• Sonuç bulunamadı

İki komşu arasında

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İki komşu arasında"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

HİKÂYE

EMAN Hanım mavi ve hâlâ canlı, parlak gözleri­ ni açtığı zaman, büyük yatak odasının nakışları solmuş duvarlarında gü­ neşin deniz dalgalariyle oynaşmasından akseden parıltılara bir müddet dalmaktan kendini alamadı. Abdülâziz ve Abdiilhamid devirleri va­ lilerinden Sadreddin Paşanın galiba yetmiş beş yıl önce yaptırmış olduğu bu yalıya, o elli bir yıl önce ve Paşa­ nın gelini sıfatile gelmiş, o zamandan beri de, yaz kış, ömrü hep burada geç­ mişti. Fakat hâlâ, evet tam elli bir yıl- danberi, Boğaziçi ufuklarımn ve deni­ zinin her mevsime mahsus güzellikle­ rine bir türlü doyamamıştı. Kocası Sadreddin Paşanın evlâdı Kenan Bey yirmi sene evvel içinde öldüğü geniş ceviz karyolada henüz biraz doğrul- muştu ki, hizmetçisi Şahende ağır ağır, sağ bacağını biraz sürüyerek, içeri gir­ di ve çay, kızarmış ekmfek ve iki par­ ça beyaz peynirden ibanet kahvaltısını yatağın kenarındaki komodinin üzerine korken âdeti olduğu veçhile sordu :

— Bu gece rahat uyudunuz ya, ha­ nımcığım ?

Leman Hanım da içeri çökük ince

beyaz dudaklı ve içi tamamen dişsiz küçük ağzını büsbütün büzüp tebes­ süm ederek bu suale tasdik cevabı ver­ miş oldu, sonra, hizmetçisine birdenbi­ re dikkatle bakacağı tuttu ve sanki çehresini yıllardanberi ilk defa görü­ yormuş gibi âdeta bir hayret duydu, içinden : «Ne kadar da yaşlandı, çök­ tü !» diye endişe ve rikkatle düşündü. Şahende, tam otuz dört yıldır hizme­ tinde idi. Anasile beraber orta Anado- lunun bilmem hangi tarafına düşen köyünden geldiği zaman kendisi için dokuz yaşında denmiş bulunduğuna göre, şimdi kırk üç yaşında olması icap ederdi. On dördüne bastığı sırada ana­ sını kaybetmiş ve yirmi beşinde iken gelin edilmesi münasip görülerek bir dairede hademe olan talibi yalıya iç güveysi alınmış, bundan kısa bir za­ man sonra da adam öldüğünden dul kalmıştı. Tekrar kocaya verilmesi ise kimsenin hatırına gelmemiş, bunu iç­ ten içe düşünmüş olsa büe kendisi de böyle bir arzuyu açığa vurmaktan çe­ kinmiş, utanmıştı. Sonra da, daha kır­ kına varmadan, bir kaç hastalık birden toparlak ve etli vücudünde kendilerini gösterdiğinden, derd ve ilâç kaygıları içinde kendini yaşlı bir kadın olarak kabul edivermişti. Netekim Leman Ha­ nım da onun yüzüne dikkatle her ba~

(2)

p

kışında kendisinden hiç değilse otuz yaş genç olduğunu artık düşünmeyip, «zavallı, ne kadar da çöktü!» diye esef­ leniyordu ve her sefer olduğu gibi, bu esef hedefini değiştirmekte de gecik- miyerek, ihtiyar hanımefendi «eğer oluverirse ben kimlerin elinde kahrım, ne olurum!» diye bir kere daha deh­ şetle titremişti.

Komodinin üzerinde, bir yanından çatlamış, yayvan bir bardak içinde bu­ lunan iğreti dişlerini henüz takmamış bulunan Leman Hanım ağır ağır kah­ valtı ettiği sırada, Şahende karşısında­ ki şilteye oturmuş, bekliyor, belki biraz da dinleniyordu : İki kat merdivfen çık­ mış, ve bu merdivenlerin basamakları hiç de dik olmamakla beraber yorul­ muştu.

Hizmetçi tepsiyi alıp götüreceği sıra­ da hanımı sordu :

— O karıdan ne haber var ?

«O karı», hâlâ Sadreddin Paşa yalısı diye anılan kendi yalısının yamnda, iskele cihetine düşen tarafta bulunan keza büyük, ferah ve üç katlı, aynı şe­ kilde de harap olmağa yüz tutmuş ya­ lıda kendisi gibi yaz kış yaşayan bir ihtiyar kadındı. Kendisine Kazasker kızı Selime Hanım denen bu kadın da tıpkı Leman Hanım gibi kocasından kalmış tekaüt maaşına, yegâne serve­ tini teşkil eden yalının bir kısmını yaz­ ları kiraya vermekten gelen parayı ek- liyerek uzaktan bakan gözlere müref­ feh hissini verebilecek bir hayat sü­ rerdi. Fakat Leman Hanımın emektar bir hizmetçi ile yaşamasına mukabil Selime Hanımın yanında dünya evine hiç girmemiş, belki ellilik, kupkuru ve gayet sağlam bir yeğeni bulunuyor ve bütün işlerini o görüyordu.

