Yazı değil Teşrinleri haber verin, sıcaklığı o derecede mutedil bir ilk bahar günü, 19 Mayıs öğlesinin, Beykoz iskelesi yakınında duran Akbaba otobüsünü bir müddet ta vaf eyledim: içinde bir tek erle, kalkmak için hıncahınç dolmasını bekliyor. Bunun ne zaman gerçek leşebileceğini düşündüğüm sırada, üniformalı bir bay kaptan peyda oldu ve arifane tutulmuş bir araba ile gidilmesini bana teklif et ti. Pazarlık sırasında da Akbaba ö- tesindeki Dereseki köyüne çiçek almağa gidecek » ı ı i M i ' . ı a bir delikanlı z v h hur ettiğinden hisselerin birer li raya inmesinden ______ memnun, Beyko- " ™
zun en mutena faytonu denen ara baya rakiben yola revan olduk.
İstanbulluların çoğunun bildikle ri gibi, Akbaba ile Dereseki Bey- kozdan 5 kilometrelik mesafede, ya ni ' bikirlerine pek yakın ve dos tumuz Pierre Loti’nin anlatıp medhetmeğe doyamadığı Beykoz çayırının nihayetinden giden bir yol üzerinde iki köydür. Bu yolu, bun dan on beş yıl kadar önce, yaya olarak bir kere gidip gelmiştim. Kırk yılı artık biraz aşan bir zaman evvel Paşabahçesinde geçirdiğimiz bir yaz esnasında da bir kaç kere ve belki daha uzaklara kadar ara ba ile gidildiğini hatırlıyorum ama, bu hâtıralarım berrak değil. Çünkü bahçelerinin yerinde bir çiftlik ku rulduğunu söyledikleri Tokat kas rını da gezdiğimi sanıyorum ki, eğer aldanıyorsam ve bu pek eski kasır meselâ seksen doksan yıl ön ce yıkıldıysa, eloğlunun yaşımı Za- roağamn yaşına yaklaştırmasına kendi elimle imkân vermiş olaca ğım, demektir.
Akbabaya kadar dağları yeşil bir vadi boyunca, cılız bir dereyi takip ederek gdiiliyor. İki yıl evvel yap ıl.
n?ış asfalt kısa ömürlü asfaltlarımı za nazaran da fazlaca bozulmuş. Ak babaya dek varmadan ayrılan A.
ömür içinde asfaltlıktan eser kalma dığı söylenmektedir.
Akbabada durmadan geçen fayton bizi Deresekide indirince kaptan ayrıldı, ve Beykozdan aramağa geldiği çiçekleri tedarik hususunu dönüşe bırakan diğer arkadaşla, kısa bir yol yürüyerek, (Karaku lak) suyunun aktığı mahalle var dık. Yazın burası pek kalabalık olur ve, pek çok mesirede olduğu gibi, bilhassa Musevî vatandaşları mızca rağbet görürmüş. Küçücük meydanın hâkim noktasında bir Yunan mâlbedini hayli hatırlatan bir çeşme var. Üzerindeki 1253 ta rihini taşıyan kitabe:
Karakulak suyudur çeşmesi
»’muştur harap
K ıldı ihya yeniden padişehi derya cût Tâ ki ı-îzan ola mizahı semadatı
bâra«
Reşhasmca ede eyyamın
hak nama’dut A ktı ağzım suyu tarih yazarken
Pertev Bimesîl oldu zehi çeşmei
Sultan Mahmut.
demekte, (Hadikatül cevami) ise Deresekinin camiinden sonra sözü bu suya getirip (katibinde bir bağ içinde Karakulak suyu denmekle meşhur bir mai carî vardır. Haddi zatinde bir alâ su olduğundan devri Selim Han-ı sâliste Valde Sultan kethüdası Giridî Yusuf Ağa mer mer taşlar ile yaptırtıp bir arslan ağzı lüleden cereyan ettirip iki ta rafına dahi muhtasarca birer köşk bina etmiştir.) diye, anlatmakta. Bu iki muhtasar köşklü çeşme dağın
üstünde denilen asıl menbada mı yapılmış, yoksa kâhya kendi kâhya sına yaptırırken işe hile ve fesat karıştığından beş on yıl içinde ha rap olmuş ve II. Mahmudun son za manlarında bu şekilde yeniden mi bina edilmiş, bilemem.
