerinde üç ay rı yoldan üç şerefesine çı kılan Selimiye minareleri en aşağıda gövdede sadece 3 m. 80 çapındadır. Geniş lik yukarı yükseldikçe ha fifçe daralır. Bu minareler camiin aynı zamanda dış estetiğini tamamlayan un surlardır. Camiin büyük
kubbesinin örttüğü ana kitlesi, onların yardımıyla sanki göğe doğru yükselir. Sinan, Selimiye'de bir iba det yeri için ideal olan, mekânın tek kubbe ile ör tülmesi prensibini en mü kemmel biçimde çözümle miştir. Bu kubbe’nin Aya- sofya'dan daha yüksek ve daha büyük olduğunu ya zan Sinan'ın bu hususda aldandığı söylenebilir. Herhalde Ayasofya kubbe sinin, o sıralarda ölçüleri alınırken ufak bir yanlış yapılmış olmalıdır. Zaten Selimiye kubbesinin Aya- sofya’nmkinden bir iki metre fazla veya eksik olu şu önemli değildir. Asıl önemli olan Selimiye'nin bir ibadet yeri olarak este tiğinin en ideal biçimde düzenlenmiş olmasıdır. Bunu tamamlayan bir un sur olan kubbe yapının haşıpet ve güzelliğinin bir parçası olurken, bu hey
betli örtünün statik ba kımdan, yapı kitlesi üzeri ne rahatça oturması ve baskısının dengeli bir bi çimde bölünmesi de sağ lanmıştır. İşte Sinan'ın mi mar olarak dehası burada dır. Bu ibadet yerinin her parçası harcanmış hiç bir köşe ve mekân kalmaksı zın mihrabı görmekte ve bu mekânın bütünü, tek kubbenin örtüsü altında toplanmaktadır. Bu mima ride lüzumsuz hiç bir ele man olmadığı gibi hariku- lâde bir nisbet ahengi bü tün kitlenin şaşılacak bir hafiflikle yükselmesini sağlamaktadır.
Sinan’ın bu üstadlığının eseri olan anıt, dünya mi marlık tarihinin de geli şim halkalarından biridir. Şaşırtıcı hassaslıkta bir geometrik düzen, ve âdeta terazide tartılarak yapıl mış bir nisbetler ahengi, hiç bir tarafında gözü yo
ran, ağır kitleler olmayan bu dev ölçüdeki eserin başlıca vasıflarıdır. Her tarafda büyüklük, haşmet ve bütünlük hâkimdir. Ve bu kadar mükemmel dü zenlenmiş bu eserin içi gü zel ayarlanmış pencereler ile bol ışıkla aydınlanmış tır. Bütün bu özellikleri ile Mimar Sinan’ın Selimiye’ si dünyanın en üstün ya pılarından biri olmuştur. Her şeyi gerekli olduğu ka dar kullanan ve böylece mimarî çizgilerin sakinli ğini bozmayan ölçülü de korasyon da burada dikka ti çeker.
Osmanlı devri Türk çini sanatının en mükemmel ölçülere eriştiği bir çağda yapılan çiniler büyük bir dikkatle ve gerekli olan yerlerde kullanılmıştır. Bunlar arasında Hünkâr mahfelindeki elmalı çini pano, başka bir benzeri ol maması bakımından
bil-Edirne Selimiye Camii 16. y.y. ortaları.
Edirne Selimiye Mosque, middle of 16th century.
hassa önemlidir. Bu çini lerde XVI. yüzyıl Türk çi ni sanatının, iç mimariye bir bahar tazeliği getiren güzelliğini açıkça görmek mümkündür. Aynı dikkat ve zarif sanat zevki, taş iş çiliğinde ve mermerden yapılan organlarda da gö rülür. Bu hususda bilhas sa mermer işçiliğinin en zarif örneklerinden olan minber bir şaheser olarak anılabilir. Mermer işçiliği nin zarif örnekleri, Seli miye camiinin eki, Yemiş kapanı olarak yapılan arasta (çarşı)mn dua kub besindeki pencerelerdeki şebekelerde de görülmek tedir. Camiin ağaçtan olan kısımlarının da bunlara paralel bir biçimde renkli ve yaldızlı nakışlar ile be zenmiş olduğu tahmin edi lir. Nitekim Hünkâr mah- feli altındaki tavanda ve camiin ortasındaki ahşap müezzin mahfelinin tava nındaki süsler bu hususda bir fikir vermektedir. Ya pıldığından bu yana Seli
miye camiinin üzerinde onun güzelliğini bozan ba zı müdahelelerin olduğu da görülür. Nitekim XIX. yüzyıl içlerinde duvarlar, eserin üslubuna çok aykırı düşen bazı nakışlar ile kaplanmıştı. Atatürk’ün emri ile bu nakışların kal dırılmasına girişildiğinde altta olan tabakalar araş tırılmamış ve bütün duvar satıhları raspa edilmiştir. Halbuki iç ve dış galeriler deki duvar satıhlarında sadece köşelerde kalabilen bazı işlerden, buralarda XVI. yüzyılda yapılmış «malakâri» denilen ka bartma ve renkli bir beze menin varlığı anlaşılmak tadır. Büyük kemerlerde ve kubbede ise XVI. yüz yıl kumaşlarındaki desen lerin benzeri zengin bir ka lem işi süslemenin kalıntı larını bulmak mümkün dür.