Leman Hanım uzun, pek uzun yıllar- danberi dargın bulunduğu komşusu­ nun bir soğuk alkınlığı neticesinde ya­ tağa düşmüş bulunduğunu öğreneli iç­ ten içe merak ediyor, nefret ve istih­ karı hakikî bir muvaffakiyetle taklid

eden edasile «o karıdan» günde bir kaç kere böyle haber istiyordu.

— Ateşi bir türlü düşmüyor hanım­ cığım !

— Hep mahut doktor Nubar geliyor, değü mi ? Onunla olur mu canım ? İs­ tanbul’dan adamakıllı doktor getirtsin! Hiç değilse Bebek’ten doktor Makridisi çağırtsın! Karı hasislikten ölüp gide­ cek !. .

II

Leman Hanım yarım asrı artık aşan bir zaman evvel, Sadreddin Paşanın o tarihte mavi boyası pırıl pınl parlıyan, yepyeni ve bakımlı yalısına gelin gel­ diği zaman, Selime Hanım yandaki Ka­ zasker Hayrullah Efendi yalısının nazlı, üzerine titrenilir, bir tanecik kızıydı. O vakit erkekten henüz yeni kaçmış bulunduğuna göre Leman Hanımdan her halde altı yedi yaş küçük olması icap ederdi ama, Leman Hanım bunu nice zamandır katiyen reddiyor, bunun artık herhangi bir mâna ve kıymeti varmış gibi Selime Hanım da bu red- den, bu inkârdan dolayı gazaba geli­ yordu.

Fakat Leman Hanımdan yaşça hiç küçük olmasın, yahut, iddia ettiği gibi, altı yedi yaş yerine ancak iki üç yaş küçük bulunsun, muhakkak olan şey, Selime Hanımın komşusunun Emirgâ- na gelişinden tam yedi yıl sonra koca­ ya vardığıydı. Halbuki, zengin oldu­ ğundan şüphe edilmeyen koca bir ka­ zaskerin tek evlâdı idi, ayrıca da gü­ zel diye tanınmış ve güzelliğinin şöh­ reti etrafa yayılmıştı: Pek çok talibi çıkmıştı. Ancak Selime Hanım bunla­ rın hepsini reddetmiş, nihayet kazasker efendi gözlerini hayata kapamadan tek evlâdının mürüvvetini görmekte şid­ detle ısrar ettiğinden bahriye binbaşı­ larından ve akrabalarından Nedim Bey isimli birine varmak zorunda kalmıştı. Böyle yıllarca türlü kısmeti reddeyle- miş bulunmasındaki sebebe gelince, iki

(3)

%

BİR ŞEHİDİN RÜ'YÂSI

«Ne zaman kendimi rü’yâya bucaksam, duyarım; Kurşunun bir tadı var kalbimde.

Ölmüşüm, kayboluyor şimdi karanlıkta başım, Sol yanım dinleniyor Rabbimde...

Gene bir gurbete düştüm ya, dönülmez bu sefer. Galiba şimdi bahar geldi bizim memlekete. Duyanm, böyle karanlıklara düştükçe başım, Böyle hasretle oturdukça bahar toprağıma, Duyarım, bir sıla ruhumda kımıldar, kocaman. Sen misin toprağa tembelce uzanmış insan? Şöyle bir kendimi çeksem, bir uyansam, dersin, Yalnayak rıhtıma çıksam, yaşasam beyliğimi. Körpe hazlar mı bulaşmış etime?’

Bir kadın göğsü nefesler mi verir şehvetime? Beni beyhude çağırmakta hayat dünyaya; Damlıyor taze kanım hasretime.

Kör böcekler kemirir halbuki rü’yâmı benim, Beni emdikçe büyür şimdi bu çılgın mevsim. Kendi kendimle bırak, artık içimden geçme. Yaşadım, bitti kitap... durma civarımda bahar! Bir üzüm salkımı halinde birikmiş geceme, ] Dinlenir muhteşem uykumda garip yıldızlar...»

Mustafa Şerif ONARAN komşu arasında uzun,

pek uzun yıllardanberi sürüp giden dargınlı­ ğın ve kinin esasını ve hikmetini teşkil eden şey, iddialara yahut kanaatlere göre şuydu: Selime Hanım henüz kendisi kocaya vara­ cak yaşta değilken Le~ man Hanımla baş göz edilmiş olan Sadreddin Paşanın oğlu Kenan Beyi yalı pencerelerin­

den göre göre şiddetle âşık olmuş, ve belki calbinde bir ümit bes- liyerek, kimseye var- mamakta bir kaç yıl katiyen inad etmişti. Ve nihayet, tel duvak takarak gelin olduğu ve bembeyaz gelin el- bisesile üç basamaklı gelin tahtına oturduğu gün, sapsarı yüzü ve ağlamaktan kızarmış gözlerde kendisini bü­ yük yalıyı dolduran davetlilere ve seyirci­ lere saatlerce öyle bir ıztırap ve matem hey­ keli şeklinde teşhir et­

mişti ki, evvelce pek az kimsenin şüp­ he etmiş olduğu aşktan birdenbire emin olmuş, hemen kırk yıl evvel baş- lıyan fiskosların sonu da artık gelme­ mişti.

Emirgânm, Boyacıköyünün ve Rume- lihisarmın eski yalı ve köşklerinde Se­ lime Hanımın düğün günü gelin tah­ tında kireç gibi benzi ve kıpkırmızı gözlerde görünüşünü hâlâ anlatan ken­ disi gibi yaşlı kadınlar vardı, ve Seli­ me Hanımın, Leman Hanımın kocası Kenan Beye şiddetle âşık kalmış bu­ lunduğundan, bir müddet geçince K e­ nan Beyin de bu aşka aym şiddetle mukabele etmiş olduğundan kendilerini

tanıyanlar hiç şüphe etmiyorlardı. Fakat bu acaba ne çeşit bir aşk ol­ muş, yahut daha doğrusu, neticeleri ne olmuştu? Bazıları her şeyin yalı pencerelerinden birbirlerini seyretmek­ ten, bazan aynı şirket vapuru içinde ve tabiî ayrı ayrı gidip gelmekten ve nihayet, yazları, cuma ve pazar gün­ leri kayıklarının şurada burada karşı­ laşmasından ibaret bulunduğunu, eski zamanların o hemen bütün gönül ma­ ceralarının masum seyrini takip etti­ ğini iddia ederlerken bazılarının kana­ atleri de pek başka idi. Bunlara göre Kenan Bey, Selime Hanımın aşkına biraz geç, kendisi gelin olduktan son­

(4)

ra mukabele etmiş bulunmakla bera­ ber, her şey asla uzaktan uzağa bakış­ maktan, hattâ türlü aşk teminatüe do­ lu mektuplar abp vermekten ibaret kalmamıştı. Boğaziçi gecelerinin ileri- lemiş saatlerinde ve bahriyeli kocası gemide nöbetçi bulundukça yahut ge- misile seyahat ettikçe, Selime Hamm, Kenan Beyi içeriye almaktan perva et­ memiş, rezaletten çekinen, rezalet tak­ dirinde de kocasını tamamen keybet- mekten korkan, zaten dünyaya evlât getirmediği için mevkiini bir türlü sağ­ lam hissedememiş bulunan biçare L e- man Hanım da o geceler sabahlara ka­ dar ağlayıp helâk olmuştu.

Hakikat bu iki iddianın hangisi olursa olsun, iki komşu o zamanlar­ dan, yani kırk yıla yakın bir zaman- danberi dargındılar, birbirlerini ziyaret etmek ve birbirlerüe görüşmek şöyle dursun, ikisi de köyde bir misafirliğe gittikleri zaman ötekinin içeride bulu­ nup bulunmadığını kapıdan tahkik eder, bulunduğunu öğrenince de içeri girmiyerek ayrılırlardı. Sokakta birbir- lerile karşılaşırlarsa başlarını çevirir, selâmlaşmadan yollarına devam eder­ lerdi.

Yabancılar yanmda birbirlerinin adı­ nı bile anmazlardı ve Leman Hamm bu hususta Selime Hanımdan daha çok taassup gösterirdi.

Bütün bu hallere rağmen de, birbir­ lerine karşı alâkalarını muhafaza et­ mişlerdi. Selime Hanımın üç oğlu ardı ardına ve yetişkin denecek yaşlarda öldükleri zaman — hele kocasından, Kenan Beyden olduğu hakkında bir iddia mevcut olan, hakikaten de ona pek benzeyen ortacanın ölümünde — Leman Hanım matemler etmiş, hatim­ ler indirmiş, fakat bu ölümlerin ken­ disini matem tutmağa sevkettiğini baş­ kalarının farketmemesine bilhassa iti­ na göstermişti. Birbirlerinin yaldann- daki çöküş seyrini bile takip eder, ya­ pılmayan tamirlerin sonra büyük mas­ rafları icap ettireceğini düşünerek bu

ihmallere hiddetlenirlerdi ve ikisi de yaz mevsimine mahsus ilk kiracının kendine gelmesini, kendi yalısındaki kiracı bölüğünün ilkönce, daha da yük­ sek bedelle tutulmasını istemekle be­ raber, kendi kiralık bölüğünü kirala­ mış olan öteki yalının bölüğü kiraya verilinceye kadar artık rahat etmezdi, için için üzülüp endişelenirdi. Bu üzü­ lüp endişelenmenin ifade şekli de :

— Deli karı yine kim bilir ne istiyor ki, kiracılar ödleri patlayıp kaçıyorlar. Kiracı bulamayıp kışın beş parasız ka­ lınca aklı başına g elir!

Y ahut:

— Bu muhterem hanımefendi oldum olasıya sapıktır. Hesabım kitabım bil­ mez. İşte Kör olası her yıl dünya ka­ dar kira parası alıyorsun, bir kişimle öteyi beriyi tamir ettirsene! Yarın ya­ lının bir tarafı çöküverecşk, nâzeninim iki eli böğründe kalacak ! Zaten şim­ diden eski diye, boyasız diye kiracılar beğenip tutmuyorlar!» tarzında olu­ yordu.

m

Gençliklerini hatırlıyan ve henüz bu dünyada bulunan son insanlar, Leman Hanımdan sarı saçlı, mavi gözlü ve pembe yanaklı, şişmanca, Selime Ha- mmdansa saz benizli, gayet iri kara gözlü ve ince endamlıydı diye bahsedi­ yorlar ve Selime Hanımın süsüne ga­ yetle düşkün ve pek zarif olmasına karşılık Leman Hanımın kaynanasile kocasının tenkit ve istihzalarına uğra­ yacak kadar bu hususta kayıtsız dav­ ranmış bulunduğunu anlatıyorlardı Yıllar ikisini de bir hale sokmuş, saz benizli ile pembe yanaklıyı aynı dere­ cede sarartmış ve daha uzun boylu iken Leman Hanımı Selime Hanımla bir hizaya indirmişti. Aynı zamanda süslü ile babayaniye ihtiyar kadınların müşterek üniformasını giydirmiş, yani başlarına örtü sardırıp sırtlarına koyu renkte ve dümdüz birer manto geçir­ mişti.

(5)

Leman Hanımla Selime Hanım ara­ sında evvelki lehine mevcut olan mal farkını da zaman ortadan kaldırmış, her ikisini de âdeta fıkaralığa yaklaş­ tırmıştı. Dükkân ve ev gibi bir kaç mülkü hiç istemeden, hiç bir sefahatte bulunmadan, hemen hemen farkında olmaksızın elden çıkarmış, sandıkla­ rındaki en kıymetli şeyleri eski çarşı­ nın madrabazlarına yok bahasına sat­ mışlardı. Ve birisine dul ve vaktinden evvel çökmeğe başlıyan bir emektar hizmetçinin ve birisine kısmeti hiç çık­ mamış, daha yaşlı, fakat daha sağlam bir akrabanın baktığı bu iki ihtiyar kadın, gerçi büyük ve üç katlı, lâkin kiracıların gittikçe daha güçlükle be­ ğenmeğe başladıkları, tutsalar da (asri konfordan tamamile mahrum!) diyip yüz buruştura buruştura tuttukları ya­ lılarının selâmlık bölüğüne sığınıp bü ­ yük kısmım yazın kiraya vermek sa­ yesinde yaşıyor... Halayıkları, uşakları, kayıkhanesinde kayıkları hep mazi ol­ muş yalılarının bu ifade caizse iskele­ tini de çatırdatmadan ayakta tutmağa... Köyün yine düzgün yaşayışlı sınıfı ara­ sında tutunmağa, yine arada bir misa­ fir ağırlıyabilmeğe yahut eski adam­ ları geldikçe kendilerine küçük yar­ dımlarda bulunmağa bin bir gayret sa­ yesinde muvaffak olabiliyorlardı.

IV

— O karıdan ne haber var ? Bunu Leman Hanım daha bir kaç gün sormuş ve son soruşunda aldığı cevap şeklinden artık komşusunun can üstünde olduğunu anlıyarak o akşam her zamandan erken odasına kapanıp ışığı söndürmüş ve Şahende ertesi sa­ bah muayyen saatte kahvaltı tepsisile içeri girince hiç bir şey sormamış, eğer ölüm haberi verilecekse onu hiç bir şey sormadan öğrenmeği tercih etmişti.

Şahende kahvaltı tepsisini komodi­ nin üzerine koyup bu sabah her sa­ bahtan yorgun ve halsiz mindere

çö-ELLERİNDEN BELLİ

Ellerinden belli kadınım ellerinden. Çamaşır kokan, süt kokan,

Toprak kokan, yağm ur kokan, Mamıd'ı Fadime'yi büyüttüğün Ellerinden belli.

Ellerinden belli kadınım ellerinden. Bere b ere olan, nasır nasır olan, Hâlâ barut kokan,

Karagünde cep h eyi beslediğin Ellerinden belli.

M ezara koysalar y e m e z b ö cek O kadar kara, o kadar kuru. Bu ellerdir işte öpü lecek; Ömrünce didindiğin Ellerinden b e ll i.

Oğuz Kâzım ATOK

k erek : «Selime Hanım gece sabaha karşı, saat dörtte uyurken ruhunu tes­ lim edivermiş !» diye haber verince de hiç bir şey söylememiş, gözleri nem­ lenmemiş, sade bir müddet uzaklara, Çubuklu sahiline dalmıştı.

Ondan sonra da kahvaltısını etmiş ve entarisini değiştirip gündüze mah­ sus ve yine beyaz entarisini giyerek köşe minderine oturmuştu.

Sonra komşu yalıdaki cenaze hazır­ lıklarının seyrini asla sormadığı gibi cenaze naklolunurken pencereden bak­ mağı, ölünün son yolculuğuna çıkışım görmemeği iltizam etti. O kadar sakin ve alâkasız bir hali vardı ki, etraftan sureti mahsusada gelen ve intihalarını bir röportajla gazeteye yazacak muhar­ rir dikkati içinde kendisini bu mevzu üzerinde konuşturmağa çalışanlar, komşusunun ölümünden müteessir bu ­ lunduğunu asla sezemediler, ihtiyar kadının ağzından çıkan tek söz ;

(6)

#

— Allah taksiratını affetsin!» cüm­ lesinden ibaret kalıyordu.

Bu cümleyi bir keder ve ıztırabın, bir matemin ifadesi olarak kabul et­ mek hakikaten güçtü. Bir memnunlu­ ğun ifadesi şeklinde kabul e d ip :

— Aman efendim, vaktile ne olmuşsa olm uş! Hâlâ yüzyıl önceki şeylerin ki­ nini unutmuyor, gidenin arkasından da sanki yüzyıl daha yaşıyacak gibi sevi­ niyor !» diyenler de oldu.

Fakat bu ölümdenberi Leman Ha­ nımın başörtüsünü örtüp köşe minde­ rinde sık sık kur’an okuduğuna dikkat eden hizmetçisi Şahende, bu pek eski komşunun ölümünden hanımının çok sarsılmış bulunduğunu anlamıştı. Fa­ kat kendisi tamamen cahil olmakla be­ raber pek saygılı ve edebli bir kadın­ dı : Bu kanaatini tamamile içine gö­ mecek, bir sır halinde muhafaza ede­ cekti.

V

Leman Hanım hakikaten çok sarsıl­ mış, hayatı artık tamamen bomboş ke­ silmişti. Vakıâ Selime Etenimi bu açı­ lan mezar karşısında da affetmiş de­ ğildi. Fakat kini şiddetini ve mânâsım kaybetmişti, kaybetmekle de kendisini bir kat daha, hattâ denebilir ki yüz kat daha ihtiyarlatıyordu. Çünkü Seli­ me Hanım hayatta bulundukça Leman Hanımın içinde yaşamış olan kin bir sevdalı kadın kini idi ve bu kin ken­ disini bir gençlik ve aşk havası içinde yaşatmıştı. Kini, hedefi gibi kudretini de kaybettikten sonra hayatla arasın­ daki bağ müthiş surette gevşemiş, âde­ ta kopmuş oluyor, artık Leman Hanım hayatında tek vaka olarak ölüm kalmış bir ihtiyar kadın haline geliveriyordu...

VI

O gün de, sabahleyin başlayışı bakı­ mından bütün diğer günler kadar ku­ ru, boş ve ölü geçeceği hissini vermiş­

ken öğleye doğru birdenbire Leman Hanımın sade son senelerinin değil, hattâ bütün ömrünün en mühim ve en heyecanlı günlerinden biri kesilivere- cekti. Leman Hanım gecelik entarisini çıkarıp gündüzleri giydiği ve gecelik entarisinin biçimindeki yeni, beyaz entarisini Şahende’nin yardımile giyip kuşağım beline sarmış, köşe minderine oturarak birdenbire âdeta bir kış günü kadar dalgalı ve köpüklü bir çehre ar- zeden Boğazı seyre koyulmuş bulun­ duğu sırada Şahende yeniden görün­ müş, kapının arasından süzülür gibi girmiş, ve sessiz ilerliyerek, tâ yakı­ nında, iki eli şişman kamı üzerinde birleşmiş bir halde, durup beklemişti.

ihtiyar kadınla hizmetçisi biran bir­ birlerine bakmışlar ve bir şey söyle­ memişlerdi. Leman Hanım, kadının bir şey söylemek istediğini, bir şey haber vermek istediğini anlamamış de­ ğildi. Fakat sormamağı tercih ediyor ve Şahende de, pek belli ki, hanımı sormadan konuşmak istemiyordu.

Nihayet bu inadı yine emektar hiz­ metçi yenmiş ve haber vermişti:

— Kadınım, Akile Hanım g e ld i: Or­ ta katta. Elinde de büyücek bir paket var. Sizi görmek istiyor.

— Akile Hanım ha? Elinde bir pa­ ketle: Ne münasebet!»

Akile Hanım, Selime Hanımın en son günlerine kadar yanında kalmış ve gözlerini kapayıp çenesini bağlamış olan yeğeniydi. Elinde bir paketle gel­ miş olduğuna göre ölüden bir yadigâr getiriyor, bir vasiyeti yerine getiriyor demekti.

Leman Hanım ayağa kalkmış ve ya­ vaşça titremeğe başlamıştı.

— Aküe burada; elinde bir paketle: Ne münasebet!»

Bu sözler, ziyaretçinin kabul edilmi- yeceği, paketi görmenin bile reddedi­ leceği mânasına gelebilirdi. Bununla beraber ihtiyar kadın önde ve hizmet­ çisi arkada, aşağı indiler ve Leman Hanım Akile Hanımın alındığı odaya

(7)

%

ı

...

.. ..." ' ™

i

SABAH

Gün doğmada bak, tanyeri rüya gibi süzgün; Bir gizli dua aksediyor sanki derinden. G ök dağlara inmiş, duru, çarşaf gibi düzgün; Altın sular akmakta günün çeşm elerinden.

H. A. GÖKSEL

girerek bir baş selâ- mile misafiri selâmla­ dıktan sonra, kendisi­ ne eliyle kanepeye oturmasını işaret etti, kendi de karşısındaki koltuğa oturup bek­ ledi.

Akile Hanım heye­ canlı, müteessir görü­ nüyordu. Hiç bir şey söylemeden iki eliyle

tuttuğu büyücek, gazete kâğıtlarına sa­ rılmış paketi uzattı ve sonra mırıl­ dandı :

— Bunu size getirmemi teyzem va­ siyet etmişti. Getirdim. Kabul edin.»

Belki kat kat kâğıtlara sarılmış bu­ lunmakla beraber hediyenin çerçeveli bir resim olduğuna yine hükmedilebi­ lirdi. Leman Hanım ayağa kalkıp bu­ nu aldı, yavaşça, pek yavaşça «teşek­ kür ederim!» dedikten sonra hafif bir selâm verdi, ince ve renksiz dudakla- riyle tebessüm etmeğe çahştı ve ölünün hediyesi kollarında, onu Şahende’nin taşımasına müsaade etmiyerek bizzat yukarıya çıkardı.

Bu resmin kime ait olduğu, hattâ bu­ nun bir resim olup olmadığı kendisine söylenmiş değildi. Hattâ Leman Hanım kendisi de bu hususlarda tam bir fikr olduğundan asla emin değildi. Bunun­ la beraber, titrek ellerile tuttuğu pa­ ket kâğıtlardan sıyrılınca gördüğü fo ­ toğraf kendisini hiç hayrete düşürmedi. Evet, bu bir fotoğraftı; Selime Ha­ nımın yetişkin ölen üç oğlundan or­ tancasının, kocası merhum Kenan Beye herkesin çok benzetmiş olduğu Murat Beyin resmiydi.

Birden gelmiş yaşların bulandırdığı gözlerle Leman Hanım fotoğrafa uzun uzun baktı. Bütün benzeyen, fevkalâ­ de benzeyen yerleri, kaşların hafif dü­ şüklüğünü, kalınca dudakların kıvrı­ lışlarını, yüzün uzunluğunu, biraz çe­ kik gözlerin mağrur bakışını tetkik et­ ti. «Onu ben doğursaydım belki de

yaşardı!» diye düşündükten sonra «şimdi kaç yaşında olurdu!» diye bir kere daha hesap etti.

Sonra da resmi Şahende’ye göster­ meden, onun göremiyeceği bir yere sakladı.

VII

Bir gün Leman Hanım hakikaten mânâsız ve mantıksız sayılması müm­ kün olup en yakınlarına bile itiraf et­ mek istemiyeceği bir arzu duydu. Komşulardan biri konuşma sırasmda ve bir münasebet düşürerek Selime Hanımın bütün mirasını yiyen dul ye­ ğeninin, Akile Hanımın teyzesine yap­ tırdığı mezardan bahsetmiş ve :

— Annelerde babalarının mirasım yiyen evlâtlar o anaya babaya kabir yapmıyorlar. Aferin kadıncağıza, tey­ zesine karşı nankörlük etmemiş, öz ev­ lâttan daha hakikatli çıkıp derhal kab­ rini yaptırmış! demişlerdi.

işte Selime Hanıma bir ziyarette bu­ lunmak fikri Leman Hanımın kafasın­ da o andan itibaren yer etmiş ve bir kaç gün bu hareketi yapmak ve yap­ mamak mücadelesi içinde geçtikten sonra nihayet ziyaret kararı galebe çalmış, hattâ bu ziyaret gününü zih­ ninde tesbit etmişti.

Ziyaret o uçsuz bucaksız Karacaah- met mezarlığına yapılacağı için gerçi orada bir kabir bulmak ayrı ve büyük bir mesele olabilirdi. Fakat Leman Hanım ölümün ertesi günü aldırdığı gazetede Selime Hanımın babası Ka­

(8)

zasker Hayrullah Efendinin son uzvu­ nu teşkil ettiği «Müneccimzadeler» isimli ulema ailesine mahsus hususî makbereye gömüldüğünü okumuştu; Orasını da uzun yıllar önce, araya dar­ gınlıklar girmeden evvel bir kere Se­ lime Hanımla ziyaret ettiği ve hafızası hâlâ bütün kudretini muhafaza etmiş bulunduğu için, her şeyi yerile ve te- ferruatile hatırlıyor, büyük parmaklık­ lı bölme ve üç Kazaskerle bir Şey- hislâma ait iri kavuklu — fakat belki artık düşüp parçalanmış— taşlar gö­ zünün önüne geliyordu.

Bu ziyaret için yegâne mahzur, köy­ de duyulması, öğrenilmesi olurdu, ve tabiîdir ki yanma Şahende’yi alma­ dan, tek başına gidemiyeceği için eğer emektar hizmetçisi dedidodudan çeki­ nir ve fevkalâde saygılı bir kadın ol­ masa Leman Hanım bu ziyareti hiç şüphesiz yapmazdı. Hattâ yapmağı aklına getirmezdi.

VIII

Ziyaret günü olarak evvelden seç­ tiği günün gecesinde sonbahar yağmur­ larının en uzunlarından biri yağmıştı ve sabahleyin Leman Hanım gökyüzü­ nü bulutlarla hâlâ yüklü ve denizin yüzünü fevkalâde soluk gördü: Esrarlı bir el muazzam bir bezle mavisini gü­ ya tamamen silmişti. Bununla bera­ ber, ihtiyar kadın kararını bozmadı, öğle yemeğini mutaddan daha erken yiyerek saat on bir buçuk vapurile Emirgân’dan Beşiktaş’a indi ve oradan bindiği çatana azmam ikinci bir va­ purla Üsküdar’a geçti. Bu yolculuktaki maksadı, sinsi bir gocuğun hüküm sür­ düğü bu sonbahar günündeki seyranın hedefi hakkında Şahende ile araların­ da gerçi hiç bir söz olmamıştı. Fakat Üsküdar’dan Kadıköy’üne giden ve Karacaahmed’i kateden tramvay ara­ basına değil, daha Beşiktaş’tan Üskü­ dar vapuruna binileceği sırada Şahen­ de nereye gidileceğini anlamış, hanımı­

nın elli yıllık komşusunu affettiğinden, onun ziyaretine gidileceğinden şüphe­ si kalmamışü.

Hafızasına bütün emniyetine rağ­ men, Leman Hanım (Müneccimzadeler) ailesine mahsus hususî makbereyi bul­ makta biraz güçlük çekti. Bütün me­ zarlık perişan bir halde idi ve parmak­ lığı yer yer parçalanıp devrilen Mü­ neccimzadeler makberesindeki büyük kavuklu mezarlardan ancak biri, belki sonuncusu olan Hayrullah Efendininki, mamur kalabilmişti. Kadın mezarları bu büyük kavuklu kabirlerin tam ar­ kasında idiler ve bunların en solunda Selime Hanımın yepyeni, bembeyaz taşı yükseliyordu: Akile Hanımın pa­ radan sakınmamış bulunduğu, teyze­ sine karşı cidden vefa göstermiş ol­ duğu muhakkaktı. Leman ilanım hiz- metçisile gözgöze gelmekten âdeta çe­ kinir, utanır bir halde üç ihlâs bir fatiha okudu.

Acaba ihtiyar kalbinin bir köşesinde kendisinin işte yaşadığım, onun koca­ sını elinden almış ve belki — bu mezar başında artık inkâra lüzum görmüyor, «belki» diyordu— evet, belki de biraz daha küçük olmasına rağmen ölmüş bulunduğunu düşünmekten ileri gelme bir gurur da yok muydu? Âdeta kış­ tan bir hava getiren bu sonbahar günü ta Emirgân’dan kalkıp Karacaahmet mezarlığının içlerine dalmakta bu gu­ ruru duymak arzusunun da hissesi yok muydu? Adına kalp denen küçücük şeye nihayetsiz derecede iyi ve niha­ yetsiz derecede kötü, nihayetsiz dere­ cede güzel ve nihayetsiz derecede kor­ kunç şeyler hep birlikte sığdıkları için, bu çeşit gurur, pek âlâ duyulmuş ola­ bilirdi. Bununla beraber, mezarlıktan ayrıldıkları sırada Şahende/' hanımının feri büsbütün kaçmış mavi gözlerinin yaşla dolu bulunduklarım gördü. Ken­

disi de artık göz yaşlarım tutmağa lüzum görmedi.

(9)

Leman Hanım havaların pek sakat gittiği bu mevsimde yaptığı uzunca ve zahmetli yolculuktan yalısma bir hayli yorgun olarak dönmüştü. Hemen o gece bir nezle başladı ve bu nezle bir­ denbire ağırca bir hastalık şeklini ala­ rak ihtiyar kadın ziyaretinin tam haf­ tasında gözlerini hayata kapadı. Ölü­ münden üç gün önce artık kalkamıya- cağmı anlamış ve eski düşmanının yol­ lamış bulunduğu resmi de karyola­ sında yatarken görebileceği bir yere, kocası eski Şûrayi Devlet âzalığmdan mütekait Kenan Beyin kalın ve ağır çerçeveli büyük fotoğrafının altına as­ tırmıştı.

Ölümü için bütün komşular âdeta söz birliği etmiş gibi «Selime Hanım çekti!» dediler. Bir bakıma bu hüküm doğru idi de. Çünkü Selime Hanım sağ olsaydı Leman Hanım kendisine karşı beslediği ve adına kin dediği his saye­ sinde nefsini bu derecede tükenmiş, hayatla her alâkasını bu derecede kes­ miş hissetmez, bunun neticesinde de ölüm kendisini bu derecede zayıf, bu kadar gevşek ve "mukavemetten âciz bulmazdı...

IX

DÜŞÜNDÜRÜCÜ

SÖZLER

* Kaybettiğiniz en mühim za­ manlar hiç gülmediğiniz za­ manlardır.

-* Saadet ekseriya açık bırak­ tığınızı farketmediğiniz kapı­ dan girer.

■k Hepimizde başkalarının dert­ lerine tahammül edecek ka­ dar kuvvet vardır.

-k Yüz bulmuş küçük bir kız­ dan bedbaht bir kadın çıkar.

-k Hiciv öyle bir aynadır ki oraya bakanlar kendi yüz­ lerinden başka herkesin yü­ zünü görürler.

-k Kalbin kendine has öyle mantık kaideleri vardır ki mantık ilminin bile bu kai­ delerden haberi yoktur.

■k Bugünün hakikî üniversitesi seçme bir kitap koleksiyonu­ dur.

\ »

_________________

DELİ Mi, AKILLI MI

?

— Eğer bir kulağınızı kesersem n e olur ? — Canım yanar.

— Ya iki kulağınızı birden kesersem ? — Ha.. O vakit iyi görem em .

— Rica ederim, biraz düşünün d e ö y le ceva p verin. — Düşündüm. düşündüm, iyi görem em .

— Peki ama niçin ?

(10)

38 A İ L E Yaz

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bir muhtarm,bir muzadeci vezaifenin ifasma munasib olduguna dair defter-i hakani ve musaha dairesi riyasetinden bir sahadetname almak ve reis-i mumi-yi ileyhin kanatini

Şölen iradesiyle yıkım iradesini yan yana getirebilme kudretini yöneticiler eline aldığında yan yana gelmeyecek sözcükler için bir mantık silsilesi aramanın da lüzumu

Bu büyük arsanın ilk zamanlarda, şehir içinde hususî ikametgâhlara mahsus bir mahalle teşkil edeceği düşünülerek, ilk bina ya- panlar, bunun gibi azamî üç katlı

Menderes bu yolda hizmet ettiği müddetçe daima hürmet ve destek görecek ve çeyrek asırlık din düş­ manlığının doğurduğu ıstırab ve hüzün, onun ve

Tanınmış Türk yazan Yaşar Kemal, İngilizce olarak yayın­ layacağı «Orta Direk» romanı münasebetiyle Londra’da bir basın toplantısı yapmıştır.. İn giliz

Tavlama benzetimi; ilk karşılaşılan daha iyi çözümü kabul ederek en iyiyi arama ve onu bulmayı, uzman sistemler; belirli bir alanda uzman kişilerden bilgileri alıp

Yapılan çalışmalarda genç ruminantlarda prebiyotik yem katkısı olarak MOS, FOS, galaktosil laktoz kullanımının perfor- mans üzerine olumlu (25, 34, 50) etkiye

Ancak insanlık olarak plastik par- çalayabilen mikroorganizmaları kullanarak plastik kirliliğini önlemeye çalışmak gibi dolaylı yollar iz- lemek yerine, daha en