Uluslararası Tiyatro Enstitüsü < İTİ) Türkiye Merkezi Başkam y azar Refik Ercin ran, “27Mart Tiyatro Günü " nedeniyle kalem e aklığı yazısında. Türk tiyatrosunu "sahneye çıkarıyor. "
27 Mart:
Tiyatr
Kutlama
80
•Refik Erduran
Ç
ağımızda bir "özel gün" enflasyonu var. Anneler Günü, Babalar Günü, Öğ retmenler Günü, Engelliler Günü, Sevgililer Günü diye gitgide uzamakta liste. Bu yaygınlaşmanın bir bölümü Amerikan kültürünün dokusundaki "promosyon" hesap larından kaynaklanmakta. Bir bölü mü de ihmallerimiz aklımıza gel dikçe tedirgin olan vicdanlarımızı rahatlatmaya yarıyor. Yıl boyu umursamadığımız öğretmenlerimi zi 365 günün bir tekinde göklere çıkarınca, okul ödevimizi yapmışız gibi hafifliyor ayıp yükümüz.Bütün D ünya•
Kısa adı İTİ olan International Theatre Institute (Uluslararası Ti yatro Enstitüsü) UNESCO’nun sah ne sanatlarıyla ilgili kuruntudur. Uluslararası Merkezi Paris’tedir; yüze yakın ülkede Ulusal ITI Mer kezleri vardır. Onların görevlerin den biri her yıl 27 Mart günü ken di ülkelerinde tiyatro sanatının kutlanmasını sağlamaktır. Türkiye Merkezi yakın geçmişte ITI Dünya Kongresi dahil sayısız uluslararası düzenleme ve bağlantı gerçekleş tirerek camiada ülkemize ağırlıklı bir yer kazandırdı. O sayede mer kezimizin başkanı Uluslararası Yö
B ü tü n D ü n y a « M a r t 2 0 0 2
netim Kuruluna seçildi. Türk Cumhuriyetlerinde birer ITI Mer kezi kurdurulması, camiada bir Türk Bloku oluşturulması, o yol dan KKTC ITI Merkezi nin tanın ması sağlanarak dış politikamızda çarpıcı bir kültür zaferi kazanılma sı gibi fırsatlar elde edildi.
Yararlanılmadı hiçbirinden. Bu yıl merkezimizin yöneticileri 27 Mart Tiyatro Günü’nün kutlanma sına hiçbir katkıda bulunmamayı düşünüyorlar. Çünkü onlara öyle geliyor ki, sanatların en karmaşığı ve en toplumsalı olan tiyatroya Türkiye’de "boş verilmiş" durum da. Bir özel gün ile kutlanması ge ri kalan günlerde bu kültür eroz yonumuza göz yumulmasını ko laylaştıracak.
Böyle düşünmelerinin iki te mel nedeni var. Birincisrçok basit: ITI Türkiye Merkezi Bakanlar Kurulu kararıyla kurulmuş ve giderlerinin karşılanması görevli ilgili bakanlığa resmen verilmiş olduğu halde, son yıllarda bütçe ye merkezimiz için bir lira bile konulması Maliye Bakanlığınca engellenmekte, Kültür Bakanlığı da bu hukuk dışı kültür körlüğü ne seyirci kalmakta. Günlük işler yıllarca kişisel katkılarla yürütül dü, ama uluslararası bir değirme ni taşıma suyla daha fazla dön dürmek olanaksız.
t
İ
kinci neden çok daha önem li. Çok daha derindeki bir hastalığımızla ilgili. "Batı maymunu" olmanın ötesine geçtik. (Maymunlar zaman zaman insanları taklit etseler de kendi ki şiliklerini korurlar.) Kendi kişiliği mize yabancılaşma aşamasını geçip düşmanlaşma çizgisine ulaştık. Dilimiz bile bu faciayı yansıtıyor. Eskiden kafa göz yarma kabilin den yabancı sözcüklerle güzelim Türkçe'nin bulandırılmasına üzü lürdük. Şimdi düpedüz yarı (çok kötü) Türkçe, yarı (çok kötü) Amerikanca, kırma bir dil ucubesi konuşmaktayız.
F
elaketin tiyatro kesiminde ki sonucu bir kavram kar gaşası oldu. O sanatın her ülkede seyirciyle kendi ki şiliği çerçevesinde heyecan yaratıcı bağlantılar kurabildiği ölçüde geli şebileceği gerçeği unutuldu. Avru- pa ve Amerika’da temsil izleyip kendi dişlerine uygun oyunlan it hal etmeyi "şık" tiyatroculuk sayan özel topluluklar çıkmaza ya da dur gunluğa girdi. Ödenekli tiyatroları mız Türk halkından aldıkları para lara karşılık ona özde ne verecek lerini, Türk tiyatrosunun gelişmesi ne nitelik açısından ne katkılarda bulunacaklannı düşünmeden, kişi sel tercihler ve hatır gönül rastlan tılarıyla oluşturulmuş gelişigüzel re- pertuvarlan pazara sürme kolaycılı ğına alıştılar. Yozlaşan medyamız bir bacak ya da göğüs görüntüsü gündeme gelmeden sahnelere göz atmaz oldu. Tiyatro icracıları ile ya- zarlan arasındaki kopukluklar uçu- mmlaştı. "Bizde niçin yeni oyun yazarı yetişmiyor?" sonınu, yanıtı besbelli bir saçma somya dönüştü.Geçenlerde yetenekli yönet menlerimizden Başar Sabuncu bir yazarımızın adını vererek bana şöyle dedi: "Yani önüme onun bir oyunu ile Çehov’un bir oyunu ge lirse, Çehov'unkini seçmeyecek mi yim?" İlk bakışta haklı görülebile
2 7 M a r t : T iy a tr o y u K u tla m a (m a ? )
cek bu yaklaşım püf noktayı ıskalı yor. Çehov öncesi dönemde Kus yönetmenler "Yani önümüze bir Rus yazarının oyunu ile Shakespe- are’in bir oyunu gelirse Shakespe- are’inkini seçmeyecek miyiz?" de mekle yetinselerdi, Rusya'dan Çe hov çıkmazdı. Bugün Türkiye’de de tiyatro icracılarının sorunu Türk yazarlarına ilgi gösterme lütfunda bulunup bulunmayacakları değil, onların katkılarından yararlanarak kendi sanat kişiliklerini bulup bula mayacaklarıdır. Hep yabancı ünle rin eteklerine sarılıp "kolaj" yap makla yetinirlerse, kendi sanat si cilleri de yamalı bohça kalır.
H
astalığın kökleri bu alanlardaki eğitim çar pıklıklarımıza da daya nıyor. Yıllar yılı konser- vatuvarlarımızda gençlere komp leks aşılandı, körü körüne batıya tapma öğretildi. Son yılda ben bu nun akıl almaz örneklerine tanık oldum. Devlet Tiyatrosu drama turg sınavına giren adaylardan üçüne "Aynaroz Kadısı oyununu kim yazmıştır, Abdülhak Hamid’in yazdığı oyun var mıdır? soruları soruldu; bilemediler."Abdülhak Hamid Kimdir?" so rusunu da yanıtsız bıraktılar. Trab zon Devlet Tiyatrosu ndaki stajyer sınavları sırasında bir genç oyuncu muz sahneden aynen şöyle seslen di: "İyi şeyler yapmak niyetindeyiz ama halk Türk oyunları istiyor."
Helsinki’deki İTİ Dünya Kong resi ne giderken rahmetli Necati Cumalı uçakta arkadaşlarına şöyle dedi: "Bir eser verilince aydın ge çinenlerimizin canı sıkılıyor adeta. Biz işte geldik, gidiyoruz. Yakında
yabancıların cicileriyle baş başa kalır, mutlu olurlar."
M
üjdat Gezen “Türk Ti yatrosu” kitabında şöy le yazıyor: "Ben tiyatro adamlarımızı, meslek taşlarımı yeteri kadar zeki bulmu yorum. Hemen hepsi Batı da gör dükleri bir oyunu burada sahnele yip Türk tiyatrosuna bir şey yap tıklarını sanıyorlar. Bence Türk ti yatrosu önce yazar yetiştirmekle oluşur. Türk yazarı yazacak, Türk yönetmen yönetecek, Türk oyun cusu oynayacak, Türk seyircisi de izleyecek. Bunun aksi Türk tiyat rosu olur mu?"Elbette olmaz. Ama nedense bu konular tartışılırken kafalar ka rışık biraz. Bütün Dünya Yayınla rı ndan “Cumhuriyet Kuşağının Not Karnesi” kitabında Muhsin Er- tuğrul'u anlatırken Selahattin Kü çük de şöyle yazmış:
"Muhsin Ertuğrul özgün tiyatro oyunları yazılması için devrinin Türk yazarlarını yüreklendirdi. Ve onların yazdığı oyunları sahneledi. Yakup Kadri’den Reşat Nuri Gün- tekin’e, Necip Fazıl’dan Nazım Hikmet e kadar birçok ünlü yazar onun isteğiyle tiyatro oyunu yaz dılar. Vedat Nedim Tör, Cevdet Kudret, Cevat Fehmi Başkut hep Muhsin Ertuğrul'un tiyatroya ka zandırdığı yazarlardır. Bugün ulu sal Türk tiyatrosu tam olarak orta ya çıkmamışsa bunun suçu yazar larımızdan sorulmalıdır."
Son cümleyi okuyunca "Hop pala" demiştim. Muhsin Ertuğ- rul’dan sonra bu konuda onun gi bi davranan bir tek tiyatro yöneti cimiz çıkmış mı? Bugün ulusal ti
B ü tü n D ü n y a • M a r t 2 0 0 2
yatromuzdaki gelişme eksikliği ni çin onunkinin tam tersini benim seyen yöneticilerden değil de ya zarlarımızdan sorulmalıymış?
Pardon, bir tek örnek var. Ulvi Uraz dostum kendi tiyatrosu için sü rekli Türk oyunu arar, tanıdığı bütün yazarlarımıza sık sık telefon açıp "Yeni ne var, yoksa niçin yok, tem bellik etmesene, hadi yaz, yaz, yaz"
diye başlarının etini yerdi. Bir gün beni de yine o yönde sıkıştırdığı sı rada ilgisine teşekkür edecek olmuş tum da hayretle bakmıştı yüzüme:
"Sana değil ki, kendime iyilik etmeye çalışıyorum."
Bu yıl 27 Mart günü tiyatromu zun şimdiki durümu yerine Ulvi Uraz Usta nın anısını kutlamak doğru olur.»