Selimiye Camii, Edirne' nin tarihinde gördüğü ba zı felâketlerin izlerine sa
hiptir. 1877-78 Türk-Rus savaşında Edirne’ye giren Rus ordusu, Selimiye’nin Hünkâr mahfelindeki çini lerin bazılarını yerlerin den söküp götürmüştür. 1912’de Balkan Savaşı sı rasında Edirne’den çekilen
Bulgar ordusunun, bu ese ri havaya uçurmak için ge rekli hazırlıkları yaptığı, fakat son emrin Sofya’dan Çar Ferdinand’dan beklen mesi üzerine, onun «Hayır, tarih karşısında böyle bir sorumluluğu üzerime- ala rak böyle bir emri vere mem» dediği meşhurdur. Ancak Balkan savaşı so nunda sulh anlaşmaları yapılırken, Osmanlı hükü metine Edirne'nin verilme si hususunda baskı yapan Fransız elçisi Bompard’ın bir sözü de şaşırtıcıdır. Elçi, Türklerin Edirne’ye muhakkak sahip olmak is temelerini anlamamış ve Cemal Paşaya, «Edirne’yi Adaları muhafaza etmek için neden dolayı bu kadar ısrar ediyorsunuz?.. Beş
on tarihî kubbeden baş ka bir şeye malik olmayan Edirne’yi...» elde tutmak için harcayacağınız gayreti başka işlere ayırınız» de miştir.
Edirne’de Selimiye, Türk- ler için «beş on tarihi kubbeden» biri değildir. O, bütün bir Türk medeni yetinin ulaşabildiği doruk noktasını işaretleyen bir anıttır. Her vakit ve her şartta onun bir «fırın kub besi» ile bir tutulamaya cağı ve hiç bir Türkün onu yâd ellerde bırakmağa gönlünün râzı olmayaca ğından emin bulunuyoruz.
th e SELİMİYE M O S Q U E or
EDİRNE
Prof. D r. S e m a v i EYÍCE
S
elim whom this masII, for terpiece was built, succeededhis father Suleyman the magnificent in 1566. He
was destined to reign for only eight years, during which time he acquired a reputation for drunken ness and debauchery which won him the title of Selim the Sot. He is even said to have met his death as a result of a fall while chasing a concubine in a Turkish bath in a fit of drunkenness.
This unenviable reputa tion was not altogether deserved. It is true that he drank excessively, but his death was the result of his giving up alcohol too suddenly, against the advice of his doctors. It is true, too, that he was not a great warrior, but one cannot expect every ruler to excel in this field. On the other hand, it was du ring his reign that Cyprus was conquered (1570) and Tunisia occupied (1574), and at the same time pre parations were begun for a revenge for the defeat of Lepanto.
Selim II is also known to have been no mean poet, and produced a Divan (collection) of very fine poetry. His creative ima gination is also to be seen in his plans to connect the Red Sea to the Mediterra nean by means of a canal
through Suez and in a project to connect the Don and the Volga. Neither of these projects were reali sed, but they testify to the liveliness of his intelli gence and imagination, while the fact that he ruled the country for eight years through a single Grand Vizier suggests that he must have had the strength of character to withstand very powerful political pressures and intrigues.
The greatest testimony to his aesthetic judgment, however, must remain the magnificent mosque at Edirne which bears his name. Sinan, the head architect, was seventy-nine years old when he recei ved an order from Selim II to build a mosque that 'should have no peer in the world', and whose dome should surpass that of St Sophia. During the building of the mosque there was a continual correspondence between the architect and the Sul tan, the latter being con sulted on many details of the construction and the decoration. The Sultan always accepted the great architect's suggestions, though at the same time insisting that there should be no unnecessary expen se. He also insisted that those employed on the construction of the mos que should not be allowed to work elsewhere, and that every effort should be
made to complete the work as soon as possible.
Selim also added a mina ret to the Mosque of Aya- sofya and cleared the area in its immediate vicinity, at the same time issuing a decree that forbade any buildings to be erected within a certain distance of any of the great mos ques. It was also during his reign that the Eski Va
lide Mosque at Uskudar,
which was dedicated to his beloved wife Nurbanu Sultan, was erected, together with its medreseh and hospital.
Unfortunately Selim died just as his great mosque at Edirne was nearing completion, and he was never to fulfil his ambi tion of performing the ritual prayers in the buil ding on which he had lavished so much care and attention. The Sultan died on 1st November 1574 and the first prayers were per formed there on 27th No vember of the same year. Sinan erected the mosque on a small hill overlooking the city of Edirne, and it is positioned in such a way that when approaching the city from Istanbul the mosque appears from afar off with its dome framed between two minarets, and it is only when one is very near that the four minarets appear as sepa rate elements. These mina
rets are 71 metres in height - 85 metres if we include the conical cap and standard - and thus constitute the highest and most elegant minarets in the world if we except the
Kutup minar at Delhi
which indeed measures 72.50 metres but with its thick base and tapering body presents a far from pleasing silhouette.
The mosque is roofed by a single dome which, altho ugh it fails to exceed in size the dome of St Sop hia, is of exquisite propor tions, with the whole of the interior space gathe red beneath it. The whole structure is of the most amazing lightness and harmony.
The tiles employed belong to a period when tile-ma nufacture in Turkey had achieved its ultimate per fection, and are used with great economy and with most exquisite effect. The marble work is also of exceptional beauty and workmanship, and the same can be said for the
carved woodwork and
what remains of the origi nal painted decoration. The whole forms a monu ment representing the summit of Turkish civili sation, and although it has suffered at the hands of invading armies, it is a monument that no Turk would ever allow to pass into foreign hands.
16