Oturduğumuz kahve de su gibi Evkafa ait. Bir mevsimine geçen yıl 100 lira vermiş olduğunu söyli- yen kiracısı buraları ¡bir miktar tanzim ettiğini ve tabii gibi görü nen, şeddimsi yerlerin kendi tara fından vücude getirildiklerini söy ledi. Hayli kalabalık olan iki masa , 'halkı yiyip içmekle meşguldü. İçti- öim bir bardak su da bana pek ne fis gibi gelmedi.
Bir miktar oturduktan sonra De- resekiye döndük. Burası eskiden 70 - 80 hanelik bir köyken şimdi evlerinin sayısının 60 a inip hayatın da ucuzluğu sebebile beş altı odalı bir evi 10 liraya tutmanın kabil bulunduğunu söylediler. Bu evler den birinin şekil ve manzarası en az bir buçuk asırlık bir maziye sa hip bulunduğunu haber veriyordu. Sahipleri bahçelerine çıktıklarından içini gezemedim. Evliya Çelebi ki tabında (Mesirei Dereseki) diyorsa da başka br şey söylememekte, bu na mukabil (Hadikailcevaıpi) ca miden bahsettiği, sırada köyün fın dık ağaçlan ve bülbülü gayet çok olduğunu kaydetmektedir. Fakat bu bülbüller sabahları öterlermiş: Bü tün yol boyunca ve Deresekide kuş cıvıltıları duyduk. Ama,, bunlar a- rasmda bülbül sesi yoktu.
EVinisi en eski Şeyhüpislâmlar- dan Mollafenari Mehmet Efendi ol duğuna göre Dereseki köyünün ca- mn pek eski bir bina. Fakat, yakın zamanlarda, galiba Beykozlu bir zengin tamir etmiş.
Gayet şen yüzlü imam efendi içi ni gösterdi: Herhangi bir köy ca mii gibi.
Dereseki evleri iki yol boyunca imtidat etmekte ve köy sönük bir çehre arzetm^kte. İki dükkânı o- lup biri bakal ve diğeri radyosu da bulunmıyan bir kahvedir. Öteden
( Hadikauiceva -|
f mi ) de camiden |
' bahsederken köy
ı j^kicında da bi raz bilgi vermektedir.
Elektrikten mahrumsa da (Ak baba) 90, belki 100 hanelik, yani oldukça büyük ve mamur bir köy. Asıl köy, iki radyolu kahvenin, mektebin, muallim evinin, diğer bir j kaç dükkânın, fırının, salhanenin
(evet, burada bir salhane var ve et 250 kuruşa satılıyor) bulundu ğu büyük meydandan başlayıp yu karı doğru ve Dereseki yoluna mu vazi giden kaldırımlı bir yol üze rinde çoğu büyük ikişer katlı ve içlerinin ferah olduğu hissini veren j evler. Bu yolun nihayetinde, sağ tarafta, hafif bir yükseklik üzerin- j de, III. Muradın annesi Nur Banû Sultanın sevgili kalfası olup bu val-' de sultanın sağlığında ve ölümün den sonra etliye sütlüye hayli karış mış bir kadın olan Canfeda hatun; tarafından yaptırılmış cami var. Vadiye nezaretli ve hayli büyük bir cami. Kilitli bulunduğundan maale sef sadece bir penceresinden içine bakabildim. Camiin arkasındaki mezarlığın tam önünde ve bir par-j maklık içinde köye adını vermiş olup Fatih Sultan Mehmetle gelmiş bulunduğu rivayet edilen Akbaba nın mezarı var. Fakat kabrin ta şında, Hadikatüleevamiin de vak- tile haber vermiş bulunduğu gibi herhangi bir yazı mevcut değil.
Cami ziyaretinin dönüşünde mey dandaki kahvede oturduk.,, çiftli ğinin vaziyetini sormağı unuttuğum Mitthat Efendinin yaptırdığı çeşme den gelen Sırmakeş suyundan iç tik ve yanımıza gelen bir yerliden işime yarar veya yaramaz bir hayli malûmat aldım. Bu zat yirmi yıldır evli olup sonuncular ikiz olmak şartile on iki çocuk babası imiş. Beraber oturduğumuz sırada mey- j
danm dört tarafından mütemadiyen evlâtları çıkip durdu. Henüz genç sayılacak bir halde bulunduğuna göre, memlekete belki iki düzine yi mal edecektir, ifadesine göre, Akbabada hayat nisbeten pahalı o- lup Deresekide 10 liraya tutulan bir eve burada 30 lira vermek icap edermiş. Akbabanın bütün ahalisi yerli ve Türk olup gerek burada
ve gerek Deresekıde hiç vukuat ol-1 mazmış, karakol bulunuyorm uş ve halk yine Deresekıde olduğu gibi çiftçilik, sebzecilik, ormancılık-
fa meşgulmüş. Bununla beraber, dört aile reisi de devlet memuru o- lup her gün yaz kış Istaribula iner lermiş.
Bunu duyunca, Allah yardım cıla-
n olsun ve kendilerini devam jur nalini ellerinde tutanlara şirin gös tersin, diye düşünmekten kendimi alamadım.
Akbabanın kışları sert, fakat ha vası sağlammış. Sokaklarda oynı- yan küçük çocukların hepsi de bel ki bundan dolayı güzel yuzlu ve Sunu da kaydedeyim kı, her ıkı köyde de dilenciye rastlamadım ve
ivii Hin vnl bovunca karşılaştı S başı boş köpeklerin nezaketlerine, halimliklerine - sahipleri olsam belki başka türlü düşünürdüm ama — doğrusu hayran ve minnet- l tar oldum...
Köy meydanında bir hayli otuı- dum ve hattâ, bir aralık 12 çocuk lu zatm gül yetiştirdiği bahçeye — gül adından büyük güzlükler umup — uzandım. Fakat Beykoz- dan öğleyin gelmeğe hazırlanan o- tobüs hâlâ sökün etmemiş olduğu için, daha fazla beklemektense yü rüyerek Beykoza gitmeği tercih et tim.
Akbabadan çıkınca, Anadolu Fe ner (asfaltının) başladığı noktada, karakulak suyunun ismini taşıdığı zatın parmaklık içinde ve kabir ta şının üzerinde (Merhum Karaku lak Ahmet Ağanın ruhu için elfâ- tiha 1154) yazılı mezarı var. Halk arasında da Ahmet Ağa Akbabaya nisbetle çok daha mübarek zat sa yılıyor demek ki, bunup kabrinin parmaklıklarına bağlanmış hacetle rin sayısı ö tellindekilerden yirmi otuz misli fazla...
'beri bütün ahalisi Türk ve Müslü- manmış. Şimdi bir miktar Karade nizli de varmış. Halk ziraatçiiik, oromancılık ve çiçekçilikle meşgul müş. Fakat çiçek mevsimi geçmiş bulunduğundan, bu maksatla Eey- kozdan kalkıp gelen delikanlı be nim (turistik!) seyranıma iştirak etmekle kaldı. Akbaba yaya olarak Deresekiden on dakikalık bir yol, ve Akbabaya Dereseki dönüşü ge lince, insan adeta bir kasabaya gir diğini sanıyor. Evliya Çelebi (Ak baba Sultan mesiresi) diye buradan ehemmiyetle bahsederek §u satırla rı yazmış:
(Beyaz kiraz, kestane mevsimle rinde Beykozdan nice bin arabalar la ihvanı Basafa ehil ve âyallerini Akbaba köyüne götürüp iki üç ay kadar anda kestane faslını çıkarır lar. İstanbuldan kayık ile bir gün lük mesafedir. Yüz haneli, bir ce vahir mihrabh camili, yirmi dük- kânlı, bir hamamlı mamur kariye dir. Akbaba tekkesi Abadan tek kesidir. Bazı yaran anda mekseder. Ziyaretgâhı Akbaba meşhurdur.)
Binlerce araba ile iki üç ay kal mağa gidilişinden) ne miktarda ra kam tenzilâtı yapılırsa yapılsın, bu ifade Akbabanın eski tarihlerde de ziyadesile mergup bulunduğunu is- ıbata kâfidir. Bu rağbeti kısmen de olsa muhafaza ettiğini ilâve etmek lâzım. Nitekim yaz mevsiminde o- turduğumuz meydan İstanbuldan gelenlerle dolar ve (üç ay kalan olmamakla beraber) akşamı döne cekler tarafından sofralar kurulur, yemekler yenirmiş. (Akbaba) hakkında Meşrutiyetten az evvel çıkmış (Serveti Fünun) nüshala rından birinde Ahmet Rasim mer humun pek medi’nkâr, şairane, fa kat herhangi bir malûmatı ihtiva etmiyen bir yazısı olacak. (İstan bul Ansiklopedisi) buraya tahsis ettiği yazıda ihtisarı tercih ettiği gibi köyü — eğer bir baskı yanlışı yoksa — hayli ufaltmıştır: İnşallah ikinci baskı bu '"•""““ ""“ '"'""'““ J noksanı düzeltir.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi